dördüncü sezonun 13 eylülde(tam da doğum günümden 1 gün sonra başlıyor) başlayacağına ilişkin, yeni sezona dair mükemmel bir fragman yayınlanmış. aşağıya ekliyorum zaten de fragman öyle mükemmel ki gerçekten. yani bu diziye sadece komedi dizisi denmemeli ya aksiyon sahneleri cidden çok iyi. komedisi zaten bambaşka. deep turkish web kanalında bir replik vardır "yalvarırım ağzına al" şeklinde. ben de diyorum ki, "yalvarırım izleyin fragmanı".

devamını gör...

bu belgeseli birkaç yıl evvel netflixte izlemiştim, farklı bir platformda mevcut mu bilmiyorum, ancak kübanın çeşitli yıllardaki durumu, kübalı bazı ailelerin yıllar sonraki değişimi, kübadaki yaşam durumunu hatta fidel castro'ya kadar o kadar güzel bir anlatım var ki, küba'yı merak edenlere mükemmel, tam olarak tarih içeren bir belgesel.
devamını gör...

bu filmi henüz tamamen dün izleyip bitirdim, daha evvelden izlememiştim, yalnız öncesinde izlediğim ikinci filmdi. ben tersten gitmiş oldum ama olsun, ilk filmi sonradan izleyince de fark ettim ki ilk filmden replikler genelde mevcut. bir film tanımında yine hepiniz hoşgeldiniz sayın değerli okurl ve yazar kişiler.

film genel olarak keyifli, özellikle de fragmanı izleyip çok keyif aldım. bu filmde ahmet kural değli de murat cemcir daha bir ön planda oynamış. o sıralar muhtemelen ramazan güzeldir dizisinde ön planda olmasının sebebi ile olabilir. murat cemcir'in oyunculuğunu ben çokça keyifli buldum, ahmet kural da oldukça güzeldi.

filmin sinopsisi gibi olacak, aktarmak gerekirse, genel olarak iki çalgıcının bir cinayet olayını görüp, bu olayın onları sürüklediği aşamayı ve aşamaları anlatıyor. filmin olayı bu yani. filmde beğendiğim oyuncular, yani bu filmi şu oyuncu için izlemelisiniz dersem bir murat cemcir olur. iki ahmet kural diyeceğim ama sadece ahmet kural demeyeceğim ikide onunla beraber bir de şinasi yurtsever'i eklerim. ilk sırada murat cemcir, ikide ahmet kural ve şinasi yurtsever. şinasi yurtsever de gerçekten rolünün hakkını keyifli şekilde yerine getirmiş, replikleri hareketleri falan çokça güzeldi. filmdeki iki mafya karakteri de bunlardan hemen sonraya ekleyebilirim.

bu oyuncular genel olarak filmi keyifli hale getiren karakterlerden oluşuyor, filmde usta oyunculardan mesela erdal tosun da var ancak ben onun oyunculuğunu bu filmde pek beğenemedim. hani şu repliği çok güzeldi diyemiyorum, belki benim aksime daha çok beğenen varsa bilemem elbette.

filmin ikonik bir de iki karakteri var, zaten bunlar hep filmde ikili olarak görünüyor bora akkaş ve hazal kaya. rolleri kısa ama bence film açısından çokça ikonik ik karakteri canlandırmışlar. onların sahnesi olup diyalog oluştuğunda komik bir durum oluşmuş oluyor bir şekilde. filmi izleyenler ya da filmi izleyecek olanlar ne demeye çalıştığımı anlamış/anlayacaklardır.

bunlar dışında pek değinmediğim bir olay yok sanırım, filmde doğal bir hava var neticede zaten doğal olan iki çalgıcı karakterinin öyküsü bu film. bir çeşit onların hayatından durum komedisi. ayrıca filmde ahmet kural'ın hep her olayda olayın asıl noktasından bağımsız bir noktaya değinmesi de çok komik bir durum oluşturuyor. rolü bu nedenle keyifli hale geliyor bana göre.

izlemek arzusunda olanlara tavsiye ederim, zaten çok uzun bir film değil. yani çok büyük bir komedi şöleni beklemenizi tavsiye etmem. bir düğün dernek havasında değil, kendine tarz farklı bir hava barındırıyor bu film.

saygılarımla.
devamını gör...

filmi henüz yeni yeni izleyip bitirdim, sizlere "kendi adıma" taptaze bitirilmiş olan keyifli bir filmin incelemesini sunmak istiyorum. filmlere ve dizilere dair tanımlarımı okuyanlar bilirler ki mümkün oldukça tat kaçıran, keyif bozan, yani genel kullanımıyla spoiler sunmamaya özen gösteririm. ben genelde bir filmi izlemeden önce tanıtımlarına dahi çok az bakarım. o sebeple de hikayeden bahsetmeyi çok sevmiyorum.

şimdi bu filmin başrol koltuğunda şener şen bulunmakta, şimdi şener şen birçok filminde hemen hemen hangi role girse o rolü mükemmel oynuyor. ancak bu filmde kabadayı rolünü, bir yandan da hasta rolünü öyle güzel oynamış ki, yani onu izlerken, en azından onun sahnelerinde böyle kendimi gerçek bir kabadayının belgeselinde gibi hissediyordum. sözleri, tavırları. sahnedeki ruh hali, mükemmel bir oyuncu. hani şimdiki oyuncular gibi, örneğin sert adamsa her yerde sert, hiç gülmez bir tip değil. yerine göre güler, yerine göre sertleşir, yerine göre mantıklı hareket eder. zira yaşını almış bir kabadayı olarak, artık daha mantıklı hareketler sergilemesi gereklidir ki bu da onu güzel şekilde sergiler. bu sebeple filmi yalnızca şener sen'in sahneleri için dahi izleyebilirsiniz, ki filmde zaten sahneleri bolca mevcut.

şener şen'den sonra filmde en çok kimi beğendiğimi sorarsanız ben açıkçası sürmeli karakterini oynayan rasim öztekin'i beğendim. filmde eşcinsel ve şener şen'in oynadığı ali osman karakteriyle eski tarihten bu yana yakın olan birini canlandırıyor. eski bir dost, kardeş, ya da sürmelinin dizideki deyimiyle babası gibi gördüğü biri ali osman. oldukça yakınlar. eşcinsel bir karakter ama filmdeki rolü, ağırlığı ve özellikle bir sahne var ki, o sahnede gerçekten, eski kabadayı olan kişi ve kişilerden çok daha 'baba' karakter olduğunu, çok daha yakın bir 'dost' olduğunu gösterdi sürmeli. rasim öztekin, huzur içinde yatsın, gerçekten o da şener şen gibi oynadığı rolün hakkını veren bir oyuncu.

kenan imirzalıoğlu da bu filmde devran karakterini canlandırıyor. filmde kötü rolde. aslında filmde de nasıl desem, evet kötü bir karakter ancak içten içe bir aslında nasıl denir "delikanlı" geçinme durumu var. fakat zamanında girdiği işler nedeniyle, çalıştığı insanlar sebebiyle bir şekilde kötü işlerden çıkamamış, battıkça batmış biri. her filmde kötü karaktere çokça yüklenilir belki ama, bu filmde kenan imirzalıoğlu'nun sahnelerini tarafsız şekilde izlerseniz, kötü karakter olmsının ardında nedenler var. yani tabi kişinin iyi yahut kötü bir insan olacağı yapacağı eylemler sonucu belirleniyor ancak ben bu filmde kenan imirzalıoğlu'nu tamamen kötü görmekten ziyade, iyi bir kötü olarak gördüm. bir şekilde bir kadına olan sevgisinden kaynaklı olan kötü eylemler. her ne kadar onaylamasam da.

biraz da ismail hacıoğlu'na değinmek istiyorum. murat isimli karakteri canlandırıyor. ismail hacıoğlu'nu şu sahnede çok çok mükemmel bir performans sergiledi diye söylesem belki filmin sonlarına doğru diyebilirim. yani filmin bütününe bakarsak ismail hacıoğlu var diye izleyecekseniz izlenecek bir film değil onu baştan belirteyim. ismail hacıoğlu'nu çokça severim, hatta geçenlerde sınav filminin tanımında kendisini bolca övdüm diye hatırlıyorum. ancak gerçekçi bakmak gerekir ki, bana göre bu filmde ilk üç içinde bulunamaz.

filmde adı sürmeli'den sonra en çok duyulan isimlerden biri de karaca. karaca adeta filmin çıktığı yıllar içten içe acaba bir "karaca" reklamı mı yapmaya çalışmış anlamadım. sponsorlar arasında var mı bilmiyorum, ne alaka diyecek olabilirsiniz belki ama gerçekten çokça geçiyor şu "karaca"ismi. bir de yani neden özellikle karaca, başka isimler varken neden o isim anlamadım. sponsorluk durumu vardır ya da yoktur, ancak isim olarak bile bir şekilde geçmesi, belki de o dönem karaca markasına bir artı etki oluşturmuş olabilir neyse, bu sadece küçük bir düşünce. karaca karakterini canlandıran aslı tandoğan filmde nasıldı derseniz, filmdeki bir sahnesi var, yani spoiler vermemek için söylemeyeceğim ama ben gerçekten beğenemedim. hani evet neticede bir oyunculuk deneyimim yok fakat bir şekilde seyir zevkinden de anlayan biri olarak. hani oyunculukta şurada iyiydi diyebileceğim en azından benim bir sahne dahi olmadı. filmde olaylar bir şekilde kendisi üzerinden dönen ancak kendisi pek de filmde olmayan karakter, daha doğrusu var da yok. oluyor da olamıyor gibi, neyse işte.

filmde keyifli bulduğum sahneler çokça mevcut. ali osman'ın yani şener şen'in murat isimli karakterle konuştuğu sahnedeki diyaloğu çok iyiydi, kendisine mafya denildikten sonraki tavrı, çıkışı bence olaydı. kenan imirzalıoğlu ile olan sahnesi, sahneleri de çok iyiydi. filmi genel olarak kurtaran şener şen ve rasim öztekin diyebilirim. sonrasında kenan imirzalıoğlu ve diğerleri diye nitelendirebiliriz diye düşünüyorum. kenan imirzalıoğlu var diye izleyecek olanlar da hadi bir nebze izleyebilirler. bu film bir karakter üzerinden izlenecekse bu ali osman karakteridir. bir oyuncu üzerinden izlenecekse o da ali osman karakterini oynayan şener şen'dir.

izlememiş olup da izleyecek olanlara iyi seyirler diliyorum, bambaşka bir film tanımı altında buluşmak arzusuyla.

saygılarımla.
devamını gör...

sözlüğe girdiğim ilk bir ay hatta hemen hemen ilk birinci haftanın sonunda bu tanım başlığına tanım girmiştim ancak bir tanım daha girme arzusu oluştu. bu kez de değerli okuyuculara biraz a takımı dizisinin mantığından bahsetmek istiyorum.

şuan henüz imdb'yi açmadım. belki ihtiyaç duyar isem açarım ancak dizi 1983-1987 yılları arasında çekilmiş bir dizi olarak hatırlıyorum. benim doğumum da 1987'nın 10 yıl sonrasına dayanmakta. o dönemlerin amerika'sını yahut o dönemlerin farklı ülkelerini görmek arzusunda olanlar için keyifli bir dizi. görüntü kalitesi de dönemine göre oldukça keyifli. hemen hemen her bölüm gözüme çarpan olay da şu, nasıl yapmışlar dönemine göre bilmiyorum artık hollywood hilesi mi deniyordu ne hilesi deniyordu bilmiyorum. sürekli arabalar havada uçuyor. yani o dönemde her bölüm araba uçurmak, sürekli olarak bir uçak/helikopter sahnesi oluşturmak, dönemine göre kolay olmasa gerek düşünüyorum. neticede bir film değil dizi, 5 sezonluk bir dizi bu yani. her sezonunu bitirmedim, hatta çoğu sezonu halen duruyor. 1'i izledim. 2'nin çoğunu izledim. 3 ve 4'ü pek izlemedim. bir de 5'i izledim diye anımsıyorum.

3 ve 4'ün arada kalma sebebi şu, zamanında türkçe altyazılı olarak mevcuttu ve altyazı da 1-2(ikinci sezonunun bazı bölümleri yoktu) ve 5. sezon için vardı. 3 ve 4 için yoktu diye hatırlıyorum yoksa muhtemelen zamanında onları da keyifle izlerdim. sonrasında aradan uzun yıllar sonra türkçe dublajlı halini görmüştüm bir şekilde. bazı bölümlerini bu şekilde izleyebildim. 3. sezon falan bayağı vardı. ancak onda da dizi örneğin 45 dakikaysa bunun 2-3 dakikası falan ingilizce. yani eksik dublaj mevcut. ama yine de seyir zevkine bana göre çok etki eden durum değil. netice olarak zaten dublaj çok keyifli olay değil, ortalama bir seyir zevki sunuyor.

neyse şimdi dizinin olayına geçmek istiyorum. dizinin baş karakterleri george peppard, dwight schultz, mr.t ve dirk benedict(bu 4 oyuncunun da ismini henüz bakmadan yazdım, yazı sonunda unutmazsam bir bakarım imdb'den) gerçekten çok iyi oynamışlar. george(hannibal karakterini), dwight(murdock karakterini), mr.t(b.a baracus karakterini) ve dirk benedict(faceman karakterini, yani nasıl desek işte yakışıklı diyebiliriz) canlandırıyordu.

favori sahnelerim b.a ve murdock'ın atışma sahneleriydi. atışmalarının genel olarak sebebi de murdock'ın bir deli olması yahut dizide bir şekilde deliye vurması. özellikle ilk sezonlar sürekli faceman onu tımarhaneden kaçırıyordu. evet bildiğiniz tımarhaneden kaçırıyordu sürekli. her kaçırmada yeni bir numara bulup götürüyordu. kaçırma nedeni de genelde yanlarında bir pilot gerekli oluyor. bu sebeple de pilot ihtiyacını bir deliyle karşılıyorlar. evet bir delinin kullandığı helikopter yahut uçağa biniyorlardı. gerçi diziyle özdeşleşen bir sahne de bu durumdan oluşuyor. b.a karakteri murdock'ın deli olmasından mütevellit uçağa yahut helikoptere binmeyi asla istemez. bu şekilde ya içeceğine bir şey katarlar ya da bir şekilde arkadan vurup bayıltırlardı. başka türlü kolay kolay uçağa bindiğini hatırlamıyorum. gerçi ilk sezonda biraz zorunluluktan bindiği oldu, hangi bölümdü hatırlamıyorum ama o bölümü izlemesi çok eğlenceliydi. b.a karakterinin herhalde uçakta en çok ayık halde durduğu bölümdür. 3 veya 4. sezonda öyle bir bölüm var mı izlemediğimden bilmiyorum.

dizinin artık ana olayına geçeyim. biraz konuşma havasında anlatmak istedim çünkü benim çocukluğumda bir şekilde tv'den az çok hatırladığım bir diziydi. bu nedenle ağır ağır anlatmayı daha keyifli buldum.

şimdi dizinin jeneriğinde aslında olay anlatılıyor. bu 4 karakter eski askerler ve işlemedikleri suçtan dolayı hapse atılıyorlar. bunlar bir şekilde hapisten kaçıyor ardından adalete ihtiyacı olan insanlara para karşılığında yardım sunuyorlar. bu şekilde hayatlarını devam eden 4 kişilik bir ekip. aslında halen içten içe derim, adaletin olmadığı ülke sınırlarında bu gibi bir ekibe gerçekten ihtiyaç var.

dizide pek böyle birbirini takip eden olay döngüsüne rastlamadım. yani her bölüm farklı bir kişi ya da topluluğa yardım ettiklerinden bölümler diğerinden bağımsız zaten 3 ve 4'ün de altyazısız olması bu nedenle beni çok üzmedi neticede bir olay örgüsü hani hikaye şeklinde pek gitmediğinden istediğiniz gibi izleyebilirsiniz. hani ilk sezon bana göre sırasıyla izlenmesi daha keyifli ama diğer sezonlar için çok öyle olduğunu söylemem, söyleyemem.

şey gibi düşünebilirsiniz ya, yerli olarak gain'de yayınlanan ayak işleri. onda da her bölüm bir şekilde farklı görevdeler. bunda da a takımı ekibi her bölüm farklı bir görev alıyor ve birilerine adaleti sunuyor. dizinin olayını bu sebeple seviyorum. tür olarak tam hatırlamasam da bana göre tam bir aksiyon-komedi dizisi. diziyle özleşleşen bir diğer sahne ve replik de her bölüm sonu takımın lideri ve plan kurucusu hannibal'ın, planı işledikten sonra purosunu çıkarıp, "ı love it when a plan comes together." demesi. hatta youtube'da bir ara bu sahnelerine dair kolaj tarzı video dahi vardı. türkçe çevirisi ile "planın yolunda gitmesine bayılıyorum(yahut bayılırım, öyle bir şey)." diye çevrilirdi keza türkçe dublajında da bu şekilde.

diziyi izlemeyenler adına, diziyi anlatması adına özet bir tanım olduğu düşüncesindeyim. izlemek arzusunda olanlara, keyifli seyirler diliyorum.

saygılarımla.
devamını gör...

iki bin altı yılında vizyona girmiş olan film, o dönemler henüz ilkokul 3-4. sınıfta falandım. filmi de muhtemelen 6. sınıfta falan yahut o civarlarda izledim diye hatırlıyorum. çocukluğumun filmi olması nedeniyle bendeki yeri oldukça özel. (bkz: otobüsteuyuyanbal) ile yepyeni bir film tanımına hoşgeldin bu arada sayın okur.

film oyuncu kadrosu ile, anlatmak istediği, anlatmak istedikleri ile, müzikleri ile çokça mükemmel. filmde eğitim sistemine karşı yapılan bir eleştiri söz konusu sürekli olarak, işte öğrencilerin hayatının belirli bir sürelik sınavla sınırlandırılması durumu. tabi bunun yanında öğrencilerin kendi özel hayatlarında olan biten durumlar da mevcut ki filmi duygusal tarafa çeviren yan da bu.

oyunculardan bana göre en çok seyir zevki sunan ismail hacıoğlu, ismail hacıoğlu'nun annesi rolünde bulunan ayda aksel, lise müdür muavini tuba büyüküstün. bu üç oyuncunun da rolü bence çokça güzeldi. ismail hacıoğlu'nun annesi ile olan sahneleri zaten ayrı bir muazzam ve duygusal, filmin bu tür sahnelerinde kullanılan müzikler şaheser zaten. yani filmin bulunmuş olduğu dönem itibariyle o yıllardaki müziklerin çokça kalite sunuyor olması filme ayrı bir güzel hava katmış. müzikleri şöyle söyleyeyim, hatta şuan bu tanımdan sonra dinleyeceğim badem grubundan sen ağlama isimli şarkı. duman grubundan, yanıbaşımdan isimli şarkı. manga grubundan dursun zaman. ve nil karaibrahimgil'den yaş 18 isimli şarkı. bu şarkıların her biri muazzam sahnelerde kullanılmış. bu şarkıların çoğunu dinlediğinizi düşünüyorum, hani bu tanımı henüz filmin çıktığı yıllarda yapıyor olabilseydim, o zaman böyle filmde direkt o şarkıları ilk kez dinlediğinizde sahnenin duygusu çok daha güzel şekilde geçerdi diye düşünüyorum. ama yine de filmi izlemediyseniz, birçok sahnenin duygusunu alabileceğinizi düşünüyorum keza özellikle yukarıda bahsettiğim şahısların oyunculukları mükemmeldi.

zaten bu sebepledir ki filmi bir kez daha, biraz önce bitirdim, bitirmem sebebiyle de bu tanımı eklemek istedim. kolay kolay bir filmi tekrar tekrar izlemeyi seven biri değilim ancak benim için özel olan filmlerden birini de tekrar izlemeyi çok severim.

sınav gerek sisteme olan eleştiri, gerek hayata karşı, hayata bana kalırsa "nasıl bakmamız gerektiği" konusunda mükemmel bir ders niteliğinde filmdir. yani bu sebeple ki, sınav filmini yalnızca üniversite yahut liseye geçiş aşamasında ders çıkarabileceğiniz bir film olarak düşünmeyin, genel olarak bu filmi hayattaki birçok anınızda uygun olarak düşünebilirsiniz. sınav filmi, ismi gibi sadece sınav değil de genel olarak hayattan bahsediyor. keza hayat da zaten içeriğinde farklı farklı sınavlar sunan bir maratondan ibaret ne yazık ki.

bu mükemmel filmi izlememiş olanlara, ilk fırsatlarında mutlaka izlemelerini tavsiye ediyorum. ayrıca şuan ayak işleri dizisinin yönetmeni olarak bulunan caner özyurtlu da o filmde bulunmakta. caner özyurtlu'yu takip edenler biliyordur diye düşünüyorum. not olarak eklemek istedim.

bir başka film tanımı altında buluşmak arzusuyla, saygılarımla.
devamını gör...

gain'de yayınlanmakta olan, üç sezonluk diziyi henüz dün tamamladım ve huzur içinde bir dizi değerlendirmesi yapmak istiyorum. daha önceki film ve dizi değerlendirmelerimi okuyanlar bileceklerdir, mümkün oldukça tat kaçıran detay vermemeye gayret ediyorum. hatta ben mesela dizinin ilk tanıtım fragmanı haricinde, diğer sezon fragmanlarını hemen hemen hiç izlemedim, yani beni nelerin beklediğini bilmeden öylece izledim.

diziyi çok detaylı yorumlamayacağım, imdb puanı 8.0 olan bir dizi, ben kendim puanlasaydım bu puan 8.5 ile 9.0 arasında olurdu muhtemelen, çünkü bugüne kadar izlediğim dizilerde gerçekten bana en çok hitap eden dizilerden biri olduğun fark ettim izledikçe. eminim birçok insanda da bu muhtemeldir. neden böyle diyorum hemen ona değineyim.

ramy karakteri, (bu arada gerçek hayatta da ismi ramy. ayrıca bildiğim kadarıyla standup gösterileri de yapan biri.) dizi içerisinde hep bir arayış içerisinde, ne arayışı derseniz artık, tanrı arayışı. mutluluk arayışı, kendini arayışı. sürekli bir arayış içinde. dizinin üç sezon olma detayı da bana göre çok güzel çünkü bu dizi tam olarak sırasıyla gidiyor. gerçek ismi ile ramy youssef bu durumu çok güzel ayarlamış, bunu da dizide başrol olmanın yanında hem yapımcı hem de senaryo yazarı olmasına bağlıyorum. yani hangi sırayla gideceğini iyi ayarlamış. standart şekilde ilk sezon giriş, ikinci sezon gelişme, üçüncü sezon da sonuç olarak düşünebiriz. hatta üçüncü sezon bana göre gelişme ile başlayan bir sonucu niteliyor. kendini bulma yolunda bir gelişme. ben açıkçası ikinci sezonu çok sevdim, en sevdiğim kısımlar birinci sezon finali, ikinci sezonun hemen hemen tüm bölümlerini beğendim. üçüncü sezonu diğerlerine göre daha az beğensem de final beni tatmin ettiği için diziyi bütünüyle beğendim. sıralayacak olursam, sezonları 2, 1 ve 3 diye giderim.

dizinin ismi ramy fakat dizide sadece anlatılan o değil, yani elbette ki başrol olması nedeniyle en çok ön planda o ancak ramy ana - babadan müslüman ve ailesiyle birlikte yaşayan, bir de kız kardeşi olan bir karakter. bir çekirdek aile anlayacağınız. bu dizinin özet kısmında da zaten yazar zamanında mısır'dan amerika'ya göç eden bir aile, yeri geliyor mısırlı olmasından kaynaklı olarak çocukluğundaki travmalara da yer veriliyor, neyse.

aile ev içinde, anne - baba genelde arapça konuşuyor, anne hatta nedenini söylemeyeceğim tat kaçırmamak adına ama fransızca da biliyor. anne de anne yani. güzel bir kadın, milf. fakat ailesine sürekli olarak karışıyor, tipik bir anne diyebiliriz. hani tamam çocuklarının iyiliğini isteyen ama çok da fazla karışan bir anne, genel olarak bir ortadoğu ülkesi annesi işte. her ne kadar amerika'da yaşamakta ise de ruh halen mısırlı. baba biraz daha böyle umursamaz bir karakter. yani anne kadar değil, bu da aslında tipik bir baba gibi denebilir. sürekli olarak çalışan, çocukları için sürekli güzel bir gelecek arzusu içinde çalışan bir baba. bir de yukarıda belirttiğim gibi bir de kız kardeşi var ki, mükemmel ötesi bir güzelliği, ses tonu var kızın. bazı bölümler onun ön planda olduğu da oluyor. yani dizide aile üyelerinin ön planda olduğu bölümler yeterli sayıda ve güzel. yani evet baş karakter kadar değil ancak tadında bırakılmış şekidle gösteriliyorlar bize dizide. dizideki arapça aksanları ayrıca sevdim çünkü karakterleri imdb'den de okudum hemen hemen arap karakterleri oynayan çoğu kişi gerçekten de filistin yahut mısırlı olan kişiler. yani o yüzden kimse bilmeden etmeden demesin ki yok efendim arapça konuşmalar çok yapmacık, asla değil gayet de özgün tam olarak bir arap konuşması.

karakterlerde bir de ailede eve sürekli gelen bir dayı faktörü var. dayı bu aileye göre daha bir zengin işinde gücünde bir adam. ne zaman kendi parasıyla bir şeyler yapılmışsa, borç verilmişse bunu göze sokarcasına, övünerek anlatan biri. sevilmeyen bir akraba tipi. ayrıca bu karakter sürekli olarak hemen hemen her konuda bir komplo teorisi üreten biri. yahudilerle ilgili, amerikalılarla ilgili ve daha aklınıza gelebilecek birçok millet ile ilgili hatta eşcinsellerle ilgili, ne kadar azınlık vs vs var ise hepsine karşı bir komplo teoirisi bir kötüleyici, kötümser düşüncesi var. izlerseniz eğer izledikçe tanıyacaksanız.

dizide artı 18 olarak nitelendirilebilecek seks sahneleri özellikle de ilk sezonda bolca mevcut, diziyi sırf bu nedenle izleyecek yahut izlemeyecek olanlar olabilir diye özellikle belirtmek istedim ki önceden önleminizi alın yok efendim bana bu ayrıntı verilmemişti falan demeyin, var yani, bu dizide seks var.

daha da fazla diziyi anlatmak istemiyorum, çünkü dahasını anlatırsam detaya girmem gerekir, burada kesiyorum. çokça dizi izleyen, özellikle de yeni dizi izleyen biri değilim, çok seçiciyim, o sebeple bu dizi tavsiyemdir, özellikle bir arayış içerisinde, özellikle de din konusunda arayış içinde olanlara kesinlikle tavsiyemdir, bütünüyle izlemelerini arzu ediyorum. bölüm süreleri de gerçekten sizi hiç yormaz, ben bu 3 sezonluk diziy hemen hemen 1.5-2 haftada falan bitirdim yanlış aklımda kalmadıysa. her sezon 10 bölüm zaten. bölüm süreleri de minimum 25-26 dakika, ortalama 30-34 dakika, en fazla da sezon finallerinde olmakla beraber 40'a kadar çıkıyor. ama dediğim gibi bu 40 durumu sezon finallerinde. bunun da sebebi genelde sezon finallerinde biraz daha özete yer veriliyor sezona dair. ondand olayı, yoksa onlar da 40'dan az aslında. zaten daha uzun olsa ben izlemezdim.

saygılarımla.
devamını gör...

alfa yayınlarının, bilim serisinde olan ve paul bloom tarafından yazılmış olan bana göre mükemmel ötesi bir kitaptır. kitap isminin anlamın bütünüyle karşılıyor. hatta kitabın kapak fotoğrafında da yazar "sevdiğimiz şeyleri neden severiz" işte tam olarak kitap bunu açıklar, aklınıza gelince iğrenç olacağını düşündüğünüz şeyleri dahi seven insanların, bu şeyleri neden sevdiğine dair durum anlatılmakta, hatta örnek vereyim, normal şartlarda umursamayacağımız bir gömleğin bizim için çok değerli, ünlü bir şahsiyete ait bir gömlek olduğunda o gömleğe dair bakış açımızın daha farklı olacağı ve gözümüzde daha değerli olacağına dair detaylara da yer verilmekte. burada verdiğim gömlek örneği yahut bunun bir ve birden fazla benzer örneği kitap içeriğinde yer almakta.

bu alana ilgisi olanlara tavsiye edebileceğim bir kitaptır.
devamını gör...

bu tanımı açıkçası kendime de küçük bir not olablimesi adına yapıyorum biraz. zamanında bu filmi izledim, filme dair en çok hatırladığım şey selçuk yöntem'in oyunculuğundan keyif almamdı. geniş kapsamlı olarak diğer oyunculukları hatırlayamadımğım için bir yorum yapamayacağım fakat izlenilesi bir filmdi diye hatırlıyorum. filmi bir ara eğer yeniden izleyebilirsem daha geniş kapsamda tanım eklemeyi planlıyorum.
devamını gör...

bu durumu muhtemelen daha evvelden de dile getirmişimdir ama yerli dijital platformlarda yapılan en keyifli ve en kaliteli işlerden biridir bana göre ayak işleri. ilk sıraya şahsiyet ilk sezon dersem, ikinci sıraya da ayak işleri dizisinin ilk 3 sezonu derim. hatta 3. sezonda final durumu yapıldığında bu bu durum beni cidden üzmüştü, fakat sonradan yeni sezon geleceğini duyduğumda çokça mutlu oldum. hatta bugün 4. sezona ilişkin bir haber de gördüm, benim gibi dizinin meraklılarına duyrulur, yeni sezon çekimleri başlanmış.

kaynak: boxofficeturkiye.com/haber/...
devamını gör...

merhabalar sayın bu filme dair tanımımı okumak arzusunda olan değerli insan, hoş geldin.

pulp fiction benim için, quentin tarantino'ya dair en keyifli ikinci filmdir, ilki, her ne kadar bu filme göre durağan gitse de reservoir dogs filmidir. bendeki yeri, değeri bambaşkadır.

bu film ise hikaye örgüsü diğer filmlerde olduğu gibi biraz farklı ilerleyen, başı kıçı farklı olan bir filmdir. ki bu anlatımı da çok seviyorum, hoşuma gidiyor. filmde birbirinden bağımsız birçok karakteri bir şekilde birbirine bağlama ustası quentin tarantino.

ilk başlarda görünen, bir anda soyguna karar veren tipler, iki silahlı şahıs, ki ikisi de birbirinden muazzam oyunculuğa sahipler. biri john travolta, diğeri ise samuel l. jackson. ikisinin arasındaki diyaloglar muazzam. ki soygun kısmındaki adamı da es geçmemek gerek, o da reservoir dogs filminde oynamıştı. gerçek adıyla tim roth.

not: bu tanımı 2024-05-06 günü 01:27:57 saatinde taslaklara ekleyip öylece bırakmışım, şuan bilgisayardan girince bir farkına vardım, devam etmek istedim ve aradan 20 gün sonra devam ediyorum.

aslında gayet de filmi olması gerektiği gibi açıklamışım oraya kadar, filmde diğer önemli oyunculardan biri de john travolta ile beraber sahneleri olan uma thurman. kill bill'de gelin karakterini canlandıran, saçı sarı olan ablamız. bu filmde saçı siyah şekilde aramızda, kadın gerçekten o kadar güzel ki, her iki saç da mükemmel olmuş. neyse, uma thurman ile john travolta'nın meşhur bir dans sahnesi vardır bu filmde, belki de filmi izlemeyenler dahi o sahneyi biliyor olabilirler, keyifli bir danstı. ben ikili arasında restoranta yemek sırasındaki diyaloglarını da çok severim. zaten quentin tarantino'nun bana göre en keyifli olaylarından biri diyalogları doğal, keyifli şekilde bize yansıttırması olayı. tamam, elbette filmde kan sahneleri de mevcut elbette, ama kan her ne kadar olsa da, diyaloglar kadar bana göre ön plande değiller. buna gerek reservoir dogs, gerek the hateful eight, gerek inglourious basterds filmlerinden örnek verilebilir.

filmde çokça aksiyon arıyorsanız, filmde asla çok büyüleyici, devasa aksiyon sahneleri yok belirteyim, filmi izleyecekseniz, böyle birbirinden bağımsız karakterlerin hikayesinin birbiri ile nasıl kesiştiği durumundan etkilenebilirsiniz diye düşünüyorum ve yukarıda da belirttiğim üzere diyaloglar. bu gibi etkenler ilginizi çekmiyorsa, filmde sizi de çekecek çok faktör olabileceğini düşünmüyorum. ancak her ne olursa olsun, bu film tür olarak, konu olarak size uygun değilse dahi, bir şans verip bakış açınızın güncellenmesine sebebiyet verebilrsiniz diye düşünüyorum.

saygılarımla.
devamını gör...

filmi ilk izlediğimde muhtemeln ben henüz ilkokul sonlarda yahut ortaokulun başlarındaydım. büyük bir heyecan var tabii 1-97 bölümlük diziden dolayı. filmi de o heyecanla izleyince daha bir keyifli olmuştu. polat alemdar'ın memati ve abdulhey beraberin'de ırak'a giriş sahnesi zaten muazzamdı. polat ile kimlik kontrolü yapan şahıs arasındaki kürtçe diyaloglar vs. halen şu yaşımda izlediğimde aradan yıllar geçmiş olsa da çok keyifli gelir bu filmi izlemesi. çünkü film genel olayı itibariyle seyir zevki veriyor. polat'ın sam karakteri ile otelde yemek masasındaki diyaloğu da mesela çok iyiydi.

film üzerinden uzun yıllar geçmiş olsa da elbette ki vardır izlememiş olanlar, yahut izlemek isteyip henüz izlemeyenler falan o sebeple üstü kapalı şekilde yazıyorum filme dair düşüncelerimi. diyaloglar açısından çok beğendiğim bir filmdi. bazı gerçekleri gün yüzüne seren bir film. zaten kurtlar vadisi dizisi de öyleydi, gerçekler bir şekilde öne seriyordu, filmde de bu doğrultuda ilerlemiş olduklarından çok kaliteli bir yapım ortaya konmuş.

filmdeki zikir sahnesini de çok seviyorum, hatta tanımı yazdıktan sonra muhtemelen unutmazsam hemen yeniden o sahneyi izleyip / dinleyeceğim.

bunun dışında film aksiyon anlamında da bana göre gayet dönemine uygun olarak bekleneni kararında veren bir yapımdı. patlama sahneleri ve çatışma sahneleri çok iyiydi.

son değinmek istediğim şey ise müziği, kurtlar vadisi ırak filminin jeneriği o kadar mükemmel bulduğum bir jenerik ki, dinlememiş olanlara mutlaka tavsiye ediyorum, benim hafta içi sabahları uyanmak adına kullandığım alarm müziğimdir. tam bir böyle gaza getirmelik müzik.

izlememiş olanlara izlemelerini mutlaka tavsiye ediyor, tanımımı okuyup zamanını ayıranlara da teşekkürlerimi sunuyorum.
devamını gör...

merhaba sayın pek kıymetli okur, tanımlarıma denk gelenler fark etmiş olabilirler muhtemelen bir süredir deli yürek dizisini izliyordum. yaklaşık 2-3 aylık süre sonucunda, dün gece saatlerinde 113 bölüm, 4 sezondan oluşan deli yürek efsanesini bitirdim. bu nedenle bu diziye dair de tarafsız bir inceleme sunmak istiyorum. evvelinde belirteyim, bu yapımı ön yargılı düşünceler ile "mafya dizisi", "sürekli silahlı adamlar birbirini öldürüyor", "toplumu kötü etkiliyor", "şiddete sevk ediyor" vs vs gibi kulaktan duyma bilgilerle bilenler var ise bu düşüncelerini bir tarafa bırakıp okumalarını rica edeceğim, tabii okumak istiyorlar ise eğer.

bu arada bu tanımımda tam şuan bana eşlik ediyor olan, youtube müzik ile açmış olduğum deli yürek dizi müziklerine de teşekkürlerimi sunuyorum.

baş karakterden biraz biraz bahsetmek istiyorum, yani (bkz: yusuf miroğlu) karakterinden. bu kişi zaten kendi deyimiyle de "nefsi müdafaa" durumu haricinde kolay kolay kimseye silah çeken biri değil ve net şekilde söyleyebilirim ki bazı istisnalar haricinde 113 bölüm boyunca bu kuralını da asla çiğnememiştir. hayatta daima istisnalar vardır neticede, bu kişi de bir insandır, robot değildir, elbette farklı durumlar oluşması bu nedenle norma uygundur. yusuf miroğlu evvelini bahsetmeyeceğim ama genel olarak bir oto galeri sahibi olarak bulunuyor dizide. fakat bir yandan yardıma ihtiyacı olan insanlara da mümkün oldukça yardım ediyor, karşı taraftan herhangi bir menfaat beklemeden. ki bu yardım işini de çoğunlukla silah kullanmadan yapıyor. miroğlu karakterini silahını kullanan biri olarak bu dizide çok az görürsünüz bu nedenle. kendisine silah doğrultulmadıkça vs kolay kolay silah başvurduğu bir yol değil. yani vurdulu kırdılı bir dizi arzusunda olanlar için asla uygun değildir. yusuf miroğlu genel olarak halkın içinden, ama bir o kadar da halkın dışından olan biri. ne demek istiyorum şöyle açıklayayım, halkın içinden çünkü büyüğünü de biliyor küçüğünü de. büyüğüne de nasıl davranacağını biliyor küçüğüne de. düşmanına dahi, bu düşmanının eğer ki hayinlik gibi bir atılımları yok ise düşmanına dahi gayet düşmanını bilip ona göre davranıyor. bakın bunu racon olarak görmeyin, zira yusuf miroğlu karakteri zaten racon kelimesini sevmeyen birini temsil ediyor ve bunu da sürekli dizide dile getiriyor. bir o kadar da halkın dışında, çünkü birçok özelliği ile de halkın içinden olamayacak kadar masum. kendi konumundaki birine göre. birçok insan ona saygı ile bakarken, saygılı davranırken kendisi hep bir tevazu içinde davranıyor. hatta kuşçu karakteri, kuşçu karakterine de değineceğim biraz biraz. kuşçu karakteri kendisine yer yer kendisinden daha üstün sıfatlar verdiği an miroğlu hep "insaf kuşçu" diye cevap veriyor. yaptığı bir işten dolayı teşekkürü vs dahi çoğunlukla kabul edemiyor. öyle bir karakter. yani kimse bu karakteri bana "al işte mafya babası" vs diye nitelendirmesin, ne mafya babası ne de kabadaydır yusuf miroğlu. sadece genel olarak adaletsizliğe karşıdır işte. ha şimdi buradan hemen şu anlaşılmasın, "al işte kendi adaletini kendisi sağlıyor". hayır yahu hayır, değil. durum öyle değil. kendisi hep sürekli kendisine yardım için gelenlere de, yardım istedikleri konu hakkında önce şikayette bulunmalarını istiyor ilgili kurum ve kuruluşlardan. elinden gelebileceği bir şey var ise yapıyor sadece. kırıp dökmeden yapıyor bunu yusuf miroğlu.

neyse, yusuf miroğlu karakterine daha değinebilirim ama daha da uzun uzadıya yazmak istemiyorum, zaten mümkün oldukça kabaca anlatıyorum. diziye karşı tatk açıran detay vermeyi sevmem. biraz da ağabey karakterine değinmek istiyorum. ağabey isimli karakter de dizinin en önemli karakteridir, kendisi devletin içerisindeki bir istihbarat ekibinin lideri. yusuf miroğlu karakterini medyaya yansıyan çeşitli başarılarından dolayı gözüne alıp, istihabarata almak istiyor. yusuf miroğlu ile ilişkileri de bu şekilde başlıyor ağabey karakteri ile. ağabey karakteri de nasıl desem, evet devletini çokça seven, devleti için birçok şeyden fekadarlık yapabilecek biri olduğunu sürekli gözler önüne seriyor. ama bunu gerek doğrusuyla, gerek yanlışlıyla yapıyor. çünkü onun temelinde bir şekilde devleti korumak bakış açısı var. kendisince haklı sebepleri var vs. bu karaktere de çok değinmek istemiyorum, bu da böyle kalsın.

karakter olarak bir de değineceğim kuşçu var, diğer karakterlere sezonlara dair kısa kısa anlatımlarımda azcık yer verebilirim. kuşçu nasıl desem, dizide sürekli her karakterin bir şekilde kendini bulduğu yer. hemen hemen her karakter bir şekilde orada buluyor kendisini, kuşçuya danışıyor, kuşçuya geliyor. kuşçunun çayını içiyor vs. özellikle de yusuf miroğlu karakterinin vazgeçilmez mekanı kuşçunun yanıdır kesinlikle. öyle ki, hatta buna dair belki biraz absürt dahi olabilecek bir videoyu bugün youtube kanalıma eklemiştim, alta da onu ekliyorum. izlemenizi öneriyorum.



videoyu izlediyseniz ona dair şöyle devam etmek istiyorum. miroğlu burada nefes alamıyorum diyor, nefes alamayan kişi normalde nereye gider, evet bir şekilde hastaneye gider görünür vs. ki yusuf miroğlu zaten videoda görüldüğü üzere hastane önünde yani. buna rağmen ne diyor sonrasında "ben bir kuşçuya gideyim". evet, bu sahneyi izlediğimde gülmüştüm, halen de gülerim. ama aslında anlamlı, bir şekilde onda, onun yanında huzur bulduğunu, onun yanında nefes alabildiğini biliyor, bu sebeple de kuşçunun yanına gitmek istiyor. hangimizin yanında böyle bir kuşçu vardır ki şimdi? yani günümüz psikologları yahut psikyatristleri evet işleri gereği maaşları karşılığında yahut sizden aldıkları ücret karşılığında bunu yapabilirler. ancak kuşçu bir şey talep etmeksizin, aksine çayını paylaşıp insanlara iyi gelmeye çalışıyor. deli yürek dizisindeki en keyifli karakterlerden biridir bana göre.

şimdi diziyi sezon sezon ayırmak istiyorum, 4 sezondan oluşuyor ve ben hemen hemen her sezonu ayrı güzel ve keyifli buldum diyebilirim. ilk sezondan tutalım son sezona dek. ilk sezon biraz daha böyle yusuf miroğlu henüz tanınmamış bir karakter, bu nedenle tabi çok hikaye gelişmiş durumda olmadığından bize büyük heyecanlar sunamıyor. ama özellikle 2 ve 3. sezon heyecan noktasında çok keyifli. keza 4. yani son sezon da çok çok seyir zevki veriyor. 4. sezona dair bana göre, beni en üzen durum dizideki zeynep karakterinin değişmesi, yani zeynep karakterine hayat veren oyuncu değişiyor. artık o süreçte oyuncu neden diziden ayrıldı bilmiyorum ama ben ilk zeynep karakterinin diziye çokça yakıştığını düşünüyordum. hani sonradan gelen zeynep karakteri de kötü değil evet ama yine de ben ilk oyuncuyu daha çok uyumlu bulmuştum dizide. kadın karakterlerden ayşegül karakteri de çok güzeldi. burada normalde eklemeler yapmak isterdim fakat tat kaçıran detaylar sunmamak adına ekleme yapmayacağım.

daha da fazla uzatmak istemiyorum, ben bir yerli yapımdan beklediğimi bu diziden çokça aldım. yahu yusuf miroğlu karakteri gerçekten örnek olası bir karakter, mafya değil mafyadan uzak, kabadayı deği. kendi halinde yaşamına devam eden, kendisinden yardım isteyenlere elinden geldiğinde yardımcı olmaya çalışan, haksızlık karşısında sessiz kalamayan biri. ne yani şimdi haksızlık karşısında sessiz kalan bir karakter olmasını mı isterdiniz, toplum böyle bir karakteri mi örnek alsaydı?

yusuf miroğlu, türk dizi sektöründe belki de en en örnek alınası karakterlerden biridir, bunu dediğim gibi dizinin tüm bölümlerini izlemiş biri olarak içtenlikle söylüyorum. merakınız var ise bu diziye karşı da mutlaka izlemenizi tavsiye ederim. bölüm süresi oldukça ideal, ilk bölümden bu yana sanırım en uzun bölümü, bir önceki bölümün özetiyle birlikte 1 saat 20 dakika civarındaydı hem de özetle birlikte yani. normalde süreler 50-55 dakika aralığında. bazen özetleri çıkarınca biraz daha azalıyor bu süre. şimdik dizilerin yarısından daha kısa anlayacağınız.

izlemek arzusunda olanlara keyifli seyirler diliyor, tanımımı okuyanlara değerli zamanlarını ayırdıklarından teşekkürlerimi sunuyorum.
devamını gör...

çocukluğumun dizisi olan çocuklar duymasına dair yazacağım bu tanımda bana eşlik edecek olan emektar bilgisayarım ve bilgisayarın emektar klavyesine teşekkürlerimi sunuyorum.

diziyi ilkokul yıllarımdan hatırlıyorum, o yüzden hatırladığım, izlediğim, bildiğim ve bilgimi güncellediğim kadar sizelere aktarayım. belki nostaljik dizi izlemek isteyenler nasiplenir.(buradan tutunamayanlar dizisindeki fehmi abiye selamlar)

dizide asıl ailemiz, haluk ve meltem ve onlardan olma iki çocuk duygu ve emre'den oluşur. emre yani namı diğer havuç. neyse işte. baş karakterimiz haluk inşaat mühendisi olup bir şirkette çalışmakta, ailesini bu şekilde geçindirmektedir, bir yandan meltem de başka bir şirkette insan kaynakları müdürüdür. haluk'un deyişi ile "personel müdürü". dizide genelde ön planda olan haluk ve meltem'in bir şekilde herhangi bir konudan kavga etmesi olayı vardır. şimdi belki feminist bireyler bana kızacaklardır fakat kavgaların büyük çoğunluğu meltem'in sürekli monoton yaşamdan sıkılıp bambaşka arzularından kaynaklanır. yahut işte haluk'un meltem'in giydiği kıyafetleri kıskanmasından kaynaklanır vs. ikisi arasındaki kavgalar genelde mutfakta yaşanır, zira mutfakta yaşanınca muhtemelen sesleri çocuklarına gitmez, yani herhalde gitmiyordur başka ne mantığı olabilir ki. hatta aralarında kavga başlayacağı sırada, haluk yahut meltem'den biri "mutfak" repliğini söyler ve ikisi birlikte mutfağa gidip kavgalarına orada devam ederler. yer yer mutfakta tabaklar kırılır, bir şeyler dökülür bu kavga sırasında. ama neticede kavga olayı çocuklara yansıtılmaz ki bu bence çok hoş bir olay. evet, aile arasında bir şekilde kavga olayı olur, norma uygundur. ama çocuklara yansıtmayı ben de hiç uygun görmem, bu sebeple bu davranışları dizinin en güzel örneklerinden biri olabilir. karakterlere üstü kapalı değineceğim zaten bu aile dışında bir de selami ve gönül karakterine değineceğim o kadar.

şimdi bir de duygu ve emre karakterlerine deyineyim. emre, dizi boyunca hep bir telefon isteme arzusunda olan bir çocuk, hemen hemen her bölüm bu isteğini dile getirir. yer yer evden kaçma numarasına dahi girişir. ama o telefon bir türlü alınmaz. sürekli ablası duygu'nun telefonunun olması fakat kendisinin telefonunu olmaması durumundan yakınır. haluk ve meltem'in belki de birbirlerini en çok destekledikleri konu işte buradadır. ikisi de emre'ye yaşı gereği telefon almadıklarını söylerler. dizide emre henüz 15 yaşlarında yahut 15 yaşlrından küçük bir çocuğu temsil etmesi nedeniyle ona telefon almazlar. bu da bence muazzam bir örnek, hatta şuanki birçok çocuğa da örnek teşkil edebilse ne güzel olurdu. ancak ne yazık ki şuan birçok aile telefon, tablet, bilgisayar gibi birçok şeyleri daha belli bir erişkinliğe girmeden çocuklarına öylece bırakıyor. bizlere de bu saçma sapan youtube shorts videolarını izlemek düşüyür.(maalesef ki denk geliyoruz) neyse yani, ben bu konuda da dizinin verdiği mesaja saygı duyuyor bu durumu destekliyorum. belli bir erişkinliğe girmeden çocuklara böyle şeylerin verilmesini gerçekten uygun görmüyorum. çocuk biraz doğa ile iç içe, arkadaşları ile sosyal hayatat büyümeli bana göre. ben yaşım ve doğup büyüdüğüm döneme göre bir miktar sokata bir miktar da bilgisayarla büyümüş bir çocuk olarak hayatımdan memnunum. hatta bir miktar daha sokakta büyümek isterdim. çünkü sosyalleşmek gerçekten güzel bir olay. teknoloji, şu gözümüzün önünde yer alan ekranlara bağlı yaşamak hiç de güzel şey değil. ne demiştim, emre'nin derdi ve arzusu telefon işte. ama olmuyor. yeri geliyor telefon alınması için şarkı bile yapıyor hatta. yani kendi çapında bir şarkı işte. emre'nin dizideki maceraları gerçekten komik bu arada. biraz da duygu karakterine deyineyim. duygu karakterinin de elbette arzuları var, aklımda kaldığı kadarıyla söylemek istiyorum, duygu'nun da ayrı oda ve kredi kartı gibi arzuları oluyordu. kardeşi emre ile aynı odada yaşamayı sevmiyordu, rahat rahat alışveriş yapabilmek adına kredi kartı istiyordu. tabii ailesi duygu'ya yaşı gereği telefon almış fakat yine de kredi kartı kullanabilecek erişkinlikte olmaması nedeni ile kredi kartı vermemişlerdi. ve evet yine söylüyorum bu da çok çok güzel bir ders niteliğinde olay. şuan kredi kartlarını birçok yetişkin insan, ben, sen, o yahut bizler, gerçekten çoğunlukla amacı dışında gereksizce kullanıyor olabiliyoruz. abartılı borçlara giriyor, bir de bunları ödemek için çalışıyor, uğraşıyoruz. hiç almasak bir şey kaybetmeyeceğimiz ihtiyaçlar üretiyoruz, buna da sebebi kredi kartı oluşturuyor tabi. olmasa nereden boş boş ihtiyaç üreteyim ki.

dizide bir de haluk'un iş arkadaşı selami ve selami'nin eşi olan gönül karakterleri de mevcut ki. onlara çok geniş değinmek istemiyorum. ha bu arada meltem ile gönül de aynı şirkette çalışıyor. bu da böyle bir saçma ayrıntı işte. genelde iki güne bir selami ve gönül haluk ile meltem'in evine oturmaya gelirler. yer yer onlar arasında da saçma konularda tatlı tatlı tartışmalar çıkabilir. haluk biraz da böyle klasikleşmiş türk erkeği iken. meltem + selami ve gönül ailesi daha bir avrupa yaşamını benimseyen, ülkenin sürekli avrupa birliğine girmesini arzulayan kişiler olmaları nedeniyle, arada genelde bu sebeplerden dolayı tartışmalar oluşabiliyordu. ama bu tartışmalar bile hoş ve anlamlı yani. selami, eşine düşkün, eşinin birçok dediğin yerine getiren bir koca. gönül de, haluk'un deyimi ile dominant teyze karakteri de sürekli eşi selami'yi herhangi bir konuda azarlamaya hazır bir eş ne yazık ki. bunları da böyle anlatıp geçiyorum.

şimdi diziye genel olarak bakmak istiyorum, ben dizinin ilk yayınlanan tgrt ve atv bölümlerini çokça severdim. yani yıl olarak yanlış olmasın herhalde 2002-2003-2004 olabilir, o yıllardır, belki biraz daha eski biraz daha yeni tam bakmadım şuan ama o civarlar işte. dizi bundan sonra bir ara "çocuklar ne olacak" adıyla yayınlandı, sonra yıllar sonra 2010 mu neydi, çocuklar duymasın adı altında yeniden yayınlandı, bir ara ondan yıllar sonra birkaç kez yine yayınlandı falan filan. ben yeni versiyonlardan sadece 2010'daki biraz sevebilmiştim o da genelde ilk bölümler falan. hatta o yıllar böyle yeniden yayınlanacağını duyduğumda çok sevinmiştim hatırlıyorum. bayağı da sıkı takipçisiydim dizinin. işte bundan 14 yıl falan önce. o zaman ben 12-13 yaşlarındayım. ama 2010 versiyonu hariç diğer yeni versiyonları pek sevmiyorum. en çok sevdiğim dizinin ilk halleri ve sonrasında da 2010 yılındaki hali. diğerlerini dediğim gibi biraz biraz izledim fakat tavsiye etmem. çünkü dizinin ilk başlarında böyle nasıl desem, böyle bir türk ailesini bilinçlendirme hali vardı. sonradan daha böyle bir klasik diğer dizilere dönmeye çalıştılar, çizgisi farklı yerlere doğru gitti falan pek sevemedim. o sebeple eğer izlemek arzusundaysanız, dizinin ilk bölümlerini tavsiye ederim. daha bir keyifli. youtube'da zaten bölümleri mevcut.

izleyecek olanlara iyi seyirler, bu tanımım okuyanlara da teşekkürlerimi sunuyorum, mutlulukla kalınız.
devamını gör...

deli yürek ilk 90 bölümü izlemiş biri olarak(henüz 90. bölümü de dün tamamlayarak 3.sezonu bitirip, artık son sezona geçtim) artık bu filmi, filmin evveline göre yorumlayabilirim.

öncelikle şuna açıklık getirmek istiyorum, deli yürek izlememiş olanlar kendilerinde yer alan ön yargı hastalığı sebebiyle saçma sapan yorumlar yapabiliyor fakat, 90. bölüme kadar yusuf miroğlu'nun öldürdüğü insan sayısı ciddi ciddi bir elin parmağını geçmiyor(belki az, belki fazla durum böyle). hatta, yusuf miroğlu gerçekten kendine silah doğrultulmadıkça kolay kolay doğrultmuyor, hatta öyle bir durumda dahi, karşıdaki kendisine ateş etmeye yeltenmedikçe silahını ateşlemiyor. şimdi siz bu insanı mafya olarak niteleyebilir misiniz, bu bir mafya dizisi değil ey halkım, sayın izlemeyenler. sayın izlemeyenler diyorum çünkü izleyenler bunun yeterince farkındadır zaten, neyse devam edelim.

dizi öyle, 90. bölüme kadar. 90'dan sonrasına da yakında başlayacağım zaten. ama bu dahi zaten mükemmel olay. kurtlar vadisi'nin eminim ilk 5 - 10 bölümünde daha fazla insan öldürülmüştür. en azından yusuf miroğlu için bunu söylerim, devam edelim filme.

filmde de yanlış hatırlamıyorsam yine kolay kolay kendisine silah doğrultulmadıkça ve hatta yine dizideki gibi karşıdaki silahı ateşlemeye çalışmadıkça kendisi ateş etmiyor. e arkadaşlar yani çok afedersiniz de bu insan sonuçta, insanüstü varlık değil. ne yapacak kendisine silah ateş edildiği sırada elindeki silahla boş boş duracak mı, hangi insan bunu yapabilir, gerçekçi olun. hiç silah kullanmayan biri dahi elinde silah var ise koruma amaçlı bunu yapar yani. bumerang cehennemi filminde de keza durum böyle. ki film konu itibariyle çok çok güzel. çekim sahneleri deli yürek dizisine göre daha kaliteli bunu da belirtmek isterim zira deli yürek dizisi zaten çatışma ön planda olan bir dizi olmadığından bu gibi sahnelerde acemilikler söz konusu.

izlemek isteyenler için bumerang cehennemi filmini kesinlikle tavsiye ederim, mardin'in o dar, adeta labirent gibi sokaklarındaki kovalamaca sahneleri oldukça güzel. kenan imirzalıoğlu da bu filmde gerçekten diziye oranla çok çok daha keyifli bir seyir zevki veriyor. nasıl desem daha bir ağırlık hali söz konusu.

saygılarımla ve beraberinde demek istediğim, lütfen bilginiz olmayan konularda sürekli olarak ön yargıya başvurmaktan kaçının, bilginiz yoksa susun geçin de öğrenin.
devamını gör...

emektar bilgisayarım klavyesi gururla sunar, sunmaya devam eder. bugün bu klavyeden yazdığım ikinci tanımdır. ayrıca baştan belirtmek isterim ki bu bir film tanımı haricinde bir de topluma dair yapacağım bir eleştiriden ibaret olacaktır. haydi başlayalım.

film, dizi tanımlarımı okuyanlar bileceklerdir ki çoğunlukla o içeriğe dair üstü kapalı bir yorumlama yaparım, o içeriğin bize sunmak istediğinden bahsederim, daha doğrusu benim anlayabildiklerimi. burada da öyle olacak.

bu filmde üniversitede, diğer öğrencilerden bağımsız olarak, diğer kişilerin haricinde birey olan şahsı görüyoruz. burada akıllara şey geliyor, gibi dizisinde yılmaz karakterinin ersoy'a karşı olan söylemi.


"ben senin aksine bir bireyim, bir karakterim var anlıyosun dimi? öyle her esen rüzgarda baska birisi olamıyorum."


baş karakterimiz de adeta buradaki yılmaz'ın sözü doğrultusunda hayatını üniversitede, kendisini mutlu edecek şekilde yaşamak gayretinde olan biri, kendi bildiği gibi aşk yaşıyor, kendi bildiği gibi sınavlara hazırlanıyor, dersleri dinliyor vs. zaten filmin neticesinde de karakterin diğer insanlardan özgün olan halini ne şekilde değerlendirdiğini görüyoruz. neyse. film bu kadar işte, bitti, daha fazla abartılı şekilde uzatmaya gerek yok filmi. diğer bollywood filmlerinde görüldüğü üzere bunda da dans sahneleri vs var işte onun dışında yukarıda anlattığım gibi. ha bir de, bir de, bu filmde, film isminde de belirtildiği üzere "3 aptal" yani 3 arkadaşın birlikte olan hikayesi mevcut. özgün olan kişi de işte bu 3 arkadaştan biri.

şimdi gelelim bu gibi filmler ve bu gibi filmlerin topluma olan etki boyutuna. bu ve bu gibi filmler döneminde, yahut izlenildiği sıralarda insanlarda böyle bir "özgün olmalıyım", "farklı olmalıyım", "diğer insanlar gibi olmamalıyım" ve en önemlisi de "kendim olmalıyım" gibi sözleri söylettiriyor. evet bunlar çok çok güzel cümleler, hatta en güzeli de "kendim olmalıyım" bana göre. ama bunlar ne yazık ki pek eylem haline geçemiyor. insanlar yine npc gibi hayatlarına devam ediyorlar. bu ve bu gibi filmler yine bu bağlamda amacına ulaşamıyorlar. insan zaten film izlemeden, kitap okumadan kendisini bilip tanıyabilmeli, kendisini fark edebilmeli elbette, hadi fark edemedi, bu gibi etkenler ona yardımcı olur bir şekilde. ama yine her şey insanın kendisinde bitiyor, bir kitabın yahut bir filmin verdiği gazla bir anda hadi en özgün benim moduna geçiliyor fakat sonra ortada hiçbir şey yok.

bu gibi filmler biraz sizlere benlik katsın, toplumdan ayrı olma arzusu katsın, birey olma isteği katsın rica ediyorum. sayın aamir khan, mükemmel bir seyir zevki sağlayan film ortaya çıkarıyor, az biraz mesaj çıkartın da bari, diğer insanların aksine birey olun, kendinize dair karakterinizi oluşturun. bu toplum maalesef ki bu toplum zannediyorum ki kendini pek güncelleyemeyecek böyle giderse. bu kısa bir film tanımlaması ve bir miktar da serzeniş tanımıydı.

saygılarımla ve biraz da serzenişlerimle.
devamını gör...

emektar bilgisayarımın klavyesi gururla sunar.

bu filmi ilk izleyişm ilk okul yıllarına dayanmakta, o sıralar tabii filmden çokça etkilenmiştm, ki yaşım ne kadar ilerlerse de ilerlesin etkileniyor, etkilenmeye devam ediyorum. bu filmi uzun uzadıya çok detaylı övmek istemiyorum, zira kült bir film, birçok insanın bir şekilde izlediğini yahut haberdar olduğunu düşünüyorum, bazı noktalara değinip tanımımı sonlandıracağım.

filmde beni en çok etkileyen noktaya değinmek istiyorum, filmin isminde de olduğu üzere olay bir şekilde "yüzük kardeşliği". bu kardeşlik ile başlayan bir yolculuğun öyküsü. kardeşler içinde elbette ki bazıları daha iyi bazıları daha kötü karaktere sahip kişiler olabiliyor. gerçek hayatta da olduğu üzere. bu film de tam olarak öyle. gerçek hayatta kardeşlerin birbirinden zamanla ayrıldığı gibi bu filmde de kardeşler gruplaşıyor ve bir şekilde ayrılıklar yaşanıyor. yani bu film haslında hayata, yaşadığımız hayata da ışık tutan bir film. aile dediğimiz, kardeşlik dediğimiz kavram daima bir arada sürmez elbette. bu filmde de bu gösteriliyor, bir şekilde kardeşlikten ayrılıklar oluyor, tamamen geri dönmemek üzere giden yahut gidenler oluyor. o sebeple benim seride en sevdiğim film yüzük kardeşliğidir. çünkü dediğim gibi tam olarak hayata ışık tutan bir film. ben izlediğim filmlere farklı açılardan bakmayı da sevdiğim için serinin ilk filmine bu açıdan bakmak çok hoşuma gidiyor. benim için filmde en seyir zevki veren nokta da budur.

bunun dışında filmin görsel şöleni mükemmel. shire zaten başlı başına muazzam, yani insanın bir şekilde oraya gidip bir yaşama arzusu çıkıyor ortaya, filmi izleyeyen birçok kişide bu arzunun çıktığını düşünüyorum. sadece shire olarak da bakmamak gerek zaten genel olarak karakterlerin kıyafetleri, yüzlerindeki makyaja kadar hep seyir zevki veren hoş detaylar bana göre. serinin ilk filminde ya da genel olarak yüzüklerin efendis serisinde öyle abartılı bir karakter makyajı olduğunu düşünmüyorum.

bir de son olarak müziklerinden bahsetmek istiyorum ki, yani adeta şölen yahu. böyle sessiz bir yerde oturup, o müziklere kendini kaptıracaksın, öyle güzel müzikler yani. sanki bir de tam olarak bu filme özgü, tamamen sadece bu filmde kullanılsın diye yapılmış. örnek vereyim shire'da yer alan sahnelerde kullanılan müzikler sanki tam olarak oradaki yaşantıyı anlatıyor ezgisinde. kardeşliğin birbirinden ayrıldığı anlarda kullanılan müzikler yine sizi adeta oradaki olayın içine çekiyor.

daha fazla da uzatmak istemiyorum, zaten bilen, izleyenler bileceklerdir bu gibi detayları, içimden gelenleri aktarmak istedim filme dair.

saygılarımla.
devamını gör...

bana göre en iyi tv komedi dizisidir the office. buna dair olan faktörleri de hemen sunacağım. ilk ve en önemli faktör için şu iki durum arasında kaldım, dizinin süresi ve başrolün steve carell olması. ikisi de benim için en en önemli faktörler. çünkü steve carel olmasa diziyi bu kadar sevemezdim, bir yandan da dizinin süresi bu kadar kısa olmasa da diziyi izlemezdim. çünkü komedi dediğimiz faktör genelde bir süreye kadar izletiyor.

komedyenler tarafından 4-5 yılda bir sunulan komedi gösterileri haricinde haftalık yayınlanan dizilerde benim için bu durum böyle. bir komedi dizisinin süresi ne kadar uzuyorsa, güldürme etkisi de o denli zorlama oluyor. the office süresi açısından gerçekten çok iyi şekilde güldürme işini yapabilen diziydi. hatta dizinin ilk sezonunu genelde dizinin birçok takipçisi sevmezken, diziyi gayet de ilk sezondan 7. sezonuna dek seven biriyim. 7'den sonra gerçekten böyle bir izleme arzum azalıyor. tat kaçıran detay vermemek için sadece bunu belirtmek istedim.

zaten 7. sezondan sonra 2 sezon kalıyor. o sebeple son 2 yahut 2-3 sezonunun kötü olması benim için diziyi kötülemek için bir faktör değil. ha elbette ki son sezonlarının da daha güzel, keyifli olmasını arzu ederdim fakat bazen, bazı işlerde bu durum böyle olmayabiliyor. eğer zaten öyle olsa, tarihin en iyi komedi dizisi açık ara olurdu. ki benim için halen öyle.

ama tabii bu diziye direkt komedi olarak bakmamak da lazım, zira dizide ofis ortamındaki aşk ilişkileri de var. ki bu aşk ilişkileri de gayet tatlı ve hoş gerçekten. karakterler arasındaki uyum vs oldukça güzel, her karakterin kendine dair farklı özelliklerinin olması ve hatta dizinin hayranlarının da genelde birçok karakteri ayrı sevmesi de diziyi güzel yapan hoş ayrıntılardan biri.

eğer bir komedi dizisi arıyorsanız, henüz başlamadıysanız, bölüm süresi genelde 21-22 dakika olan bu komedi dizisini izlemenizi kesinlikle tavsiye ederim. 10 üzerinden 9 diyorum, 1 puanı da son iki sezondan dolayı kırıyorum. hatta son iki buçuk sezon.
devamını gör...

selçuk aydemir'in çok da fazla bilinmeyen yapımlarından biridir. burak aksak'ın da ayrıca yapım ekibi haricinde dizide bir de rolü vardır, bu rolün adı da mecnun'dur. hatta leyla ile mecnun'daki mecnun karakterine dair de benzerlikleri vardır bence bazı tavırlar olarak. onun dışında oyuncu kitlesi genel olarak selçuk aydemir'in diğer dizilerde de ekibinde olan kişilerdir. kardeş payı ve işler güçler dizindeki karakterlerden bazıları da bu dizide vardı diye hatırlıyorum. murat cemcir mesela. onun dışında ahmet kural da bir bölüm konuk olarak katılmıştı diye hatırlıyorum. ve belki çoğu kişi bilmez ama kardeş payındaki hilmi karakteri de bu dizide bulunuyordu.

ilk yayınlandığı dönem gayet sevmiştim, trt'de yayınlanmıştı. klasik bir ramazan ayındaki mahalleliyi anlatan bir diziydi. bazı bazı sahnelerde işte hutbeler oluyordu ki bu hutbeler bence çok anlamlı konulardan seçilmişti. aile ile izlenebilecek keyifli bir diziydi neticede. selçuk aydemir'in işleri gerçekten çoğunlukla hep çok kaliteli ve seyir zevki yüksek oluyor. ramazan güzeldir de bu güzel işlerden biri.

dizideki en önemli karakterlerden biri de bence murat cemcir'dir. seyir zevki veren bir karakterdi dizide. ayrıca ahmet kural'ın konuk olarak bulunduğu bölüm de özellikle çok komikti.
devamını gör...

beşinci sezonun ilk bölümünü henüz dün izledim. gerçekten çok da eğlendim, sezona başlangıç için çok iyi bir bölümdü. 5. sezona henüz başlamamış olanlara mutlaka tavsiye ediyorum. 40 küsur dakika mı 40 dakika mı neydi. normalde 20-30 dakikadan sonra sıkılırım ben ama sezonun ilk bölümü bana göre gayet keyifli geçti. bölüme dair tat kaçıran bilgi sunmamak adına hiçbir şey söylemek istemiyorum. fakat 10 üzerinden puanlayacaksam 8 diyebilirim.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim