lahuti yazar profili

lahuti kapak fotoğrafı
lahuti profil fotoğrafı
rozet
karma: 2570 tanım: 81 başlık: 5 takipçi: 43
"Özgür mü diyorsun kendine? Sana hükmeden düşünceni duymak isterim..." - Friedrich Nietzsche

son tanımları


somuncu baba: aşkın sırrı

-not: baştan sona spoiler içerir- *

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


başrolünde furkan palalı’nın yer aldığı, yönetmenliğini kürşat kızbaz’ın üstlendiği ve mahmut ulu’nun aynı adlı romanından uyarlanan 2016 yapımı türk tarihi drama filmidir.

oyuncu kadrosunda furkan palalı, tuvana türkay, yunus emre yıldırımer, sinan albayrak, saruhan hünel, altan akışık, berke caymaz, serdar yeğin, fırat tanış, gürkan uygun, ali sürmeli, altan gördüm, suna selen, emin olcay, haldun boysan ve kenan bal bulunmaktadır.



gerçek ismi şeyh hâmid hâmid’ûd-i veli olan somuncu baba, 1331 yılında kayseri’nin akçakaya köyünde doğmuştur. şemseddin musa kayserî’nin oğludur ve ilk ilim tahsilini babasından almıştır. babasından aldığı tahsilden sonra şam,tebriz ve erdebil’de tahsiline devam etmiştir. sonrasında aldığı ilmi yaymak, doğruyu göstermek için hocalarından da onay alıp anadolu’ya dönerek bursa’ya yerleşmiştir. bursa’da çilehanesinin yanındaki ekmek fırınından somun pişirip insanlara ekmek dağıtmıştır. bundan dolayı “somuncu baba” ve “ekmekçi koca” olarak tanınmıştır. yıldırım beyazıd niğbolu zaferini kazanında bir şükür nişanesi olarak bursa ulu camii’ni yaptırmıştır ve camiinin açılış hutbesini şeyh hâmid-i veli okumuş, fatiha suresini 7 farklı şekilde yorumlamıştır.

hutbeyi dinleyen padişah başta olmak üzere bütün cemaat şeyh hâmid-i veli’den etkilenmiştir. şeyh hâmid-i veli şöhretten korktuğu için talebeleriyle bursa’dan ayrılmış ve ceyhan nehri’nin kenarında bulunan kozan (sis) kalesi yakınlarında bir köye yerleşmiştir. burada bir süre kaldıktan sonra şam’a gitmiş, ordan da mekke’ye hacca giden somuncu baba dönüşte aksaray’a yerleşmiştir. aksaray da hacı bayram-ı veli’yi dünyevi ve uhrevi ilimlerle yetiştirerek onu irşad vazifesi için ankara’ya görevlendirmiştir.

1412 yılında vefat eden somuncu baba, aksaray’da hacı bayram-ı veli’nin kıldırdığı cenaze namazından sonra bugünki türbesinin olduğu yere defnedilmiştir.



filmin başı hamid’in babasını köyü basan eşkiyalar yüzünden kaybettiğini görerek başlıyoruz.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

yaşadığı bu büyük acı onu kendisini bulma yolculuğuna itmiştir ve ilim tahsili için kayseri’den aksaray’daki bir şeyhin dergahına gider.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

uzun yoldan geldiğinden dergahtaki diğer müritler hamid'e istirahat etmesi için bir oda ve yiyecek için bir tas çorbayla 1 ekmek parçası getirirler. hamid eline aldığı o ekmek parçasıyla babasını ve babasının kollarında öldüğünü hatırlayarak hüzün dolu duygulara girer.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

sonrasında şeyhin ilim halkası toplanmıştır, hamid'i de bu ilim halkasına dahil etmişlerdir. şeyh, çok eğitici ve etkileyici bir konuşma yapar

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


şeyh: yârenlerim! aşka giden yolda en büyük engel nefsinizdir. önce kendinizi bilip, nefisinizi yenmelisiniz. aşk hem en büyük dert, hem de o derdin dermanıdır. aşk ki, yanmakla ölçülür, yok olmakla doğrulanır. zor sevdadır bu. lakin yanmadan olmaz, yanmadan olmaz.


hamid’e dönerek:


şeyh: erenler ve salihler yurdu aksaray’a hoşgelmişsin evlat. kimsin? kimlerdensin?

hamid: efendim ismim hamid. kayseri’den gelirim. sizin nâmınız ve sözleriniz bizim oralarda herkesin dilindedir. sizden nasip almak için geldim.

şeyh: ne gelir elinden?

hamid: siz nasıl buyurursanız öyle hizmet ederim efendim.

şeyh: bize ekmek yapar mısın? sefalar getirmişsin hamid’im. eğer gönlün bizi istemişse kalbimiz seninledir. bundan böyle dergahımıza hizmet et, derslere katıl, emek ver, ekmeğimizi sen pişir. pişir ki ateşin sırrına varan ekmek gibi sen de kendi sırrına var.


hamid’i ocak başına götürürler. sırtında taşıdığı un çuvalını biraz ağır geldiğinden yere sert bırakır. o sırada ocakçıbaşı usta bizlere ibretlik öğütlerde bulunur:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


usta: ağır ol evlat. un nimettir. topraktan gelir. binlerce çileyle yetişir, olgunlaşır. taşlar altında ezilir, acıyla yoğurulur. bir de sen ezme şu garibi.

hamid: ağır geldi ustam, af buyur.

usta: taşıyabileceğin kadarını yüklen evladım. pişirebileceğin kadar hamuru sür fırına. var git şimdi bize odun getir, keseceğin her odunda fırında yanan ateşi düşün. hadi.


hamid odunları kesmiş, toplamış ve dergaha, ocakçıbaşı ustasının yanına gelmiştir. ustamız yine burda bize ibretlik bir öğütte bulunur:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


hamid: ustam, odunları nereye bırakayım, neresi uygundur?

usta: şu kenara bırak usulca, incitme odunları evlat.

hamid: ustam, un nimettir atılmaz, tamam. peki ya odunlar? odunlar niye atılmaz ustam?

usta: bu dünyada yaratılan her şeyin bir ruhu vardır evlat, cansız diyerek sakın incitme onları. hadi bakalım geç şimdi şöyle, dök unu tekneye, hamur yap bize, hadi.


o sırada dergahın şeyhi gelir:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


şeyh: kolay gelsin hamidim.

hamid: sağolun şeyhim.


hamid, ocağa un taşıdığı için üstü başı hep un olmuştur. bunu da şeyh, hamih’in omuzuna elini koyduğunda farkedip sorar:


şeyh: bu ne hal böyle?

hamid: ocağa un taşıdık pîrim. biraz çalıştım.

şeyh: bilir misin hamidim? buğday bu dünyaya dair ne kadar sır varsa hepsine sahiptir. önce ezilir un olur, sonra pişer ekmek olur. işte sen de tıpktı buğday gibi bu dergahta önce yoğrulucaksın, sonra pişiceksin. tıpkı bizim için pişirdiğin bir somun ekmek gibi.


sonra çeşmede elini yüzünü yıkarken arkasında sıra bekleyen birini görür, tabi bu gördüğü bir hanfendidir.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

akşam şeyh’in ilim halkası toplanır:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


şeyh: aşka giden yol, yokluk yoludur. bu yolda yürüyecekseniz, benliğinizi ve nefsinizi yok edip hiç olmalısınız. tevazuyla boyun eğmelisiniz. unutmayın ki buğday başağı ne kadar dolu olursa o kadar başını öne eğer. hepiniz burda ilim aramaktasınız. bilin ki aradığınız o ilim, yüreğinizdeti aşktır. ve o aşk bu sırlı yolda sizin klavuzunuzdur. evlatlarım, yarenlerim. dersimiz bitmiştir. herkes odalarına çekilebilir.


kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

herkes ayağa kalkıp odalarına giderken hamid, olduğu yerde oturakalmıştır. bunu gören şeyh sorar:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


şeyh: hamid, oğul. neden gitmezsin?

hamid: şeyhim, af buyrun..

hamid, daldığı düşüncelerden sıyrılıp kalkmak ister fakat şeyh durmasını söyler.

şeyh: bu akşam burda değilsin, nedir seni bizden çalan?

hamid: pîrim..

şeyh: hamid’im, bedenin burda ama ruhun başka yerde. anlaşılan bu gönül işidir. korkma sevmekten hamid’im, sevmek güzeldir. insanı sevmeyen, yaradanı da sevemez.

hamid: eyvallah şeyhim.


akşam hamid’in aklında çeşme başında gördüğü o hanfendi vardır.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

gündüz olur, hamid ocakbaşındadır. usta yine ibretlik öğütlerde bulunur:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


usta: insanın hamuru da böyledir evlat. nasıl yoğurursan öyle şekil verirsin. unutma, bu hamur aynı zamanda senin hamurun. allah’a ulaşmanın bir çok yolu vardır evlat. kimi odun taşır yûnus gibi, kimi şiir yazar mevlâ celaleddin gibi, kimi “enel hâ” der, kimi aşk yoluna benliğini yok edendir. bizim görevimiz ekmek yapmaktır, aç doyurmaktır evlat.

hamid: benim babam da ekmekçiydi bilir misin usta? ekmeğin kokusu, ateşin sesiyle büyüdüm ben.

usta: ooo, doğru yere gelmişsin desene.

hamid: lakin, ne hamur yoğurdum ne de ekmek yaptım usta. babam hep şöyle derdi “ evlat, ekmeği pişirmeden önce buğdayın, unun ve ateşin sırrını öğrenmelisin.”

usta: doğru söylemiş. pişirmeden önce pişmen gerek. evlat, sen ekmek pişirerek aşkı bulucaksın. pişirdiğin ekmeklerle sadece karınları değil, gönülleri de doyuracaksın. hadi bakalım.


o sırada hamid’in aklına babasıyla olan bir anısı gelir. babası geç vakitte un elemektedir. o sırada hamid içeri girer:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


hamid: baba?

babası: hoşgeldin oğul.

hamid: hoşbulduk baba. bu vakitte ne yaparsın?

babası: ekmek yaparım oğul.

hamid: bilirim baba, bilirim ama gecenin bu vaktina kadar çalışırsın, neden uyumazsın?

babası: ekmek, bizim hizmetimizdir oğul. ekmek yalnız karın doyurmaz. ekmek, kalpleri de doyurur.


gece hamid uyurken rüyasında babasını görür:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


hamid: baba.

babası: oğul! bakma ekmek yaptığımıza. aşıklık en büyük meslektir bize. eğer sevgilinin yüzü yoksa gözlerimizde, ne aşk kalır ne aşıklık bizde. unutma, bir gün uzun bir yola çıkıcaksın. aramaktan korkma. arayanlar bulanlardır genellikle. aşkın sırrını ara oğul. o büyük sırrı ara ve bul. onu bulduğunda görüceksin ki...


o sırada babasını onu öldüren eşkiyalar götürür ve hamid kabustan uyanır gibi uyanır...

gündüz ocakçıbaşında hamid ve diğer çıraklar ekmek pişirirken hamid fırına koyduğu ekmeklerin az bir kısmını yakmıştır. bunu gören diğer çıraklar kendi araladında ufak gülüşürler. o sırada usta ayarı verir:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


usta: ne gülüyorsunuz dervişler? eğriyi görmeden doğruyu nasıl biliceksiniz? ekmek işi mübarek bir iştir. vallahi hepinizi una bularım ha. işinizi doğru yapın. hadi bakim.


hamid şeyhinin yanına gider:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


şeyh: buyur, seni dinlerim.

hamid: pîrim, aşk yolunda yürümek babamın öğütüdür. bir süredir dergahta odun taşır ekmek yaparım, lakin ilim yolunda gelişemedim. bir de, efendim bir de... gönlüm.

şeyh: çekinme, söyle.

hamid: utanırım şeyhim. babamın vasiyetini yerine getirememekten utanırım. korkarım. yolumu şaşırmaktan korkarım. ben pişmek, olmak, aşkın sırrını bulmak için hizmet ederim lakin, gönlüm önüme engeller koyar. pişemem, yanamam.

şeyh: anlaşılan ocağın ateşi yüreğine de sıçramış hamid’im. ararsın, lakin ne aradığını bilemezsin. istersin, lakin istemekle bulamazsın. dünyevî aşkı tatmayan, ilahî aşkı da tadamaz. bu dünyada, aşka yürüdüğün yolda tek başına yürüyemezsin. gönlüne yâr, yoluna yoldaş bulmalısın. sana bu yolda uygun bir yoldaş bilirim. kızım necmiye’yi sana bu yolda yârenlik için uygun bulurum. lakin bilmeni istediğim bir şey var. bu senin için gerçek bir imtihandır. kızım necmiye hem sağır, hem de dilsizdir. bu izdivaç ikiniz için de uygundur.

hamid: şeyhim, şeyhim...

şeyh: aradığın sırrı bulma yolunda attığın her adım senin için bir imtihandır oğlum. itirazı olanın imtihanı da olmaz.


sabah olur ve hamid, diğer çıraklar ve ustasıyla birlikte ekmek pişirirler. hamid ekmeği fırına koyucakken kazara elini yakar:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


usta: ver oğlum ver (elini suyun içine sokar). ateş aşığın dostudur evlat, düşmanı değil. mesele ateşte yanmak değil,mesele bir gönülde yer almak. ekmeği ateşte pişirmek kolay. mesele, onu gönülde pişirmektir. ama üzülme, biliceksin, ateşin yakmadığını bir gün görüceksin.

hamid: karmaşık duygular içindeyim usta. bildiğim yoldan ilerlemek isterim lakin, engeller önümü kapatır. gönlümden geçenle yapmam gereken beni yer bitirir. ilahî aşkı ararken dünyevî aşka yenik düştüm. şimdi ona da kavuşamam. durur düşünürüm, neden burdayım? diye.

usta: bu yolda bazen dünya girer araya, bazen dikenleri. aşık olmaksa murâdın, dikenlerin acısı sana gül kokusu gibi gelir. sabretmek dervişin ekmeğidir. ekmekler seni bekliyor. hadi.


gün gelir, hamid şeyhin kızı necmiye’yle nikahlanır. nikahtan sonra hamid odaya girip kızın tülünü kaldırır ve şok yaşar, o sırada bir anısı aklına gelir:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


hamid babasına su getirir

babası: sağol oğlum. hamid bak, aşk güzeli sevmek değil, sevdiğini güzel görmektir. bir gün sende aşık olup yuva kurucaksın. ama şunu sakın unutma, dünyevî aşkı bulamayan ilahî aşkı bulamaz.


hamidin nikahlandığı şeyhin kızı, onun çeşme başında gördüğü kızdır:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


hamid: sen osun, çeşme başında gördüğüm, hayalini bir an bile aklımdan çıkaramadığım.

necmiye: evet.

hamid: bu nasıl olur? sen konuşuyorsun, dilsiz değilsin. beni duyuyorsun, sağır değilsin. nasıl olur? şeyhim! şeyhim!


hamid şeyhinin yanına gider:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


hamid: pîrim, siz bana sağırdır duymaz demiştiniz, dilsizdir konuşmaz demiştiniz. lakin...

şeyh: doğrudur hamid, doğrudur. hiç kötü söz duymamıştır, sağırdır. hiçbir kötü söz söylememiştir, dilsizdir. bu evlilik senin için bir başlangıçtır artık. dünyevî aşk, ilahî aşka ulaşmanın bir yoludur. unutma, insanı sevemeyen hakkı sevemez, hakkı sevmeyense aşkın sırrına eremez. o halde sende bir imtihanla başladığın bu evliliği, eşine duyacağın sevgi ve saygıyla sürdür. kızım senin eşindir artık. sevgiyle kur yuvanı ve ömrün boyunca saygıyla yaşa.

hamid (iç ses): kaderin üstünde bir kader, kararın üstünde bir karar varmış. görünenin ardında bir gerçeği varmış her şeyin.


hamid, eşi necmiye’nin yanına geri döner ve aralarında bir muhabbet geçer:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


hamid: bilir misin? küçükken yükseklere çıkmayı çok severdim. tek derdim, tek hayalim göklerden toprağa bakmaktı. her şeyi görmek, sırrını bilmek için. babam bana hep şöyle derdi:” evlat, gözlerinle bak lakin kalbinle gör.” sana söz veririm ay yüzlüm, yaşadığım sürece gözlerine sevgiyle bakıcam. sesin nefesim olucak, varlığın sevincim. sen benim alın yazımsın, helalimsin. elif boylum.

necmiye: bilirim hamid, bilirim.


gündüz olur ve hamid fırın başındadır. ekmekleri artık daha iyi şekilde fırından çıkarıyordur, işi öğrenmeye ve başarmaya başlamıştır:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


usta: görüyorsun ya bak nasıl da düzeliyor her şey. çok zor ve dikenli bir yolun sonu aydınlık da olabilir. bıkmadan çalışmak ve sabretmek gerekiyor. aferin evladım, artık pişirdiğin ekmekler daha kıvamında, daha olgun.

hamid: eyvallah ustam, sayende.


hamid, dere başında abdest alırken biri ona doğru yaklaşır ve konuşmaya başlar:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


yabancı: sen sessizliği bilir misin? bilir misin suskunluğun altında gizli sözler vardır?

hamid: sen kimsin yabancı?

yabancı: sen kim olduğunu bilirmisin ki bana kim olduğumu sorarsın? kendini bilmeyen başkasını ne bilir? sen kimsin?

hamid: uzun vakittir kendimi arar dururum. hocam mahmut mazdekânî’ye bağlandım. ona hizmet ederim.

yabancı: peki maksadın nedir?

hamid: aşkın sırrını bulmak. eğer bilirsen bana o yolu göster. yok bilmezsen var git yoluna.

yabancı: ah hamid ah.. bu öyle bir sırdır ki gören bilmez, bilen söyleyemez. maksadın aşkı bulmaksa yüreğini takip et, babanın çizdiği yolu takip et ve aşkı ara.

hamid: sen benim adımı, babamı ve vasiyetini nerden bilirsin?

yabancı: bu aşkın sırrıdır hamid. var git şam’a. arama vaktin gelmedi mi?


yabancı bir anda, hamid’i düşünceleriyle orada bırakıp ortadan kaybolur.

hamid, eşi necmiye’nin yanına gider ve aralarında bir diyalog geçer:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


hamid ve eşi necmiye aynı anda: sana söyleyeceğim var, sen söyle.

sonra hamid lafa girer

hamid: ay yüzlüm, uzun vakittir babamın sözleri kulağımda çınlar. rüyalarımda bile hep onu görürüm. bugün dere kenarında gördüğüm derviş bana babamı ve sözlerini hatırlattı. seni ilk gördüğüm günden beri kalbim seninle, aldığım her nefeste sen varsın. ama eğer bu sırrı bulamazsam içimde her zaman bir yer olucak.

necmiye: hamidim, sen benim kalbimin sahibisin. eğer bu sır içten içe yakıcaksa seni var git yoluna. ben beklerim seni. ama şunu bilmeni isterim, gittiğin günden dönene kadar her gün yolunu gözleyeceğim. eğer aşk ve sevda fedakarlıksa, ben bu fedakarlığa hazır ve razıyım.

hamid: güzel gözlüm, sen ne söylecektin bana?

necmiye: ben.. sana hırka örmüştüm, onu göstereyim diyecektim sana.


aslında eşi necmiye hamiledir, söyleyememesinin nedeni onu amacından alı koymamak içindir. çünkü bilir ki eğer söylerse hamid gitmekten vazgeçecektir. kaldığı için belki mutlu ama babasının mirasını yerine getiremediği için hep içi içini yiyecektir.

hamid şeyhinin yanına gider:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


hamid: gitsem, gidemem. kalsam...

şeyh: iyilikte sensin, kötülükte. eğer sırrını arıyorsan aşkın ve bulman için gitmen gerekiyorsa, durma git.

hamid: şeyhim, hep aklımdadır eşim, nasıl bırakırım onu?

şeyh: eşin ve ailen burda seni bekler, gözün arkada kalmasın. eğer gidince yüreğindeki ateş sönücekse, git ve o ateşi söndür. hadi su gibi git, gönülden gönüle ak. al bu yüzüğü, hak yolunda yoldaşın olsun. eğer başın dara düşerse bak ve bizi an.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel



hamid’in eşi necmiye ve fatma nenesi arasın bir diyalog geçer:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


fatma nene: benim güzel kızım, madem canında bir can taşırsın neden söylemezsin eşine? sırası mı şimdi gitmenin? seni böyle yalnız komak doğru mu?

necmiye: nenecim, ben akan bir suyun karşısında nasıl dururum? nasıl hamid’e gitme derim? ben beklerim onu, bebeğimle beklerim.


o sırada hamid odaya gelir, odaya geldiğinde de fatma nene odadan çıkar ve karı kocayı baş başa bırakır:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


hamid: hazırlıklar tamam. gitme vakti. benim için de çok zor elif boylum, seni böle bırakıp gitmek içimi yakar.

necmiye: tasalanma hamid. sen benim eşimsin. gönlüm senin ve hep senin kalıcak. aradığını bulman için dua edicem. bulduğunda dönmen için dua edicem. yolun açık olsun.


hamid dere tepe, dağ taş demeden düşmüştür yollara. ilahî aşkı aramak uğruna. bu yolda cevizleri paylaşamayan arkadaşları barıştırmış, yardıma ihtiyacı olan çiftçiye yardım etmiştir. böyle böyle geçen yolculuğun sonunda şam’a varmıştır.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

hamid pazar yerinde elma satılan bir tezgahın yanına selam vererek yanaşır, o sırada tezgahın yanındaki çocuk ona elma ikram eder. hamid çocuğa ismini sorar ve çocuk “musa” diye cevaplar. o sırada hamid yine anılara dalar. babası ihtiyacı olanlara yaptığı ekmeklerden allah rızası için dağıtır. o sırada bir çocuk “ allah razı olsun musa baba, ekmeklerinle karnımız doyar” diyerek dua eder. sonrasında babası hamid’e öğütte bulunur:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


babası:gel bakalım hamid. oğlum, en güzel şey paylaşmaktır. bazen bir parça ekmek sultan sofralarından daha değerlidir. hele sevgiyle paylaşılan bir parça ekmek, binlerce çeşit yemek demektir.


hamid çocuğa şâdi-i rûmî hazretlerinin dergahının nerde olduğunu söyler, çocukta ona gösterir. hamid, dergaha gelir.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


hamid: selamün aleyküm, ben şâdi-i rûmî hazretlerini ararım.

mürid: aleyküm selam. eyvallah, lakin şeyhimiz yolculuktadır, sefere çıkmıştır.

hamid: nerededir peki? ne zaman gelir?

mürid: derviş, sen yolculuğu bir yerden bir yere gitmek mi sanırsın? bu yolda ancak bir yere kadar yürürsün, bir yerden sonra sadece götürülürsün. haberini aldık. hadi gel benimle.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

mürid: şeyhimiz der ki “ gönlün benimle olursa, yemen’ de olsan bile yanımdasın. gönlün benimle değilse yanımda olsan bile uzaktasın.


hamid, şeyhin yanına götürülür:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


şeyh: otursana derviş oğlum. hoşgelmişsin derviş oğlum, sefalar getirmişsin.

hamid: hoşbulduk şeyhim.

şeyh: hasret.. kimi yürekleri yakar, lime lime eder, üzer. işte o vakit, ayrılık dokunur. aşk ise derviş gönüllerde akar, ilmek ilmek dokunur. ne diyor hz.mevlana “sadece susayan suyu bulmaz ki, su da susayanı bulur.”

hamid: efendi hazretleri. bir süredir arayıştayım. aksaray’da hocam mahmud mazdekânî’ye bağlandım. ona hizmet ederim. lakin içim içime sığmaz. derin boşlukta hissederim kendimi. pîrim, aşkın sırrını ararım, nasıl bir sırdır bu aşk? nerde bulunur bu aşk?

şeyh: aşk, yolunun sonuna varanlar için bütün yüreğini koydu derler. ya ruhunla bedenini bir tutacaksın, ya da hiç yeltenmeyeceksin, hiç. aşkta çok renk yoktur oğlum, ya siyahı ya beyazı seçeceksin derler. unutma, bulanlar arayanlardır. yol yorgunusun, git dinlen biraz. haa, hamid oğul. ekmeği ateş, dervişi aşk pişirir derler.

hamid: eyvallah şeyhim.


hamid gece bir rüya görür. bu rüyada girmek istediği kapılar yüzüne kapanır. bir kapı vardır ki onun önünde bir adam görür ve hemen o kapıya yönelerek içeri girer. bu adam onun dere başında şam’a gitmesini söyleyen yabancıdır. orda bir diyalog başlar:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


hamid: kimsin sen? kimsin sen?

yabancı: sen bizim kim olduğumuzu bilirsin.

hamid: sen..

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

yabancı: beyazıd bestâmîyim ben. hamid, o büyük sırrı arama yolculuğunun başındasın. aşk başta ham olur, ateşle yanar, pişer, olgunlaşır. aşığa akıl rehber olmaz, gerçek rehber onun kalbidir.

hamid: dergahımı, eşimi, her şeyimi bıraktım. aşkın sırrını ararım.

beyazıd bestâmî: nefsini terbiye edeceğin, kalbini tamamen temizleyeceğin bir yolculuktasın. bu yolda bulduğun, bulacağın her şeyi kalbine yaz ve bekle. ya sen onu, ya o seni bulacak.

rüyadan uyanınca bir ses duyulur.

şeyh (dış ses): attığın her adımda kalbini biraz daha aç. unutma, gördüğün her şeyin bir sebebi var.


ertesi gün hamid, şeyhinin yanına gider:


şeyh: buldun mu aradığını? her kim neyi arar ise onu bulur. aradığını bulacaksın tasalanma. yoluna ve yolculuğuna devam et, kalbinin sesini dinlemeyi unutma. bulduğunda tanıyacaksın, varlığın o sırda yok olacak ve sen yeni bir sen olacaksın. ey hamid! unutma, topraktan geldik gene toprağa gideceğiz. bu yüzdendir işte insanın âleme, âlemin insana benzemesi. bir bak, önce kendine sonra şu sonsuz âleme. kemiklerin kayalara benziyor, saçların bitkilere, damarlarındaki kan nehirlere benziyor, gözlerin yıldızlara, kalbin güneştir. bedeninin her bir zerresi onun etrafında döner. ruhun ise bu âlemin ta kendisidir.

hamid: şeyhim, yani insan küçülmüş âlem, âlem açılmış insan mıdır?


kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

hamid, şâdi-i rûmî hazretlerinden nasibini almış ve yine aşkının peşine yollara düşmüştür. gönlü onu erdebil’e götürmüştür.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


erdebil’deki şeyh: yalnızlık, aşıkların imtihanıdır. şimdi önemli bir yerdesin hamid. bunca yer gezdin, aşkı aradın, artık kendinle yüzleşme vaktidir. aşkın sırrını mı ararsın?

hamid: hem arar hem sorarım. içim içime dar gelir efendi hazretleri.

şeyh: peki hazır mısın?

hamid: ne yapmam gerekirse hazırım. tüm varlığımla yansam bile, hazırım.

şeyh: o halde gel benimle.


şeyh onu bir yere götürür. bu yer çilehane gibi bir yerdir.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


şeyh: yanmaya hazır mısın? şimdi, bedeninden ruhunu çıkarma vaktidir. halvete girme, dünyadan sıyrılma vaktidir. her şeyi terk etme, sırra erme vaktidir. hadi nasibini yaşa, onu hisset.


hamid, çilehanede iken eşi o gece doğum yapmıştır.

şeyh çilehaneye, hamid’in yanına gelir.


şeyh: hayırlı ola, aşkın perdelerini açtın. artık hem bedeninle hem ruhunla yürüyeceksin. şimdi düğün vaktidir erenim. birlikte zikredelim.


kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

ertesi gün yine hamid şeyhiyledir:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


şeyh: bazen uzun zamandır beklediğin bir anda oluverir. bazen bir ömür beklersin, arasın, lakin bulamazsın. sen, derviş görünümlü bir ersin. yüreğinin ateşi, dergaha girdiğin ilk andan beri hepimizi ısıttı. sana doğru adım attıkça, bir akar suyun nasıl bir okyanusa dönüştüğünü gördüm. bizden alacağını aldın, var git anadoluya, aşk çınarlarını uyandır. yakma sırası sende.


kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

hamid yollara düşmüştür. bu sefer anadolu’yadır seferi. darende’de bir dergaha gelmiştir.
o arada bir diyolog yaşanır.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


derviş: hoşgelmişsin, bize dost kokusu getirmişsin.

hamid: eyvallah, şeyh erdebilî hazretlerinin selamını getirdim.

derviş: eyvallah.

hamid: kendimi aşk yoluna adadım. uğradığım tüm duraklarda herkese onu sordum.

derviş: aradığını buldun mu?

hamid: bu sır ne büyük bir ateşmiş. dipsiz bir kuyu, sonsuz bir çaylayanmış. hem çok büyük bir dertmiş, hem de bu derdin dermanıymış.

derviş: misafirliğin bize şeref verir, hocamızın kokusuyla kokun mesh eder kalbimizi, hasret ateşiyle kavrulan gönlümüzü getirdiğin ateşle daha da yaktın, kor ettin.

eski zamanda bir, derviş varmış, kendine dergah ararmış. bir dergah varmış ama o dergah da tamamen doluymuş. şeyhe “ dergahınızda bana da yer var mı?” diye sorunca şeyh, eline boş bir tas alıp ağzına kadar su ile dolup dervişe uzatmış. derviş o dergahta ona yer olmadığını anlamış. lakin küçük bir gül yaprağını tasın içerisine koyup şeyhe vermiş. şeyh tebessüm etmiş ve sadece bedeniyle değil gönlüyle orda olan o genç dervişe dergahın kapılarını sonuna kadar açmış. hamid’im biliriz, sende bedeninle değil gönlünle burdasın. gönlümüzde her daim sana yer vardır. darende varlığınla huzur bulucak.

hamid: eyvallah. burda bulunmak, dost gönüllerle sohbet olmak büyük bir sevinçtir. lakin yolumuz uzundur, şehr-i züleyha’da bekleyenimiz var. aşk yolcusuna durmak değil gitmek düşer.

derviş: yolun açık, gittiğin her yerde aşıklar yoldaşın olsun, aksaray’a selam olsun.


hamid yollara düşmüştür. bu sefer yârine, necmiyesine kavuşmak için. hasretiyle yandığı eşine, dergahına kavuşmak için. o artık yanmış ve diğer kurak gönülleri de yakmak için yollardadır.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

hamid aksaray’a, dergahına varmıştır. şeyhi hicaz’a yani hacca gittiğinden dergahta değildir. o sırada avluda bir erkek çocuğunun koşuşturduğunu görür. o çocuk hamid’in oğludur ama hamid bilmez.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

tam o anda hamid’in eşi necmiye oğluna durmasını söylerken hamid’i görür. oğlu o sırada yanlarına gelir, hamid o çocuğun oğlu olduğunu anlar. oğlunun yanına gider, sarılır, öper, okşar, allaha şükürler eder.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

akşam eşi necmiye hamid’in yanına gider ve aralarında şu duygusal konuşma geçer:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


necmiye: yusuf uyudu, gelmene çok sevindi. hamid’im, sanma ki yusuf yokluğunda sensiz büyüdü. doğduğu andan beri her gün kulağına adını fısıldadım, her gün. ninnilerde seninle uyuttum, uzaklardan sana seslendim. söylenmemiş sessiz cümleler söyledim hasretine. sen benim hem hasretim, hem bekleyişim hem ümidim oldun. hoşgeldin hamid’im, hoşgeldin.

hamid: ay yüzlüm, uzaklarda gece gündüz aşkı ararken sanma ki sen yoktun.. attığım her adımda, aldığım her nefeste, yaşadığım her anda sen vardın, yanımdaydın. aç kaldım, üşüdüm, acı çektim lakin yılmadım. aşkın sırrını aramak için çıktığım bu yolda hem kolum oldun hem kanadım. yalnız gecelerimde gözlerinin hayali ay ışığı oldu bana. titreyen dudaklarım adını andıkça teselli buldu. şimdi burdayım, yanındayım. hasreti vuslata döndüren allahıma şükürler olsun...

necmiye: çok şükür, çok şükür...


ertesi gün hamid ilim halkasında ders verir:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


hamid: dağları,çölleri aştım. kendimi aradım uçsuz bucaksız ovalarda. bir ses istedim, bir nefes. döndüm baktım can evime, gördüm ki hiç olmuşum. kalbinizi temiz tutun yarenlerim. allahın ikramı çoktur.


o sırada ilim halkasına bir yabancı gelir:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


hamid: hoşgelmişsin.

yabancı: hoşgördük pîrim. adım numan. endürü’den gelirim. adınız bizim oralara kadar ulaşmıştır. onca ilim okudum, aradığımı kitaplarda bulamadım. sohbetinize katılmak isterim, sizden nefes isterim.

hamid: yaz, kış gömlek giyen bir derviş varmış. hayatı, tek bir gömlekle yaşarmış. onun bu halini soranlara cennetin en güzel sofrasının sadece tek gömleği olan fakirlere ayrıldığını söylermiş. yârenlerim, mesele dışı değil içi güzelleştirmektir.

o sırada numan sırtındaki kürklü cübbeyi çıkartıp atar ve sadece gömleyiğle oturu.

hamid konuşmaya devam eder: yârenim, ne gelir elinden?nasıl hizmet edersin bize? bizimle ekmek yapar mısın? ziyaretin bizleri sevindirdi, bayram sevinci yaşattı. bundan böyle adın bayram olsun. bizimle una bulan, ekmek dağıt, gönüllere ulaş, hacı bayram ol.


bu yabancı ilerleyen zamanlarda, şeyh hamid-i velî’nin talebesi hacı bayram-ı velî’dir.

akşam, hamid hacı bayramla karşılaşır.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


hamid: ne yazarsın bayramım?

bayram: derste anlattıklarınızı yazmak isterim.

hamid: maksadın nedir?

bayram: ömrüm nice alimlerin sözlerini yazmakla geçti. her sözlerini bu deftere yazdım ve yazdığım her sözde yüreğime dolan soruların cevaplarını aradım. sırrı bilen, âşinâ dillerden müjdeler bekledim.

hamid: okudun, yazdın bunca zaman. aradığını buldun mu?

bayram: pek çok geceyi uykusuz geçirdim. aradım durdum fakat aradığımı kitaplarda bulamadım.

hamid: öyleyse kalemi, kağıdı terk et bayram. aşkı kalem yazmaz ki. unutma, beklediğin o haber de sensin, müjde de. bundan böyle duyduklarını kağıda değil kalbine nakşet.

bayram: pîrim, bunca ilim, bunca arayış boşuna mıdır?

hamid: tabii ki boşuna değil yârenim. ilimle gidilmeyen her yolun sonu karanlıktır. şimdiye kadar öğrendiklerin ilim yolunda en büyük yardımcın olucak. ilim, aşk yolunda sana rehberlik edicek.

bayram: eyvallah pîrim.


kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

şeyh hamid-i veli hacı bayramla birlikte bursanın yolunu tutarlar. bursa’ya vardıklarında bir ocakbaşına gelirler. burda şeyh hamid-i veli’yi kimse kendi kimliğinde bilmez, onu “somuncu baba” olarak, “buyrun müminler, somunlar” diyerek insanlara yaptığı lezzetli ekmekleri pazar yerinde dağıttığını bilirler. bu pazardaki durum emir sultan’ın dikkatini çeker.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

emir sultan bir gün somuncu babanın fırınına gelir:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


emir sultan: selamün aleyküm baba.

hamid: aleyküm selam evlat. buyur?

emir sultan: ekmekçi baba, şu çömleği fırına versek de yemeği pişirsek, ne dersin?

hamid: evlat, benim ellerim hamurludur. gel de sen sür fırına.


emir sultan çömleği koyucakken fırında ateşin yanmadığını görür ve şaşkınlık içinde kalır.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


hamid: (çömlek için) bekle evlat bekle, birazdan pişer.

emir sultan: fakat, ocak...

hamid: evlat, müsade buyur da somunlarımızı fırına sürelim.


o sırada küçük bir kız çocuğu gelir:


çocuk: somuncu baba, sıcak somunun var mı?

hamid: sen istersin de olmaz mı, var. ama dikkat et, sıcaktır somunlar elin yanmasın. al bakalım.


emir sultan ocağın yanına gider ve ocak ateşle yanmadığı halde çömleğe dokunur dokunmaz eli yanar.


emir sultan: şeyhim, affet beni. nasıl olur? ocağa şimdi baktım ateş yanmazdı. efendi hazretleri, kusurumu bağışlayın, büyüklüğünüzü bilemedim.

hamid: evlat, bizler ekmekçiyiz. ekmek pişirip gönüllere ulaşırız. asıl büyüklük bizlerde değil, asıl büyüklük paylaşmayı bilen gönüllerdedir.


o sırada yıldırım beyazıd niğbolu zaferinin kazanılmasına karşılık allah’a bir şükür nişanesi olarak ulu camii yapılmaktadır. somuncu baba da hacı bayramla birlikte bu inşatta işçi olanlara somun götürüp camiinin inşasına katkıda bulunurlar.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

gün gelip çatar ulu camii’nin inşası bitmiş, bir cuma günü cuma namazıyla açılışı yapılıcaktır. yıldırım beyazıd camii’nin açılış hutbesini emir sultan’ın yapmasını istemiştir lakin emir sultan bunu reddetmiştir:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


yıldırım beyazıd: emir’im, hadi hutbemizi okuyun, namazımızı kıldırın, birlikte dua edelim.

emir sultan: sultan baba, ilim ve irfanda zamanın en büyük âlimi aramızdayken bize hutbe okumak düşmez. müsade buyurursanız onu davet edelim, o okusun hutbemizi.

yıldırım beyazıd: kimsen bahsedersin emir’im? kimdir bu zat?

emir sultan: halkın somuncu baba diye bildiği aksaraylı şeyh hamid-i veli’dir. cami yapımında ekmek dağıtmış, büyük bir âlim, ulu bir bilgedir. kendini saklar, halka hizmet eder. lakin ekmeklerini pişirdiği fırında ilmini de barındırır.

yıldırım beyazıd: iyi, o halde söyleyin hutbemizi okutsun, namazımısı kıldırsın.

emir sultan: emredersiniz sultanım.


emir sultan, hamid-i velinin yanına gider:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


emir sultan: şeyh hazretleri, sultanımız ulu camiimizin açılış hutbesini sizin okumanızı ister.

hamid: ah emirim.. sırrımızı açığa çıkardın. hutbeyi okuruz okumasına lakin gidiş beratımızı verdin.


hamid, ayağa kalkıp minbere çıkar. ve hutbeyi yapmaya başlar:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


hamid: rahman ve rahim olan allah’ın adıyla. alemlerin rabbi olan allah’a hamd olsun. ey bütün kapıları açan rabbim! fatiha’nın serinliğiyle büyüt umudumuzu. ey suskunluğun sahibi! dilsiz, dudaksız sana dua ederim. bilirim ki derde derman, yaraya merhem olan sensin. ey bütün yolların sahibi! bizi sevdiklerinin yoluna ilet ve nimet verdiklerinin.. hamd, alemlerin rabbi olan allah’a mahsustur....


diyerek fatiha’nın tefsirini hutbe verir.
burda küçük bir kitap alıntısında bulunacağım:


“derkenar

yıldırım beyazid, inşası biten ve bütün eksiklikleri tamamlanan ulu camii’nin bir cuma günü açılmasına karar vererek ilk hutbeyi ve ilk cuma namazını kıldırmasına da emir sultan’dan ister. açılış günü ulu cami iğne atacak yer kalmamacasına dolmuştur. cemaat hutbe okuması için emir sultan’ın minbere çıkmasını beklemektedir. o sırada beklenmedik bir şey olur. emir sultan kendi yerine hutbe okuması için somuncu baba’yı gösterir. cemaat şaşkınlık içindedir. bütün gözler, o zamana kadar sadece somuncu baba olarak tanıdıkları ve güzel ekmeklerini kapış kapış yedikleri zata çevrilir. somuncu baba, mahcup bir şekilde ayağa kalkar, minbere doğru yürür ve emir sultan’ın yanından geçerken şöyle fısıldar:”ne ettin emir’im, niye ele verdin bizi?” somuncu baba yahut ekmekçi koca diye tanınan şeyh hamid-i veli, okuduğu son derece tesirli hutbesinde fatiha suresini tefsir eder. somuncu baba’yı büyük bir vecd içinde dinleyen bursa kadısı molla fenârî, kendini tutamayıp yüksek sesle cemaate şöyle demiştir: “şeyh hamid-i veli burada bize hikmetler saçıyor, ululuğunu gösteriyor. fatiha’nın tefsirini cemaatten herkes anladı. ikinci tefsiri buradakilerden ancak bazıları çözebildi. üçüncü tefsiri ise çok az kimse anlayabildi. dördüncü ve ondan sonra gelen tefsirler bizim idrakimizin dışındadır. bunları yalnız kendisi anlayabilir.”...

(bkz: âmâ)
(bkz: fatih duman)


hamid-i velî’ye, onun gerçek kimliği ortaya çıkıp ne kadar büyük bir zât ve şeyh olduğu anlaşılınca bursa’da kalması için teklifte bulunurlar:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


emir sultan: sultanımız yıldırım han ve tüm cemaat hutbenizle mest oldu. şeyhim, varlığınız bize güç verir. eğer kalırsanız tüm bursa minnettar olucaktır.

hamid: davetiniz bizleri sevindirir. fakir gönlümüz bir parça ekmekle paylaşır sevgiyi. tek derdimiz, ekmeğin tadıyla halka ulaşmaktır. lakin sırrımız açığa çıktı. nefesimizden üfledik, artık gitme vaktidir. zira bizim sırrımız, sır olmaktır.

emir sultan: o halde yolunuz açık olsun. bursa sizi hiç unutmayacak. dağıttığınız ekmeğin kokusu bu fırında, tadıysa kalbimizde kalıcaktır.


kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

şeyh hamid-i veli, hacı bayramla birlikte yine aksaray’ın yolunu tutar. orda hacı bayram velî’yi hem ilmi hem de dünyevi olarak yetiştirir.


hamid: bayram’ım, sana bir müjdem var. artık gitme vaktin geldi. var git endürü’ye. bizden aldıklarını dağıt. iyilik, güzellik, hoşgörü ve sevgi tohumlarını ek.

hacı bayram: eyvallah pîrim. bunca zamandır yanınızdayım. dergahınıza gönül verdim, size bağlandım, ateşinizle yandım, ocağınızla piştim. anladım ki ocakta yanan ateş, benlik hırkasını yakan aşk ateşiymiş.

hamid: eyvallah. biliriz ki bayram, kalbinde yanan ateş sevgiye susamış gönüllere ulaştıkça daha da büyüyecek. öyle bir hal alacak ki o ateş, bu diyarlarda senin adınla parlayacak.


kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

o sırada içeri bir derviş girer:


derviş: selamün aleyküm

hamid: aleyküm selam. çekinme evlat seni dinlerim.

derviş: efendim, ismim hamid. kayseri'den gelirim. adınız, sözleriniz bizim oralarda herkesin dilindedir. sizden nasip almak için çıkıp geldim.

hamid: hamid, ne gelir elinden hamid?

derviş: nasıl buyurursanız öyle hizmet ederim.

hamid: hamid, bize ekmek yapar mısın?


kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

filmin sonunda mustafa ceceli'nin mükemmel söylediği filmin jenerik müziğiyle şöyle bir yazı geçer:



somuncu baba şeyh hamid-i veli, tevazu, hoşgörü ve aşkın sırrına ulaşan felsefesi ile ilahi sevgiyi arama yolunda efsaneleşti.

somuncu baba’nın öğrencisi hacı bayram-ı veli, akşemseddin’in, akşemseddin ise yeni bir devrin kapılarını aralayan fatih sultan mehmed’in hocası oldu.

somuncu baba, anadolu’nun ortasından aksaray’dan yaktığı sevgi ateşini bir somun ekmek tadıyla günümüze kadar ulaştırdı.

çünkü somuncu baba “aşkın sırrı”ydı...


kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

somuncu baba, yani şeyh hamid-i veli bizler için nefisle savaşın, kibirle mücadelenin, aşkın sırrını arayışın bir nişanesidir. asırlar sonra bile gerek nefsini terbiye etmekteki öncülüğüyle, gerek hakla birlikte halka karışmasıyla, o lezzetli somunları fırın ateşiyle değil allah aşkıyla pişirerek gösterdiği kerametle hala gönüllerin ilacı aşkın sırrını bulma şevkini gönüllerimizde hissettirebilmekte. allah ondan razı olsun.

somuncu babayla ilgili akıcı ve feyz dolu bir roman okumak isterseniz, gönül rahatlığıyla (bkz: fatih duman - âmâ) kitabını önerebilirim.

aynı zamanda buradan somuncu baba: aşkın sırrı filmini bu mübarek ramazan ayında maneviyatlarımıza dokunması ve kendimize dönüp "ben bu yolda ne kadar dertliyim, iştiyaklıyım?" diye sordurmak için izleyebilirsiniz.
devamını gör...

mil diyanet-sen'in minber dokunulmazlığı istemesi


“faiz ayeti okununca 'sen ekonomist değilsin, işine bak' deniyor. içki-kumar ayeti okununca 'benim zevkime karışma' deniyor. zina ayeti okununca 'burası özgürlükler ülkesi karışma' deniyor. miras ayeti okununca 'hangi çağda yaşıyoruz' deniyor. eş cinselliğin haram olduğuna ilişkin ayetler okununca 'eş cinsellik bir insan hakkıdır, lgbt'cileri hedef gösterdin' deniyor”


benim üzerinde duracağım konu bu paragraf olucaktır. dokunulmazlık talebi hakkında bu durumu olumlu bulmuyorum. diyanetin bazı fetvaları veya fetva verme konusundaki yaklaşımlarından dolayı dokunulmazlığı ne derece sâlim kullanıcakları meçhuldür. değinmek istediğim yere gelicek olursam:

bir camii imamı hutbesinde veya namaz öncesi verilen kısa vaazlarında kişiselin aksine belirlenmiş olan dini konular üzerine konuşma yapar. bu konular da tahmin edilebileceği gibi dini konulardır. yani içeriği âyet ve hadislerden temel alınmış, halkın anlayabileceği kıvama getirilmiş sohbetlerdir.

evet camii devlet malı ve imam da devlet memurudur fakat devlet memuru olması onu diğer devlet memurlarıyla aynı kefeye koymaz. devlet memuru onun sistemsel statüsüdür ve kendi içlerinde doğal olarak görevleri vardır.
doktor da bir devlet memurudur ama görevi insan sağlığı üzerinde tedavi uygulamak ve tedavi metodları üretmektir. avukat da bir devlet memurudur ama görevi adalet sağlamaktır. öğretmen de bir devlet memurudur ama görevi insan yetiştirmektir. imam da bir devlet memurudur ve görevi de hakkı söylemek, dinî gereklilikleri tebliğ etmek, cennetle müjdeleyip cehennemden haberdar etmek, insaların maneviyatlarına dokunmaktır.

başka devlet memurlukları varken kalkıp da sadece "sen imamsın, her kesime hitab etmen lazım" demek bir çözüm değil, kuru bir cümledir. din, temelde bazı sağlıksızlık gibi zarurtler harici kişiden kişiye değişiklik göstericek bir kavram değil. eğer kişiden kişiye değişiklik göstericek olsaydı ortada din diye bir şey kalmazdı. herkesin din anlayışı maalesef farklı. eğer adalet de kişiden kişiye değişicek olsaydı seri katiller de suçsuz sayılırdı öyle değil mi? çünkü ona göre öldürmek suç değil aksine bir zevk. mesela bergen'i kocası öldürdüğü için hala pişman değil. herkesin her durumu, suçu veya ahlakî, toplumsal gereklilikleri algılaması farklıdır. biri için yere ufacık bile çöp atmak hassas bir konuyken biri için bütün yediği, içtiği pislikleri olduğu gibi yediği yerde bırakması umursamazca. şimdi çıkıp bu durumda "çevreyle ilgili belirli kuralların gelmesi lazım, ormanlarımız yok oluyor" gibi bir cümle kurulması tabii bir şey. ama dinî konularda belirli haramlar veya gereklilikler toplumun selameti için iki cümle kurulduğunda "hocaaa sen bu işlere karışma, benim özgürlüğümden sanane, git sen camide otur" demek çok kolay oluyor. çöpü atan köle veya özgür mü değildi?

yahu adam sana ayetle, hadisle geliyor. hadi sen bunlara inanmıyorsan bile içkinin, zinanın toplumsal olarak yıkıcı ve kötü alışkanlık, davranışlar olduğunu anlayamıyor musun? allah kimsenin başına vermesin ama kim kocasının,karısının veya sevgilisinin başka biriyle yatmasını ister? kim içki yüzünden şiddet görmek, geçimsizlik, huzursuzluk veya aile yıkımı yaşamak ister? içki içen baba da kendi hür iradesiyle yapıyor, zina eden eş, baba, sevgili de? neden peki bu seni de günlük hayatta yıkan durumlar dînî olarak yapılmaması gerektiği söylendiğinde bir anda özgürlük oluyor? neden imam konuşmasın oluyor? maden "devlet memuru" olan imamın görevini yapmasını istiyorsun e sen o zaman baştan gereksiz yere isyan ediyorsun? imam günahı-sevabı, haramı-helali söyleyerek zaten görevini yapıyor. sen imamın hutbede çorba tarifi vermesi için mi görevli olduğunu sanıyorsun? o yüzden nasıl ki iki kitap okumakla doktor olunmuyor, iki kitap okumakla da hoca olunmuyor. dini artık bi hocalara bırakın allah aşkına. din hakkında doğru düzgün bilgisi olmayanlar dini konulara ahkam kesiyor, dini dillerine pelesenk yapıyor. bu insana "sen kimsin?" diye bir sorulur. aynı doktorun yanında tıbbi olarak ahkam kesmek gibi. bu durumda da "sen kimsin, eğitimin, bilgin ne de böyle konuşabiliyorsun?" diye sorarlar.

din evrensel bir şeydir, yani sadece şahıslara değil dünyadaki bütün insanlara hitap eder. ahmet'e farklı murat'a farklı din olmaz. kendisi farklı yaşıyorsa o kendisini bağlar. 1443 yıldır diğer yahudilik ve hıristiyanlık gibi tahrif olmadan bugüne gelmiş olan islam dini burda sığ bir anlayışmış gibi olmanın aksine ne kadar yüce olduğunu bize gösterir. çünkü 1443 yıl önce insanın manevi ve ahlaki olarak neye ihtiyacı varsa bugün, 21.yy'da da aynı şeye ihtiyaç vardır. bu ihtiyacın karşılığını da islam dini hala verebilmektedir. islamı hakkıyla temsil edemeyen, müslüman kimliğine yakışmayacak davranışlarda bulunan kişilerden dolayı da dini kötülemek kişilerin kalpleriyle alakalı bir durumdur. dini kişilere değil, kuran'a ve onun elçisi peygamberimiz (sav)'in yaşantısına bakarak öğrenebiliriz.
#1666243 bu tanımımdan "müslüman kişi" tanımlamamı da okuyabilirsiniz. allah yâr ve yardımcımız olsun.
devamını gör...

sahur

arapçada çöl demek olan "صحراء" sahrâ, "صحر" fiilinden,
sahûr "سحور" ise "سحر" fiilinden türemiştir.
sahûr ve sahrâ arasındaki fark sîn ve sâd harfleridir.
aynı zamanda sözlükte "sabah olmadan önceki vakit, gecenin son üçte biri" anlamındaki "seher" kelimesiyle aynı kökten gelen "sahûr" (sehûr, sühûr), dini bir terim olarak oruç tutmaya hazırlık olmak üzere fecrin doğmasından önce yenen yemeği ifade eder.

amr ibn-i âs (ra)'ın rivayetiyle peygamberimiz (sav):

"bizim orucumuzla ehl-i kitabın orucunu ayıran fark sahur yemeğidir." buyurmuştur.
(müslim, sıyâm, 46)

"ve, yeni kesilmiş bir karpuzun rengi kadar canlı siz sahur yemekleri!"

(bkz: samanyolunda ziyafet)
(bkz: sezai karakoç)

"günde beş vakit namaz, ramazanlarda iftar, sahur, her türlü ibadet saatle idi. saat allah'ı bulmanın en sağlam çaresi idi ve bu sıfatla eskilerin hayatını idare ederdi."

(bkz: saatleri ayarlama enstitüsü)
(bkz: ahmet hamdi tanpınar)

sahûr, kurumuş, kuraklaşmış, çöle dönmüş yürekleri sular ve yeşertir!
devamını gör...

oruç

üstad sezai karakoç, orucu bir yeniden dirilişe benzetir ve şu soruları ardı ardına sorar:

"oruç, eşyayı ve evreni bize yaklaştırmış değil midir? insan onu daha derinden algılamakta, kavramakta değil midir? oruç ayında gündüz daha gündüz, gece daha gece değil midir? güneş daha güneş, su daha su, toprak daha toprak, ay daha ay, yıldız daha yıldız, zaman daha zaman, mekân daha mekân, vücut daha vücut değil midir? ve nihayet ruh, daha ruh değil midir?"

bir nevi eşyanın hakikatiyle yüzleşiyoruz.

mustafa kutlu ise oruca bambaşka bir açıdan bakar:

"açlık bizi doyuruyor. en çok kıymet verdiğimiz şeyleri başkaları ile paylaşmaktan sonsuz bir haz duyuyoruz. bize yük olan her unsur, her tasa, her ihtiras tasını tarağını toplayıp savuşuyor. kapımız ve soframız açık. derdimizi ve sevincimizi söylemekten hoşnutuz."

çünkü oruçluyuz.
devamını gör...

ramazan

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

ramazan sözlükte "günün çok sıcak olması, güneşin kum ve taşları çok ısıtması, kızgın yerde yalınayak yürümekle ayakların yarılması" anlamlarındaki "ramad" masdarından veya "güneşin güçlü ısısından çok fazla kızmış yer" manasındaki "ramdâ" kelimesinden türeyen "ramazân" kamerî yılın şâbandan sonra, şevvalden önce gelen dokuzuncu ayının adıdır. "yaz sonunda ve güz mevsiminin başlarında yağıp yeryüzünü tozdan temizleyen yağmur" anlamındaki "ramadî" kelimesinden ya da "kılıcı veya ok demirini inceltip keskinleştirmek için iki yalçın taş arasına koyup dövmek" anlamındaki "ramd" masdarından türediği de ileri sürülmüştür.

ramazan ayı hicri 9.ay olmakla birlikte fıkhî tarifle kişinin kendisini yeme, içme ve cinsi munasebetten uzak tutmasıdır. imsakla (şafakla) başlayıp iftarla (gün batımıyla) sona ermektedir. diğer bir adıyla "11 ayın sultanı" dır.

oruç, bize gündelik hayatta ulaşmamızın çok kolay olduğu nimetlerin bile ne kadar kıymetli olduğunu farkettirerek o nimetin önemini bilmemizi ve şükür edebilme nimetine erişebilmemizi sağlayan, nefsimizin isteklerine karşı onu terbiye edebilme sabrı, imkanı veren güzel ahlak ve takvâ tâlimidir.

tabii ki bu ayda müslüman bir kişinin sadece midesine değil; haram bakmayarak gözlerine, çalgı dinlemeyerek kulağına, kötü söz söylemeyerek, kalp kırmayarak, dedikodu veya laf taşımayarak, yalan konuşmayarak diline, kötü ortamlara, onu harama teşvik edicek ortamlara gitmeyerek ayaklarına oruç tutturması ve bol bol ibadet üzere olması gerekir. bu vasıflar elbette müslüman bir kişide sadece 1 aya mahsus edilmemesi gerekirken ben şu anda "en azından" kısmını baz alarak tanımlıyorum. oruçluyken bu hal üzere olmamız orucumuzun rûhâniyetini zedelememesi, bize her anlamda şifa olarak gelebilmesi içindir.

"hiçbiriniz (bilhassa) oruçlu olduğu gün, çirkin söz söylemesin ve kimse ile çekişmesin. eğer biri, kendisine söver veya çatarsa; "ben oruçluyum: desin."
(buhârî, savm, 9)

"kim yalan konuşmayı ve yalan dolanla iş yapmayı terk etmezse, allah o kimsenin yemesini-içmesini bırakmasına kıymet vermez."
(buhârî, savm 8, edeb 51)

"nice oruç tutanlar vardır ki, orucundan kendisine kuru bir açlıktan başka bir şey kalmaz!..."
(ibni mâce, sıyâm, 21/1690)

kuran-ı kerim'de orucun farz olduğunun bildirilmesinin hemen ardından ramazanın hakkı batıldan ayıran ve doğruya sevk eden kuran'ın indirildiği ay olduğu söylenir ve bu aya ulaşanların oruçla mükellef olduğu belirtilir.

"o (sayılı günler), doğruyu eğriden ayırma, gidilecek yolu bulma konusunda açıklamalar ve insanlara rehber olarak kuran'ın indirildiği ramazan ayıdır. artık içinizden kim bu aya yetişirse onu oruçlu geçirsin. kim de hasta veya yolcu kalırsa, başka günlerden sayısınca tutar. allah sizin için kolaylık istiyor, güçlük çekmenizi istemiyor. sayıyı tamamlamanız, size doğru yolu göstermesinden ötürü allah'ı tazimle anmanız için ve şükredesiniz diye (uygun hükümler gönderiyor)."
(bakara - 185.ayet)

bize bütün bereketiyle esenlik veren, ruhumuzu tazeleyen bu mübarek ayın bir takım başlıca özellikleri şunlardır;

1) kuran-ı kerim bu ayda indirilmeye başlanmıştır ve bin aydan daha hayırlı olduğu ifade edilen kadir gecesi de bu mübarek aydadır.

2) kadir geces. ayette bu gecenin bin aydan daha hayırlı olduğu söylenir.

-biz onu (kuranı) kadir gecesinde indirdik.
-bilir misin nedir kadir gecesi?
-kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır.
(kadir - 1,2 ve 3.ayeler)

yani bu geceyi ihya edenlere 83 küsür senenin ecri lûtfedilir.
peygamberimiz: "kadir gecesini, fazilet ve kudsiyytine inanarak ve sevabını yalnız allah'tan bekleyerek ibadet ve tâatle geçiren kimsenin -kul hakkı hâriç- geçmiş günahları bağışlanır."
(müslim, müsâfirîn, 175/760)

kadir gecesinden mahrum kalmamak için onu ramazanın ilk gecesinden itibaren tek sayılı gecelerde aramak gerekir. umumî kanaate göre ramazanın 27.gecesidir fakat başka zamanlara da gelebildiği için bütün ramazan gecelerine ayrı îtinâ göstermek gerekir.

3) islamın beş şartından biri olan oruç bu ayda tutulur.

4) peygamberimizin inanarak ve sevabını da allahtan bekleyerek kılan kişinin geçmiş günahlarının bağışlanacağını bildirdiği ve kendisi de bizzat kılarak ümmeti için sünnet olduğunu gösterdiği teravih namazı bu aya mahsus ibadetlerdendir.

"allah teâlâ, size ramazan orucunu farz kılmıştır; ben de onun kıyâmını, yani ramazan gecelerindeki teravih namazını sünnet kıldım. eğer bir kimse, imanlı bir gönülle ve sevabına ermek emeliyle ramazan orucunu tutar ve teravih namazını kılarsa, (kul hakları ve borçları hariç) anasından doğduğu gün gibi günahlarından kurtulur."
(ibn mâce, salât, 173)

5) mâli bir ibadet olan fitrenin (fıtır sadakası) bu ayın sonunda ve bayramdan önce ödenmesi gerekir.

fıtır sadakası: ramazana erişip oruç tutmuş ve bayrama erişmiş olmanın şükrü olarak dinen zengin olan ve ramazanın sonuna yetişen müslümanların belirli kimselere vermesi vacip olan bir sadakadır.

fitre bayram namazına kadar verilirse makbul olur. daha sonra ise, fitre dışında bir sadaka hükmüne girer.
peygamberimiz, fakir müminlerin de bayrama huzurla girebilmeleri için, fitrelerin bayramdan önce verilmesini istemiş;

"onları bu (bayram) gününde aç dolaşmaktan kurtarınız!" buyurmuştur.
(ibn-i sa'd, ı, 248)

6) bu ayın sonunda itikafa girmek sünnettir.

itikaf: kişinin kendisini dünya işlerinden ve sıradan davranışlardan uzak tutarak ibadet amacıyla ve belirli bir şekilde camide kalması demektir.

hz aişe (ra)'dan rivayetle: "rasûl-i ekrem ramazanın son on gününde itikafa girerdi. o bu âdetine vefatına kadar devam etmiştir. sonra onun ardından hanımları itikafa girmiştir."
(buhârî, "ı'tikâf", 1; müslim, "i'tikâf", 5)

7) kuran ayı denilen ramazan ayında çokça kuran okuyup manalarıyla da tefekkür içinde olmamız gerekir.

8) sahur yapmak

peygamberimiz sahurun faziletine dair şöyle buyurmuştur;

"bir yudum su ile dahî olsa sahur yapınız."
(abdurrazzâk, musannef, ıv, 227/7599)

"sahur yemeği yiyin, zira sahurda bereket vardır."
(buhârî, savm, 20)

9) iftar, duaların makbul olduğu vakitlerdir. orucu açarken bu vakitlerin kıymetini iyi idrak etmek ve allah ile beraberliğin gönül huzuru içinde bulunmak gerekir.

peygamberimiz; "oruçlunun rahatlayacağı iki sevinç ânı vardır: birisi, iftar ettiği zaman, diğeri de orucunun sevabıyla rabbine kavuştuğu andır." buyurmuştur.
(buhârî, savm, 9; müslim, sıyâm, 163)

ayrıca oruçluya iftar ettirmek hususunda peygamberimiz:

“kim bu ayda bir oruçluya iftar verirse, bu onun günahlarının bağışlanmasına, cehennem azâbından kurtulmasına ve kendi mükâfâtından hiçbir şey eksilmeden bir oruç tutma sevâbına nâil olmasına vesîle olur.” buyurdular. bunun üzerine sahâbîler:

“–yâ rasûlâllah! hepimiz bir oruçluyu doyuracak kadar yiyeceğe sahip değiliz.” dediklerinde, rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–kim bir oruçluyu bir hurma ile veya içecek su ile veya tadımlık bir süt ile iftar ettirirse, allah ona bu sevâbı verir.” buyurdu.”
(ali el-müttakî, kenzü’l-ummâl, vııı, 477/23714)

ramazan ayının zikirleri ve bir kaç tavsiye:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

sana geliyor.
bir kapının anahtarıyla geliyor.
mahzun kalmış kalpleri tamir etmeye, aç komşunun hâlini anlatmaya geliyor.
bahçeleri gülle donatmaya geliyor.
içinde bin aydan daha hayırlı olan kadir gecesi ile geliyor.
ramazan-ı şerif geliyor.
uyan, belki bu son ramazan...

bu ramazana erişebilmenin büyüklüğünü ne kadar şükretsek layıkıyla yapmış olur muyuz bilmiyorum. bu mübarek ayda her anlamda ve özellikle ruhsal olarak kendimizi yenileyebilmemiz, maneviyatla tazelenebilmemiz duasındayım.
yüce rabbim bizleri nice maneviyat dolu, bereketli, hakkıyla ihya edebileceğimiz mübarek ramazanlara ve kadir gecelerine kavuştursun. amin. *
devamını gör...

güne bir karikatür bırak

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

*
devamını gör...

kitap alıntıları

"toprak gibi olmak gerektir insana. onun gibi cihana yayılmış, onun gibi mümbit, onun gibi kıymetli lakin yine onun gibi ayaklar altında. yeryüzünde tevazu ile yürümek gerekir."

(bkz: âmâ)
(bkz: fatih duman)
devamını gör...

berat kandili

berat kelimesi "borçtan kurtulma, temize çıkıp aklanma, ceza veya sorumluluktan kurtulma gibi manalara gelir. berat (beraet), arapça'da "temize çıkma" anlamına gelir. arapça "berâe/berâet" kelimesinin türkçeleşmiş şeklidir.
berâet, "iki şey arasında ilişki olmaması; kişinin bir yükümlülükten kurtulması veya yükümlülüğünün bulunmaması" anlamına gelir.

berat gecesi için arapça eserlerde "şabanın ortasındaki gece", "mübarek gece", "rahmet gecesi" ve "sak (الصك = belge) gecesi" mânalarına gelen terkipler kullanılmaktadır.

16. yüzyılda, osmanlı imparatorluğu'nda ıı. selim'den itibaren minarelerde kandil yakılmasıyla kandil adını almıştır.

kur'an-ı kerim'de, suçsuzluk, kurtuluş belgesi (kamer, 54/43) ve müşriklerle her türlü ilişkiyi kesme, onlardan uzak durma (tevbe, 9/1) anlamlarında iki yerde "ber,et" kelimesi geçmektedir.

hadislerde genellikle günahtan kurtulma, bir iş veya zümreden uzak durma anlamlarında kullanılmıştır.

berat kandili allah'ın kullarını bağışlama kapılarını sonuna kadar açtığı, dualara icabet edip günahlarını affettiği, yapılan ibadetleri normal zamanlardan kat kat daha fazla mükafatlandırdığı, rahmeti, mağfireti, lütfuyla tecelli ettiği, müslüman alemi için önem arz eden bir kandildir.

peygamberimiz (sav) bir rivayetinde: "şabanın ortasında gece ibadet ediniz, gündüz oruç tutunuz. allah o gece güneşin batmasıyla dünya semasında tecelli eder (keyfiyeti bizce meçhul bir halde) ve fecir doğana kadar, 'yok mu benden af isteyen onu affedeyim, yok mu benden rızık isteyen ona rızık vereyim, yok mu bir musibete uğrayan ona âfiyet vereyim, yok mu şöyle, yok mu böyle!' der" buyurmuştur.
(ibn mâce, "ikāmetü's-salât", 191 hadis no:1388)

hz.âişe (ra) şöyle buyurmuştur: "bu gece (şabanın on beşinci gecesi) hz. peygamber'i (odanın içinde) aramaya başlamıştım ki (o'nu) başını seccadeden kaldırırken buldum. buyurdu ki:" ey aişe, allah ve rasülü'nün seni korkutmasından mı korktun?" dedi. hz.aişe validemiz:" diğer hanımlarından birinin yanına gittiğini zannettim" dedi. peygamberimiz buyurdu ki: allah teâlâ şabanın 15.gecesinde (bu gecede) dünya şemasına iner, ben-i kel kabilesinin koyunlarının tüyleri sayısınca insanları bağışlar." buyurdu."
(ibn mâce, ikâmetü's-salât, 191, (ı,444), hadis no:1389)

peygamberimiz başka bir rivayetinde: " allah teâlâ, şaban ayının on beşinci gecesi (kullarına rahmetle) nazar eder. müşrikle, müşahin (kindar,bencil) bu aftan yararlanamazlar."
(ibn mâce, ikâmetü's-salât, 191 ( ı, 445) hadis no:1390)

bazı âlim ve mufessirler duha süresinin 3. ayetinin berat gecesine işaret edildiği kanaatindedirler. bu durumda kuran'ın tamamının berat gecesi levh-i mahfûzdan dünya semasına indiği, kadir gecesinde de âyetlerin peyderpey inmeye başladığı şeklinde bir yorum ortaya çıkmaktadır.
cenab-ı hak, rivayete göre kuran'ın levh-i mahfûz'dan dünyaya indirildiği berat gecesi için kuran-ı kerim'de söyle buyuruyor:
"apaçık kitaba yemin olsun ki, biz kur'an-ı mübarek bir gecede indirdik. biz, gerçekten uyarıcıyız. o mübarek gecede, her hikmetli iş katımızdan bir emirle ayırt edilir."
(duhan, 44/1-4)

peygamberimiz (sav) berat gecesinin fazilet ve önemini şöyle anlatmıştır:
-bu yıl içinde doğacak her çocuk, bu gece deftere geçirilir.
-bu yıl içinde öleceklerin isimleri, bu gece özel deftere yazılır.
-bu gece herkesin rızkı tertip olunur.
-bu gece herkesin amelleri allahü teâlâ'ya arz olunur.

berat gecesini ve gündüzünü güzel ihya edebilmenin bir kaç yolu:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

hepimizin bu mübarek geceyi güzel ihya edebilmesi için birbirinden güzel ve faziletli bir kaç ibadeti sizlerin istifadesine sunmaya çalıştım. bu mübarek gecede hayırlara vesile olmak, beraatimizi alabilmek ve ramazan'a en güzel şekilde kavuşabilmek duasıyla tüm takipçilerimin ve sözlük camiasının berat kandili mübarek olsun. dua eder dua beklerim. *
devamını gör...

miraç kandili

miraç, kelime manasıyla "merdiven", "yükselecek yer", "en yüksek makam" anlamlarına gelmektedir. sözlükte "yukarı çıkmak, yükselmek" anlamındaki
-urûc- kökünden türemiş bir ism-i âlet olan -mi'râc- kelimesi "yukarı çıkma vasıtası, merdiven" demektir. islam aleminde "allah'a yükseliş ve arınma" olarak kabul edilir.

isrâ, gece yolculuğu ve gece yürüyüşü anlamlarına gelir.

isra ve miraç mucizesi islam dininin mekke'deki 11.yılında, recep ayının 27.gecesi hicretten 1,5 yıl önce gece vakti meydana gelmiştir.
peygamberimiz (sav) 621 yılında allahın emriyle gece vakti mescid-i haram'dan (mekke'den) mescid-i aksâ'ya (kudüs'e) götürülmüştür.

kuran'ı kerim'de bu olay ayetle de sabitlenmiştir;
"bir gece, kendisine bazı ayetlerimizi gösterelim diye kulunu mescid-i harâm'dan çevresini mübarek kıldığımız mescid-i aksâ'ya götüren allah eksikliklerden münezzehtir. o, gerçekten her şeyi işitmekte ve görmektedir."
(isra suresi - 1)

peygamberimiz (sav) "hüzün yılı" olarak bilinen o yılda hem ilk eşi hz.hatice annemizi, hem de sevgili amcası ebû talib'i kaybetmiştir. bu hadise allah tarafından peygamberimize bir ferahlık için vukû bulmuştur.

peygamberimize bu mübarek gecede 3 tane hediye verilmiştir;
1) 5 vakit namazın farz kılınması
2) bakara suresinin son 2 ayeti
3) ümmetinden şirke düşmeyen herkesin cennete girebileceği

"rasûlullah (sav)' e miraçta üç şey verildi: beş vakit namaz, bakara suresinin sonu ve ümmetinden şirke düşmeyenlere büyük günahlarının affedildiği haberi..."
( müslim, îman, 279)

bu geceyi güzel ihya edebilmenin bir kaç yolu:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

ve yarın için:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

miraç; sufli alemden ulvi aleme yükselmektir. özündekine ermektir. özündekine ermek için nefsinden erimektir. ölmeden önce ölmektir. cümle varlığından geçmektir. hakkın varlığını her zerrede görmektir. aşk tüplerini takıp deryayı muhammediyeye dalıp insanı kâmil velayetinde abdullah olarak yeryüzüne dönmektir....

bu mübarek gecenin bütün müslüman alemine, ülkemize ve diğer zor durumda olan ülkelere, müslüman kardeşlerimize hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum. bu gece dualarımızdan ülkemizin selameti, iç - dış savaş ve düşmanlardan uzak olması, bütün mazlum, işgal ve zulüm altında olan gerek müslüman gerek gayri müslim toprakların kurtuluşunu eksik etmeyelim.

miraç kandilimiz mübarek olsun. *
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının çektiği fotoğraflar

rıhtımıyla:
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

boztepeye çıkan teleferiğiyle:
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

boztepeden ordu manzarasıyla:
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

çambaşı yaylasıyla:
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

perşembe yaylasıyla:
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

karaoluk (çiseli) şelalesiyle:
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

fatsa sahiliyle:
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

gündüzüyle:
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

gecesiyle:
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kısaca daha bir çok resmini çektiğim ama bulamadığım şelalelerimizle, yaylalarımızla, bol denizli manzaralarıyla bir başkadır benim memleketim... *
devamını gör...

güne bir karikatür bırak

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

unutmak iyileştirir

insan unutmuyor, sadece alışıyor nacizane düşüncem.
eğer unutmuş olsaydık ufacık bir hatıra, mekan, çiçek, kitap, olay, kişi nasıl bir anda hiç unutmamışızcasına tekrardan aklımıza getirirdi yokluğuna alıştığımızı?

unutmaya çalıştığımız şey hakikaten unutuluyor olsaydı "tecrübe" adını verdiğimiz o kavram hayatımızda nasıl yer edinebilirdi?
bizi biz yapan, kişilere, olaylara olan duygu durumumuzun meyvesi olan bu yaşanmışlıklar olmasaydı yani biz bu yaşantıyı unutsaydık aynı hatalara tekrardan düşerdik.

o yüzden unutmaktansa o kişi veya olayla yüzleşmenin her zaman daha iyileştiriçi olduğunu düşünüyorum. çünkü ifade edilmeyipte unutulmaya çalışılarak geçiştirilen her kelimeler, cümleler sandığımız gibi sadece içimizde kalmıyorlar. aksine biz onların içinde kalıyoruz, söylenilmemiş cümlelerin altında eziliyoruz.

genel olarak şunu söyleyebilirim ; bazı insanlar yokluğa alışır ve bazı insanlar yokluğa alışamaz. ama ikisi de tam anlamıyla hiçbir şeyi unutmaz, sadece o yaşanmışlık kişinin hayat filminde gerilerde kalır.

" hep geçer diyorlar ya olric. sence geçer mi?

- geçer elbet efendim.
bazısı teğet geçer,
bazısı deler geçer,
bazısı deşer geçer,
bazısı parçalar geçer

ama mutlaka geçer. "

(bkz: tutunamayanlar)
(bkz: oğuz atay)
devamını gör...

4’33’’

müzik bazı seslerdir ve bu sesler insanın duyabileceği aralıktadır.
insanın duyabileceği frekans aralığı 20 hz. ile 20.000 hz. arasındadır.
sesin titreşimden oluştuğu kadar maddenin, hepimizin de titreşimden oluştuğu söylenir. yani hepimiz sesten ibaretiz.
sözü daha anlamlı kılmak için sese ihtiyaç duyarız.

müzik bir sanat eseridir ve bazen sanat eserinden bilgilenemeyebiliriz. çünkü sanat eserinin amacı bilgi vermek değildir.
sanat, ben hayattayım demenin bir biçimidir.

müzik, zamanın tarifidir ve ileriki dönemlere de o zamanın duygusunu, şartlarını taşıyandır. nasıl ki asırlar öncesinden yazılmış bir şiirle günümüzde aynı duyguları taşıyor, aynı olayları yaşıyorsak ve bu bizimle şair arasında yakın bir bağ kurduruyorsa müzikte aynı şekilde insanların duygularını, yaşanmışlıklarını bir araya getiren ve kelimelerle, duygularla bağ kurmamızı sağlayan bir sanattır.

müzik, aynı zamanda seslerden oluştuğu kadar sessizliği de içine alır.
4 dakika 33 saniyelik bir suskunluğa müzik diyemezmiyiz? tabii ki de diyebiliriz.
sessizlik, herkesin çalabileceği ama yalnızca sabırlı kişilerin sonuna kadar dinleyebileceği bir eserdir.
hani bir deyiş vardır "sessizlik en güzel cevap" diye. bazen sadece bir bakış, susuş kuracağımız sürüyle cümlelerden daha etkilidir. bazen susarak sadece dinlemek değil aynı zamanda duymamız da lazımdır. yağmurun yağışını, yaprağın düşüşünü, karın serpilişini... yeri geldiğinde bunları anlatmak yerine susup izlememiz, tefekkür etmemiz gerekir. çünkü sesin, müziğin, suskunluğun sanat olduğu kadar yağmur ve onun düşüşü, kar ve onun serpilişi de bir sanattır. hem de kelimelerle, seslerle ifade edilmesine gerek duyulmadan verdiği huzur hissiyatına kadar tamamiyle sanattır.

suskunluk veya sessizlik, bazen aradığımız cevapları içinde barındırır.
yeri geldiğinde en çok ihtiyacımız olandır...


4′33″ (dört dakika otuz üç saniye veya bestecisinin deyişiyle dört otuz üç), john cage tarafından 1952 yılında bestelenmiş, üç bölümden oluşan müzik yapıtı.

herhangi bir enstrüman (veya enstrüman grubu) için yazılmış olup partisyonda müzisyenlerin üç bölüm boyunca enstrümanlarını hiç çalmamaları gerektiği belirtilmektedir.

yapıt, genellikle "dört dakika otuz üç saniyelik sessizlik" olarak algılansa da, aslında süresi boyunca dinleyicisinin çevreden aldığı seslerden oluşmaktadır.
4'33" zamanla cage'in en çok tanınan ve en tartışmalı çalışması haline geldi.

parçada birinci bölüm otuz saniye, ikinci bölüm iki dakika yirmi üç saniye, üçüncü bölüm ise bir dakika kırk saniyedir. 1947-1948 yıllarında şekillenen parça cage'in "herhangi bir sesin müzik meydana getirebileceği" düşüncesine dayanmış ve bu düşünceye somut örnek oluşturmuştur. bu düşüncelerinde o sıralar çalışmakta olduğu zen budizmi'nin etkileri de görülmektedir.

cage 4′33″ adlı yapıtını en önemli çalışması olarak gördüğünü 1982 yılında yaptığı bir görüşmede ve daha birçok farklı zamanda belirtmiştir.



"bir noktayı kaçırdılar. sessizlik diye bir şey yoktur.
sessizlik diye düşündükleri şey rastlantısal seslerle doluydu, ancak onlar dinlemeyi bilmiyorlardı. birinci bölüm boyunca dışarıdaki rüzgarın kımıltılarını duyabilirdiniz. ikincide, yağmur taneleri damda pıtırtıya başladı. üçüncüdeyse insanlar bu kez kendileri konuşmaya, dışarı çıkmaya ve bu sırada türlü, ilginç sesler çıkarmaya başladılar. "

- john cage'in 4′33″ ilk gösterimi hakkında söyledikleri.

4'33"'ün ilk performansı 29 ağustos 1952'de david tudor tarafından, bir piyano resitali sırasında woodstock, new york'ta gerçekleştirildi. tudor sahneye çıkarak piyanonun başına oturmuş ve kapağı kapatarak parçanın başladığını işaret etmiştir. bir süre sonra, birinci bölümün sonunu ifade etmek için kapağı açıp kapamış ve bu hareketini ikinci ve üçüncü bölümler için de tekrarlamıştır. parça boyunca tudor tek bir nota bile çalmamış, kasıtlı bir ses çıkarmamış ve bir kronometre tutarak nota kâğıtlarını çevirmiştir.

suskunluğu dinlemek isterseniz buraya bırakıyorum.

devamını gör...

bir yazar bir alıntı

"üzerini örttüğümüz her şeyin altında kalırız."

- alice miller
devamını gör...

belçika'da 4 kadını öldüren türk

kendilerini insanlık ve ahlak üzerine yetiştirememiş, insanlıktan nasibini almamış kişilerin işledikleri suçların, öldürdükleri masum insanların yanında bir de adaletin bu denli olması çok üzücü ve korkunç.

tecavüzcüleri, katilleri dışarı salarak neyin cezasını vermiş oluyorlar?
ya da bu tutumla geleceğe dair neyi önlemiş oluyorlar?

bir kadın sözlü veya takip edilerek tacize uğrasa polis fiili bir taciz olmadığından müdahele etmiyor. fiili taciz, tecavüz olsa veya kadın öldürülse yine bu pislikler sokakta? e nerde burda yardım? fiili taciz yok, kendiniz evden çıkmayarak veya evden tek çıkmayarak önleminizi alın diyen bir sistem o kızın öldürülmesine bir yerde mahal veriyor, sonra bu kız tecavüze uğradığında veya öldürüldüğünde katil 1,2 yıl yatıp salınıyor öyle mi?

zincirleme mantıksızlık. gerçekten aklım almıyor. haksızlık, zulüm karşısında adalet beklediğimiz yer bu kadar adaletsiz, haksız olmamalı. sosyal medyadan sağlanılmaya çalışılan bir adalet sistemine sahipken biz ne gibi önlem alabiliriz bilmiyorum. ne öldürülen canların ne de öldürülebilecek canların kıymetinin olmadığını bir kez daha gördük. keşke görmeseydik.
devamını gör...

bilgi içerikli entry


fransızca'da "seni özledim" diyemezsiniz.
"tu me manques" dersin. bu "sen bende eksiksin" demektir.
yani özlemek, eksilmektir aslında.
devamını gör...

sabaha bir ayet bırak

"işaret anlamına gelen "ayet" kelimesinin hem allah'ın yaratılış âlemine bıraktığı işaretler hem de kur'an ayetleri anlamına gelmesi elbette bir tesadüf değildir."

(bkz: perde ve mânâ)
(bkz: ibrahim kalın)


güneşi parlak bir ışık kaynağı, ayı ise bir nûr yapan, yılların sayısını ve vakitlerin hesabını bilmeniz için aya menziller takdir eden o'dur. allah, bütün bunları boş yere değil gerçek bir gaye, sebep ve hikmete dayalı olarak yaratmıştır. o, bilip anlayacak kimseler için âyetlerini bu şekilde detaylarıyla açıklamaktadır.

(yunus - 5.ayet)


hayvana, bitkiye, insana, gökyüzüne, güneşe, aya, yağmura, kara, denize, doğaya...
varlığı anlamak için sadece bakmak değil aynı zamanda baktığımızda görmekte gerekir.
bütün canlı, cansız varlıklar ve bunların her birinin görevlerinin olması, insana, doğaya katkı sağlamaları, yokluklarında insanlık ve dünya için büyük sorunlara yol açmaları... hepsi ibret almamız için birer ayettir.
dinlerken duymak, bakarken görmek, bilirken anlamak ve her şeyden önemlisi hepimizin bu ayetlerden öğüt alması duasıyla. *
devamını gör...

bilgi içerikli entry

aşk kelimesi arapça "aşeka" dan gelir.
aşeka; bir ağacı saran, besinini ağaçtan alan ve zaman içinde ağacı kurutarak öldüren bir sarmaşıktır.
devamını gör...

geceye bir alıntı bırak

"beni yakan kelimeler nasıl oluyor da kağıtları yakmıyorlar?"

- cemil meriç
devamını gör...

imkansız olasılık

- not: baştan sona spoiler içerir. - *

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


başrolünde serkan ercan'ın yer aldığı, yönetmenliğini murat şenöy'ün üstlendiği, senaryosu türkay saydemer'e ait olan imkansız olasılık, 2016 yapımı türk dram - komedi filmidir.

oyuncu kadrosunda cenan adıgüzel, gökçe eyüboğlu, müge bayramoğlu, serkan ercan, yağız atakan savaş, görkem kasal, turgay tanülkü, elçin atamgüç, sait seçkin, ergun kuyucu, osman albayrak, emre şen bulunmaktadır.


tarık öğretmen, istanbul'da doğup büyüdüğü mahalledeki liseye matematik öğretmeni olarak göreve başlar. sözleşmeli öğretmen olmasına rağmen mehmet doğan bayındır lisesini özellikle tercih etmiştir. çünkü bir amacı vardır.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

okulun puanını tutturamayan ama meb'in ek kontenjanıyla gelen öğrencilerden oluşan 11-c sınıfının matematik derslerine girmeye başlar.

11-c'nin diğer derslerine giren öğretmenler onların ders içi ve derslerine olan umursamamazlıklarına, yaptıkları haylazlıklara karşı bıkmış durumdalardır ve tarık hocanın bu davranışlara maruz kalıcak olmasına pek acınası yaklaşımda bulunurlar. bu hocalar kendilerinin bu gibi başarısız öğrencilerle ilgilenmektense daha başarılı öğrencilerle ilgilenmeyi tercih ettiklerini görüyoruz. ayrıca bir öğretmen olarak onlarla, onların gidişatlarıyla ilgilenmek, onların sıkıntılarını, dertlerini anlamaya çalışıp ilgilenmek yerine müdürden öğretmen odasına kettle aldırmasını istemekle daha çok ilgileniyorlardır.

gelelim 11-c sınıfına. bu sınıfta odaklanacağımız kişiler; abdullah (apo), zehra (apo'nun sevgilisi), ismail ( sınıfın sanatçısı), reis (sınıfın uykucusu ve biraz isyankarcısı)

apo (abdullah): ailesi tarafından yeterli ilgi ve destek görmeyen, kendi çapında sevgilisiyle müzik yapmaya çalışan ama bunun için de pek imkanı olmayan, okulun yanında bulunan kahvehanedeki uyuşturucu taciri irfan tarafından müzik yapmasına destek verilen, gerekli imkanı sağlanılan ve bunun karşılığında okulda bulunan öğrencilere uyuşturucu satan bir öğrencidir.

zehra (apo'nun sevgilisi): çalışkan, sakin ve uyumlu bir öğrencidir. babası katı bir kişiliktir ve zehra'nın evlilik çağında olduğunu iddia ederek okuldan alma gibi konuları sürekli gündeme getirir. bunun yanında apo'nun o pis adamlarla iş birliği yapması konusunda çok fazla rahatsızdır.

ismail (sınıfın sanatçısı): sessiz, sakin bir çocuk olmakla birlikte resim ve spreyle yazı yazma kabiliyeti olan bir öğrencidir.

reis (uykucu): okul çıkışı sabah saatlerine kadar babasının araba tamircisinde çalışan, bu yüzden okula uykusuz ve yorgun olarak geldiği için sırada uyuyan, okumanın ekmek kazandırmayacağı konusunda biraz asi bir öğrencidir.

tarık hoca okuldaki ilk dersinde 11-c'ye istedikleri zaman cevaplayabilicekleri ilk gün tanışma sınavı yapar. sınavın soruları;


1- doğum gününüze katılan 24 kişinin doğum günlerinin aynı olma olasılığı nedir?
2- bir tren yolunda 30 istasyon varsa kaç çeşit bilet basılmalıdır?
3- bir cetvelle bir futbol topunun çapını nasıl ölçeriz?


sonraki gün tarık hoca derse girer;


tarık hoca: bugünkü konumuz karmaşık sayılar arkadaşlar. karmaşık sayılar diyince ne anlıyorsunuz?

reis: ne hocam? sarmaşık sayılar deyince ne mi anlıyoruz? ne oluyor ya ben hiçbir şey anlamadım.

tarık hoca: bravo reis, yılın esprisi ödülü reise gidiyor arkadaşlar, tebrik edelim.

reis: karmaşık sayılar bize ekmek mi vericek, nasıl karnımızı doyurucak matematik ben anlamadım?

tarık hoca: matematik insanın karnını doyurmaz reis, matematiği yiyemezsin,
(bütün sınıf oww) ama sana karnı doyurucak yolları gösterebilirim, matematiğin böyle bir gücü var.

bir masanın etrafına toplanmış mısırlı bir tüccar, amerikalı bir borsacı, italyan bir tasarımcı, alman bir mühendis aynı formulü aynı rakamları kullanarak çözebilir arkadaşlar. aynı sonuca ulaşır.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

yani matematik ırk, dil, din meslek ayırımı yapmaz arkadaşlar. mesela bu üçgen ve iç açıları formulünü kullanarak ki toplamı biliyorsunuz 180 derecedir, bir yaprağı tanımlayabilirsiniz. bir yaprağı tarif ederken de matematiği kullanabilirsiniz.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

öyleyse matematik nereden çıktı? niye ona ihtiyaç duymuşuz? niye matematiği bu kadar seviyorsun zehra?

zehra : (bilmiyorum işareti)

tarık hoca: bizler kendimizi, doğayı, dünyayı, evreni anlamaya ve anlamlandırmaya çalışmışız hep. bildiğimiz ya da bilmediğimiz şeyleri sembolize edebilmek, sembolize ederek onları anlamlandırmaya çalışmak için ortak bir dil oluşturmuşuz zaman içinde. işte oluşturduğumuz bu ortak dile de biz matematik diyoruz.

bir yaprağı tanımlayabileceğimiz, bir kokuyu moleküllerine ayırıp tarif edebileceğimiz, hatta karnımızı doyurabileceğimiz bu yeteneği size haftana maalesef sadece 4 saat sunabiliyorum. işte bunu hemen alıp kullanmak ya da kullanmamakta sizin elinizde.


(burda komik bir sahne olduğu için değinmek istedim. 11-f ve bizim sınıfımız 11-c akşam köprü altında kavga edicektir. tabi tarık hoca uzaktan bunların sözleştiğini görür ve onları takip eder. bu iki grup kavga etmeye başlarken hoca bunlara yetişir ve ayırmak için araya girer ama biri hocaya yumruğu geçirir.
o sırada aradan bir ses yükselir:

- lan hocaya vurduğğ! )

sınıfımızın sanatçısı ismail filmde gidişata göre bize bir takım sprey yazıları yazıcaktır. ilk yazımızı bu sahneden sonraki gün görüyoruz.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

ertesi gün:


tarık hoca: sınav soruları ne oldu bu arada, onlardan haber var mı?

herhangi bir öğrenci: hocam baktık ama bulamadık.

tarık hoca: internete baktınız dimi hemen.

zehra : hocam, sadece bir tanesini çözebildim.

tarık hoca: tamam dinleyelim.

zehra: futbol topunun üzerine işaret koyarız, topu cetvelin 0 noktasına işaret altta kalıcak şekilde yerleştiririz, topu cetvel üzerinde yuvarlarız, işaret tekrar cetvelin üzerine geldiğinde cetvel üzerindeki cm topun çevresidir, ordan da çapını buluruz.

tarık hoca : bravo! arkadaşlar bugünkü konumuz sinüs, ses arkadaşlar sinüs dalgaları halinde kulağımıza ulaşır.

apo: müzik yani hocam?

tarık hoca: evet bir nevi.

apo: e biliyorsun bu benim işim.

tarık hoca: biliyorum apo bey biliyorum, ama tek işiniz müzik değil galiba. arkadaşlar bu okulun etrafında bir takım herifler var, bunların ne iş yaptığını bilen var mı? öğrenci değil bu herifler, burda yaşayan adamlar da değiller, gören yok mu bunları, bir tek ben mi görüyorum yani? reis!

reis: efendim hocam?

tarık hoca: sen biliyor musun ne ayak bu herifler?

reis: allah allah bilsem ne olucak? sen neden soruyorsun bunları? amacın ne? ne diye kavgamıza karışıyorsun ki bizim, ne istiyosun bizden?

tarık hoca: bir şey istemiyorum, öneminizin, değerinizin farkına varmanızı istiyorum.

reis: hocam bu işler burda böyle olmuyor, bu mahallenin kurallarını bu sıraları değiştirdiğin gibi değiştiremezsin. öyle işlemiyor.

tarık hoca: işte bu! sinüs eğrisi kulağıma ulaştı, ses kulağıma sinüs dalgaları halinde ulaştı, reisin sesi kulağıma geldi, şimdi geldi, ama biraz böyle umutsuzluk, çaresizlik gibi geldi. hı? doğru söylüyorsun başka yöntemler bulmamız lazım. apo kalk, kalk hadi dışarı. zehra, hadi herkes dışarı, reis, dışarı.

apo: olum hoca iyice kafayı yedi lan. *


bu sahne 29:00 - 30:50 arasındadır. ve o sahnenin sonunda sevdiğim bir cümleyi kurar tarık hoca:


- o sıraları ben değiştirmedim bayanlar baylar, o sıraları birlikte değiştirdik, içinde bulunduğunuz bu umutsuzluk ve yenilgi havasını da değiştirebilirsiniz, istediğiniz zaman. çünkü sen, sen, sen, hepiniz hayatta kalmaya değil, yaşamayı hakediyoruz.


bu durumdan sonra tabii ki yavaş yavaş diğer dersleri de dikkate almaya başlıyorlar. öğretmen odasında sınıfın durum kritiği yapılırken küçük bir konuşma geçer ama gerçekleği üzücüdür.


tarık hoca: bu okulu, dersi umursamayan çocuklar, yavaş yavaş okula gelmeye başladılar bu önemli. ama okulun etrafında dolaşan bir takım adamlar var ve bu adamlar muhtemelen çocuklara uyuşturucu satıyorlar.

bir öğretmen: iyi de biz ne yapabiliriz ki?

tarık hoca: recep bey? müdür beyle konuşup bir emniyete falan mı gitsek ne dersiniz?

recep bey: tarık bey, biz şuraya bir çay makinesi aldıramadık, sizin söylediğiniz şeye bakın.

bir başka öğretmen: bence de söyleyelim müdüre halletsin şu çay kahve işini...


tarık hoca müdürün yanına gider:


tarık hoca: bu okulun etrafında dolaşan bir takım herifler dikkatimi çekiyor da onlardan haberiniz var mı sizin?

müdür: buranın pekte tekin bir muhit olmadığını ifade etmeye çalıştım hatırlarsınız.

tarık hoca: hatırlıyorum da öğrencilere zarar verebilirler.

müdür: iyi de ne yapabiliriz ki tarık bey? okuldan çıktıkları andan itibaren sorumluluk bize ait değil sorunluluk ailelerin. o yüzden bu gerçeği kabul edip kötü bir şey olmamasını temenni etmekten başka bir şey yapamayız. bakın biz de değişikliği seviyoruz ama okulun kuralları her şeye müsade etmez tarık bey. bu çocuklar haylazlığa zaten dünden hazır.

tarık hoca: müdür bey orda yapmak istediğim şey içlerindeki sesi ortaya çıkartmaya çalışmaktı. özgüven kazansınlar istiyorum tek istediğim bu.

müdür: tarık bey, derslerine çalışsınlar içlerindeki sesi sonra çıkarırlar. ya içlerinden biri sizin haberiniz olmadan okuldan kaçsaydı ne olucaktı? anlıyorum sizi tarık bey ama biraz daha dikkat edin.


burda sanatçımız ismail spreyle 2.yazısını yazıyor.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

tabi bu sırada tarık hoca çevredeki adamlara buralarda dolaşmamalarını söylüyor, bir takım çabalara giriyordur. bir yandan da kayınbabası onun kendi yanında çalışmasını ya da daha iyi özel bir okulda hoca olması konusunda tekliflerde bulunuyor.


tarık hoca: özel bir okula gidip hayata 1-0 önde başlayan çocuklarla değil, böyle bir okulda hayata eksilerde başlayan çocuklarla ilgilenmek istiyorum. onlara hayatta bir şeyleri değiştirebileceklerini göstermek istiyorum.

kayınbaba: siz üç kuruşla neyi değiştirebilirsiniz ki? gel benim yanımda çalış, para kazan, ondan sonra çok istiyorsan yardım et.

tarık hoca: hayatta her şey para değil babacım. maneviyat diye bir şey var. o çocukların yanında olmak, onlara destek olmak, onlara özgüven kazandırmak... bunlar önemli, hangi çatalla ne yenir veya buranın nesi meşhurdur bilmiyorum ama bu çocukların neye ihtiyacı olduğunu biliyorum.

kayınbaba: güç delikanlı. asıl ihtiyacımız olan şey güç. güç her şeyi satın alır genç adam.

tarık hoca: o güç parayla elde edilen bir güç olunca baba daha fazla parası olan gelir o gücü sizden alır. ama severek, sarılarak hep bir arada elde edilen bir güç olursa işte onun önünde kimse duramaz.


sonrasında tarık hocanın evine şenol abisi ziyaretine geliyor. gelme sebebi de uyuşturucu taciri irfan, tarık hocanın soruşturulması için bir iki kişiyi tembihlerken şenol abisi de onu tanıdığından kendisinin bu işi üstleneceğini söyleyerek bir şekilde ilerleyen zamanlarda tarık hocaya büyük yardımları olacaktır. çünkü tarık hocanın abisi tolganın uyuşturucu batağına bulaşmasına şenol abi sebep olmuştur ve yıllar sonra bile hala vicdan azabı çekiyordur.

tarık hoca emniyete giderek şikayette bulunuyor. komiser bu duruma fazlasıyla ilgili gibi davranıyor ama durum böyle olmayacak. emniyet müdürü irfan denen uyuşturucu tacirini arayarak tarık hocanın şikayet ettiğini söylüyor yani adaletten medet umarken bölge emniyet müdürü de bu pisliğin içindedir.

sanatçımız ismail spreyle 3.yazısını bizlerle paylaşıyor.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

bu arada da bizim 11-c bütün derslerde büyük başarılar katediyor, derslerine gereken özeni gösteriyor ve devamlılık ortalamalarında büyük ilerlemeleri vardır.
tarık hoca onlara ödül olarak bütün sınıfı bowling’e götürüyor. ancak zehra ailesinden dolayı gidemiyor.

bütün sınıf ona gelemediği için mükemmel bir video hazırlıyor.
sahne 1:01:40 - 1:03:50 arasında geçiyor.

bu güzel sahnenin hemen sonrasında irfan denen uyuşturucu taciri, hocanın baba yadigari 85 model arabasını baya bir parçalatıyor.

olayın yaşandığı akşam aponun o irfan denen adamla iç yumuşatıcı, ümitli, duygusal konuşması geliyor:


apo: abi keşke yapmasaydınız tarık hocanın arabasına öyle, özünde çok iyi bir insan o.

irfan: apo noluyo olum sana?

apo: abi ben bu işi yapmak istemiyoruma artık.

irfan: öyle mi apo? ne istiyorsun peki?

apo: ders çalışmak istiyorum abi, dönemin sonu geldi.

irfan: olum bunu baştan niye söylemiyorsun, çalış tabi, istersen biz de sana yardım edelim .

apo: nasıl yani abi izin verdin mi?

irfan: e verdim tabi olum sen bizim en sevdiğimiz elemanımızsın, paşa gönlün ne istiyorsa onu yap.

apo: abi ben gerçekten bırakmak istiyorum bu işleri. o kızı seviyorum abi. evlenicem onunla.

irfan: e evlen apo kim tuttu seni. hatta bir bakmışsın düğününü de ben yapmışım ha?

apo: sahiden mi? şahidim de olur musun?

irfan: olurum tabi.

apo: tarık hoca da çok sevinicek, ben yavaştan gideyim abi.

irfan: hadi git git özgürlüğünün tadını çıkar.

apo: sağol abim.


sanatçımız ismail bizimle 4.ve son olan sprey yazısını paylaşıyor.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

tarık hoca veliler için çok iyi bir çalışma yaparak onlara çocuklarının başarılarını anlatmak için bir veli toplantısı düzenliyor ama hiçbir veli gelmiyor. tarık hoca da megafonu eline alarak okulun bahçesinden bütün mahalleye bir konuşma yapıyor:


tarık hoca: sevgili veliler, ben okulunuzun matematik öğretmeni tarık serap. bugün veli toplantısına hiçbiriniz gelmediniz, ben de veli toplantısını burda yapmaya karar verdim. eğer gelmiş olsaydınız size ayrıntılarıyla anlatıcaktım. okulunuzun etrafında dolaşan serseriler, uyuşturucu tacirleri çocuklarınıza uyuşturucu, bonzai satıyorlar. onları zehirlemeye, onların hayatlarını ellerinden almaya çalışıyorlar. lütfen buna izin vermeyin. bakın ben basit bir matematik öğretmeniyim, yapabileceklerim sınırlı. ama elimden geldiği kadar çocuklarınıza yardım edicem, bunu hep yapıcam. sizden ricam onlara biraz ilgi gösterin. sizden tek istediğim bu.


tarık hocanın eşi duygu da zehranın annesi ve zehrayla ilgileniyor. zehranın annesine iş imkanı sağlıyor ve zehrayla annesini de evdeki babalarının yanından zehranın anneannesine yerleşmelerini sağlıyor. parkta hocanın eşi duygu, zehranın annesiyle otururken o irfan denen adam yanlarına gelerek aklı sıra tarık hocanın onlardan uzak durmasına dair bir tehditte bulunuyor.

ilerleyen günlerde apo hiç okula gelmemektedir. annesine de sorarlar ama eve hiç gelmemiştir. bir gün apo sınıfa gelir ama girdiği anda oracıkta hayatını kaybeder. ona ölümcül derecede bonzai enjekte etmişlerdir. tarık hoca perişan bir şekilde irfan'ın mekanına girer ama onu orda feci şekilde döverler.

tarık hoca aponun ölümünden kendini sorumlu tutar. çünkü onun büyük bir travması vardır. çok küçük yaşlarında aynı mahallede yaşıyorlarken aynı okulda okuyan abisi de aşırı doz bonzaiden ölmüştür.

tarık hoca bu olanlardan dolayı büyük bir yıkılmışlıktadır ve okulda istifasını sunmuştur. hocalar ve müdür arasında geçen toplantıda da hocanın görevine son verilmesi, sanki kendileri çocuklarla çok ilgililermiş gibi tarık hocanın çocukların emniyeti için görevinden alınması taraftarıdırlar.

o günün akşamı şenol abi irfan denen adamla her zamanki konuşmalarını yapmış, sanki kısa süre önce araştırmaları için irfan'ı savcılığa şikayet etmemiş gibi davranmıştır. fakat bu konuşmadan hemen sonra polisler mekanı basarak irfan denen adamı tutuklamışlardır. şenol abi bunu bir can borcuymuşcasına yapmıştır.

bundan sonra 11-c whatsapp grubu kurulmuş, hocanın çocuklara verdiği sorular 1 kişi hariç cevaplanmıştır. artık okulda, mahallede bonzai, uyuşturucuya dair bir direniş, bilinçlenme vardır. ama burda neredeyse ağlatıcı derece duygusal bir diyalog geçer:


tarık hoca: bunları ne ara yaptınız çocuklar, soruları da cevaplamışsınız.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

ismail: evet hocam.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

zehra: bir tek aponunki yok hocam. içimizdeki acının bizi durdurmasını apo da istemezdi hocam. o gitti. bir daha geri gelmicek ama bu çabamız başka apoların kurtulmasını sağlayacak, bu umut bizim nefes almamızı sağladı. sebebi sizsiniz hocam. sağolun.

reis: şenol abi bize yaşadıklarınızdan bahsetti. bu mahallede büyüdüğünüzü öğrendik.

(şenol abi: tarığın abisi tolgayla ben aynı sınıftaydım. tolga okulun futbol takımındaydı. canımın yarısı tolga eroin belasından öldü. hemen polise gittim her şeyi anlattım. bir süre hastanede yattım biraz da hapishanede. rahmetli anne babası acısına dayanamamış mahalleyi terketmişler unutmak, unutturmak için. ta ki tarık, öğretmen olarak geri gelene kadar. o sizler için geldi, kaybettiği abisinin yerine tek tek hepinizi kurtarmak için geldi. hem de sadece hayatta kalmanız için değil yaşamanız için geldi.)

reis: sonra aramızda konuşup harekete geçmeye karar verdik. mahalle için afişler hazırladık.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

her yere yapıştırdık. ağaçlara, direklere, duvarlara her yere yani.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

el ilanları dağıttık, sağolsun mahalledeki esnaf, polis herkes yardım etti. okuldaki tüm sınıflar hatta hocalarımız bile katıldılar bize.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

üstelik sadece mahalleyle kalmadık bütün şehre yaydık kampanyayı.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

herkese ulaşmak için sosyal medyanın gücünü de kullandık.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

sizin sayenizde ilk defa beraber bir şey yapma hissini yaşadık hocam.

ismail: hocam işte şimdi sizden gelen sinüs dalgaları kulağımıza çarptı.


tarık hoca içli içli ağlamaktadır. o sırada apo’nun annesi gelir:


annesi: tarık bey lütfen yapmayın, bakın ben apoyu zaten çok önce kaybetmiştim. ama emin olun sizin bu okula gelişinizle birlikte onda uzun zamandır görmediğim bir şeyi gördüm, umudu. bir gün onu eve siz bırakmıştınız arabayla hatırladınız değil mi? o gece apo sabaha kadar bana hep sizi anlattı. o onları anlatırken onun gözlerinde ne vardı biliyor musunuz? gençliği, hayalleri. bunlar hep sizin sayenizde. ben artık yaşamıyorum. ama onun yukarlarda bir yerlerde gülümseyerek bize baktığına o kadar eminim ki. ve inanın sizin gibi biriyle tanıştığı için her gün şükrediyor.


reis hocayı da alıp okulun önüne getirerek küçük bir süpriz yapmıştır. gece gündüz çalışarak hocanın paramparça olmuş olan arabasını tamir etmiştir. o sırada müdür tarık hocayı çağırır. gitmeden önceki konuşması:


tarık hoca: sizlerle gurur duyuyorum arkadaşlar. çok büyük iş başarmışsınız. bu kadar kısa zamanda böyle büyük bir kampanyanın üstesinden gelmek herkesin yapabileceği bir şey değil. çok iyi bir sınıf oldunuz. birlik olduğunuzda nasıl işler yapabileceğinizi herkese gösterdiniz. sizlerde kendinizle gurur duymalısınız. eğer öğretmenlik yapmaya devam edersem gittim diğer okullarda da kampanyayla ilgili bütün bilgileri paylaşacağım. yani sandığınızdan daha fazla takipçiniz ve arkadaşınız olucak. aslında buraya sizlerle veda etmek için gelmiştim. ama sanırım önce müdürle vedalaşacağım.


tarık hoca müdürle konuşmasından sonra çocukların yanına geri gelir:


tarık: size veda etmek için gelmiştim buraya ama istifam kabul edilmemiş. seneye de birlikteyiz.

aponun annesi: ben size söylemiştim değil mi, apo bize bakıyor demiştim. o sizin arkadaşlarını bırakmanızı hiç istemedi.

tarık hoca: ben de onlardan ayrılmak istememiştim...


bu jenerik eşliğinde hüzünlü bir son sahne...
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel



film, kendi okuduğu liseye yıllar sonra öğretmen olarak gelen tarık'ın acı hatıralarını ve kaybettiklerini yeniden hatırladığı o semtte, okuldaki öğrencilerini kurtarma hikayesini anlatır. karşılaştığı “imkansız olasılık” denebilecek olaylara karşı matematik öğretmeni tarık, umudunu hiç kaybetmeden aynı yolda ilerler. uyuşturucu belasına kapılmış sürüklenip giden öğrencilerine birer değer olduklarını onları kazanarak göstermeye çalışacaktır. herkesin umudunu kestiği bu öğrenciler abdullah, fatma, ismail, reis ve daha birçoğu öğretmenleri tarık sayesinde kendilerinin farkına varacaklardır. bir matematik öğretmeni yalnızca matematik dersi vermenin ötesine geçip onların adeta hayat dersinden geçmelerini sağlamaya çalışacaktır. imkansız olasılık hayatın yalnızca size söylenenlerden ibaret olmadığının ve kötülüğün siz istediğiniz sürece sizi ele geçirebileceğinin, buna karşı koymanın sizin elinizde olduğunun örneğini, bir matematik öğretmeninin hikayesi üzerinden anlatmaya çalışır.


benim için en çok ağladığım ve favorilerimden biri olan bu filmi buradan izleyebilirsiniz.
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim