ozgurluk. madem gunah, oyleyse tanri da beni bu hale sokmasaymis madem. bir elma agaci dikip sen niye elma veriyorsun demek cok garip olsa gerek. hayatimi kaydiran insani hayatima sokmasaydi, ben de beddua etmeseydim. ama gecti artik, ediyorum. omrumun sonuna kadar da edecegim. bela da okuyacagim. ne yaptiysam tssb'den kurtulamadim. ne yaptiysam kinimi atamadim. iyilik beni terk etti. yuregi pislik dolu biri geldi yuregimi kirletti. fiziksel ve ruhsal sagligimi elimden aldi. duzelemiyorum. beddua ediyorum ve bir gram da pisman degilim.
devamını gör...
dönüp dolaşıp mutlaka beni bulur inancıyla beddua etmem. bence siz de etmeyin bulur çünkü. niye riske giresiniz ki?
devamını gör...
bir süredir beddua ettiğim birisi var, bugün bir aile bireyi kötü kaza geçirmiş, kan aranıyor mesajı geldi bana o kişiyle ilgili tesadüfen. bedduam bile sapıyor ulan bari görünmeyen tarafta işlerim rast gitsin.*
devamını gör...
kozmopolitanizme gönlünü kaptırmış ve kültür çatışması içinde kalmış halk arasında "yatak duası" anlamında da kullanıldığı görülmüştür.
kendi anadili içinde kullanabildiği sınırlı kelime bilgisi nedeniyle ingiliz diline ait kelimeleri cümlelerinin içinde kullanmayı tercih eden popülist kişilerin tercih ettiği bir yöntem.
kendi evreninde kelime şakası yaptığını düşünüyor olması; gerçekte de komik olduğu anlamına gelmeyen durumlardan biri.

bugünkü okuma süren sevgili okur: 5,5 dakika.
dinlemek için athena – skalonga nasıl?

çocukları çok sevdiğini biliyorum, seni çocuklardan neyin soğuttuğunu da. senin bilmediğin; bildiğinin farkında olman gerektiğidir. kendinden iki adım geri çekilip başkası olarak kendini değerlendirmen belki faydalı olur. evet, seviyorum ama tahammül sınırlarımı zorluyor bu. dedi derin bir iç çektikten sonra kelimeler sanki akciğerlerinden taşıyor gibi konuşan tarık. cümlesini bitirdiğinde akciğerleri tamamen sönmüş ama soğumamıştı. neden fikrini değiştiriyor ki bu? onların çocuklarının böyle olması senin çocuğunun da böyle olacağını göstermez. sorun; onların çocuklarını referans almam değil, çocukların yetiştikleri toplum. benim vereceğim eğitim her zaman bir noktada sınırlı kalacak. topluma karışmaya başladıkları andan itibaren benim kontrolümden çıkacak olmaları, hiçbir zaman doğru insan olmaları için anlattıklarım ve örnek olduklarımın kendi içinde büyüyeceği popülarizmin önüne geçemeyeceği. doğru olabilir ama bence yanlış düşünüyorsun. neden? diye sordu tarık, anlattıklarının mantıklı olduğuna derinden inanarak küçümser bakışla. öyle işte dedi anlamlı bir cevap bulamayan elif. yıllardır bir çocukları olması gerektiği ile konfor alanının bozulmaması gerektiği arasında kaldığı için tarık’ın savlarının altının gerçekte ne kadar boş olduğunu ispatlayamıyor elif. aslında evlenmeden önceki hayalleri arasında en az 2 çocukları olacağı belli bir yer kaplıyordu. bu hayallerin üzerinden 7 yıl geçtikten sonra hala 1 tane dahi çocuklarının olmamasına bugünlerde ikisi de takılmıyor. istedikleri saatte yatıp kalkabildikleri için, canları istemediğinde akşam yemeği yapmadıkları için, akıllarına estiğinde bir hafta sonunda deniz havası alabilecekleri ve her seferinde belirli koşulları taşıması gerekmeyen farklı bir bölgede herhangi bir otelde konaklayarak dinlenceyi yaşayabildikleri için çoğu zaman, ailelerine 1 kişinin daha eklenmesi fikri akıllarına gelmiyor.

2 yıl önce bu eve taşındığımızda her şeyin şimdikinden daha keyifli ve konforlu geçeceğini planlamıştım dedi tarık, elindeki bardağı masaya usulca bırakırken. benimle olmaktan mutlu değil misin? dedi elif. saçmalama dedi tarık. elif’in en çok bozulduğu hitap şekliydi bu. çünkü tarık hiçbir zaman düşündüklerinin anlamsız olduğunu düşünmemiş ve böyle küçümseyen bir tavırla yanıt vermemişti elif’e. güçlü bir yer sarsıntısıyla birlikte yerin yarılarak ayırdığı iki farklı tepedeki insan gibi uzaklaştılar birbirlerinden bir anda. elif içine kapandı. kendi yaptığından pişman olan tarık, oluşan kanyona haykırdı “asıl saçmalayan sensin”. nasıl özür dileyeceğini bilemiyor ama özür dilemesi gerektiğini bilerek boğazını temizledi. daha önce hiç özür dilemek zorunda kalmadılar birbirlerine karşı. bu basit olaydan nasıl oldu da bu kadar gerilebilmişti tarık? elif önce davrandı, tarık’ın özür dilemek zorunda kalması bir anda zoruna gitti. o’nu köşeye sıkıştırmış olabileceğini düşünerek, henüz düşüncesinde olan özrü tarık’ın aklına tıktı.

bence burdan taşınmamız gerek. böyle bir seçeneği düşünmemiş olan tarık fikri garipsedi. elif’in yanağını sağ avcunun içine alarak gözlerine baktı, anlam aradı. bu hareketi özür anlamı taşıyordu, elif başını sola doğru eğerek tarık’ın avcunu daha fazla hissetmek istedi. böylelikle aralarındaki serin rüzgarın yerini meltem aldı. bence taşınmamız onlara karşı savaşı kaybettiğimiz anlamına gelir. neden savaşalım ki dedi elif. sırf onlar toplum içinde yaşamayı öğrenememiş ve öğrenmeyi reddediyor diye onlardan kaçarak bu cepheyi düşürmek bize yakışmaz. sen yıllardır öğrencilerine mücadele etmeyi öğretmiyor musun? evet, ama bunun için benim gücüm yok dedi elif. umursamaz bir şekilde ocağın üstündeki kaynamakta olan tencereyi metal kepçeyle karıştırırken. sen eskiden tahta kaşık kullanırdın, ne oldu da kepçeyle karıştırıyorsun? bilmem, elime bu geldi bunu aldım. tarık, biraz önce yaptığının elif’te ne kadar hasar yarattığını anladı. ona yaptığı anlamsız çıkışı yüzünden elif’in bütün dikkati dağılmıştı ve şimdi ne düşündüğünü dahi anlayamıyordu. pişmanlığı büyümeye başladı ve bu davranışının telafisi için daha derin düşünmeye başladı. peki, taşınmayıp ne yapacağız? dedi elif. mutfak tezgahının üzerindeki kaşıklıkta olan bir dizi tahta kaşıktan birini alırken. ne yapacağımızı bilmiyorum ama taşınmayacağımızı biliyorum. belki biz onlardan daha fazla gürültü yaparak onları bastırabiliriz! dedi tarık, sanki bulduğu en parlak fikir buymuş gibi. elif dudakları kapalıyken omuzlarını silkerek puflamayla karışık bir gülüş attı. yine uyandı herhalde canavar, derinlerden bir yerden ağlama çığlıkları geliyor dedi tarık bıkkınlıkla.

ertesi gün cumartesi olduğu için dışarıda arkadaşlarıyla buluşacak ve haftanın yorgunluğundan uzaklaşacaklardı. yola düşmek üzere kapıdan çıktıklarında apartmanın merdivenlerinde düşman kuvvetleriyle karşılaştılar. her bir basamağa vücut ağırlıklarının olabildiğince fazlasını vererek inen adımların sesi, yuvarlanarak düşerken nizami bir şekilde de indiklerini düşündürdü. “ah bir düş de güleyim” diye geçirdi içinden. ayakkabılarını bağlamakta olan tarık, başını yeteri kadar kaldırarak, gözlerini olabildiğince kaşlarına yaklaştırmış bir ters bakış attı düşmana. düşman, 66cm uzunluğunda, 45kg ağırlığında, tüm isteklerini çığlık atarak yerine getirten, lisanı tanımsız biri. örneğin biz, çocukken tuvalet ihtiyacımızı giderdikten sonra annemize: “anneeee, bittiii!” diye seslenirdik. ya yeni nesil farklı bir anadil geliştiriyor ya da iletişim yöntemlerine köklü değişikliğe gidiyor. düşmanla gözgöze geldikten sonra düşman, destek kuvvetlere çağrı yaptı. “babaaa burda biri var!” biri dediği de kendi cinsinden bir canlı. hayatında ilk kez görmüş gibi attığı çığlık, destek kuvvette ne düşündürdüğünden asla emin olamayacağımız karşı saldırı geldi. “sen geç istediğin gibi, kimse bir şey yapamaz”. tarık bu söylemin gerçekte ne anlama geldiğini biliyor, tepkisiz kalarak beladan uzak durmaya çalışıyor olsa da yeteri kadar başarılı olamadı. bağcığını bağlamayı bitirmek üzere olduğu halde yarım bırakıp “geç bakalım ufaklık” dedi. düşman, yeniden destek kuvvete başvurdu. “babaaaaa! bana ufaklık dedi!” muhtemelen yeni geliştirdikleri anadilde “ufaklık” kelimesinin karşılığında kötü bir anlam var olsa gerek, destek kuvvet koşar adımlarla kata geldiğinde, son üç basamakta ayağı kayarak gerçekten düştü. tarık o bildik tepkiyi verdi, allah’ım başka bir şey isteseymişim olacakmış! gülmemek için dudaklarını sıkan tarık, düşen komşusuna yardım etmek için elini uzattığında beklemediği bir tepkiyle karşılaştı ve sağ elinin üzerinde bir yanma hissetti. komşusu tarık’ın eline vurarak kendisine uzanan eli uzaklaştırmıştı. refleksle yerdeki adamın elini uzaklaştırabilirdi, adamın elini kasarak kendi elinin üzerine doğru gelişini izledi. ne yapıyorsun? demekle yetindi. bunu yapmayı elif’le hayatlarını birleştirdikten sonra öğrenebilmişti. yalnızken aynı olayla karşılaşmış olsaydı, büyük ihtimalle elinin üzerinde yanmayı hissetmeden önce elini geri çekebilir veya ofansif bir hamle yapabilirdi. adam yerden kalkmaya çalışırken yere düşmüş pandanın çabasını görünce tarık gülmeye başladı. adam sinirlendi. iki ayağının üzerinde durmayı başardığında tarık’a doğru hamle yaptı. tarık bulunduğu basamaktan bir basamak daha aşağı indi. matrix’deki neo’nun mermilerden korunmak için eğildiği gibi yeni gelen tokat hamlesini de böyle savurdu tarık. tarık gelişime açık ama aynı zamanda da geleneklerine minimum bağlılıkla içinde yaşadığı toplumun değer ve agresyonunu iyi gözleyip takip edebilen biri olduğu için; yaşadığı evin olduğu binada oluşabilecek olumsuz bir durumda işlerin istemediği kadar çirkinleşebileceğini biliyordu. evine, eşine karşı oluşabilecek saldırı ve tacizlerden korunabilmek için bugüne kadar görünmezliği tercih etmiş, kimsenin olayına karışmamıştı. ancak şimdiki durum giderek kötüleşiyordu. bu taarruzun geldiği kişi, topluma karşı teolojik ve geleneksel değerlere katı bir şekilde bağlı olduğunu gösteren ve toplumsal cinsiyet eşitliğine inanmadığını her davranışında açıkça göstermekten çekinmeyen / çekinmesi gerektiğinin farkında olmayan biriydi. nezaket ve iletişim yolunun kullanılarak sorunların çözülmesi, onda bir karşılık bulmayacağını da tarık biliyordu. artık savunma anladığı dilden olması gerekiyordu.

olan biteni dairenin kapısından izleyen elif, kendi içinde ne yapması gerektiğini sorguluyordu. olaya fiziksel olarak müdahil olması gerekliliğine inanmıyordu. müdahale etse bile olay bittikten sonra tarık’la yeni bir olay yaşama ihtimali yüksekti. aralarında her ne kadar seviyeli bir ilişki olsa da, tarık psikolojik üstünlüğünü kullanarak elif’in pek çok tutum ve davranışını yönetiyor, elif de buna izin veriyordu. tarık fiziksel konum dezavantajını avantaja çevirebilmek için merdivende bir basamak yukarı çıkmak istedi ama adam buna izin vermiyordu. düşüncesinde kurguladığı atak henüz gerçekleşmeden hemen önce şu konuşma geçiyordu: seni bir ezeyim de akıllan. bu cümle tarık için tanımlı şifrelerden biriydi ve açık tehdide karşı daha fazla sabredemedi, adamı göğsünden sıkıca yakalayıp aşağı doğru çekti. adam merdiven basamaklarından aşağı doğru yuvarlanırken elif’in “hii” sesini duydu tarık. kötü bir şey yapmış olduğunu anladı. hemen adamın peşinden duracağı noktaya kadar hızlı adımlarla indi. adamın dudakları arasından çıkan ilk söz: “sen benim çocuğuma nasıl ufaklık dersin” oldu. tarık, karşısında bir yetişkinin değil, ergenlik döneminde kızışmış bir genç, belki ilk eğitim döneminde takılı kalmış çocuğu görünce yaptığından pişman oldu. yetişkin – çocuk iletişiminde bu kelimenin küçük çocuklara karşı sevgi içeren hitap olduğunu adamın bilmiyor olmasının başka bir açıklaması olamazdı. bu sefer tarık’ın uzattığı el karşılık buldu. adam kötü düşmüştü ve kalkabilmek için yardıma ihtiyacı vardı. ayağa kalkıp olay mahallinden uzaklaşırken tehditler savurmaya devam etti. artık sıcak bir savaş başladı. tarık’ın korkuları hayat bulabilir, gerçekten elif’in önerisini ciddi bir şekilde düşünmeye başlayabilirdi. morali bozuldu tarık’ın da elif’in de. arkadaşlarıyla buluşmaya gitmekten vazgeçip eve geri döndüler. bir süre yüksek sesle konuştular. bu sırada ağızlarından çıt çıkmıyordu.

akşam olduğunda adam tarık’ı telefonla arayarak apartman kapısının önüne çağırdı. sesinde kavga edileceğinin alt metni okunuyordu. tarık hazırlıklı inmeliydi aşağı ama günün karakolda bitmesi işine gelmiyordu. hayatı boyunca kavga ve tartışmanın olduğu ortamlardan uzak durmuş insanlar da bir gün bu tecrübeyi edinmek zorunda kalabiliyorlar. ancak deneyim sayıları diğerlerine göre düşük olduğu için genellikle dayak yiyen, yaralanan da bu insanlar oluyor. gelişmiş dünyada da ilkel kurallar işlemeye devam ediyorken bela ve kötü insandan uzak durmak pek de işe yarayan bir çözüm gibi durmuyor. belki de siyaseti ikili ilişkilerde de iyi organize ettiğimizde daha korunaklı bir alanda kalabiliyoruzdur ama tarık bunu bilmiyordu. elif’in aşağı inmemesi gerektiğini ısrarla söyledi, tarık da aşağı inmemesi gerektiğini biliyor ve inmek de istemiyordu ama inmemesinin sonuçları; bu evde geçirmeye devam edecekleri gün sayısınca huzursuz ve tedirgin günler anlamına geliyordu. çoğu zaman netlik, belirsizlikten daha düşük stres seviyelerini yaşamaya yardımcı oluyor. tarık kapının önüne indiğinde adamın yanında iki farklı adam daha olduğunu gören tarık, birazdan olabilecekleri hayal etmeye başlayınca konuşabileceklerini unuttu. ellerinin titrediğini hissetti, nefes alma sıklığı kısaldı, bunun sesinin titremesine neden olacağını düşünerek daha derin ve geniş aralıklarla nefes almaya çalıştı. söze ilk giren, tanımadığı adamlardan biri oldu. sen bizim biraderi merdivenden aşağı itmişsin. evet dedi ve sustu tarık. adamın gözlerinin içine bakmaya devam ederken, periferden diğerlerinin hareketlerini kestirmeye çalıştı. herkes ilk pozisyonunu koruyordu. tarık adamlardan yeteri kadar uzakta durdu, onlar da yaklaşmadı. tarık hala sorunu konuşarak çözebileceğini düşünüyordu ama adamların niyetinin de dayak atmak olduğunu biliyordu. sorunu hala konuşarak çözmeye çalışan tarık çeşitli yolları kullanarak adamları gevşetmeye çalışırken içlerinden birinin diğer ikisinin arkasına doğru geçtiğini farketti. konuşmanın gerginlik seviyesi tırmanmaya devam ederken sorunun çocuğa “ufaklık” demesinden çıktığını söylemesi üzerine tanımadığı adamlardan biri şaşkınlıkla üst komşu adama baktığını gören tarık, komşusunun adamları buraya getirmek için kullandığı farklı bir konu olduğunu anladı. bunun üzerine diğer iki adamın arkasına doğru saklanan adamın diğer ikisinin yanına doğru açık bir pozisyona geçtiğini gördü. adam, tarık’ın omzuna elini attı. bilader kusura bakma biz buraya başka bir amaçla gelmiştik ama gerçeğin de başka olduğunu anladım. kusura bakma, sen bize müsaade et, biz konuşalım biraz. dediğinde tarık’ın göğsünden barsaklarına doğru bir gücün indiğini hissetti. herhalde bir anda düşen stres seviyesi sfinkterlerinden birinin gevşemesine neden oldu ama olması gerekenden daha fazla sıkarak, pantolonun ıslanmasını önledi. sonuçta bir erkekti ve gümüş tepside kendisine sunulan bu galibiyeti taçlandırması gerekiyordu. eyvallah bilader, ancak şunu söyleyeyim, ben kul ve komşu hakkına inan biriyim. kesinlikle hakkımı helal etmiyorum. bana bu yaşattıkları yüzünden herzaman da beddua etmeye devam edeceğim. dediğinde, hala sfinkterini sıkmaya devam ediyordu…

elbette bu hikayenin böyle bitmesini istemezdin okur. zaten böyle de bitmedi. bu, kitabın sadece küçük bir bölümünden alıntıydı. senin için buraya uyarladım. beğendiysen beğen butonuna basmayı ve abone olmayı unutma.
devamını gör...
bende yine ters etki eden eylemdir.
saatlerce özenle ettiğim beddualar sonucu aniden bir kaza geçirdim*. yani illa fiziksel iş mı yapalım, olayı paranormal biçimlerde halletmeye çalışıyoruz işte ey evren bir yardım etsene.*
devamını gör...
çok korktuğum eylem. neden mi? bilmediğim şeyden korkarım ben.
devamını gör...
kimse yaşattığını yaşamadan ölmezmiş.. bu açıdan bakınca diyorum kime ne yaptım da bu iş geldi başıma ya da biliyorum bana yaşattığını yaşayacak şerro en azından öyle olacağını umuyorum, salıyorum beddua etmiyorum.
devamını gör...
dualar doğası gereği good değil mi? bed dua nasıl oluyor?
devamını gör...
birincisi, hâlihazırda üzüp canımı yakanların başına mutlaka kötü şeyler geldiği için tercih etmiyorum. ikinci ve en önemlisi, kendimden korkuyorum. bir kez ettim vakti zamanında çünkü, öyle böyle bir şey olmadı ettiğim kişiye. hem de anında yaşandı, gözlerimle gördüm.

tanım: birinin başına kötü şeyler gelmesini istemek.
devamını gör...
alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste diye atasözlerine esinlenme olmuş kötülük dileği.

bazı aileler vardır, sürekli başlarına bir şeyler gelir o ailelerdeki fertlerin.

ergendim, bir cenaze evindeydik. evin 10-11 yaşındaki kız çocuğu polis minibüsünün çarpması sonucu ölmüştü maalesef.
anne '' yeter yeter neden bizden gidiyor hep, ver ver ver yeter'' diye ağlıyordu.

bu feryadın nedenini anneme sordum. o aile son 4-5 yılda 3 ferdini kazalarda, genç yaşlarda kaybetmişmiş.
varlıklı ama varlıklarını şaibe ile edinmiş bir aile olduğu söylenirdi. çok beddua aldıklarına inanırdı herkes.

dini inancın varsa adı beddua, dinle alakalı değil diyen için ise kötü karma işte.
devamını gör...
yatak duasimi varmis la

hani bed dua yaaa

ehuehheueheu .s.s..s.s

gene guldurdum sizi kizlaaaarssssss
devamını gör...
birinin kötü duruma düşmesini gönülden isteme, bir kimse için kötü dilekte bulunmaktır.
devamını gör...
az önce ettim valla
devamını gör...
hic sevmedigim. dusmanima bile etmem.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"beddua etmek" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim