yazar: sabahattin ali
yayım yılı: 1940
günümüzün büyük sorunlarından anlamsızlık, monotonluk, tembellik, gerçekleri görmekten kaçınma isteği gibi konulara, kitabın ana karakteri ömer'in iç diyalogları ile değiniyor usta yazar sabahattin ali. kitabın ikinci teması ise ömer ile macide'nin birbirlerine duydukları sevgi oluyor.
siz siz olun, dışınıza değil içinize kıymet verin. kim bilir, belki içinizdeki şeytan'a rastlarsınız.
yayım yılı: 1940
günümüzün büyük sorunlarından anlamsızlık, monotonluk, tembellik, gerçekleri görmekten kaçınma isteği gibi konulara, kitabın ana karakteri ömer'in iç diyalogları ile değiniyor usta yazar sabahattin ali. kitabın ikinci teması ise ömer ile macide'nin birbirlerine duydukları sevgi oluyor.
siz siz olun, dışınıza değil içinize kıymet verin. kim bilir, belki içinizdeki şeytan'a rastlarsınız.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "kitap var dediler geldik" tarafından 13.11.2020 19:38 tarihinde açılmıştır.
61.
içimizdeki şeytanı inkar etmek yerine onu bütün iğrençliğiyle kabul edip onunla savaşmamız gerektiğini bize öğreten tokat gibi kitap.
o şeytanı hepimiz içimizde taşıyoruz ve maalesef bazılarımız onunla savaşacak iradeyi taşımayacak şekilde yaratılmıştır. onları da kınamayın, kişilik bozuklukları insanın kendi iradesiyle seçtiği şeyler değildir.
o şeytanı hepimiz içimizde taşıyoruz ve maalesef bazılarımız onunla savaşacak iradeyi taşımayacak şekilde yaratılmıştır. onları da kınamayın, kişilik bozuklukları insanın kendi iradesiyle seçtiği şeyler değildir.
devamını gör...
62.
sabahattin ali'nin yazmış olduğu 267 sayfalık roman olup ömer ve macide karakterlerinin yaşamı ile insanın içindeki şeytana değindiği kitap olduğu söylenebilir.
1940 yılında yayınlanmıştır.
macide'nin muhafazakar olduğunu hatırlar gibiyim.

kalabalık beni sahiden sıktı. ben ikide birde böyle oluyorum, bazen bütün insanları boyunlarına sarılıp öpecek kadar seviyorum, bazen de hiçbirinin yüzünü görmek istemiyorum. bu nefret falan değil... insanlardan nefret etmeyi düşünmedim bile. sadece bir yalnızlık ihtiyacı.
1940 yılında yayınlanmıştır.
macide'nin muhafazakar olduğunu hatırlar gibiyim.

kalabalık beni sahiden sıktı. ben ikide birde böyle oluyorum, bazen bütün insanları boyunlarına sarılıp öpecek kadar seviyorum, bazen de hiçbirinin yüzünü görmek istemiyorum. bu nefret falan değil... insanlardan nefret etmeyi düşünmedim bile. sadece bir yalnızlık ihtiyacı.
devamını gör...
63.
kitaptaki ömer karakteri alabildiğine sıkılan bir adam. yaptığı yanlışlara kılıfı hazır. içimizdeki şeytan. tembel biri. ara ara yaşama tutunmakla ilgli adımlar atıyor ama kısa süre sonra beyhude bir çabanın içinde olduğunu farkedip bırakıyor tutunmayı. macide'nin aşkına sıkı sıkıya sarılması da bundan, aşktan değil. gene de severim bu karakteri.
devamını gör...
64.
ömer, yanlış insan olduğunu düşünerek ayrılır hayatından macide'nin. yaptıklarının, söylediklerinin, çizdiklerinin yanlış olduğunu düşünür ömer. yanlış insan yoktu belki de hikayede, yanlış aşk vardı...
"...daha yazacak birçok şeyler aklıma geliyor... ne faydası var?.. oturup saatlerce konuşsak gene bitecek gibi değil."
devamını gör...
65.
yeni bosanmıstım. eksiden bi cocukla mesajlasmısttık biraz.
sonra kahve icmek icin bulusmustuk.
o gun bu kitabı hediye etmisti bana.
satranc filan oynamıstık, ben yenmistim.
olaysız evlere dagılmıstık. baslarda agırdan almayı severim de.
sonra ogrendim ki serefsiz en samimi arkadaslarımdan birinin eski fanfinifonuymus, ikimize aynı anda yazıyormus.
engelledim tabi her yerden hemen.
velhasılı bu kitabın cok methini duydum. cok sefer de cantamda okunacak diye gitti geldi. okumak kısmet olmadı. bir gun elbet..
benim favori sabahattin ali eserim: degirmen.
sonra kahve icmek icin bulusmustuk.
o gun bu kitabı hediye etmisti bana.
satranc filan oynamıstık, ben yenmistim.
olaysız evlere dagılmıstık. baslarda agırdan almayı severim de.
sonra ogrendim ki serefsiz en samimi arkadaslarımdan birinin eski fanfinifonuymus, ikimize aynı anda yazıyormus.
engelledim tabi her yerden hemen.
velhasılı bu kitabın cok methini duydum. cok sefer de cantamda okunacak diye gitti geldi. okumak kısmet olmadı. bir gun elbet..
benim favori sabahattin ali eserim: degirmen.
devamını gör...
66.
bir sabahattin ali eseri.
sabahattin ali nin en iyi eseri oldugu dusuncesinde cok insan bulursunuz.
ama benim icin ne maria puder dir, ne icimizdeki seytan dır en iyi eseri; degirmen dir.
beslenmeyen en buyuk askların bile tukenecegini unutmamaya..
---spoiler----
“içimizde şeytan yok... içimizde aciz var... tembellik var... iradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var.."
**
“birbirimize rastlamadan evvelki hayatımız sahiden birbirimizi aramaktan başka bir şey değilmiş... ne aradığımızı bilmeden aramak... şimdi içim rahat, aradığını bulan ve başka bir şey istemeyen biri gibi sükunet içindeyim... dünyada bundan büyük bir saadet olur mu?”
**
“sana nasıl anlatabilirim.'ilk görüşte deli gibi aşık oldum,yanıyorum,tutuşuyorum!'gibi laflar mı söyleyeyim.fakat işin tuhaf yanı bunlardan başka da söyleyecek sözüm yok.”
**
“kalabalık beni sahiden sıktı. ben ikide birde böyle oluyorum, bazen bütün insanları boyunlarına sarılıp öpecek kadar seviyorum, bazen de hiçbirinin yüzünü görmek istemiyorum. bu nefret filan değil… insanlardan nefret etmeyi düşünmedim bile… sadece bir yalnızlık ihtiyacı. öyle günlerim oluyor ki, etrafımdan küçük bir hareket, en hafif bir ses bile istemiyorum. fakat sonra birdenbire etrafımda bana yakın birilerini arıyorum. bütün bu beynimde geçenleri teker teker, uzun uzun anlatacak birini. o zaman nasıl hazin bir hal aldığımı tasvir edemezsiniz. kış günü sokağa atılmış bir kedi gibi kendimi zavallı hissediyorum.”
**
“iyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir.”
**
“aralarında aynı haksızlığa uğrayan iki kişinin yakınlığı teessüs etmeye başlamıştı”
**
“hiçbiri insanı insan yapan şeyin şahsiyet olduğunu, bütün ilimlerin, bütün tecrübelerin yalnız bunu temine yaradığını anlamamıştır.”
**
“ben daha çok kendi içimde yaşayan bir insanım... bunun için size nazaran birkaç misli fazla yaşamış sayılırım.”
**
“içimizde şeytan var... can kırıkları var. nefret var, yalanlar var... bir yanımız bizi çoktan terk etmiş, kaçıyor... melankoli ve hüsran var..”
**
“sana kızgın değilim.sana kızmayacak kadar seni iyi tanıyorum.sonra seni seviyorum.neden sevdiğimi bilmeden seviyorum.bu sevgiyi her gittiğim yere beraber götüreceğim. allahaısmarladık.”
---spoiler----
sabahattin ali nin en iyi eseri oldugu dusuncesinde cok insan bulursunuz.
ama benim icin ne maria puder dir, ne icimizdeki seytan dır en iyi eseri; degirmen dir.
beslenmeyen en buyuk askların bile tukenecegini unutmamaya..
---spoiler----
“içimizde şeytan yok... içimizde aciz var... tembellik var... iradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var.."
**
“birbirimize rastlamadan evvelki hayatımız sahiden birbirimizi aramaktan başka bir şey değilmiş... ne aradığımızı bilmeden aramak... şimdi içim rahat, aradığını bulan ve başka bir şey istemeyen biri gibi sükunet içindeyim... dünyada bundan büyük bir saadet olur mu?”
**
“sana nasıl anlatabilirim.'ilk görüşte deli gibi aşık oldum,yanıyorum,tutuşuyorum!'gibi laflar mı söyleyeyim.fakat işin tuhaf yanı bunlardan başka da söyleyecek sözüm yok.”
**
“kalabalık beni sahiden sıktı. ben ikide birde böyle oluyorum, bazen bütün insanları boyunlarına sarılıp öpecek kadar seviyorum, bazen de hiçbirinin yüzünü görmek istemiyorum. bu nefret filan değil… insanlardan nefret etmeyi düşünmedim bile… sadece bir yalnızlık ihtiyacı. öyle günlerim oluyor ki, etrafımdan küçük bir hareket, en hafif bir ses bile istemiyorum. fakat sonra birdenbire etrafımda bana yakın birilerini arıyorum. bütün bu beynimde geçenleri teker teker, uzun uzun anlatacak birini. o zaman nasıl hazin bir hal aldığımı tasvir edemezsiniz. kış günü sokağa atılmış bir kedi gibi kendimi zavallı hissediyorum.”
**
“iyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir.”
**
“aralarında aynı haksızlığa uğrayan iki kişinin yakınlığı teessüs etmeye başlamıştı”
**
“hiçbiri insanı insan yapan şeyin şahsiyet olduğunu, bütün ilimlerin, bütün tecrübelerin yalnız bunu temine yaradığını anlamamıştır.”
**
“ben daha çok kendi içimde yaşayan bir insanım... bunun için size nazaran birkaç misli fazla yaşamış sayılırım.”
**
“içimizde şeytan var... can kırıkları var. nefret var, yalanlar var... bir yanımız bizi çoktan terk etmiş, kaçıyor... melankoli ve hüsran var..”
**
“sana kızgın değilim.sana kızmayacak kadar seni iyi tanıyorum.sonra seni seviyorum.neden sevdiğimi bilmeden seviyorum.bu sevgiyi her gittiğim yere beraber götüreceğim. allahaısmarladık.”
---spoiler----
devamını gör...
67.
içimizdeki şeytan, sabhattin ali’nin bir türlü okuma fırsatı bulamadığım kitabıydı. açıkçası özellikle hayatımın şu döneminde okumak bana çok iyi geldi. kendi hayatım ve çevrem üzerine uzun uzun düşünme fırsatı buldum. fakat bunlara değinmeden önce kısaca kitabın konusundan biraz bahsedeyim.
baş karakterimiz ömer, vapurda arkadaşı ile giderken bir kızı görüp aniden aşık oluyor. aşık olduğu kız da uzaktan bir akrabasının yanında kalan macide. macide’nin ailesi istanbul’da değil bu nedenle macide bir akrabasının yanında sığıntı gibi kalıyor. en sonunda bu durum canına tak ediyor. vapurda tanıştığı ve o zamandan beri sık sık görüştüğü ömer ile birlikte olmaya karar veriyor. biz de bu birlikteliği ve bu insanların başına gelenleri okuyoruz.
aslında romanda dönemin toplumsal yapısını ve baş kahramanların karakterlerini detaylı bir şekilde sorguluyoruz. öncelikle ömer, günübirlik yaşayan, sonunu düşünmeden ani kararlar alan ve işler ters gidince suçu başkasına atan zayıf karakterli bir kişi. hatta bu durum o kadar ileri bir seviyede ki kendi hataları sebebi ile içindeki şeytanı suçlamaya başlıyor. macide ise akrabalarından uzak durmaya çalışan, kendi kararlarını vermekten çekinmeyen, güçlü bir karakter olarak tasvir edilmiş. hatta ömer’in aksine kendi hayatının kontrolünü ele alıp yeni kararlar verebiliyor ve başına gelenlerin sorumluluğunu kabul ediyor. ayrıca ömerin arkadaş çevresi üzerinden sahte bir entelektüel grup görüyoruz. bunların da ne kadar yozlaşmış ve boş insanlar olduğunu farkediyoruz. sabahattin ali burada hem baş kahramanları hem de kendini aydın olarak gören bu sahte entelektüelleri ciddi bir şekilde eleştiriyor.
bu eserde, içimizdeki şeytan metaforunu oldukça beğendim. gerçek hayatta bazen bizler de başımıza gelen şeylerin veya aldığımız kararların sorumluluğundan kaçmak için başkalarını veya bir nevi içimizdeki şeytanı suçluyoruz. fakat kendi hayatımızın sorumluluğunu üstlenmeli ve bu konuda bilinçli olmalıyız. zaten bu nedenle eseri okurken ben gerçek hayatta ömer gibi miyim yoksa macide gibi miyim diye kendimi düşündüm hep. ayrıca yanlış arkadaş çevresi ve içerisinde yaşadığımız toplumun bizim üzerimizde yarattığı etki de eserde güzel bir şekilde irdelenmiş.
hala okumadıysanız bu muhteşem eseri bir an önce okumanızı tavsiye ederim.
baş karakterimiz ömer, vapurda arkadaşı ile giderken bir kızı görüp aniden aşık oluyor. aşık olduğu kız da uzaktan bir akrabasının yanında kalan macide. macide’nin ailesi istanbul’da değil bu nedenle macide bir akrabasının yanında sığıntı gibi kalıyor. en sonunda bu durum canına tak ediyor. vapurda tanıştığı ve o zamandan beri sık sık görüştüğü ömer ile birlikte olmaya karar veriyor. biz de bu birlikteliği ve bu insanların başına gelenleri okuyoruz.
aslında romanda dönemin toplumsal yapısını ve baş kahramanların karakterlerini detaylı bir şekilde sorguluyoruz. öncelikle ömer, günübirlik yaşayan, sonunu düşünmeden ani kararlar alan ve işler ters gidince suçu başkasına atan zayıf karakterli bir kişi. hatta bu durum o kadar ileri bir seviyede ki kendi hataları sebebi ile içindeki şeytanı suçlamaya başlıyor. macide ise akrabalarından uzak durmaya çalışan, kendi kararlarını vermekten çekinmeyen, güçlü bir karakter olarak tasvir edilmiş. hatta ömer’in aksine kendi hayatının kontrolünü ele alıp yeni kararlar verebiliyor ve başına gelenlerin sorumluluğunu kabul ediyor. ayrıca ömerin arkadaş çevresi üzerinden sahte bir entelektüel grup görüyoruz. bunların da ne kadar yozlaşmış ve boş insanlar olduğunu farkediyoruz. sabahattin ali burada hem baş kahramanları hem de kendini aydın olarak gören bu sahte entelektüelleri ciddi bir şekilde eleştiriyor.
bu eserde, içimizdeki şeytan metaforunu oldukça beğendim. gerçek hayatta bazen bizler de başımıza gelen şeylerin veya aldığımız kararların sorumluluğundan kaçmak için başkalarını veya bir nevi içimizdeki şeytanı suçluyoruz. fakat kendi hayatımızın sorumluluğunu üstlenmeli ve bu konuda bilinçli olmalıyız. zaten bu nedenle eseri okurken ben gerçek hayatta ömer gibi miyim yoksa macide gibi miyim diye kendimi düşündüm hep. ayrıca yanlış arkadaş çevresi ve içerisinde yaşadığımız toplumun bizim üzerimizde yarattığı etki de eserde güzel bir şekilde irdelenmiş.
hala okumadıysanız bu muhteşem eseri bir an önce okumanızı tavsiye ederim.
devamını gör...
68.
içimizde biri mi var, yoksa acizliğimizden midir hepsi?
ettiği kabahatleri, kendi içinde bir şeytan olduğuna inanıp ona yüklemekte buldu ömer. peki ya bizler? mücrimi kimdi kabahatlerimizin? insan kendini böyle mi avutuyordu?
çok farklı bir konusu olmamakla beraber, yazarın anlatımıyla muhteşem bir şekilde saran, oldukça akıcı bir eserdi. yazarımız, sabahattin ali, diğer kitaplarında olduğu gibi, bu eserinde de sosyal noksanlıklarımıza öyle ince detaylarla değiniyor ki insan, "ben de mi böyleyim?" diye düşünüp iç sesleriyle baş başa kalıyor.
ömer'in kendi tembelliğine, isteksizliğine ve iradesizliğine verdiği addı “şeytan.” içimizdeki şeytandı o… macide ise ömer’in ilk konuşmasından etkilenmiş, evliliği boyunca da hayalinde kurduğu adamı sevmişti. ömer’in düştüğü her yerde, onu tıpkı bir çocuğu sever gibi sevdi. hep onu değiştirebileceğine inanmıştı. oysa macide, o evin kapısından içeri girmeden önce de tanımıştı aslında onu.
"ilk görüştüğümüz gün, beni tanımadan, dinleyip dinlemeyeceğini bile bilmeden ne kadar çok konuşmuştu…"
macide’nin ilişkisinin kalben-ruhen bittiğine inandığı an, düşündükleriydi bunlar.
"kendimi bırakmak ve ne olursa olsun karışmamak… gönlümün onlarla hiçbir ilişiği kalmadığını gösteren his..."
insan sevmeyi bırakınca gelen o his... ne olursa olsundu.. aşıklar arasında, muhabbeti olan iki insan arasında, bahsedilen o görünmez ipler…
macide artık ömer'e ait hissedemiyor, onunla bir bağının olduğuna inanmıyordu. o ana kadar bile "ne için seviyorum?" demeyen macide, sevgisini değil, savaşını kaybetti. yine de onu seveceğine, hep seveceğine olan inancıyla beraber uzaklaştı. "neyi bu kadar bekliyor?" diye kalbim sıkışa sıkışa okuduğum sayfalar beni de bir boşluğa itiverdi. içimizde bir şeytan olduğuna inansaydım, o boşluk dolar mıydı acaba?
ancak, hepimizin içinde o şeytan yok mu? her birimiz farklı isimler veririz şeytanlarımıza.
"halbuki, ne şeytanı azizim? ne şeytana? bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması… içimizdeki şeytan, pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu… içimizde şeytan yok, içimizde acizlik var...tembellik var... iradesizlik, bilgisizlik var ve bunların hepsinden daha korkuncu; hakikatleri görmekten kaçma itiyadı var."
işte tam şimdi doldu o boşluk. içimdeki şeytan, hakikati görmemden kaçıyor. o benim. o, benim… ben de kaçıyorum hakikatlerden. hakikatin vereceği haberin beni sarsabileceğinden… çoğu zaman "yorgunum." deyip saatlerce yatarım. "hevesim yok." deyip içimde yanan minik ışıkları da söndürür, kaçarım.
bildiğim ve artık tecrübe edindiğim de şudur ki: içimizdeki şeytan bizleri yalnızlığa sürüklüyor. çevremizdeki insanları uzaklaştırıyor. sana güvenenleri ve bunu başarabileceğine inanan dostlarını ümitsizliğe düşürüyor. hatta mutluluğu kaçırıyor. en sonunda yalnızlık, sımsıkı kenetlenir. kaçınılmazdır.
"kim bilir, belki uzak bir günde, büsbütün başka insanlar olarak tekrar karşılaşırız. ve belki gülüşerek birbirimize ellerimizi uzatırız."
tüm her şeyini, hem de en çok sevdiğim macide’sini bırakıp iyileşmek için, teessürden ziyade hiçbir şey veremediği insanlardan uzaklaştı. dinleyip dinlemeyeceğini bile bilmeden, hiç duraksamadan uzun uzun aşkını anlatan ömer, evlendiğinde söyleyecek tek kelime bile bulamamıştı. ve şimdi de çok sevdiği macide’sinden uzaklaşıyordu. içindeki şeytan, en sonunda ömer’i onsuzluğa mahkûm etmişti.
sadece sevmek yetmemişti.
aslında, üstüne saatlerce konuşulabilecek bir kitap…
sadece aşk üzerine ve iki karakter üzerinden de düşünmemek gerekir.
bedri karakteri,nihat... parasızlığın yaptırabilecekleri, bir yere ait olmak isteyen ömer’in sırf yanında birileri olsun diye ait olmadığı insanların içinde bulunması… eninde sonunda, yeğeni de olsa, misafirliğin de bir süresi olur deyip yaptığı tüm iyiliği savuran emine teyze… hatta ismet şerif’in meyhanede sergilediği aşağılık hareket bile… macide’nin kocasına sinirlenip bu sinirini kendi kollarında dindirmesini bekleyen ismet şerif…
ve daha birçoğu… aklıma şu an gelmeyen ya da okurken fark etmediğim birçok sosyal noksanlık...
bu kitap sadece bir aşk hikayesi değildi; insankn kendini kandırışı, sosyal çarpıklıklar, ait olma arzusu bireyin kendi zaafları...
velhasıl.. içimizdeki şeytan bizlere bir şey yaptırıyor ise hiçbir bildiği yok.. hepsi biziz.
tavsiye edilir, iyi akşamlar sözlükçüm afiyetle..
ettiği kabahatleri, kendi içinde bir şeytan olduğuna inanıp ona yüklemekte buldu ömer. peki ya bizler? mücrimi kimdi kabahatlerimizin? insan kendini böyle mi avutuyordu?
çok farklı bir konusu olmamakla beraber, yazarın anlatımıyla muhteşem bir şekilde saran, oldukça akıcı bir eserdi. yazarımız, sabahattin ali, diğer kitaplarında olduğu gibi, bu eserinde de sosyal noksanlıklarımıza öyle ince detaylarla değiniyor ki insan, "ben de mi böyleyim?" diye düşünüp iç sesleriyle baş başa kalıyor.
ömer'in kendi tembelliğine, isteksizliğine ve iradesizliğine verdiği addı “şeytan.” içimizdeki şeytandı o… macide ise ömer’in ilk konuşmasından etkilenmiş, evliliği boyunca da hayalinde kurduğu adamı sevmişti. ömer’in düştüğü her yerde, onu tıpkı bir çocuğu sever gibi sevdi. hep onu değiştirebileceğine inanmıştı. oysa macide, o evin kapısından içeri girmeden önce de tanımıştı aslında onu.
"ilk görüştüğümüz gün, beni tanımadan, dinleyip dinlemeyeceğini bile bilmeden ne kadar çok konuşmuştu…"
macide’nin ilişkisinin kalben-ruhen bittiğine inandığı an, düşündükleriydi bunlar.
"kendimi bırakmak ve ne olursa olsun karışmamak… gönlümün onlarla hiçbir ilişiği kalmadığını gösteren his..."
insan sevmeyi bırakınca gelen o his... ne olursa olsundu.. aşıklar arasında, muhabbeti olan iki insan arasında, bahsedilen o görünmez ipler…
macide artık ömer'e ait hissedemiyor, onunla bir bağının olduğuna inanmıyordu. o ana kadar bile "ne için seviyorum?" demeyen macide, sevgisini değil, savaşını kaybetti. yine de onu seveceğine, hep seveceğine olan inancıyla beraber uzaklaştı. "neyi bu kadar bekliyor?" diye kalbim sıkışa sıkışa okuduğum sayfalar beni de bir boşluğa itiverdi. içimizde bir şeytan olduğuna inansaydım, o boşluk dolar mıydı acaba?
ancak, hepimizin içinde o şeytan yok mu? her birimiz farklı isimler veririz şeytanlarımıza.
"halbuki, ne şeytanı azizim? ne şeytana? bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması… içimizdeki şeytan, pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu… içimizde şeytan yok, içimizde acizlik var...tembellik var... iradesizlik, bilgisizlik var ve bunların hepsinden daha korkuncu; hakikatleri görmekten kaçma itiyadı var."
işte tam şimdi doldu o boşluk. içimdeki şeytan, hakikati görmemden kaçıyor. o benim. o, benim… ben de kaçıyorum hakikatlerden. hakikatin vereceği haberin beni sarsabileceğinden… çoğu zaman "yorgunum." deyip saatlerce yatarım. "hevesim yok." deyip içimde yanan minik ışıkları da söndürür, kaçarım.
bildiğim ve artık tecrübe edindiğim de şudur ki: içimizdeki şeytan bizleri yalnızlığa sürüklüyor. çevremizdeki insanları uzaklaştırıyor. sana güvenenleri ve bunu başarabileceğine inanan dostlarını ümitsizliğe düşürüyor. hatta mutluluğu kaçırıyor. en sonunda yalnızlık, sımsıkı kenetlenir. kaçınılmazdır.
"kim bilir, belki uzak bir günde, büsbütün başka insanlar olarak tekrar karşılaşırız. ve belki gülüşerek birbirimize ellerimizi uzatırız."
tüm her şeyini, hem de en çok sevdiğim macide’sini bırakıp iyileşmek için, teessürden ziyade hiçbir şey veremediği insanlardan uzaklaştı. dinleyip dinlemeyeceğini bile bilmeden, hiç duraksamadan uzun uzun aşkını anlatan ömer, evlendiğinde söyleyecek tek kelime bile bulamamıştı. ve şimdi de çok sevdiği macide’sinden uzaklaşıyordu. içindeki şeytan, en sonunda ömer’i onsuzluğa mahkûm etmişti.
sadece sevmek yetmemişti.
aslında, üstüne saatlerce konuşulabilecek bir kitap…
sadece aşk üzerine ve iki karakter üzerinden de düşünmemek gerekir.
bedri karakteri,nihat... parasızlığın yaptırabilecekleri, bir yere ait olmak isteyen ömer’in sırf yanında birileri olsun diye ait olmadığı insanların içinde bulunması… eninde sonunda, yeğeni de olsa, misafirliğin de bir süresi olur deyip yaptığı tüm iyiliği savuran emine teyze… hatta ismet şerif’in meyhanede sergilediği aşağılık hareket bile… macide’nin kocasına sinirlenip bu sinirini kendi kollarında dindirmesini bekleyen ismet şerif…
ve daha birçoğu… aklıma şu an gelmeyen ya da okurken fark etmediğim birçok sosyal noksanlık...
bu kitap sadece bir aşk hikayesi değildi; insankn kendini kandırışı, sosyal çarpıklıklar, ait olma arzusu bireyin kendi zaafları...
velhasıl.. içimizdeki şeytan bizlere bir şey yaptırıyor ise hiçbir bildiği yok.. hepsi biziz.
tavsiye edilir, iyi akşamlar sözlükçüm afiyetle..
devamını gör...
69.
sonu beni çok üzen ve gerçekten de iz bırakan bir kitaptır kendisi. sabahattin ali'nin akıcı ve harikulade anlatımı kitabı 1 günde bitirmemi sağladı. okudukça okuyorsunuz ve birden kendinizi kitabı bitirirken buluyorsunuz.
devamını gör...