zaman tüneli
takım elbise
bir süre sonra fark ettim ki siyasetçiler, bankacılar, emlakçılar, otogalerciler gibi birçok kişi sürekli takım elbise giyiyor. aslında takım elbise, bir otorite göstergesi olarak kullanılır ve bununla ilgili sayısız sosyal deney yapılmıştır. çoğunlukla takım elbise giyenlerin doğru konuştuğu, doğru hareket ettiği varsayılır, bilinçaltımızda böyle bir bağlantı vardır. örneğin, pijamayla kırmızı ışıkta karşıdan karşıya geçen birini kimse takip etmezken, aynı ışıkta aynı kişi takım elbise giymiş ve elinde bir bond çantasıyla geçtiğinde, birçok kişi onu takip etmeye başlar.
lafı fazla uzatmadan, kısaca söylemek gerekirse, manipülasyon yapmak için kullanılan araçlardan biri psikolojide "karşındakinden en az bir puan iyi giyin" kuralıdır. bu yüzden üniforma olarak takım elbise giyilen yerlerde dolandırıcılık olayları oldukça yaygındır. ancak, bu giyim işini gerçekten tarza dönüştürenler ayrı bir konu, onları farklı bir şekilde ele alırım.
konu hakkında söyleyeceklerim şimdilik bu kadar.
lafı fazla uzatmadan, kısaca söylemek gerekirse, manipülasyon yapmak için kullanılan araçlardan biri psikolojide "karşındakinden en az bir puan iyi giyin" kuralıdır. bu yüzden üniforma olarak takım elbise giyilen yerlerde dolandırıcılık olayları oldukça yaygındır. ancak, bu giyim işini gerçekten tarza dönüştürenler ayrı bir konu, onları farklı bir şekilde ele alırım.
konu hakkında söyleyeceklerim şimdilik bu kadar.
devamını gör...
otokontrol
herhangi bir iş takibini, planlamasını, nerede ne yaptım falan nerede kaldım en son hangi işi yaptım bir şekilde kendiliğinden kontrol mekanizmasını kurabilmek.
ama iş kendi hayatına gelince ya olmuyor oturmuyor. kendi üzerimde bir hükmüm yokmuş gibi.
ama iş kendi hayatına gelince ya olmuyor oturmuyor. kendi üzerimde bir hükmüm yokmuş gibi.
devamını gör...
makarnaya en çok yakışan şey
cevizi çok yakıştırıyorum. cevizli makarnaya bayılırım.
devamını gör...
kendi yazdığım hikayeler
(2. bölüm)
(bölüm adı: torquay'da okuyan urfalı turgay)
o kadar para verdiği ingiliz birasını yudum yudum içiyor, her yudumun arasına bir ev turşusu ve bir ısırık lahmacun sıkıştırıyordu. lahmacun da lahmacunun hası ha, urfa'dan geldi! her ısırıkta kültürler arasında sıkışıp kalmışlığına kızıyordu. evet, her yere gidiyordu ama her gittiği yerde de 1-2 gün kalıyor ve nefessiz soluksuz başka diyarlara koşuyordu zihni. kimliksizleşmişti. (bkz: torquay) güzel şehirdi güzel olmasına ama kendisini tümüyle melankoliye, hüzne, keşkelere bürüyordu. ingiliz kökenli müziklerle dolup taşmıştı kulağı ve kalbi. daha üç ay değildi (bkz: mahmut tuncer)'in (bkz: altın dişli hayriye) şarkısıyla halay çektiği. duvara az çiğ köfte fırlatmamıştı "delilo delilo destane" dinleyip.
dalıp dalıp gitmelerini bölen birkaç afro-amerikan tanışması ve şehrin kültürel ögelerini beraber gezmesi dahi keyif veremiyordu ona. şehirde bir müze mi gördü, (bkz: balıklıgöl)'den bir manevî parça buluyordu içinde. gariptir, balıklıgöl'de de (bkz: louvre müzesi)'nde hissediyordu. okumak için geldiği bu şehirde bu denli zincirle kenetlenmiş geçmişine takılması ve döngü döngü dağlanan kültür sıkışması aklına bile gelmemişti. okuyup ders görecek, bir alanda uzmanlaşacak, adam olup gelecekti. ama yaşadığı her anı onu edilgenleştiriyordu. haftasonları dersten vakit bulup (bkz: torquay united)'ın maçlarını izliyordu. şanlıurfa'da istanbul takımı tutacak kadar güce biatçı, torquay'da en fanatiğinden daha fanatikçe torquay united destekleyecek kadar devrimciydi. her devrin değil belki ama her yerin adamıydı.
torquay'ın yerlileri içtiği biradan, yedikleri sosisli sandviçten zevk alıp birbiriyle doyurucu sohbetler ederken turgay el yapımı mis gibi lahmacunlarına bakıyordu önce; sonra hayatında ikinci, belki üçüncü kez içtiği birasına. biraz içine dönüyordu. sessizliğine... sessizliğine içiyordu. varlık içinde yokluktu. tecrübe içinde acı... o kendine yabancıydı, hayat ona yabancı. buna bir son vermeliydi. bitirmeliydi bu kabullenici, tek tipleştiren süreci. evet, tek bir ülke veya milletle yaftalanmıyordu belki ama kendisi de olamıyordu. kendine dönmek için bir yol çizdi. okulu donduracak, torquay'dan da bir süre gidecekti. gideceği yeni yerin kimliğine gömülmemeliydi. istese de yapamamalıydı bunu.
"hi, can ı take one ticket for ındia?"
(bölüm adı: torquay'da okuyan urfalı turgay)
o kadar para verdiği ingiliz birasını yudum yudum içiyor, her yudumun arasına bir ev turşusu ve bir ısırık lahmacun sıkıştırıyordu. lahmacun da lahmacunun hası ha, urfa'dan geldi! her ısırıkta kültürler arasında sıkışıp kalmışlığına kızıyordu. evet, her yere gidiyordu ama her gittiği yerde de 1-2 gün kalıyor ve nefessiz soluksuz başka diyarlara koşuyordu zihni. kimliksizleşmişti. (bkz: torquay) güzel şehirdi güzel olmasına ama kendisini tümüyle melankoliye, hüzne, keşkelere bürüyordu. ingiliz kökenli müziklerle dolup taşmıştı kulağı ve kalbi. daha üç ay değildi (bkz: mahmut tuncer)'in (bkz: altın dişli hayriye) şarkısıyla halay çektiği. duvara az çiğ köfte fırlatmamıştı "delilo delilo destane" dinleyip.
dalıp dalıp gitmelerini bölen birkaç afro-amerikan tanışması ve şehrin kültürel ögelerini beraber gezmesi dahi keyif veremiyordu ona. şehirde bir müze mi gördü, (bkz: balıklıgöl)'den bir manevî parça buluyordu içinde. gariptir, balıklıgöl'de de (bkz: louvre müzesi)'nde hissediyordu. okumak için geldiği bu şehirde bu denli zincirle kenetlenmiş geçmişine takılması ve döngü döngü dağlanan kültür sıkışması aklına bile gelmemişti. okuyup ders görecek, bir alanda uzmanlaşacak, adam olup gelecekti. ama yaşadığı her anı onu edilgenleştiriyordu. haftasonları dersten vakit bulup (bkz: torquay united)'ın maçlarını izliyordu. şanlıurfa'da istanbul takımı tutacak kadar güce biatçı, torquay'da en fanatiğinden daha fanatikçe torquay united destekleyecek kadar devrimciydi. her devrin değil belki ama her yerin adamıydı.
torquay'ın yerlileri içtiği biradan, yedikleri sosisli sandviçten zevk alıp birbiriyle doyurucu sohbetler ederken turgay el yapımı mis gibi lahmacunlarına bakıyordu önce; sonra hayatında ikinci, belki üçüncü kez içtiği birasına. biraz içine dönüyordu. sessizliğine... sessizliğine içiyordu. varlık içinde yokluktu. tecrübe içinde acı... o kendine yabancıydı, hayat ona yabancı. buna bir son vermeliydi. bitirmeliydi bu kabullenici, tek tipleştiren süreci. evet, tek bir ülke veya milletle yaftalanmıyordu belki ama kendisi de olamıyordu. kendine dönmek için bir yol çizdi. okulu donduracak, torquay'dan da bir süre gidecekti. gideceği yeni yerin kimliğine gömülmemeliydi. istese de yapamamalıydı bunu.
"hi, can ı take one ticket for ındia?"
devamını gör...
türkçede çok anlama gelen kısa kelimeler
peki.
devamını gör...
carl ritter
carl ritter; alexander von humboldt, wladimir köppen ve friedrich ratzel le birlite modern coğrafya biliminin kurucusu olan alman bir coğrafyacıdır.

devamını gör...
kendini bilen adam
ayaklarının üzerinde durabilen, duruşu olan adamdır. karakteri oturmuştur. hayat çizgisi bellidir.
devamını gör...
iskitler
türkler: www.academia.edu/40477985/T...
devamını gör...
dijital yalnızlık
gizem ülgen tarafından senaryosu yazılmış ve yönetilmiş 5 dakikalık kısa film;
2020 yılında yayınlanmıştır.

dijital dünyanın yalnızlaştırdığı ve bir robot haline getirdiği insanların ıssızlığını, dijital dünyanın insan ilişkilerine olumsuz etkileri ve boşluklar yaratmasını konu ediniyor.
yan yana iken bile telefondan yazışarak sohbet eden çiftler, yüzüne bakarak konuşmanın yerini ekrana bakarak konuşmanın alması, toplu taşıma araçlarında insanların neredeyse hepsinin telefona odaklanması, kitap okuyan insan sayısında düşüş, hayatındaki her gelişmeyi, her ânı sosyal medyada paylaşma isteğinin altında yatan onaylanma isteği, kısa filmin gösterdiği durumlardandı.
kadının en sonunda merdivenden düşüp yanında duran kocası ya da sevgilisine düştüğünü ve ölmek üzere olduğunu bile haber verememesi, o anda bile telefona ulaşmaya çalışması trajikomikti.
çok iyi bir kısa film olduğunu düşünmüyorum, hiç diyalog olmaması belki konuyu desteklemek içindir ama biraz yalın geldi, daha iyisi olabilirdi.
kitle iletişim araçlarının kölesi ya da oyuncağı olmamak gerektiğini vurgulayan bir kısa film olduğu söylenebilir.
iletişimsizliğin geldiği son noktayı anlatan basit ve sade bir kısa filmdi.
2020 yılında yayınlanmıştır.

dijital dünyanın yalnızlaştırdığı ve bir robot haline getirdiği insanların ıssızlığını, dijital dünyanın insan ilişkilerine olumsuz etkileri ve boşluklar yaratmasını konu ediniyor.
yan yana iken bile telefondan yazışarak sohbet eden çiftler, yüzüne bakarak konuşmanın yerini ekrana bakarak konuşmanın alması, toplu taşıma araçlarında insanların neredeyse hepsinin telefona odaklanması, kitap okuyan insan sayısında düşüş, hayatındaki her gelişmeyi, her ânı sosyal medyada paylaşma isteğinin altında yatan onaylanma isteği, kısa filmin gösterdiği durumlardandı.
kadının en sonunda merdivenden düşüp yanında duran kocası ya da sevgilisine düştüğünü ve ölmek üzere olduğunu bile haber verememesi, o anda bile telefona ulaşmaya çalışması trajikomikti.
çok iyi bir kısa film olduğunu düşünmüyorum, hiç diyalog olmaması belki konuyu desteklemek içindir ama biraz yalın geldi, daha iyisi olabilirdi.
kitle iletişim araçlarının kölesi ya da oyuncağı olmamak gerektiğini vurgulayan bir kısa film olduğu söylenebilir.
iletişimsizliğin geldiği son noktayı anlatan basit ve sade bir kısa filmdi.
devamını gör...
türkçede çok anlama gelen kısa kelimeler
abo
devamını gör...
otokontrol
huydur bende
hadi sen de
hadi sen de
devamını gör...
13 mart 2025 rangers fenerbahçe maçı
fener hücum oynayacak mecbur 2 farklı yenilmişsin.fener atarsa illa ya kontra ile ya da hatalarla gol yiyecek gibi duruyor.
beraberlik kokan maç.
beraberlik kokan maç.
devamını gör...
yazarların kendilerine söylemek istedikleri
oglum sittir git, oglen yemegini ye sozluk basinda bos bos oturacagina ! aksama antreman var, kolunu kaldiracak halin olmuyor sonra.
devamını gör...
friedrich ratzel
freidrich ratzel, 1844-1904 yılları arasında yaşamış alman bir coğrafyacı olup tarihte lebensraum[yaşam alanı] terimini ilk kez kullanan kişidir.

devamını gör...
yazarların kendilerine söylemek istedikleri
seni seviyorum.
devamını gör...
solo il gala (yazar)
#3447310
keşke ya ama sanmıyorum. **
annem son derece toksik bir anadolu annesi.
yolları kesişmiş olamaz fpdjlfkejfl.
babama benziyom, babamın da yüzü kendimi bildim bileli şöyle:
keşke ya ama sanmıyorum. **
annem son derece toksik bir anadolu annesi.
yolları kesişmiş olamaz fpdjlfkejfl.
babama benziyom, babamın da yüzü kendimi bildim bileli şöyle:

devamını gör...
yazarların kendilerine söylemek istedikleri
bu gidişle zor toparlarsın.
devamını gör...
makarnaya en çok yakışan şey
domates ve domatesle ilgili ne varsa (salça,püre vs.)
devamını gör...
yazarların kendilerine söylemek istedikleri
söyleyemem derdimi kimseye dedik ya gızım az öte dur.
devamını gör...