salvadore yazar profili

salvadore kapak fotoğrafı
salvadore profil fotoğrafı
rozet
karma: 6936 tanım: 422 başlık: 30 takipçi: 94
bana ne çerçilerden çerilerden kullardan

son tanımları


normal sözlük yazarlarının karalama defteri

hayat bazı şeylerin ne kadar geçici ve gereksiz olduğunu bize zaman zaman acı bir şekilde öğretiyor. biz bütün hırslarımız, büyük büyül plan ve arzularımızla sağa sola çatıp debelenirken bize rahat ol komutunu bir ilkokul beden öğretmeninin tekdüzeliğiyle gözünü kırpmadan verebiliyor.

bundan birkaç yıl öncesi. avukatlığımın ilk zamanları. bir çocuğun cinsel istismarı dosyasında yargılanan şahsın avukatıyız. aldığım ilk ve son cinsel dosya. müvekkil istanbulda ve cezaevinde tutuklu. maddi durumları kötü. babası bir vesile ulaşmış bize, ortalamanın altı bir vekalet ücreti ile anlaşıyoruz gariban deyip. dosyayı alır almaz genç avukatlığın verdiği heves ve heycanla lehimize deliller toplamaya çalışıp, karşı tarafın beyanları arasında çekişkiler arıyoruz. müvekkil ben bir şey yapmadım abi diyor görüştüğümüzde, yeminler ediyor, inanıyoruz. savcının kapısını aşındırıyoruz, iddianame düzenleniyor, mahkemenin kapısını bu sefer yol ediyoruz.

tabi baba gariban, arıyor sürekli bizi. oğluma iftira ediyorlar diyor, benim oğlum masum. baba yüreğidir diyorum teskin etmeye çalışıyorum, ağlıyor. üç evladı var burda perperişan oldular ne zaman çıkacak bu çocuk diyor. avukatlığıma laf ediyor, aylar geçti çıkartamadınız, yapamıyorsunuz diyor. baba yüreği yangın tabi biz de genciz, haşarıyız, alev alev gözümüz anlamıyoruz. o bana bunu söyledikçe ben de ona yükleniyorum, adliye kapısından girmediğini, işlerin nasıl yürüdüğünü bilmediğini söylüyorum, sesimi yükseltiyorum. adı ahmet, ahnet amca. ben hiddetlendikçe o ağlıyor, burda perperişanım bu yaşımda un çuvalı taşıyıp hem kendine hem onub çocuklarına bakıyorum deyip hüngür hüngür ağlıyor. allah aşkına çıkarın oğlumu o suçsuz vallahi ona iftira ediyorlar diye feryad ediyor. ahmet amca, 60 yaşlarında. ben dde ona yükseldiğim için duygulanıyorum bu sefer üzülüyorum, helallik istiyorum. zirveye çıkan duygular ve hisler sönüyor yavaşça, birbirimize dua ederek kapatıyoruz telefonları. oğlunu çıkaracağız diyorum. buna karşılık 1000 lira borcu kalmış ahmet amcanın vallahi ödeyeceğim diyor.

günler günleri kovalıyor sonra. 2021’in tatlı bir eylülünde müvekkil tahliye oluyor. on ay içerde kaldıktan sonra. ahmet amcayla yıldızlarımız barışıyor, dakikalarca teşekkür edip dua ediyor bana. halen sesimi yükseltmiş olmanın mahçubiyetini yaşıyorum, vazifemiz diyorum ancak çıkarabildik. bizim unuttuğumuz 1000 lirayı birkaç hafta sonra gönderiyor.

müvekkilin yargılaması devam ediyor tabi. 2024’ün ocak ayına kadar sürüyor yargılama. atk raporları, tanık beyanları, bilirkişi raporları derken müvekkil beraat ediyor. hepimizn inandığı o gerçeği mahkemeler tasdik ediyor.

duruşma çıkışı heyecanla arıyorum müvekkili. beraat ettin osman diyorum, sevinçten ne yapacağını ne diyeceğini şaşırıyor. binbir dua binbir şükür cümlesi. binlerce kez teşekkür ediyor. onun teşekkürleri bitince araya giriyorum. osman diyorum, babanı aradım telefonu kapalıydı. abi diyor yutkunarak; babam sizlere ömür beş ay önce kaybettik, kanserden. yutkunma sırası bana geliyor. osman diyorum tekrar, bu haberi babana vermeyi öyle çok isterdim ki. oğlun masum ahmet amca mahkemeler de kanıtladı bunu demeyi çok isterdim. ben de diyor osman, ben de çok istersim abi. ama merak etme gidip mezarına söyleyeceğim, selamını ileteceğim abi. gözlerim sulanmaya başlıyor, birkaç saniye sessiz kalıyorum. osman diyorum, babanla çok kavga ettik çok dertli bir adamdı, ben her duruşmaya gidip geldiğimde bu anın hayalini kurdum, gururlanarak bize çok kızdın ama bak çocuğunub masumiyetini ortaya çıkardık işte diyeceğim günün hayalini kurdum, nasip değilmiş, nasip değilmiş.

birkaç içli cümleden sonea kapıyoruz telefonu. gözlerim boşlukta asılı kalıyor bir süre. en son iki yıl önce duyduğum o ses kafamın içinde yankılanıyor. hiç görmedim ahmet amcayı. ama tek bir kez bir ses o iki yılın ardından sadece adımla seslense işte bu ahmet amca derim tereddütsüz. öyle içime yerleşiyor o feryat dolu ses.

işte böyleymiş biraz hayat. belki bir boşluktur da sadexe biz bazı kısımlarını dolduruyoruzdur bir süre. bize birçok şeyin boş olduğunu birçok planın ve hayalin de nasıl boşa düşeceğini bir şekilde öğretiyormuş. naparsın bizim de yaşadığımız hayattır işte. zaman zaman birkaç dizede teselli aradığımız kocaman bir boşluk:

ahmet abi, güzelim, bir mendil niye kanar
diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar
mendilimde kan sesleri.
devamını gör...

bir insanın kendisine yapabileceği en büyük iyilik

her insan için değişecek olandır. eğer bu konu hakkında afili bir şeyler söylemek isteseydim evvela “kendisine yapabileceği en büyük iyiliğin ne olduğunu bulmaktır” derdim. fakat insan belli bir yaştan ve yaşanmışlıktan ve yaşlanmaktan sonra her şeyin bu kadar kolay olmadığının ayırdına varıyor. kaldı ki insan kendine yapabileceği en büyük iyiliğin ne olduğunu bilse acaba bunu yapmaktan sakınır mıydı? sanmam. en azından defaatle denerdi.

bunca alışılmış girizgahtan sonra elbette kendime konu özelinde malum soruyu sorma vaktim geliyor: benim kendime yapabileceğim en büyük iyilik ne olurdu? gerçek anlamda dakikalar süren düşüncelerden sonra zihnimde kocaman bir boşluk beliriyor. sabah ayrı düşünen, akşam ayrı hisseden, öğlen farklı motive olan gece yarısı ayrı yılgın ben gün içinde bana iyi ve kötü gelen onca şeyin acımasız bombardımanına maruz kalmıyormuşum gibi öylece bir cevap veremiyorum bu soruya. bazen her şeyden sıyrılıp bir dinginliğin koynuna sığınmak bazense ilerinin sınırlarını zorlayarak olabildiğince cüret etmek benim için en iyi şeymiş gibi geliyor. her vakte mahsus başka bir iyi varken bu soruyu cevaplamak nihayetinde düşündükçe zorlaşıyor. söz gelimi bu başlığa tek bir cümle yazıp çıksam ve bir gün, bir hafta, bir ay veya bir yıl veya bir ömür sonra çıkıp gelsem yine aynı cevabı verir miydim? bence bir saat sonrasında bile değişecek cevabım.

yine de en azından buraya kadar sabırla okuyan okuyucunun sahici hatrı için yalnızca bu an’a özgü bir cevap vermek isterim bu başlığa: evvela neyi aradığını ve ardından aradığını bulmak için mücadele etmek, bir insanın kendisine yapabileceği en büyük iyiliklerden biridir. bana kalırsa insan; hayatı boyunca -hayatın her safhasında- bir arayışın kıskacında yoğrulmaya mahkumdur. herkese daha az acı çekmek temennisiyle.
devamını gör...

bozkırkurdu

okuduğum romanlar arasında bir yönüyle bana en tuhaf gelen eserlerden biridir. öncelikle bu kısmına dair bir şeyler söylemek istiyorum. kitap benim için okunması zor ve ağır ilerler bir şekilde başladı. diyalogsuz, uzun felsefi ve düşünsel cümlelerle bezeli bir giriş kısmıydı bu. dolayısıyla kitabın monoton bir şekilde ilerleyeceğini çok basit olaylar olacağını ve epeyce de sıkılacağımı düşünmüştüm açıkçası. ancak karakterimiz kitabın son kısmında birden sürreal bir ortama girince işlerin rengi değişti. kitap 200 sayfaya yakındı ancak ilk 100 hatta belki de 150 sayfasında bu kitabın içinden böyle gerçek üstü bir şey çıkacağını zannetmezdim. bu yönüyle kurgusu beni en çok şaşırtan romanların başında geldi. bu da biraz soru işaretleriyle kitabı bitirmeme neden oldu.

kitabın muhtevasına gelecek olursak*; romanda hesse, burjuva insanının, buna biraz entelektüel ve hayata belli bir perspektiften bakan insan da diyebiliriz esasen, işte bu insanın içinde yaşadığı toplumda içine sindiremediği, benimseyemediği, yapay bulduğu bazı şeylerden ötürü artık hiçbir şeyden zevk almayacak hale gelerek intihar etmeyi düşünecek duruma gelmesini, bu tür insanda biraz da kabahat bulmak suretiyle işliyor. işte bu insanın karşısına gülmeyi, yaşamayı öğretmek üzere bir başka karakter gönderiyor ve bu karakterle birlikte baş karakterimiz hayatta gözden kaçırdığı, daha önce hiç önem vermediği hatta tiksintiyle baktığı bazı şeyleri deneyimliyor. zaten bir yanıyla topluma karışmak isteyip bir yanıyla da o zoraki gülüşler, zoraki samimiyetler, zoraki dostluklar, zoraki ilişkiler nedeniyle tiksinti duyan iki ayrı ruh haline sahip ve aslında bu sebeple adı bozkırkurdu olan bu karakterimize bu yeni deneyimler de bir hayli tuhaf geliyor. onurlu, savaş karşıtı, kitleleri yönlendiren bir entelektüele, haysiyetsiz* hayat süren bir kadının rehberlik etmesi gibi bir durumu barındıran bu deneyimleme de yazın dünyasında pek rastlanan bir örnek olmasa gerek. bu deneyimlemenin nihayetinde ise aslında öleceği hatta kendisini öldüreceği en baştan belli olan karakterimiz bir oyun sonrasında yaşamak cezasına çarptırılıyor* ve hesse tüm bu sürreal ortamda aslında başlarda alt metinle* vermek istediği mesajı açık bir şekilde okurun yüzüne çarpmış oluyor - bu mesajı herkes farklı şekilde algılayabileceği için kitabı okuyacakların bakışına bırakalım-. doğrusu kendini öldürdü mü öldürmedi mi asla bilmediğim karakterin -bu kısım bence hesseye göre hiç önemli değildi- tüm bu devinimleri arasında savaşa, intihara, müziğe, sanata, sanatçıya, insanın iç dünyasına, arayışına, çıkmazlarına, ikilemlerine ve ikiyüzlülüklerine dair birçok doneyi de buluyor insan.

her birimizin içinde bir şekilde belli bir zaman hissettiği bu duygu durumlarını barındırması nedeniyle de özellikle ilk kısmına sebat edip bir şekilde okuyacak okurlar için birçok sorgulamaya gebe bir roman. zira iyi veya kötü bizler de yaptığımız bazı şeyleri arada zoraki yapıyor, kendimizden bazı şeyleri yaptığımız için tiksinti duyuyor, yerimizi yadırgıyoruz. dolayısıyla bu kitap bir orta sınıf, burjuva veya entelektüel kimliğe sahip insanların sahip olduğu bunalımları değil bence her türlü insanın bir şekilde içine girebileceği bir ruh halinden enstantaneler sunuyor. bu da okurlarına çok şey vaat ediyor elbette. şurda #2130945 kitapta intihara dair cümlelerden bir kısmını paylaştığım tanımı da ilgilisi için bırakıyorum.
devamını gör...

intihar

herman hesse’nin bozkırkurdu isimli burjuvanın bazı çıkmazlarını/ikilemlerini/iki yüzlülüklerini anlattığı kitabında karakterimiz mevzunun hemen başlarında intihara ilişkin uzunca bir bölümün de yer aldığı bir broşür okur. bence orda intihara ilişkin en çarpıcı sayılabilecek yer şurasıdır:

“...

burada intihar eden kişilere ilişkin bütün söylediklerimiz doğal olarak yüzeysel şeylerdir, psikolojidir, dolayısıyla biraz fiziktir. metafizik açıdan bakıldığında ise daha değişik bir durumla karşılaşılır, daha bir açık seçiklik kazanır sorun, çünkü söz konusu açıdan bakıldı mı ‘intihar edenler’, bireyselleşmeden kaynaklanan suçluluk duygusuna yakalanmış kişiler olarak kendilerini geliştirip mükemmelleştirmeyi yaşamlarının bir amacı saymayan, tersine kendi kendilerini çözüp dağıtmayı, anneye dönmeyi, tanrı’ya dönmeyi, evrene dönmeyi amaç edinen varlıklar olarak karşımıza çıkarlar. bu kişilerden pek çoğu gerçekten canına kıyacak güçten düpedüz yoksundur çünkü böyle bir eylemde saklı günahı tüm derinliğiyle kavramışlardır. ama bizim için yine de ‘canına kıyan’ kişilerdir hepsi, çünkü yaşamın değil ölümün onları esenliğe kavuşturacağına inanırlar hep; kendilerinden el çekmeye, kendilerini kaldırıp atmaya, kendilerini gözden çıkarıp yok etmeye hazır durumdadırlar.”


bunu okuduktan sonra karakterimizin tepkisi ise şu şekilde olacaktır.


“intihar aptalca, ödlekçe ve sefil bir eylemmiş, övülmeyecek, yüz kızartıcı bir çıkış yoluymuş, varsın olsun; bu acılar değirmeninde öğütülmekten insanı kurtaracak en aşağılık çare bile yürekten özenmeye değerdi, büyüklük ve kahramanlık oyununa yer yoktu bu konuda; geçici, küçük bir acı ile akıl almayacak kadar yakıp kavurucu, sonsuz acı arasında kısaca bir seçme yapmam gerekiyordu. öylesine eziyetli, öylesine kaçık yaşamımda sık sık o soylu don kişot gibi davrandım, onuru rahatlığa, kahramanlığı mantığa üstün tuttum. yeter artık, bitsin bu.”


dipnot: yazdıklarım spoiler gibi görünse de karakterimizin intiharı en baştan bellidir. en azından ben henüz kitabın yarısındayım ve öyle yazıyordu, belki bir sürpriz olur, göreceğiz.
devamını gör...

yazarlara göre iyiliğin tanımı

bu tanımı ve iyilik adına duyduğum her şeyi görünce aklıma gelen bir sözü söylemeliyim önce.

naşide gökbudak*'ın miralay'ın kızı süreyya* adlı eserinde lise yıllarında okuduğum şu cümle: ''iyilik karşılığı alınmadığı ve hatta karşılığı beklenmediği zaman iyiliktir, yoksa alışveriş olur.'' doğrusu bunu okuduğum o zamanlarda iyiliğin sahiden böyle bir şey olması gerektiğine inanmıştım, bunu referans olarak birçok yerde kullandığımı da hatırlıyorum. iyilik nedir sorusuna buna göre illaki ''karşılık beklenmeksizin yapılan güzel/olumlu/faydalı şeyler'' dememize gerek yok. yine de bu kısım bence iyiliğin temel taşı olabilecek bir koşul. bunu sahiden önemsiyorum. çünkü ince derin bir şey var altında. kendi kendimize iyilik diye tanımladığımız bir çok şeyi yaparken bilinçsizce de olsa insanlarla iyi geçinmek, yarın bir gün işimize yarar, köşede dursun vb mantığı ile hareket ettiğimiz muhakkak. en azından benim için öyle. dolayısıyla istemsizce sadece iyilik olsun diye yaptığım güzel şeylerin sayısını düşündüğümde bu kriter sayıyı bir hayli azaltıyor doğrusu.

bunlar naşide hanımın penceresinden iyiliğe ufak bir bakış. benim de bakışımı temellendiren şey. sadece iyilik olsun diye yarını, ötesini düşünmeden yapılan iyi şeyler denebilir. tabi bu tanım da iyi nedir sorusuna verilecek cevapla anlam bulacaktır. evet cevapları bulmanın zor olduğu bir yer burası. her gözden farklı bir cevabın fışkırdığı bir cehennemde bazı şeyleri yanıtsız bırakmak pek abes olmasa gerek..
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının şiirleri

...
yaşlanmak deyince ahşap,
eskimek deyince gri,
sen deyince beyaz.
sen deyince gevşiyor boğazımdaki urgan
...
devamını gör...

şehit mezarlarına pkk yazıp küfreden şahsın tahliye edilmesi

tutuklu yargılamanın koşulları ve sanığın cezaevinde geçirdiği süre dikkate alındığında ve üstüne bir de sanığın akıl sağlığının yerinde olup olmadığına ilişkin adli tıp kurumundan da rapor beklendiğine göre -dosya içeriği hakkında bilgim olmasa da- mahkemenin hukuki manada doğru bir karar vermiş olması muhtemel. tabi hukuki anlamda doğru kararlar toplumun vicdani ve ahlaki beklentilerini tıpkı bu olayda olduğu gibi karşılamayabilir. bunun kabahatini şahıslarda -hakim savcı vs- değil kanunlarda aramak daha doğru olacaktır. zira önündeki kanuna göre karar veren hakimleri yargılamak kendilerinden beklediğimiz adaleti onlara vermediğimiz sonucunu çıkarıyor.
devamını gör...

rus edebiyatı vs fransız edebiyatı

karşılaştırması hayli güç iki edebiyat. eğer düz yazıyı yahut kısacası romanı baz alacaksak eğer tercihim daima rus edebiyatından yana olacaktır. her ne kadar sefiller bana ilk gençlik çağımın en sarsıcı hikayesi gibi görünse de daha sonraları bir dostoyevski gerçeğini yüzümde soğuk bir şekilde hissettiğimi itiraf etmeliyim. elbette yalnızca dosto değil ama diğer roman yazarlarını iki kefeye koyduğumuz zaman dostoyevski’yi alıp koyacağımız kefenin ağır basmama ihtimali yoktur. dahası dosto’nun bazı pasajları kendisine ayrı bir kefe açılması zaruretini dahi doğurabilir. ancak yine kendi adıma mesela ben gogol’un ölü canları’nı okuduğumda bazı yerlerde sahiden kitabı şöyle bir kapayıp sesli gülmüştüm. bir komedi kitabı değildi elbette ama gogol’un hicvi ve mizahı kullanışı beni kendisine hayran bırakmıştı. o sebeple hangi rus yazarı okusam beni ciddi manada etkilediği için bu konuda ruslardan yana oyumu kullanırdım.

fakat bu meseleye bir de şiirden bakalım desem galiba fransız şiirini alt edecek dünyada pek az şey bulunurdu. yani herhangi bir şeyin ağırlığını bir kefeye doldurup bir de fransız şiirinin ağırlığını bir kefeye doldursalar fransız şiirinin ağır geleceğine inanıyorum. baudelaire, valery, verlaine, mallarme, aragone, ve tabi canım rimbaud.. cumhuriyetin ilk yıllarından ve hatta edebiyatçılar daha iyi bilir tazminattan itibaren fransız şiirinin bizim edebiyatımıza olağanüstü bir etkisi vardır ki modern türk şiiri inşasını herhalde biraz da fransız şiirine borçludur.

hasılı edebiyata nerden baktığımıza veya hangi tür yazından keyif aldığımıza göre bu karşılaştırmada tercihimiz değişecektir. bazen tek bir dize için her şeyi karşısına alır insan bazen bir pasajın verdiği haz bütün şiirlere bedeldir. iyisi mi vakit varken bu zenginliklerden daha çok istifade etmek. nasılsa, karamazov kardeşlere kötülük çiçeklerinden bir şiirle mola vermek kimseyi incitmez..
devamını gör...

franz kafka sözleri

niyedir tam kestiremiyorum; belki de bir bahar akşamüstüsünde, yani böyle sohbetin en güzeli o zaman edilir, çay ocağının mesela en güzel vaktidir, vapurun boğazın istanbul’un en yaşanılır saatleridir, keşke hava hep böyle olsa dediğimiz öyle bir saattir işte bu. evet öyle bir bahar akşamüstüsünde; bol ağaçlıklı sükunetle dolu çokça ferah, az gürültülü az trafikli az kederli bir yolda bir kez yürüdüyseniz sahiden sevdiğiniz bir insanla, böylesi bir söze her rastladığınızda kalbinizdeki kesiğe yeniden ah edebilirsiniz:

“yanımda yürüyordun milena. düşünsene, yanımda yürümüştün.”*
devamını gör...

ilk kimin aklına geldiği merak edilen şeyler

intihar
devamını gör...

pame radyo yayını

uzun zaman sonra dinleme fırsatı bulduğum yayın. marikaki ve bu güzel yayının daima burada olması sevindirici. ruhumuz biraz dinlendi bu gece, teşekkür ederiz.
devamını gör...

geceye bir söz bırak

“eskitiyorum eskitiyorum kalıyor ne kadar güzel olduğun.”

ilhan berk - üç kez seni seviyorum diye uyandım
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının şiirleri

daha evvel burada birkaç şiirimden bir bölümü paylaşmıştım. yeni yıla kendi adıma daha umutlu ve cesur bakmak adına ilk kez bir şiirimin tamamını paylaşma cüretinde bulunuyorum. kor ateş gibi kalbimizi yakan ayrılıklara rağmen daima gülümsemesini dilediklerimize... ve tabi herkese kalbindekinin isabet ettiği bir yeni yıl dileğiyle.


gülümse, uzak ellerinle

elimden güllerin kokusu kaldırıldı
serin avuç içlerin söküldü ellerimden
üzerine beton dökülmüş çimenlerin ürkekliğiyle
daha bir tedirginim dünyaya bakarken.

dünyaya neresinden bakmalı çözmüş değilim
neresinde durmalı kalabalığın, ayırt edilmek için?
niçin bizim de hakkımızdı dünyada yer edinmek?
ekmeğimi bölmek için ellerini aramam, niçin?

ellerini
kapıldığımız zincirlerden ellerime alarak
yüzüme asarak yeniden, yutkunmasız sevinçleri
sana içini rahatlatacak şeyler de söyleyebilirim,
bunlar içimi rahatlatmaz.
ne dünyadaki yerim öncelenir,
ne isteri nöbetlerim diner,
kalbimdeki leke de paklanmaz.
içimde artık uçsuzlaşan o uçurum
aşılmaz kelimelerin sarsıcı büyüsüyle
senin dokundukça içimi genişleten
serin ellerinle bile.

görkemli balo listelerinde adıma rastlanmaz
adıma kurulmuş çarmıhlar da bulamazsın
bakiyem yetersiz dünyayı değişmeye
herkes hevesle değişirken
bir sen öylece kalsaydın
sana, solgun güllere bakarken yakılmış
kederli ve içten bir yakarış sunardım:
“beni dize getirecek bir düzine söz bulunur
seni düze çıkaracak bir dize getiremem”


kendi yarasını sarmaktan muzdarip
bu benim ellerimin
niçin bu senin acılarını dindirmek arzusu?
niçin içim bir uçurumken
sana hep ağaç gölgesi çiziyorum?
işte ölürken bile göz ucuyla
niçin atıyor mu diye bir kalbi yokluyorum?

dünya gözümün önünden geçerken
sorularım hazır işte
vakitlice kalksın diye parmağımı kolluyorum
ciddiye almıyorum üç günlük mü dört mü
neresinden baktımsa dünyaya
orasından düştüm, biliyorum.
ne içindeki yerimden şikâyetçiyim artık
ne isterik vakitlerinden ömrümün
gülüp geçiyorum
halime gülüp geçen kalabalık arasından
küskün değilim adıma kurulmayan çarmıhlara da
çarmıhlar yaşamı engelleyemez nasılsa
yok saydım dünyaya dair dert ettiğim her neyse
sen yüzündeki lekeyle yalnız bir kez gülümse
böylece
kalbimdeki lekeyi unutmak için
bir imkan bulunur
çünkü bütün hırslarım dizilir de tek sıra
kalbimdeki lekeyi dizginleyemem
vicdanım karşısında

sonra belki ellerimizi açarız
kalbimize bir gül durur
bunun göklerdeki yerinden
ayrıca korkuyorum
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının karalama defteri

uzun zamandır sözlükte pek aktif olmadığımdan geçtiğimiz gün şöyle “tüm sohbetler” sekmesine tıklayıp bir bakayım dedim kimlerle konuşmuşum. aşağılara doğru inerken hatırlayamadığım bazı nicknamelerle karşılaşıp bir tıklayayım dedim bu kimmiş ne konuşmuşuz filan diye. işte onlardan biri. nickini değişmiş bir yazar. bir dönem çok sık konuştuğumuz, birbirimize dair çok şey paylaştığımız, çok güldüğümüz, çok içlendiğimiz, epeyce zaman konuştuğumuz, sahiden çok değer verdiğim bir insan. öylece kopuverdik sonra. kim bilir ne zaman değişti nickini. kim bilir ne zaman değiştik.

burdan üzerine düşünülecek iki mevzu çıkardım kendime. düşünmezse çıldıran, düşündükçe çıldıran garip bir varlığa dönüşüyorum böylece her neyse.
birincisi; ne kadar alelade bakarsam bakayım sözlüğe burası gerçek hayattan bir yer artık benim için. içimizden bir yer burası. o bahsettiğim yazarı asla görmedim ama o mesaja tıklayıp da bir zamanlar çok fazla şey paylaştığım insan olduğunu fark ettiğimde gerçek hayatta bir dostumun yarattığı boşluktan nasıl düşüyorsam öylece düşüverdiğimi hissettim. bana yaşattığı hisler sahiciydi. birbirimizle paylaştıklarımız sahiciydi. birbirimizi bulmamız ve kaybetmemiz sahiciydi. ne kadar girmezsek girmeyelim sözlüğe, ne kadar uzak kalırsak kalalım. eğer bir zamanlar aktif olup insanlarla temas kurduksa artık buraya bizden çok uzak bir yermiş gibi bakmak mümkün değildi. evet, sözlük artık içimizde bir yerde konuşlanmış vaziyette. bunu kabulleniyorum.

bir diğer mesele. yanıtını daha evvelki bazı ilişkilerimde de arayıp bulamadığım mevzu.
bir soru: insanlarla tam olarak nerede kopuyoruz? ne zaman kopuyoruz? bir gün her şeyin artık bitmiş olduğu gerçeğini soğuk bir tokat gibi yüzümüzde hissettiğimizde garip bir soru geçiyor içimizden: ne ara? bazı ilişkiler bir anlık hata bir anlık öfke veya bir anlık başka şeylerle bitebilir, onlardan bahsetmiyorum. bazısı yavaş yavaş son buluyor, ara yavaş yavaş açılıyor, verilen değer gösterilen ilgi ve müsamaha ağır ağır azalıyor. her şeyin ağır ağır nihayete erdiği o ilişkilerden bahsediyorum. iki insanın bir daha asla görüşemeyecekleri zemine ağır ağır ilerledikleri o kopuş ilk ne zaman başlıyor? belki ilk tanıştıkları akşam. her şeye rağmen birlikte yaşadığımız zamana küfretmeyecek kadar birbirimize değer verdik ve birbirimizi anladıksa yine de umut var demektir bazı güzel şeyler için. şimdilik bununla avunalım. insan, her şey bittikten sonra avunacak bir şey bulamazsa daha çok çıldırıyor.

işte böyle. bir gün alelade bir şekilde mesaj sekmesine basıyor ve sonra oturup düşünüyorsun. hatta bir de cigara yakıyorsun haftalar sonra. hayatına giren çıkan bütün insanlar gözlerinin önünden geçiyor. limoni olduklarını düşünüyorsun, bir daha görüşmemen muhtemel kimseleri. onla bağımızı asla koparmayız diye düşündüğün kimseleri de. hepsini şöyle bir yokluyorsun. sanki bütün ilişkilerin ipi senin elindeymiş gibi. oysa birileriyle çoktan kopmaya başladın belki. sadece farkında değilsin.

içimizde yer eden sözlük ve içimizde yer eden insanlar. her ayrılık biraz kırar kalbini insanın. öyle ya, yok saymakla yok edemez insan içindekini. artık daha iyi biliyorum. bir gün son kez gireceğiz buraya. bir gün son kez konuşacağız o insanla. sonun hüznü ancak sona varmadan bastırılır. son kez olmadan biraz vakit ayıralım.
devamını gör...

pame radyo yayını

yeni yıla yeni bir insanla girdik. yeni bir şiirle. yeni bir hayalle. yeni bir insan olarak girdiğimiz de oldu. bir radyo yayını ile hiç girmemiştik. bu haftaki yayın ile bunu da yapmış sayacağım kendimi. iyi yayınlar sevgili marikakii.
devamını gör...

pame radyo yayını

geçtiğimiz hafta bursa’da bir kahvaltı organizasyonuna gittik.* dönüşte arkadaşımız esenköy’e uğrayalım vaktin var mı dedi, olur dedim. arkadaşımızın babası 1.5 yıl evvel vefat etmiş. esenköy’deki yazlıklarından gitmişler ilkin hastaneye. yazlığa girdik. odalara göz gezdiriyoruz, mutfağa, balkona. serin, sert, kasvetli bir hava. her şey yerli yerinde. yatak, soba, sandalyeler, babanın tekli koltuğu. her şey, babayı hastaneye götürdükleri o ilk anın sıcaklığını taşıyor bütün ürpertici soğuğa rağmen. öylece bırakmışlar, ellememişler. hoparlörde yaptığı için konuşmaları epeycesine kulak misafiri oldum, içli bir aile. yine hoparlörde konuşuyor validesiyle arkadaş, görüntülü aramış üstelik, yazlığı gösteriyor, sararmış dökülmüş çiçekleri. valide hanım, aman evladım diyor çokça oynatmadan tozunu al paltonun.yatak odasında babanın kapıya asılı paltosu. hastaneye giderken öylece astıydı babam diyor, arkadaş. sonra şöyle bir silkeliyor paltoyu. o yatak odasından alelacele çıkarken ben paltoya birkaç saniye daha bakıp iç geçiriyorum.

epeydir dinlemiyordum yayını. az buçuk takip edenler fena bir fanı olmadığımı bileceklerdir. işte pame. bir hafta, iki hafta, üç hafta, her neyse. ne kadar uzak kalırsak kalalım. dönüp dolaşıp yine bir pazar günü geldiğimizde kapının arkasına asılı o palto gibi bekliyor bizi. bir farkla: bize hüznü değil çokça güzellikleri hatırlatıyor. şimdi biraz silkelenelim. teşekkürler marikaki.
devamını gör...

intihar

aynı zamanda şahane bir orhan veli şiiridir:
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

pame radyo yayını

ev taşıma telaşıyla geçen bir hafta sonunu sıcak bir pame yayını ile neticelendirmekten daha güzel ne bulabilirdim emin değilim. iyi ki varsın pame.*
devamını gör...

okuduğun kitaptan bir alıntı bırak

günlerden pazartesi. yine vapurun alt kamarasındayım. yine hava karlı. yine istanbul çirkin. istanbul mu? istanbul çirkin şehir. pis şehir. hele yağmurlu günlerinde. başka günler güzel mi, değil; güzel değil. başka günler de köprüsü balgamlıdır. yan sokakları çamurludur, molozludur. geceleri kusmukludur. evler güneşe sırtını çevirmiştir. sokaklar dardır. esnafı gaddardır. zengini lakayttır. insanlar her yerde böyle. yaldızlı karyolalarda çift yatanlar bile tek.

yalnızlık dünyayı doldurmuş. sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. burda her şey bir insanı sevmekle bitiyor.

sait faik, alemdağ’da var bir yılan. s.24
devamını gör...

pame radyo yayını

2017 yazında mersin’de bir kamptayız. cumaya gitmek isteyenler için kamp alanına çektiler bir otobüs, biz de az buçuk imanlılar olarak toplandık cumaya gittik. daha ezan okunmamış, hoca vaaz veriyor: “derler ki bir şeyi yüz seksen kez tekrar edersen güzelliğini yitirir.”*

evet, pame hakkında haftalarca ve peş peşe tanım girdikten sonra beni durduran, bu sözün zihnimde yarattığı düşünce oldu. kendimi acaba bu güzelliğe bir halel mi getiriyorum diye sorarken buldum. belki abartı gelebilir kimine ancak yazdıkça yazdıklarımın değeri azalır düşüncesinden kurtulamadım.
her neyse. içerdeyiz, daima.
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim