attila ilhan'ın meşhur şiirinin adı.

nedense hep bu söz tartışılıyor. söz güzel, etkili eyvallah. fakat bağlamından kopartılıyor sanki. devamına hemen 'çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili' dizesi getiriliyor.
hehe acımadı ki haala daha sevgiliyiz oğlum. aynen kanka sevgilisiniz. bekle birazdan gelir.

böyle düşünenler şiirin devamını okumuyor galiba,
mesela yalnızlığın anlatıldığı kısımdaki dizeler manidar.
tek başına özgürlük ne işe yarayacak
bir türlü çözemedikleri bu
ölü bir gezegenin
soğuk tenhalığına
benzemesin diye
özgürlük mutlaka paylaşılacak
suç ortağı bir sevgiliyle


aaa attila ilhan senin dillerin neler söylüyor. hani sevgiliydiniz ayrı da olsanız hani ayrılıklar da sevdaya dahildi.
bari unutup yeni sevgili yapsaydınız. çoğayıp kaptan. ne olacak yani aşkınız yanardağ gibiyse, en kötü mezara aşkınızla girerdiniz. unutana kadar bekleseydiniz ya.

üzülmeyin üzülmeyin aşkınız şiirin sonunda da devam ediyor.
her an düşüp düşüp
kristal bir bardak gibi
tuz parça kırılsak da
hâlâ içimizde o yanardağ ağzı
hâlâ kıpkızıl gülümseyen
-sanki ateşten bir tebessüm-
zehir zemberek aşkımız


nihayetinde güzel şiir, çok kaptıramadım kendimi ama varsa taze ayrılan birileri okuyup üzülebilir.

ilk aklıma geleni de diyeyim de kalmasın içimde, ayrılık sevdaya dahil olsa ne olur olmasa ne olur?
pratikte bir şey değişiyor mu? hayır. eninde sonunda unutacak mısın? e bi zahmet. çöllere mi vuracaksın kendini? e vur.
vuranları görüyoruz başlıklarda, anca kendilerini yıpratıyorlar.

boş verin siz attila'yı. tarkan dinleyin. *
devamını gör...

disney plus'ın afişlerindeki film bu. ryan reynolds'ın sırıttığı. millette de bir şikayet vardı yeter bıktık reklamlardan bu nedir diye. şikayet edeceğinize açın filmi izleyin. fıstık gibi ballı lokma tatlısı gibi film yapmışlar.. *

evet şimdi konusundan bahsetmem lazım.
adamımız guy ,adı guy şaka yapmıyorum, ama free değil. o bir figüran. önce dedim burası galiba distopik bir evren baksana herif etrafındaki her şeyi kanıksamış, tıpkı bizler gibi, nasıl da mutlu robot gibi. ortalık birbirine giriyor kan gövdeyi götürüyor, zerre umurunda değil, şekerli sütlü dandik kahvesini içiyor dünyanın en iyi kahvesi gibi, millete iyi değil harika günler dileyerek gülücükler dağıtıyor çalıştığı bankada. dedim dur bi dakka çok iyimser bu. bu işte bi iş var. varmış zaten gta vice city gibi bir oyunda* figüranmış. e filmin konusuna bakmadık ki biz. disney plus afişlere kötü film koymaz dedik bastık play tuşuna.

işte bu figüran guy günlerden bir gün bir figürandan fazlası olabileceğini hisseder...

biraz spoilerlı alan

... onu görür. hayalindeki kızı. gerçekmiş, varmış öyle biri der. onunla konuşmak şansını denemek ister, ama bir sorun vardır. kendisinin güneş gözlüğü yoktur. ve oyunda gözlüksüz erkeğe kız vermezlermiş.* artık hem sevdiği kadın hem de yaşadığı free city için bir şeyler yapmalıdır. evvela bir gözlük bulmalıdır.

biraz spoilerlı alan sonu

peki bir figüran bütün bunları nasıl yapacak sorusunun cevabını film çok güzel veriyor. online oyun evrenini mizahi yanlarıyla güzel yansıtmışlar.
izlerken de sanal gerçekliğin büyüleyici dünyasını hissediyorsunuz. ama gerçek olmadığını bilmenin hüznü ile birlikte. bu sanal gerçekliğe bence çok yaratıcı bir romantizm eklemişler ki filmin ve oyunun arka planını bu oluşturuyor bana kalırsa. bir de marvel ve star wars detayı vardı ki acayip hoşumuza gitti.

artık konusunu biliyorsunuz play tuşuna basabilirsiniz.
devamını gör...

tanımımı şurada #2018563 bana haklı sitemlerde bulunan sevgili i am melting lannn melting'e ithaf ediyorum.
bu oyunu onun gibi anlatamam mazur görsün beni. ve huzurlarınızda bir sonraki oyuna davet ediyorum kendisini. *

kısaca konusundan bahsedelim. antonio salieri avusturya'da saray bestecisidir, hâli vakti yerindedir. öğrenci sayısı fazladır kralla arası iyidir. dümeni kurmuş vaziyettedir yani.* tanrıyla da arası iyidir. sıkı bir hristiyandır.

fakat günlerden bir gün tanrı'nın sesi olacak yaramaz mozart'ın dedikoduları yankılanır viyana sokaklarında ve de salieri'nin kulaklarında.
bu çocuk genç yaşına rağmen bir dahidir. babası onu küçük yaştan itibaren yetiştirmiş ve avrupa'da şehir şehir gezdirmiştir. viyana ise müzisyenler şehridir. nihayetinde mozart viyana'ya gelir.

salieri bu durumdan hiç memnun kalmaz. mozart bir tehdittir ona göre. ne yapıp edip bu genci yolundan etmelidir.
zira kendisi yıllarca çalışmış çabalamış elinden geleni yapmış fakat tanrı'nın sesi kendisinin değil mozart'ın melodilerinde hayat bulmuştur. bu durumu sadık bir kul olarak asla hazmedemez. hele ki bir çocuktan farkı olmayan gayriciddi birine tanrı'nın böyle torpil geçmesi asla kabul edilebilir değildir.
ve elinden geleni yapar mozart'ın yükselişini önlemek için.*

tüm kıskançlığına rağmen realisttir de salieri, bunu zaten oyun boyunca hissediyorsunuz, mozart'ın hakkını teslim eder.
şöyle söylüyor: o alelade şeylerden destanlar yaratırken ben destanlardan alelade şeyler ortaya koyuyorum.

salieri'yi selçuk yöntem canlandırıyor. her şeyi onun bakış açısından seyrediyoruz. aslında salieri o kadar ön planda ki seyrederken neden bu oyunun adı amadeus diye içimden geçirdim. bence salieri olmalıydı.*

burada bir parantez açmak istiyorum. bence selçuk yöntem'e gereğinden fazla bir ilgi gösteriliyor. elbette oyunculuğunu tartışacak değilim, zaten tartışamam da. bence güzel oynadı. galiba sevdiklerinden bu ilgi ki en fazla alkışı da o aldı.
belki de yanılıyorumdur.*

mozart'ı ise okan bayülgen canlandırıyor. televizyonda neyse sahnede de aynı adam var. çene desen durmuyor. sahnede bir oraya bir buraya... güzeldi bayülgen'i seyretmek.
uçarı mozart rolü üstüne bayağı yakışmış.

mozart'ın eşini ise (bkz: costanze weber) özlem öçalmaz canlandırıyor. ses tonu rolüyle çok uyumlu. biraz saf biraz alımlı yerine göre eşi ve ailesi için gerekenleri yapan bir karakteri canlandırmış.
ilk etapta da selçuk yöntem ve okan bayülgen'in rahat ve cool tavırlarından etkilenmiş. onlar çok rahattılar, ilk oyuna kadar biraz endişeliydim ama seyirciden olumlu reaksiyon alınca ben de rahatladım diyor.*

genel olarak ise kostümler dekor ses gayet güzeldi. kostümler dönemi çok iyi yansıtıyordu, 1000 metreden fazla kumaş kullanılmış mesela.

müzikleri merak etmiştim nasıl olacak diye. bir ekip var bazen onlar çaldı bazen de kayıttan verdiler.

bir de güzel bir sürpriz oldu. koro ekibinden biri "queen of the night" aryasının bir kısmını seslendirdi.
*

son zamanların en meşhur tiyatro oyunu böyleydi. iki hafta sonra tekrar oynayacaklar. bence kaçırmayın.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

yani diyor ki hayat poker gibidir. öyle ya da böyle kaybedersin.

bir kere filmimizin konusu bile yeterli ilgiyi çekiyor play tuşuna basmak için.
defne arkadaşlarıyla birlikte hak arama mücadelesinde bulunacaktır ve erkek arkadaşı odun* ise arkadaşlarını poker oynamaya davet etmiştir.

bir tarafta siyasi görüşleri baskın olan gazeteci* defne diğer tarafta dünya yansa umurunda olmayan entelektüel odun. yalnız odun kardeşimiz gerçekten bilgili kültürlü bir zât. filmin ilerleyen kısımlarında bunu gösteriyor. zaten salondaki kitaplık, karşısındaki içki dolabı, odanın dizaynı falan cuk oturmuş. her ne kadar çok okumasak da gözümüz kitap manzarasına alışmış. severiz..

filmin ilgi çeken kısmı burası işte aynı olaylara farklı tepki veren çiftimizin anlaşmazlıkları. bu anlaşmazlıklar film boyu diğer karakterlerin de katılımıyla güzel bir durum hikayesine dönüşüyor. tek bir olay turnusol görevi görüyor. dışarıda bir eylem var* ve karakterlerin belki de o güne kadar sakladıkları ya da görünür olmayan özellikleri bir bir ortaya çıkıyor.
zor günler, zor ânlar..

hikaye sol cenahın hikayesi gibi dursa da aslında tamamen bizim hikayemiz ve dünyanın hikayesi. iş her zamanki gibi adalet kavramına geliyor. *

odun'u çok beğendim. bakış açısını bize güzel aktarıyor. fuat ise filmin pik yapmasını sağlayan karakter. o olmasa her şey çok eksik kalırdı. diğer karakterler ve oyunculuklar da gayet tatmin edici.

tartışmayı seven biri olarak diyaloglara bayıldım. filmin sunduğu fikir penceresi çok değerli.
izlemeye değer film bulmak çok mu zorlaştı nedir, bilemiyorum. çok keyifliydi.


gelelim odun karakterinee, oğlum pasiflik de bir yere kadar. insan nişanlısını tek başına eyleme gönderir mi len? ondan sonra elin oğlu defne'yi getirince de bitanem diye peşinde dolanırsın ahahaha. hak ettin ama iyi oldu.
devamını gör...

ölüm, hayat ve aşkın katmanlı ve girift şekilde işlendiği masalsı ve bir o kadar da etkileyici bir film the fountain. harika bir kurgusu var. tür olarak dram macera romantik diyebiliriz.

filmin konusundan kısaca bahsedeyim diyorum ama spoiler vermeden anlatmak zor. yine de deneyeceğim. tanımın devamı için sorumluluk kabul etmem baştan söyleyeyim.*

doktor tommy'nin eşi ızzi hastadır ve durumu kötüye gitmektedir. tommy aynı zamanda bir maymun üzerinde çalışmalar yürütmekte ve maymundaki tümörü iyileştirmeye çalışmaktadır. bu çabalarının eşinin hastalığında da işe yarayacağını düşünmektir.
eşi ise ölümü kabullenmiştir. 16. yy.'da geçen bir hikaye yazmaktadır. ızzi mistik yönü olan ve ölümün bir son olmadığını düşünen bir karakter. hikayesi de mistik temellere dayanıyor. hikayeye göre ispanya kraliçesinin hakimiyet alanı daralmaktadır ve fedaisi tomas'ı ülkesinin kurtuluşu için kilit bir göreve yollar.
ızzi hikayenin son bölümünü yazamadığı için tommy'den yardım ister.
tommy hem eşinin hastalığı hem de hikaye ile baş etmek durumundadır.

konumuz bu şekilde. bir de müzikleri var ki, zaten malumunuzdur diye düşünüyorum, acayip bir havaya sahip. tüyleri diken diken ediyor. filmin önüne geçen müzikler diye tabir edilen cinsten.

bundan sonrası spoiler sevgili okuyucu.

filmimiz üç ayrı zaman diliminde geçiyor. 21.yy, 16. yy ve 26.yy.

filmde 26 yy. sayısal olarak net değil ama bir afiş var. şurada gördüğünüz gibi.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

net bir şekilde anlıyoruz kapsülde geçen zaman dilimini. zaten filmin yönetmeni de bir bilim kurgu filmi çektiklerini söylüyor.
bu bağlamda tommy'nin o zamana kadar yaşaması için o çok aradığı ölümsüzlüğü bulması gerekiyor. ve buluyor da.
21. yy kısmında tommy ve ekibi maymunu iyileştirebilmişti. ölümsüzlüğü keşfediyor ama ızzi'ye bir faydası olmuyor. ızzi'nin kaybını aşamıyor. kitabı da bitiremiyor. fakat geçen zaman içinde tommy'nin bakış açısı değişiyor. artık o bilim insanı yok. mecnun mecnun hayat ağacıyla konuşuyor. onu ızzi ile özdeşleştirmiş durumda. hayali olarak onunla yaşadığı ve pişmanlık duyduğu sahneleri zihninde yaşıyor. karda yürüme teklifini reddetmişti filmin başında hatırlarsanız.
ve filmin çözümü de tommy'nin ölümü kabullenmesiyle oluyor. kendisini ızzi'nin bakış açısına teslim ediyor deyim yerindeyse. karda yürüme teklifini zihinsel olarak kabul ettikten sonra da kitabı tamamlamayı başarıyor.
maya efsanesi, xibalba, hayat ağacı, budizm( tommy meditasyon yapıyor bir sahnede) gibi unsurlarla kitabın devamı tam da ızzi'nin istediği gibi bitiyor.
tommy'nin xibalba'ya ulaşmasıyla da 26. yy kısmı sona eriyor.

filmin sonunda ise benim zihinsel olduğunu düşündüğüm o karda yürüme teklifinin kabulünden sonra tommy'yi ızzi'nin mezarı başında elinde yine ızzi'nin verdiği çınar tohumuyla görüyoruz. bence yine tommy'nin zihnindeyiz bu sahnede.

kapsüllü kısımların içsel yolculuk olabileceği de söyleniyor. bilemiyorum sizin nasıl bir çözümünüz var ama zaten bu filmin net bir çözüme ihtiyacı da yok.
şuradan daha ayırıntılı bir okuma yapabilirsiniz.

üç ayrı zaman diliminin birbiriyle iç içe ve özdeş olması da filmi başka bir yere taşıyor. tek bir hikaye seyrediyoruz aslında.

filmin rotten puanının düşük olmasını da anlayabilmiş değilim. zaten bu puanlama olayı saçma sapan bir şey bence. ne hissediyorsanız puan odur.

o halde, together we will live forever.
devamını gör...

moby dick'in yazılış hikayesini anlatan aynı adlı kitaptan uyarlanan 2015 yapımı film.

güçlü bir kadrosu var.
thor abimiz, spiderman tom holland'ın küçüklüğü, peaky blinders'tan cillian murphy ve game of thrones'ta catelyn stark rolüne hayat veren michelle fairley...

hikayemiz şöyle,
herman melville denizcilik kariyeri de olan bir yazardır ve bir roman yazması gerekmektedir.
essex isimli bir balina gemisi, whaleship essex, batmıştır ama nasıl battığı gizemini korumaktadır. genç yazarımız da buradan bir roman çıkarmayı düşünmektedir. bunun için geminin sağ kalan son mürettebatı olan thomas nickerson'ı ikna edip başlarından neler geçtiğini öğrenmelidir. melville bunun için tüm parasını ortaya koymaya hazırdır.
nickerson da eşinin zorlamasıyla ve paraya ihtiyaç duyduklarından istemeye istemeye kabul eder.

o yıllarda balina avcılığı yaygın. balinaların yağı aydınlatmada kullanılıyor.
cesur denizciler ve tabii arkalarındaki ticaret şirketlerinin gemileri ekmeklerinin peşinde ucu bucağı olmayan okyanuslarda oradan oraya sürükleniyorlar. seferler çok uzun sürüyor. gidenler dönemeyenler batan gemiler gemilere yapılan sigortalar..

thor abimiz de bu cesur denizcilerden. ben ki denizlerin fatihiyim edalarında. ama dürüst ve esaslı bir abimiz. delikanlı yani. iyi de bir denizci. fakat gelin görün ki bu kaptan abimizin yakasını menfaatler dünyası bırakmıyor. çalıştığı şirketin kaypak tavırlarına şahit oluyoruz filmin başında.

nitekim film de bu zeminde ilerliyor, menfaatler zemini. insanların aydınlanması için yağ lazım, bunun için tonla balina avlanmalı sefer başarıyla tamamlanmalı ve elbette güvenli bir şekilde eve dönülmeli. bütün bunlar gemi ve mürettebat için büyük bir sınava dönüşüyor.

doğayla girişilen bir mücadele bolca görsel efekle sunulmuş. bazı yerlerde abartmışlar, hissediyorsunuz. yine de o dalgalı sahneler tatmin ediyor.
görsel olarak iyi bir film.

hikayesi güzel aslında. verilmek istenen mesaj da seyirciye geçiyor. ama bir şeyler eksik filmde. mesela ben finalinden de tatmin oldum. ama o eksik kalan histen kurtulamadım. yani vurucu bir etki alamadım filmden. 'güzel film, izlenir'den öteye geçemedi. bu da moby dick'in o anlata anlata bitiremedikleri alt metninden kaynaklanmış olabilir.
devamını gör...

filme de adını veren karakterimiz undine bir tarihçidir. berlin'de bir müzede çalışmaktadır. gelene gidene berlin şehrinin tarihini anlatıyor. sıkıcı bir işi var doğrusu.

film karakterimizin aşk hayatını anlatıyor. ilk sahneden itibaren merakınızı çekiyor.*
her şey neredeyse undine etrafında dönüyor ve undine'nin takıntılı bir tarafı var. birlikte olduğu erkekten tam sadakat bekliyor. yani undine'nin karşısına geçip yok ben başka birini buldum yok ben ayrılıyorum diyemezsiniz. sizi gebertir vallahi.*

tabii bu film öyle dümdüz bir romantik drama değil. mitolojik diyebileceğimiz unsurlar, rastlantılar ve semboller ön planda. ben filmi maalesef dümdüz izledim ve gerçekliğe uymayan kısımlarını anlamlandıramadım. sonra işin aslını öğrenince doğal olarak taşlar yerine oturdu. mesela su sembolü çok ön planda. undine ve su arasında bir bağ var. ki senaryo açısından da çok etkili bir sembol. filmin kırılma noktalarında karşımıza çıkıyor.

bütün bu sembolik anlatı tek başına zaten izlenmeyi hak ediyor bence. fakat bu filmden nasıl bir mesaj almalıyız ya da almalı mıyız ben pek bilemedim. yani nihayetinde takıntılı sevmeyin, kendinizi harap etmeyin mi deniyor, artık orası size kalmış.

oyunculuk olarak ise paula beer, undine, bence o takıntılı ve şüpheci ruh halini iyi yansıtmış. diğer karakter olan christoph'u canlandıran franz rogowski'nin ise iyi oynadığı söyleniyor. ben zaten kimin iyi ya da kötü oynadığını pek anlayamıyorum. ama düşününce kötü de oynamamış kesinlikle.

müzikler çok iyi. durgun sahneleri daha da anlamlı kılan şu esere kulak verebilirsiniz:


bu film aynı zamanda yönetmenin üçlemesinin üçüncü filmiymiş.

nihayetinde izlenmeyi hak eden durgun ama merak uyandıran güzel bir drama.
siz de benim gibi film seçmekte zorlanıyorsanız şans verebilirsiniz.*
devamını gör...

efendim filmimiz bir ayakkabı hikayesi. her şey bir ayakkabının etrafında dönüyor.
başrolde iki kardeşimiz var ali ve zehra.

ali'nin kardeşinin ayakkabılarını tamir ettirdiği sahne ile başlıyoruz. aslında açılış sahnesi de çok güzel. daha filmin başından kilit oyuncuyla tanışmış oluyoruz.
ayakkabı tamir oluyor ve ali evin ihtiyacı olan şeyleri almak üzere bir dükkana giriyor.
talihsizlik de bu ya münasebetsiz bir eskici ayakkabıların olduğu poşeti yanlışlıkla alıyor.
ve maceramız başlıyor.* evet ufak bir hata sonucu koca bir macera başlıyor.
kendisinden önce kardeşinin yegane ayakkabısını, hasta olan annesini, işi gücü olan ama durumu iyi olmayan babasını düşünüyor ve ayakkabıyı kaybettiğini anne ve babasına söyleyemiyor.
ve bu ayakkabı sorununu kardeşiyle birlikte çözmeye çalışıyor. başlarına da gelmeyen kalmıyor. görünürde filmin olayı bu. ne olacak bu ayakkabı sorunsalı?

ama bize başka bir şey anlatılıyor:
doğu toplumunda çocuk olmanın ne demek olduğu.
aslında tel tel dökülen bir toplumda size yüklenen mükemmeliyetçi misyonu, empatiyi, kardeşliği, sevgiyi ve en kötüsü de iletişimsizliğin ne kadar berbat bir şey olduğunu gösteriyor bu film.
keza bunu başka iran filmlerinde ve gerçekçi şekilde çekilmiş türk filmlerinde de görebilirsiniz.

filmi seyrederken de aşırı gerçek bir şey izlemenin verdiği değişik bir hissiyata kapıldım. sanki şok olmuşum gibi bir his. kelimelere de dökemiyorum açıkçası. şurası olmamış diyebileceğim bir yer filmde yok neredeyse.
ve şöyle bir şey var bu filmin finalinin hiçbir önemi yok. o çocukların yaşadığı iletişimsizlik devam edecek en güzel ayakkabıları giyseler bile.
bizden bir şey illa ki bulursunuz. dram seviyorsanız ve hala izlemediyseniz listeye ekleyebilirsiniz.
devamını gör...

favori iki yazarım filmi anlatmış. onların anlatmadığını da mısra mahlaslı yazarımız anlatmış.
bana pek bir şey bırakmamışlar. muhakkak okuyun onların tanımlarını.

yine de bir kaç kelam edebilirim. çünkü idealist karakterlere karşı bir zaafım var.
baş karakterimiz filmin adından da anlaşılacağı üzere koç carter.
koç carter için en önemli şey prensipleri. eğer bu prensipleri karşılamıyorsanız sayı kralı da olsanız bir anlamı olmaz.
o prensipler ki oyuncularına karakter aşılayacak.
film boyunca müthiş bir dirayet gösteriyor koç carter. klişe ifadeyle asla vazgeçmiyor. tamamıyla süreç odaklı hareket ediyor.

bir de basketbol hocalığı boyutu var beni etkileyen, hoşuma giden.
oyuncularının teknik yönden eksiği olmadığını düşünüyor olsa gerek taktik ve fizik antrenmanları yaptırıyor.
varsa yoksa kondisyon. ve oyuncularının tabiri caizse pertini çıkartıyor. verdiği o şınav cezaları da inanılmaz boyutta.
bu yönüyle de bana çok sevdiğim aykut kocaman'ı hatırlattı.
aykut hocanın da idealist yönünü seviyorum zaten.

gerçek hayattan uyarlanan klasik bir amerikan başarı hikayesi. keyifli bir film.

iyi seyirler efendim...
devamını gör...

filmle ilgili genel bilgiler yukarıdaki tanımlarda verilmiş. o yüzden o kısımlara girmeyeceğim.

peki bu film bize ne vaat ediyor?
bir film seyrederken zaten en önemli motivasyonumuz budur.

bana kalırsa bu film kariyerlerinin zirvesine çıkmış iki din adamının hikayesini en ilgi çekici haliyle anlatabilmeyi vaat ediyor. çünkü afişe baktığınızda yahut da fragmanı izlediğinizde karşılaşacağınız şey iki din adamı ve onların diyalogları.
haliyle geriye bu diyalogların içeriği kalıyor. ne var bu diyaloglarda peki?

başrollerimizi bulundukları noktaya getiren bir çok şey:
-hıristiyan inancının işaretlere verdiği değer: teolojik kısmını bilmiyorum tabii ama bu işaret meselesi yani tanrı'dan gelen işaretler, tanrı'yı hissetme meselesi filmde önemli bir yer teşkil ediyor. öyle ki bazı sahnelerde yok artık diyorsunuz.

-karakterlerimizin inanç, adalet ve vicdan muhasebeleri: filmin kırılma noktalarını bu hususlar çok iyi belirliyor.
ve bu noktalarda karakterlerle empati kurabiliyorsunuz.

-ve en önemlisi hayata karşı gösterdikleri bakış açısı. zaten bu kısım filmi izlenebilir ve çekici kılıyor.
bir tarafta katı ve prensiplerinden ödün vermeyen antony hopkins'in canlandırdığı benedict diğer tarafta da game of thrones'ta high sparrow olarak tanıdığımız jonathan pryce'ın canlandırdığı francis.
burada ister istemez francis'in tarafını tutuyorsunuz. hatta şaşırıyorsunuz. katolik kilisenin içinde 'normal' bir insan.
sorgulayan, mütevazı, komik, olgun ve gerçekçi bakış açısına sahip bir karakter. çok doğal.

benedict maalesef öyle değil.
düşünce kalıpları, makamın verdiği ağırlık ve şahsi egoları arasında savaş veriyor ve siz bu savaşa şahit oldukça benedict ile de yakınlaşıyorsunuz.

filmde çok renkli sahneler var durağanlığı kıran.
beni en çok etkileyen sahne her iki karakteri özetliyor adeta:
spoiler
sahnede benedict kilise bünyesinde çıkardığı albümden bahsediyor francis'e ve albümünü alıp almadığını soruyor. olumlu yanıt alınca da istersen imzalayabilirim diyor. o imza benedict için çok önemli. belki de francis'in dinleyip dinlememesinden de önemli. francis'in verdiği yanıt ise harika, teklifi kabul etmekle birlikte belki şimdi bir şeyler çalarsınız diyor. çünkü notalar imzadan daha değerli.
francis yaşamaktan zevk alan bir yapıya sahip.

film iki din adamının hikayesini tatminkar şekilde anlatıyor. şahsen beğendim.

son olarak şunu söylemem lazım. filmin başrolü antony hopkins değil. elbette saygı duyuyoruz, kıdem muhabbeti var muhtemelen. ama cast kısmı çıktığında jonathan pryce'ı ilk sırada görmek isterdim.
devamını gör...

ilk etapta şu bakınızı vererek (bkz: cmylmz diamond elite platinum plus) şu başlığın (bkz: diamond elite platinum plus) taşınmasını sağlamak istedim. çünkü (bkz: cmylmz diamond elite platinum plus) başlığı daha uygundu en azından.
ama sağ olsun moderatörümüz daha uygun olmayan başlığa yönlendirdi (bkz: diamond elite platinum plus).
burada başlık yönlendirirken en azından doğru ismin araştırılması gerekir.
mesela netflix youtube hesabı şöyle adlandırmış:
(bkz: cem yılmaz diamond elite platinum plus) buradan
zorlu psm de (bkz: cmylmz diamond elite platinum plus) bu şekilde adlandırmış. buradan

editör eskisi olunca böyle oluyor işte.
devamını gör...

çıta farklı bir yere gelmiş.
öyle gülmekten yarılmıyorsunuz kesinlikle. komik mi? tabii ki komik.
ama 2008 cmylmz ve 2013 fundamentals sonrasında ister istemez acaba nasıl olacak, yine yerlere yatacak mıyız gülmekten demiştim yeni gösteri haberleri çıktığında.
fakat var olan tanımlardan, izlerken seyircinin reaksiyonundan ve o alkış tufanlarının azlığından anlıyoruz eskisi gibi olmadığını.
yani biraz hayal kırıklığı oldu diyebilirim.
biraz küfür içeren şakalarının da dozu aştığı kanaatindeyim.

bununla beraber cem yılmaz'ın bakış açısını ve üslubunu sevdiğimden olsa gerek keyifli bir gösteri olduğunu düşünüyorum.
gerçekten de esprilerine konu olan sosyal yön çok ilgi çekici.

ben bu çıtayı da kabul ederim elbette. cem yılmaz yaşıyor. umarım ölmez.
uçuk bir istek ama hiçbir sanatçı ölmesin lütfen.
devamını gör...

tanıdık fikirler, tanıdık meseleler.
özgür olmak, birey olabilmek temel olarak anlatılıyor kitapta.
bence öyle olağanüstü bir anlatısı yok. hatta olay örgüsü daha iyi kurgulanabilirmiş.
mesela o uçuş sahnelerini ben kafamda çok iyi canlandıramadım. hayal gücüm yetmemiştir belki.
martılar arasındaki olaylar daha ilgi çekecek tarza anlatılabilirmiş.
sanırım meşhur olmasından beklentiyi yüksek tuttum.

yine de verilen mesajlar çok net.
zinciri kırmak, aykırı olmayı kabullenmek kolay mı?

spoiler vermek istemem ama kitabın ilerleyen bölümleri nedense çok tanıdık geldi, gülümsetti hatta.

birey-tebaa-toplum ilişkisinin minik bir özeti gibi bu kitap.
son kısımda yazarın bir notu var, bence kıymetli. yazar kendi kitabını değerlendirmiş.

beni en çok etkileyen kısımlardan biri*:
"... dostluğumuz zaman ve mekânla sınırlıysa, zamanı ve mekânı aştığımız an, kardeşliğimizin bitmesi gerekir. zaman ve mekan kavramını aştığımıza göre istediğimiz an görüşebileceğimizi hiç düşünmüyor musun?"

not: bu başlıktaki diğer tanımlar kıymetli, onlarla birlikte değerlendirin kitabı. bakmayın siz benim laflarıma.*
devamını gör...

orijinal adıl'élégance du hérisson olan, fransız yazar ve felsefe profesörü muriel barbery'nin (bkz: kirpinin zarafeti) romanından uyarlanan film*.

"paloma paris’te dış dünyanın hızlı temposundan uzak bir çevrede yaşayan 11 yaşında, oldukça zeki ve sıkkın br kızdır. 12.yaş gününde intihar etmeye karar veren paloma, ölümle randevusunun yaklaşmasına yakın ketum ve yalnız apartman görevlisi renée michel ve gizemli olduğu kadar elegan mösyö kakuro ozu gibi değişik karakterlerle tanışır. böylece paloma karamsar hayatını gözden geçirme şansı bulacaktır."filmin özeti için

filmin rotten tomatoes puanları da oldukça iyi. eleştirmen puanı:87 seyirci puanı:83.r.t.-->
fragman bende klasik bir dram filmi izlenimi uyandırdı. ve şimdiden merak ettim doğrusu.
devamını gör...

llewyn davis'in hayat mücadelesini anlatan film. folk müzik sanatçısı dave van ronk'un hayatından ilham alınmış. karakterle bağ kurduğunuz samimi filmlerden. müzikleri de ayrıca güzeldir.
filmin rotten tomatoes puanı eleştirmen:92 seyirci:74
devamını gör...

başrolde carey mulligan'ın oynadığı, cinsel saldırı meselesine alaycı ve çarpıcı bir biçimde yaklaşan ayrıca britney spears'ın toxic şarkısının nasıl gerilim film müziği haline gelebileceğini kanıtlayan film.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim