birleşmiş milletlerin, birbirleri arasındaki ilişkiye gıptayla bakıp; "neden biz böyle sahte ilişkileri iyi kuramıyoruz?" diye hayıflandığı hem kişi hem de kurum.
bugünkü okuma süren okur, yaklaşık 5 dakika.
belki okurken dinlemek istersin:
frank sinatra -
if i didn't care
herhangi bir insan dünyaya geldiğinde, aslında her şeyi bildiğini iddia eder bir felsefeci. şimdi buradan ismini verip cevap hakkı doğurmak istemiyorum. sonra, "felsefe yapma" deniliyor. eğer bu iddia doğruysa; ben kişisinin asla bulunduğu yerden çıkartmayı beceremeyeceği bilgidir bu akrabalık ilişkisi. ilişkiler o kadar birbirine girmiş ve o kadar gerçek üstü ki; kimin kimle hangi çıkar ilişkisine dayalı iletişimi var ve kim kime neleri anlatıyor da kimler bildikleri halde bilmiyormuş gibi yapıyor çözmek imkansız. benim için.
en sevdiğim halamın eşinin; giysi dolabının kapağının içine 4 köşesinden para bantlarıyla tutturulmuş posterdeki
orhan gencebay olduğunu sandığım dönemlerde, inanılmaz keyifli akrabalık ilişkilerimiz vardı. dışarıdan gören komşular, birbirimize sıkıca kenetlenmiş ve oldukça kalabalık insan nüfusuna sahip olduğumuz için yakın durulması gereken ailelerden olduğumuzu düşünürdü. babamın da taksi durağı olduğu için tanımadığı mahalleli yoktu. herkesin konuştuğu bir şekilde kulağına gelir, asla hiçbir duyuma da itibar etmezdi. konuştuğunu duyduğu kişi/ler karşısına gelip de o konuştuğu asılsız konuları hiç söylememiş, düşündüğünü belli etmemiş gibi ricacı olur, babam da hiç bilmiyormuş gibi ne istiyorlarsa olumlu karşılık verirdi. hiçbir hayat deneyimim olmamasına rağmen babamın bu yaptığını yanlış kabul eder, içten içe sinirlenir ama yüreğim yetmediği için düşündüğümü söyleyemezdim. gerçi şimdiye kadar hiçbir yürek gerektiren eleştiriyi yapmadığım için karşılaşacağım tepkinin ne olduğunu da deneyimlememiştim ama gelişkin çocuk zekamla öngörüde bulunabiliyordum.
+ elif'ciğim bence biraz üstten girdin. okuyucu çok sıkıldı.
- ben insanlar okusun diye yazıyorum, okuduklarında sıkılıyorlarsa; bence 2 nedeni olabilir. ya okuyarak öğrenmeyi tercih etmiyor / sevmiyorlardır ya da benim anlatım dilim onların anlama becerileriyle uyuşmuyordur.
+ ben oyumu senin anlatım dilinin ağır olduğu seçeneğe kullanıyorum.
- ben de kıllanıyorum ama seni dinlemeye devam ediyorum.
+ benden mi kıllanıyorsun?
- evet, evet! senden kıllanıyorum.
+ üstüme iyilik sağlık! ne yapmışım sana?!
- komşu mübeccel teyze gibi tepki veriyorsun.
+ kırıcı oluyorsun.
- mübeccel teyze olmak mı kırıcı? ne güzel etli butlu kadın. mahalledeki her olan biteni de bilir, herkes de öyle veya böyle sever. kimse seni gerçekten sevmediği için mi kabullenmek istemiyorsun?
+ hayır, avammışım gibi yargılarcasına konuşuyorsun.
- ben yargılayarak konuşmam.
+ peki, peki. uzatıp da seninle gerilmek istemiyorum.
- belki uzun olunca daha güzel oluyordur?
+ sen çok kavgacısın.
- hiç sevmem kavgayı. stres yaratan ortamlardan da uzak durmuşumdur şimdiye kadar.
+ ben mi kavga çıkarıyorum?.. kahve içiyorsan sana da basayım.
- bana mı basacaksın?
+ evet, içmiyor musun?
- kahvenin basılabilir bir şey olduğunu düşünmüyorum ama sen bilirsin.
+ bak işte yine yapıyorsun. sanki bilmiyorsun kahveyi makineyle yaptığımızı, düğmeye basarak makineyi çalıştırdığımızı.
- ben, dilin gereklerine uyarak iletişim kurulması gerektiğini biliyorum.
+ benim senin kadar enerjim yok, kahve almaya gidiyorum.
- bak işte kullanmayı biliyormuşsun aslında.
gerçekten de biliyordum. bir gün bu ilişkilerinin bozularak düşman olacaklarını biliyordum ama nasıl olacak, ne zaman olacak ve sonrasında neler olacak kestiremiyordum. deneyimsizdim. bugün karşıma gelseler; sinopsisini şakkadanak yazarım. bizim toplumun geliştirmesi gereken noktalardan biri de; çocukların düşüncelerinin ciddiye alınması. dünya genelinde çok az toplumda gördüm çocukların `uzaduyum` yeteneklerinin şaşırtıcı biçimde önemsendiğini.
+ uzaduyum nedir allasen?
- bunu da mı bilmiyorsun kuzum? sen gerçekten metin yazarıyım diye
title tutuyor musun (gkbz: linkedin)'de hala?
+ evet, benim işim bu.
- seo uyumlu metin yazarı.
+ hayır canım, ben toplumsal dinamiklere hakim, sanatsal yönü gelişkin bir metin yazarıyım. o dediklerin başka.
- ama uzaduyum kelimesini daha önce hiç duymadın.
+ ayıp mı?
bence ayıptı. sonuçta ben küçük bir çocuk olarak onların her sözünü (abartmıyorum, her sözünü birer emir gibi dinleyip, kendimce de geliştirmeye çalışıyordum) dinlerken; büyüklerimin beni dinlememesi ayıptı. en azından bana öğretilenlere göre ayıptı. çünkü biri konuşurken susulur, konuşan kişi dinlenilir. ne demek istediği anlaşılmaya çalışılır ve cevap / karşılık vermemizi isterse; o zaman görüşümüz dile getirilirdi.
+ ay sen bu yüzden tiyatroyu çok seviyorsun!
- evet şekerim. gerçek hayatta da keşke tiyatro sahnesindeymiş gibi herkes teker teker konuşsa.
+ nerde o nezaket anacım?
nezaket teyze tam da böyle biriydi. kesinlikle objektifim bu konuda, kendisine olan sempatim nedeniyle kayırmıyorum. nezaket teyze, bizim apartmanda oturur, inanmazsınız; (gbk: istanbul hanımefendisi) türkçesiyle hergün 11:00 ve 17:00 kahvesini içerdi. öyle kibar, öyle güzel konuşurdu ki; hiç susmasın isterdim. komşuların toplandığı kısır günlerinde herkes bağırarak konuşurken o gayet doğru tonta ve tane tane konuşurdu. kelimeleri özenli seçtiği anlaşılır, yıllardır birlikte yaşadığı her komşusuna "siz" / "hanım" diye hitap ederdi. kelimeleri doğru anlamlarıyla doğru yerlerde kullanmak da bence ondan öykündüğüm bir alışkanlık. her hafta cuma akşamı babama uygunluk sorup, 2 el tavla oynarlar, yılların oyuncusu olan babamı köşeye sıkıştırıp koltuğunun altına verdiği olurdu tavlayı. satranç oynamayı da o öğretmişti bana. ben dama oynuyor edasıyla kolaya kaçıp hamle hesabı yapamazken, inatla bana yenilir, hamlelerin nasıl hesaplanması gerektiğini zorla ama hiç zorluyormuş gibi hissettirmeden öğretti. çünkü biraz salaktım, anlamıyordum. şu örneğini hep anımsarım:
"satranç gerçek hayatta yaşamak gibidir. nasıl birisi konuşurken dinlemek gerekiyorsa; satranç oynarken de rakibinin hamlesini beklemeli, kompozisyon yazar gibi iyi bir oyun kurmalısın"
+ şimdi anlaşıldı senin stratejik ilişki koçluğunun nereden geldiği.
- küçük olabilirim ama karamürsel sepeti de değilim. ayrıca koç da sayılamam. arkadaşlık gereği diyelim.
+ öyle, öyle! beni çok dertten kurtardın zamanında.
bu öyle böyle bir dert değildi aslında. her sülalede de olduğundan eminim ama ispatlayamam. sülalenin en zengini ile en haybecisi sıkı ilişkiler içindedir genellikle. ilişkinin yapılandırıcısı haybeci olduğu için yakın çemberde daha yakın başka bir ilişkiye asla izin vermezler. sülalemin 90%'ının ülkenin dışında olmasının avantajını da dezavantajlarını da kendi lehine çevirmeyi çok iyi becererirdi bu haybeci akraba. her yaz ülkeye tatil için geldiklerinde mutlaka onlar da bulundukları şehirden uçarak gelirdi. diğer aylar bizim için sessizliğe gömülür, kış uykusu
alamancıların
kapıkule sınır kapısı'ndan içeri girmesiyle düzlüklere yayılmaya başlarlardı. avlarına büyük bir sessizlik içinde yaklaşır, onları öldürmeden önce olabildiğince yükseğe çıkarırdı. oksijensizlikle başları dönmeye başlayan kurbanlar, neşeyle gurbetin tozlu yollarına düşer,
izmir marşıyla kapıkule sınır kapısı'ndan çıkar giderlerdi. yıllarca bu sömürü sistemi sürdü bizim sülalede. ya bir ticarete ortaklık, ya bir bina inşaatı, ya bir tarla / arsa alımı... mutlaka gurbetçilerin
dolar /
mark /
pound'larını hiç etmenin bir yolunu kış boyunca planlamış olarak gelirlerdi yanlarına. eğer her şey yolunda giderse; haybecilerin kendilerini istanbul'a kadar yormasına gerek kalmaz, doğrudan bulundukları yere çekerek orada sömürürlerdi. garibim alamancı akrabalar da iyi tatil yaptıklarını düşünürdü.
+ baban bu olanlara neden hiç sesini çıkartmadı?
- ne bileyim! her şeyi bilip hiçbir şey olmuyormuş gibi davranmak da ayrı bir sorumsuzluk bence.
+ vardır bir bildiği canım.
- gerçi birkaç sefer kardeşleriyle: "vermeyin diyorum size şunlara para" konulu kavgalarına şahit oldum.
+ eee? bir uyaran varken neden hala her para batması olayına rağmen paralarını onlara vermeye devam etmişler?
- bir öncekini kurtarmak için. çünkü yalan hep aynı. "bu sefer bu işi yaparsak önceki borcumuzu da ödeyebiliriz" diyorlarmış.
+ ben olsam batan batmıştır, daha fazlasına gerek yok derdim.
- onlar; akrabalık ilişkileri bozulmasın diyerek bu günlere gelmişler.
+ bugünlere kadar gelebilmeleri şaşırtıcı.
ben de buna şaşıyorum. kendi ifadelerine göre "250.000 doları kaybettik. daha da beşkuruş vermem" , "50.000 markımı bunlar yedi. geri ver diyorum, 50.000'lik bir yatırım fırsatı var diyor hala" , "120.000 pound battı diyorlar ama ben inanmıyorum, bence onlar yedi" demelerine rağmen; bir sonraki yıl yepyeni bir ticaret girişimiyle ellerine nakit paraları ateşlemeye devam ediyorlardı. yıllar geçti. artık onların da ellerindeki paraların suyu çekildi, yaşlandıkları için hizmet ve ürün üretimine katkılarının kapasitesi daraldı. ne olduğunu biliyorsunuz değil mi? haybeci akrabalarla araları bozuldu. çocukluğumdaki o geniş akraba popülasyonu daraldı, kendilerinden sonra gelen yeni nesildeki çocuklar büyüyüp bu haybecilere para akışının önünü tıkadı. çünkü çocuklar akıllı ve sadece akrabaları olduğu için sorgusuz güvenmenin yanlış olduğunu bildi. sadece düğünlerde, cenazelerde bir araya gelinir oldu. düğünlerde "aman o o'nunla konuşmuyor, onu başka masaya oturtalım" derdi baş gösterdi. cenazelerde ağız ucuyla "başın sağ olsun"lar dile gelir oldu. kendilerinden sonraki neslin iletişimi ortadan kalktı. türkiye'ye ya gelmez oldular ya da geldiklerinde
bodrum,
alaçatı,
belek ,
marmaris,
fethiye otellerine gider oldular.
günün sonunda kazanan haybeciler oldu. yorulmadan milyonlarca dövizle sefa içinde yaşadılar. kaybedenler ise; binbir zahmetle kazandıkları paranın hayrını göremeyen "akrabam o benim, ondan zarar gelmez"ciler oldu.
en güzeli de tüm bunlar olurken koza içinde ailesini koruyan babamın bugün kendisi olmasa da ailesi bütün sülale ile sorunsuz iletişimine devam ediyor.
devamını gör...