1.
toplumcu gerçekçi şiirin büyük ustalarındandır enver gökçe. hakkında hiç yazılmaması beni oldukça şaşırttı. yalnızca şair demek doğru olmaz elbette, kendisi aynı zamanda yazar ve çevirmendi. sanatını toplumdan ayrı tutmamış, dizelerinde ustaca aktarmıştır gördüğünü. ne yazık, birçokları gibi unutulmuş ve anlaşılmadan ölüp gitmiş.
nihat behram'ın kaleminden enver gökçe:
--- alıntı ---
yok edilmiş bir halk cevheri: enver gökçe
(bu yazı 30 yıl önce, gökçe’nin ölüm haberini aldığım kanlı, karanlık 12 eylül günlerinde sürgünde yazdığım ve ancak ölümünün 5. yılında almanya’da yayınlayabildiğim bir yazıdır. ölümünün 30. yılında enver ağabeyi saygıyla anarak...)
shekespeare, “belki kaderimi değiştiremem, fakat aklıma yatmayan şeylere de boyun eğecek değilim!” demişti. akla yatmayan şeylere boyun eğmemek, ‘kader’ diye nitelenen şeye başkaldırının kendisidir zeten. enver gökçe’nin acılar denizi olan hayatını düşünürken hep onun bu sözü dolaştı içimde: “hey benim karasevdam, kalleş kaderim!”
neydi e. gökçe’nin ‘karasevdam’ dediği şey? bıraktığı bir kitapçık şiirin ve acı yaşam öyküsünün her dizesinde, her anında açıkça görülüyor ki, halkına, yurduna sonsuz bir tutkuyla bağlıydı. halkının mutluluğu uğrunda her türden belaya ‘hoş geldin!’ dediği bir tutkuydu bu. kısaca, bir karasevdaydı halk deyimiyle. ve sevdası ve sevdasındaki kararlılığı ve kararlılığındaki direnci ‘kaderini’ çizmişti. kalleşçe çizmişti hem de. bütün dizelerinde kolayca görünüyor ki, aklına yatmayan bu kadere başkaldırısında karasevdası gibi kararlıydı.
enver gökçe, yazık ki yok edilmiş bir halk cevheridir. şiir dolu yüreği açmadan soldurulmuş bir çiçek gibidir. meyveye duracakken yolunmuş bir tomurcuk gibidir. daha çağlasında kırılmış bir dal gibidir. zehirlenmiş bir akarsu, yakılmış bir orman, ana rahminde öldürülmüş bir çocucuk gibidir. bala durmuş bir kovanın arıları nasıl dağıtılmışsa, öylece ziyan edilmiştir bu halk cevheri.
bir düzen ki, köylüsünü, işçisini, gençliğini kırbaç altında tutuyor... aynı günlerde gökçe’yi de hücrelere koymuşlar, zincirlere vurmuşlar. bir düzen ki, ahtapot gibi kollarıyla halkın kanını emiyor... aynı günlerde gökçe’yi de bir dilim ekmeğe muhtaç etmiştir.
ilk gençlik günlerinden, düşkünler evinde yoksulluk içinde öldüğü güne dek hayatının her anında teniyle, yüreğiyle acılarına ortak olmuş halkının. yani karasevdası kalleş kaderi olmuş!
enver gökçe, her şeyden önce onurlu bir hayat bıraktı geriye. acının iğnesi ipliğiyle dokunmuş onurlu bir hayat. bıraktığı şiirler bir elin parmakları, bir kitapçığın sayfalarıyla sayılacak denli az. az fakat her satırında yaşadığı acı denizinin destanı gizlidir. her satırı halkına duyduğu karasevdanın ışığıyla yazılmıştır. her satırı kalleş kaderine başkaldırının hıncıyla yazılmıştır. gökçe’nin şiirleri, katliamlardan kurtulmuş bir çocuk gibidir: her şeyi anlatan bakışlarıyla usul usul büyür. hıncını, öfkesini büyütür. sevdasını, dileğini büyütür. hesap sorulsun diye büyütür.
büyük kente geldiği ilk gençlik günlerinde halkın kültür hazinesi uçsuz bucaksız bir deniz gibiydi onun için. üniversite eğitimini de bu konuda seçmişti. gerek öğrencilik döneminde gerekse sonraki yıllarında köy köy dolaştığı türkiye’de halk türküleri, halk sanatı içinde yoğruldu. üniversite bitirme tezi olarak ‘egin türküleri’ üstünde çalıştı. o dönemde halk kültürüne karşı düşmanca bir anlayış egemendi. büyük halk kültürü bilgini pertev naili boratav’ın üniversite kürsüsü lağv edilmişti. tıpkı kültürü gibi, halkın acılarıyla ilgilenenlerin de peşini bela bırakmıyordu.
gökçe’nin halk kültürüne olan derin tutkusu halkının acılarına duyduğu öfkeyle pekişti. bu birlikten gökçe şiiri doğdu. gökçe’nin şiiri bir halk danteli gibidir. şiirine dantel gibi işlediği türkiye’yi en ince güzelliklerine, en ince özelliklerine dek tanıyordu: “böğürtlen / köklerinden / yayla / çiçeklerinden / ve de / yarpuzlardan / pırıl / pırıl / cam gibi / serin / sulardan / doğar / çemişgezek / suyu.”
derin inceliklerine dek soluduğu bu tanışmayı, o doğanın üstündeki insanlarla olan tanışmasıyla pekiştirmişti: “ ve / yamada / allı / pullu / beyaz / peştemallı / başörtülü / üç / etekli / kadınlar / kimi / göbek / toplar / kimi / madımak / ve / keban / ile / elazığın / arası / un / uçmaz / kepek / kaçmaz / viranler / var...”
halkıyla bu tanışması sıradan bir tanışma değildi. onun görüntülerini acı gerçeğiyle tanımlıyordu: “sırtımda / alaca / mintan / boynumda / yazma / afilli / kasketim / düşmüş / yere / ayağımda / kar / kabar / ayağımda / soğuk / kuyu / lastiği / boynu / buruk / kalmışım / böyle / ah / len / ah.”
ve bu sentezi toplumcu gerçekçi sanat anlayışının ölçüleriyle bilincin danteline işliyordu: “anamız birdir, aynı memeden emmişiz dostlar / sizlerle beraber herk ettik toprağı / beraber yattık hapiste, beraber teskere aldık / ve maniler yaktık hasret için / gülemediysek de boş verdik beraber... / halay mı çekmedik kol kola / horon mu tepmedik diz dize / cepken mi vermedik rüzgâra? / koyun koyuna yattık toprak duvarlarda / sıtmayla, sığırla, davarlarla... / daha da yatarız dostlarım daha da... / gün gelirse eğer / halay söyler, türkü söyler gibi yan yana / mavzer mavzere verip de / düşmana kurşun da atarız / sizlere kanım kaynıyor, yabancı değilsiniz bana...”
halkı her ulustan, her inançtan insanlar bütünlüğü içinde tanıyordu. gökçe’nin halk olgusuna bakışındaki bu boyutun örneği türkiye sanat dünyasında çok azdır: “ ve / kürtler / aleviler / çingeneler / yaşar / toprak / damlar / ve / çadırlarda...külli / topraksız / killi / arkasız / ve / horlanmış”
duygu, düşünce ve gözlemleriyle, doğasıyla, yaşamıyla tanışı olduğu halkı işlerken, sanatına çıkış noktasını da zengin halk kültürünün kaynağından alıyor, kaynağın damarlarından besliyordu. halk efsaneleri, masalları, türküleri, manileri, gökçe şiirinin rengini, tadını veriyordu: “zaman akar, zaman geçer / zaman zindan içinde / biz mapusta gürül gürül yatardık / yılan çıyan içinde / getirdiler ite kaka bir yiğit / ayak çıplak / ak bir mintan içinde / zaman zaman içinde / işık duman içinde...”
halk masallarının ‘masal başlangıcı’ ölçüleriyle yazılmış bu şiirde görülen biçim yani halk kültüründen esinlenme gökçe’nin tüm şiirlerinde değişik tadlarla kendini hissettirir. bu biçimin özüne işlediği devrimci düşünce, halkın güncel acılarından, çağsal boyutlara kadar bir yelpaze oluşturur şiirinde: “kore dağlarında tabakam kaldı”... acısını türküsüne ‘bayburt dağlarında mendilim kaldı’ diye işleyen bir halka, gökçe’nin şiirindeki öz hiç de yabancı değildir. bilir, duyar ne söylemek istediğini.
sevgisiyle, sevdasıyla, acısıyla halk denizine savrulmuş, o denizin bir parçası olmuş gökçe daha ilk gençlik günlerinden öldüğü güne dek sonu gelmez baskılara hedef oldu. sanatını hiçbir zaman satamadı. çünkü sanatı kendini satmayan bir adamın sanatıydı. sanatıyla yaşama olanağı bulabilmesi bir yana, yaptığı sanat, üstünde ezici baskılara neden oluyordu. açlıktan ölmemek için kimi zaman sıradan gazetelerde düzeltmenlik yapıyor, kimi zaman bir başka yerde karın tokluğuna çalışıyordu. binbir acıya ve zorluğa hedef olması yetmiyormuş gibi bir de horlanıyordu: “döğülmüşüm / söğülmüşüm / kovulmuşum / siktir çekilmişim yani / kendi öz yurdumda / bir meri keklik gibi / çeker giderim”
ölümünden kısa bir süre önce yayınladı bu şiirini. içine bir türlü sindiremediği 12 eylül darbesi’nin kanlı karanlık günlerinde, iç dünyası daha da örselendi. 19 kasım 1981 de yalnızlığına, acılarına sarınıp sessizce ayrıldı aramızdan. ölümü darbeci medyada ‘haber değeri’ taşımadı...
her birinde yüreğinin, onurlu bir hayatın gürültüsü duyulan şiirlerini bıraktı halkına. yaşadığı acı hayat nedeniyle, halkına armağan edebileceği zenginliğin çok azını başarabildi. yıkılıp yakılmış ormanların, talan edilmiş, peşkeş çekilmiş madenlerin, işkencelerin, katliamların, sömürünün, soygunun, ayrı düşürülmüş sevdalıların, gurbetin, zindanın hesabıyla birlikte gökçe’nin hesabı da sorulmalıdır. o, bir de bu mirası bıraktı halkına: “bir mermi de benden aslanım / bir mermi de benden / bir mermi de benden / zafer topları, mübarek namlular!”
halkı için düşünen beyin, çarpan yüreklerin yanı başında gökçe her zaman soluyacak....
nihat behram
16.11.2011 - 07:31
--- alıntı ---
"düştüm bir öylesi çekilmez derde,
ne ölümü düşünürdüm, ne yaşamak korkusu,
ne sır aradım herşeyde, ne gariplik var serde,
ne kara sevda, ne sevmek ne sevilmek arzusu
artık her şarkı dokunur bana bu şehirde."
nihat behram'ın kaleminden enver gökçe:
--- alıntı ---
yok edilmiş bir halk cevheri: enver gökçe
(bu yazı 30 yıl önce, gökçe’nin ölüm haberini aldığım kanlı, karanlık 12 eylül günlerinde sürgünde yazdığım ve ancak ölümünün 5. yılında almanya’da yayınlayabildiğim bir yazıdır. ölümünün 30. yılında enver ağabeyi saygıyla anarak...)
shekespeare, “belki kaderimi değiştiremem, fakat aklıma yatmayan şeylere de boyun eğecek değilim!” demişti. akla yatmayan şeylere boyun eğmemek, ‘kader’ diye nitelenen şeye başkaldırının kendisidir zeten. enver gökçe’nin acılar denizi olan hayatını düşünürken hep onun bu sözü dolaştı içimde: “hey benim karasevdam, kalleş kaderim!”
neydi e. gökçe’nin ‘karasevdam’ dediği şey? bıraktığı bir kitapçık şiirin ve acı yaşam öyküsünün her dizesinde, her anında açıkça görülüyor ki, halkına, yurduna sonsuz bir tutkuyla bağlıydı. halkının mutluluğu uğrunda her türden belaya ‘hoş geldin!’ dediği bir tutkuydu bu. kısaca, bir karasevdaydı halk deyimiyle. ve sevdası ve sevdasındaki kararlılığı ve kararlılığındaki direnci ‘kaderini’ çizmişti. kalleşçe çizmişti hem de. bütün dizelerinde kolayca görünüyor ki, aklına yatmayan bu kadere başkaldırısında karasevdası gibi kararlıydı.
enver gökçe, yazık ki yok edilmiş bir halk cevheridir. şiir dolu yüreği açmadan soldurulmuş bir çiçek gibidir. meyveye duracakken yolunmuş bir tomurcuk gibidir. daha çağlasında kırılmış bir dal gibidir. zehirlenmiş bir akarsu, yakılmış bir orman, ana rahminde öldürülmüş bir çocucuk gibidir. bala durmuş bir kovanın arıları nasıl dağıtılmışsa, öylece ziyan edilmiştir bu halk cevheri.
bir düzen ki, köylüsünü, işçisini, gençliğini kırbaç altında tutuyor... aynı günlerde gökçe’yi de hücrelere koymuşlar, zincirlere vurmuşlar. bir düzen ki, ahtapot gibi kollarıyla halkın kanını emiyor... aynı günlerde gökçe’yi de bir dilim ekmeğe muhtaç etmiştir.
ilk gençlik günlerinden, düşkünler evinde yoksulluk içinde öldüğü güne dek hayatının her anında teniyle, yüreğiyle acılarına ortak olmuş halkının. yani karasevdası kalleş kaderi olmuş!
enver gökçe, her şeyden önce onurlu bir hayat bıraktı geriye. acının iğnesi ipliğiyle dokunmuş onurlu bir hayat. bıraktığı şiirler bir elin parmakları, bir kitapçığın sayfalarıyla sayılacak denli az. az fakat her satırında yaşadığı acı denizinin destanı gizlidir. her satırı halkına duyduğu karasevdanın ışığıyla yazılmıştır. her satırı kalleş kaderine başkaldırının hıncıyla yazılmıştır. gökçe’nin şiirleri, katliamlardan kurtulmuş bir çocuk gibidir: her şeyi anlatan bakışlarıyla usul usul büyür. hıncını, öfkesini büyütür. sevdasını, dileğini büyütür. hesap sorulsun diye büyütür.
büyük kente geldiği ilk gençlik günlerinde halkın kültür hazinesi uçsuz bucaksız bir deniz gibiydi onun için. üniversite eğitimini de bu konuda seçmişti. gerek öğrencilik döneminde gerekse sonraki yıllarında köy köy dolaştığı türkiye’de halk türküleri, halk sanatı içinde yoğruldu. üniversite bitirme tezi olarak ‘egin türküleri’ üstünde çalıştı. o dönemde halk kültürüne karşı düşmanca bir anlayış egemendi. büyük halk kültürü bilgini pertev naili boratav’ın üniversite kürsüsü lağv edilmişti. tıpkı kültürü gibi, halkın acılarıyla ilgilenenlerin de peşini bela bırakmıyordu.
gökçe’nin halk kültürüne olan derin tutkusu halkının acılarına duyduğu öfkeyle pekişti. bu birlikten gökçe şiiri doğdu. gökçe’nin şiiri bir halk danteli gibidir. şiirine dantel gibi işlediği türkiye’yi en ince güzelliklerine, en ince özelliklerine dek tanıyordu: “böğürtlen / köklerinden / yayla / çiçeklerinden / ve de / yarpuzlardan / pırıl / pırıl / cam gibi / serin / sulardan / doğar / çemişgezek / suyu.”
derin inceliklerine dek soluduğu bu tanışmayı, o doğanın üstündeki insanlarla olan tanışmasıyla pekiştirmişti: “ ve / yamada / allı / pullu / beyaz / peştemallı / başörtülü / üç / etekli / kadınlar / kimi / göbek / toplar / kimi / madımak / ve / keban / ile / elazığın / arası / un / uçmaz / kepek / kaçmaz / viranler / var...”
halkıyla bu tanışması sıradan bir tanışma değildi. onun görüntülerini acı gerçeğiyle tanımlıyordu: “sırtımda / alaca / mintan / boynumda / yazma / afilli / kasketim / düşmüş / yere / ayağımda / kar / kabar / ayağımda / soğuk / kuyu / lastiği / boynu / buruk / kalmışım / böyle / ah / len / ah.”
ve bu sentezi toplumcu gerçekçi sanat anlayışının ölçüleriyle bilincin danteline işliyordu: “anamız birdir, aynı memeden emmişiz dostlar / sizlerle beraber herk ettik toprağı / beraber yattık hapiste, beraber teskere aldık / ve maniler yaktık hasret için / gülemediysek de boş verdik beraber... / halay mı çekmedik kol kola / horon mu tepmedik diz dize / cepken mi vermedik rüzgâra? / koyun koyuna yattık toprak duvarlarda / sıtmayla, sığırla, davarlarla... / daha da yatarız dostlarım daha da... / gün gelirse eğer / halay söyler, türkü söyler gibi yan yana / mavzer mavzere verip de / düşmana kurşun da atarız / sizlere kanım kaynıyor, yabancı değilsiniz bana...”
halkı her ulustan, her inançtan insanlar bütünlüğü içinde tanıyordu. gökçe’nin halk olgusuna bakışındaki bu boyutun örneği türkiye sanat dünyasında çok azdır: “ ve / kürtler / aleviler / çingeneler / yaşar / toprak / damlar / ve / çadırlarda...külli / topraksız / killi / arkasız / ve / horlanmış”
duygu, düşünce ve gözlemleriyle, doğasıyla, yaşamıyla tanışı olduğu halkı işlerken, sanatına çıkış noktasını da zengin halk kültürünün kaynağından alıyor, kaynağın damarlarından besliyordu. halk efsaneleri, masalları, türküleri, manileri, gökçe şiirinin rengini, tadını veriyordu: “zaman akar, zaman geçer / zaman zindan içinde / biz mapusta gürül gürül yatardık / yılan çıyan içinde / getirdiler ite kaka bir yiğit / ayak çıplak / ak bir mintan içinde / zaman zaman içinde / işık duman içinde...”
halk masallarının ‘masal başlangıcı’ ölçüleriyle yazılmış bu şiirde görülen biçim yani halk kültüründen esinlenme gökçe’nin tüm şiirlerinde değişik tadlarla kendini hissettirir. bu biçimin özüne işlediği devrimci düşünce, halkın güncel acılarından, çağsal boyutlara kadar bir yelpaze oluşturur şiirinde: “kore dağlarında tabakam kaldı”... acısını türküsüne ‘bayburt dağlarında mendilim kaldı’ diye işleyen bir halka, gökçe’nin şiirindeki öz hiç de yabancı değildir. bilir, duyar ne söylemek istediğini.
sevgisiyle, sevdasıyla, acısıyla halk denizine savrulmuş, o denizin bir parçası olmuş gökçe daha ilk gençlik günlerinden öldüğü güne dek sonu gelmez baskılara hedef oldu. sanatını hiçbir zaman satamadı. çünkü sanatı kendini satmayan bir adamın sanatıydı. sanatıyla yaşama olanağı bulabilmesi bir yana, yaptığı sanat, üstünde ezici baskılara neden oluyordu. açlıktan ölmemek için kimi zaman sıradan gazetelerde düzeltmenlik yapıyor, kimi zaman bir başka yerde karın tokluğuna çalışıyordu. binbir acıya ve zorluğa hedef olması yetmiyormuş gibi bir de horlanıyordu: “döğülmüşüm / söğülmüşüm / kovulmuşum / siktir çekilmişim yani / kendi öz yurdumda / bir meri keklik gibi / çeker giderim”
ölümünden kısa bir süre önce yayınladı bu şiirini. içine bir türlü sindiremediği 12 eylül darbesi’nin kanlı karanlık günlerinde, iç dünyası daha da örselendi. 19 kasım 1981 de yalnızlığına, acılarına sarınıp sessizce ayrıldı aramızdan. ölümü darbeci medyada ‘haber değeri’ taşımadı...
her birinde yüreğinin, onurlu bir hayatın gürültüsü duyulan şiirlerini bıraktı halkına. yaşadığı acı hayat nedeniyle, halkına armağan edebileceği zenginliğin çok azını başarabildi. yıkılıp yakılmış ormanların, talan edilmiş, peşkeş çekilmiş madenlerin, işkencelerin, katliamların, sömürünün, soygunun, ayrı düşürülmüş sevdalıların, gurbetin, zindanın hesabıyla birlikte gökçe’nin hesabı da sorulmalıdır. o, bir de bu mirası bıraktı halkına: “bir mermi de benden aslanım / bir mermi de benden / bir mermi de benden / zafer topları, mübarek namlular!”
halkı için düşünen beyin, çarpan yüreklerin yanı başında gökçe her zaman soluyacak....
nihat behram
16.11.2011 - 07:31
--- alıntı ---
"düştüm bir öylesi çekilmez derde,
ne ölümü düşünürdüm, ne yaşamak korkusu,
ne sır aradım herşeyde, ne gariplik var serde,
ne kara sevda, ne sevmek ne sevilmek arzusu
artık her şarkı dokunur bana bu şehirde."
devamını gör...
2.
30 kuşağı ozanlarımızın adı hatırlanmayanı.
nazım hikmet'in anti tezi olmasa da alternatifidir ve bence dili (belki nazımınki kadar denenmediğinden bana öyle geliyor) çok daha taze çok daha etkilidir. özellikle son dönem şiirlerinde, klasik dize formunu terk etmeye başlayıp, şiirlerini gerçek anlamda bir kelime dizmek çabasına dönüştürerek sanıyorum halk şiirimize iyice yaklaşmaya çalışmış ve oldukça da başarılı olmuştur. hemen her (gerçek)ozanımız gibi fakir ölmüştür, değeri hiç bir zaman bilinmemiştir ancak çok büyük bir şairdir.
panzerler üstümüze kalkar gibi çok anlamlı, çok gelişli bir cümle de kurmuşluğu vardır.
ayrıca ahmet kaya'nın ilk dönem albümlerinde kendisinin şiirlerine bolca rastlarız.
nazım hikmet'in anti tezi olmasa da alternatifidir ve bence dili (belki nazımınki kadar denenmediğinden bana öyle geliyor) çok daha taze çok daha etkilidir. özellikle son dönem şiirlerinde, klasik dize formunu terk etmeye başlayıp, şiirlerini gerçek anlamda bir kelime dizmek çabasına dönüştürerek sanıyorum halk şiirimize iyice yaklaşmaya çalışmış ve oldukça da başarılı olmuştur. hemen her (gerçek)ozanımız gibi fakir ölmüştür, değeri hiç bir zaman bilinmemiştir ancak çok büyük bir şairdir.
panzerler üstümüze kalkar gibi çok anlamlı, çok gelişli bir cümle de kurmuşluğu vardır.
ayrıca ahmet kaya'nın ilk dönem albümlerinde kendisinin şiirlerine bolca rastlarız.
devamını gör...
3.
enver gökçe
1920 yılında doğdu.
bu toplumun insanlarına
bir yüreğin
nasıl sevgiyle çarptığını göstererek,
bu işin ölümsüzlüğünü
belgeyerek,
1981'de öldü.
bu sevdayı anlayabilmek için... "enver gökçe, yaşamı ve bütün şiirleri belge yayınları"
1920 yılında doğdu.
bu toplumun insanlarına
bir yüreğin
nasıl sevgiyle çarptığını göstererek,
bu işin ölümsüzlüğünü
belgeyerek,
1981'de öldü.
bu sevdayı anlayabilmek için... "enver gökçe, yaşamı ve bütün şiirleri belge yayınları"
devamını gör...
4.
enver gökçe (1920-19 kasım 1981) ölüm yıl dönümü vesilesiyle mekanı cennet olsun.
devamını gör...
5.
hakkında daha uzun yazmayı planladığım türk dilinin büyük şairi.
tam 40 yıl önce dün, 19 kasım 1981'de, 61 yaşında, ankara'da, yeğeninin evinde ölmüş. kendi evi bile olamamış hayatı boyunca. çok ağır işkenceler görmüş yaşadığı dönemin iktidarının zihniyetiyle ters düşünce. pek çok eseri, o baskı ve zulüm görürken kaybolmuş gitmiş.
söylenecek hem çok şey var, hem de hiçbir şey.
bu halk için, inandığın değerler için, en zorlu koşullarda yaşayıp (aslında yaşayamayıp) ölmeye değer mi, bilmiyorum, artık emin değilim.
bıraktıkları onu hala yaşatıyor. iyi ki, iyi ki.
"adı, haritalarda bile bulunmayan
bir köyündenim anadolu'nun.
güzel şeylere hasrettir memleketim,
güzel şeylere hasret bu dünya.
yıllardır, kanda ve ateşte mısralarım...
memleket şarkıları kadar acılar çektim"
"kardeş, kardeş!
alkış tutan ellerini kesmedim,
tanklarımla tarhlarını ezmedim.
ben kendi halimle müthiş kişi
ben sevici sert ve delişmen…
ve hürlük kardeşlik çırasını
kendi hissemce götüren insan.
biliyorum bu dünyada
gökyüzü ve denizyüzü
cümle çiçek ve cümle yemişler vardır
biliyorum bu dünyada
yalnız ve yalnız insanlar
yani kardeşler vardır.
beni şehir şehir beni,
beni köy kent beni
beni usul, beni yolca götür
kardeşlik treni!
ağır yaralılar taşıyorum
incinmesin kollarım, ayaklarım, ellerim
işıltılı gündüzlere gitmeliyim
acılar, darağaçları, kelepçe demirleri!
bayram şenliklerine,
demokrasi şenliklerine gitmeliyim
uğruna şiir yazılan, döğüşülen, ölünen insanlar!
yeter değil bana
zaferlerin,
yıllardır gece hücumlarına
sokak savaşlarına katlandığım."
tam 40 yıl önce dün, 19 kasım 1981'de, 61 yaşında, ankara'da, yeğeninin evinde ölmüş. kendi evi bile olamamış hayatı boyunca. çok ağır işkenceler görmüş yaşadığı dönemin iktidarının zihniyetiyle ters düşünce. pek çok eseri, o baskı ve zulüm görürken kaybolmuş gitmiş.
söylenecek hem çok şey var, hem de hiçbir şey.
bu halk için, inandığın değerler için, en zorlu koşullarda yaşayıp (aslında yaşayamayıp) ölmeye değer mi, bilmiyorum, artık emin değilim.
bıraktıkları onu hala yaşatıyor. iyi ki, iyi ki.
"adı, haritalarda bile bulunmayan
bir köyündenim anadolu'nun.
güzel şeylere hasrettir memleketim,
güzel şeylere hasret bu dünya.
yıllardır, kanda ve ateşte mısralarım...
memleket şarkıları kadar acılar çektim"
"kardeş, kardeş!
alkış tutan ellerini kesmedim,
tanklarımla tarhlarını ezmedim.
ben kendi halimle müthiş kişi
ben sevici sert ve delişmen…
ve hürlük kardeşlik çırasını
kendi hissemce götüren insan.
biliyorum bu dünyada
gökyüzü ve denizyüzü
cümle çiçek ve cümle yemişler vardır
biliyorum bu dünyada
yalnız ve yalnız insanlar
yani kardeşler vardır.
beni şehir şehir beni,
beni köy kent beni
beni usul, beni yolca götür
kardeşlik treni!
ağır yaralılar taşıyorum
incinmesin kollarım, ayaklarım, ellerim
işıltılı gündüzlere gitmeliyim
acılar, darağaçları, kelepçe demirleri!
bayram şenliklerine,
demokrasi şenliklerine gitmeliyim
uğruna şiir yazılan, döğüşülen, ölünen insanlar!
yeter değil bana
zaferlerin,
yıllardır gece hücumlarına
sokak savaşlarına katlandığım."
devamını gör...
6.
bir büyük toplumcu şair. ruhu şad olsun. keban barajı sebebiyle sular altında kalan köyler için yazdığı (bkz: ve de gavur içinde yesirdiler) şiiri oldukça meşhurdur.
devamını gör...
7.
merhaba
merhaba ilhan
işte enver abiyi de getirdik yanına
“şu dünyada
ayrılık var
ölüm var
ille de zulüm var”
diyen ozanı.
gülüşünden su içişine kadar
halk olan adamı
mezarlarınız biraz aralı
ama atsan
ulaştırırsın herhal sigaranı
iki gözüm ona iyi bak
dünyaya küskün gitti biraz
zemheride çiçek açmış
acılı, suskun bir topraktır o
seslenmezsen
merhaba demez
hastadır, koluna gir
yürüyemez
ayakları tutuk.
bağışla ilhan
öyle ya
senin de kaburgaların kırık.
1982
metin demirtaş
( 1938 - 2014 )
merhaba ilhan
işte enver abiyi de getirdik yanına
“şu dünyada
ayrılık var
ölüm var
ille de zulüm var”
diyen ozanı.
gülüşünden su içişine kadar
halk olan adamı
mezarlarınız biraz aralı
ama atsan
ulaştırırsın herhal sigaranı
iki gözüm ona iyi bak
dünyaya küskün gitti biraz
zemheride çiçek açmış
acılı, suskun bir topraktır o
seslenmezsen
merhaba demez
hastadır, koluna gir
yürüyemez
ayakları tutuk.
bağışla ilhan
öyle ya
senin de kaburgaların kırık.
1982
metin demirtaş
( 1938 - 2014 )
devamını gör...