1.
böyle, sonu yokmuş gibi beklenilen gecelerde daha bir duyumsanan gerçek.
hayat, herkesin uyuduğu uzun bir gece gibi.
hayat, herkesin uyuduğu uzun bir gece gibi.
devamını gör...
2.
saf gerçektir. bunu kendime ne kadar çok hatırlatırsam o kadar genel olarak yaşamak hakkında iyi hissediyorum. bu bir tecrübe, sinema filmine gitmek veya kitap okumak gibi. akışına bırakın çünkü her birimiz öleceğiz ve başka hiçbir şey kalmayacak bize.
devamını gör...
3.
sabahın yedisinde benimde aklıma gelen ve dönüp totmu "aman be hayat zaten boş yat hypnos" diye içimden geçen cümledir kendileri.
devamını gör...
4.
doldurmak senin elinde kardeş. ister sayfa gibi karala, ister bardak doldurur gibi doldur. evet, hayat boş mesele sen ne kadar doldurdun? ha!
devamını gör...
5.
(bkz: kuran'da yazıyor)
devamını gör...
6.
bu gibi konularda yazmama kararı aldım açıkçası. çünkü kimseye neyi nasıl yapacağını söyleme haddini kendime yakıştıramıyorum artık pek. insan kendisi için en iyisini bilir ve bu bir yalandır. ama öyle. kişi neyi hak ediyorsa onu yaşamalı. zulüm azalmalı böylece. hak etmediğin bir şey iyi ve kötü fark etmiyor sana zulümdür. taht hakikaten kral gibi yaşamış birinin altına serilmeli. yüksek fikirler de sadece duymak isteyenlere söylenmeli. niçe diyor ya; "ben bu kulaklara göre bir ağız değilim" diye. bu cümle kolay kurulmuş olamaz.
ben yine de hayatın boş olduğunu sanmıyorum. bilakis hayat diğer her şeyden daha adildir. kötü şeyler yaşayan insanların biçoğu seçimlerinin kurbanıdırlar. bilinçsizliklerinin. cehaletlerinin. siz yokuş aşağı giderken bir allah kulu çıkıp; "hey bak dur" dememiş olamaz. "yapma o insan iyi biri değil" diyen biri muhakkak vardır. "bu iş seni batırır" da denmiştir biçoğunuza. ya, "aman çocuğum dikkat et" de mi denmedi? kişi refikinden azar? o da mı değil.
ama tabii maalesef senelerdir insanlığa pompalanan nihilizmin bir sonucu bu. dünyanın tehlikelerle dolu olduğu yalanına çok inandınız. herkes düşmanınızdı. sizi hiç sevmediler. hiç önemsemediler güya... tek gerçek şu; sizler kandırıldınız. sizi kandırdılar. sizi hakikaten aldattılar. uyuştunuz. biçoğunuz çoktan vazgeçti. biçoğunuz da öylesine takılıyor. uyuyor uyanıyor ve hepsi bu. saçma ilişkiler, geçici arkadaşlıklar, birbirini körelten riya dolu insanlar, müthiş bir entrika, müthiş bir donukluk... prensler ve prensesler. çok yüksekte, güya çok kıymetli, çok mış gibi, çok muş gibi, çok gibi. ama hiç gerçek değil. gününüz sürüklenerek geçiyor. belki alışveriş yaparak tatmin oluyorsunuzdur biraz? o tişört seni olduğundan daha güzel gösterir. o çantayı almazsan gerçekten ölürsün. ya da çok eğlenceli diziler izleyerek günü doldurmalısın? "kalabalıklar içindeki yalnızlığınızı" güya törpüleyen ve size sahte bir korunaklı alan yaratan çok çilekeş kankileriniz vardır ve daha ne olsun? insan daha ne ister ki? hadi şimdi gidip berke'nin neden online olduğunu ama sana yazmadığını düşün. melisa'nın tam bir kaşar olduğuna ikna etmek için sigara dumanı sinmiş köhne kafedeki arkadaşlarına saatlerini ayır.
ama bigün yukarı doğru bakacaksın. "zirve" denen bir yer vardır. "tanrılar dağı." orada çok yorgun ama mutlu insanlar var. seni görmek için aşağı bakmaları bile yetmiyor. çok ama çok sağlam bir dikkat de lazım istatistikten başka hiçbir şey olmayan kafa'nın sayılabilmesi için. al sana kalabalıklar ve içindeki yalnızlık. kösnül vs. çok seversiniz böyle kelimeleri.
insanın yüksek değerler üreteme gayesi tümüyle imha edildi. saçma sapan uğraşlarla geçirilen bir ömrün tatmin edici hiçbir tarafı yok ve olmayacak. ancak yüksek değerler etrafına örgütlenmiş bir bilinçli hal bizi kurtarır. bizden sonra da hayatın devam edeceği bilgisiyle barışıp üretimde olmak, üretimde kalmak gerekiyor. düşüş kalkışlar tabii ki de yaşanır. insan akışkan bir mahluk ama akışkanlığını belli başlı doğrularla sınırlandırarak kendini toparlayabilir. binlerce birbirini takip eden gün yaşıyoruz, iyi ve kötü. tümü bir büyük; "ben"in yaratılması için bizim tarafımızda çalışıyor çok dipte bir yerde. keşke'leri iyi ki'ye dönüştürme becerimiz var ama keşkeler arttıkça mutsuzluk ihtimalimiz de artıyor. her geçen gün gençleşmiyor yaşlanıyoruz. her geçen gün biraz daha azalan birçok şeye maruz kalıyoruz. korunması gereken milyonlarca büyük küçük duygumuz ve yapıp etmelerimizden öğrendiğimiz pratikler var. genel amacımız mutluluktan ziyade ödev bilinciyle üretime katkı sağlamak olmalı. bu üretim her tür ve şartta ve sonuçta gözlemlenebilmeli. her şeyin artırılmış bir formunu hayata geri vermek zorundayız.
"alma-verme dengesi" diye bir şey var. tümden sizi sömüren bir kuyuya hayat boyu yatırım yaparsanız mutlu olmanız mümkün değildir. bu kuyu herkes ve her şey olabilir. sonuçlar alabiliyor olmanız gerekir günün sonunda ya da gün içinde. hayat zor ve daha da zorlaşacak yaşınız ilerledikçe. çocuk aklıyla doğru hamleler yapan insanlar bugün müthiş bir haz yaşıyorlar. o yıllardan bu yıllara çok şey biriktirdiler. çok çalıştılar. hayatın boş ve boşuna taraflarıyla çok erken yüzleşip buna karşı bir önlem aldılar. bu insanlar salak değildi. salak olmadıklarının kanıtı onlarla aramızda fark. tümden zirveye oynayan, kendini asker disipliniyle bir şeylere hazırlayan, yaralarını seven, akışkan, gücünü zulüm için yalan dolan için manipülasyon için harcamayan insanlar var.
bir insan otuzuna kadar çok ama çok ve çok çalışmalı. otuza kadar ne yaparsa kar kalacak yanına. otuzdan sonra artık inşa ettiği benliğinin keyfini sürebilir. hak etti. ama otuz mühim bir kırılma. ben bazen çok acıyorum. görüyorum ve acıyorum. ziyan edilmiş hayatları, potansiyelleri, imkanları görüyorum. canım yanıyor. hakikaten tokatlayasım geliyordu eskiden bu insanları ama artık sanırım umursamıyorum. umursayamıyorum ya da. geçti o isteğim. herkes o masanın etrafına oturduğunda kendi keşkesini konuşacak. yalandan bir; "mutluyum"a sığınanları hemen anlarsınız. sığ ve sahtedirler. kendine bunu yapan birine saygı duyulamaz. acıktım. zaten saçma meseleler bunlar. takılmayın siz. aynen devam.
ben yine de hayatın boş olduğunu sanmıyorum. bilakis hayat diğer her şeyden daha adildir. kötü şeyler yaşayan insanların biçoğu seçimlerinin kurbanıdırlar. bilinçsizliklerinin. cehaletlerinin. siz yokuş aşağı giderken bir allah kulu çıkıp; "hey bak dur" dememiş olamaz. "yapma o insan iyi biri değil" diyen biri muhakkak vardır. "bu iş seni batırır" da denmiştir biçoğunuza. ya, "aman çocuğum dikkat et" de mi denmedi? kişi refikinden azar? o da mı değil.
ama tabii maalesef senelerdir insanlığa pompalanan nihilizmin bir sonucu bu. dünyanın tehlikelerle dolu olduğu yalanına çok inandınız. herkes düşmanınızdı. sizi hiç sevmediler. hiç önemsemediler güya... tek gerçek şu; sizler kandırıldınız. sizi kandırdılar. sizi hakikaten aldattılar. uyuştunuz. biçoğunuz çoktan vazgeçti. biçoğunuz da öylesine takılıyor. uyuyor uyanıyor ve hepsi bu. saçma ilişkiler, geçici arkadaşlıklar, birbirini körelten riya dolu insanlar, müthiş bir entrika, müthiş bir donukluk... prensler ve prensesler. çok yüksekte, güya çok kıymetli, çok mış gibi, çok muş gibi, çok gibi. ama hiç gerçek değil. gününüz sürüklenerek geçiyor. belki alışveriş yaparak tatmin oluyorsunuzdur biraz? o tişört seni olduğundan daha güzel gösterir. o çantayı almazsan gerçekten ölürsün. ya da çok eğlenceli diziler izleyerek günü doldurmalısın? "kalabalıklar içindeki yalnızlığınızı" güya törpüleyen ve size sahte bir korunaklı alan yaratan çok çilekeş kankileriniz vardır ve daha ne olsun? insan daha ne ister ki? hadi şimdi gidip berke'nin neden online olduğunu ama sana yazmadığını düşün. melisa'nın tam bir kaşar olduğuna ikna etmek için sigara dumanı sinmiş köhne kafedeki arkadaşlarına saatlerini ayır.
ama bigün yukarı doğru bakacaksın. "zirve" denen bir yer vardır. "tanrılar dağı." orada çok yorgun ama mutlu insanlar var. seni görmek için aşağı bakmaları bile yetmiyor. çok ama çok sağlam bir dikkat de lazım istatistikten başka hiçbir şey olmayan kafa'nın sayılabilmesi için. al sana kalabalıklar ve içindeki yalnızlık. kösnül vs. çok seversiniz böyle kelimeleri.
insanın yüksek değerler üreteme gayesi tümüyle imha edildi. saçma sapan uğraşlarla geçirilen bir ömrün tatmin edici hiçbir tarafı yok ve olmayacak. ancak yüksek değerler etrafına örgütlenmiş bir bilinçli hal bizi kurtarır. bizden sonra da hayatın devam edeceği bilgisiyle barışıp üretimde olmak, üretimde kalmak gerekiyor. düşüş kalkışlar tabii ki de yaşanır. insan akışkan bir mahluk ama akışkanlığını belli başlı doğrularla sınırlandırarak kendini toparlayabilir. binlerce birbirini takip eden gün yaşıyoruz, iyi ve kötü. tümü bir büyük; "ben"in yaratılması için bizim tarafımızda çalışıyor çok dipte bir yerde. keşke'leri iyi ki'ye dönüştürme becerimiz var ama keşkeler arttıkça mutsuzluk ihtimalimiz de artıyor. her geçen gün gençleşmiyor yaşlanıyoruz. her geçen gün biraz daha azalan birçok şeye maruz kalıyoruz. korunması gereken milyonlarca büyük küçük duygumuz ve yapıp etmelerimizden öğrendiğimiz pratikler var. genel amacımız mutluluktan ziyade ödev bilinciyle üretime katkı sağlamak olmalı. bu üretim her tür ve şartta ve sonuçta gözlemlenebilmeli. her şeyin artırılmış bir formunu hayata geri vermek zorundayız.
"alma-verme dengesi" diye bir şey var. tümden sizi sömüren bir kuyuya hayat boyu yatırım yaparsanız mutlu olmanız mümkün değildir. bu kuyu herkes ve her şey olabilir. sonuçlar alabiliyor olmanız gerekir günün sonunda ya da gün içinde. hayat zor ve daha da zorlaşacak yaşınız ilerledikçe. çocuk aklıyla doğru hamleler yapan insanlar bugün müthiş bir haz yaşıyorlar. o yıllardan bu yıllara çok şey biriktirdiler. çok çalıştılar. hayatın boş ve boşuna taraflarıyla çok erken yüzleşip buna karşı bir önlem aldılar. bu insanlar salak değildi. salak olmadıklarının kanıtı onlarla aramızda fark. tümden zirveye oynayan, kendini asker disipliniyle bir şeylere hazırlayan, yaralarını seven, akışkan, gücünü zulüm için yalan dolan için manipülasyon için harcamayan insanlar var.
bir insan otuzuna kadar çok ama çok ve çok çalışmalı. otuza kadar ne yaparsa kar kalacak yanına. otuzdan sonra artık inşa ettiği benliğinin keyfini sürebilir. hak etti. ama otuz mühim bir kırılma. ben bazen çok acıyorum. görüyorum ve acıyorum. ziyan edilmiş hayatları, potansiyelleri, imkanları görüyorum. canım yanıyor. hakikaten tokatlayasım geliyordu eskiden bu insanları ama artık sanırım umursamıyorum. umursayamıyorum ya da. geçti o isteğim. herkes o masanın etrafına oturduğunda kendi keşkesini konuşacak. yalandan bir; "mutluyum"a sığınanları hemen anlarsınız. sığ ve sahtedirler. kendine bunu yapan birine saygı duyulamaz. acıktım. zaten saçma meseleler bunlar. takılmayın siz. aynen devam.
devamını gör...
7.
boş. yiyip içip belki üreyip ölüp gidiceksin işte. geriye bişey bıraksan bile öldükten sonra bunun sana bi faydası olmayacak; sadece bıraktığın kişi için olacak...
devamını gör...
8.
yadsınamaz gerçek.
devamını gör...
9.
mezarlıkta yüzüne çarpan gerçek. sabah kalktığında yataktan ve çıktığın evden sanki hiç var olmamışsin gibi, bir an önce ortadan kaldırılması gereken bir atıkmış gibi, birden toprağın altına bırakılacaksın ve geride kalan herşey o an unutulacak...
devamını gör...
10.
en sevdiğin insanı kaybedince anlıyorsun
devamını gör...
11.
bu hissin en çok da sevdiğin kişi tarafından sevilmediğin dönemlerde gelmesi tesadüf olamaz değil mi?
devamını gör...
12.
hayatın boş olduğunu ona yüklediğiniz hiçbir anlamın altını onca çabaya rağmen dolduramadığınızda anlıyorsunuz. bir dakika sonrası için “neden yaşamalıyım?” diye kendi kendinize sorduğunuzda ve bu soruya hiçbir cevap veremediğinizde hayatın boş olduğu gerçeğiyle yüz yüze geliyorsunuz.
devamını gör...