yazar: sabahattin ali
yayım yılı: 1940
günümüzün büyük sorunlarından anlamsızlık, monotonluk, tembellik, gerçekleri görmekten kaçınma isteği gibi konulara, kitabın ana karakteri ömer'in iç diyalogları ile değiniyor usta yazar sabahattin ali. kitabın ikinci teması ise ömer ile macide'nin birbirlerine duydukları sevgi oluyor.
siz siz olun, dışınıza değil içinize kıymet verin. kim bilir, belki içinizdeki şeytan'a rastlarsınız.
yayım yılı: 1940
günümüzün büyük sorunlarından anlamsızlık, monotonluk, tembellik, gerçekleri görmekten kaçınma isteği gibi konulara, kitabın ana karakteri ömer'in iç diyalogları ile değiniyor usta yazar sabahattin ali. kitabın ikinci teması ise ömer ile macide'nin birbirlerine duydukları sevgi oluyor.
siz siz olun, dışınıza değil içinize kıymet verin. kim bilir, belki içinizdeki şeytan'a rastlarsınız.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "kitap var dediler geldik" tarafından 13.11.2020 19:38 tarihinde açılmıştır.
1.
sabahattin ali' nin şaheser eseridir. insanın kendi iç dünyasıyla hesaplaşmasını çok güzel bir dille yazıya dökmüştür. okunması gereken başyapıtlardan bir tanesidir.
devamını gör...
2.
işte bu kitap konuşulur. benim için sabahattin ali'nin en iyi kitabı. şeytan diye isimlendirdiği de karakterin kendi tembelliği ve ihmalkarlığıdır. içimizde sığındığımız bahaneleri yazar çok iyi açığa çıkarmıştır.
devamını gör...
3.
sabahattin ali'nin o kısa ömrüne sığdırdığı güzel eserlerden sadece birisi.
geçmiş, güven verir. gittiğimiz mekanlara tekrar gidip izlediğimiz filmleri tekrar tekrar izlememiz ya da okuduğumuz kitabı bir daha okumayı düşünmemiz bundandır belki de.
içimizdeki şeytan, ya da olduğunu düşündüğümüz şeytan, çok şey düşündürdü bana. sabahattin ali öyle bir yazar ki, sıradan gözüken olayları bile büyük bir titizlikle işleyip bize farklı pencerelerden baktırabiliyor. belki de böylesi daha değerlidir. sıradan ve basit gözüken şeylerin özenle yapılması her zaman daha özeldir. çünkü kimse basit olaylara dikkat etmez, sıradan şeyleri özenle yapmaya gayret göstermez.
karakterlerin ruh tahlilleri çok başarılı, hepsiyle yakın hissedeceğimiz bir yön muhakkak buluyoruz, yani ana karakterlerin dışında yan karakterlerden de öğrenecek çok şey var. ayrıca, kitapta toplum eleştirisi bulunuyor ama ana karakter ömer kendini de eleştirmeyi ihmal etmiyor, ya da kendiyle yüzleşmeyi.. ilk basım yılı 1940 olmasına rağmen hiçbir şey değişmemiş, düşe kalka yine aynı duyguları hissediyor, topluma veya kendimize karşı aynı eleştirilerde bulunuyoruz, ve sabahattin ali bunu bize hissettiren çok önemli bir yazar oluyor.
--- alıntı ---
kalabalık beni sahiden sıktı. ben ikide birde böyle oluyorum, bazen bütün insanları boyunlarına sarılıp öpecek kadar seviyorum, bazen de hiçbirinin yüzünü görmek istemiyorum. bu nefret falan değil... insanlardan nefret etmeyi düşünmedim bile. sadece bir yalnızlık ihtiyacı.
geçmiş, güven verir. gittiğimiz mekanlara tekrar gidip izlediğimiz filmleri tekrar tekrar izlememiz ya da okuduğumuz kitabı bir daha okumayı düşünmemiz bundandır belki de.
içimizdeki şeytan, ya da olduğunu düşündüğümüz şeytan, çok şey düşündürdü bana. sabahattin ali öyle bir yazar ki, sıradan gözüken olayları bile büyük bir titizlikle işleyip bize farklı pencerelerden baktırabiliyor. belki de böylesi daha değerlidir. sıradan ve basit gözüken şeylerin özenle yapılması her zaman daha özeldir. çünkü kimse basit olaylara dikkat etmez, sıradan şeyleri özenle yapmaya gayret göstermez.
karakterlerin ruh tahlilleri çok başarılı, hepsiyle yakın hissedeceğimiz bir yön muhakkak buluyoruz, yani ana karakterlerin dışında yan karakterlerden de öğrenecek çok şey var. ayrıca, kitapta toplum eleştirisi bulunuyor ama ana karakter ömer kendini de eleştirmeyi ihmal etmiyor, ya da kendiyle yüzleşmeyi.. ilk basım yılı 1940 olmasına rağmen hiçbir şey değişmemiş, düşe kalka yine aynı duyguları hissediyor, topluma veya kendimize karşı aynı eleştirilerde bulunuyoruz, ve sabahattin ali bunu bize hissettiren çok önemli bir yazar oluyor.
--- alıntı ---
kalabalık beni sahiden sıktı. ben ikide birde böyle oluyorum, bazen bütün insanları boyunlarına sarılıp öpecek kadar seviyorum, bazen de hiçbirinin yüzünü görmek istemiyorum. bu nefret falan değil... insanlardan nefret etmeyi düşünmedim bile. sadece bir yalnızlık ihtiyacı.
devamını gör...
4.
ben de çok ayrı yere sahip olan sabahattin ali kitabı.
2017 yılında ceylan gözlümu ilk gördüğümde kürk mantolu madonna okuyordu.yanina yaklaşıp "çok güzel kitaptır ama gerçek bir sabahattin ali kitabı okumak istiyorsan, içimizdeki şeytanı oku" demistim.o da ertesi gün sınıfa geldiğinde bu kitapla gelmişti yanıma .
-beğendin mi kitabı?
kız-ıııı bilmiyorum ya dili çok ağır geldi.
-oyledir.
bu onunla son konuşmamdı be sözlük.ertesi gün okuldan ayrildi.ayni semtte oturuyoruz.ıki yıldır torbacı kılıklı biriyle.
kitap ise bambaşka bir kitap.
--! spoiler !--
hayatın gerçeklerini günyüzüne vuruyor adeta.ben hiçbir karakteri suçlayamıyorum.ömer de bedri de ve macide de birer kurban benim gözümde.yaşamın kurbanı.
--! spoiler !--
2017 yılında ceylan gözlümu ilk gördüğümde kürk mantolu madonna okuyordu.yanina yaklaşıp "çok güzel kitaptır ama gerçek bir sabahattin ali kitabı okumak istiyorsan, içimizdeki şeytanı oku" demistim.o da ertesi gün sınıfa geldiğinde bu kitapla gelmişti yanıma .
-beğendin mi kitabı?
kız-ıııı bilmiyorum ya dili çok ağır geldi.
-oyledir.
bu onunla son konuşmamdı be sözlük.ertesi gün okuldan ayrildi.ayni semtte oturuyoruz.ıki yıldır torbacı kılıklı biriyle.
kitap ise bambaşka bir kitap.
--! spoiler !--
hayatın gerçeklerini günyüzüne vuruyor adeta.ben hiçbir karakteri suçlayamıyorum.ömer de bedri de ve macide de birer kurban benim gözümde.yaşamın kurbanı.
--! spoiler !--
devamını gör...
5.
sabahattin ali’nin en iyi kitabıdır.ömer’in çatışmaları kendiyle ,aşkıyla,dünyayla çatışmalarını anlatır. ömer güçsüz ve zayıf . macide’ye değil de macide’ye olan aşkına tutunmak istiyor aslında ama ona da tutunamıyor.ömer’in ruhsal değişiklerinin hareketlerine nasıl yansıttığını anlatıyor.
“iyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir.”
“iyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir.”
devamını gör...
6.
sabahattin ali'nin en sevdiğim romanlarından biri. hiçbir şeyin sorumluluğunu alamayan, başına gelen her kötü şeyde başkasını suçlayan bir karakter içerir. ve yazarın karakterleri, olayları işleyişi baya iyidir.
ayrıca evlilik tarzı kurumların ilerlemesi için paraya ihtiyaç olduğunu, iki gönül bir olursa samanlığın seyran olmayacağını da çok güzel işlemiştir.
ayrıca evlilik tarzı kurumların ilerlemesi için paraya ihtiyaç olduğunu, iki gönül bir olursa samanlığın seyran olmayacağını da çok güzel işlemiştir.
devamını gör...
7.
açık ara sabahattin ali'nin en iyi eseridir. toplumsal çelişkileri, yozlaşmayı çok iyi yansıtır eserde üstat, diyaloglar ise anlatılmaz okunur. kürk mantolu madonna 'yı yüceltenler zaten başka bir eserini okumamış ağır romantiklerdir ve yazarın parasız kaldığı bir dönemde, tamamen ticari kaygıyla çok kısa sürede yazdığını bilmiyordur ya da. içimizdeki şeytanları çok iyi anlatan, mutlaka okunması gereken bir eserdir.
devamını gör...
8.
içinde müthiş aforizmalar olan kitap. sabahattin ali çok iyi çıkarımlar yapmış. kitap henüz bitmedi ama hikayeyi de anlamış değilim. cunki kitabın hikayesi beni ilgilendirmiyor. içinde ki felsefik söylemler insanı doyuruyor.
devamını gör...
9.
kitap her anlamda harika bence karakter analizlerini kolay yapabildiğiniz olay örgüsü oldukça kaliteli olduğunu düşündüğüm bir kitap çokta güzel mesajlar verir “ işte iki gözüm, ciltlerle kitabın, saatlerce tefekkürün yapamadığı işi iki kirli kağıt başarır. ”
devamını gör...
10.
2015 yılından bu yana kitaplığımdaki yeri birkaç kere değişmek dışında bir işe yaramayan bir kitaptı, bu süre zarfında kitabı elime birkaç kere aldım, bazen 80 ,bazen 120, bazen ise 20 sayfa okuyup kapattım. bundan 2 sene evvel dedim ki "ulan bu kitabı okuyacam artık hemde sadece üç oturuşta" velhasıl keyifle okudum kitabı. sabahattin ali'nin insan ruhunun içine çok güzel bir şekilde baktığı yaşadığı döneme göre ileri bir bakış açısı ile yazılan bir kitap, içindeki bazı alıntılar insanı derinden etkileme gücüne sahiptir aman dikkat.
devamını gör...
11.
edebî değeri abartılan; politik hesaplaşmanın, maddi çirkinliklerin ve beşerî ahlakın (toplumsal yahut dinî değil, beşerî, yani insani) âdeta protestosunu vazife edinmiş bir yapıt. öteki eserlerinin yanına pek konulmaması gerekir esasında.
devamını gör...
12.
sabahattin ali'nin kitabıdır.aşk ve dram konusunu işlemektedir .toplumsal yapının insan üzerinde etkisini bireyin yalnızlık hissini anlatıyor .güzel bir sabahattin ali kitabıdır fakat eğer sabahatin ali'nin kalemiyle daha önce tanışmadıysanız kürk mantolu madonna ile tanışmanızı tavsiye ederim.
devamını gör...
13.
benim için sabahattin ali'nin en güzel kitabidir. gördüğüm kadarıyla birçok kişi alıntı yapmış fakat altını çizdiğim yerleri paylaşamayacagim kadar sevdiğim bir kitap. hatta macide karakteri ile kendimi çok benzetirim. o kadar çok benzetirim ki sosyal medya kullanırken çoğu hesabım "macidegibi" kullanıcı adına sahipti. ki hala bu ada sahip kullandığım uygulamalar da mevcut. bende yeri çok ayridir ve ne kadar anlatsam da içimdeki hissiyatı anlatamayacagim için lafı uzatmayacagim. okuyun dostlar, bu güzel kitabı okuyun.
devamını gör...
14.
hüsamettin efendinin ümitsizliğini anlatan bölüm, kitaptaki en sevdiğim bölümdür. kitap üzerine işaretleme yapmadığım dönemlerde bu bölümü tekrar okuyabilmek için çok aradım ve bulamamıştım. 184. sayfa olur kendileri.
devamını gör...
15.
bu kitaba macide, ömer, bedri aşk üçgeni çerçevesinden bakarsanız kitaba çok ayıp ve yazık etmiş olursunuz. bu kitap bir aşk hikayesi değildir. eğer o yönden okumuşsanız boşuna okumuşsunuz. kitabın derdi o değil bir kere. fakat yine de aşk hakkında yaptığı tespitler mükemmeldi.
kitap sağlam bir toplumsal eleştiri barındıran, büyük ölçüde siyasi ve sabahattin ali'nin baya baya toplumdan soyutlanma çabasını fakat yapamayışını anlatıyor bence. hele ki atsız ve o siyasi görüşe ince ince dokundurması acayip keyifliydi. (zaten arkadaşı "nihat" aslında atsız'ın takendisi o isim boşuna seçilmemiş) eski iki dostun böyle kanlı bıçaklı olması ve edebi sahnede çarpışmaları büyük haz verdi. kitabın en iyi bölümü benim açımdan veznedarın (ki veznedarın adını hatırlamıyorum bile çünkü iyiler unutulur) tiradıydı. zaman zaman karakterlerin yaptığı diğer tiradlar da çok doyurucuydu. spoiler ibaresi koymuyorum çünkü kitap yahu bu. bitirin öyle gelin başlığa. kitabı okumadan burada işiniz ne?
en ilgimi çeken bölüm ise macide'nin o meşhuur, insanların takım elbiseyle çıktığı beyoğlu'nda bir pasteneye gidişi ve tamamen toplumun o kesiminin dışından bir bakış açısıyla yaptığı gözlemleri idi. o çok çok övülen 1940'ların beyoğlu'su ve sakinleri;
"macide bir şey görecek halde değildi. hem mektep, hem ev işleri ona göz açtırmıyordu. dinlenmek için kendisine kalan kısa zamanlan bile odanın şurasını burasını düzeltmek, ömer'in çamaşırlarıyla meşgul olmak, ufak tefek şeyler yıkamak suretiyle dolduruyordu. biraz da etrafına bakınmak imkânını sabahleyin mektebe giderken ve akşam dönüşte dükkânlara uğrarken bulabiliyordu."
"çok kere cadde üstündeki kibarca bir pastaneye girerek akşam çayı için beş on kuruşluk bisküvi alırdı. satıcı kızlar paket yapıncaya kadar bir iskemlede oturuyor ve etrafındaki kalabalığı seyrediyordu.
[[/alıntı]]
[[alıntı]]
bu pastane iki kısımdı. bir tarafı masalar ve koltuklarla geniş bir pasta salonu, öteki tarafı satış yeriydi. ortadaki uzun ve tezgâh kılıklı bir masanın kenarına bir sürü insan toplanıyor ve gülüşerek ayakta öteberi yiyor ve içiyordu.
[[/alıntı]]
[[alıntı]]
macide altı yedi aydan beri istanbul'da olduğu ve hemen hemen her gün beyoğlu'na çıktığı halde bu tip insanları bu kadar yakından ve bu kadar toplu bir halde görmüş değildi.
[[/alıntı]]
[[alıntı]]
ağzı yarı açık bir halde kenarda bir iskemlenin üzerinde oturuyor ve satıcılar eline paketini verdikten sonra bile uzun zaman orada kalıyordu.
[[/alıntı]]
[[alıntı]]
buraya gelenlerin çoğu on dörtle yirmi beş yaş arasında genç insanlardı. bir balodan yeni fırlamış gibi bin bir çeşit elbise içinde ve gizli bir el tarafından daima gıdıklanıyormuş gibi kıvrılıp fıkırdayarak dondurmalarını yalayan genç kızlar ve suratlarının kaba, küstah ve aptal ifadelerinden sporcu oldukları anlaşılan delikanlılar, vâkıf gözlerle birbirlerini ölçüyorlardı. erkekler mühim miktarını terzilere borçlu oldukları geniş omuzlarından kâh birini, kâh ötekini ileri sürüp mutlak surette bir hiçlik ve zavallılık ifade eden, fakat süzgün olmaya da ayrıca çalışan bakışlarla bu çocuk denecek yaşta boyanmaya ve nefsini arz etmeye başlayan kızlara sokuluyor ve bağıra bağıra konuşuyorlardı. söyledikleri şeylerin ne olduğunu macide tamamıyla işitemiyor, fakat her kelimeden sonra ortalığı saygısızca dolduran kahkahaları fevkalade boş ve ürpertici buluyordu.
[[/alıntı]]
[[alıntı]]
bilhassa kızlara, o zamana kadar görmediği garip mahluklar gibi bakıyordu. suni boyalı ve suni kıvırcık saçlarını bir taraftan bir tarafa fırlatmak için başlarını suni şekilde ve hızla çeviren, suni kırmızı dudaklarını büzerek enteresan olmak ve üçüncü sınıf film yıldızlarına benzemek isteyen, buna rağmen ne kadar biçare oldukları, tesadüfen rolyapmadıkları her anda derhal görünüve- ren bu kızcağızlara karşı içinde samimi bir tecessüs duyuyordu. bir insanın nasıl olup da kendini bu kadar inkâr edebileceğini anlamıyordu. mesela hemen her gün orada görülen ve arkadaşları arasında mühimce mevkii olduğu anlaşılan peri isminde bir kız vardı. ismi sahiden peri miydi, perihan'dan mı çevrilmişti, yoksa büsbütün başka bir şey miydi? macide bunları bilmiyordu. yalnız, pek de aptal olmadığı görülen kızın periliğinden veya insanlığından ortada bir şey kalmamış gibiydi. cebinden çantayı çıkarışı kendi hareketi değildi, pastayı ağzına götürüşü, bir erkeğe lakayt olmak isteyerek el uzatışı, gülmek isteyişi, ciddi olmak isteyişi hep kendine yabancı hareketler, uzun zamandır çalışıldığı halde bir türlü benimsenememiş iğreti tavırlardı.
[[/alıntı]]
[[alıntı]]
ekseriya çiklet çiğneyen ve bunu dilleriyle bir avurtlarından öbürüne naklederken ağızlarına korkunç şekiller vermeyi pek cazip bulan delikanlılar daha az merak vericiydiler... vücutlarının iriliğine göre kendi aralarında itibarları azalıyor veya çoğalıyor ve ekseriya küçük olanlar irilere, yaşa filan bakmayarak “ağabey” diye hitap ediyordu. bu iriler genç kızları hâkim ve bön bir bakışla hemen cezbetmeyi muvafık buldukları halde sıskalar avaz avaz bağırarak konuşmayı ve el şakaları yaparak kahkahalar savurmayı daha alaka verici bir hareket sayıyorlardı."
hep derdim ben çok geç zamanda gelmişim dünya'ya filan da pek de bir fark yokmuş. şunu fark ettim ki aslında hangi zamanda doğarsanız doğun toplum bu şekilde yabancı gelebiliyor demek ki. bu belki de toplumla alakalı değil kişiyle alakalı. ya da toplum her zaman böyle. insan, hayvan genel olarak canlılar böyle demek ki.
kitap sağlam bir toplumsal eleştiri barındıran, büyük ölçüde siyasi ve sabahattin ali'nin baya baya toplumdan soyutlanma çabasını fakat yapamayışını anlatıyor bence. hele ki atsız ve o siyasi görüşe ince ince dokundurması acayip keyifliydi. (zaten arkadaşı "nihat" aslında atsız'ın takendisi o isim boşuna seçilmemiş) eski iki dostun böyle kanlı bıçaklı olması ve edebi sahnede çarpışmaları büyük haz verdi. kitabın en iyi bölümü benim açımdan veznedarın (ki veznedarın adını hatırlamıyorum bile çünkü iyiler unutulur) tiradıydı. zaman zaman karakterlerin yaptığı diğer tiradlar da çok doyurucuydu. spoiler ibaresi koymuyorum çünkü kitap yahu bu. bitirin öyle gelin başlığa. kitabı okumadan burada işiniz ne?
en ilgimi çeken bölüm ise macide'nin o meşhuur, insanların takım elbiseyle çıktığı beyoğlu'nda bir pasteneye gidişi ve tamamen toplumun o kesiminin dışından bir bakış açısıyla yaptığı gözlemleri idi. o çok çok övülen 1940'ların beyoğlu'su ve sakinleri;
"macide bir şey görecek halde değildi. hem mektep, hem ev işleri ona göz açtırmıyordu. dinlenmek için kendisine kalan kısa zamanlan bile odanın şurasını burasını düzeltmek, ömer'in çamaşırlarıyla meşgul olmak, ufak tefek şeyler yıkamak suretiyle dolduruyordu. biraz da etrafına bakınmak imkânını sabahleyin mektebe giderken ve akşam dönüşte dükkânlara uğrarken bulabiliyordu."
"çok kere cadde üstündeki kibarca bir pastaneye girerek akşam çayı için beş on kuruşluk bisküvi alırdı. satıcı kızlar paket yapıncaya kadar bir iskemlede oturuyor ve etrafındaki kalabalığı seyrediyordu.
[[/alıntı]]
[[alıntı]]
bu pastane iki kısımdı. bir tarafı masalar ve koltuklarla geniş bir pasta salonu, öteki tarafı satış yeriydi. ortadaki uzun ve tezgâh kılıklı bir masanın kenarına bir sürü insan toplanıyor ve gülüşerek ayakta öteberi yiyor ve içiyordu.
[[/alıntı]]
[[alıntı]]
macide altı yedi aydan beri istanbul'da olduğu ve hemen hemen her gün beyoğlu'na çıktığı halde bu tip insanları bu kadar yakından ve bu kadar toplu bir halde görmüş değildi.
[[/alıntı]]
[[alıntı]]
ağzı yarı açık bir halde kenarda bir iskemlenin üzerinde oturuyor ve satıcılar eline paketini verdikten sonra bile uzun zaman orada kalıyordu.
[[/alıntı]]
[[alıntı]]
buraya gelenlerin çoğu on dörtle yirmi beş yaş arasında genç insanlardı. bir balodan yeni fırlamış gibi bin bir çeşit elbise içinde ve gizli bir el tarafından daima gıdıklanıyormuş gibi kıvrılıp fıkırdayarak dondurmalarını yalayan genç kızlar ve suratlarının kaba, küstah ve aptal ifadelerinden sporcu oldukları anlaşılan delikanlılar, vâkıf gözlerle birbirlerini ölçüyorlardı. erkekler mühim miktarını terzilere borçlu oldukları geniş omuzlarından kâh birini, kâh ötekini ileri sürüp mutlak surette bir hiçlik ve zavallılık ifade eden, fakat süzgün olmaya da ayrıca çalışan bakışlarla bu çocuk denecek yaşta boyanmaya ve nefsini arz etmeye başlayan kızlara sokuluyor ve bağıra bağıra konuşuyorlardı. söyledikleri şeylerin ne olduğunu macide tamamıyla işitemiyor, fakat her kelimeden sonra ortalığı saygısızca dolduran kahkahaları fevkalade boş ve ürpertici buluyordu.
[[/alıntı]]
[[alıntı]]
bilhassa kızlara, o zamana kadar görmediği garip mahluklar gibi bakıyordu. suni boyalı ve suni kıvırcık saçlarını bir taraftan bir tarafa fırlatmak için başlarını suni şekilde ve hızla çeviren, suni kırmızı dudaklarını büzerek enteresan olmak ve üçüncü sınıf film yıldızlarına benzemek isteyen, buna rağmen ne kadar biçare oldukları, tesadüfen rolyapmadıkları her anda derhal görünüve- ren bu kızcağızlara karşı içinde samimi bir tecessüs duyuyordu. bir insanın nasıl olup da kendini bu kadar inkâr edebileceğini anlamıyordu. mesela hemen her gün orada görülen ve arkadaşları arasında mühimce mevkii olduğu anlaşılan peri isminde bir kız vardı. ismi sahiden peri miydi, perihan'dan mı çevrilmişti, yoksa büsbütün başka bir şey miydi? macide bunları bilmiyordu. yalnız, pek de aptal olmadığı görülen kızın periliğinden veya insanlığından ortada bir şey kalmamış gibiydi. cebinden çantayı çıkarışı kendi hareketi değildi, pastayı ağzına götürüşü, bir erkeğe lakayt olmak isteyerek el uzatışı, gülmek isteyişi, ciddi olmak isteyişi hep kendine yabancı hareketler, uzun zamandır çalışıldığı halde bir türlü benimsenememiş iğreti tavırlardı.
[[/alıntı]]
[[alıntı]]
ekseriya çiklet çiğneyen ve bunu dilleriyle bir avurtlarından öbürüne naklederken ağızlarına korkunç şekiller vermeyi pek cazip bulan delikanlılar daha az merak vericiydiler... vücutlarının iriliğine göre kendi aralarında itibarları azalıyor veya çoğalıyor ve ekseriya küçük olanlar irilere, yaşa filan bakmayarak “ağabey” diye hitap ediyordu. bu iriler genç kızları hâkim ve bön bir bakışla hemen cezbetmeyi muvafık buldukları halde sıskalar avaz avaz bağırarak konuşmayı ve el şakaları yaparak kahkahalar savurmayı daha alaka verici bir hareket sayıyorlardı."
hep derdim ben çok geç zamanda gelmişim dünya'ya filan da pek de bir fark yokmuş. şunu fark ettim ki aslında hangi zamanda doğarsanız doğun toplum bu şekilde yabancı gelebiliyor demek ki. bu belki de toplumla alakalı değil kişiyle alakalı. ya da toplum her zaman böyle. insan, hayvan genel olarak canlılar böyle demek ki.
devamını gör...
16.
sabahattin ali'nin sanırım en köşede kalmış kitabı denebilir. bu yüzden benim için okuması daha hevesli olmuştur. kafamda kesinkes canlandırıp orada hissettiğim bir an vardır ki, macide'nin ömer ile birlikte kaçtığı akşam. birlikte neredeyse hiç konuşmadan yürüyüp sandala binmeleri, denize açılmaları... denizin üzerinde dalgalanan o ilerideki ışıkların küçük parıltılarıyla birlikte ikisinin de kafasından geçen düşünceler, korkular ve ortamın da sağladığı hafiften huzur. sanırım içindeki felsefi söylemleri geçersek, kitapta en beğendiğim nokta buydu.
devamını gör...
17.
sabahattin ali'nin tüm eserlerini severek okumuş biri olarak favorim olan kitap. yazarın yaptığı ruhsal analizleri çok başarılı buldum. olay örgüsüyle de beni etkisi altına alan harika bir eserdi. okumasını tavsiye ettiğim arkadaşım sıkıcı bulduğu için yarım bırakarak kalbimi kırmıştır.
devamını gör...
18.
herkes kürk mantolu madonna'yı yere göğe sığdıramazken kendi adıma sabahattin ali 'nin üslup,alt metin, analizler ,altı çizilesi kısımlar ile açık ara en övgüyü hak eden ,kalite kokan baştacı kitabı.
devamını gör...
19.
bugün bitirdim. kürk mantolu madonna ve kuyucaklı yusuf kadar akıcı, insanı içine çeken bir roman değil ama verdiği mesajlar güzel, karakterlerin ruh hallerini başarıyla yansıtmış iyi bir tecrübe oldu benim için
devamını gör...
20.
gerçekten harika bir kitaptır. aşkın bir yalan, heves, yansıma, yanılsama; artık ne derseniz, olduğunu resmen bir tokat gibi yüzümüze çarpar aşk temalı binbir kitap yazıp doyamamış ve şiire de el atmış ama yine de doyamamış romantik yazarların aksine. yine romantik yazarların aksine yazarı gönlümü fethetmeyi başarmıştır. ne ironik değil mi?
devamını gör...