otobüsteuyuyanbal - tüm tanımları (77. sayfa)
1.
kaşkolnikov ile gece kahvesi radyo yayını
bu keyifli yayın için çokça teşekkür ediyorum, daha fazla tanımlarım ile başlığı doldurmak istemiyorum, şuan assassin's creed 3 oynamaya gidiyorum, sayın dinleyenlere ve sayın yayıncıya mutluluklar ve güzellikler diliyorum. :)
devamını gör...
2.
kaşkolnikov ile gece kahvesi radyo yayını
yaklaşık 40-45 dakikadır yıllardır sahip olduğum excell yeteneğimin bütün nimetlerinden faydalanarak hesap - kitap yaptım, hani evdeki hesap çarşıya uymaz lafına gelmemek adına, harcamalarımı fazla fazla yazdım, mümkün oldukça aylık harcamalarımın hep üstünü yaza yaza hesap yaptım ve neticede bu hesabıma göre ağustos maaşımı aldığım an nihayet borçsuz bir birey olarak toplumdaki yerimi alabiliyorum. lütfen iyi dileklerinizi eksik etmeyiniz sayın yayını dinleyen birbirinden kıymetli bireyler ve sayın yayıncı bireyler.
devamını gör...
3.
kaşkolnikov ile gece kahvesi radyo yayını
bir yandan borçlarıma dair kendime hesap kitap tablosu yapıyor bir yandan da yayını dinliyorum, erken yaşlarda borçlarla dolu bir hayata girdim maalesef ve artık sıkıldım, bu yıl bitirmek istiyorum. biraz da borçlarımıza değinelim.(şaka şaka) son 4-5 yıldır borç ödemekteyim. kısmet olursa ağustos gibi bitirmek arzum var. bana şans dileyiniz lütfen sayın dinleyenler, pek kıymetli yayıncı sayın kaşkolnikov ve yayında bulunan pek kıymetli puura.
devamını gör...
4.
kaşkolnikov ile gece kahvesi radyo yayını
merhaba sayın kaşkolnikov, aile evimin soğuk odasındaki bilgisayarımda yayını dinlemekteyim, keyifli ve mutlu yayınlar diliyorum.
devamını gör...
5.
eti vs ülker
birçok üründe eti markasını tercih etsem de söz konusu çikolatalı ve bir de karamelli dido ve "ülker çikolatalı gofret" benim için hep vazgeçilmez olmuştur. bu ürünler haricinde kesinlikle:
"eti eti eti"
"eti eti eti"
devamını gör...
6.
28 ocak 2024 sivasspor beşiktaş maçı
şu dönem fanatik bir beşiktaşlı olsam resmen çıldırabilirdim yani, dakika 6 ve yenilen golü gördüm, gerçekten bu da yenilmemeliydi ya. benim en çok üzüldüm şey ise gerçekten teknik direktör şuan. böyle bir dönemde gelmemeliydi. kariyerinde maalesef böyle kötü bir dönem geçirmiş oluyor, hani kendi tercihi sonuçta evet ama, portekiz milli takımı ile yaptığı başarılar sonrası böyle bir durumda olmak kendisi için çokça zor olsa gerek diye düşünüyorum.
hani beşiktaş takımı fanatik olduğumda da kötü zamanlar geçirdi ama bu denli kötü bir dönem geçirdiğini hatırlamıyorum. şuan takım tutmuyorum, yani daha doğrusu çok uzun süredir tutmuyorum, ama yine de eski takımım olduğu için elbette daha iyi olmasını isterim. umarım bu maç bir şekilde çevrilir.
hani beşiktaş takımı fanatik olduğumda da kötü zamanlar geçirdi ama bu denli kötü bir dönem geçirdiğini hatırlamıyorum. şuan takım tutmuyorum, yani daha doğrusu çok uzun süredir tutmuyorum, ama yine de eski takımım olduğu için elbette daha iyi olmasını isterim. umarım bu maç bir şekilde çevrilir.
devamını gör...
7.
npc gibi yaşamak hali
bazen birçok insanın npc gibi yaşadığını düşünüyorum, olaylara tepki vermeden bomboş bir yaşamak hali. bir oyundan örnek vereceğim hemen. mesela assassin's creed serisi. bu oyunda npclerin yanında birini öldürürsünüz insanlar hemen kaçışırlar ya da tepki gösterirler, on dakika sonra aynı yerden geç hiçbir şey olmamış gibi davranırlar.
günümüzden ne farkı var, hadi on dakika değil de günümüzde belki bu süre birkaç gün, ya sonra? her şey çok çabuk unutuluyor. adeta bir npc gibi işte. oyunlara dair bilgisi olmayanlara şöyle açıklayayım. "oyuncu olmayan karakter" anlamına geliyor.
yani yaşadığımız dünya içerisinde de düşünürsek, vasıfsız, faydası olmayan, bomboş bir yaşamak hali diye özetleyebiliriz. hangimiz gerçek anlamda npc olmadan dolu dolu bir hayat yaşayabiliyoruz, bunu sorguladık mı? en son ne zaman bizden olmayan bir insan için canımız yandı yahut üzüldük. ne zaman içtenlikle ve mutlulukla bir insana yardım ettik ya da çevremizdeki olumsuz durumlara tepki gösterdik. bazen kendi hayatımızda dahi npc gibi davranıyoruz zaten. genel olarak çevredeki npc halini geçtim, bazı kişiler kendi hayatında dahi "oyuncu olmayan karakter" halinde, sanki simülasyonun bitmesini bekliyor adeta.
günümüzden ne farkı var, hadi on dakika değil de günümüzde belki bu süre birkaç gün, ya sonra? her şey çok çabuk unutuluyor. adeta bir npc gibi işte. oyunlara dair bilgisi olmayanlara şöyle açıklayayım. "oyuncu olmayan karakter" anlamına geliyor.
yani yaşadığımız dünya içerisinde de düşünürsek, vasıfsız, faydası olmayan, bomboş bir yaşamak hali diye özetleyebiliriz. hangimiz gerçek anlamda npc olmadan dolu dolu bir hayat yaşayabiliyoruz, bunu sorguladık mı? en son ne zaman bizden olmayan bir insan için canımız yandı yahut üzüldük. ne zaman içtenlikle ve mutlulukla bir insana yardım ettik ya da çevremizdeki olumsuz durumlara tepki gösterdik. bazen kendi hayatımızda dahi npc gibi davranıyoruz zaten. genel olarak çevredeki npc halini geçtim, bazı kişiler kendi hayatında dahi "oyuncu olmayan karakter" halinde, sanki simülasyonun bitmesini bekliyor adeta.
devamını gör...
8.
uyman
bu müziği ilk olarak şafak sezer'in gdo karakedi isimli filminde dinlemiştim, sahne ile de çok uyumluydu, sonraları böyle bu müziği çokça dinledim, hatta biraz önce gdo karakedi başlığına tanım yazdıktan sonra aklıma geldi, youtube ile dinlerken bir baktım ki bu müziğe ait mükemmel sözler meğerse yunus emre'ye aitmiş, birçok mükemmel eserin ardında olduğu gibi, bu eserin ardında da yunus emre'nin olduğunu bilmek çokça hoşuma gitti. sözlerini hemen ekleyeyim.
"vardım gördüm ölenleri,
başıma bir fena geldi.
ölüm korkusu gönlümden,
gitmiş iken yine geldi.
uyman uyman sizler bize,
biz neler demişiz size?
abes yerde geze geze,
bu ömrüm bir güne geldi.
kurdular ecel fakını,
aldayıp aldı hakını.
azrail vurdu okunu,
geçti tenden tene geldi.
şu miskin ademe baka,
yürürken tutulur faka.
can teslim eyledi hakk’a,
azrail üstüne geldi.
uyman hey nefse uyanlar,
hakk’ın buyruğun sıyanlar,
dünyaya benim diyenler,
gördüm orda sine geldi.
yapış bir eteği berke,
sen seni katara terke.
hey miskin yunus bu mülke,
kim konup, kim göçe geldi?"
böyle şiirin her bir kıtasına bakınca, o kadar anlamlı ve o kadar güzel geliyor ki, günseli deniz de bu eseri öyle güzel seslendiriyor ki adeta yaşayarak sanki, yaşatarak.
dinlemenizi mutlaka tavsiye ederim.
"vardım gördüm ölenleri,
başıma bir fena geldi.
ölüm korkusu gönlümden,
gitmiş iken yine geldi.
uyman uyman sizler bize,
biz neler demişiz size?
abes yerde geze geze,
bu ömrüm bir güne geldi.
kurdular ecel fakını,
aldayıp aldı hakını.
azrail vurdu okunu,
geçti tenden tene geldi.
şu miskin ademe baka,
yürürken tutulur faka.
can teslim eyledi hakk’a,
azrail üstüne geldi.
uyman hey nefse uyanlar,
hakk’ın buyruğun sıyanlar,
dünyaya benim diyenler,
gördüm orda sine geldi.
yapış bir eteği berke,
sen seni katara terke.
hey miskin yunus bu mülke,
kim konup, kim göçe geldi?"
böyle şiirin her bir kıtasına bakınca, o kadar anlamlı ve o kadar güzel geliyor ki, günseli deniz de bu eseri öyle güzel seslendiriyor ki adeta yaşayarak sanki, yaşatarak.
dinlemenizi mutlaka tavsiye ederim.
devamını gör...
9.
g.d.o karakedi
şafak sezer'e dair, kolpaçino serisinin ilk filminden sonra en çok sevdiğim ve güldüğüm filmdir muhtemelen.
filmde genel olarak ailesini korumaya çalışan bir abi, ki bu şafak sezer oluyor ve kardeşlerinin farklı farklı sıkıntılı durumlar içerisine girmesi ve bu durumların gelişimiyle ilerliyor. yer yer kardeşlerine çokça sert çıkışsa da netice olarak bırakamıyor onları şafak sezer.
bu gibi filmlere artık durum komedisi mi denir bilmiyorum ancak gerçekten olayların her birinde ayrı bir kahkaha unsuru vardı yani. filmin ilk sahnesinden tutun son sahnelerine dek hemen hemen çoğu yerinde bir durum komedisi oluşuyor. sadece şafak sezer de değil kardeşleri ve bu olayların dışındaki diğer karakter de bu komedi durumuna oldukça katkı sağlıyor. bu tarz mesela şeyi sevmiştim bir de sağ salim serisinin birinci filmi. o da bence çok hoş akan bir filmdi. sonra oldukça bozsa da bana göre yine de ilk filmi iyiydi.
ama zaten gdo karakedi tek filmden oluşmakta, ki zaten filmde anlatılmak istenen olay da bir filmde tamamlanmakta olduğundan tadında bitiyor. bazı filmlerin gereksiz uzamasına karşıyım, özellikle de hikayesini bitirmiş olanlar. bana göre kolpaçino da her ne kadar çok keyifli olsa da ilk filmden sonra bence devamı gelmemeliydi. bu gibi sırf serinin hayranları için yapılan filmleri pek mantıklı bulmuyorum.
gdo karakedi filmine de yeniden dönecek olursam, izlemek isteyenlerin sıkılacağını düşünmüyorum, çünkü dediğim gibi baştan sona gayet kendisini izleten bir film, ne olacak diye bir merak ederek izliyorsunuz.
filmde genel olarak ailesini korumaya çalışan bir abi, ki bu şafak sezer oluyor ve kardeşlerinin farklı farklı sıkıntılı durumlar içerisine girmesi ve bu durumların gelişimiyle ilerliyor. yer yer kardeşlerine çokça sert çıkışsa da netice olarak bırakamıyor onları şafak sezer.
bu gibi filmlere artık durum komedisi mi denir bilmiyorum ancak gerçekten olayların her birinde ayrı bir kahkaha unsuru vardı yani. filmin ilk sahnesinden tutun son sahnelerine dek hemen hemen çoğu yerinde bir durum komedisi oluşuyor. sadece şafak sezer de değil kardeşleri ve bu olayların dışındaki diğer karakter de bu komedi durumuna oldukça katkı sağlıyor. bu tarz mesela şeyi sevmiştim bir de sağ salim serisinin birinci filmi. o da bence çok hoş akan bir filmdi. sonra oldukça bozsa da bana göre yine de ilk filmi iyiydi.
ama zaten gdo karakedi tek filmden oluşmakta, ki zaten filmde anlatılmak istenen olay da bir filmde tamamlanmakta olduğundan tadında bitiyor. bazı filmlerin gereksiz uzamasına karşıyım, özellikle de hikayesini bitirmiş olanlar. bana göre kolpaçino da her ne kadar çok keyifli olsa da ilk filmden sonra bence devamı gelmemeliydi. bu gibi sırf serinin hayranları için yapılan filmleri pek mantıklı bulmuyorum.
gdo karakedi filmine de yeniden dönecek olursam, izlemek isteyenlerin sıkılacağını düşünmüyorum, çünkü dediğim gibi baştan sona gayet kendisini izleten bir film, ne olacak diye bir merak ederek izliyorsunuz.
devamını gör...
10.
toplum içinde kahkaha atan kadın
bu konuya şöyle bir açıklık getirmek istiyorum ki, toplum içinde kahkaha atmanın kadını yahut erkeği diye ayırmak mantıklı değil, cinsiyetçi davranışlara gerek yok.
erkek de kadın da rahatsız edici şekilde böyle bağıra bağıra kahkaha atıyorsa bu elbette ki hoş bir durum değil, tamam kahkaha yine at, ama abartmadan hani. o an başkasının hüznü, üzüntüsü vs olabilir, yoldan geçen biri senin ani bağırmanla, kahkahan ile irkilmek zorunda değil yani. seslere duyarlı insanlar, mesela ben motosiklet sesinden tut birçok ani sesten çokça rahatsız oluyorum. toplum içerisinde bağırmak olsun, aşırı sesli şekilde kahkaha atmak olsun, dediğim gibi cinsiyet ayırt etmeksizin belirtiyorum hoş değil. dilediğin gibi gül, dilediğin gibi giyin. mesela senin giyimine bakmak zorunda değilim, bakmam olur biter, ama sen aşırı sesli bağırdığında ben bunu duymak zorunda kalıyorum, bu da haliyle benim özgürlüğüme müdahale oluyor. ne erkeğin kadına ne de kadının erkeğin özgürlüğüne müdahale etmesine hakkı yok yani.
yoksa olay kadının yahut erkeğin kahkaha atması değil, olay rahatsız olma boyutu. evinin içerisinde ses duvarlarını aşmayacak şekilde avazın çıkana kadar kahkaha at yahut bağır. yahut artık ne gibi sesler çıkarmak istiyorsanız size kalmış.
ama toplumda insanları rahatsız etmeden yaşamamız gerekiyor, yine söylüyorum, cinsiyet ayırt etmeden. toplum içinde bu gibi şeyler yapmadan evvel kütüphanedeymiş gibi düşünün, oradaki insanlar nasıl rahatsız oluyorsa, çevrenizdeki herhangi bir insan da rahatsız olabilir.
erkek de kadın da rahatsız edici şekilde böyle bağıra bağıra kahkaha atıyorsa bu elbette ki hoş bir durum değil, tamam kahkaha yine at, ama abartmadan hani. o an başkasının hüznü, üzüntüsü vs olabilir, yoldan geçen biri senin ani bağırmanla, kahkahan ile irkilmek zorunda değil yani. seslere duyarlı insanlar, mesela ben motosiklet sesinden tut birçok ani sesten çokça rahatsız oluyorum. toplum içerisinde bağırmak olsun, aşırı sesli şekilde kahkaha atmak olsun, dediğim gibi cinsiyet ayırt etmeksizin belirtiyorum hoş değil. dilediğin gibi gül, dilediğin gibi giyin. mesela senin giyimine bakmak zorunda değilim, bakmam olur biter, ama sen aşırı sesli bağırdığında ben bunu duymak zorunda kalıyorum, bu da haliyle benim özgürlüğüme müdahale oluyor. ne erkeğin kadına ne de kadının erkeğin özgürlüğüne müdahale etmesine hakkı yok yani.
yoksa olay kadının yahut erkeğin kahkaha atması değil, olay rahatsız olma boyutu. evinin içerisinde ses duvarlarını aşmayacak şekilde avazın çıkana kadar kahkaha at yahut bağır. yahut artık ne gibi sesler çıkarmak istiyorsanız size kalmış.
ama toplumda insanları rahatsız etmeden yaşamamız gerekiyor, yine söylüyorum, cinsiyet ayırt etmeden. toplum içinde bu gibi şeyler yapmadan evvel kütüphanedeymiş gibi düşünün, oradaki insanlar nasıl rahatsız oluyorsa, çevrenizdeki herhangi bir insan da rahatsız olabilir.
devamını gör...
11.
28 ocak 2024 evlenen kadınların soyadı özgürlüğü
bence olması gereken bir durum. yani kadın evlendi diye illaki eşinin soyadını alması bana zaten mantıklı gelmiyordu. ha diyelim ki kadın bu durumu seviyor ve istiyorsa ayrı, alsın. yahut diyelim erkek, kadının soyadını seviyor, bence erkek de alabilmeli(böyle bir şey var mı bilmiyorum, ama olabilmeli diye düşünüyorum).
geç alınmış bir karar ama netice olarak alınmış, kadınlar için hayırlı ve uğurlu olsun diyorum.
geç alınmış bir karar ama netice olarak alınmış, kadınlar için hayırlı ve uğurlu olsun diyorum.
devamını gör...
12.
elde sprey boya olsa duvara yazılacak şey
nazım hikmet'in bir şiirine dair olan,
"memleket mi yıldızlar mı gençliğim mi daha uzak" dizesi çokça hoş geliyor. ama şiir konusunda ayrım yapmayı pek sevmediğim için, muhtemelen ali lidar'ın şiirlerinden bir dizeyi, yahut bukowski'nin şiirlerinden bir dizeyi de yazabilirdim.
e sonra, küçük iskender de var, hayranlıkla okuduğum, balkon değiştirmeye dair şiiri. daha sonra ömer hayyam'ın derin anlamlı rubaileri.
bir seçeneğe bırakmak oldukça zor, ya birden fazla yere birden farklı dizeler yazmak gerek ya da hiç yazmamak gerek bence, emin olamadım.
"memleket mi yıldızlar mı gençliğim mi daha uzak" dizesi çokça hoş geliyor. ama şiir konusunda ayrım yapmayı pek sevmediğim için, muhtemelen ali lidar'ın şiirlerinden bir dizeyi, yahut bukowski'nin şiirlerinden bir dizeyi de yazabilirdim.
e sonra, küçük iskender de var, hayranlıkla okuduğum, balkon değiştirmeye dair şiiri. daha sonra ömer hayyam'ın derin anlamlı rubaileri.
bir seçeneğe bırakmak oldukça zor, ya birden fazla yere birden farklı dizeler yazmak gerek ya da hiç yazmamak gerek bence, emin olamadım.
devamını gör...
13.
6 kasım 2007 liverpool beşiktaş maçı
o zaman ben koyu bir beşiktaşlıyım, evimizde de haliyle 2-1 yenmişiz onun heyecanı ile bu maçtan da iyi bir sonuç bekliyoruz beşiktaşlılar olarak.
neyse işte 6 kasım 2007'de ben daha 10 yaşındayım. ilkokul 3 ya da 4'teyimdir işte. ama beşiktaş fanatikliğim efsane. formalar, spor gazetelerinden aldığım takımlara özel fikstürler falan. hatta zamanında holosko'nun beşiktaşa transfer olduğu anın gazete sayfasını saklıyordum, şimdi muhtemelen kayboldu gitti evde, neyse. fanatikliğimi ve sevgimi anlayın diye anlatıyorum.
ama o maç ne bileyim, hani youtube'da maç özetini izlerken diğer golü görmek için hemen ilerletirsiniz ya. bunda o kadar çok gol var ki malum, ilerletince arada bir gol kaçırmış oluyorsunuz. o derece çok ve sürekli gol yenilen bir maçtı. yanılmıyorsam son gollerin biri hatta orta sahanın biraz ilerisinden mi neydi. yani tamam yine yenil de 8 de yeme ya. gerçekten bu durumu bazen diğer takım taraftarı komik buluyor ama, bu bir avrupa maçı yani. fenerbahçe de gidip o kadar yese üzücü, galatasaray da yese üzücü. tamam gülünür eğlenir biraz ama her sene de geyiği yapılması bence hoş değil. olmuş, bitmiş bir maç, evet olmasa iyiydi ama ne yazık ki oldu. bitmeyen bir gece, bitmeyen bir maç gibi bir şeydi.
beşiktaş evinde 2-1 yenmese de berabere kalsa skor böyle fazla olur muydu bilmiyorum ama, liverpool o maç iyi bilenmişti işte. ya da beşiktaş çok kötüydü. ama netice olarak 8-0'lık bir mağlubiyet oldu işte.
neyse işte 6 kasım 2007'de ben daha 10 yaşındayım. ilkokul 3 ya da 4'teyimdir işte. ama beşiktaş fanatikliğim efsane. formalar, spor gazetelerinden aldığım takımlara özel fikstürler falan. hatta zamanında holosko'nun beşiktaşa transfer olduğu anın gazete sayfasını saklıyordum, şimdi muhtemelen kayboldu gitti evde, neyse. fanatikliğimi ve sevgimi anlayın diye anlatıyorum.
ama o maç ne bileyim, hani youtube'da maç özetini izlerken diğer golü görmek için hemen ilerletirsiniz ya. bunda o kadar çok gol var ki malum, ilerletince arada bir gol kaçırmış oluyorsunuz. o derece çok ve sürekli gol yenilen bir maçtı. yanılmıyorsam son gollerin biri hatta orta sahanın biraz ilerisinden mi neydi. yani tamam yine yenil de 8 de yeme ya. gerçekten bu durumu bazen diğer takım taraftarı komik buluyor ama, bu bir avrupa maçı yani. fenerbahçe de gidip o kadar yese üzücü, galatasaray da yese üzücü. tamam gülünür eğlenir biraz ama her sene de geyiği yapılması bence hoş değil. olmuş, bitmiş bir maç, evet olmasa iyiydi ama ne yazık ki oldu. bitmeyen bir gece, bitmeyen bir maç gibi bir şeydi.
beşiktaş evinde 2-1 yenmese de berabere kalsa skor böyle fazla olur muydu bilmiyorum ama, liverpool o maç iyi bilenmişti işte. ya da beşiktaş çok kötüydü. ama netice olarak 8-0'lık bir mağlubiyet oldu işte.
devamını gör...
14.
age of empires
bilgisayar oyun oynamaya yanlış hatırlamıyorsam age of empires ile başladım. daha ilkokul 2 falanımdır yani. böyle bana çok keyifli geliyordu o sıralar, oyunun müziği falan, savaş anındaki seslerin canlılığı, dönemine göre oldukça güzel bir strateji oyunuydu age of empires. oyunu hiç karşılıklı olarak herhangi biriyle oynadığımı hatırlamıyorum, hep böyle görevleri düz bir şekilde yapmak şeklinde gidiyordum. serinin kaçıncı oyunuydu şuan asla bilemem, böyle oyundaki komutanımız öldüğü an oyun bitiyordu. yani komutanın ölmemesi gerek bir şekilde. hatta şey de vardı, bir askeri seçiyorsun diyelim "delete" tuşuna basıyordun, asker ölüyordu. arada neden bilmem oyun bitsin diye mi, yoksa öldükleri anda olan değişik sesleri duymak için mi yapıyordum bilmiyorum. ama yapıyordum yani.
bunun dışında işçilerimiz vardı, köylüler. kimini maden işçisi olarak kimini ağaç kesimi, kimini de tarlada çalıştırıp kendi devletimize katkı sağlıyor, bu gelişimler sonucu asker satın alıyor, her bir geçim kaynağı olan erzaklar arttıkça da oyunda devletimize çağ atlatabiliyorduk. çağ atlayınca hem mekanlar hem karakterler gelişiyordu.
oyunda bir de büyücümüz vardı ki, mesela büyücü sizde ise karşı tarafın askeri ona saldırıp öldürmeden büyü yapabilirse askeri bizim tarafımıza çekebiliyorduk. tabi bu durum karşı taraf için de geçerliydi o da oldukça sinir bozucu bir durumdu.
netice olarak dönemi açısından, ben şahsen 2003-2004 gibi oynamıştım, keyif de almıştım gayet. ama şuan oynasam alır mıyım bilmiyorum, belki strateji oyunlarını çokça seviyorsanız halen alabilirsiniz ki zaten en son dönemimizde uygun hale göre geliştirilen age of empires 4 çıkmıştı. boyutu da bayağı büyük yani. bir miktar da oynamıştım onu, maziyi böyle bir hatırlamak adına.
saygılarımla.
bunun dışında işçilerimiz vardı, köylüler. kimini maden işçisi olarak kimini ağaç kesimi, kimini de tarlada çalıştırıp kendi devletimize katkı sağlıyor, bu gelişimler sonucu asker satın alıyor, her bir geçim kaynağı olan erzaklar arttıkça da oyunda devletimize çağ atlatabiliyorduk. çağ atlayınca hem mekanlar hem karakterler gelişiyordu.
oyunda bir de büyücümüz vardı ki, mesela büyücü sizde ise karşı tarafın askeri ona saldırıp öldürmeden büyü yapabilirse askeri bizim tarafımıza çekebiliyorduk. tabi bu durum karşı taraf için de geçerliydi o da oldukça sinir bozucu bir durumdu.
netice olarak dönemi açısından, ben şahsen 2003-2004 gibi oynamıştım, keyif de almıştım gayet. ama şuan oynasam alır mıyım bilmiyorum, belki strateji oyunlarını çokça seviyorsanız halen alabilirsiniz ki zaten en son dönemimizde uygun hale göre geliştirilen age of empires 4 çıkmıştı. boyutu da bayağı büyük yani. bir miktar da oynamıştım onu, maziyi böyle bir hatırlamak adına.
saygılarımla.
devamını gör...
15.
kargo bölümünden ses gelince acil iniş yapan pegasus uçağı
henüz 26 yaşıma rağmen belki 30'a yakın defa uçak seyahati gerçekleştirdim, bazı insanlarda şunu gördüm, bir heyecan hali, herhangi bir ses olunca bir böyle kasılma durumu, ya maalesef böyle büyütme durumu var. o ses trende de gelebilir, otobüste de gelebilir, lütfen şu anlam veremediğiniz sesleri büyütmeyin de uçak seferleri huzur içerisinde yapılsın.
yok emniyet kemeri takmam, yok bagaj yaparken kimseye yol vermem cart curt gibi durumlar gerçekten artık komik yani. emniyet kemeri senin adına olan bir durum, tak gitsin işte.
uçağa binmemin tek sebebi gerçekten otobüs yolculuğundan sıkılmış olmaktı, zamanında öyle başladım, kolaylık yani. ama artık ne bir abartı tarafı var ne de bir olayı var. otobüs ile fiyat olarak neredeyse aynı gideceğim yerlere. tamam saat kısalığı açısından elbette yine uçak seyahatini seçiyorum ama, bu kadar da olayları büyütmedim yani. biraz sakin canım ülkem.
yok emniyet kemeri takmam, yok bagaj yaparken kimseye yol vermem cart curt gibi durumlar gerçekten artık komik yani. emniyet kemeri senin adına olan bir durum, tak gitsin işte.
uçağa binmemin tek sebebi gerçekten otobüs yolculuğundan sıkılmış olmaktı, zamanında öyle başladım, kolaylık yani. ama artık ne bir abartı tarafı var ne de bir olayı var. otobüs ile fiyat olarak neredeyse aynı gideceğim yerlere. tamam saat kısalığı açısından elbette yine uçak seyahatini seçiyorum ama, bu kadar da olayları büyütmedim yani. biraz sakin canım ülkem.
devamını gör...
16.
assassin's creed 3
serinin bu oyununda kendimizi dönem olarak amerikan bağımsızlık savaşı içerisinde buluyoruz, hatta bizzat ordularla birlikte savaşın içinde olduğumuz anlar olmakla beraber orduyu komuta ettiğimiz görev de bulunmaktadır. bunun evvelinde oyunda seriyi bilenler bilir zaten hem günümüz hem de farklı bir dönemdeki bir karakteri canlandırırız. fakat bu oyunda bir farklılık olarak tarihte farklı bir karakter ile başlıyoruz ki, bana göre serinin en karizmatik karakterlerinden biridir, ismi haytham kenway'dir. görev ve amacını oyunu oynadıkça göreceksiniz.
ondan sonra ise oyunda asıl yönetmekte olduğumuz karakter connor kenway, kızılderili asıllıdır. hatta yazı olarak şuan yazamayacağım ama telaffuz olarak şöyleydi söylenişi, "ratonhaketon" evet, söylenişi böyle, kendisinin kızılderililerle beraber yaşadığı andaki ismi bu, sonradan ismi sürekli duyacağımız connor kenway olarak değişiyor. bu değişim de bizzat gözümüz önümde olmakta pek tabi.
şimdi dönem amerikan bağımsızlık savaşı olunca haliyle yine dönemin tarihi kişilikleri ile beraber takıldığımız zaman oluyor. kimler dersiniz, mesela benjamin franklin, george washington, yanlış değil isem marquis(ya da marques galiba) de laffayatte ve bunlar yanında ismini şuan unuttuğum diğer tarihi kişilikler.
bu oyunu açıkçası seviyorum, connor her ne kadar kafa karışıklığı içerisinde bir ona bir buna yardım edeyim mantığı ile amerikan bağımsızlık savaşında amerikan'ın yanını tuttursa da bize, belli bir amacı var ki, genelde haklının yanında olmayı tercih ediyor. o döneme göre sömürülenin yanında. zira döneme göre amerika, ingilizler tarafından sömürülmekte.
şehir olarak oyunda boston, new york gibi yerleri görüyoruz, yani güzel aslında kötü değil, ancak ben yine de bir italya'da geziyor olma havasını alamadım. belki o dönemki tarihi zenginlikleri ilgili bir durumdur amerika açısından bilemiyorum.
oyundaki dövüş sistemini şöyle diyeyim, zaman zaman zorlandığımız anlar olsa da, connor kenway ordular arasında bile koşuşturan biri. yani gayet karşısında elleri silahlı bir ordu varken, savaş meydanında oradan oraya koşuşturan biri oluyoruz.(böyle bir görev vardı, ama daha fazla var mıydı şuan anımsayamadım) fakat kendi adıma söylemek gerekirse ben o görevde zorlandım defalarca da senkronize bozuldu. yani işte connor kenway hayatını kaybetti ve yeniden başladı. dövüş sistemi derken silahlardan da bahsetmeli, bu oyun öncesi elimizde pistol olan bir oyun yoktu galiba ancak bunda pistol var, sonra o dönem duyduğumda aşırı mutlu olduğum ok ve yayımız da var.
oyundaki yeniliklerden bahsedeyim biraz, connor'ın kızılderili olmak durumundan kaynaklı, ağaçlara tırmanıp ağaçlardan ağaca geçiş yapabiliyoruz ki bu çok keyifli, eğlenceli bir durum. sonra mesela bu defa birçok çeşit hayvan avlayabiliyoruz. tavşan, tilki, kurt, ayı, geyik vs diye ilerliyor. kurt ve ayılar haliyle bira daha uğraştırıcı. küçük yaşlarda oynasam muhtemelen özellikle kurtla karşılaştığımda bir tırsardım.(küçük yaşlarda max payne 2'nin müziği ve o düşmanların aniden çıkışından korkardım)
günümüz kısmına geçeyim son olarak, bu defa sayın karakterimiz desmond miles, çeşitli atalarından aldığı yetenekleri kullanmak adına bazı görevlere gidiyor. ki günümüz açısından en güzel oyun bana göre assasins creed 3 olmuştur bu yüzden. nihayet oyunun bu anlamda amacına ulaştığını gördük çünkü asıl olay sonuçta bir şekilde atalarından farklı farklı yetenekler kapmaktı, ama icraatte bir şey görememiştik pek. fakat bu oyund desmond gayet iş bitirici bir durumda, her bölümün ayrı bir zevki var gerçekten.
sonuç kısmına geleceğim, assassin's creed severler aslında bu oyunu pek sevmezler, bunun da sebebi connor kenway'dır. sen avcı mısın, asker misin, ormancı mısın, gemi kaptanı mısın(evet o kısmı anlatmadım, bir de gemi görevleri var, assassin's creed 4: black flag kadar kapsamlı olmasa da seride ilk kez gemi kaptanı olduğumuz için güzeldi) gibi söylemler çok olmuştu connor'a. tamam, hak veriyorum, diğer oyunlar kadar çok da dahil değildik bir suikastçı olmaya, hani uzak da değiliz yanlış anlaşılmasın, ama seriden bağımsız olarak hikayesi bana gayet güzel geldi. belki connor her bir insana yardım etmeye çalışıyor ama bu ne derece kötü ki, doğru bildiğini yapmak adına doğru olduğuna inandığı insanlara yardım ediyor. bu sebeple bu oyunu sevdiğimi söyleyebilirim. benim serideki oynamış olduğum oyunlara göre kendisini özellik anlamında en çok geliştiren oyun olması da güzeldi.
tanımı, daha önce başka bir tanımda da yazdığım, connor kenway'ın sözü ile bitirmek istiyorum.
"eğer sınırlarını zorlamazsan kendini nasıl geliştirebilirsin?"
ondan sonra ise oyunda asıl yönetmekte olduğumuz karakter connor kenway, kızılderili asıllıdır. hatta yazı olarak şuan yazamayacağım ama telaffuz olarak şöyleydi söylenişi, "ratonhaketon" evet, söylenişi böyle, kendisinin kızılderililerle beraber yaşadığı andaki ismi bu, sonradan ismi sürekli duyacağımız connor kenway olarak değişiyor. bu değişim de bizzat gözümüz önümde olmakta pek tabi.
şimdi dönem amerikan bağımsızlık savaşı olunca haliyle yine dönemin tarihi kişilikleri ile beraber takıldığımız zaman oluyor. kimler dersiniz, mesela benjamin franklin, george washington, yanlış değil isem marquis(ya da marques galiba) de laffayatte ve bunlar yanında ismini şuan unuttuğum diğer tarihi kişilikler.
bu oyunu açıkçası seviyorum, connor her ne kadar kafa karışıklığı içerisinde bir ona bir buna yardım edeyim mantığı ile amerikan bağımsızlık savaşında amerikan'ın yanını tuttursa da bize, belli bir amacı var ki, genelde haklının yanında olmayı tercih ediyor. o döneme göre sömürülenin yanında. zira döneme göre amerika, ingilizler tarafından sömürülmekte.
şehir olarak oyunda boston, new york gibi yerleri görüyoruz, yani güzel aslında kötü değil, ancak ben yine de bir italya'da geziyor olma havasını alamadım. belki o dönemki tarihi zenginlikleri ilgili bir durumdur amerika açısından bilemiyorum.
oyundaki dövüş sistemini şöyle diyeyim, zaman zaman zorlandığımız anlar olsa da, connor kenway ordular arasında bile koşuşturan biri. yani gayet karşısında elleri silahlı bir ordu varken, savaş meydanında oradan oraya koşuşturan biri oluyoruz.(böyle bir görev vardı, ama daha fazla var mıydı şuan anımsayamadım) fakat kendi adıma söylemek gerekirse ben o görevde zorlandım defalarca da senkronize bozuldu. yani işte connor kenway hayatını kaybetti ve yeniden başladı. dövüş sistemi derken silahlardan da bahsetmeli, bu oyun öncesi elimizde pistol olan bir oyun yoktu galiba ancak bunda pistol var, sonra o dönem duyduğumda aşırı mutlu olduğum ok ve yayımız da var.
oyundaki yeniliklerden bahsedeyim biraz, connor'ın kızılderili olmak durumundan kaynaklı, ağaçlara tırmanıp ağaçlardan ağaca geçiş yapabiliyoruz ki bu çok keyifli, eğlenceli bir durum. sonra mesela bu defa birçok çeşit hayvan avlayabiliyoruz. tavşan, tilki, kurt, ayı, geyik vs diye ilerliyor. kurt ve ayılar haliyle bira daha uğraştırıcı. küçük yaşlarda oynasam muhtemelen özellikle kurtla karşılaştığımda bir tırsardım.(küçük yaşlarda max payne 2'nin müziği ve o düşmanların aniden çıkışından korkardım)
günümüz kısmına geçeyim son olarak, bu defa sayın karakterimiz desmond miles, çeşitli atalarından aldığı yetenekleri kullanmak adına bazı görevlere gidiyor. ki günümüz açısından en güzel oyun bana göre assasins creed 3 olmuştur bu yüzden. nihayet oyunun bu anlamda amacına ulaştığını gördük çünkü asıl olay sonuçta bir şekilde atalarından farklı farklı yetenekler kapmaktı, ama icraatte bir şey görememiştik pek. fakat bu oyund desmond gayet iş bitirici bir durumda, her bölümün ayrı bir zevki var gerçekten.
sonuç kısmına geleceğim, assassin's creed severler aslında bu oyunu pek sevmezler, bunun da sebebi connor kenway'dır. sen avcı mısın, asker misin, ormancı mısın, gemi kaptanı mısın(evet o kısmı anlatmadım, bir de gemi görevleri var, assassin's creed 4: black flag kadar kapsamlı olmasa da seride ilk kez gemi kaptanı olduğumuz için güzeldi) gibi söylemler çok olmuştu connor'a. tamam, hak veriyorum, diğer oyunlar kadar çok da dahil değildik bir suikastçı olmaya, hani uzak da değiliz yanlış anlaşılmasın, ama seriden bağımsız olarak hikayesi bana gayet güzel geldi. belki connor her bir insana yardım etmeye çalışıyor ama bu ne derece kötü ki, doğru bildiğini yapmak adına doğru olduğuna inandığı insanlara yardım ediyor. bu sebeple bu oyunu sevdiğimi söyleyebilirim. benim serideki oynamış olduğum oyunlara göre kendisini özellik anlamında en çok geliştiren oyun olması da güzeldi.
tanımı, daha önce başka bir tanımda da yazdığım, connor kenway'ın sözü ile bitirmek istiyorum.
"eğer sınırlarını zorlamazsan kendini nasıl geliştirebilirsin?"
devamını gör...
17.
kitap yazmak
ilk olarak 2018 yılında başladığım bir yolculuk benim için. mümkün oldukça da yazmak istiyorum, ilk olarak şiir kitabıyla başladım. planlarım arasında denemelerimden oluşan birkaç kitap ve yeni birkaç şiir kitabı daha var.
keyifli bir eylem, bana huzur vermekte, beni dinlendirmekte.
keyifli bir eylem, bana huzur vermekte, beni dinlendirmekte.
devamını gör...
18.
sözlük radyosu kaçak yayınları
merhaba mutlu ve keyifli yayınlar, gain'de mahsun j'nin 2. bölümünü izleyip geldim, keyifli dizi bu arada tavsiye ederim.
devamını gör...
19.
nereye gitti bu entelektüeller sorusu
nereye gitti diyelim, iyi hoş ama peki bu kelimenin ne anlama geldiğini ne kadar biliyoruz?
bu sözcük aydın kelimesi ile eş anlamlı olup, aydın da "kültürlü, okumuş, görgülü, ileri düşünceli" gibi anlamlara geliyor, en azından durum türkçe sözlük anlamına göre böyle.
ben entelektüelin bu gibi anlamlar beraberinde, toplum tarafından örnek alınan kimse olması gerektiğini de düşünüyorum. çünkü toplum ancak entelektüel bilgi birikimine sahip insanlar ile öğrenir, öğretir ve bilgisini geleceğe ışık olarak tutabilir.
biz ise toplum olarak her bir şeyi eleştirmeye, her bir konuyu kendi açımızdan algılamaya programlanmış haldeyiz, bu gelişmişlik değil, olaylara ve olgulara tek bir yerden bakmaktır. bu bizi ilerletmez, yerimizde öylece bırakmakla da kalmaz sürekli olarak geriye atar.
gün oluyor, ortada hiç benimsemediğimiz bir konudan tartışıldığını görüyoruz, hemen ona karşı oluyoruz, anlamak çabasına kendimizi adamadan.
nasıl entelektüel olunur belirteyim, yukarıdaki anlamlar beraberinde aynı zamanda fikirlere ve düşüncelere saygılı davranarak olunur. yeniliğe ve gelişime destek oldukça olunur. yeni fikirlere destek oldukça. biz ise toplum olarak her ne kadar gün gün ilerleme çabasında olsak da, diğer toplumların yaptığı hata gibi, farklı bir durum karşısında, yok efendim bu bizim toplumumuza uygun değil, biz bu seviyede değiliz, böyle şeyler bizde olmaz, olmamalı gibi gerici bir bakış açısıyla bakıyoruz.
bu bakış açısının zamanında dünya düzdür diyen insanlardan ne farkı var? ya da geçmiş çağlardaki icatlarıyla şuan günümüzdeki birçok işin kolay hale gelmesini sağlayan mucitlerin önüne geçen insanlardan ne farkınız oluyor?
toplumcu bakış açısı diyor ki biz en iyisini biliriz, bir düşünce bize karşı ise yanlıştır, bu kadar insan yanlış mı bileceğiz vs gibi düşüncelerle farklı düşünceleri hep engelliyor. işte bu bakış açısı entelektüelliğin düşmanı cehaletin dostu olan bir bakış açısıdır.
düşüncelere saygı göstermek, karşıdaki insana anlamaya çalışmak ve yukarıda dediğim gibi gelişime açık oldukça entelektüel oluruz. yani entelektüeller gitmiş olabilir, hadi entelektüel arayışına girelim değil, entelektüel olacakların önüne geçmeyelim. o zaman toplumumuz gelişecek işte.
bu sözcük aydın kelimesi ile eş anlamlı olup, aydın da "kültürlü, okumuş, görgülü, ileri düşünceli" gibi anlamlara geliyor, en azından durum türkçe sözlük anlamına göre böyle.
ben entelektüelin bu gibi anlamlar beraberinde, toplum tarafından örnek alınan kimse olması gerektiğini de düşünüyorum. çünkü toplum ancak entelektüel bilgi birikimine sahip insanlar ile öğrenir, öğretir ve bilgisini geleceğe ışık olarak tutabilir.
biz ise toplum olarak her bir şeyi eleştirmeye, her bir konuyu kendi açımızdan algılamaya programlanmış haldeyiz, bu gelişmişlik değil, olaylara ve olgulara tek bir yerden bakmaktır. bu bizi ilerletmez, yerimizde öylece bırakmakla da kalmaz sürekli olarak geriye atar.
gün oluyor, ortada hiç benimsemediğimiz bir konudan tartışıldığını görüyoruz, hemen ona karşı oluyoruz, anlamak çabasına kendimizi adamadan.
nasıl entelektüel olunur belirteyim, yukarıdaki anlamlar beraberinde aynı zamanda fikirlere ve düşüncelere saygılı davranarak olunur. yeniliğe ve gelişime destek oldukça olunur. yeni fikirlere destek oldukça. biz ise toplum olarak her ne kadar gün gün ilerleme çabasında olsak da, diğer toplumların yaptığı hata gibi, farklı bir durum karşısında, yok efendim bu bizim toplumumuza uygun değil, biz bu seviyede değiliz, böyle şeyler bizde olmaz, olmamalı gibi gerici bir bakış açısıyla bakıyoruz.
bu bakış açısının zamanında dünya düzdür diyen insanlardan ne farkı var? ya da geçmiş çağlardaki icatlarıyla şuan günümüzdeki birçok işin kolay hale gelmesini sağlayan mucitlerin önüne geçen insanlardan ne farkınız oluyor?
toplumcu bakış açısı diyor ki biz en iyisini biliriz, bir düşünce bize karşı ise yanlıştır, bu kadar insan yanlış mı bileceğiz vs gibi düşüncelerle farklı düşünceleri hep engelliyor. işte bu bakış açısı entelektüelliğin düşmanı cehaletin dostu olan bir bakış açısıdır.
düşüncelere saygı göstermek, karşıdaki insana anlamaya çalışmak ve yukarıda dediğim gibi gelişime açık oldukça entelektüel oluruz. yani entelektüeller gitmiş olabilir, hadi entelektüel arayışına girelim değil, entelektüel olacakların önüne geçmeyelim. o zaman toplumumuz gelişecek işte.
devamını gör...
20.
yazarların olmak istediği şiir
ali lidar - ismail'in kendi kendine delirmişliğine dair hikayat
devamını gör...