robnaja yazar profili

robnaja kapak fotoğrafı
robnaja profil fotoğrafı
rozet
karma: 15880 tanım: 600 başlık: 65 apolet: 3 takipçi: 172
'güm güm çalındı kapım- açtım baktım ki yalnızlığımmış.' C. S.

son tanımları | başucu eserleri


manken

oh!.. sonunda ışıklar bir bir sönüyor. etrafı kaplayan suni aydınlık azaldıkça ruhumda bir ışık beliriyor yavaş yavaş. yoksa siz? yoksa siz mankenlerin bir ruhu olduğunu bilmiyor musunuz? gerçi doğru nereden bileceksiniz ki...
etraftaki ayak sesleri de iyice azaldı. son tıkırtı... evet, şimdi kepenk de indi. biz bizeyiz. yeniden. özgür. ahhh, kollarım! bütün gün biri aşağıya biri de yukarıya doğru bakıyor, sanki bir davet hareketi gibi. sanki 'gel. ', 'gel, içeriye doğru gel.' mesajı taşır gibi. gerçekten bunun etkili olabileceğini düşünen var mı? ya da her sabah tozlarımızı alıp haftada bir üzerimize yeni kombinleri geçiren kadının, bizi değil de bütünleşmiş olan kıyafetlerden başka bir şeyi, önemsememesinin sebebi mi? emin olamıyorum.
neyse neyse bütün gün çok yoruldum. şimdi bunları düşünmenin sırası değil. kulaklarım da yorgun. sabahtan akşama dek popüler olduğu için tıngır mıngır ritimler ile anlamsız kafiyeli sözlerin tekrarlandığı hiçbir şey anlatmayan müzikler içimi darlıyor. biraz daha isyankar bir şeyin sırası. görülmeyenleri gören insanların müziğini seviyorum ben. ne diyorlardı? meselesi olan şeyler. belki "sanane" ya da "ünzile". ama yok bu akşam içimden çocuk kadınlara kederlenmek gelmiyor. bu akşam ruhum onu kaldıramaz. o zaman... o zaman "sanane" olsun.
nereden mi biliyorum bu şarkıyı? siz bilmezsiniz tabii, eskiden daha böyle çıtır bir mankenken o kliptekilerden biri, bendim. ne mi yapıyorum klipte? her zamanki işim işte dikiliyorum üzerimdeki kırmızı elbisemle, bence çok da zarif duruyorum. hatta şarkının öyküsünü bile biliyorum. karsu'dan duydum, evet ilk ağızdan. o şimdi türkiye'de büyümemiş ya buradaki örf ve adetlerin bir kısmını, biraz da yaşarken deneyimlediği bazı kısıtlamalara isyan etmek için yazmış. ney? neden bilmeyecek mişim ki? insanların arasında dolaşmıyor oluşum, onları anlamama engel mi? ohooo.... siz bütün gün görmez gözlerle etrafa bakarken ben de sizleri izliyorum.
mesela geçen gün bir çift geldi. böyle beyaz tenli, kısacık kıvırcık saçlı, ışıltılı gözlerle bakan bir genç kadın yanında da yakışıklı bir genç adam. bana doğru yaklaştılar. ben de içimden diyorum ki "ya ne güzel bir çift." imrenmedim desem, yalan. ama burada böyle bir şans yok, sadece kadın kıyafetleri satan bir mağaza. dolayısıyla erkek manken de yok. offf! neyse konuyu dağıtmak üzereyim. ne diyordum? hah, tamam. bana doğru yaklaştılar. biraz daha yaklaştılar, bu kez konuşmalarını duyuyordum.

- şu kırmızı mini etek, sanırım bu aradığım. çok güzel değil mi aşkım?
- kızım saçmalama sokakta bunu giyersen ya ben katil olurum ya da sen... tövbe, tövbe...

kadının elinden çekeleyip biraz ilerideki bir kıyafete doğru yöneldi. artık duymuyordum. iyi ki de duymuyordum. bazen bazı insanları omuzlarından tutup sarsasım geliyor. kendine gel diyerek uzun uzun sarsmak. belki sarsıntıyla beraber baskıcı, aşağılayıcı, incitici düşüncelerini ya da söylemlerini kafalarından atabilirim gibi geliyor. sahi yapabilir miyim? kökleri ne kadar derine iniyor acaba. yani insanlar hep mi böyleydi?
hayır, tabii ki bu kadarını görmedim sadece. her gün yaklaşık 12 saat gözlem yapabiliyorum. sabahın erken saatlerinde içeriye doluşan bir sürü insan. gün içinde azalıp çoğaldığı da oluyor ama sanırım herkesin hep, hep yeni bir giysiye ihtiyacı var. neyse geçen gün minik bir kız çocuğu geldi yanıma. bakın öyle tatlıydı ki... bıcır bıcır, şarkılar söyledi bana; dans etti elimden tutup. annesinin alışverişi uzayınca da anlatmaya başladı. sanırım çocuklar ruhumu görebiliyor. hissediyorum.

dedi ki:
- çok sıkıldım. kaç saattir buradayız. annem de bir bitiremedi alışverişi. zaten işi gücü alışverişmiş, babam öyle diyor. babam, eve gidince yine surat asacak. böyle günleri sevmiyorum. onlar bağırıştıkça ellerimle kulaklarımı tıkıyorum, şarkı söylüyorum. yine de duyuyorum. babam işten eve yorgun argın geliyormuş, doğru düzgün bir yemek koyanı bile yokmuş. oysa annem de işten eve yorgun argın geliyor!
ben biraz daha büyüyeyim o zaman yemekleri yaparım, kimse de kavga etmez. hem mutlu olduklarında çok seviniyorum biliyor musun? hep beraber geziyoruz, benimle oyunlar da oynuyorlar. işte ben yemekleri yapınca da her gün birlikte mutlu oluruz.

o an, konuşabilmeyi çok istedim. üzülme çocuk bunlar senin suçun değil, mesele yemek de değil. mesele birinin birini beslemesi bile değil, demek istedim. yapamadım. umarım biri anlatır. konuşabilen biri...

ahhh. yine aklımda meseleler. evet mankenlerin bile meseleleri var. yani farkındayız her şeyin. birilerinin kadınlara dayattıklarının... tek farkımız susuyoruz. konuşamıyoruz.
ne? nasıl? insanlar da mı konuşmuyor bu konuyu? nasıl yani kadınlara baskı yapılırken, şiddet uygulanırken başka kadınlar ve erkekler susuyor mu?
!..
devamını gör...

hoşça kal

hoşça kal, bir veda sözü.
///
aşağıya bakıyorum. bir kadın bedeni. kalp atışını zar zor duyabiliyorum. biraz yavaş ama belirli bir ritim ile. yüzünü süzüyorum, bir his arıyorum . huzur, hüzün... duygusuz, belirsiz. siyah dağınık saçları beyaz çarşafın üzerinde bir tezat oluşturmuş. vücudu biraz kırılgan, güçsüz geliyor.
dokunmak istiyorum. uzatıyorum parmaklarımı boşluğa dokunur gibi oluyorum.
hafifçe göğe yükseliyorum. bu beden, benim. biraz daha uzaklaşıyorum. hafif bir serinlikle gelen ürpermeye benzeyen bir hissi yaşıyorum. garipsiyorum. ilk kez bu kadar özgürüm. bir kalıbım yok. şeklim de, sınırlarım da. kahkaha atıyorum. ses yok. ama kahkaha atıyorum. içimden gülmek gibi bir şey bu.
kendimden uzaklaşırken ferahlık duygusu artıyor. ne çok hapsetmişim, ne kalın bir duvar örmüşüm diye düşünüyorum. uzaklaşıyorum, kahkahalarım artıyor. hızla bir yerden başka bir yere gidebiliyorum. sınırım yok. aklıma uzun zamandır görmediğim, sesini duymadığım insanlar geliyor. bir bir ziyaret ediyorum. hayatlarını eşeliyorum. onlar fark etmiyor. bir yerde mutluyum, bir yerde huzurlu, birinde kıskanç, birinde öfkeli. hala hissedebiliyorum. bir o yana, bir bu yana dağılıyorum. yapmadığım, yaşamadığım, deneyimlemekten korktuğum her şeyi izliyorum. okyanusu görüyorum, kuzey ışıklarını, aşık olduğum insanları, kalbini kırdıklarımı, çocukluğumun yara izlerini, masallı gecelerimi , ailemi, dostlarımı, eşimi...

belirsiz bir zaman diliminde yaşarken birden kendimi özlüyorum. sınırlarımı, hayatımı. özgür olmak güzel de bensizken değil, diyorum. 'bir beden, kalıplara hapsolmak ama izlemek yaşamak değil ki...' diyorum. kendimi arıyorum. korkuyla dolanıyorum. var olmayan kalp atışlarım, hızlanıyor. korkuyorum. ya hiç bir daha ben olamazsam diye endişe ediyorum.
yolunu kaybetmiş ruhum, bu kez acı çekiyor; yeni bir sanrı oluşuyor.

birden bir sıcaklık hissediyorum. yaklaştıkça artıyor. arttıkça ona doğru çekiliyorum. işte orada. bu, benim. yaklaşıyorum. kalp atışlarım sanki biraz silikleşmiş. yüzüm biraz daha yorgun. belki de bezgin, bilmiyorum. ruh eksik olunca beden de bunu hissetmiş midir, diye merak ediyorum. sonra uzanıyorum kendime dokunmak istiyorum. başaramıyorum. ruhumu, benin içine sıkıştırmaya çalışıyorum; olmuyor. her şey gibi bedenimin içinden de geçiyorum. ruhumu, yüreğime oturtamıyorum. uğraşıyorum. üzülüyorum. bekliyorum. hiçbir şey değişmiyor. zaman geçiyor, belki de hiç geçmiyor. ruhum, bedenimin refakatçisi oluyor. ama bütünleşemiyor. bir müddet sonra belki biraz daha önce... artık vazgeçiyorum.
söylemek istediğim birçok şey var. keşkelerimden yeni bir duvar örüyorum ruhuma. çok sözüm var kendime. ama zamanı geçmiş. duymuyor.

vazgeçiyorum sonra. dilimde kalan son kelime dökülüyor, "hoşça kal."
devamını gör...

kimliksiz hikayeler

"gitmem gerek, şimdi!" diye düşündü kadın. çevresine bakındı. birden yabancı olmuştu her şey. her sabah, kahvaltısını ettiği masaya baktı. üzerinde bir vazoda solmuş çiçekler, açık bırakılmış bir defter. defterde karalanmış hüzünlü kelimeler. hemen yanında bir kalem kapağı. kalem yok. kapaktan ayrı düşmüş.
tezgaha yöneltti başını. dağınık bulaşıklar. hisleri gibi. elini kaldırası yok. yüreğini toplayası da. camlar da tozlanmış. dışarısı hafif puslu görünüyor. zihni gibi. etrafa saçılmış kitaplar. bir kenara bırakılmış bir hırka. tek başına. tüm eşyalardan bağımsız. bir yabancı. kadın gibi.
"gitmem gerek." burası artık benim evim değil.
radyoda çalan yeni bir şarkı. cızırtılı bir sesle başlayan. enstrümansız çıplak bir ses. bu sesi tanıyor. daha önce de defalarca duyduğu bir şarkı sözü başlıyor, hirai zerdüşt 'gitmem gerek'.
bu bir işaret diyor. kalkıyor. şarkıdaki bir söz kulaklarından silinmiyor, 'beni anlamıyor evim.'. hızlıca eşyalarını topluyor. usulca kapıya yöneliyor. elinde bir küçük valiz. son anda dönüyor. hırkayı alıyor eline. kokluyor önce, yabancı bir koku. bir kadın kokusu, daha önce hiç duymadığı. ateşe vermek istiyor. içindeki tüm öfkeyi bir hırkaya yöneltiyor. ateşe vermek istiyor, hırkayı da evi de... yakmak istiyor geçmişi. damarlarından zihnine dek bir alev yükseliyor. adı öfke. yıllardır aşık olduğu adamın resmine takılıyor gözü. hırkayı fırlatıyor elinden. hırka çerçeveye çarpıyor şiddetle. sehpadan düşen çerçeve kırılıyor. resimdeki kadın ve adamın arasında kocaman bir çatlak oluşuyor. yakmıyor kadın ne evi ne de hırkayı. usulca çekiyor kapıyı. radyodan kulağına çalınan son ses, 'anlatsam içim kanar, anlamı yok.'...
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının ölüm tercihleri

ötenaziye ile ölmek, ölümün en güzel halidir diye cevaplamak istediğim başlıktır.
bir düşünün sevdiğiniz herkese veda etme şansınız olduğunu. hoşça kal diyorsunuz ve öyle gidiyorsunuz.
bir de gömülmek yerine yakılmak hayalimin gerçekleştiği bir sonsuzluğa kavuşursam...
sevgili nazım'dan bir şiirle de taçlandıralım konuya tevafuk etmesi bakımından. *

* * *
ben
senden önce ölmek isterim.
gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
ben zannetmiyorum bunu.
iyisi mi, beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin...
fedakârlığımı anlıyorsun :
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için.
ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
ve orda beraber yaşarız
külümün içinde külün,
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi ordan atana kadar...
ama biz
o zamana kadar
o kadar
karışacağız
ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
yan yana düşecek.
toprağa beraber dalacağız.
ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak
iki çiçek açacak :
biri sen
biri de ben.
ben
daha ölümü düşünmüyorum.
ben daha bir çocuk doğuracağım.
hayat taşıyor içimden.
kaynıyor kanım.
yaşayacağım, ama çok, pek çok,
ama sen de beraber.
ama ölüm de korkutmuyor beni.
yalnız pek sevimsiz buluyorum
bizim cenaze şeklini.
ben ölünceye kadar da
bu düzelir herhalde.
hapisten çıkmak ihtimalin var mı bu günlerde?
içimden bir şey :
belki diyor.


18 şubat 1945
piraye/ nâzım hikmet
devamını gör...

kabulleniş

kabulleniş, vazgeçme eşiğidir.

düşündü kadın belki de en büyük suç abdülhak hamit'in, nazım'ın, cemal'in, turgut'un ve onlar gibi kalbini kalemine dökebilenlerindi. onlar olmasa bir insanın incelikle ve zarafetle böylesine çok sevildiğini hiç bilmeyecekti. düşündü bütün diyalogları.içindeki kırılgan çocuk ilk yarasını ne zaman almıştı? ve ne zaman başlamıştı hayalleri? ve de çokça sevilme isteği? biri onu fatma, piraye ya da tomris gibi sevsin istiyordu. şiirlerde adı geçsin biri onu "sonsuzda" sevsin istiyordu.
sonra büyüdü kadın. fark etti ki tüm o okuduğu aşklar imkansız olunca kıymetli olmuşlardı. mutlu sonla bitenler sıradan hikayeler oluyordu. yaşanıyor ve tükeniyordu. birinin yüreğinde derin bir iz bırakmanın yolu o tene dokunamamaktan geçiyordu.
devamını gör...

masal

çocukluğun en güzel izidir masal.
küçükken babam dizine oturtur, sobanın başında kimi zaman annesinden duyduğu kimi zaman da kendisinin uydurduğu masallar anlatırdı. en sevdiğim masalında "minik ceylan" annesini bulsun diye sabırsızlanır bir yandan da dua ederdim kaybolmasın diye.
şuraya da yeğenim için yazdığım, onun da özel bir anısı olsun diye oluşturulmuş bir masal bırakayım. iyi insanların kazandığı bir dünya... hayal edelim.



evvel zaman içinde kalbur saman içinde masmavi denizlerin uzun beyaz bulutları kucakladığı sihirli bir ada varmış. 
adada altın rengi kumsallarda uçuşan kuşları, yemyeşil ormanlarda koşuşturan ceylanları, masmavi denizlerde yüzen balıkları izleyip mis gibi esen rüzgarı hissedebiliyormuşsunuz. ada sakinleri bu kadar güzel bir yerde yaşadıkları için kendilerini çok şanslı hissediyorlarmış. ve bu adayı sadece çok dürüst olan insanlar görebiliyormuş. burada yaşamaya hak kazanmak içinse 'hiç kötülük yapmamış olmak' gerekiyormuş. bu yüzden bu adada sadece iyi insanlar yaşıyormuş.
adanın tam merkezinde kocaman bir kale varmış. bu kalede çocuklara eğitim verip onları dünyadaki kötülükleri yok etmek için birer prens ve prenses olarak yetistiriyorlarmış.

o sıralarda uzak diyarlarda bir şehirde  iyi bir insan olamadığı için bu adaya giremeyen ve bu yüzden çok öfkelenen bir cadı varmış. bu cadı, o adaya girmeyi o kadar çok istiyormuş ki bunun için bir ejdarhayı ele geçirmiş ve onu kara bir büyü ile hizmetine almış. ejdarha daha önce kötülük yapmadığı için adayı bulabilecek ve adadaki kalede korunan iyilik sihrini yok edecekmiş . bu sayede bu kötü cadı da adayı ele geçirip kendisi gibi kötülük yapan insanları da adaya alacakmış.

cadı  sihirle etkilediği ejderhayi adaya yollamış. bu sırada mavi sınıf öğrencileri bahçede bitkileri inceliyor ve bu bitkiler ile hangi sihirleri yapabileceklerini öğreniyorlarmış. birden üzerlerinden gün ışığı vurmaz olmuş. kafalarını kaldırdıklarında bir de ne görsünler koskacaman bir ejdarha tam tepelerinden kaleye ucuyormuş. normalde ejderhalar insanlara zarar vermezmiş ama bu ateş saçarak geldiği için bir terslik olduğunu fark etmişler.  hemen koşup içeriye girmişler ve büyük sihir çemberinin başına geçmişler. burada dört büyük elementi; ateş, toprak, hava ve suyu bir de ruhu kontrol edip bütün büyüleri yapabiliyorlarmış. yalnız bir sıkıntıları varmış. o da eğer ejderhayı yok ederlerse birine kötülük yaptıkları için sonsuza dek adadan gitmek zorunda kalacaklarmış. bu kafalarını karıştırmış. hayrunisa hemen karar vermeyelim demiş ama  bir bakmışlar ejderha artık duvarları aşmak uzereymis. tam o sırada ozan deniz buldum, demiş. "onu ilk önce bayıltalım ve sakinleştirici büyü yapalım neden böyle olduğunu anlayalım, demiş. hemen çemberi oluşturmuşlar elementlerin yardımıyla büyüyü yapmışlar.

ejderha uyandığında cadının sihri de azalmış. ejderha olanları anlatmış. öğretmenleri ejderhanin üzerindeki büyüyü tamamen kaldırmış. ve ona bir koruyucu büyü yapmış. artık kara büyüden etkilenmeyecek ve cadının etkisi altına girmeyecekmiş. bu kötü olayın güzel tarafı ise mavi sınıfın artık adalarını koruyabilecek kadar güçlü olduklarını görmekmiş. öğretmenleri onları cesaretleri ve başarıları için tebrik etmiş. ve masal burada bitmiş. 
devamını gör...

bir hikaye

hayatı yaşıyormuş gibi yapma sanatı, bazen de anlamlandırmak için anlatma. bir his, bir kelam ve yolculuk.

#108873 istinaden müsaade buyursanız aziziyi. şuraya bir durum hikayesi bırakayım ben de.
...........................................

gözlerimi kapatıyorum karanlık, aralıyorum hala karanlık. etrafta gördüğüm bu siluetler de ne? küçük mezar taşlarına benziyorlar. birden yanımda bir gölge daha beliriyor ama daha da karanlık. büyüyor, uzuyor şekil değiştiriyor. içimde bir korku. anlamlandıramıyorum. neredeyim? ya da buraya nasıl geldim? düşünüyorum en son evimde oturmuş kahvemi içiyordum. sonrası yok. sonrası boşluk. yanımda duran adama bakıyorum. tanımıyorum. evet birini anımsatıyor ama kim bu? emin olamıyorum. elimden tutuyor, '......................... ' diyor. kulağımdaki bu ses içimi ısıtıyor. sanki yüreğimdeki karanlığı bir mumla aydınlattığını hissediyorum. onun sesi birden benim huzurum oluyor. bu hem çok hoşuma gidiyor hem de bir ürperti ile dolduruyor beni. hadi gidelim, diyor sonra. elim elinde. yüzünü bile seçemediğim bu adamın ardından yürüyorum gayri ihtiyari bir biçimde.
kalbim bir ritim yakalamış, yüksek sesli ve hızlı. heyecan mı, korku mu? birden etrafıma bakıyorum. yapayalnız olduğumu fark ediyorum. şimdi hissettiğim gerçekten korku işte. bilmediğim bir yerde, bilmediğim bir şeyin içine çekilip yalnız kalmışım. içimde sinsi bir ses konuşuyor şimdi 'sana kimseye güvenme!' demiştim.
derin bir nefes alıyorum. bunu da başarırsın tek yapman gereken adımlarını izlemek. yolunu bulabilirsin. her zaman yaptın. şimdi de yap!
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim