zamansız kelebek - öne çıkan tanımları (1. sayfa)
1.
bir gün mutlaka
türk yazar, şair ve çevirmen olarak bilinen ataol behramoğlu imzalı eser; oldukça kısa bir şiir kitabı ve 1999 yılında yayınlanmıştır.
şairin 1959 yılından 1975 yılına değin yazmış olduğu şiirleri yer alıyor.
bu kitabı geçen sene okumuşum,
bir kez daha yazmışım, yeniden okumak istedim.
ne zaman ataol behramoğlu şiirlerini okusam bir uçurumdan düşmüş gibi hissediyorum ve öyle hissetmeyi de sevmediğim söylenemez, belki de öyle hissetmek için onu okuyorum.
şimdi kitaptaki şiirler hakkında biraz konuşalım, şairin 17 yaşlarında iken yazdığı şiirler de yer alıyor, biraz daha yetişkin iken yazdığı şiirler de, hepsinde bambaşka bir ataol behramoğlu ile karşılaşıyoruz.
üslup ve duygu yoğunluğu da zamana ve hayatın bizde aldıklarına göre şekil alıyor.
şiirleri her zamanki gibi oldukça iyiydi,
sanki ruhundan sürekli bir şeylerin eksilmesine alışmış kırgın bir insanın şiir yazmaktan başka çaresi yokmuş gibi hissettiren şiirlerdi.
şiirlerde yalnızca duyguları yok, toplumcu gerçekçi bir şiir anlayışı da hâkim gibi,
devrimciliğin yoğun olduğu belki söylenemese de birlik beraberlik ve güzel günlerin geleceğine duyulan inanç faktörü şiirlerde yadsınamaz şekilde karşımıza çıkıyor.
ciddiye alınmamak, kaybetmek, annesizlik, bazen intiharı düşünmek, unutulma hissi ile yaşamak, öleceğini hissetmek, umutlu olmaya çalışmak gibi durumların şiirlerde karşılaşabileceğimiz konular olduğu söylenebilir.
birkaç dize bırakıp burada bitiriyorum.
her şey biter zaten bir gün mutlaka..

bir elma bir insanı şaşırtabilir
oysa şimdi herhalde kimse beni ciddiye almaz.
benim annem şeker annem
gençlik elden gitti gider.
her şey nasıl ölebilir
nasıl unutulur insan?
sanki yarın ölecek gibiyim,
birazdan polisler gelecek ya da.
ölümsüz ne var kahrolası evrende?
filimler yarım, öyküler yarım, bitse de.
sen çirkin bir ihtiyar olmadan burnundan öpmeliyim..
bana bir sigara verin, annem öldü
unutmak ve ölmek o kadar kolaydı..
şairin 1959 yılından 1975 yılına değin yazmış olduğu şiirleri yer alıyor.
bu kitabı geçen sene okumuşum,
bir kez daha yazmışım, yeniden okumak istedim.
ne zaman ataol behramoğlu şiirlerini okusam bir uçurumdan düşmüş gibi hissediyorum ve öyle hissetmeyi de sevmediğim söylenemez, belki de öyle hissetmek için onu okuyorum.
şimdi kitaptaki şiirler hakkında biraz konuşalım, şairin 17 yaşlarında iken yazdığı şiirler de yer alıyor, biraz daha yetişkin iken yazdığı şiirler de, hepsinde bambaşka bir ataol behramoğlu ile karşılaşıyoruz.
üslup ve duygu yoğunluğu da zamana ve hayatın bizde aldıklarına göre şekil alıyor.
şiirleri her zamanki gibi oldukça iyiydi,
sanki ruhundan sürekli bir şeylerin eksilmesine alışmış kırgın bir insanın şiir yazmaktan başka çaresi yokmuş gibi hissettiren şiirlerdi.
şiirlerde yalnızca duyguları yok, toplumcu gerçekçi bir şiir anlayışı da hâkim gibi,
devrimciliğin yoğun olduğu belki söylenemese de birlik beraberlik ve güzel günlerin geleceğine duyulan inanç faktörü şiirlerde yadsınamaz şekilde karşımıza çıkıyor.
ciddiye alınmamak, kaybetmek, annesizlik, bazen intiharı düşünmek, unutulma hissi ile yaşamak, öleceğini hissetmek, umutlu olmaya çalışmak gibi durumların şiirlerde karşılaşabileceğimiz konular olduğu söylenebilir.
birkaç dize bırakıp burada bitiriyorum.
her şey biter zaten bir gün mutlaka..

bir elma bir insanı şaşırtabilir
oysa şimdi herhalde kimse beni ciddiye almaz.
benim annem şeker annem
gençlik elden gitti gider.
her şey nasıl ölebilir
nasıl unutulur insan?
sanki yarın ölecek gibiyim,
birazdan polisler gelecek ya da.
ölümsüz ne var kahrolası evrende?
filimler yarım, öyküler yarım, bitse de.
sen çirkin bir ihtiyar olmadan burnundan öpmeliyim..
bana bir sigara verin, annem öldü
unutmak ve ölmek o kadar kolaydı..
devamını gör...
2.
unutmak (kısa film)
senaryosu mert güncüer tarafından yazılıp yine aynı isim tarafından yönetilen 21 dakikalık kısa film; 2020 yılında yayınlanmıştır.

metin adında öğretmen olan bir adamın 30 yıl aradan sonra çocukluğunun geçtiği eve, köye dönmesi sonucu yaşadıklarını anlatıyor.
oradan yol geçeceği için evin yıkılmasına karar verilmiş ve o da büyüdüğü ev yıkılmadan son kez görebilmek ve içindeki değerli eşyaları almak için köye gidiyor.
muhtar ile görüşüp çay içiyorlar, uykularından kabus görür gibi uyanıp dışarda sigara içiyor,
belki de unutmak istediği şeyleri yeniden hatırlamıştır, unutmanın imkansız oluşunu anlamıştır, anılardan kaçmanın mümkün olmayacağını idrak etmiştir.
muhtardan oradaki mezarlardan birinde olduğunu düşündüğü birinin mezar kayıtlarını bulmasını istiyor ve kaydı bulamıyorlar.
içindeki eşyalara sık baktığı valizi gömmeye gidiyor ve anılarından kurtulabileceğini sanıyor.
artık köyde yapacak bir şey kalmamıştır.
diğer kısa filmlere göre uzun sayılabilecek bir kısa filmdi, adamın sessiz ve ıssız bir adam olması filme gizem katmış, pek konuşmaması ve hiç gülmemesi onun unutmakla mücadele edişini yansıtır gibi görünüyor.
sinematografik açıdan fena değildi,
yalnızca merak ettiğim ve açıklığa kavuşturulmamış bazı noktalar var;
mezarını sorduğu kimdi, neyiydi, onu ne kadar sevmişti?
aslında eşyalarını almaya değil onun mezarına gelmişti...

metin adında öğretmen olan bir adamın 30 yıl aradan sonra çocukluğunun geçtiği eve, köye dönmesi sonucu yaşadıklarını anlatıyor.
oradan yol geçeceği için evin yıkılmasına karar verilmiş ve o da büyüdüğü ev yıkılmadan son kez görebilmek ve içindeki değerli eşyaları almak için köye gidiyor.
muhtar ile görüşüp çay içiyorlar, uykularından kabus görür gibi uyanıp dışarda sigara içiyor,
belki de unutmak istediği şeyleri yeniden hatırlamıştır, unutmanın imkansız oluşunu anlamıştır, anılardan kaçmanın mümkün olmayacağını idrak etmiştir.
muhtardan oradaki mezarlardan birinde olduğunu düşündüğü birinin mezar kayıtlarını bulmasını istiyor ve kaydı bulamıyorlar.
içindeki eşyalara sık baktığı valizi gömmeye gidiyor ve anılarından kurtulabileceğini sanıyor.
artık köyde yapacak bir şey kalmamıştır.
diğer kısa filmlere göre uzun sayılabilecek bir kısa filmdi, adamın sessiz ve ıssız bir adam olması filme gizem katmış, pek konuşmaması ve hiç gülmemesi onun unutmakla mücadele edişini yansıtır gibi görünüyor.
sinematografik açıdan fena değildi,
yalnızca merak ettiğim ve açıklığa kavuşturulmamış bazı noktalar var;
mezarını sorduğu kimdi, neyiydi, onu ne kadar sevmişti?
aslında eşyalarını almaya değil onun mezarına gelmişti...
devamını gör...
3.
oralet (kısa film)
ali çelik tarafından çekilen 5 dakikalık kısa film; 2019 yılı yapımlı olduğu bilgisi yer almaktadır.

filmin adına binâen oralet ögesi kısa filmde fazla yer tutmamakla birlikte filme neden bu adı verildiği ise merak konusu, bir çocuğun oralet içmesi ile değinilen konu pek bağdaşmamakta.
dijital dünyanın yalnız ve ıssızlaştırdığı insanların giderek sessizleşmelerini ve artık daha az konuşmalarını yeni televizyon alan bir ailenin bir akşamı üzerinden anlatıyor.
eşyaların ve bilhassa kitle iletişim araçlarının eski zaman sohbetlerinin yerini aldığı bir çağda yaşıyor olmanın burukluğunu hissettirir nitelikte bir kısa film olduğu görülmektedir.
kitle iletişim araçlarına deve kuşu gibi gömülmektense sevdiklerinizle vakit geçirmenin gerekliliği, eşyaların her zaman hayatımızda olacağı ama insanların her zaman hayatımızda kalmayacaklarını hatırlatan bir kısa film oldu.
figüran isimler yer aldığından fazla bir oyunculuk beklemek olanaksız olsa da verilmek istenen mesaj gayet sarih.
eşyalar kalıcıdır, sevdikleriniz geçici ve de ölümlü, bu yüzden onlarla geçirilen zamanı iyi değerlendirmek gerektiği ana fikrini çıkarmanın mümkün olduğu bir kısa film olduğu fikrindeyim.
tanımıma burada bir son veriyorum,
kendime de bir oralet yapsaydım iyiydi. ^^

filmin adına binâen oralet ögesi kısa filmde fazla yer tutmamakla birlikte filme neden bu adı verildiği ise merak konusu, bir çocuğun oralet içmesi ile değinilen konu pek bağdaşmamakta.
dijital dünyanın yalnız ve ıssızlaştırdığı insanların giderek sessizleşmelerini ve artık daha az konuşmalarını yeni televizyon alan bir ailenin bir akşamı üzerinden anlatıyor.
eşyaların ve bilhassa kitle iletişim araçlarının eski zaman sohbetlerinin yerini aldığı bir çağda yaşıyor olmanın burukluğunu hissettirir nitelikte bir kısa film olduğu görülmektedir.
kitle iletişim araçlarına deve kuşu gibi gömülmektense sevdiklerinizle vakit geçirmenin gerekliliği, eşyaların her zaman hayatımızda olacağı ama insanların her zaman hayatımızda kalmayacaklarını hatırlatan bir kısa film oldu.
figüran isimler yer aldığından fazla bir oyunculuk beklemek olanaksız olsa da verilmek istenen mesaj gayet sarih.
eşyalar kalıcıdır, sevdikleriniz geçici ve de ölümlü, bu yüzden onlarla geçirilen zamanı iyi değerlendirmek gerektiği ana fikrini çıkarmanın mümkün olduğu bir kısa film olduğu fikrindeyim.
tanımıma burada bir son veriyorum,
kendime de bir oralet yapsaydım iyiydi. ^^
devamını gör...
4.
yağmurlu deniz
1921/ 2001 yılları arasında yaşamış türk yazar ve şair necati cumalı imzalı 182 sayfalık eser; 1968 yılında yayınlandığı bilinmektedir.
necati cumalı'nın okuduğum galiba ikinci kitabı oldu, başaklar gebe kitabı hakkında da yazmıştım.
necati cumalı okumak bana bazen acı veriyor, çünkü doğum günümde ölmüş, kendi doğum gününe de 3 gün kala...
necati cumalı şiirinin bendeki anlamı oldukça derin.
duygularını bunca keskin aktarabilmesi duygularını yazıya dökmede hiç zorluk çekmediğini gösteriyor.
his yelpazesi oldukça geniş,
acı da sevinç de onun şiirde aynı anda hissedilebiliyor, şiirlerinde bilhassa terk edilmiş olma ve unutulma gibi durumlar sıklıkla karşımıza çıkar nitelikte.
çok üzülüyorum, doğru dürüst tek fotoğrafımız bile yok benzeri dizelerde yaşadığı acının çok keskin olduğunu gösteriyor.
yalnızlığını hatırlamak, aşksız ölmek, hasret ve çaresizlik, kendinden sıkılmış olma ve gidene duyulan kırgınlık, anılarla yaşamak, şiirlerin benim için ifade ettiği şeylerdendi.
yaşama duyulan sevgi de, doğaya duyulan sevgi de, izmir sevdası da şiirlerde hissedilen şeylerdendi.
şairin duygularını hissedebilme fırsatı veren oldukça iyi bir şiir kitabıydı.
kitaptan seçtiğim bazı dizeleri bırakıp burada bitiriyorum.

kimdik ki yaşamımızı berbat ettiniz?
ben aşksız öleceğim
ben yalnız öleceğim.
biliyor musun çok üzülüyorum
seninle doğru dürüst tek fotoğrafımız yok.
pazar sabahı
korkulardan bir korku
keyfimi berbat eden
ya sevdiğim sen değilsen
beklediğim sen değilsen?
adımı hatırlamak istemem.
yalnızlıklarım geliyordu aklıma
ağlamak istiyordum.
- sen gideli ne kadar da değiştim -
benim için sen, senin için ben vardım
gerisi yalandı..
necati cumalı'nın okuduğum galiba ikinci kitabı oldu, başaklar gebe kitabı hakkında da yazmıştım.
necati cumalı okumak bana bazen acı veriyor, çünkü doğum günümde ölmüş, kendi doğum gününe de 3 gün kala...
necati cumalı şiirinin bendeki anlamı oldukça derin.
duygularını bunca keskin aktarabilmesi duygularını yazıya dökmede hiç zorluk çekmediğini gösteriyor.
his yelpazesi oldukça geniş,
acı da sevinç de onun şiirde aynı anda hissedilebiliyor, şiirlerinde bilhassa terk edilmiş olma ve unutulma gibi durumlar sıklıkla karşımıza çıkar nitelikte.
çok üzülüyorum, doğru dürüst tek fotoğrafımız bile yok benzeri dizelerde yaşadığı acının çok keskin olduğunu gösteriyor.
yalnızlığını hatırlamak, aşksız ölmek, hasret ve çaresizlik, kendinden sıkılmış olma ve gidene duyulan kırgınlık, anılarla yaşamak, şiirlerin benim için ifade ettiği şeylerdendi.
yaşama duyulan sevgi de, doğaya duyulan sevgi de, izmir sevdası da şiirlerde hissedilen şeylerdendi.
şairin duygularını hissedebilme fırsatı veren oldukça iyi bir şiir kitabıydı.
kitaptan seçtiğim bazı dizeleri bırakıp burada bitiriyorum.

kimdik ki yaşamımızı berbat ettiniz?
ben aşksız öleceğim
ben yalnız öleceğim.
biliyor musun çok üzülüyorum
seninle doğru dürüst tek fotoğrafımız yok.
pazar sabahı
korkulardan bir korku
keyfimi berbat eden
ya sevdiğim sen değilsen
beklediğim sen değilsen?
adımı hatırlamak istemem.
yalnızlıklarım geliyordu aklıma
ağlamak istiyordum.
- sen gideli ne kadar da değiştim -
benim için sen, senin için ben vardım
gerisi yalandı..

devamını gör...
5.
alışmak (kısa film)
selim sezer tarafından çekilmiş 6 dakikalık kısa film; 2015 yılında yayınlanmıştır.

yalnız bir adamın bir gününü ve yalnızlığa alışmasını, hatta yalnızlık sonucu kafayı yemesini konu ediniyor.
yalnız olmanın dezavantajlarını, yalnızlığın bir insanın ruhunda ve eylemlerinde yarattığı değişimler yalnız bir adamın evde kimse olmadığı halde evde biri varmış gibi yapması üzerinden ele alınıyor.
tek yaşadığı halde 2 kişilik çay demlemek, 2 kişilik kahvaltı hazırlamak, yalnızlıktan kendi sesini unutmamak için biriyle konuşuyor gibi yapmak, hiç var olmamış ya da çoktan gitmiş birinin yokluğunu kabullenmeme sonucu hâlâ vâr gibi yaşamaya çalışmak, onun varlığını sürdürmeye çalışmak, yalnızlığa alışmakla alışamamak arasında sıkışıp kalmak, kısa filmin düşündürdüğü ve gösterdiği şeylerdendi, bence.
okuduğum bir kitapta yalnızlık onun dönmeyeceğini bilmektir yazıyordu.
izlerken aklıma sadece bu söz geldi, dönmeyeceğini bile bile beklediğimiz insanların bizi yokluklarına mâhkum etmesi hayli acımasız ve baş etmesi zor bir durum.
peki siz, yalnızlığa ya da en sevdiğiniz insanın yokluğuna alışabildiniz mi?

yalnız bir adamın bir gününü ve yalnızlığa alışmasını, hatta yalnızlık sonucu kafayı yemesini konu ediniyor.
yalnız olmanın dezavantajlarını, yalnızlığın bir insanın ruhunda ve eylemlerinde yarattığı değişimler yalnız bir adamın evde kimse olmadığı halde evde biri varmış gibi yapması üzerinden ele alınıyor.
tek yaşadığı halde 2 kişilik çay demlemek, 2 kişilik kahvaltı hazırlamak, yalnızlıktan kendi sesini unutmamak için biriyle konuşuyor gibi yapmak, hiç var olmamış ya da çoktan gitmiş birinin yokluğunu kabullenmeme sonucu hâlâ vâr gibi yaşamaya çalışmak, onun varlığını sürdürmeye çalışmak, yalnızlığa alışmakla alışamamak arasında sıkışıp kalmak, kısa filmin düşündürdüğü ve gösterdiği şeylerdendi, bence.
okuduğum bir kitapta yalnızlık onun dönmeyeceğini bilmektir yazıyordu.
izlerken aklıma sadece bu söz geldi, dönmeyeceğini bile bile beklediğimiz insanların bizi yokluklarına mâhkum etmesi hayli acımasız ve baş etmesi zor bir durum.
peki siz, yalnızlığa ya da en sevdiğiniz insanın yokluğuna alışabildiniz mi?
devamını gör...
6.
kafe (kısa film)
tufan şimşekcan tarafından senaryosu yazılıp yönetilen kısa film; 2011 yılında yayınlanmıştır.
filmimizde şevval sam ve
ruhi sarı gibi tanıdığımız isimler yer almıştır.

açıkçası ünlülerin fazla olduğu kısa filmler pek alışık olduğumuz bir durum değil, bu yüzden tanıdık isimlerin olması mutlu ediyor.
bir kafede oturmakta olan bir adamın içeri bir kadının girdiğini görmesiyle film başlıyor,
kadın oldukça güzel olduğu için adamın dikkatini çekiyor ve ondan etkileniyor.
onun masasına gittiğini hayal ediyor, konuşuyorlar ve eğleniyorlar, ancak bütün bunlar adamın zihninde yarattığı küçük bir prova ya da oyundan ibâret.
gözlerini açtığında hiçbirinin yaşanmadığını anlıyor ama kadın gerçekten de oradaymış, orası hayal ürünü değil.
adamın kadının masasına gerçekten gidişi ile kısa film sona eriyor.
kısa filmden çıkardığım anlamlar şunlar oldu;
tanışmaya cesaret edemediğimiz insanlar belki hayatımızda derin iz bırakacak insanlardır, belki de hiç iz bırakmadan gideceklerdir, ancak sonuç ne olursa olsun içinde ukde kalmasındansa tanışmak ve onu tanımış olmak en iyisidir, eğer tanışmaya cesaret edemezsen bu bir ömür kalacak bir pişmanlığa sebebiyet verebilir.
kimin hayatımıza ne kadar anlam katacağı ya da yokluğunun ne kadar boşluk yaratacağını bilemeyiz.
sinematografik olarak oldukça iyi bir kısa filmdi, yakın plan çekim teknikleri kısa filmi daha izlenilir kılıyor.
şevval sam ve ruhi sarı'nın olması da filme ayrı bir güzellik katmış,
izlediğime sevindiğim bir kısa film oldu.

filmimizde şevval sam ve
ruhi sarı gibi tanıdığımız isimler yer almıştır.

açıkçası ünlülerin fazla olduğu kısa filmler pek alışık olduğumuz bir durum değil, bu yüzden tanıdık isimlerin olması mutlu ediyor.
bir kafede oturmakta olan bir adamın içeri bir kadının girdiğini görmesiyle film başlıyor,
kadın oldukça güzel olduğu için adamın dikkatini çekiyor ve ondan etkileniyor.
onun masasına gittiğini hayal ediyor, konuşuyorlar ve eğleniyorlar, ancak bütün bunlar adamın zihninde yarattığı küçük bir prova ya da oyundan ibâret.
gözlerini açtığında hiçbirinin yaşanmadığını anlıyor ama kadın gerçekten de oradaymış, orası hayal ürünü değil.
adamın kadının masasına gerçekten gidişi ile kısa film sona eriyor.
kısa filmden çıkardığım anlamlar şunlar oldu;
tanışmaya cesaret edemediğimiz insanlar belki hayatımızda derin iz bırakacak insanlardır, belki de hiç iz bırakmadan gideceklerdir, ancak sonuç ne olursa olsun içinde ukde kalmasındansa tanışmak ve onu tanımış olmak en iyisidir, eğer tanışmaya cesaret edemezsen bu bir ömür kalacak bir pişmanlığa sebebiyet verebilir.
kimin hayatımıza ne kadar anlam katacağı ya da yokluğunun ne kadar boşluk yaratacağını bilemeyiz.
sinematografik olarak oldukça iyi bir kısa filmdi, yakın plan çekim teknikleri kısa filmi daha izlenilir kılıyor.
şevval sam ve ruhi sarı'nın olması da filme ayrı bir güzellik katmış,
izlediğime sevindiğim bir kısa film oldu.

devamını gör...
7.
ev (kısa film)
orhan dede tarafından senaryosu yazılan ve yönetilen 8 dakikalık kısa film; 2020 yılında yayınlanmıştır.

savaşların evsizliğe yol açmasını küçük bir çocuğun çizdiği ev resmi ile anlatan bir kısa filmdi.
direkt savaş temalı bir kısa film olmasa da küçük çocuk yıkık dökük ve yarısı olmayan bir evde yapayalnız resim çiziyor, belki de ailesini savaş yüzünden yitirmiş, çizdiği resimde ise bir ev var, sahip olmadığı, çoktan yitirdiği, yeniden sahip olmak istediği bir şeyi, bir evi çizmiş...
bu durum ise insanın sahip olmadığı şeylere duyduğu özlemi ve yitirmenin acısını hatırlatıyor, çocuğun gittiği okul da bir çadırdan oluşuyor, görülen o ki savaş hayalleri dışında her şeyini elinden almış.
sahip olmayı ve yitirmeyi, yitirmiş olmaya rağmen hayallerinden vazgeçmemek gerektiğini hatırlatan bir kısa filmdi bence.
bir de başkasına sıradan ve önemsiz gelen şeyler başkasının hayali olabilir, örneğin bir ev, bir aile, bir mutluluk, savaşsız bir ortam, bombaların patlamadığı bir şehir, hayatın renkli olduğu bir yaşam..
konusu hayatın bir gerçeği olsa da konuyu işleme biçimleri biraz sıradan olduğu için hakkında yazılacak şeyler de o derece yalın veya az olabiliyor.
yine de izlediğime pişman olmadığım bir kısa film oldu.

savaşların evsizliğe yol açmasını küçük bir çocuğun çizdiği ev resmi ile anlatan bir kısa filmdi.
direkt savaş temalı bir kısa film olmasa da küçük çocuk yıkık dökük ve yarısı olmayan bir evde yapayalnız resim çiziyor, belki de ailesini savaş yüzünden yitirmiş, çizdiği resimde ise bir ev var, sahip olmadığı, çoktan yitirdiği, yeniden sahip olmak istediği bir şeyi, bir evi çizmiş...
bu durum ise insanın sahip olmadığı şeylere duyduğu özlemi ve yitirmenin acısını hatırlatıyor, çocuğun gittiği okul da bir çadırdan oluşuyor, görülen o ki savaş hayalleri dışında her şeyini elinden almış.
sahip olmayı ve yitirmeyi, yitirmiş olmaya rağmen hayallerinden vazgeçmemek gerektiğini hatırlatan bir kısa filmdi bence.
bir de başkasına sıradan ve önemsiz gelen şeyler başkasının hayali olabilir, örneğin bir ev, bir aile, bir mutluluk, savaşsız bir ortam, bombaların patlamadığı bir şehir, hayatın renkli olduğu bir yaşam..
konusu hayatın bir gerçeği olsa da konuyu işleme biçimleri biraz sıradan olduğu için hakkında yazılacak şeyler de o derece yalın veya az olabiliyor.
yine de izlediğime pişman olmadığım bir kısa film oldu.
devamını gör...
8.
mektup (kısa film)
recep köse tarafından yazılıp yönetilen 13 dakikalık kısa film; 2018 yılında yayınlanmıştır.
mektup arkadaşlığını ve yetim olmayı anlatıyor.

bir okuldaki çocukların mektup arkadaşı edindikleri somalili mâruf adındaki çocuktan beklenen mektup 2 yıl sonra geliyor ve onlar mektup türkçe olmadığı için mektubu zor şartlarda tercüme ettirip okumayı başarıyorlar.
filmi görüntü kalitesi ve çekilen mekânların doğal güzelliği nedeniyle çok canlı buldum,
âdetâ bir görsel şölen gibiydi, manzaralar oldukça güzeldi.
şimdi kısa film hakkında öznel fikirlerime geçmem gerekirse;
mektup arkadaşlığının ve dostluğun önemini hatırlatan bir kısa filmdi, dostluğun hudutsuz bir kavram olabileceği üzerine düşündürmesi muhtemel bir çalışma olduğunu söylemem mümkün.
uzaklığın ve imkânsızlıkların gerçek dostluk ve arkadaşlıkların üzerinde fazla bir etkisi olmadığını, olmayacağını, insan sevdiği birine ulaşmak için elinden geleni yaptığında aradaki mesafenin bir zorluğunun kalmayışını, yetim olmanın bir insanda yarattığı acıyı, fedâkârlığı ve dostluğu konu edinen bir film olduğunu kendi adıma söyleyebilirim.
kısa filmde sınıfa yeni gelen çocuğa hemen birkaç sorunun ardından,
baban ne iş yapıyor sorusunu soruyorlar, yetim olan birinin yarasını bilmeden ya da bilerek deşmemek gerektiğini unutmuşlar, böyle şeylere dikkat etmek gerektiğini ve hassas konular olduğunu da hatırlatan bir kısa film oldu.
mektup arkadaşlığını ve yetim olmayı anlatıyor.

bir okuldaki çocukların mektup arkadaşı edindikleri somalili mâruf adındaki çocuktan beklenen mektup 2 yıl sonra geliyor ve onlar mektup türkçe olmadığı için mektubu zor şartlarda tercüme ettirip okumayı başarıyorlar.
filmi görüntü kalitesi ve çekilen mekânların doğal güzelliği nedeniyle çok canlı buldum,
âdetâ bir görsel şölen gibiydi, manzaralar oldukça güzeldi.
şimdi kısa film hakkında öznel fikirlerime geçmem gerekirse;
mektup arkadaşlığının ve dostluğun önemini hatırlatan bir kısa filmdi, dostluğun hudutsuz bir kavram olabileceği üzerine düşündürmesi muhtemel bir çalışma olduğunu söylemem mümkün.
uzaklığın ve imkânsızlıkların gerçek dostluk ve arkadaşlıkların üzerinde fazla bir etkisi olmadığını, olmayacağını, insan sevdiği birine ulaşmak için elinden geleni yaptığında aradaki mesafenin bir zorluğunun kalmayışını, yetim olmanın bir insanda yarattığı acıyı, fedâkârlığı ve dostluğu konu edinen bir film olduğunu kendi adıma söyleyebilirim.
kısa filmde sınıfa yeni gelen çocuğa hemen birkaç sorunun ardından,
baban ne iş yapıyor sorusunu soruyorlar, yetim olan birinin yarasını bilmeden ya da bilerek deşmemek gerektiğini unutmuşlar, böyle şeylere dikkat etmek gerektiğini ve hassas konular olduğunu da hatırlatan bir kısa film oldu.

devamını gör...
9.
karma (kısa film)
adem akyol tarafından yazılıp yönetilen 3 buçuk dakikalık kısa film;
2018 yılında yayınlanmıştır.

karma felsefesi hakkında kısa bir girizgâh yapmak gerekirse eden bulur şeklinde kısaca örneklendirilmeye müsait.
karma; "düşündüğümüz her şey ya da yaptığımız her eylemin sonuçlarının bizi bu yaşamımızda ya da sonraki yaşamımızda etkileyeceğini söyleyen bir kuraldır şeklinde açıklanmıştır.
kısa filmde karma felsefesi birbirini hiç tanımayan insanların birbirine olan etkileri üzerinden ele alınıyor.
küçük bir çocuk babasına kumbarasını verdiğinde diğer karakterin üzerine yukardan para düşüyor.
bu karakter o parayla dondurma alıp küçük bir çocuğa veriyor ve annesi adamın elleri temiz değil diye dondurmayı çöpe atıyor, attığı dondurma ise ofiste olan kocasının masasına düşüyor.
karakterin gördüğü kumbaraya attığı para sonucu çocuğun önüne yukardan bisiklet düşüyor.
iyilik yaparsan iyilik, kötülük yaparsan kötülük bulursun ana fikrinin çıkarılabileceği bir kısa filmdi, olayların birbiriyle olan bağlantısı ve birbirine bağlanma biçimi kısa filmi oldukça farklı bir çalışma hâline getirmiş.
nesnelerin bir anda düşmesi bence iyi bir fikirdi, neticede hayatta her şey bir anda değişir ve bunu hatırlatan bir durumdu.
bazı sahneleri oldukça komikti, özellikle de adamın önüne dondurma külahı düştüğü sahne, küçük çocuğun öfkeli babasını şaşkınlıkla izlediği sahne komikti.
karma felsefesini, birbiri içine geçmiş hayatları, tesadüf veya kader kavramını sinematografik açıdan inceleyen bir kısa filmdi.
2018 yılında yayınlanmıştır.

karma felsefesi hakkında kısa bir girizgâh yapmak gerekirse eden bulur şeklinde kısaca örneklendirilmeye müsait.
karma; "düşündüğümüz her şey ya da yaptığımız her eylemin sonuçlarının bizi bu yaşamımızda ya da sonraki yaşamımızda etkileyeceğini söyleyen bir kuraldır şeklinde açıklanmıştır.
kısa filmde karma felsefesi birbirini hiç tanımayan insanların birbirine olan etkileri üzerinden ele alınıyor.
küçük bir çocuk babasına kumbarasını verdiğinde diğer karakterin üzerine yukardan para düşüyor.
bu karakter o parayla dondurma alıp küçük bir çocuğa veriyor ve annesi adamın elleri temiz değil diye dondurmayı çöpe atıyor, attığı dondurma ise ofiste olan kocasının masasına düşüyor.
karakterin gördüğü kumbaraya attığı para sonucu çocuğun önüne yukardan bisiklet düşüyor.
iyilik yaparsan iyilik, kötülük yaparsan kötülük bulursun ana fikrinin çıkarılabileceği bir kısa filmdi, olayların birbiriyle olan bağlantısı ve birbirine bağlanma biçimi kısa filmi oldukça farklı bir çalışma hâline getirmiş.
nesnelerin bir anda düşmesi bence iyi bir fikirdi, neticede hayatta her şey bir anda değişir ve bunu hatırlatan bir durumdu.
bazı sahneleri oldukça komikti, özellikle de adamın önüne dondurma külahı düştüğü sahne, küçük çocuğun öfkeli babasını şaşkınlıkla izlediği sahne komikti.
karma felsefesini, birbiri içine geçmiş hayatları, tesadüf veya kader kavramını sinematografik açıdan inceleyen bir kısa filmdi.

devamını gör...
10.
buhurumeryem
lale müldür imzalı eser olup 1994 yılında yayınlanmış ve şiir türünde yer almaktadır.
lale müldür'ün okuduğum ikinci kitabı bu oldu, daha önce de siyah sistanbul kitabını okumuş ve yazmıştım.
lale müldür okumaya karar verme nedenim ise hem merak hemde nükhet duru'nun söylemiş olduğu ve lale müldür tarafından yazılan destina şarkısının sözlerinden dolayıydı.
seni bu denli yıktıkları için
yaşamımın gizini vereceğim sana diye bir söz geçiyordu ve bu söz lale müldür'ü okumam için iyi bir nedendi.
şimdi kitabımıza geçelim;
kitabımız çok kısa değil, çok uzun da değil,
lale müldür'ün kurallarını kendisinin koyduğu ve başka şairlerin şiir dünyasından apayrı bir tarafı var.
şiirlerinde onun hem acı çeken hem de her şeyin farkında ve müthiş zeki, şaşırtıcı ve mizahi yönü kuvvetli, inceyi görebilen ve kırgın bir insan olduğunu görebileceğimiz bir yan var.
onun şiirlerinde aşk var, aşktan geriye kalanlar var, ayrılık var, pencereden dışarı bakarken fark edilen şeyler var, özlem var, rüyalarını komik bir dille anlatma durumu var, var da var.
okurken 32 diş güldüğüm dizeler de oldu,
çok üzüldüğüm ve etkilendiğim dizeler de oldu.
lale müldür bazı şiirlerinde ingilizce dizelere de yer veriyor, bu onun düşünme biçiminin salt türkçe olmadığını hatırlatıyor, entelektüel açıdan donanımlı ve iyi eğitim aldığını zaten biliyordum, o yüzden ingilizce yazmasına şaşırmadım.
why should ı be surprised?
onun yarattığı şiir dünyasına yakından bakmak oldukça ufuk açıcı ve hatırlatıcı bir işlev görüyor.
şiirlerinde yanlış anlaşılma korkusu ya da sanatsal bir kaygı gütmemesi, olduğu gibi yazması ve şiirde illâ can alıcı bir dizeye yer vermesi onun şiirini güçlü kılıyor.
seçmiş olduğum birkaç dize bırakıp burada bitiriyorum.

seninle yan yana dolaşamayacağımızı bilmek ne kötü..
ne kötü, şimdi şu anda dışarı baktığımda
sana bu derece yabancılaşmam.
ve artık hiçbir şey eskisi değil
olamaz da
seninle ayrıldığımız günden beri.
kimse bana papatyalardan örülmüş bir taç vermeyecek.
sana yazdığım birkaç mektubu attım
çünkü kayısı tarlalarından söz etmiyordu.
yolculuğun bende solgun bir yürek bıraktı
ama bundan daha kötü bir şey olamazdın sen.
günahların hatırlanmadığı bir yer olmalıydı bizim için...
sen ve ben hep birlikte ve hep yalnızız.
lale müldür'ün okuduğum ikinci kitabı bu oldu, daha önce de siyah sistanbul kitabını okumuş ve yazmıştım.
lale müldür okumaya karar verme nedenim ise hem merak hemde nükhet duru'nun söylemiş olduğu ve lale müldür tarafından yazılan destina şarkısının sözlerinden dolayıydı.
seni bu denli yıktıkları için
yaşamımın gizini vereceğim sana diye bir söz geçiyordu ve bu söz lale müldür'ü okumam için iyi bir nedendi.
şimdi kitabımıza geçelim;
kitabımız çok kısa değil, çok uzun da değil,
lale müldür'ün kurallarını kendisinin koyduğu ve başka şairlerin şiir dünyasından apayrı bir tarafı var.
şiirlerinde onun hem acı çeken hem de her şeyin farkında ve müthiş zeki, şaşırtıcı ve mizahi yönü kuvvetli, inceyi görebilen ve kırgın bir insan olduğunu görebileceğimiz bir yan var.
onun şiirlerinde aşk var, aşktan geriye kalanlar var, ayrılık var, pencereden dışarı bakarken fark edilen şeyler var, özlem var, rüyalarını komik bir dille anlatma durumu var, var da var.
okurken 32 diş güldüğüm dizeler de oldu,
çok üzüldüğüm ve etkilendiğim dizeler de oldu.
lale müldür bazı şiirlerinde ingilizce dizelere de yer veriyor, bu onun düşünme biçiminin salt türkçe olmadığını hatırlatıyor, entelektüel açıdan donanımlı ve iyi eğitim aldığını zaten biliyordum, o yüzden ingilizce yazmasına şaşırmadım.
why should ı be surprised?
onun yarattığı şiir dünyasına yakından bakmak oldukça ufuk açıcı ve hatırlatıcı bir işlev görüyor.
şiirlerinde yanlış anlaşılma korkusu ya da sanatsal bir kaygı gütmemesi, olduğu gibi yazması ve şiirde illâ can alıcı bir dizeye yer vermesi onun şiirini güçlü kılıyor.
seçmiş olduğum birkaç dize bırakıp burada bitiriyorum.

seninle yan yana dolaşamayacağımızı bilmek ne kötü..
ne kötü, şimdi şu anda dışarı baktığımda
sana bu derece yabancılaşmam.
ve artık hiçbir şey eskisi değil
olamaz da
seninle ayrıldığımız günden beri.
kimse bana papatyalardan örülmüş bir taç vermeyecek.
sana yazdığım birkaç mektubu attım
çünkü kayısı tarlalarından söz etmiyordu.
yolculuğun bende solgun bir yürek bıraktı
ama bundan daha kötü bir şey olamazdın sen.
günahların hatırlanmadığı bir yer olmalıydı bizim için...
sen ve ben hep birlikte ve hep yalnızız.
devamını gör...
11.
enver gökçe bütün şiirleri
1920/ 1981 yılları arasında yaşamış toplumcu gerçekçi türk şair ve yazar enver gökçe imzalı eser; 2012 yılında yayınlandığı bilinmektedir.
kitap hakkında konuşmak gerekirse;
şiirleri oldukça özgün buldum, bu kitabı yarım bıraktığımı hatırlıyorum, o yüzden yeniden başlamak ve bitirmek istedim.
enver gökçe'nin kendine has bir şiir dünyası var, toplumcu gerçekçi bir çizgide ilerlediği için şiirlerinin kişisel olmayacağı ön yargısının etkisinde fazla kalmamak gerekiyor, topluma hitap ettiği kadar kendi duygularını da şiire dâhil etmeyi ihmâl etmiyor.
şiirleri iyi buldum, mutluluk kokan şiirler değildi belki ama insanın unuttuğunu sandığı şeyleri hatırlatan, iç sızlatan, etkileyen bir yanı vardı bana kalırsa.
sevda, dayanmak, ayrılık, ölme isteği, ölümden korkmamak, ümitsizliğe kapılma ve her şeye rağmen yaşamaya devam etmek gibi durumların şiirlerin yapısında yer aldığını söylemek mümkün olacaktır.
şairin içinde olduğu veya farkına vardığı şeyleri edebî olarak yansıtma biçimi fena değildi.
ölüme ve ayrılığa dair olan şiirleri, dizeleri diğer şiirlere kıyasla daha can alıcı buldum,
etkileyici bulduğum birkaç dize bırakıp burada bitiriyorum.

can yoktu ki sevdalara düşe
yoktun ki haber ulaşa.
ah gidenler gelir mi geri?
artık her şarkı dokunur bana bu şehirde.
üçten, beşten, senden geride kalan değilim..
şu tank altındaki senin sevdiklerin mi?
ölem ben ölem kuytularda
gitme dayanamam..
kitap hakkında konuşmak gerekirse;
şiirleri oldukça özgün buldum, bu kitabı yarım bıraktığımı hatırlıyorum, o yüzden yeniden başlamak ve bitirmek istedim.
enver gökçe'nin kendine has bir şiir dünyası var, toplumcu gerçekçi bir çizgide ilerlediği için şiirlerinin kişisel olmayacağı ön yargısının etkisinde fazla kalmamak gerekiyor, topluma hitap ettiği kadar kendi duygularını da şiire dâhil etmeyi ihmâl etmiyor.
şiirleri iyi buldum, mutluluk kokan şiirler değildi belki ama insanın unuttuğunu sandığı şeyleri hatırlatan, iç sızlatan, etkileyen bir yanı vardı bana kalırsa.
sevda, dayanmak, ayrılık, ölme isteği, ölümden korkmamak, ümitsizliğe kapılma ve her şeye rağmen yaşamaya devam etmek gibi durumların şiirlerin yapısında yer aldığını söylemek mümkün olacaktır.
şairin içinde olduğu veya farkına vardığı şeyleri edebî olarak yansıtma biçimi fena değildi.
ölüme ve ayrılığa dair olan şiirleri, dizeleri diğer şiirlere kıyasla daha can alıcı buldum,
etkileyici bulduğum birkaç dize bırakıp burada bitiriyorum.

can yoktu ki sevdalara düşe
yoktun ki haber ulaşa.
ah gidenler gelir mi geri?
artık her şarkı dokunur bana bu şehirde.
üçten, beşten, senden geride kalan değilim..
şu tank altındaki senin sevdiklerin mi?
ölem ben ölem kuytularda
gitme dayanamam..
devamını gör...
12.
kantin (kısa film)
ali karakuş tarafından çekilmiş 7 dakikalık kısa film; 2017 yılında yayınlanmıştır.
yönetmen ayrıca kısa filmdeki öğretmenler odasında olan öğretmenlerden biriymiş,
çünkü onun da adı öğretmen olarak geçiyor.

bu kısa filmi birkaç gün önce izlemiştim ancak hakkında yazacağım için az önce yeniden izledim.
kısa filmimiz bir okulda geçiyor, kantin fiyatlarının pahalı oluşundan yakınan ve öğretmenlerinin istedikleri araç gereç karton vb. şeyleri almakta güçlük çeken çocukların örgütlenmesini konu ediniyor.
çocuklar çareyi ya dışardan bir şey almakta ya da evden yiyecek getirip gizlice yemekte buluyor.
öğretmenlerinin ve idarenin bundan haberi oluyor ve en sonunda çocuklara hak verip kantin fiyatlarının azaltılmasında karar kılıyorlar.
bu kısa filmden yola çıkılarak konuşulması gerekilen bir mesele daha var diye düşünüyorum.
dışarda yemek yemenin finansal açıdan bütçeyi zorlayacağı durumlarda ya da kişi dışardan yemek yemeyi hijyenik, sağlıklı bulmadığında evinden yemek getirebilir.
elbette sindirimi zor ve müşkül duruma sokacak zahmetli yemekler değil, yapımı kolay ve basit atıştırmalıklar, bunlar hem evden getirildiğinde en azından nasıl hazırlandığını biliyoruz, hem de bir öğle yemeği için 500 ya da 1000 tl cebinizden çıkmamış oluyor, onu başka bir ihtiyacınız için kullanabiliyorsunuz.
yemeğini evinden getiren insanlar yoksul olarak görülmemeli, tercihine saygı duyulmalı ve bunun yanlış bir davranış olmadığının farkında olunmalı.
kısa film hakkında yazacaklarım galiba bu kadar, basit olsa da hayatın içinden bir konuya dolaylı yoldan değinilmiş, direkt enflasyon temalı değil de enflasyonun toplum üzerindeki etkisi, çocuklar üzerindeki yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır.
yönetmen ayrıca kısa filmdeki öğretmenler odasında olan öğretmenlerden biriymiş,
çünkü onun da adı öğretmen olarak geçiyor.

bu kısa filmi birkaç gün önce izlemiştim ancak hakkında yazacağım için az önce yeniden izledim.
kısa filmimiz bir okulda geçiyor, kantin fiyatlarının pahalı oluşundan yakınan ve öğretmenlerinin istedikleri araç gereç karton vb. şeyleri almakta güçlük çeken çocukların örgütlenmesini konu ediniyor.
çocuklar çareyi ya dışardan bir şey almakta ya da evden yiyecek getirip gizlice yemekte buluyor.
öğretmenlerinin ve idarenin bundan haberi oluyor ve en sonunda çocuklara hak verip kantin fiyatlarının azaltılmasında karar kılıyorlar.
bu kısa filmden yola çıkılarak konuşulması gerekilen bir mesele daha var diye düşünüyorum.
dışarda yemek yemenin finansal açıdan bütçeyi zorlayacağı durumlarda ya da kişi dışardan yemek yemeyi hijyenik, sağlıklı bulmadığında evinden yemek getirebilir.
elbette sindirimi zor ve müşkül duruma sokacak zahmetli yemekler değil, yapımı kolay ve basit atıştırmalıklar, bunlar hem evden getirildiğinde en azından nasıl hazırlandığını biliyoruz, hem de bir öğle yemeği için 500 ya da 1000 tl cebinizden çıkmamış oluyor, onu başka bir ihtiyacınız için kullanabiliyorsunuz.
yemeğini evinden getiren insanlar yoksul olarak görülmemeli, tercihine saygı duyulmalı ve bunun yanlış bir davranış olmadığının farkında olunmalı.
kısa film hakkında yazacaklarım galiba bu kadar, basit olsa da hayatın içinden bir konuya dolaylı yoldan değinilmiş, direkt enflasyon temalı değil de enflasyonun toplum üzerindeki etkisi, çocuklar üzerindeki yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır.
devamını gör...
13.
835 satır
nazım hikmet imzalı eser;
1929 yılında yayınlanan kitabın 248 sayfa olduğu bilinmektedir.
248 sayfa olduğu yazılıyor ama pdf baskısı sadece 56 sayfaydı.
şairin gençlik dönem şiirlerinin yer aldığı söylenebilir, ideolojisinin temelleri kendisi ya da örnek aldığı isimler tarafından atılmış ancak bu kitabında ideolojisi henüz o kadar güçlü değil.
öfkeli ve kabına sığmayan bir nazım hikmet var karşımızda, çünkü neredeyse her şiiri ünlem ile bitiyor.
gençliğin verdiği o sonsuz öz güven, karşı olduğu görüşe duyulan antipati, hınç, tarafını seçmiş olmanın verdiği kararlılık şiirlerinden okunuyor.
şiirleri çok güçlü bulmadım, bu benim hadsizliğimden değil de eseri yalnızca bir okuyucu olarak değerlendirme durumumdan kaynaklanıyor.
bazı şiirlerde argo sözcüklerin olmasını güzel bulmadım, bazı şiirler etkileyici, bazı dizeler ise komikti.
bir ideoloji etrafında şekillenen ve nazım hikmet'in kişisel duygularından ziyâde belirli bir kesime ya da topluma hitap eden şiirler olduğu görülmektedir.
sonraki dönemlerinde yazdığı kitapların daha güçlü olma nedeninin ise ise yaş alması, ideolojisini yansıtma biçiminde ustalaşması ve yaşadıklarının onda bıraktığı iz olma olasılığı yüksek gibi görünüyor. (bence)
birkaç dize bırakıp burada bitiriyorum.

1929 yılında yayınlanan kitabın 248 sayfa olduğu bilinmektedir.
248 sayfa olduğu yazılıyor ama pdf baskısı sadece 56 sayfaydı.
şairin gençlik dönem şiirlerinin yer aldığı söylenebilir, ideolojisinin temelleri kendisi ya da örnek aldığı isimler tarafından atılmış ancak bu kitabında ideolojisi henüz o kadar güçlü değil.
öfkeli ve kabına sığmayan bir nazım hikmet var karşımızda, çünkü neredeyse her şiiri ünlem ile bitiyor.
gençliğin verdiği o sonsuz öz güven, karşı olduğu görüşe duyulan antipati, hınç, tarafını seçmiş olmanın verdiği kararlılık şiirlerinden okunuyor.
şiirleri çok güçlü bulmadım, bu benim hadsizliğimden değil de eseri yalnızca bir okuyucu olarak değerlendirme durumumdan kaynaklanıyor.
bazı şiirlerde argo sözcüklerin olmasını güzel bulmadım, bazı şiirler etkileyici, bazı dizeler ise komikti.
bir ideoloji etrafında şekillenen ve nazım hikmet'in kişisel duygularından ziyâde belirli bir kesime ya da topluma hitap eden şiirler olduğu görülmektedir.
sonraki dönemlerinde yazdığı kitapların daha güçlü olma nedeninin ise ise yaş alması, ideolojisini yansıtma biçiminde ustalaşması ve yaşadıklarının onda bıraktığı iz olma olasılığı yüksek gibi görünüyor. (bence)
birkaç dize bırakıp burada bitiriyorum.


devamını gör...
14.
yaşamak (kısa film)
ahmet mücahit aydoğan tarafından çekilmiş yaklaşık 9 dakikalık kısa film;
2021 yılında yayınlanmıştır.

iç savaşta babasını kaybetmiş fatma adlı küçük bir kızın ve annesinin yaşama tutunma çabasını konu ediniyor.
savaşı olmasa da kısa filmi bir görselle özetleyebilirim sanırım; bir tarafta yıkık dökük bir duvar ve yanında ekmek alıp eve giden küçük bir çocuk, bir tarafta hayat bitmiş iken bir tarafta insan ne olursa olsun yaşamaya devam ediyor, devam etmek istiyor.
fatma oldukça zeki, ibadet eden, annesi ve kardeşinden başka kimsesi kalmamış küçük bir kız, ayakkabısı yok ve okula terlikle gidip geliyor, bir dükkanın önünden geçerken hayalini kurduğu ayakkabının fiyatını soruyor ve onu alamayacak durumda olduklarını hatırlıyor.
annesi dikiş dikerek çocuklarına bakmaya çalışan hüzünlü bir kadın, kocasını yitirmiş ve savaş süreci yas tutmasına bile hak tanımayacak kadar çetrefilli, acımasız ve keskin.
küçük kızın bir de arkadaşı var, onlara yemek getiriyor, arkadaşının ayakkabı hayalini öğrenip ona kendi ayakkabısının tekini veriyor, çünkü kız ona yürürken ayağım acısın istemiyorum o yüzden yeni bir ayakkabı istiyorum benzeri şeyler söylüyor.
iki küçük dostun bize fedâkârlığı ve gerçek dostluğu yeniden hatırlattığı, savaşın toplum ve insanlar üzerindeki inanılmaz yıkıcı etkisinin gözler önüne serildiği, oldukça duygusal bir kısa film olduğu görülmektedir.
küçük kızın komşularının onların evinde belki yemek yapacak durumları kalmamıştır düşüncesiyle yemek gönderdiği sahne oldukça duygusaldı.
küçük kızın ayakkabılara boynu bükük şekilde bakması da aynı şekilde öyle.
sahip olduklarımızın değerini bilmemiz gerektiğini, savaşın veya hayatın her an onları bizden alabileceğini hatırlatan, duygusal bir kısa film olmuş.
yaşamak her şeye rağmen güzeldir...
2021 yılında yayınlanmıştır.

iç savaşta babasını kaybetmiş fatma adlı küçük bir kızın ve annesinin yaşama tutunma çabasını konu ediniyor.
savaşı olmasa da kısa filmi bir görselle özetleyebilirim sanırım; bir tarafta yıkık dökük bir duvar ve yanında ekmek alıp eve giden küçük bir çocuk, bir tarafta hayat bitmiş iken bir tarafta insan ne olursa olsun yaşamaya devam ediyor, devam etmek istiyor.
fatma oldukça zeki, ibadet eden, annesi ve kardeşinden başka kimsesi kalmamış küçük bir kız, ayakkabısı yok ve okula terlikle gidip geliyor, bir dükkanın önünden geçerken hayalini kurduğu ayakkabının fiyatını soruyor ve onu alamayacak durumda olduklarını hatırlıyor.
annesi dikiş dikerek çocuklarına bakmaya çalışan hüzünlü bir kadın, kocasını yitirmiş ve savaş süreci yas tutmasına bile hak tanımayacak kadar çetrefilli, acımasız ve keskin.
küçük kızın bir de arkadaşı var, onlara yemek getiriyor, arkadaşının ayakkabı hayalini öğrenip ona kendi ayakkabısının tekini veriyor, çünkü kız ona yürürken ayağım acısın istemiyorum o yüzden yeni bir ayakkabı istiyorum benzeri şeyler söylüyor.
iki küçük dostun bize fedâkârlığı ve gerçek dostluğu yeniden hatırlattığı, savaşın toplum ve insanlar üzerindeki inanılmaz yıkıcı etkisinin gözler önüne serildiği, oldukça duygusal bir kısa film olduğu görülmektedir.
küçük kızın komşularının onların evinde belki yemek yapacak durumları kalmamıştır düşüncesiyle yemek gönderdiği sahne oldukça duygusaldı.
küçük kızın ayakkabılara boynu bükük şekilde bakması da aynı şekilde öyle.
sahip olduklarımızın değerini bilmemiz gerektiğini, savaşın veya hayatın her an onları bizden alabileceğini hatırlatan, duygusal bir kısa film olmuş.
yaşamak her şeye rağmen güzeldir...
devamını gör...
15.
dünya edebiyatında aşk şiirleri
ilhan berk tarafından türkçe'ye çevrilmiş eser; dünya edebiyatının önde gelen bazı şairlerinin aşk şiirleri yer almaktadır.
kitapta yayınlanma tarihi olarak ise 1968 yılı olduğu bilgisi verilmiştir.
kitaptaki en çok tanınan şairler;
clement marot
paul valery
edgar allan poe
arthur rimbaud
stephane mallarme
william butler yeats
paul eluard
ezra pound
kitaplarını okuduğum ve edebî açıdan tanıdığım şairler de vardı, adını ilk kez duyduklarım da, birçok şairi senkronize olarak okuma imkânı sunan iyi bir şiir kitabıydı.
kitabın beklentimi kesinlikle karşıladığını söylemem oldukça mümkün, ilhan berk çevirdiği için iyi bir şiir kitabı okuyacağıma inancım tamdı ama bu kadar iyi şiirler olacağını da tahmin etmemiştim.
şiirler aşk şiiri olsa da aşkı mutlulukla ele alan şiirler olduğunu belki söyleyemem, aşkı acı, sonsuzluk ve yitirme gibi olgularla ele alan şiirler olduğunu söyleyebilirim.
kitapta mutluluk duygusuna fazla rastlanamıyor, aşk mutluluk kaynağı olsa da sahip olunduğu anda yitirme korkusunu da beraberinde getiren bir duygu, belki bu yüzden daha etkileyici şiirler olmasını sağlamıştır.
eski kendin olamamak, aşkı yitirmek, yitirme eyleminin dayanılmaz ağırlığı altında kalmak,
ayrılan kişinin artık geride bıraktığına kör olmasının verdiği acı başta olmak üzere hayattaki belli başlı keskin duyguları oldukça edebî ve güçlü bir biçimde sunan şiirlerdi, kitaptı.
aşkı, aşkı olduğu kadar da ayrılığı, yıkılışı ve yalnızlığı, acıyı da derinden hissettiren oldukça güçlü şiirlerdi.
etkileyici bulduğum birkaç dize bırakıp burada bitiriyorum.

önüm karanlık önüm görüyorum.
istediğim ölüm, bir o oluyor;
ah nasıl dayanmalı bilmiyorum.
değişen yüzünüzün acısını sevdi.
ben ki; sizi bekleyerek yaşadımdı
ve kalbim ayaklarınızdı yalnız.
aşkın o korkunç acısı boğazını sıkıyor
sanki bir daha hiç sevilmeyecekmişsin gibi.
damganı aldı uyku senin
ve rengini gözlerinin.
ama onun kalbine nereden girileceğini
kim bilebilir?
yıllar geçti.
öldü fırtınalar. dünya başını alıp gitti,
yüreğin artık beni göremediği için üzülüyordum.
kitapta yayınlanma tarihi olarak ise 1968 yılı olduğu bilgisi verilmiştir.
kitaptaki en çok tanınan şairler;
clement marot
paul valery
edgar allan poe
arthur rimbaud
stephane mallarme
william butler yeats
paul eluard
ezra pound
kitaplarını okuduğum ve edebî açıdan tanıdığım şairler de vardı, adını ilk kez duyduklarım da, birçok şairi senkronize olarak okuma imkânı sunan iyi bir şiir kitabıydı.
kitabın beklentimi kesinlikle karşıladığını söylemem oldukça mümkün, ilhan berk çevirdiği için iyi bir şiir kitabı okuyacağıma inancım tamdı ama bu kadar iyi şiirler olacağını da tahmin etmemiştim.
şiirler aşk şiiri olsa da aşkı mutlulukla ele alan şiirler olduğunu belki söyleyemem, aşkı acı, sonsuzluk ve yitirme gibi olgularla ele alan şiirler olduğunu söyleyebilirim.
kitapta mutluluk duygusuna fazla rastlanamıyor, aşk mutluluk kaynağı olsa da sahip olunduğu anda yitirme korkusunu da beraberinde getiren bir duygu, belki bu yüzden daha etkileyici şiirler olmasını sağlamıştır.
eski kendin olamamak, aşkı yitirmek, yitirme eyleminin dayanılmaz ağırlığı altında kalmak,
ayrılan kişinin artık geride bıraktığına kör olmasının verdiği acı başta olmak üzere hayattaki belli başlı keskin duyguları oldukça edebî ve güçlü bir biçimde sunan şiirlerdi, kitaptı.
aşkı, aşkı olduğu kadar da ayrılığı, yıkılışı ve yalnızlığı, acıyı da derinden hissettiren oldukça güçlü şiirlerdi.
etkileyici bulduğum birkaç dize bırakıp burada bitiriyorum.

önüm karanlık önüm görüyorum.
istediğim ölüm, bir o oluyor;
ah nasıl dayanmalı bilmiyorum.
değişen yüzünüzün acısını sevdi.
ben ki; sizi bekleyerek yaşadımdı
ve kalbim ayaklarınızdı yalnız.
aşkın o korkunç acısı boğazını sıkıyor
sanki bir daha hiç sevilmeyecekmişsin gibi.
damganı aldı uyku senin
ve rengini gözlerinin.
ama onun kalbine nereden girileceğini
kim bilebilir?
yıllar geçti.
öldü fırtınalar. dünya başını alıp gitti,
yüreğin artık beni göremediği için üzülüyordum.
devamını gör...
16.
hayat (kısa film)
mithat hancı tarafından senaryosu yazılan kısa film; hayat adıyla yayınlanmış ve parantez içinde iş sağlığı ve güvenliği konusunda çekilmiş olduğu bilgisi yer alıyor.

değindiği konu hayat değil de iş sağlığı ve güvenliği olduğu için başlığını hayat olarak değil de bu şekilde açmayı daha doğru buldum.
kısa filmimiz iş kazalarını ve iş güvenliğini konu ediniyor;
tedbirlere uymak hayat kurtarır,
kısa filmin adının hayat olma nedeni bu olmalı.
hayatlarımız ihmâllere bağlı şekil alır ya da hayatımızı kaybedebiliriz.
kısa filmde inşaat işçisi bir adamın işe giderken oğlu ona unuttuğu baretini götürüyor, adam ise baret takmaya pek gönüllü değil, kafasına yukardan tuğla parçası düşene kadar baretin ve iş güvenliğinin önemini kavrayamayacak gibi duruyor.
oğlu bareti vermemiş olsaydı kafasına darbe alması kaçınılmazdı, belki ölebilirdi.
küçücük önlemler bütün hayatınızın seyrini değiştirebilir ve hayatınızı kurtaracaktır.
hiçbir iş insanın canından daha önemli değildir, iş her zaman hallolur ama insan gitti mi yerine aynısı doğmuyor.
hiçbir iş hayatınızdan daha değerli değildir.

değindiği konu hayat değil de iş sağlığı ve güvenliği olduğu için başlığını hayat olarak değil de bu şekilde açmayı daha doğru buldum.
kısa filmimiz iş kazalarını ve iş güvenliğini konu ediniyor;
tedbirlere uymak hayat kurtarır,
kısa filmin adının hayat olma nedeni bu olmalı.
hayatlarımız ihmâllere bağlı şekil alır ya da hayatımızı kaybedebiliriz.
kısa filmde inşaat işçisi bir adamın işe giderken oğlu ona unuttuğu baretini götürüyor, adam ise baret takmaya pek gönüllü değil, kafasına yukardan tuğla parçası düşene kadar baretin ve iş güvenliğinin önemini kavrayamayacak gibi duruyor.
oğlu bareti vermemiş olsaydı kafasına darbe alması kaçınılmazdı, belki ölebilirdi.
küçücük önlemler bütün hayatınızın seyrini değiştirebilir ve hayatınızı kurtaracaktır.
hiçbir iş insanın canından daha önemli değildir, iş her zaman hallolur ama insan gitti mi yerine aynısı doğmuyor.
hiçbir iş hayatınızdan daha değerli değildir.
devamını gör...
17.
elif yüreklim
alper gülümse tarafından yazılmış şiir kitabı; ne zaman yayınlandığına dair bir bilgi bulunamamıştır.
bana hiçbir şey katmayacağını tahmin ettiğim kitapları vakit kaybı olarak değerlendirsem ve seçici olmaya özen göstermeye çalışsam da kimsenin okumadığı kitapları görmek nedense bazen üzebiliyor.
yazılmış ama bilinmiyor, az biliniyor, ya da okunmuyor, bakış açıma hiçbir katkı sağlamayacağını bilsem de bu tür az bilinen şiir kitaplarını okumamazlık edemiyorum.
merhamet ya da vefâ duygusu pragmatist düşünmenin önüne geçebiliyor.
şimdi kitaba geçelim,
kitap kısaydı, bitirmem uzun sürmedi,
ne yazık ki basit şiirler olduğu için olsa gerek.
kitapta fazlasıyla imlâ hatası vardı, metnin anlamını kökten değiştirecek kadar ciddi yazım hataları, diğer türlüsü küçük yazım hataları elbette tolere edilebilir.
şiirlerden neredeyse hiç etkilenmedim, yalnızca bir dizesini iyi buldum, şiirden ziyâde şiir olduğu sanılan karalamalardı bence.
yalnızca o bir dizenin hatrına yazmak istediğim bir kitap tanıtımı oldu,
çocukluğa ve anneye duyulan özlem gibi şeyler şiirlerde karşılaşabileceğimiz durumlardandı.
edebî açıdan zayıf bulduğum bir kitap olsa da tek bir dizesinin etkileyici olması nedeniyle okuduğuma çok da pişman olmadım.

sen gittiğinde
geride kalanlar
hiç yaratılmamış olmayı diledi.
bana hiçbir şey katmayacağını tahmin ettiğim kitapları vakit kaybı olarak değerlendirsem ve seçici olmaya özen göstermeye çalışsam da kimsenin okumadığı kitapları görmek nedense bazen üzebiliyor.
yazılmış ama bilinmiyor, az biliniyor, ya da okunmuyor, bakış açıma hiçbir katkı sağlamayacağını bilsem de bu tür az bilinen şiir kitaplarını okumamazlık edemiyorum.
merhamet ya da vefâ duygusu pragmatist düşünmenin önüne geçebiliyor.
şimdi kitaba geçelim,
kitap kısaydı, bitirmem uzun sürmedi,
ne yazık ki basit şiirler olduğu için olsa gerek.
kitapta fazlasıyla imlâ hatası vardı, metnin anlamını kökten değiştirecek kadar ciddi yazım hataları, diğer türlüsü küçük yazım hataları elbette tolere edilebilir.
şiirlerden neredeyse hiç etkilenmedim, yalnızca bir dizesini iyi buldum, şiirden ziyâde şiir olduğu sanılan karalamalardı bence.
yalnızca o bir dizenin hatrına yazmak istediğim bir kitap tanıtımı oldu,
çocukluğa ve anneye duyulan özlem gibi şeyler şiirlerde karşılaşabileceğimiz durumlardandı.
edebî açıdan zayıf bulduğum bir kitap olsa da tek bir dizesinin etkileyici olması nedeniyle okuduğuma çok da pişman olmadım.

sen gittiğinde
geride kalanlar
hiç yaratılmamış olmayı diledi.
devamını gör...
18.
muhteşem yüzyıl
2011/ 2014 yılları arasında yayınlanan ve senaryosu meral okay tarafından yazılan türk dizisi; yağmur durul kardeşler tarafından yönetilmiştir.

başrolde halit ergenç
meryem uzerli
nur fettahoğlu
mehmet günsür
selma ergeç
okan yalabık gibi pek çok isim yer alır.
46 yıl tahtta kalan kanuni sultan süleyman ve onun kişisel yaşamı, saray hayatı, çeşitli entrikalar, savaşlar anlatılır.
özellikle de hürrem sultan ve mahidevran sultan arasındaki kavgalar, kıskançlıklar, sultan süleyman'ın gözdesi ve vazgeçemediği olma arzusunun yanı sıra şehzade verebilmenin önemi de dizide vurgulanan şeyler arasındadır.
muhteşem bir yüzyıldır yaşanan dönem,
tâ ki kanuni sultan süleyman yaşlanıncaya, öz oğlunu öldürtüyünceye, osmanlı çöküş dönemine girene kadar...
prodüksiyonuna ciddi emek verilmiş ve o dönemin yaşantısını biraz olsun hissettiren bir diziydi.
prodüksiyonuna maddi anlamda fazla emek verilmesinin bir nedeni de osmanlı döneminin gücünü gösterebilme isteği gibi duruyor, mal mülk her şey sonsuzmuş izlenimi veren bir dünya yaratılmış, ancak hepsinin bir sonu geliyor...
halit ergenç'in oyunculuğunun zirvesine ulaştığı bir dizi olduğu görülmektedir.
meryem uzerli'nin oyunculuğu da oldukça iyidir.
şehzade mustafa'nın çadırda infaz edildiği sahne ve babasının sonra onun çocukluğunu hatırlaması oldukça etkileyici bir sahne olarak akıllarda kalmıştır.
hem savaş hayatını hem harem hayatını anlatan o dönem çok izlenen bir diziydi.
müziği de oldukça iyiydi.
tanzanya'da şehzade mustafa öldü diye ağlayan çocuk

başrolde halit ergenç
meryem uzerli
nur fettahoğlu
mehmet günsür
selma ergeç
okan yalabık gibi pek çok isim yer alır.
46 yıl tahtta kalan kanuni sultan süleyman ve onun kişisel yaşamı, saray hayatı, çeşitli entrikalar, savaşlar anlatılır.
özellikle de hürrem sultan ve mahidevran sultan arasındaki kavgalar, kıskançlıklar, sultan süleyman'ın gözdesi ve vazgeçemediği olma arzusunun yanı sıra şehzade verebilmenin önemi de dizide vurgulanan şeyler arasındadır.
muhteşem bir yüzyıldır yaşanan dönem,
tâ ki kanuni sultan süleyman yaşlanıncaya, öz oğlunu öldürtüyünceye, osmanlı çöküş dönemine girene kadar...
prodüksiyonuna ciddi emek verilmiş ve o dönemin yaşantısını biraz olsun hissettiren bir diziydi.
prodüksiyonuna maddi anlamda fazla emek verilmesinin bir nedeni de osmanlı döneminin gücünü gösterebilme isteği gibi duruyor, mal mülk her şey sonsuzmuş izlenimi veren bir dünya yaratılmış, ancak hepsinin bir sonu geliyor...
halit ergenç'in oyunculuğunun zirvesine ulaştığı bir dizi olduğu görülmektedir.
meryem uzerli'nin oyunculuğu da oldukça iyidir.
şehzade mustafa'nın çadırda infaz edildiği sahne ve babasının sonra onun çocukluğunu hatırlaması oldukça etkileyici bir sahne olarak akıllarda kalmıştır.
hem savaş hayatını hem harem hayatını anlatan o dönem çok izlenen bir diziydi.
müziği de oldukça iyiydi.
tanzanya'da şehzade mustafa öldü diye ağlayan çocuk
devamını gör...
19.
sonuç (kısa film)
hakan sümer tarafından senaryosu yazılan ve yönetilen yaklaşık 5 dakikalık kısa film; 2015 yılı yapımlı olduğu bilgisi yer almaktadır.

bir okulda temizlik görevlisi olan müstahdem olan orta yaşlı bir adamın tahtaya yazılan matematik problemlerini görmesi sonucu öğrencilik hayatını hatırlamasını ve kötü öğretmen olmanın sonuçlarını bu adam üzerinden ele alıyor.
öğrencilik hayatında bir işlemi yapamadığı için sözel ve fiziksel şiddete uğrayan çocuk ise belki de öğretmeni cesaretini kırdığı için okul hayatında artık başarılı olamıyor, güzel bir dille anlatması gerekirken çocuğa sözel ve fiziksel şiddet uygulamayı seçiyor.
artık asla bir öğrenci olamayan ve hayatının önemli bir yerine gelmiş adam o günleri hatırlarken ise oldukça mahsun duruyor.
kısa filmin öğretici veya hatırlatıcı birkaç yanı oldu;
- iyi öğretmen olmanın zorluğu.
- kötü öğretmen olup öğrencinin potansiyelini yok etmenin sonuçları.
kısa filmi vermek istediği mesaj yönünden başarılı buldum, sinematografik açıdan da fena değildi.
herkesin öğretmen olmaması gerektiğini hatırlatan bir kısa film oldu.
adamın potansiyeli yok edilmeseydi belki istediği mesleği yapabilecekti..

bir okulda temizlik görevlisi olan müstahdem olan orta yaşlı bir adamın tahtaya yazılan matematik problemlerini görmesi sonucu öğrencilik hayatını hatırlamasını ve kötü öğretmen olmanın sonuçlarını bu adam üzerinden ele alıyor.
öğrencilik hayatında bir işlemi yapamadığı için sözel ve fiziksel şiddete uğrayan çocuk ise belki de öğretmeni cesaretini kırdığı için okul hayatında artık başarılı olamıyor, güzel bir dille anlatması gerekirken çocuğa sözel ve fiziksel şiddet uygulamayı seçiyor.
artık asla bir öğrenci olamayan ve hayatının önemli bir yerine gelmiş adam o günleri hatırlarken ise oldukça mahsun duruyor.
kısa filmin öğretici veya hatırlatıcı birkaç yanı oldu;
- iyi öğretmen olmanın zorluğu.
- kötü öğretmen olup öğrencinin potansiyelini yok etmenin sonuçları.
kısa filmi vermek istediği mesaj yönünden başarılı buldum, sinematografik açıdan da fena değildi.
herkesin öğretmen olmaması gerektiğini hatırlatan bir kısa film oldu.
adamın potansiyeli yok edilmeseydi belki istediği mesleği yapabilecekti..
devamını gör...
20.
bilmiyorum öğretmenim
muhammet mustafa karagöz tarafından çekilmiş yaklaşık 9 dakikalık kısa film; 2016 yılında yayınlanmıştır.

kısa filmi izlerken aklıma nedense tolstoy imzalı anna karenina kitabında geçen;
" bütün mutlu aileler birbirine benzer,
her mutsuz ailenin ise kendine özgü bir mutsuzluğu vardır " sözü geldi.
kısa film bir okulda ve bir evde geçiyor,
öğretmeni tarafından sorulan soruya bilmiyorum cevabı veren kızın aile yaşantısındaki mutsuzluklar kısa filmde karşımıza çıkıyor.
kısa filmde iki önemli meseleye değinilmiş;
birincisi; kötü öğretmen kimdir, kime denir?
ikincisi; ebeveynlerin çocuğun yanında tartışmaması gerektiği.
öğretmenin sorusuna cevap veremeyeceğine emin olduğu bir öğrenciyi kurban seçip onun bilmemesini bütün sınıfa ilan ederek bu durumla egosunu okşaması.
boşanma arifesinde olan bir ailenin küçük bir çocuğun yanında kavga etmesi, çocuğun bundan etkilenmesi ve psikolojisinin olduğu kadar derslerinin de bu durumdan olumsuz etkilenmesi.
ne sıkıntısı olduğunu bilmeden bir öğrenciyi ya da bir insanı rencide etmek oldukça kırıcı bir davranış olduğundan yapılmaması gerekiyor.
çocuğun yanında tartışmak çocuğu olumsuz etkileyecektir.
çocuğun babasının evde ettiği sözü öğretmenden duyunca travması tetiklenen çocuk bir kez daha aynı şeyleri yaşar gibi oluyor.
tolstoy haklıymış...

kısa filmi izlerken aklıma nedense tolstoy imzalı anna karenina kitabında geçen;
" bütün mutlu aileler birbirine benzer,
her mutsuz ailenin ise kendine özgü bir mutsuzluğu vardır " sözü geldi.
kısa film bir okulda ve bir evde geçiyor,
öğretmeni tarafından sorulan soruya bilmiyorum cevabı veren kızın aile yaşantısındaki mutsuzluklar kısa filmde karşımıza çıkıyor.
kısa filmde iki önemli meseleye değinilmiş;
birincisi; kötü öğretmen kimdir, kime denir?
ikincisi; ebeveynlerin çocuğun yanında tartışmaması gerektiği.
öğretmenin sorusuna cevap veremeyeceğine emin olduğu bir öğrenciyi kurban seçip onun bilmemesini bütün sınıfa ilan ederek bu durumla egosunu okşaması.
boşanma arifesinde olan bir ailenin küçük bir çocuğun yanında kavga etmesi, çocuğun bundan etkilenmesi ve psikolojisinin olduğu kadar derslerinin de bu durumdan olumsuz etkilenmesi.
ne sıkıntısı olduğunu bilmeden bir öğrenciyi ya da bir insanı rencide etmek oldukça kırıcı bir davranış olduğundan yapılmaması gerekiyor.
çocuğun yanında tartışmak çocuğu olumsuz etkileyecektir.
çocuğun babasının evde ettiği sözü öğretmenden duyunca travması tetiklenen çocuk bir kez daha aynı şeyleri yaşar gibi oluyor.
tolstoy haklıymış...
devamını gör...