1.
türkiye'nin en güneyinde yer alan, iyi yemekleri ve çeşit çeşit mezeleriyle, ortasından geçen asi nehri ve arap nüfusuyla bilinen hatay'ın merkez ilçesi.
devamını gör...
2.
hab'ların memleketi antekia, antiochia. eski antakya sokaklarıyla insanı büyüleyen , farklı kültürlerle harmanlanmış türkiye'nin gastronomi çeşitliliği açısından önemli bir değeri, saint pierre kilisesi ile beraber belirli bir inanç kesiminin şehre hac eylemini gerçekleştirmek için inanç turizmini canlandırdığı, istiklal caddesi kıvamında bir cadde adıyla anılan saray caddesi ve şehri iki ayrı yakaya bölen asi nehriyle beraber, dünyada gezilecek ilk 100 şehir arasına 2019 yılı itibari ile girmiş ve bunu destekleyen en büyük etkenlerden biri olan the museum hotel antakya'nın mimari sayın emre arolat'ın tartışmalara konu olmuş (ki bence başarılı) müze-oteli ve içerisinde barındırdığı dünyanın en büyük tek parça zemin mozaine sahip , künefesiyle kebabıyla , ermeni köyleriyle , hoşgörüleriyle ünlü, atatürk'ün ''benim şahsi davam'' diye tanımladığı hatay'ın merkez ilçesidir.
devamını gör...
3.
hatay'da bir ilçe.
devamını gör...
4.
hatay'ın eski ismi.
devamını gör...
5.
yemek, tarih, rüzgar, toz ve tabi ki su gibi akan alkol.
devamını gör...
6.
eski çağlarda , doğu dünyasının en büyük ve en önemli şehirlerinden biri olan hatay ilimizin bir diğer ismi ve merkez ilçelerden birinin adı.
devamını gör...
7.
1098-1268 yılları arasında 200 seneye yakın prenslik seviyesinde büyükçe bir haçlı devletine başkentlik yapmış yerleşim yeri. 200 sene cidden çok bir zaman.
(bkz: antakya prensliği)
(bkz: antakya prensliği)
devamını gör...
8.
dünyanın en güzel yemeklerini biz antakyalılar yapsak da, dünya gastronomi şehri falan değilizdir. hatta antakya'nın onca değerli özelliği varken sadece yemekleri dolayısıyla anılması beni artık çok rahatsız etmekte.
helenistik kültürün en güzel izlerini bulabileceğiniz muhteşem bir kenttir antakya. 20 km batısına gittiğinizde, samandağ ilçemizde hala ıssız ve muhteşem kumsallar bulabilirsiniz.
neden hala barışın ve kardeşliğin, kadim sembolü olduğundan mütevellit nobel almamıştır bilmiyorum.
bir de büyük sanatçı sezen aksu, bir konserinde kullaklarımla işittiğim çok değerli bir öğüt vermiştir. genç kadınlara mutlaka antakyalı sevgili yapmalarını önermiştir.
lakabı minik serçe olsa da, dev ve değerli sanatçımız sezen aksu, sanat yaşamı boyunca milyonlar teklif edilmesine rağmen hiç bir reklam filminde oynamamıştır. fakat antakyalı erkekler için gönüllü kefaleti düşünmeye değerdir.
antakyalı olduğum için de yazmadım bunları. ama övünmek gibi olmasın, bilinen tarihle 500 yıllık yerleşik antakyalıyım. dm'den e devlet çıktısı gönderebilirim
helenistik kültürün en güzel izlerini bulabileceğiniz muhteşem bir kenttir antakya. 20 km batısına gittiğinizde, samandağ ilçemizde hala ıssız ve muhteşem kumsallar bulabilirsiniz.
neden hala barışın ve kardeşliğin, kadim sembolü olduğundan mütevellit nobel almamıştır bilmiyorum.
bir de büyük sanatçı sezen aksu, bir konserinde kullaklarımla işittiğim çok değerli bir öğüt vermiştir. genç kadınlara mutlaka antakyalı sevgili yapmalarını önermiştir.
lakabı minik serçe olsa da, dev ve değerli sanatçımız sezen aksu, sanat yaşamı boyunca milyonlar teklif edilmesine rağmen hiç bir reklam filminde oynamamıştır. fakat antakyalı erkekler için gönüllü kefaleti düşünmeye değerdir.
antakyalı olduğum için de yazmadım bunları. ama övünmek gibi olmasın, bilinen tarihle 500 yıllık yerleşik antakyalıyım. dm'den e devlet çıktısı gönderebilirim
devamını gör...
9.
ben konyalıyım, konya'da birisine yol sorsanız en iyi ihtimalle yolu tarif eder.
2019 yazında antakya merkezde yürürken bayağı bir dükkana girip palladium avm'nin nerde olduğunu sormuştum, herkes aşırı samimiydi. gel çay ısmarlıyım diyeni mi ararsınız, açsan yemek yiyelim diyen mi ararsınız.. insanı çok cana yakın, başka bir şehirde bu kadar cana yakın insan görmedim.
doğal güzellikleri de çok etkileyici. harbiye şelalesi, asi nehri...
insanıyla, doğasıyla her şeyiyle çok güzel bir şehir.
2019 yazında antakya merkezde yürürken bayağı bir dükkana girip palladium avm'nin nerde olduğunu sormuştum, herkes aşırı samimiydi. gel çay ısmarlıyım diyeni mi ararsınız, açsan yemek yiyelim diyen mi ararsınız.. insanı çok cana yakın, başka bir şehirde bu kadar cana yakın insan görmedim.
doğal güzellikleri de çok etkileyici. harbiye şelalesi, asi nehri...
insanıyla, doğasıyla her şeyiyle çok güzel bir şehir.
devamını gör...
10.
antakya mı? münasebetsizler!! anteke o bikerem.
devamını gör...
11.
girdiğiniz andan itibaren "bre", "kele", "ciğerim" kelimelerini bolca duyacağınız, sanki herkes kavga ediyormuş gibi bağırışlar arasında kalacağınız buram buram eski yapı, sıcak insanlar görebileceğiniz yer
devamını gör...
12.
imparator selevkos'un babasının adını verdiği şehir. (bkz: antiokhos)
devamını gör...
13.
atatürk'ün ölüm döşeğinden kalkıp ülkeye kazandırdığı, halen suriye ile aramızda problemler yaratan hatay ilinin merkezi. tıpkı sakarya-adapazarı, kocaeli-izmit, her ne kadar artık değişse de mersin-içel misali bir "merkez ilçe vs il" ad karmaşası yaratır; ancak antakya şehrinin merkezi olduğu hatay ili vardır. künefesiyle, mozaikleriyle ve de müslümanlarla hıristiyanların beraber yaşamasıyla ünlenen yer antakya'dır yani. şimdi eski huzurlu hali kalmamış, 2011'den beri savaş karargahı olarak kullanıla kullanıla epey yıpranmış ve nüfus değişmiş gerçi.
bu başlığı açma nedenim, balkan turundan yedi yıl önce, aynı ekiple bu şehirde ve komşusu halep şehrinde geçirdiğimiz iki günü anlatmak. yani yeni bir gezi yazısıyla karşınızdayız. ekip yine aynı; annemle babam ve bendeniz (o zaman hepten ergen idim, 16 yaşındaydım henüz). geziyi organize eden ve katılanlarsa babamın ege üniversitesi tıp fakültesinden dönem arkadaşları. ortam balkan turundaki gibi yani, komple ihtiyarlar ve arada bir tane genç, o da ben...
19 mayıs sabahında ankara'dan yola çıkıp, aksaray, ulukışla, toros geçitleri, adana ve iskenderun üzerinden vasıl olduğumuz antakya'da evvela kalacağımız deliban oteline geçerek insanlarla buluştuk. otelimiz, henüz kurulmamış defne ilçesinde kalan harbiye beldesinde, ünlü şelalenin hemen altında bir yerlerde anayolda kalıyor. akşam yemeği de otelin restoranında yendi. üç gün boyunca bol bol zahter salatası ve kırmızı et yenecekti (e doğal olarak; kebabın anavatanında olmasak da iki büyük kebapçılar merkezi gaziantep ve adana çok yakınımızda).
ertesi sabahaysa erken uyanarak otobüslerle şehir turuna koyulduk. rehberimiz, popçu atiye deniz'in de amcası ve bu gezinin organizatörü olan mehmet amca. önce geleneksel yöntemlerle zeytin sabunu üreten (sanıyorum zeytinyağı (gbkz: suriye)'den geliyordu ki bizim orada gerçekleştirdiğimiz operasyonlardan birine zeytin dalı adı verildi sonradan) bir fabrika. burada hemen herkes sabun alıyor. biz de aldık diye hatırlıyorum; malum o zamanlar bir yazlığımız ve her yaz alacak zeytinle sabunumuz yoktu. bilahare hac dağı denen yere çıktık. buradan şehir şöyle panoramik panoramik görünüyor.
buradaki durağımız olan st. pierre kilisesi, önüne duvar örülmüş bir mağara. valiliğin sayfasında henüz hıristiyanlığın yasak olduğu ilk dönemlerde gizli ibadet yeri olduğu, hatta bizzat havarilerden petrus'un yaptırdığı ve hıristiyanlığın ilk yapısı olduğu yazılan bu mağara 1963 yılında hac yeri ilan edilmiş. dışarıdan görüntüsü şu:
içi de böyle.
sonra şehir içine girilirken rehberimiz bize asi nehrinin ikiye böldüğü bu şehri anlattı biraz. kuzeydeki halkın epey dindar olduğunu, güneydeyse önemli bir nusayri nüfusun varlığını ifade eden rehberimiz; başta harbiye olmak üzere samandağı ve arsuz gibi yerlerde de nusayri oylarının belirleyici olduğunu ifade etti. henüz defne ve kuzeydeki antakya belediyeleri yoktu o zaman, ama siyasi tercihler o günden beri pek değişmemiş olacak ki, defne ve diğer nusayri bölgesi olarak sayılan yerlerde chp, antakya'da ve çoğu dış ilçede de akp elan banko. ancak şehir siyasetinde hiç sevilmeyen bir isim varsa o da süleyman demirel'miş. zira henüz dsi genel müdürüyken hazırlattığı fizibilite raporlarıyla amik gölünü kurutup yerine havaalanı yapılmasını sağladığı için asi nehrine ve şehir ekolojisine çok büyük zararlar vermiş. rehberimiz; asi nehrinin debi ve rejimindeki değişiklikler yüzünden şehir içindeki köprülerin yeniden yapılmasının gerektiğini ve bu esnada meclis binası önündeki romalılardan kalma köprünün de yıktırıldığını anlatıyor. epey etkilemiş ortalığı anlayacağınız.
konuşa konuşa, o zamanlar belediyenin hemen karşısında olan arkeoloji müzesine geldik. bu müze sonradan taşınmış. o zamanlar hemen meşhur köprübaşı meydanında, tarihi belediye, ziraat bankası ve hatay cumhuriyeti'nin meclis binasıyla komşuydu. mozaik koleksiyonuyla ünlü bu müzede iyi vakit geçirdik.
(agamemnon'un kızını kurban etmesi)
(sarhoş dionysos)
(narkissos kendini görürken)
(uyuyan eros)
(ünlü lahit bu muydu hatırlamıyorum)
(aslanlı sütun kaidesi)
buradan sonra tekrar köprü geçildi ve tarihi çarşı içindeki habib-i neccar camii'ne vardık. caminin altında yer alan habib-i neccar'ın hıristiyan olduğu diyanet kaynaklarında geçiyor ama hıristiyanlar da ziyaret ediyor mu bilmem. caminin antakya fethedilince yapılan ilk cami olduğu söylense de bugünkü şeklini 17. yüzyılda almış olması muhtemel. sadece minare arap üslubunda.
(camiye giriş)
(türbeye giriş)
sonraki durağımız olan sarımiye camii, küçük bir yapı. ama arap üslubundaki kalın ve şerefesi kapalı minaresi enteresan. hemen arkasında da katolik kilisesi yer alıyor. kilise deyince şöyle büyük bir yapı bekliyordum, hâlbuki eski bir ahsap ev karşımıza çıktı. evi 1977'de satın alarak kiliseye çevirmişler. halktan "evimizi kilise yaptılar" diye tepki yükselmiş mi bilmiyorum.
(kilise çanı ve arkada minare, antakya denince akla gelen ikonik görüntü)
(kilise kapısı)
(kilisenin genel görünüşü)
(kilise içi)
bundan sonra samandağı ilçesine giderek denize bakan bir restoranda öğlen yemeğini yedik. öğleden sonraki destinasyon da hep bu nusayri yoğunluklu ilçe ve musa dağı civarında geçecekti. önce, hıdırbey köyündeki ünlü çınar ağacını gördük. rivayete göre bu ağaç, hz. musa'nın toprağa diktiği asası imiş. çınar en çabuk boy atan ağaçlardan, ama bu ağaç hakikaten de bina kadar. içindeki oyuk çay ocağı olarak kullanılmış bir dönem, o kadar kalın yani.
sonraki durağımız türkiye'nin tek ermeni köyü olan vakıflı oldu. fazla durmadık ama şöyle bir baktık, kiliseyi gördük, kahvede oturduk biraz. turist olduğumuzdan mı bilmem, ama o sıradaki korkularım gerçekleşmedi, ermenilerin hiçbiri bizi dövmedi. evet, erivan'a giden türklerle aynı muameleye uğrayacağız diye epey tırsmıştım. köyün bulunduğu musa dağı, 1915'teki tehcir döneminde geçen ve "soykırım yaptınız" diyenlerin de pek sevdiği "musa dağında kırk gün" kitabına ad veren yer. bu köylüler 1915'ten önce mi buradaydı, yoksa suriye yönetimi döneminde mi yerleştiler bilmiyorum. sormaya cesaret edemedim açıkçası...
köyün kilisesi.
bugünün son durağı titus tüneli. daha doğrusu tam adıyla vespasianus-titus, daha çok tüneli tamamlayan imparator titus'un adıyla bilinse de bazı kaynaklarda temeli atan babasının da adı geçmekte. dağdan gelip hayatı felç eden sel baskınlarına karşı milattan sonra ilk yüzyılda yapılan bu doğa harikası, piramitler kadar olmasa da ilkçağ inşaat teknolojisinin neler yapabildiğini gösteriyor. elbette köleler ve savaş esirleri sağolsun, amele sıkıntısı hiç çekilmemiş olsa gerek.
tünelin tepeden görünüşü.
bu dağların basit mekanik aletlerle böyle tıraşlanıp bu yolun yapılması büyük bir olay herhalde.
tünel boyunda yer alan kaya mezarları.
artık akşam oluyordu, biz de otobüsümüze binip şehre döndük. bir süre, köprübaşında inip çarşıda gezdik ki, çarşıda birçok tarihi han vardı, ancak ortalığın karışıklığı da hiçbir ilde görmediğim kadardı. ertesi gün halep'te göreceğimiz karışıklığın bir fragmanı gibi olan bu durum herhalde akrabalıktan geliyor. zaten o sıralarda vizesiz geçişler başlamış, iki ülke arasında ticaret hızlanmıştı. rehberimizin de o ülkede epey tanıdığı vardı. hatta otobüsün şoförü, "bu mazot kokusu ne ya" sorusuna "benzin suriye'de çok ucuz, biz oradan mazotu alıyor, bir varil de yolluk yapıyoruz ondan kokuyor" demişti. mta'daki amerikalılar petrol yataklarını örtbas ediyor denen olay zahir, hmmm.
bu arada otobüsü beklerken köprü başında su fotoğrafı da çekmişiz (daha doğrusu babam çekmiş, o zamanlar akıllı telefonlar nerede, telefon kameralarının pikseli de epey düşüktü, onun için ben fotoğraf çekmemiştim, bunları yıllar önce makineyle çekmişiz).
akşam yemeğini otele yakın, bir transeksüelin sahne aldığı bir restoranda yedik. bir yandan da aklım ertesi gündeydi. zira ilk defa yurtdışına çıkacağım, günübirlik dahi olsa, ne büyük bir onur... bugünün bir diğer unutulmaz şeyi de, çarşıdaki eski bir kitapçıdan zülfü livaneli'nin serenad romanını almam. ertesi gün yol boyunca okumuştum...
bu başlığı açma nedenim, balkan turundan yedi yıl önce, aynı ekiple bu şehirde ve komşusu halep şehrinde geçirdiğimiz iki günü anlatmak. yani yeni bir gezi yazısıyla karşınızdayız. ekip yine aynı; annemle babam ve bendeniz (o zaman hepten ergen idim, 16 yaşındaydım henüz). geziyi organize eden ve katılanlarsa babamın ege üniversitesi tıp fakültesinden dönem arkadaşları. ortam balkan turundaki gibi yani, komple ihtiyarlar ve arada bir tane genç, o da ben...
19 mayıs sabahında ankara'dan yola çıkıp, aksaray, ulukışla, toros geçitleri, adana ve iskenderun üzerinden vasıl olduğumuz antakya'da evvela kalacağımız deliban oteline geçerek insanlarla buluştuk. otelimiz, henüz kurulmamış defne ilçesinde kalan harbiye beldesinde, ünlü şelalenin hemen altında bir yerlerde anayolda kalıyor. akşam yemeği de otelin restoranında yendi. üç gün boyunca bol bol zahter salatası ve kırmızı et yenecekti (e doğal olarak; kebabın anavatanında olmasak da iki büyük kebapçılar merkezi gaziantep ve adana çok yakınımızda).
ertesi sabahaysa erken uyanarak otobüslerle şehir turuna koyulduk. rehberimiz, popçu atiye deniz'in de amcası ve bu gezinin organizatörü olan mehmet amca. önce geleneksel yöntemlerle zeytin sabunu üreten (sanıyorum zeytinyağı (gbkz: suriye)'den geliyordu ki bizim orada gerçekleştirdiğimiz operasyonlardan birine zeytin dalı adı verildi sonradan) bir fabrika. burada hemen herkes sabun alıyor. biz de aldık diye hatırlıyorum; malum o zamanlar bir yazlığımız ve her yaz alacak zeytinle sabunumuz yoktu. bilahare hac dağı denen yere çıktık. buradan şehir şöyle panoramik panoramik görünüyor.
buradaki durağımız olan st. pierre kilisesi, önüne duvar örülmüş bir mağara. valiliğin sayfasında henüz hıristiyanlığın yasak olduğu ilk dönemlerde gizli ibadet yeri olduğu, hatta bizzat havarilerden petrus'un yaptırdığı ve hıristiyanlığın ilk yapısı olduğu yazılan bu mağara 1963 yılında hac yeri ilan edilmiş. dışarıdan görüntüsü şu:
içi de böyle.
sonra şehir içine girilirken rehberimiz bize asi nehrinin ikiye böldüğü bu şehri anlattı biraz. kuzeydeki halkın epey dindar olduğunu, güneydeyse önemli bir nusayri nüfusun varlığını ifade eden rehberimiz; başta harbiye olmak üzere samandağı ve arsuz gibi yerlerde de nusayri oylarının belirleyici olduğunu ifade etti. henüz defne ve kuzeydeki antakya belediyeleri yoktu o zaman, ama siyasi tercihler o günden beri pek değişmemiş olacak ki, defne ve diğer nusayri bölgesi olarak sayılan yerlerde chp, antakya'da ve çoğu dış ilçede de akp elan banko. ancak şehir siyasetinde hiç sevilmeyen bir isim varsa o da süleyman demirel'miş. zira henüz dsi genel müdürüyken hazırlattığı fizibilite raporlarıyla amik gölünü kurutup yerine havaalanı yapılmasını sağladığı için asi nehrine ve şehir ekolojisine çok büyük zararlar vermiş. rehberimiz; asi nehrinin debi ve rejimindeki değişiklikler yüzünden şehir içindeki köprülerin yeniden yapılmasının gerektiğini ve bu esnada meclis binası önündeki romalılardan kalma köprünün de yıktırıldığını anlatıyor. epey etkilemiş ortalığı anlayacağınız.
konuşa konuşa, o zamanlar belediyenin hemen karşısında olan arkeoloji müzesine geldik. bu müze sonradan taşınmış. o zamanlar hemen meşhur köprübaşı meydanında, tarihi belediye, ziraat bankası ve hatay cumhuriyeti'nin meclis binasıyla komşuydu. mozaik koleksiyonuyla ünlü bu müzede iyi vakit geçirdik.
(agamemnon'un kızını kurban etmesi)
(sarhoş dionysos)
(narkissos kendini görürken)
(uyuyan eros)
(ünlü lahit bu muydu hatırlamıyorum)
(aslanlı sütun kaidesi)
buradan sonra tekrar köprü geçildi ve tarihi çarşı içindeki habib-i neccar camii'ne vardık. caminin altında yer alan habib-i neccar'ın hıristiyan olduğu diyanet kaynaklarında geçiyor ama hıristiyanlar da ziyaret ediyor mu bilmem. caminin antakya fethedilince yapılan ilk cami olduğu söylense de bugünkü şeklini 17. yüzyılda almış olması muhtemel. sadece minare arap üslubunda.
(camiye giriş)
(türbeye giriş)
sonraki durağımız olan sarımiye camii, küçük bir yapı. ama arap üslubundaki kalın ve şerefesi kapalı minaresi enteresan. hemen arkasında da katolik kilisesi yer alıyor. kilise deyince şöyle büyük bir yapı bekliyordum, hâlbuki eski bir ahsap ev karşımıza çıktı. evi 1977'de satın alarak kiliseye çevirmişler. halktan "evimizi kilise yaptılar" diye tepki yükselmiş mi bilmiyorum.
(kilise çanı ve arkada minare, antakya denince akla gelen ikonik görüntü)
(kilise kapısı)
(kilisenin genel görünüşü)
(kilise içi)
bundan sonra samandağı ilçesine giderek denize bakan bir restoranda öğlen yemeğini yedik. öğleden sonraki destinasyon da hep bu nusayri yoğunluklu ilçe ve musa dağı civarında geçecekti. önce, hıdırbey köyündeki ünlü çınar ağacını gördük. rivayete göre bu ağaç, hz. musa'nın toprağa diktiği asası imiş. çınar en çabuk boy atan ağaçlardan, ama bu ağaç hakikaten de bina kadar. içindeki oyuk çay ocağı olarak kullanılmış bir dönem, o kadar kalın yani.
sonraki durağımız türkiye'nin tek ermeni köyü olan vakıflı oldu. fazla durmadık ama şöyle bir baktık, kiliseyi gördük, kahvede oturduk biraz. turist olduğumuzdan mı bilmem, ama o sıradaki korkularım gerçekleşmedi, ermenilerin hiçbiri bizi dövmedi. evet, erivan'a giden türklerle aynı muameleye uğrayacağız diye epey tırsmıştım. köyün bulunduğu musa dağı, 1915'teki tehcir döneminde geçen ve "soykırım yaptınız" diyenlerin de pek sevdiği "musa dağında kırk gün" kitabına ad veren yer. bu köylüler 1915'ten önce mi buradaydı, yoksa suriye yönetimi döneminde mi yerleştiler bilmiyorum. sormaya cesaret edemedim açıkçası...
köyün kilisesi.
bugünün son durağı titus tüneli. daha doğrusu tam adıyla vespasianus-titus, daha çok tüneli tamamlayan imparator titus'un adıyla bilinse de bazı kaynaklarda temeli atan babasının da adı geçmekte. dağdan gelip hayatı felç eden sel baskınlarına karşı milattan sonra ilk yüzyılda yapılan bu doğa harikası, piramitler kadar olmasa da ilkçağ inşaat teknolojisinin neler yapabildiğini gösteriyor. elbette köleler ve savaş esirleri sağolsun, amele sıkıntısı hiç çekilmemiş olsa gerek.
tünelin tepeden görünüşü.
bu dağların basit mekanik aletlerle böyle tıraşlanıp bu yolun yapılması büyük bir olay herhalde.
tünel boyunda yer alan kaya mezarları.
artık akşam oluyordu, biz de otobüsümüze binip şehre döndük. bir süre, köprübaşında inip çarşıda gezdik ki, çarşıda birçok tarihi han vardı, ancak ortalığın karışıklığı da hiçbir ilde görmediğim kadardı. ertesi gün halep'te göreceğimiz karışıklığın bir fragmanı gibi olan bu durum herhalde akrabalıktan geliyor. zaten o sıralarda vizesiz geçişler başlamış, iki ülke arasında ticaret hızlanmıştı. rehberimizin de o ülkede epey tanıdığı vardı. hatta otobüsün şoförü, "bu mazot kokusu ne ya" sorusuna "benzin suriye'de çok ucuz, biz oradan mazotu alıyor, bir varil de yolluk yapıyoruz ondan kokuyor" demişti. mta'daki amerikalılar petrol yataklarını örtbas ediyor denen olay zahir, hmmm.
bu arada otobüsü beklerken köprü başında su fotoğrafı da çekmişiz (daha doğrusu babam çekmiş, o zamanlar akıllı telefonlar nerede, telefon kameralarının pikseli de epey düşüktü, onun için ben fotoğraf çekmemiştim, bunları yıllar önce makineyle çekmişiz).
akşam yemeğini otele yakın, bir transeksüelin sahne aldığı bir restoranda yedik. bir yandan da aklım ertesi gündeydi. zira ilk defa yurtdışına çıkacağım, günübirlik dahi olsa, ne büyük bir onur... bugünün bir diğer unutulmaz şeyi de, çarşıdaki eski bir kitapçıdan zülfü livaneli'nin serenad romanını almam. ertesi gün yol boyunca okumuştum...
devamını gör...
14.
hatay ' ın bir ilçesidir.
devamını gör...
15.
hatay, büyük şehir olmadan önce hatay'ın merkez ilçesiydi. şu an için sadece bir ilçesi. güzel yerdir. özellikler yemek ve tarih turizmi için birebirdir.
devamını gör...
16.
#1440124
sevgili göçmen; sen gittiğinde müze henüz merkezdeymiş. daha sonrasında müze taşındı.
ayrıca şehir çevre yoluna doğru hormonal bir büyüme gösterdi. bu sebeple artık yeni ve eski antakya var diyebiliriz.
süleyman demirel'e gelince; (bkz: amik gölü) #504723, (bkz: devlet su işleri)#513765... ne diyebiliriz.
sevgili göçmen; sen gittiğinde müze henüz merkezdeymiş. daha sonrasında müze taşındı.
ayrıca şehir çevre yoluna doğru hormonal bir büyüme gösterdi. bu sebeple artık yeni ve eski antakya var diyebiliriz.
süleyman demirel'e gelince; (bkz: amik gölü) #504723, (bkz: devlet su işleri)#513765... ne diyebiliriz.
devamını gör...
17.
sokakları defne kokan şehir.
içinde bulunan harbiye şelalelerini, meclis künefeyi, karşısındaki dürümcüleri ve aşıklar tepesini gezmeden hatay'a gittim denemez. antik müzesi de harikadır. her yeri tarihi kalıntılarla doludur. kaz kaz bitmiyor.
içinde bulunan harbiye şelalelerini, meclis künefeyi, karşısındaki dürümcüleri ve aşıklar tepesini gezmeden hatay'a gittim denemez. antik müzesi de harikadır. her yeri tarihi kalıntılarla doludur. kaz kaz bitmiyor.
devamını gör...
18.
işgal kavramı esasında göreceli bir kavramdır. tabii ki işin sömürü boyutu gözardı edilmemelidir. lakin canımın içinde en özgün can olan memleketim antakya her işgalde gelişmiştir. helenistik dönemden beri böyledir. yaşayan en barışçı, keyifli ve yaşamı doğru yönlerinden görmeye çalışan neşeli, sıcak insanlarızdır. (ben haricim yazık ki bu biz'e. allah vermemiş)
dünya üzerinde yiyebileceğiniz en güzel yemeklerin memleketimde yapıldığı hakikattir. ama çok rica ediyorum antakya'ya salt gastroloji olayından bakmayın. biz ve güzeller güzeli kentim bundan çok daha fazlasıyız.
hatay ismi meselesine gelince. biz hataylı mataylı değiliz. bu isim çok sorunludur. tarihin hiç bir döneminde o bölge hatay diye anılmamıştır. resmi yalan bir tarih oluşturularak hititler mititler denip isim yapıştırılmıştır. milliyetçilik adına komik durumlara düşülmemeli. dersim de dersimdir mesela.
osmanlı döneminde iskenderun ve hemen altı belen, dörtyol kısımları adana vilayetine bağlıydı. amik ovasından aşağısı suriye sancağıydı. sonra birleşince ve toprak kaybetme korkusuyla birleştirilip sanal bir isimdir hatay. hiç bir tarihselliği yoktur.
dünya üzerinde yiyebileceğiniz en güzel yemeklerin memleketimde yapıldığı hakikattir. ama çok rica ediyorum antakya'ya salt gastroloji olayından bakmayın. biz ve güzeller güzeli kentim bundan çok daha fazlasıyız.
hatay ismi meselesine gelince. biz hataylı mataylı değiliz. bu isim çok sorunludur. tarihin hiç bir döneminde o bölge hatay diye anılmamıştır. resmi yalan bir tarih oluşturularak hititler mititler denip isim yapıştırılmıştır. milliyetçilik adına komik durumlara düşülmemeli. dersim de dersimdir mesela.
osmanlı döneminde iskenderun ve hemen altı belen, dörtyol kısımları adana vilayetine bağlıydı. amik ovasından aşağısı suriye sancağıydı. sonra birleşince ve toprak kaybetme korkusuyla birleştirilip sanal bir isimdir hatay. hiç bir tarihselliği yoktur.
devamını gör...
19.
hatay'ın merkez ilçesidir. hem tarihi hem de yemekleriyle kesinlikle gezilmesi gereken bir yer.
devamını gör...
20.
yarın sabah gidip akşam döneceğim.
müze, antik kent gezeyim diyorum.
tavsiyelerinizi bekliyorum.
müze, antik kent gezeyim diyorum.
tavsiyelerinizi bekliyorum.
devamını gör...