robnaja yazar profili

robnaja kapak fotoğrafı
robnaja profil fotoğrafı
rozet
karma: 16296 tanım: 612 başlık: 65 apolet: 3 takipçi: 175
'güm güm çalındı kapım- açtım baktım ki yalnızlığımmış.' C. S.

son tanımları | başucu eserleri


manken

oh!.. sonunda ışıklar bir bir sönüyor. etrafı kaplayan suni aydınlık azaldıkça ruhumda bir ışık beliriyor yavaş yavaş. yoksa siz? yoksa siz mankenlerin bir ruhu olduğunu bilmiyor musunuz? gerçi doğru nereden bileceksiniz ki...
etraftaki ayak sesleri de iyice azaldı. son tıkırtı... evet, şimdi kepenk de indi. biz bizeyiz. yeniden. özgür. ahhh, kollarım! bütün gün biri aşağıya biri de yukarıya doğru bakıyor, sanki bir davet hareketi gibi. sanki 'gel. ', 'gel, içeriye doğru gel.' mesajı taşır gibi. gerçekten bunun etkili olabileceğini düşünen var mı? ya da her sabah tozlarımızı alıp haftada bir üzerimize yeni kombinleri geçiren kadının, bizi değil de bütünleşmiş olan kıyafetlerden başka bir şeyi, önemsememesinin sebebi mi? emin olamıyorum.
neyse neyse bütün gün çok yoruldum. şimdi bunları düşünmenin sırası değil. kulaklarım da yorgun. sabahtan akşama dek popüler olduğu için tıngır mıngır ritimler ile anlamsız kafiyeli sözlerin tekrarlandığı hiçbir şey anlatmayan müzikler içimi darlıyor. biraz daha isyankar bir şeyin sırası. görülmeyenleri gören insanların müziğini seviyorum ben. ne diyorlardı? meselesi olan şeyler. belki "sanane" ya da "ünzile". ama yok bu akşam içimden çocuk kadınlara kederlenmek gelmiyor. bu akşam ruhum onu kaldıramaz. o zaman... o zaman "sanane" olsun.
nereden mi biliyorum bu şarkıyı? siz bilmezsiniz tabii, eskiden daha böyle çıtır bir mankenken o kliptekilerden biri, bendim. ne mi yapıyorum klipte? her zamanki işim işte dikiliyorum üzerimdeki kırmızı elbisemle, bence çok da zarif duruyorum. hatta şarkının öyküsünü bile biliyorum. karsu'dan duydum, evet ilk ağızdan. o şimdi türkiye'de büyümemiş ya buradaki örf ve adetlerin bir kısmını, biraz da yaşarken deneyimlediği bazı kısıtlamalara isyan etmek için yazmış. ney? neden bilmeyecek mişim ki? insanların arasında dolaşmıyor oluşum, onları anlamama engel mi? ohooo.... siz bütün gün görmez gözlerle etrafa bakarken ben de sizleri izliyorum.
mesela geçen gün bir çift geldi. böyle beyaz tenli, kısacık kıvırcık saçlı, ışıltılı gözlerle bakan bir genç kadın yanında da yakışıklı bir genç adam. bana doğru yaklaştılar. ben de içimden diyorum ki "ya ne güzel bir çift." imrenmedim desem, yalan. ama burada böyle bir şans yok, sadece kadın kıyafetleri satan bir mağaza. dolayısıyla erkek manken de yok. offf! neyse konuyu dağıtmak üzereyim. ne diyordum? hah, tamam. bana doğru yaklaştılar. biraz daha yaklaştılar, bu kez konuşmalarını duyuyordum.

- şu kırmızı mini etek, sanırım bu aradığım. çok güzel değil mi aşkım?
- kızım saçmalama sokakta bunu giyersen ya ben katil olurum ya da sen... tövbe, tövbe...

kadının elinden çekeleyip biraz ilerideki bir kıyafete doğru yöneldi. artık duymuyordum. iyi ki de duymuyordum. bazen bazı insanları omuzlarından tutup sarsasım geliyor. kendine gel diyerek uzun uzun sarsmak. belki sarsıntıyla beraber baskıcı, aşağılayıcı, incitici düşüncelerini ya da söylemlerini kafalarından atabilirim gibi geliyor. sahi yapabilir miyim? kökleri ne kadar derine iniyor acaba. yani insanlar hep mi böyleydi?
hayır, tabii ki bu kadarını görmedim sadece. her gün yaklaşık 12 saat gözlem yapabiliyorum. sabahın erken saatlerinde içeriye doluşan bir sürü insan. gün içinde azalıp çoğaldığı da oluyor ama sanırım herkesin hep, hep yeni bir giysiye ihtiyacı var. neyse geçen gün minik bir kız çocuğu geldi yanıma. bakın öyle tatlıydı ki... bıcır bıcır, şarkılar söyledi bana; dans etti elimden tutup. annesinin alışverişi uzayınca da anlatmaya başladı. sanırım çocuklar ruhumu görebiliyor. hissediyorum.

dedi ki:
- çok sıkıldım. kaç saattir buradayız. annem de bir bitiremedi alışverişi. zaten işi gücü alışverişmiş, babam öyle diyor. babam, eve gidince yine surat asacak. böyle günleri sevmiyorum. onlar bağırıştıkça ellerimle kulaklarımı tıkıyorum, şarkı söylüyorum. yine de duyuyorum. babam işten eve yorgun argın geliyormuş, doğru düzgün bir yemek koyanı bile yokmuş. oysa annem de işten eve yorgun argın geliyor!
ben biraz daha büyüyeyim o zaman yemekleri yaparım, kimse de kavga etmez. hem mutlu olduklarında çok seviniyorum biliyor musun? hep beraber geziyoruz, benimle oyunlar da oynuyorlar. işte ben yemekleri yapınca da her gün birlikte mutlu oluruz.

o an, konuşabilmeyi çok istedim. üzülme çocuk bunlar senin suçun değil, mesele yemek de değil. mesele birinin birini beslemesi bile değil, demek istedim. yapamadım. umarım biri anlatır. konuşabilen biri...

ahhh. yine aklımda meseleler. evet mankenlerin bile meseleleri var. yani farkındayız her şeyin. birilerinin kadınlara dayattıklarının... tek farkımız susuyoruz. konuşamıyoruz.
ne? nasıl? insanlar da mı konuşmuyor bu konuyu? nasıl yani kadınlara baskı yapılırken, şiddet uygulanırken başka kadınlar ve erkekler susuyor mu?
!..
devamını gör...

hoşça kal

hoşça kal, bir veda sözü.
///
aşağıya bakıyorum. bir kadın bedeni. kalp atışını zar zor duyabiliyorum. biraz yavaş ama belirli bir ritim ile. yüzünü süzüyorum, bir his arıyorum . huzur, hüzün... duygusuz, belirsiz. siyah dağınık saçları beyaz çarşafın üzerinde bir tezat oluşturmuş. vücudu biraz kırılgan, güçsüz geliyor.
dokunmak istiyorum. uzatıyorum parmaklarımı boşluğa dokunur gibi oluyorum.
hafifçe göğe yükseliyorum. bu beden, benim. biraz daha uzaklaşıyorum. hafif bir serinlikle gelen ürpermeye benzeyen bir hissi yaşıyorum. garipsiyorum. ilk kez bu kadar özgürüm. bir kalıbım yok. şeklim de, sınırlarım da. kahkaha atıyorum. ses yok. ama kahkaha atıyorum. içimden gülmek gibi bir şey bu.
kendimden uzaklaşırken ferahlık duygusu artıyor. ne çok hapsetmişim, ne kalın bir duvar örmüşüm diye düşünüyorum. uzaklaşıyorum, kahkahalarım artıyor. hızla bir yerden başka bir yere gidebiliyorum. sınırım yok. aklıma uzun zamandır görmediğim, sesini duymadığım insanlar geliyor. bir bir ziyaret ediyorum. hayatlarını eşeliyorum. onlar fark etmiyor. bir yerde mutluyum, bir yerde huzurlu, birinde kıskanç, birinde öfkeli. hala hissedebiliyorum. bir o yana, bir bu yana dağılıyorum. yapmadığım, yaşamadığım, deneyimlemekten korktuğum her şeyi izliyorum. okyanusu görüyorum, kuzey ışıklarını, aşık olduğum insanları, kalbini kırdıklarımı, çocukluğumun yara izlerini, masallı gecelerimi , ailemi, dostlarımı, eşimi...

belirsiz bir zaman diliminde yaşarken birden kendimi özlüyorum. sınırlarımı, hayatımı. özgür olmak güzel de bensizken değil, diyorum. 'bir beden, kalıplara hapsolmak ama izlemek yaşamak değil ki...' diyorum. kendimi arıyorum. korkuyla dolanıyorum. var olmayan kalp atışlarım, hızlanıyor. korkuyorum. ya hiç bir daha ben olamazsam diye endişe ediyorum.
yolunu kaybetmiş ruhum, bu kez acı çekiyor; yeni bir sanrı oluşuyor.

birden bir sıcaklık hissediyorum. yaklaştıkça artıyor. arttıkça ona doğru çekiliyorum. işte orada. bu, benim. yaklaşıyorum. kalp atışlarım sanki biraz silikleşmiş. yüzüm biraz daha yorgun. belki de bezgin, bilmiyorum. ruh eksik olunca beden de bunu hissetmiş midir, diye merak ediyorum. sonra uzanıyorum kendime dokunmak istiyorum. başaramıyorum. ruhumu, benin içine sıkıştırmaya çalışıyorum; olmuyor. her şey gibi bedenimin içinden de geçiyorum. ruhumu, yüreğime oturtamıyorum. uğraşıyorum. üzülüyorum. bekliyorum. hiçbir şey değişmiyor. zaman geçiyor, belki de hiç geçmiyor. ruhum, bedenimin refakatçisi oluyor. ama bütünleşemiyor. bir müddet sonra belki biraz daha önce... artık vazgeçiyorum.
söylemek istediğim birçok şey var. keşkelerimden yeni bir duvar örüyorum ruhuma. çok sözüm var kendime. ama zamanı geçmiş. duymuyor.

vazgeçiyorum sonra. dilimde kalan son kelime dökülüyor, "hoşça kal."
devamını gör...

insan olun biraz (yazar)

...8,9,10 önüm, arkam, sağım, solum sobe; saklanmayan ebe!
alp, alp, alp!


alp mahallenin muzır çocuğu, benim de en iyi arkadaşım. öyle böyle değil. çok. beraber doğup büyüdük biz, gerçi on gün aramız var ama bence önemsiz. alp bunu bir şey sanıyor. on gün büyüğüm diye arada efeleniyor, ben büyüğüm söz dinleyeceksin diye ama onun dışında harika bir arkadaş. ha, annemin de en çok güvendiği arkadaşım. alp hadi, çiçek ile bir koşu markete gidiverin; alp okula giderken çiçek'i yalnız bırakma emi insanı. sahi nerede bu kez acaba? recep amcanın fırının oraya gitmiş olabilir mi? yo, yo orada olma ihtimali yok. recep amcanın dünkü azarından sonra tekrar oraya gitmek için yürek yemiş olmalı. yürek yemek de tam olarak nasıl bir şey ki, ablam o mecaz mı ne bir şey demişti ya neyse cesur olmanın diğer adıymış. alp yürek yemiş midir? neyse ben ilk önce kömürlüklerin oraya bakayım da. en yakın mesafe. boşuna bir sayı daha kazanıp ortada kurum kurum gezmesin şimdi.

… 8,9,10 önüm, arkam, sağım, solum sobe; saklanmayan ebe!

çiçek, hep en yakın arkadaş olduğumuzu söylüyor ve bunu herkese söylüyor ama ben içimden diyorum ki “ en iyi arkadaşlar evlenmez ki akıllım.” o bilmiyor ama biz ileride evleneceğiz. bakkal murat amcanın kızı selin abla o askerle evlendiği zaman ne güzeldi. asker, selin ablayı alnından öpmüştü. ben de çiçek’i alnından öperim sonra belki ama daha çok büyümemiz gerek. çiçek ile her şeyi birlikte yapıyoruz çoğu zaman, okula da birlikte gidiyoruz. o karşıdan karşıya geçerken sağa sola bakmayı bilmiyor. hep karıştırıyor. ben daha büyük olduğum için önce sola, sonra sağa, sonra tekrar sola bakıyorum. karşıdan karşıya geçmeyi en çok ben seviyorum bu dünyada. çünkü çiçek elimi tutuyor o zamanlar. eli çok soğuk çiçek’in her zaman. burası da ne kadar karanlık. beni burda asla bulamaz. hiçbir zaman bulamıyor zaten. bazen ben bilerek görünüyorum. mutlu olsun diye. çünkü sobelemek için koşarken saçları uçuyor sağa sola. zaten saçını taramayı da bilmiyor ama güzel kokuyor saçları. şimdi bu akıllı beni kömürlükte arayacak kesin. burada olduğum aklına bile gelmez.

… 8,9,10 önüm, arkam, sağım, solum sobe; saklanmayan ebe!

burayı da hiç sevmiyorum. kömürlükten gelen garip bir koku var. bir de sanki biraz ürkütücü bir yer. karanlık hep korkunç. kapıyı açsam da bir süre hiçbir şey görünmüyor burada. alp! alp bak oradaysan ve kapının arkasından çıkıp beni yine korkutursan bu sefer çok pis kapışırız ona göre. alp! offf burada yok. kayalıklara da gidemez. semra teyze, ha bu arada o alp'in annesi, geçen kayalıklara uzanmış bulutlardan resimler bulurken bağırarak yanımıza gelip ikimizi de bir güzel fırçaladı. düşersek ne olurmuş. onlar evlatsız, biz arkadaşsız kalırmışız. alp'siz kalamam ki ben! semra teyzeme söz verdik hem. o da benim gibi bir arkadaşı bulamayacağını söyledi. orada da değil. hımmm o zaman " o piti piti karemela sepeti, terazi lastik cimnastik, biz size geldik bitlendik, dik dik dik..." hah tamam ayşe teyzelerin merdiven altı. yavaşça geliyorum dostum. ensendeyim. hişttt sessiz olun siz de!

… 8,9,10 önüm, arkam, sağım, solum sobe; saklanmayan ebe!


burayı da hiç sevmiyorum aslında ama çiçek burayı hiç düşünemez. hem çiçek bazı şeylerden çok korkar, ben hiç korkmam. yani bazen korkmam. az korkarım ya da. şimdi korkmuyorum ama ezan okunursa korkarım. o zaman da aziz allah celal şahin diyorum hemen. ya da öyle bir şey, annemden duydum ama şimdi tam hatırlamıyorum. neyse ses çıkartmamam gerek şimdi. duyarsa hemen gelir. çiçek hep korkar dedim ya; annem bize kızdığı zaman da korkmuştu çiçek. ölürsek ne olur diye gözleri dolmuştu. o, kız olduğu için öyle ağlayabiliyor bazen. ben hiç ağlamam. ama ben de korktum o zaman. çiçek ölürse ben hep burda saklanırım diye düşündüm. gözüm acıdı, ağlamadım ama. recep amca yine fırının önünde. o da beni görmesin bence. ekmeklerinin tepesini koparıp yedim diye çok kızdı bana dün. ama kahvede göz hakkı demişti birine; canı çeken, parası olmayan ekmeklerimden alabilir demişti. benim de param yoktu dün, canım da çekti. gözümün hakkı ekmeklerin kıtır kıtır tepesi olamaz mı? çiçek, adımı bağırıp duruyor. öyle olmaz ki akıllım! o zaman saklambaç olmaz ki! ama çağırınca gidesim geliyor biraz ama gitmiyorum. o bulsun beni.


… 8,9,10 önüm, arkam, sağım, solum sobe; saklanmayan ebe!

"-ayşe teyze, ayşe teyze alp'i gördün mü?"
"- yok kuzum, çamaşır asıyorum ben. ama bence sen recep amcanın oraya doğru bir bak. az önce oradan bir patırtı geldi yine. alp, recep amcana yakalanmış olabilir." dedi.
der demez hemen merdivenleri ikişer ikişer tırmanıp yandaki duvara çıktım. böylece hem zamandan kazanacak hem de sokağın üst kısmından alp'i görecektim. ve de ta ta ta tammmm, alp paşa yakalanacak. son kez oynanan bu oyun benim olacak. son kez oynanan bu oyun. son kez oyun. son kez. alp! alp! alp! hah işte orada. çığlık atar gibi bağrındığım için recep amca da kızmayı bıraktı. bir şey söylemem lazım.

-alp ben artık hiç saklambaç oynamayacağım. hiç. sensiz bu oyunu oynamam ben.

…8,9,10 önüm, arkam, sağım, solum sobe; saklanmayan ebe!

bence öyle demek istemedi çiçek. denmez ki öyle şey. recep amca zaten bana kızmıyordu bu sefer. başka çocuklara kızıyordu. bence çiçek beni korumak için öyle söyledi. aferin ona! büyük gibi davranıyor bazen çiçek. büyüsek hemen evleniriz. büyümezsek hep yanımda kalır. ağlamıyorum ki recep amca. büyümek insanı ağlatır mı? oyun biterse biz büyür müyüz? biz büyürsek çiçek gider mi?

çiçek nefes nefese beni aramaktan ama sanki bulmaktan da korkmuş. gözleri denize düşmüş kuş gibi. sanki ayağına bulut takılıp suya düşmüş gibi. sanki kuru değil gibi.

çiçek ağlıyor diye ağlanır mı sanki? gözüme bir şey kaçar bazen. şimdi de öyle akıllım. çiçekler ağlamaz zaten, onlar güzel kokar. elma dersen çıkarım ben çiçek. ama oyun biter diye korktuğum için çok saklandım. küçük çocuklar korkmaz mı bazen?

… 8,9,10 önüm, arkam, sağım, solum sobe; saklanmayan ebe!
hem recep amca hem de alp gözlerini dikmiş bana bakıyorlar. bağıra çağıra geldiğim için recep amcanın da dikkati dağıldığından biraz önce fırçayı yiyen iki yaramaz da koşup kaçtı. alp de recep amca da bir an onlara doğru gözlerini çevirseler de tekrar gözlerini diktiler. ben ağlamaya başladım. zaten ne zaman bir şey ile mücadele edemesem hemen gözlerimden aşağıya damlalar akmaya başlar. bir de yumru var boğazıma dizilen. o varken nefes almak bile zor.
alp, recep amcaya bakıyor şimdi. bakıyor, konuşmuyor. ben ağlıyorum, alp ona bakıyor. sanki içinden onunla konuşuyor.
ama ben alp yanımda olsun istiyorum. içim kırılmış hissediyorum. aynı o porselen bebek gibi. çünkü canım çok yanıyor. annem kırıldı artık işe yaramaz deyince ama canı yanar birleştirelim demiştim. annem yapıştırıp vitrine koydu. şimdi orada tek başına ama en azından bizimle. vitrin camına her baktığımda görüyorum onu. hala bizimle.
alp'e sarılıyorum. sıkı sıkı sarılıyorum.
recep amca konuşuyor.
-çiçek iyi misin? neden ağlıyorsun kızım?

… 8,9,10 önüm, arkam, sağım, solum sobe; saklanmayan ebe!
çiçek, recep amcaya cevap vermiyor. zaten cevap vermek istemediği bir şey olunca pek konuşmaz. ayrıca gözyaşları ne kader sıcak çiçek’in hep boynuma boynuma aktı sıcak sıcak. demek ki çiçek’in içi de o kadar sıcak. hem de güzel kokuyor. yaz günleri annemin beni uyandırıp oturttuğu kahvaltı sofralarındaki yabani çilek reçeli gibi. ama ağlıyor çiçek. keşke konuşsa neden ağladığını bilsem. hem öğrenirsem belki iyi edebilirim çiçek’i hem de recep amcaya anlatırım ne olduğunu, o da bana kızmaz artık. çiçek ağlamayı bırakmadıkça benim de ağlayasım geliyor ama ağlamam. recep amca varken hele, hiç ağlamam. ama çiçek’in sırtına dokunuyorum yumuşakça ağlaması bitsin diye. sanki çiçek’in sırtında bir sürü bir sürü kelebek var. sorsam mı acaba neden ağladığını? belki sadece ağlamak istiyordur, belki içinde çok gözyaşı kalmıştır. fazla olanları atıyordur.

ben böyle düşünürken çiçeklerin evinin önünde bir araba durdu. ben pek sevmem arabaları, çiçek de bisiklet sever en çok. büyüyünce ona motorlu bisiklet alacağım. belki o zaman ağlamaz.



...8,9,10 önüm, arkam, sağım, solum sobe; saklanmayan ebe!
alp, alp, alp!

-hani büyükler bazen çocuklar anlamaz deyip bizim yanımızda konuşurlar da biz de onları dinlemez gibi yapıp oyunumuza devam ederiz ya işte öyle bir gün. babam anneme bundan sonra hayatın bizim için çok kolay olacağını söyledi. ankara'daki o fabrikada artık müdür olacakmış. bundan sonra hep ve her zaman her istediğimizi alacakmış. çok mutlu olacakmışız.-

ben sensiz mutlu olmak istemiyorum ki alp. benim senden başka oyun arkadaşım olmasın istiyorum. ben başkasının elinden tutup karşıdan karşıya geçmek istemiyorum ki... karşıya bile geçmek istemiyorum... sensiz ben... ben sensiz istemiyorum ki...

dedi içim. dedi içimdeki ses. oysaki tek yapabildiğim bir sana bakmak, bir kamyona bakmak. içim taş kesildi alp. konuşamıyorum alp. elimden tut alp, hiç bırakma!
devamını gör...

kimliksiz hikayeler

"gitmem gerek, şimdi!" diye düşündü kadın. çevresine bakındı. birden yabancı olmuştu her şey. her sabah, kahvaltısını ettiği masaya baktı. üzerinde bir vazoda solmuş çiçekler, açık bırakılmış bir defter. defterde karalanmış hüzünlü kelimeler. hemen yanında bir kalem kapağı. kalem yok. kapaktan ayrı düşmüş.
tezgaha yöneltti başını. dağınık bulaşıklar. hisleri gibi. elini kaldırası yok. yüreğini toplayası da. camlar da tozlanmış. dışarısı hafif puslu görünüyor. zihni gibi. etrafa saçılmış kitaplar. bir kenara bırakılmış bir hırka. tek başına. tüm eşyalardan bağımsız. bir yabancı. kadın gibi.
"gitmem gerek." burası artık benim evim değil.
radyoda çalan yeni bir şarkı. cızırtılı bir sesle başlayan. enstrümansız çıplak bir ses. bu sesi tanıyor. daha önce de defalarca duyduğu bir şarkı sözü başlıyor, hirai zerdüşt 'gitmem gerek'.
bu bir işaret diyor. kalkıyor. şarkıdaki bir söz kulaklarından silinmiyor, 'beni anlamıyor evim.'. hızlıca eşyalarını topluyor. usulca kapıya yöneliyor. elinde bir küçük valiz. son anda dönüyor. hırkayı alıyor eline. kokluyor önce, yabancı bir koku. bir kadın kokusu, daha önce hiç duymadığı. ateşe vermek istiyor. içindeki tüm öfkeyi bir hırkaya yöneltiyor. ateşe vermek istiyor, hırkayı da evi de... yakmak istiyor geçmişi. damarlarından zihnine dek bir alev yükseliyor. adı öfke. yıllardır aşık olduğu adamın resmine takılıyor gözü. hırkayı fırlatıyor elinden. hırka çerçeveye çarpıyor şiddetle. sehpadan düşen çerçeve kırılıyor. resimdeki kadın ve adamın arasında kocaman bir çatlak oluşuyor. yakmıyor kadın ne evi ne de hırkayı. usulca çekiyor kapıyı. radyodan kulağına çalınan son ses, 'anlatsam içim kanar, anlamı yok.'...
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının ölüm tercihleri

ötenaziye ile ölmek, ölümün en güzel halidir diye cevaplamak istediğim başlıktır.
bir düşünün sevdiğiniz herkese veda etme şansınız olduğunu. hoşça kal diyorsunuz ve öyle gidiyorsunuz.
bir de gömülmek yerine yakılmak hayalimin gerçekleştiği bir sonsuzluğa kavuşursam...
sevgili nazım'dan bir şiirle de taçlandıralım konuya tevafuk etmesi bakımından. *

* * *
ben
senden önce ölmek isterim.
gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
ben zannetmiyorum bunu.
iyisi mi, beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin...
fedakârlığımı anlıyorsun :
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için.
ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
ve orda beraber yaşarız
külümün içinde külün,
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi ordan atana kadar...
ama biz
o zamana kadar
o kadar
karışacağız
ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
yan yana düşecek.
toprağa beraber dalacağız.
ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak
iki çiçek açacak :
biri sen
biri de ben.
ben
daha ölümü düşünmüyorum.
ben daha bir çocuk doğuracağım.
hayat taşıyor içimden.
kaynıyor kanım.
yaşayacağım, ama çok, pek çok,
ama sen de beraber.
ama ölüm de korkutmuyor beni.
yalnız pek sevimsiz buluyorum
bizim cenaze şeklini.
ben ölünceye kadar da
bu düzelir herhalde.
hapisten çıkmak ihtimalin var mı bu günlerde?
içimden bir şey :
belki diyor.


18 şubat 1945
piraye/ nâzım hikmet
devamını gör...

şifalı gözlerin her şeyi iyi edecek

şifalı gözlerin her şeyi iyi edecek anna diyor tarık tufan şiirinde.
siz şiirlerle hiç konuştunuz mu?

senin korkularını benim inceleğimi, bana ilk sözlerini söyleyen şiir. ve en çok etkileyen kelimeler ise " insanın içini dökmekten vazgeçmesidir ayrılık".
içimi dökmeyi, iç dökmeyi unuttuğumu fark ettiğim gündü melankolik hayatımı sergilemek ve kelimelere dökmekten vazgeçişim. çok sancılı, çok sanrılı kelimelerim vardı. kırıp döken anılarım.
herkese en çok da kendime itiraf etmekten korktuğum bir yanılsamadan düştüm yola. yol dediğim de taş yoktu, izde.
yolsuzdum, kayıptım. inançsızdım.
ve kelimelerim sadece acının sözcüsü idi.
depremlere gebe gönül yıkılıcılığım enkazların altında kaldı bir süre.
ve sonunda belki de her şeyin başında şifalı gözlerin yüreği de kelimeleri de efsunladığını gördüm. bu büyü öyle sardı ki beni içimdeki buz tutmuş inançsızlık çözüldü yavaşça.
şifalı gözler dedim ya... sadece o değil, sesindi şifa olan, içimdeki tüm umutsuzluğa...
devamını gör...

kabulleniş

kabulleniş, vazgeçme eşiğidir.

düşündü kadın belki de en büyük suç abdülhak hamit'in, nazım'ın, cemal'in, turgut'un ve onlar gibi kalbini kalemine dökebilenlerindi. onlar olmasa bir insanın incelikle ve zarafetle böylesine çok sevildiğini hiç bilmeyecekti. düşündü bütün diyalogları.içindeki kırılgan çocuk ilk yarasını ne zaman almıştı? ve ne zaman başlamıştı hayalleri? ve de çokça sevilme isteği? biri onu fatma, piraye ya da tomris gibi sevsin istiyordu. şiirlerde adı geçsin biri onu "sonsuzda" sevsin istiyordu.
sonra büyüdü kadın. fark etti ki tüm o okuduğu aşklar imkansız olunca kıymetli olmuşlardı. mutlu sonla bitenler sıradan hikayeler oluyordu. yaşanıyor ve tükeniyordu. birinin yüreğinde derin bir iz bırakmanın yolu o tene dokunamamaktan geçiyordu.
devamını gör...

masal

çocukluğun en güzel izidir masal.
küçükken babam dizine oturtur, sobanın başında kimi zaman annesinden duyduğu kimi zaman da kendisinin uydurduğu masallar anlatırdı. en sevdiğim masalında "minik ceylan" annesini bulsun diye sabırsızlanır bir yandan da dua ederdim kaybolmasın diye.
şuraya da yeğenim için yazdığım, onun da özel bir anısı olsun diye oluşturulmuş bir masal bırakayım. iyi insanların kazandığı bir dünya... hayal edelim.



evvel zaman içinde kalbur saman içinde masmavi denizlerin uzun beyaz bulutları kucakladığı sihirli bir ada varmış. 
adada altın rengi kumsallarda uçuşan kuşları, yemyeşil ormanlarda koşuşturan ceylanları, masmavi denizlerde yüzen balıkları izleyip mis gibi esen rüzgarı hissedebiliyormuşsunuz. ada sakinleri bu kadar güzel bir yerde yaşadıkları için kendilerini çok şanslı hissediyorlarmış. ve bu adayı sadece çok dürüst olan insanlar görebiliyormuş. burada yaşamaya hak kazanmak içinse 'hiç kötülük yapmamış olmak' gerekiyormuş. bu yüzden bu adada sadece iyi insanlar yaşıyormuş.
adanın tam merkezinde kocaman bir kale varmış. bu kalede çocuklara eğitim verip onları dünyadaki kötülükleri yok etmek için birer prens ve prenses olarak yetistiriyorlarmış.

o sıralarda uzak diyarlarda bir şehirde  iyi bir insan olamadığı için bu adaya giremeyen ve bu yüzden çok öfkelenen bir cadı varmış. bu cadı, o adaya girmeyi o kadar çok istiyormuş ki bunun için bir ejdarhayı ele geçirmiş ve onu kara bir büyü ile hizmetine almış. ejdarha daha önce kötülük yapmadığı için adayı bulabilecek ve adadaki kalede korunan iyilik sihrini yok edecekmiş . bu sayede bu kötü cadı da adayı ele geçirip kendisi gibi kötülük yapan insanları da adaya alacakmış.

cadı  sihirle etkilediği ejderhayi adaya yollamış. bu sırada mavi sınıf öğrencileri bahçede bitkileri inceliyor ve bu bitkiler ile hangi sihirleri yapabileceklerini öğreniyorlarmış. birden üzerlerinden gün ışığı vurmaz olmuş. kafalarını kaldırdıklarında bir de ne görsünler koskacaman bir ejdarha tam tepelerinden kaleye ucuyormuş. normalde ejderhalar insanlara zarar vermezmiş ama bu ateş saçarak geldiği için bir terslik olduğunu fark etmişler.  hemen koşup içeriye girmişler ve büyük sihir çemberinin başına geçmişler. burada dört büyük elementi; ateş, toprak, hava ve suyu bir de ruhu kontrol edip bütün büyüleri yapabiliyorlarmış. yalnız bir sıkıntıları varmış. o da eğer ejderhayı yok ederlerse birine kötülük yaptıkları için sonsuza dek adadan gitmek zorunda kalacaklarmış. bu kafalarını karıştırmış. hayrunisa hemen karar vermeyelim demiş ama  bir bakmışlar ejderha artık duvarları aşmak uzereymis. tam o sırada ozan deniz buldum, demiş. "onu ilk önce bayıltalım ve sakinleştirici büyü yapalım neden böyle olduğunu anlayalım, demiş. hemen çemberi oluşturmuşlar elementlerin yardımıyla büyüyü yapmışlar.

ejderha uyandığında cadının sihri de azalmış. ejderha olanları anlatmış. öğretmenleri ejderhanin üzerindeki büyüyü tamamen kaldırmış. ve ona bir koruyucu büyü yapmış. artık kara büyüden etkilenmeyecek ve cadının etkisi altına girmeyecekmiş. bu kötü olayın güzel tarafı ise mavi sınıfın artık adalarını koruyabilecek kadar güçlü olduklarını görmekmiş. öğretmenleri onları cesaretleri ve başarıları için tebrik etmiş. ve masal burada bitmiş. 
devamını gör...

bir hikaye

hayatı yaşıyormuş gibi yapma sanatı, bazen de anlamlandırmak için anlatma. bir his, bir kelam ve yolculuk.

#108873 istinaden müsaade buyursanız aziziyi. şuraya bir durum hikayesi bırakayım ben de.
...........................................

gözlerimi kapatıyorum karanlık, aralıyorum hala karanlık. etrafta gördüğüm bu siluetler de ne? küçük mezar taşlarına benziyorlar. birden yanımda bir gölge daha beliriyor ama daha da karanlık. büyüyor, uzuyor şekil değiştiriyor. içimde bir korku. anlamlandıramıyorum. neredeyim? ya da buraya nasıl geldim? düşünüyorum en son evimde oturmuş kahvemi içiyordum. sonrası yok. sonrası boşluk. yanımda duran adama bakıyorum. tanımıyorum. evet birini anımsatıyor ama kim bu? emin olamıyorum. elimden tutuyor, '......................... ' diyor. kulağımdaki bu ses içimi ısıtıyor. sanki yüreğimdeki karanlığı bir mumla aydınlattığını hissediyorum. onun sesi birden benim huzurum oluyor. bu hem çok hoşuma gidiyor hem de bir ürperti ile dolduruyor beni. hadi gidelim, diyor sonra. elim elinde. yüzünü bile seçemediğim bu adamın ardından yürüyorum gayri ihtiyari bir biçimde.
kalbim bir ritim yakalamış, yüksek sesli ve hızlı. heyecan mı, korku mu? birden etrafıma bakıyorum. yapayalnız olduğumu fark ediyorum. şimdi hissettiğim gerçekten korku işte. bilmediğim bir yerde, bilmediğim bir şeyin içine çekilip yalnız kalmışım. içimde sinsi bir ses konuşuyor şimdi 'sana kimseye güvenme!' demiştim.
derin bir nefes alıyorum. bunu da başarırsın tek yapman gereken adımlarını izlemek. yolunu bulabilirsin. her zaman yaptın. şimdi de yap!
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim