1.
anlatılana göre cemal süreya ve ahmed’in arkadaşlıkları çok eskilere dayanıyordu.
haftanın hemen hemen her gecesi ulus gazetesi’nde buluşur, oradan meyhanenin yolunu tutar, sabaha karşı da kızılay’a kadar yürüyüp orada ayrılırlardı.
bir gece aniden ortadan kayboldu ahmed. ne gazeteye gelir oldu, ne de her zaman gittikleri meyhaneye.
cemal süreya sonunda onu salaş bir mekanda rakı şişesinin başında buldu.
kadehinden büyük bir yudum aldıktan sonra “sana karşı büyük bir hata işledim” dedi ahmed; “o yüzden kaçıyordum. kız kardeşine aşık oldum…”
dostundan aldığı cevap işe şu sözcüklerden ibaretti: “bunu neresi hata. senden daha iyisini mi bulacak?”
sonrasını şöyle anlatıyor cemal süreya: “kardeşime söyledim. kız şaşırdı, ikisi de birbirini tanımıyor. ‘evlen kız, türkiye’nin en iyi şairi’ dedim. zafer çarşısındaki kahvede sözleştik. tanışacaklar. aldım gittim kardeşimi. bekle bekle ahmed yok. kız bozuldu, onuruna dokundu. ertesi gün öğrendim ki, temiz gömleği olmadığı için gelememiş ahmed.”
doğdun,
üç gün aç tuttuk
üç gün meme vermedik sana
adiloş bebem,
hasta düşmeyesin diye,
töremiz böyle diye,
saldır şimdi memeye,
saldır da büyü...
bunlar,
engerekler ve çıyanlardır,
bunlar,
aşımıza, ekmeğimize
göz koyanlardır,
tanı bunları,
tanı da büyü...
bu, namustur
künyemize kazınmış,
bu da sabır,
ağulardan süzülmüş.
sarıl bunlara
sarıl da büyü.
haftanın hemen hemen her gecesi ulus gazetesi’nde buluşur, oradan meyhanenin yolunu tutar, sabaha karşı da kızılay’a kadar yürüyüp orada ayrılırlardı.
bir gece aniden ortadan kayboldu ahmed. ne gazeteye gelir oldu, ne de her zaman gittikleri meyhaneye.
cemal süreya sonunda onu salaş bir mekanda rakı şişesinin başında buldu.
kadehinden büyük bir yudum aldıktan sonra “sana karşı büyük bir hata işledim” dedi ahmed; “o yüzden kaçıyordum. kız kardeşine aşık oldum…”
dostundan aldığı cevap işe şu sözcüklerden ibaretti: “bunu neresi hata. senden daha iyisini mi bulacak?”
sonrasını şöyle anlatıyor cemal süreya: “kardeşime söyledim. kız şaşırdı, ikisi de birbirini tanımıyor. ‘evlen kız, türkiye’nin en iyi şairi’ dedim. zafer çarşısındaki kahvede sözleştik. tanışacaklar. aldım gittim kardeşimi. bekle bekle ahmed yok. kız bozuldu, onuruna dokundu. ertesi gün öğrendim ki, temiz gömleği olmadığı için gelememiş ahmed.”
doğdun,
üç gün aç tuttuk
üç gün meme vermedik sana
adiloş bebem,
hasta düşmeyesin diye,
töremiz böyle diye,
saldır şimdi memeye,
saldır da büyü...
bunlar,
engerekler ve çıyanlardır,
bunlar,
aşımıza, ekmeğimize
göz koyanlardır,
tanı bunları,
tanı da büyü...
bu, namustur
künyemize kazınmış,
bu da sabır,
ağulardan süzülmüş.
sarıl bunlara
sarıl da büyü.
devamını gör...
2.
ahmed arif, diyarbakır’a sürgüne gitmeden önce ankara'da bir dost toplantısında tanıdı leyla erbil'i. 27 yaşındaki ahmed arif 23 yaşındaki leyla erbil'e 60’ın üzerinde mektup yazmıştır.
ahmed arif bu mektuplarında “leyla zalım leyla” diye başlar. kör kütük aşık arif, aşkına karşılık bulmak için yazmış, leyla erbil ise dostluk sınırını çizmiş ve bu sınırı gün geçtikçe derinleştirmiştir. mektuplarında “ilk sen mağlup ettin beni.” der. diğer taraftan “sen ister dostum ol ister sevgilim. yeter ki hayatımda ol. sen bana geldikçe sana ihtiyacım olacak. senden başka hiç bir isteğim yok.” der. ay karanlık şiirini de leyla erbil’e yazmıştır.
ay karanlık
maviye
maviye çalar gözlerin
yangın mavisine
rüzgarda asi
körsem
senden gayrısına yoksam
bozuksam
can benim, düş benim
ellere nesi?
hadi gel
ay karanlık
itten aç
yılandan çıplak
vurgun ve bela
gelip durmuşsam kapına
var mı ki doymazlığım?
ille de ille
sevmelerim
sevmelerim gibisi
oturmuş yazıcılar
fermanım yazar
n'olur gel
ay karanlık
dört yanım puşt zulası
dost yüzlü
dost gülücüklü
cigaramdan yanar
alnım öperler
suskun, hayın, çıyansı
dört yanım puşt zulası
dönerim dönerim, çıkmaz
en leylim gecede ölesim tutmuş
etme gel
ay karanlık
ahmed arif bu mektuplarında “leyla zalım leyla” diye başlar. kör kütük aşık arif, aşkına karşılık bulmak için yazmış, leyla erbil ise dostluk sınırını çizmiş ve bu sınırı gün geçtikçe derinleştirmiştir. mektuplarında “ilk sen mağlup ettin beni.” der. diğer taraftan “sen ister dostum ol ister sevgilim. yeter ki hayatımda ol. sen bana geldikçe sana ihtiyacım olacak. senden başka hiç bir isteğim yok.” der. ay karanlık şiirini de leyla erbil’e yazmıştır.
ay karanlık
maviye
maviye çalar gözlerin
yangın mavisine
rüzgarda asi
körsem
senden gayrısına yoksam
bozuksam
can benim, düş benim
ellere nesi?
hadi gel
ay karanlık
itten aç
yılandan çıplak
vurgun ve bela
gelip durmuşsam kapına
var mı ki doymazlığım?
ille de ille
sevmelerim
sevmelerim gibisi
oturmuş yazıcılar
fermanım yazar
n'olur gel
ay karanlık
dört yanım puşt zulası
dost yüzlü
dost gülücüklü
cigaramdan yanar
alnım öperler
suskun, hayın, çıyansı
dört yanım puşt zulası
dönerim dönerim, çıkmaz
en leylim gecede ölesim tutmuş
etme gel
ay karanlık
devamını gör...
3.
burada olan burada kalırprogramında iki ayrı versiyonu ile kah kahkahaya boğan kâh hüzünlendiren nokta noktam şiirinin şairinin hikayesi...
buradan
nokta noktam' ve bir yangının külü...
1938-1940 yılları, bartın'da üstünde asma köprüsü, içinde yüzen kayığı ile meşhur kocanaz deresine bakan bir ortaokul, 24 yaşında bir edebiyat öğretmeni rıza polat akkoyunlu ve bartın'ın o zamanlar en seçkin semti asma'da üç katlı taş konakta yaşayan güzeller güzeli hayatının ilk baharında gencecik bir öğrenci kız... sevmişler birbirlerini hoca ve öğrencisi ama küçük yer ve yasak bir sevda olunca yaşanan; adam evli, kız da çok genç olunca büyük tepkiler olmuş ve susup o şehri de sevdiği kızı da terketmek, tayin istemek zorunda kalmış şairimiz.
yani bir nevi sevda sürgününe gitmiş rıza polat ve ankara'dayken uzun mektuplar hâlinde "bende kalan mektuplar" adıyla şiirleştirmiş bu unutamadığı sevgisini ve sevgilisini... öyle sevmiş ki gizli aşkını, laf söz olur da kıza bir zarar gelir, dile düşer sevdiği diye o sevdiği kıza kıyamamış; onun adı yerine üç nokta (...) koymuş ve "nokta noktam"diye seslenmiş sevdiğine.. o günden bugüne çok pek çok kez sevip de söyleyemeyenler, sevip de ayrılanlar yada bir yasak aşkın sevdasına tutulanlar hep "nokta noktam" diye seslenmiştir sevdiğine...
nokta noktam,
dün bir dosttan uzun bir mektup aldım.
beni anlatmış sana
ve sen de ona,
"unuttum artık onu." demişsin.
hem bu sözü gülerek, medar-ı iftiharla söylemişsin.
unutamazsın nokta noktam, unutamazsın.
çünkü, unutmak için önce unutulmak gerek.
oysaki sen, hâlâ bende esen eski kavak yelisin.
kan değil, tüküremezsin.
ruj değil, silemezsin.
dişi dudaklarına dişlerimle yazdığım dört heceli erkek adımı
unutamazsın nokta noktam, unutamazsın.
seninle biz,
hâlâ bir kabukta iki badem içi gibiyiz.
baharsın, kokacaksın.
güneşsin, yakacaksın.
sabah yatağım kadar rüya dolu,
sabah yatağım kadar sıcaksın.
unutamam, unutamazsın...
şimdilik bu kadar.
öbür mektuba daha diyeceklerim var.
gücenme sakın, darılma bana;
ankara günlerinin bembeyaz ufkundan
binlerce selam sana...
bahar başladı, nokta noktam,
ankara'da bahar...
veriminde toprak ana,
aylar var ki sana,
tek satır yazamadım.
oysaki, şimdi mevsim bahar;
ötüşlerde adın,
kokuşlarda tadın
var.
artık yazmalıyım...
takvime baktım bu sabah,
ayrılalı, beş ay olmuş,
düşün ki nokta noktam.
beş ay denilen nesne tam,
yüz elli gün eder...
bunca uzun bir ayrılıksa,
insanı her şeye küskün eder...
inan bana nokta noktam,
inan bana...
dargınlığım herkese,
ve tek hasretim sana.
düşünüyorum,
hava keskin kokularla dolu,
düşünüyorum,
"âşıklar pazarı" na çıkan yolu
düşünüyorum,
bu yolun sağında yükselen,
her geçişte penceresinden,
tebessümler gelen,
bahçesinde iri
kayısı gülleri
açan evi....
düşünüyorum,
bir türlü gelmiyor,
düşüncelerin ardı:
ablan yanımda çorapsız gezer,
başörtüsüz annen,
benden kaçardı!..
düşünüyorum:
bu mevsimde baban,
bir yerine iki şişe içerdi.
miyoplaşınca gözleri,
"şair! iç be oğlum,
bahar dişidir, doğurur..." derdi.
bahar başladı nokta noktam,
ankara'da bahar,
gönül ufkumda yağmur bulutları;
cennet olsa da artık,
sevmiyorum, sevemiyorum,
sensiz baharı…
sen ey
yirmi dört baharımın en güzel süsü
sen ey
mutlu günlerimin mutlu türküsü.
sen ey
ilk yaz akşamları kadar güzel çocuk
sen ey
altın gözlerinin hisli dünyasında
ölümsüz bir yolculuk yaratan
sen ey
çıplak bir hançer gibi boylu boyunca
gönlümde yatan,
sen ey
her şeyim olan herşey:
son mektubunda
söz verdin, tut diyorsun
unuttum, unut diyorsun...
unutmak mı?
ne mümkün seni unutmak...
güneş tekrar doğmayı unutabilir mi hiç?
gönül ferman dinler söz tutabilir mi hiç?
sen ey
yirmidört baharımın en güzel süsü,
sen ey
mutlu günlerimin mutlu türküsü,
sen ey
her şeyim olan her şey....
bu gece yılbaşı,
başkente kar yağıyor,
nokta noktam,
başkente kar.
ve tütüyor gözlerimde,
küllenmiş bir mangal gibi eski hatıralar...
başkente kar yağıyor,
başkente kar...
bu gece yılbaşı,
bilirsin ki
nokta noktam,
yılbaşlarında hesaplanır
çoğu zaman,
insanların yaşı!..
bu gece yılbaşı.
tokmaklarında yirmi dört hece,
eğilip üstüme sessizce,
şehrin kule saati
bilir misin nokta noktam,
bilir misin ne dedi:
"şair! kutlu olsun, yaş otuz yedi..."
ve bir el, saçlarından tutarak kalbimi,
sana kadar sürükledi...
bu gece yılbaşı,
başkent ayakta,
çalınan tuna dalgalar'dır komşu plakta.
ne de kıvrak bu vals havası...
başladı gönlümün yine,
on yıl evvelki kanaması.
ne günlerdi o günler, cancağızım,
ne günler...
sen on yedisinde,
sevgilerin sisinde
başı duman duman bir kız.
ben,
yirmi dört üstünde,
gönlü her güzelle nişanlı,
öylesine bir şair,
öylesine bir delikanlı.
ne de çabuk geçti zaman,
hey gidi dünya hey...
bu gece yılbaşı,
dışarıda kar yağıyor,
dışarıda kar.
ve tütüyor gözlerimde,
küllenmiş bir mangal gibi eski hatıralar:
köşede bir kırlent,
kırlentte bir resim,
resimde bir mevsim
bartın'da bahar...
elimle yapmışım:
asma köprüsünde kocanaz deresi.
sağda lise,
solda, "çakırbeyler" in elma bahçesi
derede bir kayık,
kürekte sen,
dümende ben,
hava berrak,
hava temiz,
ve sularda sarmaşan gölgemiz...
bu gece yılbaşı,
başkent ayakta.
çalınan (tuna dalgaları) değildir artık
komşu pikapta.
gönlüm bu diyardan çok çok uzakta...
dışarıda kar yağıyor,
dışarıda kar
ve tütüyor gözlerimde,
küllenmiş bir mangal gibi eski hatıralar...
alıntıdır.
buradan
nokta noktam' ve bir yangının külü...
1938-1940 yılları, bartın'da üstünde asma köprüsü, içinde yüzen kayığı ile meşhur kocanaz deresine bakan bir ortaokul, 24 yaşında bir edebiyat öğretmeni rıza polat akkoyunlu ve bartın'ın o zamanlar en seçkin semti asma'da üç katlı taş konakta yaşayan güzeller güzeli hayatının ilk baharında gencecik bir öğrenci kız... sevmişler birbirlerini hoca ve öğrencisi ama küçük yer ve yasak bir sevda olunca yaşanan; adam evli, kız da çok genç olunca büyük tepkiler olmuş ve susup o şehri de sevdiği kızı da terketmek, tayin istemek zorunda kalmış şairimiz.
yani bir nevi sevda sürgününe gitmiş rıza polat ve ankara'dayken uzun mektuplar hâlinde "bende kalan mektuplar" adıyla şiirleştirmiş bu unutamadığı sevgisini ve sevgilisini... öyle sevmiş ki gizli aşkını, laf söz olur da kıza bir zarar gelir, dile düşer sevdiği diye o sevdiği kıza kıyamamış; onun adı yerine üç nokta (...) koymuş ve "nokta noktam"diye seslenmiş sevdiğine.. o günden bugüne çok pek çok kez sevip de söyleyemeyenler, sevip de ayrılanlar yada bir yasak aşkın sevdasına tutulanlar hep "nokta noktam" diye seslenmiştir sevdiğine...
nokta noktam,
dün bir dosttan uzun bir mektup aldım.
beni anlatmış sana
ve sen de ona,
"unuttum artık onu." demişsin.
hem bu sözü gülerek, medar-ı iftiharla söylemişsin.
unutamazsın nokta noktam, unutamazsın.
çünkü, unutmak için önce unutulmak gerek.
oysaki sen, hâlâ bende esen eski kavak yelisin.
kan değil, tüküremezsin.
ruj değil, silemezsin.
dişi dudaklarına dişlerimle yazdığım dört heceli erkek adımı
unutamazsın nokta noktam, unutamazsın.
seninle biz,
hâlâ bir kabukta iki badem içi gibiyiz.
baharsın, kokacaksın.
güneşsin, yakacaksın.
sabah yatağım kadar rüya dolu,
sabah yatağım kadar sıcaksın.
unutamam, unutamazsın...
şimdilik bu kadar.
öbür mektuba daha diyeceklerim var.
gücenme sakın, darılma bana;
ankara günlerinin bembeyaz ufkundan
binlerce selam sana...
bahar başladı, nokta noktam,
ankara'da bahar...
veriminde toprak ana,
aylar var ki sana,
tek satır yazamadım.
oysaki, şimdi mevsim bahar;
ötüşlerde adın,
kokuşlarda tadın
var.
artık yazmalıyım...
takvime baktım bu sabah,
ayrılalı, beş ay olmuş,
düşün ki nokta noktam.
beş ay denilen nesne tam,
yüz elli gün eder...
bunca uzun bir ayrılıksa,
insanı her şeye küskün eder...
inan bana nokta noktam,
inan bana...
dargınlığım herkese,
ve tek hasretim sana.
düşünüyorum,
hava keskin kokularla dolu,
düşünüyorum,
"âşıklar pazarı" na çıkan yolu
düşünüyorum,
bu yolun sağında yükselen,
her geçişte penceresinden,
tebessümler gelen,
bahçesinde iri
kayısı gülleri
açan evi....
düşünüyorum,
bir türlü gelmiyor,
düşüncelerin ardı:
ablan yanımda çorapsız gezer,
başörtüsüz annen,
benden kaçardı!..
düşünüyorum:
bu mevsimde baban,
bir yerine iki şişe içerdi.
miyoplaşınca gözleri,
"şair! iç be oğlum,
bahar dişidir, doğurur..." derdi.
bahar başladı nokta noktam,
ankara'da bahar,
gönül ufkumda yağmur bulutları;
cennet olsa da artık,
sevmiyorum, sevemiyorum,
sensiz baharı…
sen ey
yirmi dört baharımın en güzel süsü
sen ey
mutlu günlerimin mutlu türküsü.
sen ey
ilk yaz akşamları kadar güzel çocuk
sen ey
altın gözlerinin hisli dünyasında
ölümsüz bir yolculuk yaratan
sen ey
çıplak bir hançer gibi boylu boyunca
gönlümde yatan,
sen ey
her şeyim olan herşey:
son mektubunda
söz verdin, tut diyorsun
unuttum, unut diyorsun...
unutmak mı?
ne mümkün seni unutmak...
güneş tekrar doğmayı unutabilir mi hiç?
gönül ferman dinler söz tutabilir mi hiç?
sen ey
yirmidört baharımın en güzel süsü,
sen ey
mutlu günlerimin mutlu türküsü,
sen ey
her şeyim olan her şey....
bu gece yılbaşı,
başkente kar yağıyor,
nokta noktam,
başkente kar.
ve tütüyor gözlerimde,
küllenmiş bir mangal gibi eski hatıralar...
başkente kar yağıyor,
başkente kar...
bu gece yılbaşı,
bilirsin ki
nokta noktam,
yılbaşlarında hesaplanır
çoğu zaman,
insanların yaşı!..
bu gece yılbaşı.
tokmaklarında yirmi dört hece,
eğilip üstüme sessizce,
şehrin kule saati
bilir misin nokta noktam,
bilir misin ne dedi:
"şair! kutlu olsun, yaş otuz yedi..."
ve bir el, saçlarından tutarak kalbimi,
sana kadar sürükledi...
bu gece yılbaşı,
başkent ayakta,
çalınan tuna dalgalar'dır komşu plakta.
ne de kıvrak bu vals havası...
başladı gönlümün yine,
on yıl evvelki kanaması.
ne günlerdi o günler, cancağızım,
ne günler...
sen on yedisinde,
sevgilerin sisinde
başı duman duman bir kız.
ben,
yirmi dört üstünde,
gönlü her güzelle nişanlı,
öylesine bir şair,
öylesine bir delikanlı.
ne de çabuk geçti zaman,
hey gidi dünya hey...
bu gece yılbaşı,
dışarıda kar yağıyor,
dışarıda kar.
ve tütüyor gözlerimde,
küllenmiş bir mangal gibi eski hatıralar:
köşede bir kırlent,
kırlentte bir resim,
resimde bir mevsim
bartın'da bahar...
elimle yapmışım:
asma köprüsünde kocanaz deresi.
sağda lise,
solda, "çakırbeyler" in elma bahçesi
derede bir kayık,
kürekte sen,
dümende ben,
hava berrak,
hava temiz,
ve sularda sarmaşan gölgemiz...
bu gece yılbaşı,
başkent ayakta.
çalınan (tuna dalgaları) değildir artık
komşu pikapta.
gönlüm bu diyardan çok çok uzakta...
dışarıda kar yağıyor,
dışarıda kar
ve tütüyor gözlerimde,
küllenmiş bir mangal gibi eski hatıralar...
alıntıdır.
devamını gör...
4.
varoluşsal bir sancı hikayesi: nilgün marmara
istanbul’da kızıltoprak’taki evleri dönemin yalnızlık tutkunu şairlerinin buluşma mekanı haline gelmiştir. ece ayhan, cemal süreya, edip cansever, tomris uyar, ilhan berk, cezmi ersöz, orhan akkaya… bu buluşma akşamlarında arkadaşlarınca zenci gırtlağına sahip olduğu söylenen nilgün şarkılar söyleyip arkadaşlarını eğlendirmiştir. belki de bu buluşmalardaki neşeli halinden cemal süreya, onu amerikalı yazar f.scott fitzgerald’ın ele avuca sığmayan karısı zelda’ya benzetir ve ona “çılgın zelda” derdi. bu yazar ve şairlerle sıkı dostluğuna rağmen kimseye yazdığı yazılardan pek bahsetmezdi ancak intiharından hemen önce eşine bıraktığı veda mektubunda ölümünün ardından daktiloya çekilmiş şiirlerini insanlarla paylaşabileceğini yazmıştır.
bu yıkıcı ölümün ardından yakın dostlarından cemal süreya şu açıklamayı yaptı “nilgün ölmüş. beşinci kattaki evinin penceresinden kendini aşağı atarak canına kıymış. ece ayhan söyledi. çok değişik bir insandı zelda. akşamları belli bir saatten sonra kişilik hatta beden değiştiriyor gibi gelirdi bana. yüzü alarır, bakışlarına çok güzel ama ürkütücü bir parıltı eklenirdi. çok da gençti. sanırım, otuzuna değmemişti daha. ece ile gergedan için yaptığımız söyleşide ondan söz ettim: bu dünyayı başka bir hayatın bekleme salonu ya da vakit geçirme yeri olarak görüyordu. dönüp baktığımda bir acı da buluyorum nilgün’ün yüzünde. o zamanlar görememiştim. bugün ortaya çıkıyor.”
istanbul’da kızıltoprak’taki evleri dönemin yalnızlık tutkunu şairlerinin buluşma mekanı haline gelmiştir. ece ayhan, cemal süreya, edip cansever, tomris uyar, ilhan berk, cezmi ersöz, orhan akkaya… bu buluşma akşamlarında arkadaşlarınca zenci gırtlağına sahip olduğu söylenen nilgün şarkılar söyleyip arkadaşlarını eğlendirmiştir. belki de bu buluşmalardaki neşeli halinden cemal süreya, onu amerikalı yazar f.scott fitzgerald’ın ele avuca sığmayan karısı zelda’ya benzetir ve ona “çılgın zelda” derdi. bu yazar ve şairlerle sıkı dostluğuna rağmen kimseye yazdığı yazılardan pek bahsetmezdi ancak intiharından hemen önce eşine bıraktığı veda mektubunda ölümünün ardından daktiloya çekilmiş şiirlerini insanlarla paylaşabileceğini yazmıştır.
bu yıkıcı ölümün ardından yakın dostlarından cemal süreya şu açıklamayı yaptı “nilgün ölmüş. beşinci kattaki evinin penceresinden kendini aşağı atarak canına kıymış. ece ayhan söyledi. çok değişik bir insandı zelda. akşamları belli bir saatten sonra kişilik hatta beden değiştiriyor gibi gelirdi bana. yüzü alarır, bakışlarına çok güzel ama ürkütücü bir parıltı eklenirdi. çok da gençti. sanırım, otuzuna değmemişti daha. ece ile gergedan için yaptığımız söyleşide ondan söz ettim: bu dünyayı başka bir hayatın bekleme salonu ya da vakit geçirme yeri olarak görüyordu. dönüp baktığımda bir acı da buluyorum nilgün’ün yüzünde. o zamanlar görememiştim. bugün ortaya çıkıyor.”
devamını gör...
5.
en çok ilgimi çeken ilk eşi fatma hanıma makber şiirini yazıp onun cenazesinde diğer eşiyle tanışan ve toplamda 4 tane eşi olan koca yürekli abdülhak hamit tarhandır bu saire olan ilgimi 9 eylül üniversitesi türk dili ve edebiyatı bölümüne borçluyum (bkz: abdülhak hamit tarhan)
devamını gör...
6.
nazım’ın şiir yeteneğini farkeden annesi okuldaki hocası yahya kemal’den özel ders vermesini ister. ders için gelen yahya kemal ile celile hanım arasında kısa sürede aşk doğar.
yahya kemal kıskanç bir aşıktır. celile hanım’a güvenmez. yakup kadri’ye “bu kadar dile gelmiş kadınla nasıl evlenirim” der. evlilik hazırlıklarına başlarken bir mektupla, yahya kemal evlenemem diyerek aşklarını bitirir. yıllar sonra celile hanım oğlu nazım hapiste iken onun özgürlüğü için galata köprüsü’nde açlık grevine başlar. yahya kemal artık yaşlı, gözleri görmeyen eski sevgilisini görmezden gelerek yanından geçer.
bu aşktan geriye şairin ölüme yazıldığı zannedilen ama aslında celile hanım'ın heybeliada'dan istanbul'a doğru yol alışında yaşadığı kederi anlattığı meşhur şiiri kalmıştır.
artık demir almak günü gelmişşe zamandan
meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan
hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol
sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol
rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli
günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli
biçare gönüller! ne giden son gemidir bu!
hicranlı hayatın ne de son matemidir bu
dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler
bilinmez ki giden sevgililer dönmeyecekler
bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden
bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden
yahya kemal kıskanç bir aşıktır. celile hanım’a güvenmez. yakup kadri’ye “bu kadar dile gelmiş kadınla nasıl evlenirim” der. evlilik hazırlıklarına başlarken bir mektupla, yahya kemal evlenemem diyerek aşklarını bitirir. yıllar sonra celile hanım oğlu nazım hapiste iken onun özgürlüğü için galata köprüsü’nde açlık grevine başlar. yahya kemal artık yaşlı, gözleri görmeyen eski sevgilisini görmezden gelerek yanından geçer.
bu aşktan geriye şairin ölüme yazıldığı zannedilen ama aslında celile hanım'ın heybeliada'dan istanbul'a doğru yol alışında yaşadığı kederi anlattığı meşhur şiiri kalmıştır.
artık demir almak günü gelmişşe zamandan
meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan
hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol
sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol
rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli
günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli
biçare gönüller! ne giden son gemidir bu!
hicranlı hayatın ne de son matemidir bu
dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler
bilinmez ki giden sevgililer dönmeyecekler
bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden
bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden
devamını gör...
7.
büyük şairlere kendini aşık etmeyi başarabilmiş bir kadın o
tomris uyar kendisine şiir yazılan kadınların en şanslısıdır herhalde. kocası turgut uyar, tutkulu bir aşk yaşadığı cemal süreya ve ona olan ilgisi ve hayranlığını saklamayan arkadaşı ve belki de platonik aşığı edip cansever, yani şiirimizin 3 büyük ismi de satırlarında kendisine seslenmiştir.
sayım / cemal süreya
ayışığında oturduk
bileğinden öptüm seni
sonra ayakta öptüm
dudağından öptüm seni
kapı aralığında öptüm
soluğundan öptüm seni
bahçede çocuklar vardı
çocuğundan öptüm seni
evime götürdüm yatağımda
kasığından öptüm seni
başka evlerde karşılaştık
iliğinden öptüm seni
en sonunda caddelere çıkardım
kaynağından öptüm seni
bir bozuk saattir yüreğim hep sende durur / turgut uyar
herkes seni sen zanneder.
senin sen olmadığını bile bilmeden,
sen bile..
seni ben geçerken,
derim ki,
saati sorduklarında;
onu ”o” geçiyordur.
kimse anlam veremez.
tamir ettirmedin gitti derler şu saati.
ettirmek istiyor musun demezler.
bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur.
zamanı durdururum yüreğimde,
sensiz geçtiği için,
akrep yelkovana küskündür.
şu bozuk saat çalışsa benim için ölümdür.
bil ki akrep yelkovanı geçerse,
atan bu yüreğim durur.
bırak bozuk kalsın, hiç değilse;
bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur.
yaş değiştirme törenine yetişen öyle bir şiir / edip cansever
ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç
yağmurlar altında gördüm, kadeh tutarken gördüm de
bir kıyıya bakarken, bakarkenki ağlayan yüzünle
ve yarışırsa ancak monet'nin
kadınlarına yaraşan giysilerinle
gördüm de
ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.
öyle kısaydı ki adımların, diyelim bir yaz tatilinde
bir otel kapısının önünde, tahta bir köprünün üstünde
bir demet çiçekle paslanmış bir kedi arasında
öyle kısaydı ki adımların
şöyle bir bardak yıkayışının vaktiyle
ölçülür ve denk düşerdi ancak
ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.
yok bir yanıtın "nereye" diyenlere
bir buz titreşimi gibi sallantılı ve şaşkın
ve çabuk bir merhaban vardır bir yerden gelenlere
o bir yerler ki, diyelim çok uzak olsun
sen gelmiş gibisindir oralardan, otobüslerden
yollardan, deniz üstlerinden topladığın gülüşlerle
ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.
seni görünce dünyayı dolaşıyor insan sanki
hani etiler'den hisar'a insek bile
bir küçük yaşındasın, boyanmış taranmışsın
çok yaşında her zamanki çocuksun gene
ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.
mart ayında patlıcan, ağustosta karnıbahar
mutfağın mutfak olalı böyle
bir adın vardı senin, tomris uyar'dı
adını yenile bu yıl, ama bak tomris uyar olsun gene
ben bu kış öyle üşüdüm ki sorma
oysa güneş pek batmadı senin evinde
söyle
ben seni uzun bir yolda yürürken gördüm müydü hiç.
tomris uyar kendisine şiir yazılan kadınların en şanslısıdır herhalde. kocası turgut uyar, tutkulu bir aşk yaşadığı cemal süreya ve ona olan ilgisi ve hayranlığını saklamayan arkadaşı ve belki de platonik aşığı edip cansever, yani şiirimizin 3 büyük ismi de satırlarında kendisine seslenmiştir.
sayım / cemal süreya
ayışığında oturduk
bileğinden öptüm seni
sonra ayakta öptüm
dudağından öptüm seni
kapı aralığında öptüm
soluğundan öptüm seni
bahçede çocuklar vardı
çocuğundan öptüm seni
evime götürdüm yatağımda
kasığından öptüm seni
başka evlerde karşılaştık
iliğinden öptüm seni
en sonunda caddelere çıkardım
kaynağından öptüm seni
bir bozuk saattir yüreğim hep sende durur / turgut uyar
herkes seni sen zanneder.
senin sen olmadığını bile bilmeden,
sen bile..
seni ben geçerken,
derim ki,
saati sorduklarında;
onu ”o” geçiyordur.
kimse anlam veremez.
tamir ettirmedin gitti derler şu saati.
ettirmek istiyor musun demezler.
bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur.
zamanı durdururum yüreğimde,
sensiz geçtiği için,
akrep yelkovana küskündür.
şu bozuk saat çalışsa benim için ölümdür.
bil ki akrep yelkovanı geçerse,
atan bu yüreğim durur.
bırak bozuk kalsın, hiç değilse;
bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur.
yaş değiştirme törenine yetişen öyle bir şiir / edip cansever
ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç
yağmurlar altında gördüm, kadeh tutarken gördüm de
bir kıyıya bakarken, bakarkenki ağlayan yüzünle
ve yarışırsa ancak monet'nin
kadınlarına yaraşan giysilerinle
gördüm de
ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.
öyle kısaydı ki adımların, diyelim bir yaz tatilinde
bir otel kapısının önünde, tahta bir köprünün üstünde
bir demet çiçekle paslanmış bir kedi arasında
öyle kısaydı ki adımların
şöyle bir bardak yıkayışının vaktiyle
ölçülür ve denk düşerdi ancak
ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.
yok bir yanıtın "nereye" diyenlere
bir buz titreşimi gibi sallantılı ve şaşkın
ve çabuk bir merhaban vardır bir yerden gelenlere
o bir yerler ki, diyelim çok uzak olsun
sen gelmiş gibisindir oralardan, otobüslerden
yollardan, deniz üstlerinden topladığın gülüşlerle
ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.
seni görünce dünyayı dolaşıyor insan sanki
hani etiler'den hisar'a insek bile
bir küçük yaşındasın, boyanmış taranmışsın
çok yaşında her zamanki çocuksun gene
ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.
mart ayında patlıcan, ağustosta karnıbahar
mutfağın mutfak olalı böyle
bir adın vardı senin, tomris uyar'dı
adını yenile bu yıl, ama bak tomris uyar olsun gene
ben bu kış öyle üşüdüm ki sorma
oysa güneş pek batmadı senin evinde
söyle
ben seni uzun bir yolda yürürken gördüm müydü hiç.
devamını gör...