orijinal adı: анна каренина
yazar: lev nikolayeviç tolstoy
yayım yılı: 1877
anna karenina isimli genç ve güzel kadının evli olmasına rağmen vronski isimli kont ile yaşadığı ilişkinin anlatıldığı romandır. dönemin zengin aristokrat ailelerinin yaşamlarına ve ilişkilerine ışık tutar.
yazar: lev nikolayeviç tolstoy
yayım yılı: 1877
anna karenina isimli genç ve güzel kadının evli olmasına rağmen vronski isimli kont ile yaşadığı ilişkinin anlatıldığı romandır. dönemin zengin aristokrat ailelerinin yaşamlarına ve ilişkilerine ışık tutar.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "zeyzey" tarafından 16.11.2020 12:09 tarihinde açılmıştır.
1.
iki farklı aşk serüveni üzerine kurulu bir kitap.kont vronski ile anna karenina aşkı ve konstantin levin ile kiti seçerbatski aşkı. didem’in dizelerinde de adı geçer. (bkz: didem madak)
“bazı vakitler tren geçiyor evin yakınından
yaşlanıyorum pencereden her bakışımda
anna karenina’yı taklit ediyor zaman,
atıyor kendini raylara.
neden her aşk
bir kadının cenazesini kaldırır mutlaka.”
“bazı vakitler tren geçiyor evin yakınından
yaşlanıyorum pencereden her bakışımda
anna karenina’yı taklit ediyor zaman,
atıyor kendini raylara.
neden her aşk
bir kadının cenazesini kaldırır mutlaka.”
devamını gör...
2.
aşk-ı memnu kitabı gibi realizm akımının etkisiyle yazılmış, halit ziya'yı etkilediği düşünülen kitap. insanın zararlı tutkuların peşinden gitmesinin onu kaçınılmaz bir kötü sona sürükleyeceğini anlatır. anna karenina da eşini aldatan bihter gibi intihar eder.günah iki kişiyle işlenirken fatura neden hep kadınlara kesiliyor onu da anlayabilmiş değilim. ne kadar hümanist devrim gerçekleşmiş olsa da kadınları şeytan ilan eden skolastik düşüncenin etkisi avrupa'da da yer yer kendini gösteriyor. kitapların derdini firdevs hanım şu şekilde özetliyor:
"tutkuyla atılan yanlış adımlar, insanı felakete sürükler. bazen anlık heyecanlar, ömür boyu yük olur insanın sırtında, pişmanlık olur, utanç olur, vicdan azabı olur -ki çekmesi çok zordur. "gençlikte olur." deyip geçilemez bazı şeyler. insanın koparıp atamayacağı bağları vardır; arkasını dönüp gidemeyeceği durumlar, inkar edemeyeceği borçları vardır. bütün bunlar anlık heyecanlara feda edilemez... hayat sadece anlık güzelliklerden ibaret değil, cehennemi de bu dünya da yaşar insan. ben, yanlışlarımdan edindiğim tecrübelerle ikaz etmek istedim sadece."
"tutkuyla atılan yanlış adımlar, insanı felakete sürükler. bazen anlık heyecanlar, ömür boyu yük olur insanın sırtında, pişmanlık olur, utanç olur, vicdan azabı olur -ki çekmesi çok zordur. "gençlikte olur." deyip geçilemez bazı şeyler. insanın koparıp atamayacağı bağları vardır; arkasını dönüp gidemeyeceği durumlar, inkar edemeyeceği borçları vardır. bütün bunlar anlık heyecanlara feda edilemez... hayat sadece anlık güzelliklerden ibaret değil, cehennemi de bu dünya da yaşar insan. ben, yanlışlarımdan edindiğim tecrübelerle ikaz etmek istedim sadece."
devamını gör...
3.
--! spoiler !--
her koşulda hiçbir şeyden korkmadan aşkına sahip çıkan anna, malesef dönemin koşulları dikkate alındığında ciddi bir dışlanmışlık yaşar. daha da kötüsü, kocasının onu affetmiş olmasıdır. çünkü bir insanın nefreti, merhametinden ve acıma duygusundan çok daha az acı verir. anna her şeyi göze alıp hayatını paramparça etmiştir ancak aşığı buna değmeyecek kadar korkak ve gel geç gönüllüdür. sonunda gururu ayaklar altına alınmış, ihanete uğramış, her şeyini kaybetmiş bir şekilde ortada kalır ve buna daha fazla dayanamayarak hayatına son vermeyi seçer.
--! spoiler !--
her koşulda hiçbir şeyden korkmadan aşkına sahip çıkan anna, malesef dönemin koşulları dikkate alındığında ciddi bir dışlanmışlık yaşar. daha da kötüsü, kocasının onu affetmiş olmasıdır. çünkü bir insanın nefreti, merhametinden ve acıma duygusundan çok daha az acı verir. anna her şeyi göze alıp hayatını paramparça etmiştir ancak aşığı buna değmeyecek kadar korkak ve gel geç gönüllüdür. sonunda gururu ayaklar altına alınmış, ihanete uğramış, her şeyini kaybetmiş bir şekilde ortada kalır ve buna daha fazla dayanamayarak hayatına son vermeyi seçer.
--! spoiler !--
devamını gör...
4.
anna-vronski, dolli-stiva ve kiti-levin. üç farklı hayat, üç farklı portre, üç farklı ölüm.
şimdi yazacaklarım spoiler içermeyecek. ancak daha sonrasında spoiler ile birlikte açıklayacağım düşündüklerimi. ve belki biraz uzun bir yazı olacak, o yüzden bir eser de koyuyorum:
tolstoy gibi bir dehanın belki de en büyük eseridir bu kitap. savaş ve barış'ı andırdığı çok fazla yön vardır. örneğin, savaş ve barış'ta olduğu gibi bizlere "dışsal bir gücün dayattığı zorunluluk" anlayışını verir. dıştan bağımsız içsel bir mücadele bu romanda da görülür. açıkçası bazen düşünüyorum: böyle bir romana roman yakıştırması yapmak adaletli midir? çünkü bir sürü roman okuruz ve dönüp dolaşıp da üzerine pek düşünmeyiz bazıları üzerine. gerçi üzerine düşünmediğimiz, kendini açmayan bir roman da ne kadar romandır tartışma konusu. lakin tolstoy'un kalemi o denli güçlü ki insan kendi kendine soruyor: ne okudum ben şimdi? gerçekten okudum mu bir şey, yoksa bu okuduğumu sandığım şeyi aslında görüm mü ve gerçek bir hayattan kısa bir kesit miydi bu sadece?
"bir düzyazı türü olarak roman" da denebilir, "apaçık hayat" da. romanı okurken çok keskin olarak anlaşılan bir konu varsa da bu mutlaka "karşıtlıklar" olur. derin bir analoji üzerine kuruludur ve bunu anna-vronski ilişkisi ile kiti-levin ilişkisi üzerinde görürüz.
bu analojiye az sonra spoiler ile birlikte değineceğim. ondan önce hislerimi açıklamama izin verin lütfen.
açıkçası böylesine bir eseri insan gerçekten de sindirerek okumalıymış diye düşünüyorum. ve ben epey uzun sürede bitirdiğim için (bilinçli olarak) bundan memnunum. kendimi sıkmadım, ruhum beni ne zaman çekti o gerçek hayata; işte o zaman döndüm oraya. kitap beni sıkmadı. * lakin beni kendinden uzaklaştırdığı da oldu. çünkü hanımlar, baylar; bu kitap gerçek bir hayatı anlatıyor adeta size. ve korkmamak elde mi? size neyin ne olduğunu söylüyor. * belki bu yüzdendir, kitapta hiç üzücü bir şeyin anlatılmadığı yerde bile gözyaşlarıma hakim olamadım. gerçi tamamıyla anlaşıldığında şüphesiz bir trajedidir bu. ama bir kurtuluşun da öyküsüdür. bir dirilişin veyahut. aynı zamanda bir ölümün. şu an bile düşündükçe tüylerim diken diken olur. okundu ve bitti, evet. anısı ise halen aklımda, gerçek bir romanın bizlere yapması gerektiği gibi.
gelgelelim bu yazıda umduğum gibi de yazamayacağım. cesaret etmeye bile korkuyorum bu roman hakkında. anlamını sözcüklerimle öldürmeyeyim istiyorum. diğer yandan samimi bir dille anlatırsam, işte o zaman, anlam güçlenebilir.
kitapta aşk kelimesi pek geçmez. ancak o aşkı iliklerinize kadar da hissedersiniz. daha doğrusu buna aşk demeye siz de cesaret edemezsiniz ya; yalnızca düşünür ve başka kelime bulamadığınızı fark edersiniz. evet, gerçek hayat gibidir derken belki de bunu kastediyordum işte. kelimeler yetersizdir ve kelimeler gereksizdir. insan doğasının bizlere "bahşettiği" bir lanettir kelimeler. çünkü gözler ve yürek zaten konuşur. bizlerse onları duyarız. kelimelerse bunu bozar bir noktada ve duyumu engeller. işte tolstoy bunu biliyor olmalı şüphesiz. bizlere öylesine sesleniyor ki, dış dünyayla bağlantımızı koparmadan iç dünyaya olan ilişiğimizi gösteriyor.
yani yazar var, yazar var...
şimdi içerikle beraber kısaca bu analojiye değinmek istiyorum. şüphesiz yüce olana çağrıdır bu roman. bir yakarıştır da yüce olan için. vicdanın ve yüce gönüllülüğün öldüğünü bize gösterir, sahtekarlığın ise hiç olmadığı kadar zirvede olduğunu gösterdiği gibi. anna'nın çığlıklarını duyarız ölümüne kadar. tek istediğinin sevilmek olduğunu anlarız. ve vronski'ye aslında teslim edemediğini tamamen kendini. fakat bunun sebebi pek de vronski'yle alakalı olmasa gerek. anna, levin gibi ince bir ruha sahiptir. hayatın olağan akışına ayak uyduramayan ve ayak da uydurmaktan çekinen kimselerdir bunlar. bu yüzden de toplum tarafından "dışlanırlar". anna'nın aşkı alay konusu olur sosyetede. levin'in hayat hakkında düşünceleri de. örneğin, levin'in kiti'ye günlüğünü okutmasını göz önüne alalım. böyle bir davranış biçimi hangi insanda görülür?
diğer yandan vronski levin'in -kanımca- tam zıttıdır. levin için aşk ölümsüz ve yücedir, cinsellikle bağdaşır fakat sevgi ile ayaktadır. vronski içinse aşk daha çok şehvetle karışıktır. öyle ki anna'ya aşık olduğunu söyledikten sonra kendine, ona karşı soğuduğunu hisseder zaman zaman:
"vronski'nin ne söylemek istediğini birden anımsayamadı. son zamanlarda giderek sıklaşan anna'nın kıskançlık nöbetleri dehşet veriyordu ona. bu kıskançlığın nedeninin sevgi olduğunu bilmesine karşın, bu durum vronski'yi anna'ya karşı soğutuyordu. bunu gizlemeye çalışıyordu vronski. anna'nın sevgisinin onun için bir mutluluk olduğunu kaç kez söylemişti kendi kendine, işte şimdi anna, dünyada en önemli şeyi aşkı olan bir kadının sevebileceği gibi seviyordu onu. oysa o, anna'nın peşinden gitmek için moskova'dan ayrıldığı zamanki mutluluğundan çok uzaklardaydı. o zaman mutsuz sayıyordu kendini. önündeydi mutluluk. şimdiyse en tatlı mutluluğu geride bıraktığını hissediyordu. anna, ilk zamanlar gördüğü anna değildi. onda ruhsal yönden de, bedensel yönden de kötüye doğru bir değişme olmuştu. kalınlaşmıştı. yüzünde aktristten söz ederken olduğu gibi hain, yüzünü çirkinleştiren bir anlatım belirmişti. vronski, anna'ya, kopardığı solmuş bir çiçeğe, onda artık onu koparmasının nedeni olan güzelliğini görmeden bakan bir insan gibi bakıyordu. buna karşın vronski, eskiden aşkı daha güçlü olduğu zamanlar, çok isterse bu aşkı yüreğinden koparıp atabileceğini düşünürken şimdi anna'yı sevmediğini hissettiği şu anda, onunla arasındaki bağın koparılamayacak bir bağ olduğunu biliyordu." (sayfa 467)
levin ise daha çok şöyle düşünür:
"levin, şimdiye dek evlilik üzerine düşüncelerinin yaşamını nasıl düzenleyeceği üzerine kurduğu hayallerinin tümünün çocukça şeyler olduğunu; bunun, onun şimdiye dek anlamadığı, şimdi de, bunu yaşamasına karşın daha da az anladığı bir şey olduğuunu giderek daha iyi hissediyordu. göğsünden boğazına doğru bir şey yükseldi, yükseldi, tutamadığı gözyaşlarıyla doldu gözleri." (sayfa 581)
"kiti'nin bu söylediklerinde olağanüstü hiçbir şey yoktu görünüşte. ama o, bunu söylerken sesinin her kıvrımında, dudaklarının da, gözlerinin de, ellerinin de her hareketinde levin için sözle anlatılamayacak ne büyük anlam vardı! her şey vardı burada: özür dileme de, levin'e güven de, şefkat de -ince, ürkek bir şefkatti bu-, söz veriş de, umut da, sevgi de -bu sevgiye inanmamak elinde değildi levin'in, mutluluktan soluğu kesilecek gibi oluyordu-..." (sayfa 499)
"özgürlük mü? neye yarar özgürlük? sevmektir mutluluk. istemek, onun istediği şeyleri istemek, onun düşündüğü şeyleri düşünmektir mutluluk. özgürlüğün olmamasıdır yani!" (sayfa 570)
vronski zaten oldukça gösterişli bir adamdır. yakışıklı, zengin, mevkiili vs. vs. levin ise bütün bunlara yabancı bir romantiktir. yakışıklı ve paralıdır belki ama sosyete hayatına vronski kadar alışık değildir ve yabancı hisseder orada kendini. huzursuz hisseder ve çiftlik evine, kitaplarına ve laska'ya, çulluk avına döner. bir yandan da düşünmektedir hayat hakkında. tıpkı anna'nın o sıralar düşündüğü gibi. fakat levin'in düşünceleri doğrudan felsefidir ve hayatın anlamıyla alakalıdır. bu açıdan levin içe dönük bir doğaya sahiptir. anna'nın düşünceleri ise yaşamak ile alakalıdır ve yine kendini var etmekle alakalıdır. ikisinde de bir yaşama arzusu vardır ve bu dışsal olan ideale yöneliktir. diğer insanlardan farklılardır; diğerleri kendilerini herkesin kendisini kaptırdığı bir akıntıya kaptırmıştır. bunu levin ile köylülerin diyaloglarında görebiliriz. örneğin, çar'ın savaşa adam yollamasıyla alakalı bir konuşmada, sergey ivanvoviç idi yanılmıyorsam- şöyle bir şey sorar köylüye: "bu savaş hakkında ne düşünüyorsun?" köylü cevap verir: "imparatorumuz ne derse o iyidir."
bu bakımdan levin'in ve hatta sergey ivanoviç'in auraları anlaşılabilir.
şimdi düşünüyorum da... bu kadar fazla karakteri nasıl anlatmaya kalkışacağımı bilemedim. ayrı ayrı isimleriyle başlıklar açsam daha makul olur diye düşünmekteyim. bir sürü karakter var ve bu karakterlere az yer verilmişse de her biri konuşulmayı hak ediyor. örneğin mariya nikolayevna, lvov, katavasov, mihaylov vs. vs.
ama genel hatlarıyla söylenebilir ki bir devrin bittiği açıklanmaktadır bu kitapla birlikte. romantizmin sonu, hovardalığın başlangıcı. veya şöyle de denebilir (gerçi çok şey denebilir): "anlaşılmak"ın yenilgisi...
şuna da değinmek istiyorum: fru-fru'nun ölümü ile anna'nın ölümü oldukça paralellik gösteriyordu. anna'nın orada haykırışı aslında bir noktada kendi ölümünü doğurdu. nasılsa fru-fru'nun ölmeden ve düşmeden önce haykırdığı gibi. vronski dengeyi sağlayamamıştı fru-fru'nun üzerinde ve istemi dışında düşmüştü. fakat tam olarak da istemi dışında düşmemişti. nasılsa anna'yı istemeden ve aynı zamanda isteyerek öldürdüğü gibi. şüphesiz kendi hovardalığı da sebep oldu bunlara ve anna'yı anlayamadı. anna zaten anlaşılması oldukça zor bir kadındı. o yüzden de bu kadar yalnızdı bugüne kadar. (levin gibi)
neticede anna anlaşılamadı ve öldü, levin ise anlaşıldı ve yeniden doğdu. fakat bir noktada levin'in de neredeyse öldüğünü ve tanrı'ya inanmamasına rağmen tanrı'ya yakardığını gördük: çocuğunun doğumu. bu nokta levin için dehşet vericiydi, öyle ki kiti ölecek diye korkunç bir buhrana girmişti. ve gördük ki, çocuk doğunca, levin pek de memnun olmadı. çünkü oydu ona bunca acıyı veren.
pek açılmaya müsait şeyler söylediklerim, farkındayım. lakin şu konu anlaşılmalıdır: bu kitap kendisini sonsuza kadar açabilir. nasılsa kendi hayatlarımız sonsuza kadar açılabilecekse. nitekim bazı anlarda düşünüp düşünüp dururuz ama bir sonuca varamayız, çünkü sonsuz olasılık, senaryo vardır.
ayrıyeten dolli ve stiva'dan bahsetmek isterdim. onlar ise aslında bu başkaldırıdan uzak kimselerdir ki bunu özellikle stiva'nın aldatmalarında ve kadınlar hakkındaki düşüncelerinde, dolli'nin ise en sonlarda anna'ya giderkenki çapkınlık düşüncelerinde görürüz. bunlar sadece düşüncedir dolli için çünkü kendisi evlidir. anna gibi cesaret edemez yeni maceralara atılmaya. fakat içten içe istemektedir de.
sanırım bu kadar yazacağım. ileride eklemeler yapar, renklendiririm bu yazıyı. ve aklıma geldikçe doldurmaya özen göstereceğim. şüphesiz birkaç yıl sonra -şayet burada olursam- yine bir şeyler yazacağımdır. çünkü saatlerce konuşmaya değer bir konu. doğrudan hayatla ilişkili işte. biraz alıntıya yer vereyim öyleyse son olarak:
anna:
özgürlüğünün, sağlığına hızla kavuşmasının bu birinci döneminde anna bağışlanamayacak kadar mutlu, yaşam dolu olduğunu hissediyordu. kocasının mutsuzluğunun anısı zehirlemiyordu mutluluğunu. bir yandan, bu anı üzerinde düşünülemeyecek kadar korkunçtu; öte yandan, kocasının mutsuzluğu ona pişmanlık duyamayacağı kadar büyük bir mutluluk veriyordu. hastalanmasından sonra olan biten her şeyin anısı -kocasıyla barışması, bozuşmaları, vronski'nin yaralandığı haberi, onun eve gelmesi, boşanma hazırlıkları, kocasının evinden ayrılışı, oğluyla vedalaşması- bütün bunlar ona kâbus gibi geliyordu. kocasına yaptığı kötülük şimdi tiksintiyi uyandıran bir duygu uyandırıyordu içinde. boğulmak üzere olan bir insanın, ona sarılmış, onu dibe çeken bir insandan kendini kurtardığı anda duyabileceği duygunun aynıydı bu duygu. öteki adam boğulmuştur. elbbette iyi bir şey değildir bu. ama tek kurtuluşu o korkunç ayrıntıları düşünmemekti.
stepan arkadyeviç, aleksey aleksandroviç karenin'e anna'yla boşanmaları için konuşuyor:
"her gün senden gelecek yanıtı bekliyor. doğrusu, ölüm cezasına çarptırılmış bir insanı, boynunda bir ilmekle, belki öleceksin, belki bağışlanacaksın diye aylarca öyle bekletmeye benziyor bu."
levin ve doğası hakkında:
"ama korkunç olan bir şey var... sen evlendin, bilirsin bu duyguyu...bizim gibi yaşlıların, aşklarının değil de günahlarının geçmişiyle...ansızın tertemiz, masum bir yaratığa yaklaşmamızdır korkunç olan. iğrenç bir şey bu. insanın bu yüzden kendini ona layık görmesi olası değildir..."
"işlediğim sevaplara göre bağışlama beni, yüce yürekliliğinle bağışla... "
levin, aşırı uysallıklarıyla, çekingenlikleriyle can sıkan insanların çok kısa bi zaman sonra aşırı titizlikleriyle, huzursuzluklarıyla çekilmez olduklarını bilirdi. aynı durumun ağabeyinde de ortaya çıktığını hissediyordu. gerçekten de, nikolay'ın munisliği çok sürmedi. devrisi gün başladı huysuzluğa. sürekli çatıyordu kardeşine. onun en duyarlı yerlerine dokunuyordu.
aile yaşamında bir şey yapabilmesi için karı koca arasında ya kesin bir anlaşmazlık ya da sevgi dolu bir anlaşma olmalıdır. karı koca arasında ilişki belirsizse, anlaşmazlık da, sevgi dolu anlaşma da yoksa, bu durumda hiçbir şey yapılamaz.
birçok aile, sırf karı koca arasında tam bir anlaşmazlık ya da anlaşma olmadığı için ikisinin de çoktan bıktıkları yeri yıllarca değiştiremezler.
insan sevdiğini olduğu gibi sever, olmasını istediği gibi değil.
ışıktan yoksun olmamak için gözlerini kapamaması yeter insanın.
sevgide az ya da çok diye bir şey yoktur.
eğer iyiliğin bir nedeni varsa, o artık iyili değildir; eğer iyiliğin bir sonucu, yani ödülü varsa yine iyilik değildir. demek ki iyilik, neden ve sonuç zincirinin dışındadır.
- ama eğitimin amacı da bu zaten: her şeyi zevk haline getirmek.
+ eh, eğer amaç buysa o zaman ben yabani kalmak isterim.
şimdi yazacaklarım spoiler içermeyecek. ancak daha sonrasında spoiler ile birlikte açıklayacağım düşündüklerimi. ve belki biraz uzun bir yazı olacak, o yüzden bir eser de koyuyorum:
tolstoy gibi bir dehanın belki de en büyük eseridir bu kitap. savaş ve barış'ı andırdığı çok fazla yön vardır. örneğin, savaş ve barış'ta olduğu gibi bizlere "dışsal bir gücün dayattığı zorunluluk" anlayışını verir. dıştan bağımsız içsel bir mücadele bu romanda da görülür. açıkçası bazen düşünüyorum: böyle bir romana roman yakıştırması yapmak adaletli midir? çünkü bir sürü roman okuruz ve dönüp dolaşıp da üzerine pek düşünmeyiz bazıları üzerine. gerçi üzerine düşünmediğimiz, kendini açmayan bir roman da ne kadar romandır tartışma konusu. lakin tolstoy'un kalemi o denli güçlü ki insan kendi kendine soruyor: ne okudum ben şimdi? gerçekten okudum mu bir şey, yoksa bu okuduğumu sandığım şeyi aslında görüm mü ve gerçek bir hayattan kısa bir kesit miydi bu sadece?
"bir düzyazı türü olarak roman" da denebilir, "apaçık hayat" da. romanı okurken çok keskin olarak anlaşılan bir konu varsa da bu mutlaka "karşıtlıklar" olur. derin bir analoji üzerine kuruludur ve bunu anna-vronski ilişkisi ile kiti-levin ilişkisi üzerinde görürüz.
bu analojiye az sonra spoiler ile birlikte değineceğim. ondan önce hislerimi açıklamama izin verin lütfen.
açıkçası böylesine bir eseri insan gerçekten de sindirerek okumalıymış diye düşünüyorum. ve ben epey uzun sürede bitirdiğim için (bilinçli olarak) bundan memnunum. kendimi sıkmadım, ruhum beni ne zaman çekti o gerçek hayata; işte o zaman döndüm oraya. kitap beni sıkmadı. * lakin beni kendinden uzaklaştırdığı da oldu. çünkü hanımlar, baylar; bu kitap gerçek bir hayatı anlatıyor adeta size. ve korkmamak elde mi? size neyin ne olduğunu söylüyor. * belki bu yüzdendir, kitapta hiç üzücü bir şeyin anlatılmadığı yerde bile gözyaşlarıma hakim olamadım. gerçi tamamıyla anlaşıldığında şüphesiz bir trajedidir bu. ama bir kurtuluşun da öyküsüdür. bir dirilişin veyahut. aynı zamanda bir ölümün. şu an bile düşündükçe tüylerim diken diken olur. okundu ve bitti, evet. anısı ise halen aklımda, gerçek bir romanın bizlere yapması gerektiği gibi.
gelgelelim bu yazıda umduğum gibi de yazamayacağım. cesaret etmeye bile korkuyorum bu roman hakkında. anlamını sözcüklerimle öldürmeyeyim istiyorum. diğer yandan samimi bir dille anlatırsam, işte o zaman, anlam güçlenebilir.
kitapta aşk kelimesi pek geçmez. ancak o aşkı iliklerinize kadar da hissedersiniz. daha doğrusu buna aşk demeye siz de cesaret edemezsiniz ya; yalnızca düşünür ve başka kelime bulamadığınızı fark edersiniz. evet, gerçek hayat gibidir derken belki de bunu kastediyordum işte. kelimeler yetersizdir ve kelimeler gereksizdir. insan doğasının bizlere "bahşettiği" bir lanettir kelimeler. çünkü gözler ve yürek zaten konuşur. bizlerse onları duyarız. kelimelerse bunu bozar bir noktada ve duyumu engeller. işte tolstoy bunu biliyor olmalı şüphesiz. bizlere öylesine sesleniyor ki, dış dünyayla bağlantımızı koparmadan iç dünyaya olan ilişiğimizi gösteriyor.
yani yazar var, yazar var...
şimdi içerikle beraber kısaca bu analojiye değinmek istiyorum. şüphesiz yüce olana çağrıdır bu roman. bir yakarıştır da yüce olan için. vicdanın ve yüce gönüllülüğün öldüğünü bize gösterir, sahtekarlığın ise hiç olmadığı kadar zirvede olduğunu gösterdiği gibi. anna'nın çığlıklarını duyarız ölümüne kadar. tek istediğinin sevilmek olduğunu anlarız. ve vronski'ye aslında teslim edemediğini tamamen kendini. fakat bunun sebebi pek de vronski'yle alakalı olmasa gerek. anna, levin gibi ince bir ruha sahiptir. hayatın olağan akışına ayak uyduramayan ve ayak da uydurmaktan çekinen kimselerdir bunlar. bu yüzden de toplum tarafından "dışlanırlar". anna'nın aşkı alay konusu olur sosyetede. levin'in hayat hakkında düşünceleri de. örneğin, levin'in kiti'ye günlüğünü okutmasını göz önüne alalım. böyle bir davranış biçimi hangi insanda görülür?
diğer yandan vronski levin'in -kanımca- tam zıttıdır. levin için aşk ölümsüz ve yücedir, cinsellikle bağdaşır fakat sevgi ile ayaktadır. vronski içinse aşk daha çok şehvetle karışıktır. öyle ki anna'ya aşık olduğunu söyledikten sonra kendine, ona karşı soğuduğunu hisseder zaman zaman:
"vronski'nin ne söylemek istediğini birden anımsayamadı. son zamanlarda giderek sıklaşan anna'nın kıskançlık nöbetleri dehşet veriyordu ona. bu kıskançlığın nedeninin sevgi olduğunu bilmesine karşın, bu durum vronski'yi anna'ya karşı soğutuyordu. bunu gizlemeye çalışıyordu vronski. anna'nın sevgisinin onun için bir mutluluk olduğunu kaç kez söylemişti kendi kendine, işte şimdi anna, dünyada en önemli şeyi aşkı olan bir kadının sevebileceği gibi seviyordu onu. oysa o, anna'nın peşinden gitmek için moskova'dan ayrıldığı zamanki mutluluğundan çok uzaklardaydı. o zaman mutsuz sayıyordu kendini. önündeydi mutluluk. şimdiyse en tatlı mutluluğu geride bıraktığını hissediyordu. anna, ilk zamanlar gördüğü anna değildi. onda ruhsal yönden de, bedensel yönden de kötüye doğru bir değişme olmuştu. kalınlaşmıştı. yüzünde aktristten söz ederken olduğu gibi hain, yüzünü çirkinleştiren bir anlatım belirmişti. vronski, anna'ya, kopardığı solmuş bir çiçeğe, onda artık onu koparmasının nedeni olan güzelliğini görmeden bakan bir insan gibi bakıyordu. buna karşın vronski, eskiden aşkı daha güçlü olduğu zamanlar, çok isterse bu aşkı yüreğinden koparıp atabileceğini düşünürken şimdi anna'yı sevmediğini hissettiği şu anda, onunla arasındaki bağın koparılamayacak bir bağ olduğunu biliyordu." (sayfa 467)
levin ise daha çok şöyle düşünür:
"levin, şimdiye dek evlilik üzerine düşüncelerinin yaşamını nasıl düzenleyeceği üzerine kurduğu hayallerinin tümünün çocukça şeyler olduğunu; bunun, onun şimdiye dek anlamadığı, şimdi de, bunu yaşamasına karşın daha da az anladığı bir şey olduğuunu giderek daha iyi hissediyordu. göğsünden boğazına doğru bir şey yükseldi, yükseldi, tutamadığı gözyaşlarıyla doldu gözleri." (sayfa 581)
"kiti'nin bu söylediklerinde olağanüstü hiçbir şey yoktu görünüşte. ama o, bunu söylerken sesinin her kıvrımında, dudaklarının da, gözlerinin de, ellerinin de her hareketinde levin için sözle anlatılamayacak ne büyük anlam vardı! her şey vardı burada: özür dileme de, levin'e güven de, şefkat de -ince, ürkek bir şefkatti bu-, söz veriş de, umut da, sevgi de -bu sevgiye inanmamak elinde değildi levin'in, mutluluktan soluğu kesilecek gibi oluyordu-..." (sayfa 499)
"özgürlük mü? neye yarar özgürlük? sevmektir mutluluk. istemek, onun istediği şeyleri istemek, onun düşündüğü şeyleri düşünmektir mutluluk. özgürlüğün olmamasıdır yani!" (sayfa 570)
vronski zaten oldukça gösterişli bir adamdır. yakışıklı, zengin, mevkiili vs. vs. levin ise bütün bunlara yabancı bir romantiktir. yakışıklı ve paralıdır belki ama sosyete hayatına vronski kadar alışık değildir ve yabancı hisseder orada kendini. huzursuz hisseder ve çiftlik evine, kitaplarına ve laska'ya, çulluk avına döner. bir yandan da düşünmektedir hayat hakkında. tıpkı anna'nın o sıralar düşündüğü gibi. fakat levin'in düşünceleri doğrudan felsefidir ve hayatın anlamıyla alakalıdır. bu açıdan levin içe dönük bir doğaya sahiptir. anna'nın düşünceleri ise yaşamak ile alakalıdır ve yine kendini var etmekle alakalıdır. ikisinde de bir yaşama arzusu vardır ve bu dışsal olan ideale yöneliktir. diğer insanlardan farklılardır; diğerleri kendilerini herkesin kendisini kaptırdığı bir akıntıya kaptırmıştır. bunu levin ile köylülerin diyaloglarında görebiliriz. örneğin, çar'ın savaşa adam yollamasıyla alakalı bir konuşmada, sergey ivanvoviç idi yanılmıyorsam- şöyle bir şey sorar köylüye: "bu savaş hakkında ne düşünüyorsun?" köylü cevap verir: "imparatorumuz ne derse o iyidir."
bu bakımdan levin'in ve hatta sergey ivanoviç'in auraları anlaşılabilir.
şimdi düşünüyorum da... bu kadar fazla karakteri nasıl anlatmaya kalkışacağımı bilemedim. ayrı ayrı isimleriyle başlıklar açsam daha makul olur diye düşünmekteyim. bir sürü karakter var ve bu karakterlere az yer verilmişse de her biri konuşulmayı hak ediyor. örneğin mariya nikolayevna, lvov, katavasov, mihaylov vs. vs.
ama genel hatlarıyla söylenebilir ki bir devrin bittiği açıklanmaktadır bu kitapla birlikte. romantizmin sonu, hovardalığın başlangıcı. veya şöyle de denebilir (gerçi çok şey denebilir): "anlaşılmak"ın yenilgisi...
şuna da değinmek istiyorum: fru-fru'nun ölümü ile anna'nın ölümü oldukça paralellik gösteriyordu. anna'nın orada haykırışı aslında bir noktada kendi ölümünü doğurdu. nasılsa fru-fru'nun ölmeden ve düşmeden önce haykırdığı gibi. vronski dengeyi sağlayamamıştı fru-fru'nun üzerinde ve istemi dışında düşmüştü. fakat tam olarak da istemi dışında düşmemişti. nasılsa anna'yı istemeden ve aynı zamanda isteyerek öldürdüğü gibi. şüphesiz kendi hovardalığı da sebep oldu bunlara ve anna'yı anlayamadı. anna zaten anlaşılması oldukça zor bir kadındı. o yüzden de bu kadar yalnızdı bugüne kadar. (levin gibi)
neticede anna anlaşılamadı ve öldü, levin ise anlaşıldı ve yeniden doğdu. fakat bir noktada levin'in de neredeyse öldüğünü ve tanrı'ya inanmamasına rağmen tanrı'ya yakardığını gördük: çocuğunun doğumu. bu nokta levin için dehşet vericiydi, öyle ki kiti ölecek diye korkunç bir buhrana girmişti. ve gördük ki, çocuk doğunca, levin pek de memnun olmadı. çünkü oydu ona bunca acıyı veren.
pek açılmaya müsait şeyler söylediklerim, farkındayım. lakin şu konu anlaşılmalıdır: bu kitap kendisini sonsuza kadar açabilir. nasılsa kendi hayatlarımız sonsuza kadar açılabilecekse. nitekim bazı anlarda düşünüp düşünüp dururuz ama bir sonuca varamayız, çünkü sonsuz olasılık, senaryo vardır.
ayrıyeten dolli ve stiva'dan bahsetmek isterdim. onlar ise aslında bu başkaldırıdan uzak kimselerdir ki bunu özellikle stiva'nın aldatmalarında ve kadınlar hakkındaki düşüncelerinde, dolli'nin ise en sonlarda anna'ya giderkenki çapkınlık düşüncelerinde görürüz. bunlar sadece düşüncedir dolli için çünkü kendisi evlidir. anna gibi cesaret edemez yeni maceralara atılmaya. fakat içten içe istemektedir de.
sanırım bu kadar yazacağım. ileride eklemeler yapar, renklendiririm bu yazıyı. ve aklıma geldikçe doldurmaya özen göstereceğim. şüphesiz birkaç yıl sonra -şayet burada olursam- yine bir şeyler yazacağımdır. çünkü saatlerce konuşmaya değer bir konu. doğrudan hayatla ilişkili işte. biraz alıntıya yer vereyim öyleyse son olarak:
anna:
özgürlüğünün, sağlığına hızla kavuşmasının bu birinci döneminde anna bağışlanamayacak kadar mutlu, yaşam dolu olduğunu hissediyordu. kocasının mutsuzluğunun anısı zehirlemiyordu mutluluğunu. bir yandan, bu anı üzerinde düşünülemeyecek kadar korkunçtu; öte yandan, kocasının mutsuzluğu ona pişmanlık duyamayacağı kadar büyük bir mutluluk veriyordu. hastalanmasından sonra olan biten her şeyin anısı -kocasıyla barışması, bozuşmaları, vronski'nin yaralandığı haberi, onun eve gelmesi, boşanma hazırlıkları, kocasının evinden ayrılışı, oğluyla vedalaşması- bütün bunlar ona kâbus gibi geliyordu. kocasına yaptığı kötülük şimdi tiksintiyi uyandıran bir duygu uyandırıyordu içinde. boğulmak üzere olan bir insanın, ona sarılmış, onu dibe çeken bir insandan kendini kurtardığı anda duyabileceği duygunun aynıydı bu duygu. öteki adam boğulmuştur. elbbette iyi bir şey değildir bu. ama tek kurtuluşu o korkunç ayrıntıları düşünmemekti.
stepan arkadyeviç, aleksey aleksandroviç karenin'e anna'yla boşanmaları için konuşuyor:
"her gün senden gelecek yanıtı bekliyor. doğrusu, ölüm cezasına çarptırılmış bir insanı, boynunda bir ilmekle, belki öleceksin, belki bağışlanacaksın diye aylarca öyle bekletmeye benziyor bu."
levin ve doğası hakkında:
"ama korkunç olan bir şey var... sen evlendin, bilirsin bu duyguyu...bizim gibi yaşlıların, aşklarının değil de günahlarının geçmişiyle...ansızın tertemiz, masum bir yaratığa yaklaşmamızdır korkunç olan. iğrenç bir şey bu. insanın bu yüzden kendini ona layık görmesi olası değildir..."
"işlediğim sevaplara göre bağışlama beni, yüce yürekliliğinle bağışla... "
levin, aşırı uysallıklarıyla, çekingenlikleriyle can sıkan insanların çok kısa bi zaman sonra aşırı titizlikleriyle, huzursuzluklarıyla çekilmez olduklarını bilirdi. aynı durumun ağabeyinde de ortaya çıktığını hissediyordu. gerçekten de, nikolay'ın munisliği çok sürmedi. devrisi gün başladı huysuzluğa. sürekli çatıyordu kardeşine. onun en duyarlı yerlerine dokunuyordu.
aile yaşamında bir şey yapabilmesi için karı koca arasında ya kesin bir anlaşmazlık ya da sevgi dolu bir anlaşma olmalıdır. karı koca arasında ilişki belirsizse, anlaşmazlık da, sevgi dolu anlaşma da yoksa, bu durumda hiçbir şey yapılamaz.
birçok aile, sırf karı koca arasında tam bir anlaşmazlık ya da anlaşma olmadığı için ikisinin de çoktan bıktıkları yeri yıllarca değiştiremezler.
insan sevdiğini olduğu gibi sever, olmasını istediği gibi değil.
ışıktan yoksun olmamak için gözlerini kapamaması yeter insanın.
sevgide az ya da çok diye bir şey yoktur.
eğer iyiliğin bir nedeni varsa, o artık iyili değildir; eğer iyiliğin bir sonucu, yani ödülü varsa yine iyilik değildir. demek ki iyilik, neden ve sonuç zincirinin dışındadır.
- ama eğitimin amacı da bu zaten: her şeyi zevk haline getirmek.
+ eh, eğer amaç buysa o zaman ben yabani kalmak isterim.
devamını gör...
5.
tolstoy'un üzerinde en çok kafa yorduğu eserindendir. anna karenina karakteri ünlü rus şair puşkin'in kızı mariya alkeksandrovna puşkina'nın güzelliğinden esinlenilip tasvir edilmiştir. kitap evlilikleri, ilişkileri ve toplumu anlatır. kitap konusu bakımından güzel olsa da ben 8 yıldır bir türlü bitiremedim.
devamını gör...
6.
kitabın giriş cümlesi ile kitabın içeriğinin tamamının aşırı derecede uyuştuğu bir roman. aileler mutlulukları açısından birbirlerine benzeseler de hepsinin mutsuz yanı vardır ve bu yanlar tamamıyla birbirinden farklıdır.
anna-vronsky ilişkisinde bazı yerlerde vronsky e hak versem de anna’nın sadece sevilmek isteğinde olması ve yaşadığı son nedeniye anna’nın tarafındayım. levin’in varoluşsal sıkıntıları ile yazarı yansıtması ise romanın en güzel yanlarından biriydi. bir çok defa filme uyarlanan romanlardan birisi ancak mini-dizi olarak santiago cabrera, vittoria puccini ve benjamin sadler’ın oynadığı 2013 yapımı dizi esere en sadık olarak yapılan uyarlamalardan biridir. izlemek isteyenlere tavsiye edilir.
anna-vronsky ilişkisinde bazı yerlerde vronsky e hak versem de anna’nın sadece sevilmek isteğinde olması ve yaşadığı son nedeniye anna’nın tarafındayım. levin’in varoluşsal sıkıntıları ile yazarı yansıtması ise romanın en güzel yanlarından biriydi. bir çok defa filme uyarlanan romanlardan birisi ancak mini-dizi olarak santiago cabrera, vittoria puccini ve benjamin sadler’ın oynadığı 2013 yapımı dizi esere en sadık olarak yapılan uyarlamalardan biridir. izlemek isteyenlere tavsiye edilir.
devamını gör...
7.
yakın zamanda okuduğum tolstoy eseri. denildiği gibi aslında anna karenina’dan çok levin’e ayrılmış hatta anna’nın hikayesi bir hayli sonra başlıyor levin ve kiti’ye göre. levin karakteri gerçekten şahsına münasır, duygusu düşünceleri ile aslında tolstoy’un bir yansıması olduğunu düşünüyorum. hatta bazıları tolstoy’un devrimi bile öngördüğünü söylüyorlar. bunun dışında lenin’in köylüler beraber iş yaptıkları bölümü büyük bir zevkle okudum mesela. ben anna’yı seviyorum aslında, hatta sonuna o kadar üzüldüm ki bir ara kitabı bıraktım sonra geri döndüm.
kitabın en sevdiğim bölümlerden biri levin’in kiti’ye olan evlenme teklifi sahnesiydi. o kadar tatlı ve romantikti gerçekten izlediğim tüm romantik filmlerdeki sahneleri alsalar bu sahnedeki kadar olmaz.
kitabın en sevdiğim bölümlerden biri levin’in kiti’ye olan evlenme teklifi sahnesiydi. o kadar tatlı ve romantikti gerçekten izlediğim tüm romantik filmlerdeki sahneleri alsalar bu sahnedeki kadar olmaz.
devamını gör...
8.
kalbim o kadar kırıldı ki okuduktan sonra..
insanın yanlış olduğunu bildiği halde ve sonuçlarını da bildiği halde yine de o kararı verip, zamanı geldiğinde verdiği kararın sonucuyla yüzleşirken bu kadar acı duyması ama yine de pişman olmaması (ki bence pişman olmamıştır) insan ne yaşarsa yaşasın hep en üstün tuttuğu şey kendi canı olur, ama bu duygunun yoğunluğunun hayatından bile üstün gelmesi, çünkü çok sevdi.
insanın yanlış olduğunu bildiği halde ve sonuçlarını da bildiği halde yine de o kararı verip, zamanı geldiğinde verdiği kararın sonucuyla yüzleşirken bu kadar acı duyması ama yine de pişman olmaması (ki bence pişman olmamıştır) insan ne yaşarsa yaşasın hep en üstün tuttuğu şey kendi canı olur, ama bu duygunun yoğunluğunun hayatından bile üstün gelmesi, çünkü çok sevdi.
devamını gör...
9.
yordam edebiyattan çıkan hasan âli ediz çevirisinin iki ciltlik edisyonunun en iyi edisyon olduğunu düşünüyorum.
kitaba yapabileceğim iki eleştiri var.
birincisi, kitaba adını veren kahramanın ölümü çok alelade anlatılmış. anna'nın bir şekilde hayatlarına dokunduğu insanların ölümüne verdiği tepkileri flu bir resim gibi yansıtmış tolstoy. bence okura büyük haksızlık etmiş. anna'nın ölümü üzerine levin'in, kiti'nin düşüncelerini özellikle çok merak ettim.
ikincisi ise, ikinci ciltte yan karakterlerin zayıflayarak sahneden çekilmesi. yazar perspektifini daha çok anna, vronski, levin ve kiti üzerine yoğunlaştırmış. bu da bende yazarın kitabın sonuna doğru kitaptan sıkılıp bitse de gitsek moduna girdiğini düşündürdü.
evlilik ve aşk üzerine müthiş tespitleri var. keşke imkan olsa da her erkek ve kadın evlenmeden önce bu kitabı okuyup özümsemeye çalışsalar.
beni en çok etkileyen levin'in söylediği; kiti'nin nerede bitip benim nerede başladığımı bilmiyorum demesi oldu.
kitaba yapabileceğim iki eleştiri var.
birincisi, kitaba adını veren kahramanın ölümü çok alelade anlatılmış. anna'nın bir şekilde hayatlarına dokunduğu insanların ölümüne verdiği tepkileri flu bir resim gibi yansıtmış tolstoy. bence okura büyük haksızlık etmiş. anna'nın ölümü üzerine levin'in, kiti'nin düşüncelerini özellikle çok merak ettim.
ikincisi ise, ikinci ciltte yan karakterlerin zayıflayarak sahneden çekilmesi. yazar perspektifini daha çok anna, vronski, levin ve kiti üzerine yoğunlaştırmış. bu da bende yazarın kitabın sonuna doğru kitaptan sıkılıp bitse de gitsek moduna girdiğini düşündürdü.
evlilik ve aşk üzerine müthiş tespitleri var. keşke imkan olsa da her erkek ve kadın evlenmeden önce bu kitabı okuyup özümsemeye çalışsalar.
beni en çok etkileyen levin'in söylediği; kiti'nin nerede bitip benim nerede başladığımı bilmiyorum demesi oldu.
devamını gör...
10.
kitabını daha okumak nasip olmadı ama filmi çok güzeldi bee.daha bugün izledim. ben nedense anna nın kocasına da acıdım çok.
aslında kitap bize sınırların dışına çıkarsak vicdanımız tarafından olmasa da toplum tarafından kesinlikle cezalandırılacağımızı anlatıyor. bu yüzden aşk ın önünde yasak kelimesi vardı. "yasak aşk!" kuralına göre oynamazsan yerle bir olursun!
asıl bana güzel gelen anna nın filmin başında eli yüzü kömür olmuş tren işçisinden korkması ve ikisinin de aynı sonla ölmesidir.
aslında kitap bize sınırların dışına çıkarsak vicdanımız tarafından olmasa da toplum tarafından kesinlikle cezalandırılacağımızı anlatıyor. bu yüzden aşk ın önünde yasak kelimesi vardı. "yasak aşk!" kuralına göre oynamazsan yerle bir olursun!
asıl bana güzel gelen anna nın filmin başında eli yüzü kömür olmuş tren işçisinden korkması ve ikisinin de aynı sonla ölmesidir.
devamını gör...
11.
kadının toplumdaki yerinin o zamanlardan bu zamana hala değişmediğini bize şok edici bir sonla anlatan kitaptır.
anna karanina yalnızca bir aldatma hikayesi değildir. aldatma söz konusu olduğunda toplumun erkeğe ve kadına olan davranışlarındaki farklılıkları gözümüze sokar. yani toplumun ikiyüzlülüğünü... ruhsal betimlemeleri çok güçlü olduğundan hep tetikte bekletir okuyucuyu. sonu gerçekten çok trajik biter. kesinlikle okunması gereken kitaplardan biri olduğunu düşünüyorum.
anna karanina yalnızca bir aldatma hikayesi değildir. aldatma söz konusu olduğunda toplumun erkeğe ve kadına olan davranışlarındaki farklılıkları gözümüze sokar. yani toplumun ikiyüzlülüğünü... ruhsal betimlemeleri çok güçlü olduğundan hep tetikte bekletir okuyucuyu. sonu gerçekten çok trajik biter. kesinlikle okunması gereken kitaplardan biri olduğunu düşünüyorum.
devamını gör...
12.
tolstoy'un en ünlü iki romanından biri... okuyalı yıllar oldu yanlış bir yorum yapmak istemem ama insanlar romanda anna karenina'nın trajedisine yoğunlaşıyor genelde. halbuki roman anna'nın ölümüyle bitmez. bir süre daha devam eder ve anna karakterinin bir nevi anti-tezi gibi kabul edilebilecek levin'e yoğunlaşır. çalkantılı ve gayrı meşru ilişkilerin götürdüğü trajedi karşısında, aileye, sadakate ve çalışmaya öncelik veren bir hayatın doyuruculuğu vurgulanır. roman her ne kadar, tolstoy'un hidayete erdikten sonra (yani kilise öğretilerini ve otoritesini reddettikten, aristokrat yaşam tarzına sırt çevirip mujiklerin arasında sade bir hayat yaşamaya başladıktan sonra:) reddettiği, yazdığına pişman olduğu eserleri arasında yer alsa da, aslında bahsettiğimiz dönüşüm sonrası görüşlerinin ve eserlerinin (insan ne ile yaşar, ivan ilyiç'in ölümü gibi) ilk izlerini taşır.
devamını gör...
13.
muhhhteşem bir klasik. tadı damağımda kaldı desem yeridir. dönemin rusya'sı en ince ayrıntısına kadar yansıtılmış. en üst kademeden en alt kademeye kadar karakterler öyle ince işlenmiş ki toplumun yaşadığı çatışmayı net bir şekilde görebiliyorsunuz. anna ve kocası arasındaki ilişki, levin ve tarımda reform girişimleri, toplumda kadın ve erkeğin yeri, işçi sınıfının çalışma dinamikleri heeerrr şey var.
en sevdiğim karakter de levindir. levinin bölümlerini çıkarıp başka bir kitap yapsaydı yine muhteşem bir kitap olurdu bence. anna'dan sıkılıp levine geçebilmek için gözlerimi feda ettiğim günler olmadı değil.
filmi de ayrı güzeldir. her detayın, kıyafetin ve saç şeklinin bir anlamı var dikkatle izleyen ve sembolleri iyi yorumlayabilenler için görsel şölendir bence .
neticede rus edebiyatının realist, varoluşçu bakış açısına sahip muazzam bir kitap. o kadar sayfayı görüp gözü korkan da korksun çok haklı.
en sevdiğim karakter de levindir. levinin bölümlerini çıkarıp başka bir kitap yapsaydı yine muhteşem bir kitap olurdu bence. anna'dan sıkılıp levine geçebilmek için gözlerimi feda ettiğim günler olmadı değil.
filmi de ayrı güzeldir. her detayın, kıyafetin ve saç şeklinin bir anlamı var dikkatle izleyen ve sembolleri iyi yorumlayabilenler için görsel şölendir bence .
neticede rus edebiyatının realist, varoluşçu bakış açısına sahip muazzam bir kitap. o kadar sayfayı görüp gözü korkan da korksun çok haklı.
devamını gör...
14.
evde dinlenmem gereken şu günlerde üçüncü kez bitirdiğim; keşke hafızam silinse de bir tekrar daha okuma mutluluğuna erişebilsem; anna ile birlikte üzülsem, anna ile birlikte insan denilen canlının ne kadar vicdansız , ne kadar itimatsız, ne kadar bencil ve dünyayı kendi dünyasından ibaret gören bir mahlukat olduğuna tekrar şahitlik etsem dediğim can yakıcı başyapıt.
kitaba dair aldığım notlardan birkaçını paylaşmak isterim. spoiler niteliğinde olup, aşağıdaki gibidir:
- "beni yaptıklarıma göre değil, merhametine göre bağışla!"
- "eğer iyiliğin bir nedeni varsa, o artık iyilik değildir; eğer iyiliğin bir sonucu, yani ödülü varsa yine iyilik değildir. demek ki iyilik, neden ve sonuç zincirinin dışındadır."
- "insanın artık bakacak bir şeyi yoksa, bütün bunlara bakmaktan iğreniyorsa o zaman mumu neden söndürmesin ?"
- "kötü olurum,ama hiç olmazsa yalancı, aldatıcı olmam!"
- "öyle mutluyum ki, hatta kötü bir insan bile oldum; her şeyi unutuverdim."
- "zevk, gerçeği ortaya çıkarmakta değil, onu aramaktadır."
- "insanoğlunun alışamayacağı koşul yoktur, hele de çevresindeki herkesin aynı koşullarda yaşadığını görüyorsa."
- "beni sevmeyen bir insanı sevmeyecek kadar da gururum var."
- "hayır, onlarla tartışmam olanaksız, üstlerinde hiçbir şeyin işlemediği bir zırh var, ben ise çırılçıplağım."
kitaba dair aldığım notlardan birkaçını paylaşmak isterim. spoiler niteliğinde olup, aşağıdaki gibidir:
- "beni yaptıklarıma göre değil, merhametine göre bağışla!"
- "eğer iyiliğin bir nedeni varsa, o artık iyilik değildir; eğer iyiliğin bir sonucu, yani ödülü varsa yine iyilik değildir. demek ki iyilik, neden ve sonuç zincirinin dışındadır."
- "insanın artık bakacak bir şeyi yoksa, bütün bunlara bakmaktan iğreniyorsa o zaman mumu neden söndürmesin ?"
- "kötü olurum,ama hiç olmazsa yalancı, aldatıcı olmam!"
- "öyle mutluyum ki, hatta kötü bir insan bile oldum; her şeyi unutuverdim."
- "zevk, gerçeği ortaya çıkarmakta değil, onu aramaktadır."
- "insanoğlunun alışamayacağı koşul yoktur, hele de çevresindeki herkesin aynı koşullarda yaşadığını görüyorsa."
- "beni sevmeyen bir insanı sevmeyecek kadar da gururum var."
- "hayır, onlarla tartışmam olanaksız, üstlerinde hiçbir şeyin işlemediği bir zırh var, ben ise çırılçıplağım."
devamını gör...
15.
her ne kadar anna ve vronskinin aşkı ön planda dursa; anna yaşadığı dönem ve konumu göz önüne alındığında takdir edilesi cesareti, dik duruşuyla, yalnızlığı ve dışlanmayı göze alışıyla beni büyülese de kitabın adı anıldığında aklıma ilk gelen sahne yol kenarında ekin biçerken düşüncelere dalan levinin sahnesi oluyor. levin; dönemi, o zamanki yaşamı ve beklentileri en iyi yansıtan karakterlerden biri bana göre. uçlarda yaşayabilen, buna gücü yeten cesur karakterler ufkumuzu açıp bizi heyecanlandırsa da toplum hayatını levinler/kitiler şekillendiriyor. o yüzden dönem romanlarında beni sıradan karakterler hep daha fazla etkilemiştir.
ve bir alıntı yap deseler ilk sırayı anna'nın şu sözü alırdı:
ben hiçbir şey kanıtlamak istemiyorum, sadece yaşamak istiyorum; kendimden başka hiç kimseye kötülük etmeden yaşamak.
ve bir alıntı yap deseler ilk sırayı anna'nın şu sözü alırdı:
ben hiçbir şey kanıtlamak istemiyorum, sadece yaşamak istiyorum; kendimden başka hiç kimseye kötülük etmeden yaşamak.
devamını gör...
16.
bildiğim kadarıyla çok geniş bir karakter kitlesi var kitapta. hatta baya büyük bir soy ağacı. vikipedi de gördüğümü hatırlıyorum. anna karenina ' da geçen karakterler fazlacaydı.
devamını gör...
17.
kişisel tanımıma göre , rastignac* ile biraz uzaktan kader ortaklığı olan karakterdir.
yazıya başlarken, bilmeyenler varsa şunu mutlaka belirtelim. rus edebi dünyasında, yazarların yazdıkları kadar, metinlere eklemedikleri bölümler de vardır. bu bölümler, otosansür kaynaklı olup özellikle yazarların eş-dost arkadaşlarının sonraki yıllarda mutlaka bahsettikleri ayrıntılardır. birçok metin sansüre uğradığı için böyle bir otosansür durumu birçok rus yazarda vardır. ayrıca, aşağıdaki yazıda gizli bakınızlarda bıraktığım örneğin not:1, not:2 gibi bakınızlar, yazının en altında size hazırladığım notları içerir. not:1 yazısını görünce yazının en altındaki notlara bakabilirsiniz.
lev nikolaeviç tolstoy, günlük yaşam ve gününün ilişkileri üzerine bir roman yazmaya karar verir. 1870 yılında bu kararı vermesine rağmen 1873 yılında anca düşünce temelini oturtur. roman, bölümler halinde yayınlanmaya başlar. çeviri kelimeyi direkt çevirmek olmadığı için, rus postası diyebileceğimiz russkiy vestnik'te *1875'te yayınlanmaya başlar.
metinler, yavaş yavaş toplumun yapıtaşı haline gelip, ünü giderek artmaya, giderek daha popüler hale gelmeye, başarı katsayısı artmaya başlar. roman biterken editör, (russkiy vestnik'in editörü) sonsözü radikal düşünceler içermesi sebebiyle veto eder, 1878 yılında metin olarak tamamen bitirilir.
burada kısa bir ara veriyoruz...
vasiliy meşkov'un gözünden lev nikolayeviç'in resmedilişi. yer daha sonra müze yapılan iasnaia polina isimli malikanedir. malikanenin üstten görünümü şu şekilde olup...
voina i mir(savaş ve barış) ve diğer bazı eserlerin de yazıldığı malikanedir. yaşayan tarihtir. çok görmek istememe rağmen bana uzak kaldığı için göremedim ama bir gün o toprağı mutlaka gidip göreceğim.
eşi sofia tolstaya'nın* 1860-1891 arasını içeren günlüklerinin birçoğu da bu malikanedeki anılar üzerinedir.
hatta bu anılardan ufak bir kesitte "levochka(lev ismini, bizdeki ahmet isminin ahmoş olması gibi yumuşatılmış olarak düşünün (b: swh) eşi burada tolstoy'dan bahsediyor) anna karenina'yı hazırlarken ben de bir yandan ona yardımcı olmak için görüş alanına çeşitli eserler koyuyordum. bir gün, öncesinden masasının üzerine puşkin'den bir eser * koyup sonra dikkatini çekmesini bekledim. bir süre sonra bir anda odaya girerek 'ne güzellik ama!' dedi ve ben de bu eserden etkilendiğini, puşkin'in onun anna karenina'yı yazmasına yardım ettiğini ve gerekli ilhamı kazanmış olduğunu bu süreçte öğrenmiş oldum." der. çünkü eşi aynı zamanda tolstoy'un aylar boyu "hikaye bir türlü ilerlemiyor" şikayeti yaptığını söyler ki en üstte zaten sadece düşünce ve oluşmaya başlama aşamasının 3 yıl sürdüğünü söylemiştik.
tolstoy'un, metinlerin hazırlanışı öncesine ve sırasında en çok etkilendiği kişilerden birisi de,
günümüzde ve uzun yıllardır vladimir putin'in de sürekli referans verdiği * , osmanlı'da deli petro lakabı ile bilinen muhteşem petro*.
dostoviski * *'nin beyaz geceler isimli eserine ve yüzlerce hikaye ve romana, ilham kaynağı olan piter'in* da yaratıcısı olan bu avangart kafadaki * adam, beni şaşırtan şekilde hak ettiği değeri görmez. bunu derkenki kastım nedir?
tolstoy'un wikipedia sayfasında etkilendikleri ve etkiledikleri bölümünde deli petro'nun adı yok. ayrıca deli petro'nun kendi sayfasında da etkiledikleri kısmında en azından hem tolstoy hem de dostoyevski'nin adının yukarıda yazdıklarımdan dolayı olması gerekirdi, bu da bizim içimde şımarık bir ukte olarak kalsın.
kitap hakkında devam...
roman, "devamı gelecek(to be continued)" ifadesi ve anna karenina'nın ölümü ile sonlanır. ve fakat, filozof nikolai strakhov ile beraber bu bölüm ufak bir hikaye eklemesi ile düzeltilir. burada, "geçen neredeyse iki aydı. kavurucu bir yazın ortasıydı." cümlesi ile başlangıcı yapılan hikaye vronskiy'in* osmanlı sırp savaşı'na gönderilmesini konu alır ve bu şekilde devam eder...
roman 1878 yılında bir bütün olarak yayınlanır. "tolstoy bütün dünyayı harika bir şekilde tasvir ettiği savaş ve barış'ı geçmişin kitabı olarak tanıttıysa, anna karenina'yı da 'günümüzün romanı' olarak tanıtmalıdır."
dostoyevski, tolstoy'un eserinin "ruhun psikolojik gelişimi üzerine" olduğunu tespit ediyor.
romana, devrinin insanına yönelik olarak, herkesten bir şeyler taşıması üzerine, dönemin yazarı nikolai leskov tarafından tam da günümüz dünyasının insanı sıfatı veriliyor.
rus ressam genrih manizer tarafından anna karenina cizimi
mikhail vrubel' tarafından anna'nın oğluyla buluşmasının tasviri
tolstoy'un eşine gönderilen ve tolstoy'un yeni metinler yazması için adeta rüşvet yerine geçen hediyeler.
not 1 vestnik kelimesinin tam karşılığı elçi, haberci olmasına rağmen ben bizim dilimizdeki gazetecilik, habercilikte ağzı ve şekli ile rus postası şeklinde söylüyorum.)
not 2: tolstoy soyismi rusça'daki kurallardan ötürü tolstaya oluyor. örneğin dostoveyski'nin soyisminin bir kadına ya da kendi kızına geçtiğinde dostoyevskaya olması, dostoyevski'nin erkek kardeşinin karısı, yani dostoveyski'nin yengesinin de soyisminin otomatikman dostoyevskaya olması vs. gibi
not 3: malum eser gosti syezhalis' na dachu isimli eser olup puşkin'in üzerinde 2 yıl çalıştığı ve sonunu getirmediği öykü. 1839 yılında st. petersburg'un bir derlemesinde yayınlanmıştır.
not 4: putin'in bazı konuşmalarında kullandığı muhteşem petro. şu linkte de buradan bir örneğini görebilirsiniz. putin dönemden ve zamanında 7 yıl savaşları isimli bir savaştan örnek verirken bir öğrenci onu "hayır yanlışınız var doğrusu şöyle; ilk önce, kuzey savaşları ile isveç'le savaşmaya başlamıştık" diyerek düzeltiyor. sonrasında putin "sadece deniz güçleri ile değil, bütün dünya güçleri ile savaşmıştık. bu yüzden günümüzle çok benzer bir durum" diyerek o dönem rusya'nın dış güçler tarafından engellenmeye çalıştığını da ima ediyor. putin yeni eski her konuşmasında mutlaka deli petro'ya bir şekilde gönderme yapıyor.
not 5: fyodor mihayloviç dostoyevski'nin, 21. yüzyıl düşünürlerinden, marmara üniversitesi 1987 yılı mezunlarından olan sayın cumhurbaşkanımız recep tayyip erdoğan tarafından telaffuz ediliş şekli.
not 6: muhteşem petro, kendi doğum gününde kendisine hediye olarak yeni bir şehir yaratır. adeta elleriyle sıfırdan yaptığı bu şehir, 3 yüzyıldır insanları büyüleyen, saint petersburg şehridir. şehrin adı aziz petr'a atfedilmistir. 1703 yılında, baştan yaratılacağı belli olan şehir 1706 yılında ilk taştan kalelerin inşası ile tam da petr'ın doğum gününde yaratılmaya başlanmıştır.
yazıya başlarken, bilmeyenler varsa şunu mutlaka belirtelim. rus edebi dünyasında, yazarların yazdıkları kadar, metinlere eklemedikleri bölümler de vardır. bu bölümler, otosansür kaynaklı olup özellikle yazarların eş-dost arkadaşlarının sonraki yıllarda mutlaka bahsettikleri ayrıntılardır. birçok metin sansüre uğradığı için böyle bir otosansür durumu birçok rus yazarda vardır. ayrıca, aşağıdaki yazıda gizli bakınızlarda bıraktığım örneğin not:1, not:2 gibi bakınızlar, yazının en altında size hazırladığım notları içerir. not:1 yazısını görünce yazının en altındaki notlara bakabilirsiniz.
lev nikolaeviç tolstoy, günlük yaşam ve gününün ilişkileri üzerine bir roman yazmaya karar verir. 1870 yılında bu kararı vermesine rağmen 1873 yılında anca düşünce temelini oturtur. roman, bölümler halinde yayınlanmaya başlar. çeviri kelimeyi direkt çevirmek olmadığı için, rus postası diyebileceğimiz russkiy vestnik'te *1875'te yayınlanmaya başlar.
metinler, yavaş yavaş toplumun yapıtaşı haline gelip, ünü giderek artmaya, giderek daha popüler hale gelmeye, başarı katsayısı artmaya başlar. roman biterken editör, (russkiy vestnik'in editörü) sonsözü radikal düşünceler içermesi sebebiyle veto eder, 1878 yılında metin olarak tamamen bitirilir.
burada kısa bir ara veriyoruz...
vasiliy meşkov'un gözünden lev nikolayeviç'in resmedilişi. yer daha sonra müze yapılan iasnaia polina isimli malikanedir. malikanenin üstten görünümü şu şekilde olup...
voina i mir(savaş ve barış) ve diğer bazı eserlerin de yazıldığı malikanedir. yaşayan tarihtir. çok görmek istememe rağmen bana uzak kaldığı için göremedim ama bir gün o toprağı mutlaka gidip göreceğim.
eşi sofia tolstaya'nın* 1860-1891 arasını içeren günlüklerinin birçoğu da bu malikanedeki anılar üzerinedir.
hatta bu anılardan ufak bir kesitte "levochka(lev ismini, bizdeki ahmet isminin ahmoş olması gibi yumuşatılmış olarak düşünün (b: swh) eşi burada tolstoy'dan bahsediyor) anna karenina'yı hazırlarken ben de bir yandan ona yardımcı olmak için görüş alanına çeşitli eserler koyuyordum. bir gün, öncesinden masasının üzerine puşkin'den bir eser * koyup sonra dikkatini çekmesini bekledim. bir süre sonra bir anda odaya girerek 'ne güzellik ama!' dedi ve ben de bu eserden etkilendiğini, puşkin'in onun anna karenina'yı yazmasına yardım ettiğini ve gerekli ilhamı kazanmış olduğunu bu süreçte öğrenmiş oldum." der. çünkü eşi aynı zamanda tolstoy'un aylar boyu "hikaye bir türlü ilerlemiyor" şikayeti yaptığını söyler ki en üstte zaten sadece düşünce ve oluşmaya başlama aşamasının 3 yıl sürdüğünü söylemiştik.
tolstoy'un, metinlerin hazırlanışı öncesine ve sırasında en çok etkilendiği kişilerden birisi de,
günümüzde ve uzun yıllardır vladimir putin'in de sürekli referans verdiği * , osmanlı'da deli petro lakabı ile bilinen muhteşem petro*.
dostoviski * *'nin beyaz geceler isimli eserine ve yüzlerce hikaye ve romana, ilham kaynağı olan piter'in* da yaratıcısı olan bu avangart kafadaki * adam, beni şaşırtan şekilde hak ettiği değeri görmez. bunu derkenki kastım nedir?
tolstoy'un wikipedia sayfasında etkilendikleri ve etkiledikleri bölümünde deli petro'nun adı yok. ayrıca deli petro'nun kendi sayfasında da etkiledikleri kısmında en azından hem tolstoy hem de dostoyevski'nin adının yukarıda yazdıklarımdan dolayı olması gerekirdi, bu da bizim içimde şımarık bir ukte olarak kalsın.
kitap hakkında devam...
roman, "devamı gelecek(to be continued)" ifadesi ve anna karenina'nın ölümü ile sonlanır. ve fakat, filozof nikolai strakhov ile beraber bu bölüm ufak bir hikaye eklemesi ile düzeltilir. burada, "geçen neredeyse iki aydı. kavurucu bir yazın ortasıydı." cümlesi ile başlangıcı yapılan hikaye vronskiy'in* osmanlı sırp savaşı'na gönderilmesini konu alır ve bu şekilde devam eder...
roman 1878 yılında bir bütün olarak yayınlanır. "tolstoy bütün dünyayı harika bir şekilde tasvir ettiği savaş ve barış'ı geçmişin kitabı olarak tanıttıysa, anna karenina'yı da 'günümüzün romanı' olarak tanıtmalıdır."
dostoyevski, tolstoy'un eserinin "ruhun psikolojik gelişimi üzerine" olduğunu tespit ediyor.
romana, devrinin insanına yönelik olarak, herkesten bir şeyler taşıması üzerine, dönemin yazarı nikolai leskov tarafından tam da günümüz dünyasının insanı sıfatı veriliyor.
rus ressam genrih manizer tarafından anna karenina cizimi
mikhail vrubel' tarafından anna'nın oğluyla buluşmasının tasviri
tolstoy'un eşine gönderilen ve tolstoy'un yeni metinler yazması için adeta rüşvet yerine geçen hediyeler.
not 1 vestnik kelimesinin tam karşılığı elçi, haberci olmasına rağmen ben bizim dilimizdeki gazetecilik, habercilikte ağzı ve şekli ile rus postası şeklinde söylüyorum.)
not 2: tolstoy soyismi rusça'daki kurallardan ötürü tolstaya oluyor. örneğin dostoveyski'nin soyisminin bir kadına ya da kendi kızına geçtiğinde dostoyevskaya olması, dostoyevski'nin erkek kardeşinin karısı, yani dostoveyski'nin yengesinin de soyisminin otomatikman dostoyevskaya olması vs. gibi
not 3: malum eser gosti syezhalis' na dachu isimli eser olup puşkin'in üzerinde 2 yıl çalıştığı ve sonunu getirmediği öykü. 1839 yılında st. petersburg'un bir derlemesinde yayınlanmıştır.
not 4: putin'in bazı konuşmalarında kullandığı muhteşem petro. şu linkte de buradan bir örneğini görebilirsiniz. putin dönemden ve zamanında 7 yıl savaşları isimli bir savaştan örnek verirken bir öğrenci onu "hayır yanlışınız var doğrusu şöyle; ilk önce, kuzey savaşları ile isveç'le savaşmaya başlamıştık" diyerek düzeltiyor. sonrasında putin "sadece deniz güçleri ile değil, bütün dünya güçleri ile savaşmıştık. bu yüzden günümüzle çok benzer bir durum" diyerek o dönem rusya'nın dış güçler tarafından engellenmeye çalıştığını da ima ediyor. putin yeni eski her konuşmasında mutlaka deli petro'ya bir şekilde gönderme yapıyor.
not 5: fyodor mihayloviç dostoyevski'nin, 21. yüzyıl düşünürlerinden, marmara üniversitesi 1987 yılı mezunlarından olan sayın cumhurbaşkanımız recep tayyip erdoğan tarafından telaffuz ediliş şekli.
not 6: muhteşem petro, kendi doğum gününde kendisine hediye olarak yeni bir şehir yaratır. adeta elleriyle sıfırdan yaptığı bu şehir, 3 yüzyıldır insanları büyüleyen, saint petersburg şehridir. şehrin adı aziz petr'a atfedilmistir. 1703 yılında, baştan yaratılacağı belli olan şehir 1706 yılında ilk taştan kalelerin inşası ile tam da petr'ın doğum gününde yaratılmaya başlanmıştır.
devamını gör...
18.
yaklaşık iki aydır okuduğum anna karenina bugün törenlerle sona erdi.
tek başıma, işe geldiğim otobüste düzenledim bu töreni. "vay be" diyerek kutladım.
anna karenina; tolstoy'un sadece bir ihanet hikayesini değil, tüm rusya'yı çalışma hayatını, aile içi ilişkileri, inancı, ticarete, siyaseti ve hatta savaşları anlatığı bir roman.
nasıl giyindiklerini, ne yediklerini, günlük rutinlerini beyninize böyle görünmez çekiçlerle vuruyor tolstoy.
bu kadar uzun süren bir kitaba daha uzun bir tanım girme planım vardı ama sanırım bıkmışım.
sonra belki güncellerim.
kafanız rahatken okuyun.
şu an bir de utanmadan filmini izliyorum. sonuna kadar dayanabilir miyim acaba?
dip not:taslak olarak da kaydedebilirim aslında ama sonra güncellemek daha mantıklı geldi şu an.
tek başıma, işe geldiğim otobüste düzenledim bu töreni. "vay be" diyerek kutladım.
anna karenina; tolstoy'un sadece bir ihanet hikayesini değil, tüm rusya'yı çalışma hayatını, aile içi ilişkileri, inancı, ticarete, siyaseti ve hatta savaşları anlatığı bir roman.
nasıl giyindiklerini, ne yediklerini, günlük rutinlerini beyninize böyle görünmez çekiçlerle vuruyor tolstoy.
bu kadar uzun süren bir kitaba daha uzun bir tanım girme planım vardı ama sanırım bıkmışım.
sonra belki güncellerim.
kafanız rahatken okuyun.
şu an bir de utanmadan filmini izliyorum. sonuna kadar dayanabilir miyim acaba?
dip not:taslak olarak da kaydedebilirim aslında ama sonra güncellemek daha mantıklı geldi şu an.
devamını gör...
19.
daha kaç kere okuyacağım bu kitabı bilmiyorum. ama ömrüm oldukça anna karenina bu ömürde tekrar okunası bir kitap olarak kendine yer bulacak.
muhtemelen hafta içi tekrar başlayacağım.
muhtemelen hafta içi tekrar başlayacağım.
devamını gör...
20.
konu aldatma.sadece vronsky'nin anna karenina'yi ortada birakmasi değil ortada aldatilan bir eş/koca var.feministlerse bu kitapta toplumun ikiyüzlülüğünü irdeliyor.neden anna kareninanin esiyle dogrudan bu konuyu konusmak yerine böyle bir yolu sectigiyle ilgili anna karenina adina en ufak elestiri yazili degil. vronsky gibi kaypak bir adam icin degil hickimse icin buna degmeyecegini dusunemeyecek kadar iradesi körelmis bir insanin sonunun bu olmasi da bnce normal.bir insanin ölümü elbette trajik bir olay ama en bastan durumun böyle sonuclanacagi da kendini fazlasiyla belli etmis.
ayni seyi bir erkek yapsa adami kizartmaktan tutun kursuna dizmeye kadar bir sürü ceza düşünülür ama bayanlar arasi dayanisma hep pozitif ayrimciligi sunuyor sonucta bize.bunu yadirgayan da bir erkek olarak sadece bn degilim tanidigim bir suru bayan var anna karenina özelinde de bu tip konulari degerlendirdigimiz.
bu tip bir feminizm tüm ülkelerin kanseridir.aile yapisinin dibine dinamit döşemekten baska birsey degildir.kadin haklari ve özgürlüğü de bu yolla sağlanamaz.bunlari da iyi niyetle söylüyorum.klasik bir insan olduğumdan değil mantik cercevesinde konuyu irdelemeye calistigimdan, bna elestiriniz olursa onun da mantik cercevesinde ve sağduyu ile ileri sürülmesini rica ederim.
ayni seyi bir erkek yapsa adami kizartmaktan tutun kursuna dizmeye kadar bir sürü ceza düşünülür ama bayanlar arasi dayanisma hep pozitif ayrimciligi sunuyor sonucta bize.bunu yadirgayan da bir erkek olarak sadece bn degilim tanidigim bir suru bayan var anna karenina özelinde de bu tip konulari degerlendirdigimiz.
bu tip bir feminizm tüm ülkelerin kanseridir.aile yapisinin dibine dinamit döşemekten baska birsey degildir.kadin haklari ve özgürlüğü de bu yolla sağlanamaz.bunlari da iyi niyetle söylüyorum.klasik bir insan olduğumdan değil mantik cercevesinde konuyu irdelemeye calistigimdan, bna elestiriniz olursa onun da mantik cercevesinde ve sağduyu ile ileri sürülmesini rica ederim.
devamını gör...