silvio palth yazar profili

silvio palth kapak fotoğrafı
silvio palth profil fotoğrafı
rozet
karma: 3161 tanım: 213 başlık: 150 takipçi: 53
film izler, okur, yazmaya çalışır.

son tanımları


cha cha real smooth

yönetmenliğini cooper raiff'in yaptığı 2022 yapımı komedi-dram filmi.

film üniversiteden yeni mezun olmuş andrew adındaki tatlı bir gencin yaşadığı kafa karışıklığını anlatıyor diyebilirim. aslında çok basit bir konusu var gibi dursa da filmi izledikten sonra bundan kolayca bahsetmek zor. film çoğunlukla andrew'in etrafında hayata yeni atılan bir gencin onu mu yapmalı, bunu mu, ilişkiler nedir, nasıl düşünmeliyim gibi sorularına yanıt arıyor olsa da yan karakterlerin de oldukça ilgi çekici hikayeleri var. çocukluk, büyüme sancıları, ebeveyn kompleksleri, terkedilme korkusu gibi birçok şey bulabilmek mümkün.

şahsen benim sıfır beklentiyle izlediğim bir filmdi ama gerçekten oldukça sevdim. bu sene izlediğim hem güldüren hem de hüzünlendiren en iyi filmlerden biri diyebilirim. özellikle filmin tüm karakterlerin duygularına ve deneyimlerine bizi tanık etmesi ama bunu sıkıcı bir hale getirmeden yapması oldukça güzel. hepsiyle ayrı ayrı bir yakınlık kurmak, anlamaya çalışmak ve belki en önemlisi hissetmek epey keyifli bir deneyim.

dakota johnson benim özellikle önyargılı olduğum oyunculardan biriydi. bundan önceki rollerini düşününce bunda biraz da hakkım olduğunu düşünüyorum. ama önce yakın zamanda izlediğimiz the lost daughter filmindeki anne rolü, sonra da bu filmdeki duygusu kendisiyle ilgili düşüncelerimi değiştirdi diyebilirim. helal olsun valla. helalleşeceğiz galiba seninle abla.

filmi beğenince sonrasında kimmiş ya bu yönetmen falan diye bakınınca hem başrolün hem de yönetmenin aynı kişi olduğunu görünce epey şaşırdım. ulan sen kimsin ya falan diyerek biraz daha bakınınca 97 doğumlu körpe bir kardeşimiz olduğunu gördüm. bu ne hız ya. doğduğun yer kaderindir galiba gerçekten. ayrıca filmin yönetmenliğini, senaristliğini ve yapımcılığını da kendisi yapmış. helal olsun, ne diyelim.
devamını gör...

driver theory

(bkz: sürücü teorisi)
devamını gör...

sürücü teorisi

sürücü teorisi ["driver theory"], 1940'lı yıllarda amerikalı psikolog clark hull tarafından ortaya atılmış bir kavramdır. ayrıca "motivasyon teorisi", "dürtü azaltma teorisi" veya "dürtü teorisi" gibi isimlerle de bilinir.

kavramın ortaya çıkışı hull'un insan davranışlarını belirgin bir şekilde açıklayabilen geniş bir teori oluşturma isteğine uzanır. insan davranışlarında öğrenme, motivasyon ve alışkanlık geliştirme gibi olayları açıklayabilmek için kavramlaştırılmıştır. teoriye adını veren "drive" kelimesi insan ihtiyaçlarının varlığında meydana gelen rahatsızlık ve gerilimi ifade etmektedir.

teoriye göre insan davranışları veya bu davranışları sürdürmek için sahip olduğumuz motivasyon biyolojik ihtiyaçların sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. aslında hull'un bu şekilde düşünmesinin sebebi teoriyi homeostazi kavramına dayandırmasıdır. yani organizmanın hayatta kalmak için sürdürdüğü denge durumu. bunu anlamak için basitçe şu örneği verebiliriz: çok sıcak havalarda insanlar terlemeye başlar, çünkü vücut denge durumuna dönmek için bedeni soğutmaya çalışır. hull da aynı bu örnekteki gibi açlık, susuzluk, cinsellik gibi ihtiyaçlar söz konusu olduğundaki davranışlarımızın ve motivasyonun bu bahsettiğim denge durumuna dönmek için oluştuğunu öne sürmektedir.

bu teori 1940 ve 1950'li yıllarda oldukça ilgi toplasa da yıllar geçtikçe yeni çalışmalarla birlikte teorinin eksiklikleri fark edilmiş ve popülerliği azalmıştır. teoriye getirilen tutarlı eleştirilerden biri eğer hull'un bahsettiği gibi davranışlarımız veya motivasyonumuz biyolojik ihtiyaçların karşılanmasıyla ya da denge durumuna dönmek ile ilgili olsaydı muhtemelen yalnızca hayatta kalmak için mantıklı ve basit davranışlarda bulunurduk. ama eminim ki hepimiz aç olmadığımız zamanlarda da bir şeyler yiyoruz ya da en azından atıştırıyoruz. ya da bungee jumping gibi ekstrem sporları neden yaptığımıza dair teorinin herhangi bir açıklaması yok. bu tarz tercihler denge durumuna dönmenin aksine gerilimi daha da arttıran aktiviteler.

elbette teorinin kusurlarının olması hull'un çalışmalarını ve teorisini çöpe atmamız gerektiğini göstermiyor. ondan sonraki teorisyenlerin ortaya koyduğu motivasyon teorileri hull'un çalışmalarına dayanmaktadır. özellikle 1980'lerin sonlarında ortaya atılan felaket teorisi gibi kavramlar hull'un çalışmalarından büyük ölçüde etkilenmiştir.

ayrıca maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisi gibi günümüzde hala kullanılan teoriler hull'un teorilerine alternatif sunmak için geliştirilmiştir.
devamını gör...

düş çalışması

düş çalışması ("dreamwork veya "dream-work") 1899 yılında sigmund freud tarafından ortaya atılan kavramdır.

freud, rüyaların insanların sahip olduğu arzularla ilgili olduğunu ve çok daha derin anlamlar içerdiğini düşünüyordu. kendisiyle ilgili analizlerde gördüğü rüyaları sık sık kullandı ve birçok hastasında rüyaların etkisini inceledi. tüm bunlardan sonra düşüncelerinde haklı olduğunu fark etti.

1899 yılında yayımlanan düşlerin yorumu ["the interpretation of dreams"] adlı kitabında rüyaların arzuların yerine getirilmesiyle ilgili olduğunu iddia etti. bilinçdışına atıfta bulunan birçok kavram ve düşünceye bu kitabında yer verdi.

freud'a göre rüyalar "açık" ve "gizli içerik"ten oluşuyordu ve serbest çağrışım tekniği ile deşifre edilebilirdi. rüyanın açık içeriği, kısaca rüyamızda gördüğümüzü hatırladığımız bölüm olarak söylenebilir. gizli içerik ise açık içerik tarafından sansürlenen ve gizli arzuları içeren bölümdür. gizli içerik birçok farklı yöntemle açık içerik tarafından gizlenebilir. örneğin rüyanızda bir insanın yüzünde hem annenizin hem de kız kardeşinin yüzünü aynı anda görebilirsiniz. ya da gizli içerikte bulunan birkaç ögenin ortak özelliği açık içerikte (yani hatırladığınız rüyanızda) tek bir kişide temsil edebilir. bu düş çalışmasının unsurlarından "yoğunlaştırma"dır. freud'un tanımladığı diğer unsurlar: yer değiştirme, temsil ile ilgili hususlar ve ikincil revizyondur.

düş çalışmasının klasik rüya yorumlamasından farklı olduğunu anlamak önemlidir. klasik rüya yorumcuları rüyanın açık içeriği hakkında rüya gören kişiye bir yorum getirebilir. düş çalışması, rüya gören kişinin kendini keşfetmesi ile ilgilenir ve rüyanın gerçek anlamının yalnızca rüya gören kişi tarafından doğrulanabileceğine inanır. bu yüzden düş çalışmasını yürüten kişiler bir rehber görevi görür.
devamını gör...

the tragedy of macbeth

yönetmenliğini joel coen'in yaptığı 2021 yapımı film. 2022 oscar'ında en iyi erkek oyuncu (denzel washington), en iyi sinematografi, en iyi prodüksiyon gibi alanlarda yarışacak. başrollerinde denzel washington, frances mcdormand (kendisini nomadland'den sonra yeniden izlemek harika) gibi önemli isimler bulunuyor.

film, william shakespeare'in macbeth oyunundan neredeyse herhangi bir değişiklik yapılmadan uyarlanmış. birkaç farklılık dışında filmin aslına sadık kalarak ilerlediğini söyleyebiliriz. film kare boyutta (1.37:1 aspect ratio) ve siyah beyaz şekilde çekilmiş. bunun da sebep olduğu karanlık, klostrofobik bir atmosfer ortaya çıkıyor, ki bence filmin iyi yanlarından birisi de bu. tekinsiz görüntüler izliyoruz, her an bulanık, biraz ilerisi göremediğimiz etkileyici bir görüntü oluşturuyor bana göre.

ayrıca filmdeki oyunculuklar hemen bir tiyatro oyununda olduğumuz hissiyatını veriyor. bu iyi midir, kötü müdür, bence izleyicinin tarzına göre değişir, fakat beni hiç rahatsız etmedi. bu yüzden filmde oldukça fazla tirat var. normalde sinemada karakterin duygu ve düşüncelerini kendi başına dile getirmesi beni sinir krizlerine sokar. "ya kardeşim bırak da biz anlayalım bunu" diye düşünürüm hep. ama bu film özelinde oldukça keyifli buldum, şiirsel. hatta belki filmin yapısı gereği bu gerekliydi de. bence filmi seven ve sevmeyen kişilerin de ayrıldığı nokta bu bana kalırsa.

filmi önemli yapan başlıca sebeplerden biri de yönetmenin, kardeşi ethan coen olmadan bir film yapıyor olması. coen kardeşlerin hayranları için oldukça ilginç bir deneyim olacağını düşünüyorum.
devamını gör...

küçük anne (film)

ilk tanımda filmin geneline dair söylenebilecek çoğu şey söylenmiş, bu noktada filmle ilgili oldukça kişisel düşüncelerimi söylemek istiyorum.

öncelikle filmin fantastik yönünü oldukça beğendim, hatta bayıldım. keşke böyle şeyler benim aklıma gelseydi diye düşünüyorum hep. aynı portrait of a lady on fire filminde olduğu gibi oldukça iyi bir senaryo, celine hanımı kutluyorum. ama nedense bu kadının yönetmenliğine hala alışamadım. filmlerini izledikten sonra hep aynı şeyi hissediyorum: mükemmel hikaye, zayıf film. belki zayıf diyerek abartıyor olabilirim ama ortalama diyeyim. bunu şu yüzden bir konu haline getiriyorum, belki başka bir yönetmen olsa o kadar da ciddiye almam. ama hikaye ve atmosfer bu kadar iyiyken filmin bütünü de ortalamanın üstüne çıkabilirmiş gibi hissediyorum. bunu hak ediyor, serzenişim bu yüzden.

film başlangıçta çok diyalogsuz ve ağır ilerliyor. benim için biraz zordu bu yüzden. ama sonra iki küçük arkadaşın birlikteliği ile daha tatlı bir hal alıyor. ayrıca filmin 73 dakika olduğu düşünülürse oldukça keyifli olduğu söylenebilir.

filmin en beğendiğim yönlerinden biri de, izlerken kendimi gerçekten ama gerçekten bir seyirci gibi hissetmemdi. şöyle bir düşününce, ana-kız sahneleri, uyku-yatak sahneleri, orman ve kulübe sahneleri, neredeyse hepsini ya tam arkalarından ya da tam karşılarından, mesafeli bir yerden seyrediyoruz. karakterlerden biriymiş gibi hissetmemiş olsam da tam olarak, net bir seyirci hissiyle analiz ve yorum yapabilmem çok kolay geldi bana. bu hoşuma gitti.

bir de görüntü yönetmenine de ayrı bir parantez açmak istiyorum burada. yine portrait of a lady on fire filminin de görüntü yönetmenliğini yapan claire mathon harika iş çıkarmış. ne eksik ne fazla. bu kadın beni hiç şaşırtmıyor ya gerçekten, sevgilerimi iletiyorum kendisine.

özetle, çok kolay, her an keyifle izlenebilecek bir film. tatlı, hüzünlü, komik ve hafif de ayrıca. ama uzun süre iz bırakacak bir film olduğunu da pek sanmıyorum.
devamını gör...

mere exposure effect

(bkz: salt maruz kalma etkisi)
devamını gör...

salt maruz kalma etkisi

bu psikolojik olgu ile ilgili bilinen en eski çalışmalar gustav fechner tarafından yapılmış olsa da sonraları sosyal psikolog robert zajonc tarafından daha derinlikli hale getirilmiştir.

olgu kısaca, bir şeye defalarca kez maruz kalmanın o şeye karşı olumlu tepkiler verilmesine sebep olduğunu ifade eder. daha açık bir ifadeyle sürekli olarak maruz kalınan bir uyarıcı, daha önce karşılaşmadığımız uyarıcılara göre bizde daha olumlu hisler uyandırır. ayrıca uyarıcının insan için herhangi bir ödül veya olumlu bir sonuç ifade etmesine de gerek yoktur, yalnızca sürekli olarak maruz kalınmak o uyarıcıyı sevmemize sebep olabilir.

bu konuda yapılan çalışmaların en belirgin örneklerinden biri reklamcılık alanındadır. herhangi bir yerde birden fazla kez gördüğümüz reklamlar çoğunlukla yalnızca bir defa gördüklerimize göre bizde daha inandırıcı bir fikir oluşturur. elbette reklamda gördüğümüz ürüne veya nesneye bayılmamız gerekmiyor, ancak ilk defa duyduğumuz bir marka ismindeki o "belirsizlik" hissini yaşamadığımız için bize gayet normal gelecektir.

daha somut örnekler verecek olursak, büyük ve kalabalık bir apartmanda yaşadığımızı düşünelim. komşularımızdan hiçbiriyle herhangi bir bağ veya iletişim kurmadığımızı varsayarsak sıklıkla gördüğümüz komşumuz için diğerlerine kıyasla daha olumlu hisler beslememiz olası olur. bu kişiyle herhangi bir tanışıklığımız olmasına ya da bize fayda sağlamasına gerek yoktur. aslında bu beynimizin onu "tehlikeli" olarak algılamaması daha doğrusu "tanıdık, bilindik" olarak kodlaması ile ilişkilidir.

benzer şekilde bir şeyi çok fazla okursak ya da bir şarkıyı çok fazla dinlersek onun hakkındaki olumsuz fikirlerden de uzaklaşmamız muhtemeldir. ya da çoğumuz evimizin kokusunu duymayız, ama uzun bir tatilin ardından eve döndüğümüzde ilk anda kokusunu duyabiliriz.

bu olgu, günümüzde herhangi bir anlam ifade etmiyor ya da ee ne var bunda diye düşündürecek olsa da bunu evrimsel psikoloji ile beraber düşündüğümüzde önemi kavranacak, hiçbir şey "öylesine" olmadığı gibi bu olgunun da olmadığı görülecektir. sürekli maruz kaldığımız şeylerin bizlere olumlu gözükmesinin sebebi herhangi bir tehlike oluşturmamasıdır. bu aslında sürekli maruz kaldığımız şeyler dışındaki şeylere, görüntülere, seslere veya kokulara odaklanmamıza sebep olur. her an evimizin kokusunu hissetmiyor oluşumuz aslında bu kokunun "bizden" ve "tehlikesiz" olduğunu fark etmesek de bilmemizdendir. bu yüzden evimizde yeni ve yabancı bir koku var olduğunda bunu hemen fark ederiz. daha ilkel dönemler düşünüldüğünde bunun canlılığı sürdürmek için ne kadar önemli bir yetenek olduğunu anlayabiliriz.
devamını gör...

titane

20 dakika önce izlediğim muhteşem film. genelde olaysız ve diyaloglara dayanan filmleri sevmeme rağmen bu filmi oldukça etkileyici buldum. enteresan bir konusu var. ama arkadaşlar konusu ile ilgili bilgiler verildiği için ben daha çok detaylara değinmek istiyorum. full spoiler.

bir defa film bana göre oldukça başarılı. neden diye soracak olursak: arabayla cinsel bir bağ kuran ve bu şekilde hamile kalan bir kadını seyrederken bir an bile gerçekliğini sorgulamamak, filmin yarattığı gerçekliğin içine girerken zorlanmamak bence oldukça kıymetli. sinemanın nimetlerinden biri.

ayrıca filmin konusu ilk defa da işlenmiyor. david cronenberg'in crash filmini izleyenler insanın metal (araba) ile kurduğu ilişkiyi kolayca hatırlayacaktır. bu açıdan film, sıklıkla rastlamadığımız ama öncesinde az da olsa bilgimiz olan bir şeyi pekiştiriyor diyebiliriz. zaten temas edilen nesne elbette değişebilir. insan-robot, insan-makine veya insan-algoritma, android gibi ilişkiler de en temelde insan-insan bağından farklı olarak başka bir tatmin yolunu kazımıyor mu? bu tarz temalar bana gelecekte ilişkilerin çeşitlenebileceğini düşündürüyor nedense. en nihayetinde insanlar olarak biz hayal gücümüzü kullanıyor, fikirler üretiyor, sonra da bu fikirlere yönelik ilişkiler veya teknolojiler oluşturuyoruz, ve bunlara dayanarak yaşıyoruz. neye inanmayı seçersek, gerçek de o oluyor. filmin elbette vurguladığı şeyin bu olduğunu düşünmüyorum ama buna ufak göndermeler de yapılmıyor değil. vincent'in "konuşmuyor musun, bak telefon bile yapabiliyor" diyerek telefona komut verdiğinde konuşturması, gelecekte teknolojilerden beklentimizin yalnızca konuşturmak ile sınırlı kalmayacağını da ifade ediyor diye düşünüyorum.

filmde bana etkileyici gelen başka bir şey ise yine vincent'in etrafındakilere "ben sizin tanrınızım, bu da oğlum olduğuna göre onu isa olarak görün" tarzındaki konuşmasına rağmen adrien'in filmin sonunda aslında meryem'e dönüşmesi epey ironik ve izlemesi keyifli. yine vincent'in oğlu zannettiği kişiyi çıplak olarak görmesine rağmen hala bu inanışı sürdürmesi de duygularımız hakkında aslında çok şey söylüyor.

bence başarılı bir film.
devamını gör...

moral machine test

iyad rahwan'ın massachusetts institute of technology'deki ekibi tarafından geliştirilen, insanları sunduğu seçenekler ile ahlaki ikilemlerde bırakan ve ölümcül sonuçlar arasında hangi kararlar verdiği hakkında bilgi edinen ahlak testi.

tramvay ikilemi veya tramvay problemi olarak da bilinen trolley dilemma'nın başka bir versiyonudur. test sonuçlardan elde edilen verilerin gelecekte makine öğrenmesi ile entegre olan yapay zekalarda kullanılabileceği düşünülür. örnek olarak, sürücüsüz bir aracın herhangi bir felaket senaryosunda nasıl bir tercihte bulunursa daha etik olabileceği gibi kararlara yön verebilir.
devamını gör...

veil of ignorance

cehalet perdesi
devamını gör...

cehalet perdesi

filozof john rawls tarafından ortaya atılmış kavramdır. veil of ignorance ifadesi cehalet örtüsü, bilgisizlik perdesi gibi ifadelerle de kullanılmıştır.

bu düşünce; halihazırda uzlaşmaya varılmış konularla değil, herhangi birinin ötekine kendi düşüncelerini dayatamayacağı bir konumdayken uzlaşmaya varılacak konular ile ilgilenir. farklı birçok değer ve bakış açısına sahip, birçok farklı disipline hakim kişilerden oluşan bir grup, hakların bireylere nasıl dağıtacağı hakkında karar verirler. bunu yaparken adeta bir bilgisizliğe bürünür, sahip oldukları kimliklerden arınır ve hakların dağıtılmasından sonra hangi toplum içinde, kim olarak, hangi statüde var olacaklarını bilmeyeceklerdir. böylece karar verici grup, alınan kararların en çok veya en az kime fayda sağlayacağını bilemeyeceği için ahlaki bir tutum sergileyeceklerine inanılır.

normal koşullarda her insanın belirli bir topluma, sınıfa, ırka ait olduğu ve birbirlerinden farklı şeyler üzerinde hakları olduğuna inandıkları düşünüldüğünde bu düşünce karar vericileri kendi kişisel durumlarıyla özdeşleşmesinin önüne geçerek ütopik bir toplum fikrine daha fazla yaklaştırır.

john rawls, adil bir toplum düzeni için gerekli ilkelerin belirlenmesi için 6.000'den fazla katılımcı ile 7 deney yapmış ve sosyal düzendeki yerini bilmeyen karar vericilerin daha eşitlikçi seçimlere yöneldiğini gözlemlemiştir.

aslında gerçekten şahane bir fikir ama bırakın toplumlar arasındaki inanç, felsefe ve yaşam tarzı farklılıklarını aynı toplum içinde bile birbirinden farklı amaç ve hedeflerle yaşayan ve belirli konularda asla uzlaşamayan insanlar varken gerçekten oldukça ütopik bunlar. gerçi ben imkansız olarak da görmüyorum. belki dünya ülkelerinin bir araya gelerek adaletsiz, zararlı ve baskıcı bir ortam oluşturmaya çalışan ülke yönetimleri üzerinde bir iyileştirme yapmak için bu kararları vermesi gerekebilir.

ayrıca son yıllarda gelişen yapay zeka sistemlerinde de bu yaklaşımın kullanılması teorisyenler tarafından öneriliyor. hepimiz yapay zekanın gelecekte bizi yok edeceği fikrine hakimiz. aslında robotlar hiçbir zaman bizi yok etmek istemeyecek, sadece onlara verdiğimiz talimatlar doğrultusunda en iyisini yapmaya çalışacaklar. ve tabi bu yüzden bizi tam olarak tanımaları gerekiyor. bizim gerçekten ne istediğimizi, nasıl düşündüğümüzü, gerçekte neyi arzuladığımızı. bu sebeple yapay zekayı insani değerlerle uyumlu bir hale getirmemiz gerekecek. gerekiyor da. bu da başka bir soru demek: hangi insani değerler? işte bu noktada etik nedir tekrardan konuşmaya başlayacağız. belki en azından sadece ahlaksızlık üzerinde bir uzlaşmaya varsak o da yeter ama, o da zor.

çok etik annecim..
devamını gör...

amina

yönetmenliğini kıvılcım akay'ın yaptığı 2019 yapımı belgesel film. ayrıca şu an mubi'de gösterimde.

film son yıllarda sıklıkla karşılaştığımız problemlerden birine temas ediyor. konusu şöyle: 29 yaşındaki senegalli amina, ekonomik sebeplerden dolayı türkiye'ye göç eder. onun için bu göçün en zor kısmı kızını arkasında bırakmasıdır. 7 yıldır görmediği kızının özlemi her geçen gün artar ama zaten tüm bu zorluklara katlanmasının sebebi de yine tam olarak kızıdır. amina'nın en büyük dileği bir gün kızına tekrar kavuşmaktır. bir de şimdilik bir tekstil şirketinde mağaza modeli olarak çalışsa da gerçek bir model olmanın hayalini kurar. her ne kadar bunun için biraz geç olduğunu bilse de.

film, amina'nın hem kadın hem siyahi hem de bir göçmen olarak türkiye'de yaşadığı zorlukları hiçbir şekilde ajite etmeden aktarıyor. hatta, belki olumsuz bir yön olarak yönetmenin bazı gerçekleri yumuşatmış, daha hafif bir dille aktarmış olduğunu bile söyleyebiliriz. aynı zamanda bir göçmenin hayalle gerçek arasında yaşadığı gitgeli, yola çıkarken düşündüğü ile yaşarken karşılaştığı gerçeğin ifadesi bence oldukça güçlü.

bu temada elbette birçok göçmen, mülteci filmi var. ama farklı olarak, bu filmin başarılı olduğu noktalardan biri insan neden göçer, neden göçmen olur sorusuna kısmen cevap veriyor olması. bunu da karakterin öyküsü üzerinden değil; ülkenin tarihi üzerinden objektif bir dille ifade ederek yapması. mesela senegal neden az gelişmiş bir ülkedir? senegalli biri neden ülkesini terk eder ve başka bir ülkenin hayalini kurmak zorunda kalır? bu noktalarda geçmişte yaşanan köleliğe, sömürgeciliğe vurgu yapması bence oldukça iyi.

bence filmde iki önemli cümle var. birincisi işveren tarafından (buna otorite veya güç sahibi de diyebiliriz) göçmene (zayıfa veya güçlü tarafından öteki görülene) söylenen sözler ve tavır. zaten zorunda kalmış, zorunda bırakılmış olana, ondan çok fazla şey isteyip ama hiçbir şey vermeyip "istiyorsan yap, istemiyorsan yapma" özgürlüğü bahşedilmesi oldukça gülünç. ikincisi de yine aynı örnekten göçmenin ağzından çıkan "başka seçeneğimiz yok" cümlesi. aslında günümüzde de iş yapıları içindeki adaletsizlik, ücret dağılımı, çoğunluk ve öteki arasındaki gerginliğin çıkış noktasının da bu olduğunu görebiliriz.

filmdeki bir başka detay ise amina'nın ve belki çoğu göçmen ve mültecinin türkiye'yi aslında bir kurtuluş değil de köprü olarak görüyor olması. bunu aslında gerçekte de görüyoruz, yaşıyoruz. ama avrupa'ya ya da amerika'ya gidemeyen göçmen, mülteci yine türkiye'yi yuva kabul etmek zorunda kalıyor. bu birkaç senedir bana şunu düşündürüyor: ülkedeki belirli sıkıntılardan dolayı birçok insan başka bir ülkeye kaçmanın düşüncesi içinde. geçenlerde arkadaşlarla sohbet ederken 150 bin tl ile dolar almış bir arkadaşım 6 ay boyunca kanada'da kaçak yaşayarak oranın vatandaşı olabilmek üzerine bir olaydan falan bahsetti. belki bir kısmı abartı ve şaka, ama gerçeklik payının da olduğu aşikar. insan neden başka bir ülkede kaçak yaşamanın hayalini kurar diye düşünmeden edemiyorum. insanlara bunları düşündürenler utansın. birkaç sene evvel bu insanlar neden çıkıp çıkıp gelir diye anlam veremeyen ülkenin insanları, şimdi aynı şekilde bir hayat sürdürmenin yolunu arıyor. kimseyi yargılamamalı. sonuçta herkes bir şeylere zorlanıyor, mecbur hissettiriliyor.

günlük canım ülkemin dertlerini anımsadıktan ve 3829 cümle kurduktan sonra, kısaca: harika bir film değil ama güzel film, konu iyi. ve 70 dakikacık.
devamını gör...

türkiye'yi ne kurtarır sorunsalı

inanç. son yıllarda bu ülkede çalınan çok şey oldu ama en büyüğü bu. insanların yarınlara olan umudu, inancı çalındı. sömürüldü. ülkeye, toprağa küstürüldü. ne inancı yav falan diyenler olacaktır, nasıl kurtarsın ülkeyi inanç. çok klişe gibi gelse de bazı klişelerden daha gerçek bir şey de yoktur.

ülkede yaşayan çoğu insan büyük bir umutsuzluk içinde yaşıyor. yüzü gülen insan bile böyle. hiçbir şeyin değişmeyeceğini dair düşünce o kadar büyük ki, insanlar artık hiçbir şey yapmıyor. ne kişisel ne de toplumsal bir amaç gütmüyor, düşünmüyor. bu ülkeyi terk edip gitmek isteyeni de köşeye çekilip sadece kendini düşünen, kurtarmaya çalışan insanı da yargılamıyorum. herkes buna zorlandı. ama tarihte bunun gibi çok örnek var. yeniliğe ihtiyacımız var. yeniyi ortaya koyacak, çıkaracak inanca. herkes yalnızca tekil kişiliğini düşünüp büyük bir etkiye sebep olamayacağını düşünüyor ve vazgeçiyor. ama bu umutsuzluğa kapılan kişi sayısı o kadar çok ki, muhtemelen hepsi bir araya gelse daha güçlü bir şey hissedemezdi.

eğitim, girişim, bilim.. bunların herkesi, her şeyi kurtarabileceğini zaten biliyoruz. ama bunlara nasıl gideceğiz ki inanmadıktan, vazgeçtikten sonra.
devamını gör...

aynaya nude atmak

(bkz: narcissus)
devamını gör...

tayyi mekan

bir mekandan başka bir mekana geçmek, zıplamak gibi olayları ifade eder. evliya, ermiş olarak bilinen daha üst bir insana atfedilen bir beceridir daha çok. üçler yediler kırklar ya da rical'ül-gayb olarak bilinen hiyerarşideki kişilerin bu özelliklere sahip olduğuna inanılır. tayyi zaman veya bast-ı zaman kavramlarıyla oldukça ilişkilidir.

bu kavramlara örnek olarak muhammed'in miraca yükselmesi verilebilir. hatta belki onun da öncesinde gerçekleşen mekke-kudüs yolculuğunu kapsayan isra olayı da ilişkili olabilir.
benzer şekilde yahudi öğretilerinde yakub'un düşü olarak bilinen olay da buna örnek verilebilir.

aslında bu olaylar bana bir çeşit vahiy benzeri, belki nevroz bile denebilir tam olarak bilemiyorum, zihinsel bir süreci anımsatıyor. bu fikre şuradan geliyorum: birincisi zaten islami kaynaklarda miraç olayından bahsedilirken muhammed'in bulunduğu durum uyku ile uyanıklık arasında denilerek bahsedilir. zaten bu da bir gece yolculuğudur. miraç kelime anlamı itibariyle de merdiven demektir. arketipsel bağlamda bakıldığında da merdiven, bilinç ile bilinçdışının birlikteliğini temsil eder aslında. islam dışındaki birçok inanç ve mitolojide bu sembolleri görebilmek mümkündür. merdiven aracılığıyla bir yükseliş aslında bir üst bilince erişmek ile oldukça bağlantılıdır ve daha çok ruhsal bir süreçtir bu. ikinci sebep ise şudur ki, miraç gibi olaylar islam inancındaki birçok insan tarafından biliniyor olsa da muhammed'in hayatındaki hangi döneme denk geldiği hususunda çok fazla bir bilgi yoktur. miraç, aslında muhammed için bir dönüm noktası denebilir. en yakın koruyucusu amcası ebu talib'in ve eşinin vefatı, mekkeliler tarafından uygulanan ağır zulüm ve taif ziyaretinde taşlanması gibi olayları içine alan ve "hüzün senesi" olarak bilinen dönemin ardından yaşanmıştır miraç. insani yönden değerlendirilirse kaygılı bir halde olduğu sonucuna ulaşılabilir kolayca. yani bu yolculuğun aslında algının yeniden açılması, farkına varılması olarak yorumlanabilir, bir nevi kendine gelmek, görmek gibi. ki bu olaydan yaklaşık 1 yıl sonra hicret gerçekleşecektir.

yine yakub olayı da aynı temaları barındırır. yakub kutsal topraklardan ayrılarak harran'a doğru yola çıkar. büyüdüğü bildiği topraklardan ayrılarak bambaşka bir yolculuğa, bir bilinmeze doğru ilerleyecektir. belki de bu yüzden kaygılıdır? karanlık olduğunda başını bir taşın üzerine koyar ve rüya görür. rüyada rab yolculuk boyunca onu koruyacağını ve zamanı geldiğinde tekrardan bu topraklara onu getireceğini söyler. uyandığında da "rab burada ama belli ki farkına varamadım" der kendi kendine. aydınlanıştır yani bir nevi. kaygılarının yersizliğini fark eder, bir üst bilince ulaşır ve bu yolculuğun, yeni bir dönemin başladığını algılayarak bu gerekliliği kavrar.

aslında bu olaylara daha birçok örnek verilebilir. detaylarına girmeden, örneğin, yunus peygamber'in öğretilerine kimsenin kulak asmaması ve ardından kaygısının ve yanılgısının onu bir balığın midesine itmesi. ya da ashab-ı kehf ya da yedi uyurlar olarak bilinen grubun kaygılı bir şekilde mağarada uyuması ve yüzyıllar sonra uyanması. bu iki olay ilginçtir ki, yine başka benzer ögeler barındırır. yunus balığın midesinde üç, yedi veya kırk gün kadar kalmıştır denilir ve ashab-ı kehf de 7 kişiden oluşur falan gibi, ama şimdi bu detaylara burada girip kafa ütülemeyeceğim.. dediğim gibi örnekler inanç sistemlerinde çoğaltılabilir, çünkü gözlemlemek mümkün. yazarken aklıma geldi, yine yusuf'un kuyusu da zorlama bir şekilde örnek gösterilebilir. ama evet zorlama. o daha çok süper kahraman hikayelerinde de rastlayacağımız tarzda bir hapishane, çukur, kuyu gibi motiflere benzer sanırım.

sanatta da bu tarz olgulara merdiven ile değinildiğini görebiliriz. mesela rembrandt van rijn'in "philosopher in meditation" isimli tablosu. aynı zamanda yaklaşık 3 senedir masaüstü arka planımdır.. bu tabloda da filozofun aydınlanması, aşması gereken yol merdiven ile ifade edilmiştir. belki buradaki motifin özellikle "spiral merdiven" olması önemli olabilir.
devamını gör...

kwisatz haderach

terim ile ilgili söylenebilecek her şey söylenmiş. belki şu söylenebilir, islam anlayışındaki tayyi mekan kavramıyla ilişkilendirilebilir. muhammed'in miraca yükselmesi gibi mekanlar arası bir geçiş. bundan mesela "bir gözün görebildiğinden daha uzun bir adım" olarak bahsedilir. sıradan birinin erişemeyeceği şeyler tabi bunlar.
devamını gör...

lisan al gaib

dune evreninde fremenlerin paul atreides için kullandığı terim. dil anlamına gelen "lisan" ve görünmeyen, bilinmeyen anlamına gelen "el gaib" kelimelerinden meydana gelmiştir. "dış dünyadan gelen ses" veya "dış dünyadan gelen peygamber" anlamlarına gelir.

filmi izledim, kitabı okumadım. bu yüzden kavramı okumam sınırlı kalıyor. bence mükemmel bir evren yaratılmış, insanı içine çekiyor ve güncel gerçeklikle kolayca bağdaştırabiliyoruz. o yüzden ilk bakışta yahudi, hristiyan ve islam anlayışında benzer şeylere işaret edilmesine rağmen farklı terimlerin kullanılması gibi bu terimin de mehdi ve kwisatz haderach terimleriyle ilişkili olduğu anlaşılıyor.
devamını gör...

aşk vs seks

gaspar noe gizli gizli bu başlıkta dolanıyor olabilir. şş.
devamını gör...

sojourner truth

afrika amerikalı feminist, kölelik karşıtı, kadın hakları savunucusu ve yazar.

1797'de köle bir ailenin çocuğu olarak isabella baumfree adını alarak doğmuştur. 9 yaşındayken bir koyun sürüsü ile birlikte 100 dolar karşılığında satılmıştır. henüz ergenliğini tamamlamadan 2 kez daha başkalarına satılmıştır. 18 yaşlarındayken köle olduğu çiftlikteki başka bir köle olan robert'a aşık olmuş fakat evlenmelerine izin verilmemiştir. "sahibi" dumont'un başka bir kölesi tarafından evlendirilmeye zorlanmıştır. evliliğinden doğan çocukların defalarca köle olarak satılmasına tanık olacaktır.

eğer iyi ve sadık olursa onu özgür bırakacağını söyleyen dumont, zamanı geldiğinde bu fikirden vazgeçmiş ve onu özgürleştirmeyi reddetmiştir. ailesinin köleleştirilerek satılması ve gördüğü şiddetlerden sonra bebeğini de yanına alarak kaçmıştır. kendisi bunu "inanarak yürüdüm" diyerek ifade etmiştir. bu kaçışla birlikte diğer çocuklarını geride bırakmak zorunda kalmıştır çünkü yasal olarak hala dumont'a bağlıydılar.

isabella kızıyla birlikte kendilerinin özgür insanlar olarak tanındığı bir bölgeye, ısaac ve maria van wagenen'in yanına gitmiştir. dumont "sahibi" olduğu şeyi almaya geldiğinde ise maria van wagenen kölelik karşıtı yasa çıkana dek hizmetlerini satın almak için 20 dolar ödemiştir.

kölelik karşıtı yasanın kabul edilmesine rağmen dumont, isabella'nın 5 yaşındaki oğlunu satmıştı. isabella, dumont'a karşı açtığı davayı kazanarak abd mahkemelerinde beyaz birine davan açan ve kazanan ilk siyahi olmuştur.

van wagenen'in isabella üzerinde büyük bir etkisi olmuş ve onun ateşli bir hristiyan olmasına sebep olmuştur. isabella kendisinin dini bir yükümlülük taşıdığını düşündüğü için ismini sojourner truth olarak değiştirmiştir.

bundan sonra hayatını birçok dernek ve örgüte katılarak kölelik karşıtı insanlarla bir araya gelerek eşit haklar savunucusu olarak devam ettirmiş ve yaptığı konuşmalar ile kitleleri etkilemeyi başarmıştır. onun hakkında en çok bilinen şey* "ben kadın değil miyim?" retorik sorusudur.
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim