bugün feminizm adı altında ilerleyen sosyal kanserin kadın haklarıyla ilgili bir derdi yoktur. güçlü kadın da istemez, çalışıp hakkını alan kadın da. hatta bunlardan rahatsız olur ve başarılı kadını erkek egemenliğinin parçası sayar.
kendi yeteneksizliğine, tembelliğine, sistemi suçlayarak bahane arayan bir çirkef sürüsü, bunları güden hedefi bambaşka siyasi hareketler ve hepsinin ekmeğini pirim kasarak yiyen ünlüler tayfasıdır. türkiye'de de, kalan dünyada da.
90'larda feminizim adı, bunlar tarafından ele geçirilmiş, adına "3. dalga feminizm" denmiştir.
yeri gelir tecavüzü de umursamaz, tecavüzcüyü de korur, şiddet görmüş kadına "oh olsun" da der. kadın hakkı ve onuruyla bir ilgisi yok çünkü.
konuşmayı öğrendiği yaştan itibaren verilmesi gereken eğitimdir. çocuklar dinleyerek değil gözleyerek öğrenir bu yüzden her defasında tutarlı olarak buna uygun davranmak gerekir
1- banyoda çok erken yaşlardan itibaren "bacak aranı ben yıkamayayım sen yıka, poponu sen yıka" şeklinde koşullanma sağlamak, "ben bu sefer yardım ettim ama aslında herkes kendi yıkar diye şartlamak gereklidir.
2- amca, teyze, dede nine sıkıştırdığında, "gel bi öpcem" dediğinde "hayır" deme hakkının olduğu iyi anlatılmalıdır. "hayır" hakkı 'rıza' kavramının kalbidir. eğer nine, dayı "hayır" a rağmen oldu bittiye getirip öpmeye, mıncıklamaya çalışıyorsa veli olarak devreye girip, çocuk oradayken net şeklide uyarmak, ona güven ve doğruyu yaptığına dair onay verecektir.
3- okulda, arkadaş evinde vs. geçen zamanı dolaylı yoldan mutlaka sormak, ilgilenmek ve eğlenceli bir konuşma olarak sunmak, olan biteni anlatmayı alışkanlık haline getirmek için yararlıdır.
1- pedal para meselesidir. bugün piyasa 10 sene öncesinde akla hayale gelmeyecek bir bolluk yaşıyor. dıdının dıdısı pedalları haftasında bulmak işten değil. ha kime? parası olana. pedalboard oluşturma yoluna girdiyseniz, kolay kolay durmayacağınızı ve gitardan, muhtemelen ampliden fazla parayı pedala, üstünde duracağı tablaya, güç kaynağına kabloya vs. harcayacağınızı bilin.
bu noktada, cızırtı yapan, sinyal düşüren, anlamsız yükselten, statiği çekip ampliyi kamyoncu radyosuna çeviren, iki ay sonra en gaz anda bozulup geri gelmeyecek dandik pedallar yerine, baştan derli toplu parayı verip çoklu efekt (multi efect) bir çözüme yönelmeniz daha mantıklıdır. zaten ecnebi bebesinin "bugün en ucuz 20 pedalı karşılaştırıyoruz" diye dalga geçer videolar attığı pedallar için para biriktirmek zorunda kalacak yurdum müzisyenlerinin çoğu bu yola giriyor.
2- ampli demişken, ampli boktansa hangi pedalı eklerseniz ekleyin, o hayalinizdeki sesi almanız imkansız. sonuçta sesin kalitesinin nihai limiti amplinizdir. pedallara servet harcayıp ampli parasına kıyamama ekolü nedense yurdumda hakim ekol. tam tersini yapın derim. temiz sesin cam gibi çınlamasının geliştireceği kulak, cızırtının cayırtıya girdiği sesleri iyi niyetle anlamlandırmaya çalışan kulaktan çok daha düzgün gelişir.
3- burada tüm bunlara ihtiyaç olup olmadığı sorusu gündeme geliyor. apartmanda müzik seven, hele ki müzisyenin çalışmalarından rahatsız olmayacak komşu bulmak, ülkü ocaklarında anadilde eğitim hakkını savunan üye bulmaktan zor. nice koç yiğit yırtınıp, para biriktirip yavuklusunu koynuna alamadan, her akşam kablosunu takamadığı gitarın nikel tellerinin fısıltısını dinleyerek çalışmak sorunda kalıyor.
bu konuyu baştan iyi tartarsanız, apartmanda yaşayan ya da bütçesi kısıtlı birine, doğrudan kayıt seçeneği çok daha uygun gelecektir. ableton ya da focusrite gibi bir giriş arayüzü alıp laptop+kulaklık ile sabaha kadar at tepebilirsiniz. amplinin gürül gürül coşkusu, tüm vücudu titreten enerjisi olur mu? olmaz. ıslıktan az sesle çaldığını duymaya çalışmaktan daha iyidir. pedallar bilgisayar programından eklenir. bunun için ücretli ve ücretsiz çok seçenek var. ücretlisi bile daha ekonomik.
bu seçenek, ileride kayıt alacaksanız da en uygunudur lakin pedalboard+ ampli olayında her amplinin kayda uygun olmadığını, odadaki her noktanın akustiğinin keyif vermediğini (halı mı var, arkasında duvar mı var, yanında koltuk mu var...) ve mikrofon sonrasında cızırtı temizleme vs. derken yeni bir masraf kapısının hayırlı olduğunu farkedeceksiniz. pek çok yeni başlayan "evde kendi kendime" deyip sonra instagram videosunun çekiciliğine kapılıyor.
4- gelelim pedallara, ister bilgisayara bağlanıp elektronik olarak, ister çoklu efekt ister tek tek kutuları ekleyerek kurun, sinyal zincirinde minimalizm iyidir. aksine çok örnek var ama arkanızda bir ses teknisyeni ordusu yoksa, zamanınızı gitar çalmaktan çok pedal ayarlarken harcamanız büyük ihtimal. ayrıca o dev zincirlerde bile önce tek pedaldan tek düzgün sesi alıp, sonrakine geçerek istenen ses kuruluyor.
yazının bir sonraki bölümünde, müzik türünüze göre hangi pedalları seçip, en az araçla en uygun sesi alabileceğinize dair kişisel tecrübeler paylaşacağım.
tüm bu yazdıklarım dibine kadar kişiseldir. müzik şahsa ait bir lezzet meselesidir. yazdıklarımın tam tersini savunacaklar da çıkacaktır. internet garip bir yer, geçen bir videoda, elemanın biri, bir frp oyununun yeni versiyonunun daha iyi olduğunu söyleyenlere ana avrat küfrediyordu. öyle olmayın. sevgiler.
1- konuşurken saçıyla oynar, dudak ısırır. alt beyni dokunulma dürtüsünü bu şekilde kapatmaya çalışır.
2- konuşmaları kısa kesmez, soru sorarak uzatmaya çalışır
3- arkadaşlarına senden söz etmiştir.
4- önceki konuşmaları hatırlar, eski muhabbetlerle ilgili sorular sorar
5- senin hakkında sorular sorar seni tanımaya çalışır
6- senine konuşurken ayakları sana doğrudur, sana doğru hafif eğilerek konuşur
7- boyun ve omuz bölgesine dikkat çeker. kolyesiyle oynamak gibi
bunların hiçbiri garanti değildir, sadece ilk adıma cesaret edebilmen için genel bir fikir verir.
en mantıklısı başbaşa bir yere gitmeyi önermen. ecnebilerin date dediği. artık doğal ortamınız ders çalışmak için kafe mi olur, önceden konuştuklarınızla alakalı bir film mi olur. kıza da çok bunalmadan reddetme kapısı bırakmış olursun. seni değil filmi reddetmiş olur.
dangerous minds filminde işlenen çok ciddi bir konudur. amerika'da öğretmen ve eğitim reformu üzerinden sokaklardaki şiddet ve toplumsal sorunların neden çözülemediğini gösterir. nasıl bu filmin türk dizisini çekip içine sıçmadılar hayret.
neyse konuya dönelim, amerikan gettolarında görüldü ki, öğretmen ne yaparsa yapsın, en doğru eğitimi verip öğrencilere doğru idealler anlatsın, bunu ister rap ile, ister otorite, ister -kilise okullarında olduğu- gibi şefkat ve telkin ile yapsın, çocuğu bir mucize ikna etse bile, öğrenci akşam kardeşinin kuzenini vurduğu mahalleye dönüyor. o vücut dili, sinyaller ve değer sistemiyle yaşamak zorunda.
eğitim büyük bir yalandır. "anlatarak" hayatta nasıl davranacaklarını gösteremezsiniz. insan sürü hayvanıdır, sürüdeki pozisyonunu tartar ve o hiyerarşide onay gören hareketleri tekrarlar. "çocuğa ulaşın, ışık olun" vs. diye saçmalayan eğitimcilerin dünyadan haberi yok. yabancı kaynakların çevirilerinin çevirilerinin özetini, bağlamından, üretildikleri toplumsal koşullardan koparıp koymuşlar kitaplarına. cumhuriyet devriminde atılım vardı, çok daha cahil bir halk eğitildi ama bakın bakalım öğretmen ne kadar sert yöntemler kullanabiliyor, veliler nasıl eziliyordu. doğruya doğru.
o çocukların aileleri apartmanlarının önündeki park yerini şahsi arazileri sanıp bunun için adam döven, karısına bağıran, evde 24 saat leş kanallar izleyip bunun muhabbetini yapan tipler. instagramda pembe sofra fotosu falan paylaşıp "zennubenin annesi" diye profil döşeyip kendilerinin dünyadaki tek değerli olduğuna inanıyorlar. çocuğun dünyası bu. sen "insan ol" dedin diye hayatındaki başat ögelere yüz çevirmez çocuk.
ha bu arada, müfredat o kadar boktan ki, ben olsam ben de umursamam. bu da ayrı konu.
daha önce bu fikrin, bir beyin egzersizi olarak bile mümkün olmadığını, cehennem olduğu sürece, birileri ızdırap çekerken mutlak mutluluğun imkansızlığını yazmıştım. günahkar torunu sonsuza kadar cayır cayır yakılırken cennette mutlu olması gereken büyükanne gibi.
buna cevap olarak onlara sevdikleri günahkarların unutturulacağını, ya da öyle bir toruna olan sevginin silineceğini söyleyen oldu. açıkçası kim bu şekilde kişiliği ve anıları yok edilerek, matrix'deki hain gibi, cennete gitmek ister bilmiyorum. kaldı ki böyle bir mutluluğu eroinde de bulabilirsin çevren ve karakterinden geçeceksen.
dün arkadaşlarla tartıştığımız ikinci bir meseleyi de aktarmak istiyorum:
cehennem olmasa bile, cennet hayatın asimetrisi nedeniyle olanaksızdır. insanlar aynı zamanda ölmüyorlar. titanik filmindeki rose'u ele alalım: kendisi caprio'nun karakterina aşık ama ondan 87 sene sonra ölmüş. hayatı boyunca gerçek aşkını unutamamış. ama bu sırada başkasını sevmiş, evlenmiş, çocuk, torun sahibi olmuş
şimdi hem kocası, hem büyük aşkı cennette onu bekliyor, rose ölünce kocası "hayatımn gülü hoşgeldin" diyor, adam bir ömür geçirmiş, sevmiş, hayatını adamış sonuçta. rose "pardon martin, benim asıl aşkım burada, onunla olacağım" diyor. şimdi kocası nasıl sonsuz mutluluğa erecek? adam cennete gitmiş ve karısı başkasıyla. bu mu cennet?
ya da yine, aşkını unuttur, anılarını sil, önemsizleştir, onu o yapan şeyleri yoket. bu mu cennet?
toplumdaki kısmi kadın egemenliğini ve erkek kimliğinin yok edilmesini engellemenin peşindeki dava.
ebeveynlik hakkında söyledikleri:
1- çocuklar modern toplumla beraberaber sadece kadın tarafından büyütülmektedir. eskiden olduğu gibi küçük yaşta avcılık, binicilik, çiftçilik gibi babasının maharetlerini taklit ederek hayata hazırlanması sona ermiştir. sonuçta bebeni alıp işe götürüp "al ucundan başla" diyemiyorsun artık.
2- ana okulu ve ilköğretim öğretmenlerinin tamamına yakını kadındır. orta öğretimde de kadın eğitimci oranı çok fazladır. yani bir çocuk, doğduğu günden yetişkinliğine kadar sürekli, kadınların onayı ve memnuniyeti kriteriyle büyümektedir.
3- bu, yetişkinlikte kadının gözünün içine bakan, özünde efemine kimlikler üretmektedir. ya açıkça "meriç" denilen içten pazarlıklı, niyetini gizleyen sinsi arketiplere ya da bunu umursamazlıkla bastıran zorlama alfalara varmaktadır.
4- sorun iki grubun da her şeyi öğrendikleri gibi, sözde doğru yaptıkları halde, yetişkin meselelerde kadın onayı alamadıkları dönemlerde saldırganlaşmasıdır. herkes kadınlar için "daddy issues" kullanır ama erkekler için de vardır.
bugün cinsiyet rollerindeki meselelerde sorun maskülenitenin fazlalığı değil, eksikliği ve hatta yokluğudur.
babalar çocuk yetiştirmeye kendi terimleriyle ortak olmalıdır.
bu bir örnek. daha erkek hakları (boşanma, çocuğun üzerindeki haklar, erkek mental problemlerinin önemsenmemesi, evsizlik gibi sosyal problemlerde yok sayılma), eş seçimi, mutluluk gibi konular var, hepsinde erkekliğin sahiplenilmesinin yararını savunuyorlar.
1- continuum hipotezi: kardinalliği gerçel ve tamsayıların kardinalliğinin arasında kalan bir küme yoktur.
durumu: kanıtlanmasının olanaksız olduğu zermelo fraenkel küme teorisinin seçme aksiyomunu reddeden versionunda gösterilmiştir. bunun problemin çözümü olup olmadığı üzerinde fikir birliği yoktur.
2- aritmetikteki aksiyomlarının tutarlılığının kanıtlanması
durumu: gödel ve gentzen'in, gödel'in ikinci eksiklik teoremiyle 1931'de bunu kanıtladığına dair fikir birliği yoktur.
3- sürekli gruplar her zaman diferansiyel grup mudur?
durumu: sorunun bir yorumu gleanson tarafından çözülmüş ancak hilbert- smith konjektürü kapsamına giren kısmı hala çözülememiştir.
4- hareket devamlılığı kanunlarının atomistik yorumuyla ortaya çıkan proseslerin sınırlandırılmasını sağlayacak bir teorem ortaya atılılabilir mi?
durumu: üzerinde hala çalışılan ve çözümüne dair en fazla umut belirmiş hilbert problemidir.
5- riemann hipotezi
rienmann zeta fonksiyonunun bariz olmayan sıfırdan farklı real kısımları her zaman x=1/2 doğrusu üzerinde midir?
durumu: hala çözülemedi.
6- yedinci dereceden denklemleri iki parametreli cebirsel fonksiyonar ile çözebilir miyiz?
durumu: çözülemedi
7- düzlemde polinomiyal vektör alanların limit çeberleri olan ve gerçel cebirsel eğrilerden çıkan ovallerin göreli pozisyonları tanımlanabilir mi?
durumu: çözülemedi. 8. dereceden cebirsel eğriler için bile çözülemedi.
hilbert'in 23 probleminin çözülememiş probleminden 7 tanesi böyle
kendime not coğu. birileri okuyup oylarsa da hoṣuma gidiyor.
eski sözlüklerde çok kavga ederdim, bilgi yazacaksam gerçek hayattan örnek bulurdum. "söz uçar yazı kalır" diye özenirdim. artık yazı da uçuyor. "dün ne yazılmıṣ ?" diye bakan yok. baṣlık açmadan önce aramaya inanan da yok.
ṣimdi sözlük %80 anket- kopya baṣlık- ucuz gündem. "bilgi yazıyorum" diyen de bırak bilmeyi, kopyaladığı ṣeyi bile anlamıyor. kafasına göre uyduruyor.
ben de geliṣine yazıyorum. beṣ sene sonra döner bakarım neler konuṣmuśuz diye.
"gibson'un düşük kalite markası", "fender için squirer neyse, gibson için epiphone o" gibi bilinse de aslında gibson'dan eski ve gibson tarafından satın alınmadan öncesinde, rakip bir markadır.
les paul ya da e-335 gibi modellerin bir tık ucuzu ile satışını pompalar ama asıl epiphone, kendi signature modelleridir. çoğu oyuk (hollow) ya da yarı oyuk (semi hollow) olan bu modeller şiir gibidir.
cixin liu'nun 3 cisim problemi, karanlık orman ve ölümün sonu kitaplarından oluşan üçlemesi. konu o kadar geniş, detaylı ve uzun bir zaman dilimine yayılmış ki, burada yetkin bir sinopsis vermek mümkün değil, kitapları kendi başlıklarında incelemek gerek.
bu yazıda ufak spoilerlar olacak. anlatının detayı ve nereden nereye gittiği düşünüldüğünde okuma keyfini kaçıracağını sanmıyorum.
öncelikle, bu internette yok: kitapların ortaya koyduklarının zenginliğine bakınca, tek kişi tarafından yazılmadığını düşünüyorum. liu kendi yazmıştır ancak arkada ciddi bir danışman ekibi kullanmış.
örneğin uzayda 3 boyut için kararlı olmayan 4. boyutun katlandığı cepler açılıyor, içinden geçebiliyorsun, denk gelme ihtimalin var vs. eleman diyor ki "bir daha geçebilecek miyiz?" diğeri cevap veriyor: "asıl soru: hiç geçtik mi?" dünya kaç miyar yaşında, böyle bir dönemi olmuştur. okurken aklıma gelmeyen süper soru, bu bilgi ışığında dünya tarihinin tekrar incelenmesi lazım. sırf bundan kitap çıkar adam en azından o sahnede 2 cümleyle geçiyor.
kitap boyunca belki 30 tane bilimkurgu fikri okudum. hepsi yukarıdaki gibi çalışılmış. fikrin kendisi var, olay akışındaki yeri var, geriplanı var bir de böyle periferal sonuçları, soruları var.
tek bir insan 5-6 senede bu kadar konuyu bulup, bu kadar bağlayıp bu kadar tam çalışamaz. yazamaz.
kesinlikle içlerinde fizikçinin, tarihçinin, sosyoloğun, psikoloğun olduğu bir think tank ekibi kurmuşlar, tüm fikirleri beyin fırtınası ile ortaya atmışlar, göğertmişler yerleştirmişler bu adam da yazmış.
ki sosyal-politik kısmına girmiyorum bile. çin'in kültür devriminden totaliter rejimlerin kayıp- kazançlarına, demokrasiden modern dünyanın en büyük derdi olan nüfus ve göçe, bilimsel atılımların birikimli vs. fenomenal yapısına... hani "ne dertlerimiz, ne tartışma konularımız var, onları nerede nasıl sunalım" kısmı da dev boyutta bir iş. belki daha da zor.
yazar mümkün olduğunca tarafsız yaklaşmış. çinli olmasında rağmen kültür devrimindeki vahşetleri de kabul ediyor, sonraki restorasyon döneminde yapılmış yanlışları da. yeri geliyor çinlilerin pek hoşlanmadığı japon kültürüne de övgüler düzüyor, latin amerika sosyalizmine, amerikan yayılmacığına, terörist ideolojilerin yerel stratejik üstünlüklerine de selam çakıyor. bunların arasında bu güne değin moda olmamış çin kültürüne ait ögeleri de tanıtıyor.
teknolojinin galakside cirit attırdığı dönemlerde bile insan kararlılığının teknikten bağımsız korkutuculuğu, dünyadan kopmanın getireceği izolasyonun yeni bir insan tanımlayacağı, yazdıklarını o alıştığımız şekerpembe, sanki uçak yolcuğulu yapar havadaki uzay macerelarından ayrıyor.
yazarın dilini fazla "sayısalcı" ya da duru bulanlar olmuş, tercih meselesi ancak "o soğuk suratına, buz tutmuş gölün üzerindeki buzun kırılmasıyla yüzeye çıkan berrak bir su gibi gülümseme geldi" **gibi abartısız, yerinde betimlemeler benim çok hoşuma gitti.
bakın bu seriyi okuyun. ceketinizi satın, bilimkurgu sevmiyorsanız bile okuyun. yaptığımla çelişecek ama, internette çok gezinmeden, boş bir zihinle, beklentilerinizi yazara devrederek okuyun.
memurluk kastı ülkede ters giden ne varsa, hepsinin en önemli nedenlerinden biridir. memur sayısının %5'lere düşürülmesi lazım.
ama memur oldu diye milleti suçlamanın alemi yok. oyunu onlar kurmadı, kurallarını yazmadı. çalışmamak, az ama garanti gelir istiyorlar. yaygın bir istek.
bu düzen bozulmasın diye her aileye 1-2 memur dağıtılmış bilinçli olarak. kimse tam karşı çıkamıyor. yarın bir siyasi parti "memurların yarısını işten atacağım, o bütçeyle 10 kat iş imkanı yaratacağım" dese siyasi hayatı biter. dünyada türlü türlü örneği var.
çok ağır nabokov etkisinde kalmış yazar. geçen biri "ya lolita neden başyapıt ya! hep sapık" falan diyordu. sanki kitapların edebi değerini, anlatılan öykünün ahlaki durumu belirliyormuş gibi. işte bu yüzden: nabokov oradan yazmış, sebastian knight'ın gerçek yaşamı, tutunamayanlardan çıkmış.
atay'ın sıkıntısı aşırı erkek roman yazmasıdır, dönemi için bile gerici bu konuda. mühendislik edebiyatta da bu kadın lanetini sürdürüyor galiba.
temel eğitim herkese eşit ve ücretsiz. üniversite eğitimi ücretli olmalıdır. temel eğitim vatandaşlık hakkıdır. üniversitelere dökülen paralar temel eğitime kaydırılmalıdır.
üniversite masrafı gerçekte neyse, harçlar buna yakın miktarlara yükseltilmeli, kredi sağlanmalı ve öğrenci bu borca değecekse okumalıdır.
böylece dandik dunduk üniversitelerde kamu yönetimi okuyanlar çıkıp "üniversiteliyim işsizim" diye dolanmaz. kendine hayrı olmayacağı apaçık okullarda senelerce dalga geçmez. liseye stajyer olamayacak, "hanımı günden alcam dersi blok yapalım" kalınlığında tipler üniversite hocası ilan edilmez. iyi bir liseye dönem ödevi olamayacak rezaletler türkiye'den çıkmış akademik yayın sayılmaz. "ya bu sene gezeyim biraz", "salla kanka batak atalım seneye veriririz" diye ders satan, keyfine okul uzatanlar da işi ciddiye alır.
şu anda üniversite kapatamayız ama bu tip kademeli bir geçişle 10 sene içinde kendi kendilerine kapanmalarını sağlayabiliriz.
misal 100'e yakın eğitim fakültesi açıp, isteyeni bedava sayılacak paraya okutursan, ne olduğu ortada.
en değer verdiğim erdemdir. dünyada iki tip insan vardır: birilerine yük olanlar ve başkasının yükünü taşıyanlar.
ikinci gruptaki pozisyonlarınız fazlaysa, daha mutlu bir insan olursunuz. mik mik ağlaklık edip, boş laflarla birinci tip insan olmayı seçiyorsanız, romantik takılan asalağın tekisiniz.
bunun ötesinde herkesin bir diğerine ihtiyaç duyacağı gün olacaktır. elinden geleni yapıp yine desteğe muhtaç kalanlar olacaktır. onlar da güzel insanlardır. yatıp yatıp bahane aramamış, elinden geleni yapmış çünkü. kendi ayakları üzerinde durmanın erdemini anlamış.
çocukken dandik filmlerde robin hood vs. idama götürülürken, açlıktan dişleri dökülmüş o halk neden bu adamı taşlar anlamazdım. ya robin zenginden alıp fakire veriyor. bu salaklar giysi bulamayıp çuval giyiyor, hala robin'e taş.
proleterya cart curt marksist metinlerden kopyala-yapıştır yaşayan bir arkadaşa, türkiye'ye neden daha elli sene komünizmin gelemeyeceğini, bu "sakin ol champ" ile anlattım o sene.
pandeminin beter zamanları, millet evlerde çocuklarla tıkılmış, garibanlar duvar tepmekten delirmek üzere, ana baba uykusuz, işten atılanı var, onun derdi korkusu. bu sabancı -ya o kadar imkan içinde şu seviyene bak ya- bir sazan atlar diye evinin şovunu yapıyor, bunalmış garibanın biri arkadaşın sarayda yaşadığını kavrayamayıp atlıyor, bu da onu bozup mutlu oluyor.
bunu da en çok evden çıkamayan, aparmanda yaşayan fakirler alkışlıyor, laf edenle en çok onlar dalga geçiyor.
bu yüzden hak vs. diyenlerin fazla gazına gelmemek doğrusu galiba.
siyasal islam hedefleri doğrultusunda türk dilini bitirmeye oynayan kurum
bunu, dili temellerinden sarsarak yapıyorlar:
1- türkçenin en güçlü alanı olan kök sesleri bozan heceleme kuralları uydurarak.
2- türkçenin gelişiminde büyük paya sahip bileşik sözcükleri inatla ayırıp dili kısır bırakarak.
dile sahip çıkmak istiyorsanız yeni heceleme kurallarını öğretmeyin. hecelemede ses anlamlarını koruyun. bileşik sözcükleri ayırmayın. tek seferde yazın. bunlar tesadüfen ya da cehaletten değil, gayet bilinçli yayılıyor.
bir ortam seçiliyor. bu victoria dönemi londrası ya da oryantalist tasarlanmış bir 18.yy. osmanlı bahçesi olabilir. ne bileyim templar şövalyesi manastırı yok efendim tibet tapınağı...
bu mekana ait uğultuların, seslerin üzerine döneme uygun sönük konuşmalar bindirilyor. uygun bir görüntü eşliğinde video formatı da var, sade ses formatı da.
kafa dinlemek istediğinizde arkada açabilirsiniz. ben çalışırken müzik dinlemekten artık sıkıldığım için bunları açıyorum.
misal 1930'lardan bir avrupa'lı yazarın kütüphane odası ambiyansı:
normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz.
Daha detaylı bilgi için çerez ve
gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.
online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.