rume hisarı'nda yaşayan bir evsiz olan mahsun'un hikayesini anlatır.
1996 - 33. antalya film festivali - en iyi film (derviş zaim)
1996 - 33. antalya film festivali - en iyi senaryo (derviş zaim)
1996 - 33. antalya film festivali - en iyi erkek oyuncu (ahmet uğurlu)
1996 - 33. antalya film festivali - en iyi kurgu (mustafa preşeva)
1997 - 9. ankara uluslararası film festivali - en iyi erkek oyuncu (ahmet uğurlu)
1997 - 16. uluslararası istanbul film festivali - jüri özel ödülü (derviş zaim)
1997 - 16. uluslararası istanbul film festivali - fipresci ödülleri ulusal yarışma / onat kutlar ödülü (derviş zaim)
1997 - türk eleştirmenleri birliği - en iyi oyuncu (ahmet uğurlu)
1996 - 33. antalya film festivali - en iyi senaryo (derviş zaim)
1996 - 33. antalya film festivali - en iyi erkek oyuncu (ahmet uğurlu)
1996 - 33. antalya film festivali - en iyi kurgu (mustafa preşeva)
1997 - 9. ankara uluslararası film festivali - en iyi erkek oyuncu (ahmet uğurlu)
1997 - 16. uluslararası istanbul film festivali - jüri özel ödülü (derviş zaim)
1997 - 16. uluslararası istanbul film festivali - fipresci ödülleri ulusal yarışma / onat kutlar ödülü (derviş zaim)
1997 - türk eleştirmenleri birliği - en iyi oyuncu (ahmet uğurlu)
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "mırmır" tarafından 18.11.2020 21:40 tarihinde açılmıştır.
1.
çekim, yapım ve kurgu aşamaları ile ilgili filmin kurgucusu (bkz: mustafa presheva) pek tatlı bilgiler vermiştir.
türk sinemasında bana göre mihenk taşı olmuş iki filmden biridir. diğeri (bkz: gemide)
kralımıs, değerlimis mutafa presheva'nın film hakkında (bkz: flu tv)'deki anekdotları için bkz;
zen muhabbetleri: tabutta rövaşata flu tv
türk sinemasında bana göre mihenk taşı olmuş iki filmden biridir. diğeri (bkz: gemide)
kralımıs, değerlimis mutafa presheva'nın film hakkında (bkz: flu tv)'deki anekdotları için bkz;
zen muhabbetleri: tabutta rövaşata flu tv
devamını gör...
2.
küçükken sessiz sinema oynadığımızda takım arkadaşım erkekse anlattığım ilk filmdir. hoş ayı gibi olduğuma röveşatayı da yapamazdım ama yine çok ekmeğini yedik. bu arada filmi anlatan takımın seçmesi de yanlış olabilir tabi aman ses etmeyelim.
devamını gör...
3.
hiçbir şey olamayışın, dünyayı umursamayışın filmidir. bir rengin, bir notanın, bir dizenin, bir tadın uzağında kendince öylece yaşayıp bir sokak kedisi gibi umarsızca dünya denen vahşi tropikal ormanda bir penguen misali düşe kalka denizi aramaktır tabutta rövaşata,
devamını gör...
4.
t: yapımcısının ezel akay, senarist ve yönetmeninin derviş zaim, kurgucusunun da mustafa presheva olduğu 1996 yapımı bir film. başrol oyuncusu ahmet uğurlu'dur. gerçek bir hayat hikayesinden esinlenilmiştir.
oldukça kısıtlı imkanlarla ve yaklaşık 1 ay içinde çekilmiştir. öyle kısıtlıdır ki eldeki malzeme yalnızca 3 saatlik bir film için yeterlidir.* (kurgusunda ve yapım aşamasında mustafa presheva'nın başına gelmeyen kalmamış) 96 yılındaki antalya film festivali'nde en iyi oyuncu, yönetmen, senaryo ve kurgu ödüllerini almıştır. üzücü not: ayşen aydemir filmin çekimlerinden üç yıl sonra henüz 35 yaşındayken vefat etmiştir.
konusu çok çok kabaca evsiz, araba sevdalısı, kıt kanaat yaşayan bir adamın hayatının bir ve birkaç döneminde başına gelenlerdir. yani, bir yıkık değilseniz pek de kolay empati kurabileceğiniz bir film değil. ki ben bugün izleyenlerin bu sebepten beğenmediğini düşünüyorum. izleyenin dünyayla alakası yok ki, böyle bir filmi nasıl anlamlandırıp da beğensin? beğenmek zorunda da değil orası ayrı. ama leş deyince komik oluyor. anlamaya çalışınca filmin her özelliği size imkan sağlıyor; oyunculuklar harika, anlatılmak istenenler net, muğlak durumlar yok denecek kadar az. neredeyse saf bir gerçeklik. ayrıca baba zula tarafından yapılan müzikleri de güzeldir. yanılmıyorsam bir de bab-ı esrar tarafından yapılan bir müzik de kullanılıyordu.
merhaba, çıkma ekmek var mı?
son isyanım: "aaaabii sanat abi, abi sepet abi, metafor aabiii" tayfadan olanlar bunu dantel filmi sanıyorlar. hayır efendim, kabul etmiyorum. bu bir yıkık filmidir. olsa olsa yüzde 25 dantel filmi derim.
oldukça kısıtlı imkanlarla ve yaklaşık 1 ay içinde çekilmiştir. öyle kısıtlıdır ki eldeki malzeme yalnızca 3 saatlik bir film için yeterlidir.* (kurgusunda ve yapım aşamasında mustafa presheva'nın başına gelmeyen kalmamış) 96 yılındaki antalya film festivali'nde en iyi oyuncu, yönetmen, senaryo ve kurgu ödüllerini almıştır. üzücü not: ayşen aydemir filmin çekimlerinden üç yıl sonra henüz 35 yaşındayken vefat etmiştir.
konusu çok çok kabaca evsiz, araba sevdalısı, kıt kanaat yaşayan bir adamın hayatının bir ve birkaç döneminde başına gelenlerdir. yani, bir yıkık değilseniz pek de kolay empati kurabileceğiniz bir film değil. ki ben bugün izleyenlerin bu sebepten beğenmediğini düşünüyorum. izleyenin dünyayla alakası yok ki, böyle bir filmi nasıl anlamlandırıp da beğensin? beğenmek zorunda da değil orası ayrı. ama leş deyince komik oluyor. anlamaya çalışınca filmin her özelliği size imkan sağlıyor; oyunculuklar harika, anlatılmak istenenler net, muğlak durumlar yok denecek kadar az. neredeyse saf bir gerçeklik. ayrıca baba zula tarafından yapılan müzikleri de güzeldir. yanılmıyorsam bir de bab-ı esrar tarafından yapılan bir müzik de kullanılıyordu.
merhaba, çıkma ekmek var mı?
son isyanım: "aaaabii sanat abi, abi sepet abi, metafor aabiii" tayfadan olanlar bunu dantel filmi sanıyorlar. hayır efendim, kabul etmiyorum. bu bir yıkık filmidir. olsa olsa yüzde 25 dantel filmi derim.
devamını gör...
5.
derviş zaim'in annesinden aldığı borç para ile çektiği kaliteli film,filmin en güzel tarafı çok doğal bir havası olması deniz kenarında boğaza karşı domates peynir yedikleri sahnede sanki bende oradaymış gibi hissettim (bkz: çıkma ekmek var mı?)
devamını gör...
6.
izleme fırsatına yeni nail olduğum türk filmi. nasıl diyor siz gavurlar ''masterpiece''.
bence sinemamızda mihenk taşı olan kült başlığı altında sayılabilecek filmler 2 kategoriye ayrılıyor:
1. gönül yarası- kader- masumiyet in içinde bulunduğu üslup
2. gemide- tabutta rövaşata' nın içide bulunduğu.
tabi ki farklı yönetmenlerin farklı üslupla çektiği yapımlardan da kayda değer olanı vardır ama bu naçizane benim şimdiye kadar izleyebildiklerim arasından seçtiklerim. ha bir de ne çektin be tavus !
bence sinemamızda mihenk taşı olan kült başlığı altında sayılabilecek filmler 2 kategoriye ayrılıyor:
1. gönül yarası- kader- masumiyet in içinde bulunduğu üslup
2. gemide- tabutta rövaşata' nın içide bulunduğu.
tabi ki farklı yönetmenlerin farklı üslupla çektiği yapımlardan da kayda değer olanı vardır ama bu naçizane benim şimdiye kadar izleyebildiklerim arasından seçtiklerim. ha bir de ne çektin be tavus !
devamını gör...
7.
derviş zaim filmidir.
evsiz bir adamın hikayesini anlatır. filmdeki mahsun karakteri, gerçek hayattaki aynı bölgede yıllarca evsiz olarak yaşamış dursun adlı kişiden esinlenilmiştir.
klasik yeşilçam filmlerine tüm gerçekçiliğiyle kafa tutmuş, dönemin değişikliklerini ve bu değişikliklerin insan üzerindeki etkilerini gözümüze sokar. karanlık filmdir ve epey rahatsız eder. bilirsiniz mahsun gibiler çoktur, kimliksiz ve görünmezdir. türk sinemasının kesinlikle izlenmesi gereken filmlerinden.
evsiz bir adamın hikayesini anlatır. filmdeki mahsun karakteri, gerçek hayattaki aynı bölgede yıllarca evsiz olarak yaşamış dursun adlı kişiden esinlenilmiştir.
klasik yeşilçam filmlerine tüm gerçekçiliğiyle kafa tutmuş, dönemin değişikliklerini ve bu değişikliklerin insan üzerindeki etkilerini gözümüze sokar. karanlık filmdir ve epey rahatsız eder. bilirsiniz mahsun gibiler çoktur, kimliksiz ve görünmezdir. türk sinemasının kesinlikle izlenmesi gereken filmlerinden.
devamını gör...
8.
yönetmen derviş zaim tarafından italyan yeni gerçekçilik akımı ile denenen uzun metrajlı film. film, mahsun'un rumelihisarı'nda bulunan bir sabahçı kahvesi ve oraya takılan balıkçılar çevresinde şekillenen trajikomik öyküsünü işliyor.
devamını gör...
9.
tavuskuşu olayı ne ya. valla anlamadım. adam ne kadar araba çalsa da, tekneyi dagitsa da adı gibi masum hissettiriyor insana. garip bir türk filmi işte sanatsal her film gibi yine anlamadığım şeyler var.
devamını gör...
10.
yukarıda film hakkında her şey yazılmış, aynı şeyleri yazmanın gereği hiç yok.
1996 derviş zaim filmi.
başrollerde ahmet uğurlu, tuncel kurtiz, ayşen aydemir var.
suç işlemekten kendini alamayan mahsun'un trajik ve dramatik hayat hikayesinin anlatıldığı film.
rövaşata, havada ters perende atarken, tek ayakla topa vurma eylemi anlamına geliyormuş.
yaşayan bir ölü olan mahsun'un tabutta attığı rövaşatalar demek bunlar... bu film...
1996 derviş zaim filmi.
başrollerde ahmet uğurlu, tuncel kurtiz, ayşen aydemir var.
suç işlemekten kendini alamayan mahsun'un trajik ve dramatik hayat hikayesinin anlatıldığı film.
rövaşata, havada ters perende atarken, tek ayakla topa vurma eylemi anlamına geliyormuş.
yaşayan bir ölü olan mahsun'un tabutta attığı rövaşatalar demek bunlar... bu film...
devamını gör...
11.
filmle ilgili başka bir mecrada benzer yorumda bulunmuştum. diğer yazı da bana ait. sözlük kuralları gereği aşağıdaki yazımı alıntı içerisinde paylaşacağım.
dram türünde yerli sinema filmidir.
yazan ve yöneten derviş zaim’dir.
başrolde ahmet uğurlu oynuyor. diğer önemli rollerde ise ayşen aydemir ve tuncel kurtiz oynamıştır.
filmde rumeli hisarı civarında yaşayan mahsun adında evsiz, zavallı bir adamın hikâyesi anlatılmaktadır. filmin konusu gerçek bir hikâyeye dayanmaktadır.
oyunculuklar harikaydı. mahsun süpertitiz rolünde ahmet uğurlu âdeta resital sunmuş izleyicilere. izlerken uğurlu’nun sanki gerçekten de mahsun olduğunu düşündüm. rol yapmıyordu sanki, karakteri yaşıyordu. o kadar başarılıydı. büyük oyuncuya buradan saygılarımı gönderiyorum. diğer muhteşem oyunculuk ise eroin bağımlısı kadın rolündeki ayşen aydemir’di. o ne kusursuz bir oyunculuktu. oyuncu sanki gerçek hayatta kırk yıllık uyuşturucu bağımlısıymış gibi başarılıydı rolünde. hele o hüzünlü bakışları inanılmaz etkileyiciydi. üstad tuncel kurtiz ise reis rolünde oldukça başarılıydı.
müzikleri tek kelimeyle harikulâdeydi. bu muhteşem müziklerde emeği olan baba zula, yansımalar ve zen’e teşekkürlerimi gönderiyorum.
mahsun’un yaşamındaki tek tutkusu arabalardır. arabalara öyle düşkündür ki onları “çalarken”* hiç ayrım yapmazdı. otomobil, halk otobüsü, itfaiye aracı, ambulans hatta tekne dahil her türlü aracı “çalıyor.” tabii mahsun’un bu durumunda iki önemli etken var. birincisi soğuk kış gecelerinde biraz olsun ısınmak. ikincisi ise araçlarla gece şehri gezerken kendini hiç olmadığı kadar mutlu hissetmesi. hayatında mutluluk nedir bilmeyen mahsun, kendini sadece araç kullanırken mutlu hissediyor. bu yüzden onunki hırsızlıktan ziyade araba sevdasıydı aslında.
film, bizi güzel 90’ların güzel istanbul’una götürür. rumelihisarı’nda, surlarda ve eşsiz istanbul boğazı’nda zamanda nostaljik bir yolculuğa çıkarız.
tabutta rövaşata’da istanbul kentinin bilinenlerini değil bilinmeyenleri izleriz. bizlere istanbul’un başka yüzünü gösterir film. evsizleri, kimsesizleri görürüz filmde. onların o çaresizlik, sefalet içindeki yaşamlarına tanık oluruz. bu bakımdan film sır çocukları’yla birlikte sinemamızda çok önemli bir yere sahiptir.
filmde ait olamama ve hiçlik hissi gözümüze çarpmaktadır. istanbul gibi dünyanın en güzel ve en büyük şehirlerinden birinde mahsun kendisine bir türlü yer bulamaz. hayatını reisin kendisine sağladığı asgari imkânlarla sürdürmektedir. onun verdiği yiyecekleri yer, onun verdiği içkiyi içer ve onun ayarladığı yerde kalır. reis olmasa koskoca istanbul kentinde mahsun bir hiç olacaktır. varlığı aslında devletin gözünde zaten bir hiçtir. devlet de tıpkı istanbul gibi mahsun’u tanımaz hatta varlığını kabul etmeyip onu yok sayar. şöyle ki tavus kuşlarını görmek için uzak doğudan gelen turistlerin girebildiği kaleye mahsun giremez. mahsun’un varlığını kabul eden sadece reis ve onun çevresindeki birkaç kişidir. tüm hiçlik içinde mahsun kaybeden ve tutunamayan olarak âdeta varla yok arasındadır. mahsun, bir yandan hiçbir yere ait değilken bir yandan da her yere aittir aslında.
mahsun kimdir? nereden gelmiştir? nasıl bu hâle düşmüştür? hep böyle miydi yoksa sonradan mı böyle oldu? gibi soruları soruyoruz izlerken. mahsun’un geçmişiyle ilgili hayâl mi gerçek mi olduğunu anlayamadığımız bazı sahneler vardır. otomobil kullanmayı nasıl öğrendi, hep sokakta yaşadıysa türkçesi nasıl bu kadar düzgün? okuma yazmayı gerçekten bilmiyor mu? gibi soruların net yanıtı yoktur filmde. bu muğlaklık filmi daha derin kılıyor gözümde. bu gizem bence filmin değerini daha da artırıyor.
filmde mahsun üzerinden kimlik eleştirisi yapılır. mahsun bir birey olmasına rağmen toplumdaki bireylere atfedilen işçi, patron, baba, koca, öğrenci, sanatçı, balıkçı, memur, devrimci, siyasetçi, anarşist gibi hiçbir kimliğe sahip değildir.
tabutta rövaşata filmi dünyada ve ülkemizde pek çok film şenliğinden ödülle dönmüştür. aldığı bütün ödülleri hak ettiğine inanıyorum.
filmle ilgili dikkatimi çeken bir husus var. her çeşit araç veya tekne “çaldığı” için hapse atılmayan mahsun, cumhurbaşkanına hediye edilen tavus kuşunu “çaldığı” için hapse atılıyor ve televizyonlara çıkıyor. ülkemizde adaletin öteden beri ne yazık ki kişilere ve kurumlara göre işlediğini görmek ülkemiz adına utanç verici bir durum.
mahsun süpertitiz abimizi çok sevmiştim film boyunca. şu anda da buradaki profil fotoğrafımda kendine yer verdim.
filmi ilk defa yıllar önce izlemiştim. geçenlerde tekrar izledim ve yıllar önce yaşadığım o duyguyu, hüznü yine yaşadım. tabutta rövaşata’nın öyle bir özelliği var. üzerinden kaç yıl geçerse geçsin tekrar izlendiğinde aynı duyguyu verebiliyor.
tabutta rövaşata derviş zaim’in en sevdiğim filmidir. diğer hiçbir filmde bu etkiyi yaratmadı bende.
tabutta rövaşata’nın en iyisinden bir başyapıt olduğuna inanıyorum. kesinlikle izlemeye değer.
filmle ilgili anekdotlar.
* tabutta rövaşata, yönetmen derviş zaim’in ilk filmi olma özelliği taşımaktadır.
* film, rumelihisarı civarında yaklaşık yirmi sekiz yıl yaşayan dursun tokta’nın gerçek hayatından esinlenerek çekilmiştir. kendisiyle ilgili şöyle bir yazı kaleme alınmış.
* derviş zaim, tabutta rövaşata’nın senaryosunu yazarken kafasında sadece tuncel kurtiz için yazdığı reis karakteri varmış. kurtiz dışında hiçbir oyuncuyu önceden planlamamış. ancak bir sorun varmış, kurtiz senaryoyu beğenmiş fakat başrol oynarım dedim. uzun uğraşlar sonucu zaim, kurtiz’i reis karakterinde oynatabilmiş.
* filmin çekimleri on sekiz günde tamamlanmış.
* derviş zaim başrol arayışı içindedir ve bir türlü aradığı ismi bulamaz. bir gün bir tiyatro dergisinde ahmet uğurlu’nun bir oyunda çekilmiş fotoğrafını görür. pek kafasına yatmasa da acaba role uyar mı diye düşünür. o sırada da daha iyi bir aday olmadığı için uğurlu’nun çöplük adlı oyununu izlemeye gider. televizyonda da izlemiştir uğurlu’yu ancak pek içine sinmemiştir bu rol için, fakat sahnedeki performansını çok beğenir ve tam rolüne uyacağını düşünür. oyundan sonra kulise gider ve uğurlu’ya senaryoyu verir. o sırada bir dizide oynayan uğurlu için çekim zamanları sorun olacaktır. ancak o da nesi, uğurlu’nun oynadığı dizi yayından kaldırılır. o anda her şey tam da zaim’in istediği gibi gider.
* derviş zaim film çekecek parası olmadığı için annesini arar ve film çekeceğini, ancak negatif alacak parası olmadığını söyler. annesi ruhsar zaimağaoğlu’nun gönderdiği parayla türkiye’deki son altmış kutu agfa negatifi satın alır. agfa o sıra dünyadaki üretimini durdurmuştur ve piyasadaki en ucuz filmdir.
* derviş zaim yine boğaziçi’nden arkadaşı olan murat ertel’den filme müzik yapmasını ister. murat ertel, zen adlı beş kişilik bir grubun üyesidir. grubun iki üyesi filmi beğenmeyince diğer üç kişi baba zula’yı kurup müzikleri yapmışlar. böylelikle tabutta rövaşata yeni bir müzik grubun doğmasına sebep olur. filmde ayrıca yansımalar grubunun bab-ı esrar adlı albümünden oldukça etkileyici ve son derece kaliteli parçalar kullanılır.
* derviş zaim, set ekibinin yemek işini düşünmektedir. boğaziçi’nden okul arkadaşı olan mezunlar derneği’nin başkanı erdal yıldırım sayesinde sodexo şirketinden yemek sponsorluğu alır. yemek sorununu bir öğünlük de olsa çözer; her öğlen yapımdan bir kişi okulun kuzey kampüsüne gider ve yemekleri sefer tasları içinde alır, sete getirir ve ekip böylece öğle yemeğini yiyebilir.
* hisar’da o meşhur kahvenin –şimdi başka bir işletme var artık– sahipleri çekim için mekânlarının kullanılmasına izin verirler, hatta çay paralarında indirim yaparlar; o parayı da derviş’in bir doktor arkadaşı ahmet tulezoğlu öder sonunda. fakat hala bir miktar paraya ihtiyaç vardır, annesi ve yakın arkadaşları serap güneş devreye girer günlük yapım için gerekli para için katkı sağlarlar.
* ahmet uğurlu mahsun karakteri için kendi kostümünü derviş’in onayını alarak kendi tasarlar. öteki kostümler elbirliği ile çekim başlamadan ya da başlandığı gün düzenlenir.
* filmde çaldığı ilk otomobil bizzat ahmet uğurlu’nun gerçek otomobiliymiş. uğurlu’nun filmde rol icabı çaldığı ikinci otomobil ise görüntü yönetmeni mustafa kuşçu’nun gerçek hayatta kullandığı kendi otomobiliymiş.
* filmdeki karakterlerin çoğu gerçek hayatta da hisar’ın müdavimderindenmiş.
* otobüs içi çekimleri korsan tarzında gerçekleştirilir. çünkü otobüs kiralayacak kaynak yoktur. ilgili sahne şöyle gerçekleştirilmiştir: derviş, reji asistanı nur ve kameraman mustafa kuşçu ile kuruçeşme’deki duraktan rastgele gelen bir belediye otobüsüne yolcuymuş gibi binerler. ahmet uğurlu kucağındaki tavuskuşu ile bir sonraki durakta otobüsü beklemektedir. nur otobüs şoförünü lafa tutar. ahmet uğurlu otobüs durağa varınca kucağında tuttuğu tavuskuşu ile otobüse biner. içeride bir koltuğa oturur. bu esnada çekim başlar. onu tavuskuşuyla beraber bir durak boyunca çekerler. şoför ikazlarda bulunur ama reji onu sakinleştirmeye çalışmaktadır. otobüs üçüncü durağa yaklaştığında inerler. sahnenin çekimi bitmiştir. rumelihisarı’ndaki çekimlerde kale yetkilisi ‘zaman doldu, hadi çıkıp gidin’ diye serzenişte bulunduğu zaman ahmet uğurlu onlara münasip bir lisanla çalışmaya devam etmenin gerekliliğini izah eder. sonuçta çalışmaya devam edilir.
* filmin negatifleri düzenli olarak yıkanmış fakat ne çekildiğini izlemeleri mümkün olmamış çünkü iş kopyası basılacak bir para yokmuş. tek kare bile görememişler.
* derviş zaim’in oyuncuların masraflarını karşılayacak parası olmadığı için oyuncuların çoğu filmde gönüllü olarak çalışmış.
* tabutta rövaşata filmi toplamda 22 ülkede ödül kazanmış ve film ülkemizin uluslararası film şenliklerinde en fazla ödül kazanan filmi olma özelliği taşımaktadır.
* derviş zaim filmin senaryosunu sadece iki haftada tamamlamış.
* filmdeki iki başrol oyuncusundan biri olan ayşen aydemir’in ilk ve son filmidir. oyuncu maalesef filmden kısa bir süre sonra kahredici hastalıktan yaşama veda etmiştir.
* tabutta rövaşata’daki kusursuz performansından sonra ahmet uğurlu’ya yurt dışından pek çok oyunculuk teklifi gelmiş. bu rollerden bazılarını* kabul etmiş ve yabancı bir ülkede başrol oynayan ilk yerli aktör unvanına sahip olmuş.
* tabutta rövaşata filmi hakkında the new york times’ta özel bir makale yayınlanmış.
yararlanılan kaynaklar
kaynak 1, kaynak 2, kaynak 3
aşağıda filmle ilgili bazı ayrıntılardan bahsedeceğim ve bazı röportajları paylaşacağım. izlemeden önce filmle ilgili detayları öğrenmekten haz etmiyorsanız aşağıda yazılanları okumamanızı öneririm..
[[spoiler]]
mahsun’la sarı çoğu zaman olduğu gibi yine bir akşam birlikte takılırlar. gece olduğunda ikisinin de yatacak yeri olmadığı için sarı, mahsun’a kayıkta uyumayı teklif eder. mahsun ise çok soğuk olduğu için bu teklifi reddeder. sarı, o soğuk kış gecesinde kayıkta yatar. mahsun o gece yine bir araba 'çalmıştır'. sarı’nın yanına gelir, ısınmak ve uyumak için sarı’yı çağırır, hadi gel benimle araba var der. sarı umursamaz. o sırada çok güzel bir rüya görüyordur ve bu tatlı rüyanın bitmesini istemiyordur belki de kim bilir. git başımdan deyip mahsun’u başından savar. mahsun, gece arabayla her zaman yaptığı gibi şehri dolaşır ve arabada ısınır. sabaha karşı olduğunda mahsun tekrar sarı’nın yanına gelir onu uyandırmak için. seslenir, uyanmaz, tekrar seslenir yine uyanmaz. üzerindeki örtüyü kaldırıp bakar. sarı tepkisizdir. çünkü gece kaldığı kayıkta soğuktan donarak ölmüştür sarı. mahsun duraksar, çok üzülmüştür. çünkü hayattaki tek yakın dostunu kaybetmiştir. o sahnede sanki ben de yakın bir dostumu kaybetmiş gibi hüzünlenmiştim. ilk izlememden yıllar geçmesine rağmen o sahne hep hatırımdadır.
derviş zaim’in mahsun karakteri ile ilgili sözleri.
mahsun, falakadan şişmiş ayaklarıyla yeraltından çıkıp yeryüzü dünyasına karışır her sabah. bmw’yi o çalmamıştır. otomobil çalmaz mahsun, sizin yaşamınızdan bir gecelik rahatlıklar çalar. otomobilinizin sıcak koltuğunu çalar, geceleri dolaştığınız şehrin aydınlığını çalar.
ayşen aydemir’den bahsetmek istiyorum şimdi. filmdeki olağanüstü performansını görünce ben de pek çok izleyici gibi filmden sonra kim bu muhteşem oyuncu diye bir araştırma yapayım dedim. kimdir? nerede eğitim almıştır, hangi filmlerde ya da dizilerde oynamıştır, hâlen oynadığı tiyatro oyunları var mıdır diye bir bakayım dedim. ahh keşke araştırmasaydım. yaşama veda haberini okuduğumda içimde müthiş bir üzüntü hissetmiştim. hem de kendisini hiç tanımamama rağmen. aklıma filmdeki o hüzünlü ve nahif hâlleri gelmişti. o’na ölümü bir türlü konduramamıştım. böyle güzel insanların, böyle muhteşem oyuncuların erkenden yaşama veda etmesi beni derinden üzmüştü.
derviş zaim’in ayşen aydemir hakkındaki sözleri.
‘‘öfkeliyim. çünkü ayşen bir tek tabutta rövaşata’da oynadı. çok mu yeteneksizdi bu kız? hayır. aksine, en yeteneklisi, en iyisiydi. ama filmlerde rol almak için gereken o bayağı ilişkilere giremedi. ortalama olanın prim yaptığı bir yerde oyunculuk yapmaya çalıştığı için tanıyamadınız onu. zaten o, ortalamanın dünyasında var olamazdı.’’
sarı’nın cenazesinde geride kalan dostlarının sarı’nın mezarına şarap ve diğer içkileri döktükleri sahne ne kadar da hüzünlüydü. arkadaşlarını son yolculuğuna uğurlarken ona yaşamında çok sevdiği şeyden içkiden ikram etmeleri beni derinden etkilemişti. bundan bir süre sonra mahsun’un tuvalet temizliğinden kazandığı ilk parayla şarap ve rakı alarak özlediği eski dostunu görmek için reise ve diğerlerine sarı’yı tekrar ziyaret edelim dediği sahne ne kadar da içtendi. bu samimi sahnelerin filmde yayınlanmasına maalesef bugünkü yobaz zihniyet izin vermezdi. bu da ayrı üzücü bir detay.
derviş zaim’in filmle ilgili şu sözlerini de aktarmak istiyorum.
“hikâye seçimim mekân seçimini etkilemiştir. mekân istanbul’dur, surlardır, hisar’dır. ama asıl gerçek, kahramanın istanbul yazgısıdır. hisar’ın gerçeği budur. istanbul’a ait gerçek bir insan mahsun. istanbul yazgısından, hisar’daki o kahvehaneye kapatılmışlıktan kurtulamıyor. o yüzdendir ki bir nevi hapishane pencerelerini andırır kahvehane pencereleri. hep istanbul’a dönüş vardır. istanbul bir yazgıdır aslında.”
ahmet uğurlu’nun 2004’teki röportajından.
bu kadar televizyon dizisi var. hiç mi size teklif gelmedi? yoksa siz mi çok seçici oldunuz?
— bu furyada benimle niye dizi yapsınlar. onlar işi bilmeyenlerle yapmak istiyorlar. iyi bir şey yapmak sevdasında değiller çünkü. ayda 60 tane dizi yayınlanıyor. bana bir tanesinin yurt dışına satıldığını söyleyebilir misiniz? niye satamıyorsunuz, çünkü standartlara uymuyor. domates yetiştirdiği zaman dışarı satamıyorum diye hayıflanıyor adam. çünkü ona bir anda büyüsün diye hormon vermişsin. bizdeki oyuncular da, yapımlar da tıpkı hormonlu domates gibi işte.
madem bu kadar gayri memnunsunuz, niye köşenizde sessiz kalıyorsunuz da savaşmıyorsunuz?
— para! televizyonlara, bana yapım verin, diyorum vermiyorlar. illa şu şirket olursa veririm diyorlar. o şirket olursa, kötü yapıyor. kurumsallaşmış beş yapımcı var, onlar iyi bir şeye imza atmadılar. şu kadarcık bir oyunculuğum var, (parmağının ucuyla gösteriyor) o da bozulacak diye dizi seyredemiyorum. ahmaklar savaşına çevirdiler. bunları seyredersem oyunculuğum bozulur.
sinema eleştirmeni zarife öztürk’ün radikal’de yayınlanan tabutta rövaşata yazısından.
“londra’daki türk filmleri haftası kapsamında gösterilen tabutta rövaşata için ingiliz ‘time out’ dergisi şöyle yazdı: festivalin belki de en iyi filmi, ahmet uğurlu’nun, geceleri çaldığı arabalarla gezen, esrarkeş bir kıza aşık olan ve hükümetin tavus kuşlarını çalan sokak serserisini başarılı bir biçimde canlandırdığı derviş zaim’in filmi. sıkıcılığa ve duygu sömürüsüne asla kaçmayan tabutta rövaşata, mahsun’un hayatındaki az sayıda seçeneği biraz eksantrik, eğlenceli bir şekilde anlatıyor. bir italyan eleştirmeni ise “umutsuzca güzelliği arıyor” dediği mahsun’u bir şaire benzetmiş ve bizim anladığımız anlamda şiir yazmıyor; mahsun’un mısralarından bir tanesi araba çalmak olmuş.”
filmimizin gerçek hayattaki kahramanı dursun tokta hakkında bazı bilgiler paylaşmak istiyorum şimdi.
dursun tokta, haberlere çıktıktan sonra kendisiyle yapılan bir röportajda şu sözleri söylemiş: insanın insana olan aşkıyla, insanın arabaya olan aşkı arasında fark yok. arabaya olan aşkım, sevgiden geçer. insanları tanıdıkça arabaları ve hayvanları daha çok seviyorum. nerede bende ölmek gibi bir şans. bazen “öleyim de kurtulayım” diyorum, olmuyor işte. bir de fareleri severim, insanlardan fazla. onların benden bir farkı yok çünkü.
rumelihisarı’nın müdavimlerinden şapkalı mehmet’in dursun tokta hakkındaki sözleri.
beş yıl önce bir kamyonet yürütmüş. küçükarmutlu’da yolu kesen polisleri görünce panik olmuş, üzerlerine sürmüş. ateş açmışlar, sekiz yerinden vuruldu, ölmedi. bir kez de aşiyan’da polislerle karşılaşmış, yine ateş açmışlar. sahile geldiğinde araba delik deşikti. şans eseri vurulmamış. rumelihisarı polisi ateş etmezdi. tanırdı. savcı da bıkmıştı ondan. polislere “getirmeyin artık bu adamı” demiş. hayatı cezaevinde geçti. hırsız olmadığını anlatmak için kaçırdığı arabaları karakolun önüne götürüp yıkardı.
rumelihisarı esnaflarından garson ahmet’in dursun tokta hakkındaki sözleri.
bir gün müşterinin biri, arabanın anahtarını içinde unutmuştu. hemen dursun’u çağırdım. bir dakikada açtı arabayı. arabanın sahibi büyük para uzattı. “bira al, yeter” dedi bizimki. 10 milyon liradan fazla para verenlerden yardım almazdı. zengin olmak değil, zengin bir iş adamının şoförü olmak isterdi.
son olarak.
“ama arkadaşlar iyidir”
[[/spoiler]]
dram türünde yerli sinema filmidir.
yazan ve yöneten derviş zaim’dir.
başrolde ahmet uğurlu oynuyor. diğer önemli rollerde ise ayşen aydemir ve tuncel kurtiz oynamıştır.
filmde rumeli hisarı civarında yaşayan mahsun adında evsiz, zavallı bir adamın hikâyesi anlatılmaktadır. filmin konusu gerçek bir hikâyeye dayanmaktadır.
oyunculuklar harikaydı. mahsun süpertitiz rolünde ahmet uğurlu âdeta resital sunmuş izleyicilere. izlerken uğurlu’nun sanki gerçekten de mahsun olduğunu düşündüm. rol yapmıyordu sanki, karakteri yaşıyordu. o kadar başarılıydı. büyük oyuncuya buradan saygılarımı gönderiyorum. diğer muhteşem oyunculuk ise eroin bağımlısı kadın rolündeki ayşen aydemir’di. o ne kusursuz bir oyunculuktu. oyuncu sanki gerçek hayatta kırk yıllık uyuşturucu bağımlısıymış gibi başarılıydı rolünde. hele o hüzünlü bakışları inanılmaz etkileyiciydi. üstad tuncel kurtiz ise reis rolünde oldukça başarılıydı.
müzikleri tek kelimeyle harikulâdeydi. bu muhteşem müziklerde emeği olan baba zula, yansımalar ve zen’e teşekkürlerimi gönderiyorum.
mahsun’un yaşamındaki tek tutkusu arabalardır. arabalara öyle düşkündür ki onları “çalarken”* hiç ayrım yapmazdı. otomobil, halk otobüsü, itfaiye aracı, ambulans hatta tekne dahil her türlü aracı “çalıyor.” tabii mahsun’un bu durumunda iki önemli etken var. birincisi soğuk kış gecelerinde biraz olsun ısınmak. ikincisi ise araçlarla gece şehri gezerken kendini hiç olmadığı kadar mutlu hissetmesi. hayatında mutluluk nedir bilmeyen mahsun, kendini sadece araç kullanırken mutlu hissediyor. bu yüzden onunki hırsızlıktan ziyade araba sevdasıydı aslında.
film, bizi güzel 90’ların güzel istanbul’una götürür. rumelihisarı’nda, surlarda ve eşsiz istanbul boğazı’nda zamanda nostaljik bir yolculuğa çıkarız.
tabutta rövaşata’da istanbul kentinin bilinenlerini değil bilinmeyenleri izleriz. bizlere istanbul’un başka yüzünü gösterir film. evsizleri, kimsesizleri görürüz filmde. onların o çaresizlik, sefalet içindeki yaşamlarına tanık oluruz. bu bakımdan film sır çocukları’yla birlikte sinemamızda çok önemli bir yere sahiptir.
filmde ait olamama ve hiçlik hissi gözümüze çarpmaktadır. istanbul gibi dünyanın en güzel ve en büyük şehirlerinden birinde mahsun kendisine bir türlü yer bulamaz. hayatını reisin kendisine sağladığı asgari imkânlarla sürdürmektedir. onun verdiği yiyecekleri yer, onun verdiği içkiyi içer ve onun ayarladığı yerde kalır. reis olmasa koskoca istanbul kentinde mahsun bir hiç olacaktır. varlığı aslında devletin gözünde zaten bir hiçtir. devlet de tıpkı istanbul gibi mahsun’u tanımaz hatta varlığını kabul etmeyip onu yok sayar. şöyle ki tavus kuşlarını görmek için uzak doğudan gelen turistlerin girebildiği kaleye mahsun giremez. mahsun’un varlığını kabul eden sadece reis ve onun çevresindeki birkaç kişidir. tüm hiçlik içinde mahsun kaybeden ve tutunamayan olarak âdeta varla yok arasındadır. mahsun, bir yandan hiçbir yere ait değilken bir yandan da her yere aittir aslında.
mahsun kimdir? nereden gelmiştir? nasıl bu hâle düşmüştür? hep böyle miydi yoksa sonradan mı böyle oldu? gibi soruları soruyoruz izlerken. mahsun’un geçmişiyle ilgili hayâl mi gerçek mi olduğunu anlayamadığımız bazı sahneler vardır. otomobil kullanmayı nasıl öğrendi, hep sokakta yaşadıysa türkçesi nasıl bu kadar düzgün? okuma yazmayı gerçekten bilmiyor mu? gibi soruların net yanıtı yoktur filmde. bu muğlaklık filmi daha derin kılıyor gözümde. bu gizem bence filmin değerini daha da artırıyor.
filmde mahsun üzerinden kimlik eleştirisi yapılır. mahsun bir birey olmasına rağmen toplumdaki bireylere atfedilen işçi, patron, baba, koca, öğrenci, sanatçı, balıkçı, memur, devrimci, siyasetçi, anarşist gibi hiçbir kimliğe sahip değildir.
tabutta rövaşata filmi dünyada ve ülkemizde pek çok film şenliğinden ödülle dönmüştür. aldığı bütün ödülleri hak ettiğine inanıyorum.
filmle ilgili dikkatimi çeken bir husus var. her çeşit araç veya tekne “çaldığı” için hapse atılmayan mahsun, cumhurbaşkanına hediye edilen tavus kuşunu “çaldığı” için hapse atılıyor ve televizyonlara çıkıyor. ülkemizde adaletin öteden beri ne yazık ki kişilere ve kurumlara göre işlediğini görmek ülkemiz adına utanç verici bir durum.
mahsun süpertitiz abimizi çok sevmiştim film boyunca. şu anda da buradaki profil fotoğrafımda kendine yer verdim.
filmi ilk defa yıllar önce izlemiştim. geçenlerde tekrar izledim ve yıllar önce yaşadığım o duyguyu, hüznü yine yaşadım. tabutta rövaşata’nın öyle bir özelliği var. üzerinden kaç yıl geçerse geçsin tekrar izlendiğinde aynı duyguyu verebiliyor.
tabutta rövaşata derviş zaim’in en sevdiğim filmidir. diğer hiçbir filmde bu etkiyi yaratmadı bende.
tabutta rövaşata’nın en iyisinden bir başyapıt olduğuna inanıyorum. kesinlikle izlemeye değer.
filmle ilgili anekdotlar.
* tabutta rövaşata, yönetmen derviş zaim’in ilk filmi olma özelliği taşımaktadır.
* film, rumelihisarı civarında yaklaşık yirmi sekiz yıl yaşayan dursun tokta’nın gerçek hayatından esinlenerek çekilmiştir. kendisiyle ilgili şöyle bir yazı kaleme alınmış.
* derviş zaim, tabutta rövaşata’nın senaryosunu yazarken kafasında sadece tuncel kurtiz için yazdığı reis karakteri varmış. kurtiz dışında hiçbir oyuncuyu önceden planlamamış. ancak bir sorun varmış, kurtiz senaryoyu beğenmiş fakat başrol oynarım dedim. uzun uğraşlar sonucu zaim, kurtiz’i reis karakterinde oynatabilmiş.
* filmin çekimleri on sekiz günde tamamlanmış.
* derviş zaim başrol arayışı içindedir ve bir türlü aradığı ismi bulamaz. bir gün bir tiyatro dergisinde ahmet uğurlu’nun bir oyunda çekilmiş fotoğrafını görür. pek kafasına yatmasa da acaba role uyar mı diye düşünür. o sırada da daha iyi bir aday olmadığı için uğurlu’nun çöplük adlı oyununu izlemeye gider. televizyonda da izlemiştir uğurlu’yu ancak pek içine sinmemiştir bu rol için, fakat sahnedeki performansını çok beğenir ve tam rolüne uyacağını düşünür. oyundan sonra kulise gider ve uğurlu’ya senaryoyu verir. o sırada bir dizide oynayan uğurlu için çekim zamanları sorun olacaktır. ancak o da nesi, uğurlu’nun oynadığı dizi yayından kaldırılır. o anda her şey tam da zaim’in istediği gibi gider.
* derviş zaim film çekecek parası olmadığı için annesini arar ve film çekeceğini, ancak negatif alacak parası olmadığını söyler. annesi ruhsar zaimağaoğlu’nun gönderdiği parayla türkiye’deki son altmış kutu agfa negatifi satın alır. agfa o sıra dünyadaki üretimini durdurmuştur ve piyasadaki en ucuz filmdir.
* derviş zaim yine boğaziçi’nden arkadaşı olan murat ertel’den filme müzik yapmasını ister. murat ertel, zen adlı beş kişilik bir grubun üyesidir. grubun iki üyesi filmi beğenmeyince diğer üç kişi baba zula’yı kurup müzikleri yapmışlar. böylelikle tabutta rövaşata yeni bir müzik grubun doğmasına sebep olur. filmde ayrıca yansımalar grubunun bab-ı esrar adlı albümünden oldukça etkileyici ve son derece kaliteli parçalar kullanılır.
* derviş zaim, set ekibinin yemek işini düşünmektedir. boğaziçi’nden okul arkadaşı olan mezunlar derneği’nin başkanı erdal yıldırım sayesinde sodexo şirketinden yemek sponsorluğu alır. yemek sorununu bir öğünlük de olsa çözer; her öğlen yapımdan bir kişi okulun kuzey kampüsüne gider ve yemekleri sefer tasları içinde alır, sete getirir ve ekip böylece öğle yemeğini yiyebilir.
* hisar’da o meşhur kahvenin –şimdi başka bir işletme var artık– sahipleri çekim için mekânlarının kullanılmasına izin verirler, hatta çay paralarında indirim yaparlar; o parayı da derviş’in bir doktor arkadaşı ahmet tulezoğlu öder sonunda. fakat hala bir miktar paraya ihtiyaç vardır, annesi ve yakın arkadaşları serap güneş devreye girer günlük yapım için gerekli para için katkı sağlarlar.
* ahmet uğurlu mahsun karakteri için kendi kostümünü derviş’in onayını alarak kendi tasarlar. öteki kostümler elbirliği ile çekim başlamadan ya da başlandığı gün düzenlenir.
* filmde çaldığı ilk otomobil bizzat ahmet uğurlu’nun gerçek otomobiliymiş. uğurlu’nun filmde rol icabı çaldığı ikinci otomobil ise görüntü yönetmeni mustafa kuşçu’nun gerçek hayatta kullandığı kendi otomobiliymiş.
* filmdeki karakterlerin çoğu gerçek hayatta da hisar’ın müdavimderindenmiş.
* otobüs içi çekimleri korsan tarzında gerçekleştirilir. çünkü otobüs kiralayacak kaynak yoktur. ilgili sahne şöyle gerçekleştirilmiştir: derviş, reji asistanı nur ve kameraman mustafa kuşçu ile kuruçeşme’deki duraktan rastgele gelen bir belediye otobüsüne yolcuymuş gibi binerler. ahmet uğurlu kucağındaki tavuskuşu ile bir sonraki durakta otobüsü beklemektedir. nur otobüs şoförünü lafa tutar. ahmet uğurlu otobüs durağa varınca kucağında tuttuğu tavuskuşu ile otobüse biner. içeride bir koltuğa oturur. bu esnada çekim başlar. onu tavuskuşuyla beraber bir durak boyunca çekerler. şoför ikazlarda bulunur ama reji onu sakinleştirmeye çalışmaktadır. otobüs üçüncü durağa yaklaştığında inerler. sahnenin çekimi bitmiştir. rumelihisarı’ndaki çekimlerde kale yetkilisi ‘zaman doldu, hadi çıkıp gidin’ diye serzenişte bulunduğu zaman ahmet uğurlu onlara münasip bir lisanla çalışmaya devam etmenin gerekliliğini izah eder. sonuçta çalışmaya devam edilir.
* filmin negatifleri düzenli olarak yıkanmış fakat ne çekildiğini izlemeleri mümkün olmamış çünkü iş kopyası basılacak bir para yokmuş. tek kare bile görememişler.
* derviş zaim’in oyuncuların masraflarını karşılayacak parası olmadığı için oyuncuların çoğu filmde gönüllü olarak çalışmış.
* tabutta rövaşata filmi toplamda 22 ülkede ödül kazanmış ve film ülkemizin uluslararası film şenliklerinde en fazla ödül kazanan filmi olma özelliği taşımaktadır.
* derviş zaim filmin senaryosunu sadece iki haftada tamamlamış.
* filmdeki iki başrol oyuncusundan biri olan ayşen aydemir’in ilk ve son filmidir. oyuncu maalesef filmden kısa bir süre sonra kahredici hastalıktan yaşama veda etmiştir.
* tabutta rövaşata’daki kusursuz performansından sonra ahmet uğurlu’ya yurt dışından pek çok oyunculuk teklifi gelmiş. bu rollerden bazılarını* kabul etmiş ve yabancı bir ülkede başrol oynayan ilk yerli aktör unvanına sahip olmuş.
* tabutta rövaşata filmi hakkında the new york times’ta özel bir makale yayınlanmış.
yararlanılan kaynaklar
kaynak 1, kaynak 2, kaynak 3
aşağıda filmle ilgili bazı ayrıntılardan bahsedeceğim ve bazı röportajları paylaşacağım. izlemeden önce filmle ilgili detayları öğrenmekten haz etmiyorsanız aşağıda yazılanları okumamanızı öneririm..
[[spoiler]]
mahsun’la sarı çoğu zaman olduğu gibi yine bir akşam birlikte takılırlar. gece olduğunda ikisinin de yatacak yeri olmadığı için sarı, mahsun’a kayıkta uyumayı teklif eder. mahsun ise çok soğuk olduğu için bu teklifi reddeder. sarı, o soğuk kış gecesinde kayıkta yatar. mahsun o gece yine bir araba 'çalmıştır'. sarı’nın yanına gelir, ısınmak ve uyumak için sarı’yı çağırır, hadi gel benimle araba var der. sarı umursamaz. o sırada çok güzel bir rüya görüyordur ve bu tatlı rüyanın bitmesini istemiyordur belki de kim bilir. git başımdan deyip mahsun’u başından savar. mahsun, gece arabayla her zaman yaptığı gibi şehri dolaşır ve arabada ısınır. sabaha karşı olduğunda mahsun tekrar sarı’nın yanına gelir onu uyandırmak için. seslenir, uyanmaz, tekrar seslenir yine uyanmaz. üzerindeki örtüyü kaldırıp bakar. sarı tepkisizdir. çünkü gece kaldığı kayıkta soğuktan donarak ölmüştür sarı. mahsun duraksar, çok üzülmüştür. çünkü hayattaki tek yakın dostunu kaybetmiştir. o sahnede sanki ben de yakın bir dostumu kaybetmiş gibi hüzünlenmiştim. ilk izlememden yıllar geçmesine rağmen o sahne hep hatırımdadır.
derviş zaim’in mahsun karakteri ile ilgili sözleri.
mahsun, falakadan şişmiş ayaklarıyla yeraltından çıkıp yeryüzü dünyasına karışır her sabah. bmw’yi o çalmamıştır. otomobil çalmaz mahsun, sizin yaşamınızdan bir gecelik rahatlıklar çalar. otomobilinizin sıcak koltuğunu çalar, geceleri dolaştığınız şehrin aydınlığını çalar.
ayşen aydemir’den bahsetmek istiyorum şimdi. filmdeki olağanüstü performansını görünce ben de pek çok izleyici gibi filmden sonra kim bu muhteşem oyuncu diye bir araştırma yapayım dedim. kimdir? nerede eğitim almıştır, hangi filmlerde ya da dizilerde oynamıştır, hâlen oynadığı tiyatro oyunları var mıdır diye bir bakayım dedim. ahh keşke araştırmasaydım. yaşama veda haberini okuduğumda içimde müthiş bir üzüntü hissetmiştim. hem de kendisini hiç tanımamama rağmen. aklıma filmdeki o hüzünlü ve nahif hâlleri gelmişti. o’na ölümü bir türlü konduramamıştım. böyle güzel insanların, böyle muhteşem oyuncuların erkenden yaşama veda etmesi beni derinden üzmüştü.
derviş zaim’in ayşen aydemir hakkındaki sözleri.
‘‘öfkeliyim. çünkü ayşen bir tek tabutta rövaşata’da oynadı. çok mu yeteneksizdi bu kız? hayır. aksine, en yeteneklisi, en iyisiydi. ama filmlerde rol almak için gereken o bayağı ilişkilere giremedi. ortalama olanın prim yaptığı bir yerde oyunculuk yapmaya çalıştığı için tanıyamadınız onu. zaten o, ortalamanın dünyasında var olamazdı.’’
sarı’nın cenazesinde geride kalan dostlarının sarı’nın mezarına şarap ve diğer içkileri döktükleri sahne ne kadar da hüzünlüydü. arkadaşlarını son yolculuğuna uğurlarken ona yaşamında çok sevdiği şeyden içkiden ikram etmeleri beni derinden etkilemişti. bundan bir süre sonra mahsun’un tuvalet temizliğinden kazandığı ilk parayla şarap ve rakı alarak özlediği eski dostunu görmek için reise ve diğerlerine sarı’yı tekrar ziyaret edelim dediği sahne ne kadar da içtendi. bu samimi sahnelerin filmde yayınlanmasına maalesef bugünkü yobaz zihniyet izin vermezdi. bu da ayrı üzücü bir detay.
derviş zaim’in filmle ilgili şu sözlerini de aktarmak istiyorum.
“hikâye seçimim mekân seçimini etkilemiştir. mekân istanbul’dur, surlardır, hisar’dır. ama asıl gerçek, kahramanın istanbul yazgısıdır. hisar’ın gerçeği budur. istanbul’a ait gerçek bir insan mahsun. istanbul yazgısından, hisar’daki o kahvehaneye kapatılmışlıktan kurtulamıyor. o yüzdendir ki bir nevi hapishane pencerelerini andırır kahvehane pencereleri. hep istanbul’a dönüş vardır. istanbul bir yazgıdır aslında.”
ahmet uğurlu’nun 2004’teki röportajından.
bu kadar televizyon dizisi var. hiç mi size teklif gelmedi? yoksa siz mi çok seçici oldunuz?
— bu furyada benimle niye dizi yapsınlar. onlar işi bilmeyenlerle yapmak istiyorlar. iyi bir şey yapmak sevdasında değiller çünkü. ayda 60 tane dizi yayınlanıyor. bana bir tanesinin yurt dışına satıldığını söyleyebilir misiniz? niye satamıyorsunuz, çünkü standartlara uymuyor. domates yetiştirdiği zaman dışarı satamıyorum diye hayıflanıyor adam. çünkü ona bir anda büyüsün diye hormon vermişsin. bizdeki oyuncular da, yapımlar da tıpkı hormonlu domates gibi işte.
madem bu kadar gayri memnunsunuz, niye köşenizde sessiz kalıyorsunuz da savaşmıyorsunuz?
— para! televizyonlara, bana yapım verin, diyorum vermiyorlar. illa şu şirket olursa veririm diyorlar. o şirket olursa, kötü yapıyor. kurumsallaşmış beş yapımcı var, onlar iyi bir şeye imza atmadılar. şu kadarcık bir oyunculuğum var, (parmağının ucuyla gösteriyor) o da bozulacak diye dizi seyredemiyorum. ahmaklar savaşına çevirdiler. bunları seyredersem oyunculuğum bozulur.
sinema eleştirmeni zarife öztürk’ün radikal’de yayınlanan tabutta rövaşata yazısından.
“londra’daki türk filmleri haftası kapsamında gösterilen tabutta rövaşata için ingiliz ‘time out’ dergisi şöyle yazdı: festivalin belki de en iyi filmi, ahmet uğurlu’nun, geceleri çaldığı arabalarla gezen, esrarkeş bir kıza aşık olan ve hükümetin tavus kuşlarını çalan sokak serserisini başarılı bir biçimde canlandırdığı derviş zaim’in filmi. sıkıcılığa ve duygu sömürüsüne asla kaçmayan tabutta rövaşata, mahsun’un hayatındaki az sayıda seçeneği biraz eksantrik, eğlenceli bir şekilde anlatıyor. bir italyan eleştirmeni ise “umutsuzca güzelliği arıyor” dediği mahsun’u bir şaire benzetmiş ve bizim anladığımız anlamda şiir yazmıyor; mahsun’un mısralarından bir tanesi araba çalmak olmuş.”
filmimizin gerçek hayattaki kahramanı dursun tokta hakkında bazı bilgiler paylaşmak istiyorum şimdi.
dursun tokta, haberlere çıktıktan sonra kendisiyle yapılan bir röportajda şu sözleri söylemiş: insanın insana olan aşkıyla, insanın arabaya olan aşkı arasında fark yok. arabaya olan aşkım, sevgiden geçer. insanları tanıdıkça arabaları ve hayvanları daha çok seviyorum. nerede bende ölmek gibi bir şans. bazen “öleyim de kurtulayım” diyorum, olmuyor işte. bir de fareleri severim, insanlardan fazla. onların benden bir farkı yok çünkü.
rumelihisarı’nın müdavimlerinden şapkalı mehmet’in dursun tokta hakkındaki sözleri.
beş yıl önce bir kamyonet yürütmüş. küçükarmutlu’da yolu kesen polisleri görünce panik olmuş, üzerlerine sürmüş. ateş açmışlar, sekiz yerinden vuruldu, ölmedi. bir kez de aşiyan’da polislerle karşılaşmış, yine ateş açmışlar. sahile geldiğinde araba delik deşikti. şans eseri vurulmamış. rumelihisarı polisi ateş etmezdi. tanırdı. savcı da bıkmıştı ondan. polislere “getirmeyin artık bu adamı” demiş. hayatı cezaevinde geçti. hırsız olmadığını anlatmak için kaçırdığı arabaları karakolun önüne götürüp yıkardı.
rumelihisarı esnaflarından garson ahmet’in dursun tokta hakkındaki sözleri.
bir gün müşterinin biri, arabanın anahtarını içinde unutmuştu. hemen dursun’u çağırdım. bir dakikada açtı arabayı. arabanın sahibi büyük para uzattı. “bira al, yeter” dedi bizimki. 10 milyon liradan fazla para verenlerden yardım almazdı. zengin olmak değil, zengin bir iş adamının şoförü olmak isterdi.
son olarak.
“ama arkadaşlar iyidir”
[[/spoiler]]
devamını gör...
12.
bir derviş zaim filmidir.
filmin senaryosunu da yönetmen derviş zaim yazmıştır. filmin başrollerinde benim için türk sinemasının gerçek jönlerinden biri olan ahmet uğurlu, sevdiğimiz saydığımız büyük abimiz tuncel kurtiz ve ayşen özdemir oynamıştır. film ödüle doymamış ve tüm zamanların en iyi türk filmlerinden biri sayılmıştır, haklı olarak.
film evsiz bir adam olan mahsun'un hikayesini anlatıyor bize. mahsun hayata tutunamamış bir adam ama kıyısından köşesinden hayata bulanmak için bir tutkusu da yok değil. araba sevdası. ama gerçek bir tutku bu. elbette mahsun araba alacak durumda değil ama çalıp gece boyu kullandığı arabalara da büyük bir saygı ile yaklaşmakta. balıkçılarla kurduğu arkadaşlık sayesinde biraz da yaşıyor gibi yapıyor mahsun. sonra bir kız çıkageliyor ve mahsun alt üst oluyor iyice.
mahsun yaşıyor mu, emin değilim. ama kesin olarak bildiğim bir şey varsa o da yaşadığı her şeye rağmen fiyakalı bir adam olması mahsun'un. ölü bir adam olsa da mahsun fiyakasına halel gelmemesi için o rövaşatayı mutlaka atar tabutunun içinde.
filmin senaryosunu da yönetmen derviş zaim yazmıştır. filmin başrollerinde benim için türk sinemasının gerçek jönlerinden biri olan ahmet uğurlu, sevdiğimiz saydığımız büyük abimiz tuncel kurtiz ve ayşen özdemir oynamıştır. film ödüle doymamış ve tüm zamanların en iyi türk filmlerinden biri sayılmıştır, haklı olarak.
film evsiz bir adam olan mahsun'un hikayesini anlatıyor bize. mahsun hayata tutunamamış bir adam ama kıyısından köşesinden hayata bulanmak için bir tutkusu da yok değil. araba sevdası. ama gerçek bir tutku bu. elbette mahsun araba alacak durumda değil ama çalıp gece boyu kullandığı arabalara da büyük bir saygı ile yaklaşmakta. balıkçılarla kurduğu arkadaşlık sayesinde biraz da yaşıyor gibi yapıyor mahsun. sonra bir kız çıkageliyor ve mahsun alt üst oluyor iyice.
mahsun yaşıyor mu, emin değilim. ama kesin olarak bildiğim bir şey varsa o da yaşadığı her şeye rağmen fiyakalı bir adam olması mahsun'un. ölü bir adam olsa da mahsun fiyakasına halel gelmemesi için o rövaşatayı mutlaka atar tabutunun içinde.
devamını gör...
13.
gerçek bir kişiden esinlenilerek yapılmış bir film olduğu için altyapısı bilinmediğinde sevilmemesi normal. zaten film pek de öyle beğeni kaygısı güden bir film değil. duygusal değil, romantik değil, kasvetli, bunaltıcı, görmek istemeyeceğiniz bir hayatın kesiti. hani savaşlarda ölen çocukları aklına getirmek istememek gibi. birileri var, evsiz. uyuşturucu bağımlısı bir kadın kendini satıyor. bunlar gerçek. eskort keyiften başka adamların altına yatıyor deyince kabullenilebilir oluyor ya da keyiften yaz günü sokakta içip sızmak keyifli görünüyor. ama kimsenin olmadığı ve onun bunun iti olmak kolay empati kurabileceğiniz bir şey değil. ezcümle gerçek birinin yeraltı edebiyatı ile yumuşatılmış halidir bu film. her ne kadar tavus kuşu kısmı komik olsa da içinde yeterince dram bile yok filmde.
devamını gör...
14.
müziklerini baba zula'nın bestelediği derviş zaim filmidir. görünce aklıma baba zula geldi direkt, en sevdiğim şarkılarından birini paylaşayım. kopyalarak çoğalmaz ki gendeki özgür ruh
devamını gör...
15.
derviş zaim'in ne zaman okusam içimden geçtiği bir görüşünde şöyle tasvir ediliyor mahsun:
"geceleri çaldığı arabaları sabaha dek gezdikten sonra yerlerine bırakır. otomobil çalmaz mahsun, sizin yaşamınızdan bir gecelik rahatlıklar çalar. otomobilinizin sıcak koltuğunu çalar, geceleri dolaştığınız şehrin aydınlığını çalar."
şahsi görüş olarak şimdi bulamadığım (ve deli olduğum) muhteşem ötesi bir kritikte, mahsun'un bir tutunamayan olmadığı anlatılmıştı. yakın olduğum görüş bu. mahsun, tutunamayanlardaki tutunma çabasından da uzak bir karakter. umursamıyor ne dayağı ne sevgiyi. şu kritiği bulamadım lanet google yüzünden. şimdi o hissiyatı veremiyorum. bazen, aklınızda tam olarak ne anlatacağınız olsa da, sıralı şekilde cümleye dökmek zor oluyor. şu an aynen bunu yaşıyorum. mahsun'un bir beklentisi, kırgınlığı, öfkesi, sevgisi hiç bir şeyi kalmamıştır. "insanlık" denen şey mahsundaki insana dair her şeyi almıştır. sadece hayatta kalmak istiyor mahsun. bir gün daha diyor. bu bağlamda, çok fena "ben" olan, öyle koftiden değil gerçekten "ben" olan, düşünülmüş-tartılmış şekilde ben olan ve reankare hali olduğum kahramanım olan, dombili teyze ile sadece ona yemek yapması için evlenip yatağında düşünmeye devam ederek ölen, canımın iç kısmı oblomov ile benzeştiriyorum onu. yoksa sarı'ya bile teknede uyuduğu gece "aman naparsan yap" şeklinde bir atarı vardı mahsun'un. onu iyilik perisi ya da kötülük prensi yapmıyorum ben. mahsunu tutunamayan ya da canavar yapamam. insanlar onun her şeyinin ırzına geçti. "bir gün daha aynı şekilde" diyen, "çıkma ekmek var mı" deyişine gubban olduğum bu adam kaldı geriye. tıpkı sürekli kendisine akıl veren arkadaşlarına da sırtını dönüp "bir gün daha" diyen oblomov gibi. "ama arkadaşlar iyidir" quote'una katılmıyorum işte bee. içimiz çürüdü belki de, tersi fikirlere saygım maygım vardır yani, saygı ile kafayı yemiş sosyal medyamızda.
ps: ya şu kritiği bulcam bir ara. google bitmiş. pis google.
"geceleri çaldığı arabaları sabaha dek gezdikten sonra yerlerine bırakır. otomobil çalmaz mahsun, sizin yaşamınızdan bir gecelik rahatlıklar çalar. otomobilinizin sıcak koltuğunu çalar, geceleri dolaştığınız şehrin aydınlığını çalar."
şahsi görüş olarak şimdi bulamadığım (ve deli olduğum) muhteşem ötesi bir kritikte, mahsun'un bir tutunamayan olmadığı anlatılmıştı. yakın olduğum görüş bu. mahsun, tutunamayanlardaki tutunma çabasından da uzak bir karakter. umursamıyor ne dayağı ne sevgiyi. şu kritiği bulamadım lanet google yüzünden. şimdi o hissiyatı veremiyorum. bazen, aklınızda tam olarak ne anlatacağınız olsa da, sıralı şekilde cümleye dökmek zor oluyor. şu an aynen bunu yaşıyorum. mahsun'un bir beklentisi, kırgınlığı, öfkesi, sevgisi hiç bir şeyi kalmamıştır. "insanlık" denen şey mahsundaki insana dair her şeyi almıştır. sadece hayatta kalmak istiyor mahsun. bir gün daha diyor. bu bağlamda, çok fena "ben" olan, öyle koftiden değil gerçekten "ben" olan, düşünülmüş-tartılmış şekilde ben olan ve reankare hali olduğum kahramanım olan, dombili teyze ile sadece ona yemek yapması için evlenip yatağında düşünmeye devam ederek ölen, canımın iç kısmı oblomov ile benzeştiriyorum onu. yoksa sarı'ya bile teknede uyuduğu gece "aman naparsan yap" şeklinde bir atarı vardı mahsun'un. onu iyilik perisi ya da kötülük prensi yapmıyorum ben. mahsunu tutunamayan ya da canavar yapamam. insanlar onun her şeyinin ırzına geçti. "bir gün daha aynı şekilde" diyen, "çıkma ekmek var mı" deyişine gubban olduğum bu adam kaldı geriye. tıpkı sürekli kendisine akıl veren arkadaşlarına da sırtını dönüp "bir gün daha" diyen oblomov gibi. "ama arkadaşlar iyidir" quote'una katılmıyorum işte bee. içimiz çürüdü belki de, tersi fikirlere saygım maygım vardır yani, saygı ile kafayı yemiş sosyal medyamızda.
ps: ya şu kritiği bulcam bir ara. google bitmiş. pis google.
devamını gör...