mütereddit yazar profili

mütereddit kapak fotoğrafı
mütereddit profil fotoğrafı
rozet
karma: 1441 tanım: 71 başlık: 7 takipçi: 51

son tanımları


puslu kıtalar atlası

ilk baskısı 1995’te iletişim yayınları’nda yapılan bir ihsan oktay anar romanı.

ben kitabın 2013’te çıkan 48. baskısını okudum. 238 sayfa.

bu cümleyi daha kaç yazar için kuracağım bilmiyorum ama kitap, ihsan oktay’la tanışma kitabım oldu. neden bu kadar geç oldu, kendime kızıyorum. yazarın bütün kitaplarını mutlaka okuyacağım.

kitap normal sözlük kitap edebiyat kulübünün eylül ayı toplantısı için seçilmişti. önerenden de oylayandan da allah razı olsun. toplantıyı az sayıda katılımcıyla yaptık ama bu durum doyuruculuğundan bir şey eksiltmedi. kitabın bize doğrudan söylediklerini konuştuktan sonra dolaylı olarak söylediğini düşündüğümüz şeyleri de uzun uzadıya konuştuk.

anar; “sokrates öncesi felsefede varlık sorunu” başlığıyla yüksek lisans, “antik yunan felsefesinde zaman kavramı: başlangıçtan platon'a kadar” başlığıyla da doktora tezi hazırlamış bir felsefeci. bunu neden söylüyorum çünkü bence kitap, anar’ın içselleştirdiği felsefi sorunların bir çıktısı. romanın merkezinde rasyonalizmin kurucusu descartes’ın o ünlü sözü var: “cogito ergo sum” yani “düşünüyorum, o hâlde varım”. descartes’ın -kitapta rendekâr- bu çıkarımı sanıyorum anar’ın fazlasıyla kafa yorduğu bir mesele. nitekim yüksek lisans tezinde de varlık sorunuyla ilgilenmiş bir akademisyen.

içeriğin felsefeci boyutu bununla da kalmıyor tabii ki. felsefe bölümünün ana bilim dalları arasında gidip geliyor anar. bilim tarihinin cezbedici konuları da kitapta kendine yer buluyor. kitabın girişindeki denizcilik ve savaşla ilgili detaylı bölüm bu bilgilerin dökümü niteliğinde. yine boşluk, zaman ve fizik gibi okurun hayli ilgisini çekecek konuları edebiyatın büyüsüyle aktarıyor yazar.

romanın edebî yönüne gelince anar’ın kurgu dehasından bahsetmemek olmaz. kitabın belki de en büyük başarısı kurgusu. yazar kitapta belirlediği ana akımı; her bölümün başında yeni ve küçük hikâyelerle besliyor. kitaba dâhil olan her kişinin ana hikâyedeki yerini bilmekle birlikte hepsinin ayrı ayrı kendi hikâyesini de biliyoruz. bu durum sadece kişilere derinlik kazandırmakla kalmıyor, kitabın ritmini kaybetmemesini de sağlıyor, akışı tek düzelikten kurtarıyor. ben bu anlamda kitapta hikâyesini bildiğimiz tam 19 kişi sayabildim, maymun ve ayı dâhil çünkü onların bile hikâyesini anlatıyor, anar. bu anlamda kitabı büyük bir akarsuya benzetebiliriz. küçük dere ve ırmaklarla beslenen, her katılımda daha da coşan bir akarsu.

kitabı okuyacaklara tavsiyem ilk bölüme sabretmeleri. kullanılan eski kelime/ terimler bazen bunaltıcı olabiliyor ama bir sözlük yardımıyla o bölümün de olabildiğince okunup anlaşılması gerektiği kanaatindeyim. yazarın bu anlamdaki çalışkanlığının ve emeğinin bu kadarını hak ettiğini düşünüyorum.

uzun ihsan efendi düşünde dayısının kendisine bir şeyler söylediğini işitti. ona cevap vermek, kör olduğu için düşten başka bir şey göremediğini anlatmak istedi. ama bir güç, konuşmasına engel oluyor, dili ağzında dönmüyordu. fakat zihninden geçenler belliydi.
not: "arap ihsanın yatağanı" bir sözlük nicki tavsiyesidir.
devamını gör...

şiir

arapça olan kelime şuurla yani bilinçle aynı köktendir. hâliyle şiir, şuurlu/ bilinçli eylemdir.

ayrıca sanatın bir şubesi olan edebiyatın da en kadim anlatı biçimidir. diğer sanat dallarında olduğu gibi şiirde de gerçeklik bir biçimde yeniden inşa edilir. kelimenin etimolojisinden de yardım alarak; şiir, gerçekliği bilinçle yeniden kurmaktır.

peki, diğer sanat eserleriyle hemen hemen ortaklaşabilecek bu tanıma ne eklenirse şiiri diğer türlerden ya da sanat eserlerinden ayırabiliriz? eskiler şiiri mevzun yani vezinli, mukaffa yani kafiyeli, muhayyel yani hayale dayalı söz olarak tarif ederdi. bugün onların katı ve sistemli ölçü ve kafiye sistemleri kullanılmasa da ölçü ve kafiye hâlâ şiirin önemli bir parçasıdır. hayalde yani imgede gelinen noktaya ölçü ve kafiye de eşlik etmiştir. ama hâlâ şiirin en önemli ayağı hayal yani imgedir.

özetle şiir; ölçülü, kafiyeli ve hayale dayalı sözün bilinçle kurgulanmasıdır.

şunu da unutmadan ekleyeyim çok şiir okunmadan şair olunmaz ve şiir çalışılarak yazılır.
devamını gör...

muhteşem gatsby

baz luhrmann’ın yönettiği 143 dakikalık filmdir.

f. scott fitzgerald’ın aynı adlı romanından uyarlanmıştır.

filmin oyuncu kadrosu o kadar iyi ki isimler say say bitmez. onun için ben sadece leonardo dicaprio ve tobey maguire uyumundan söz edeceğim. filmden önce kitabı okudum lakin filmi de bildiğimden gatsby olarak leo hep gözümün önündeydi. nick karakterini ise tobey’nin canlandırdığını bilmiyordum. ikili arasındaki enerjiyi o kadar iyi aldım ki anlatamam. başka yapımlarda yan yana geldiler mi bilmiyorum ama geldilerse eminim orada da harika iş çıkarmışlardır.

her zaman olduğu gibi filmden önce müziklerine değinmek istiyorum. filmi izlememiş olmama rağmen müziklerini ilk çıktığından beri dinliyorum. onun için müzikler hâlâ kitaptan da filmden de iyi bence. müzikler çok sevdiğim besteci craig armstrong’a ait. albümü uygun olduğunuzda baştan sona dinlemenizi tavsiye ederim.

kitapla film arasındaki uyum son derece güzeldi. kitaptaki çoğu şeyi zihnimde canlandıramamış olsam da film bu konuda bütün eksikliklerimi giderdi. birkaç örnek verecek olursam: daisy ile tom’un evindeki perdelerin rüzgârdan dolayı sebep oldukları kargaşa kitapta çok güzel anlatılmıştı, bu detayı filmde de görmek beni mutlu etti; diğer taraftan yeşil ışık detayı, bana kalırsa metafor kitaptan çok filmde daha iyi işlenmiş, bu anlamda filmi daha başarılı buldum, diyebilirim.

muhteşem soundtrack
ayrı bir muhteşem soundtrack
devamını gör...

muhteşem gatsby (kitap)

ilk baskısı 1925’te yapılan, ardından türkçeye çeşitli yayınevi tarafından tekrar tekrar kazandırılan bir francis scott fitzgerald romanı.

ben kitabın türkiye iş bankası kültür yayınları’nın modern klasikler dizisinden çıkan fadime kâhya çevirisini okudum. nisan 2021’de 16. basımını yapan kitap 176 sayfa.

gatsby yazarla tanışma kitabım oldu. bir daha fitzgerald okur muyum, bilmiyorum.

hemen araya şunu da sıkıştırayım, kitabı normal sözlük kitap edebiyat kulübünün 27.08.2022 tarihli toplantısında da konuştuk. yine muhteşem bir etkinlikti.

kitapla ilgili olarak sürekli dile getirilen caz çağı hakkında pek bir bilgim olmadığından olsa gerek kitabın atmosferine pek giremedim. yer yer tasvirlerdeki abartıdan da yaka silktiğim oldu. ama bunun sebeplerinden birinin de çeviri olduğunu düşünüyorum. kitabın çevirisi kötüydü demek istemiyorum. tasvir gibi söz ve anlam sanatlarının son derece etkin kullanıldığı bir anlatım şeklini ana dilinden okumak sanırım her zaman daha avantajlı olacaktır.

çeviri meselesine gelince bununla ilgili de sözlükte uzman bir kişinin yol göstermesini isterim. kitap o kadar çok yayınevi tarafından türkçeye çevrilmiş ki başta bir süre ne yapacağımı bilemedim. sonra tıpış tıpış iş bankası’na döndüm.

caz çağı’ndan anladığım kadarıyla her şeyin bir abartılı olma durumu söz konusu. kitapta anlatılan eğlencelerin abartısının yanında bu anlatım tekniğinin kişilerin duygularında ve tepkilerinde de ortaya çıktığını düşünüyorum.

kitapta bizi kuşatan temel duygunun aşk olduğunu düşünüyorum. geçmişte kalmış ve yaşanmamış bir aşkın tamamen zihinsel bir fenomene dönüşmesi ve bunun sonucunda olayların gelişmesi.

“insan, kurgular.” demişti, tarih felsefesine giren hocam daha ilk derste. ben de bu cümleyi duyduğumdan ber, gerçekliğin yorumlandığı her alana bu bakış açısıyla yaklaşmaya çalışıyorum. tarih egemenlerin kurgusudur. geçmiş de hayatımızın merkezinde bulunduğumuz için bizim kurgumuzdur. daisy ve gatsby aşkı her ne kadar kendi zamanında gerçek bir aşk olsa da araya giren zaman ve başka koşullar doğrultusunda değişmiş ya da bitmiştir. gatsby ise bu duyguyu zihninde hep diri tutmaya çalışmış, zamanla öznesi olduğu duygunun nesnesi hâline gelmiştir. hayatını zihnindeki kurgunun doğrultusunda inşa etmiş, bu kurgunun dışında pek de bir şeyi umursamamıştır.

başlarda her şey kurguladığı gibi ilerlerken gerçeğin zihninin dışında da bir var oluşu olduğunun farkına varmış ve hiç de hazırlanmadığı noktadan büyük darbe yemiştir.

şunu da söylemeden geçmeyeyim, ben, bir şiirin bir mısra için bir kitabın da belki bir paragrafı için okunabileceğine inananlardanım. kitap bütünüyle beni içine çekememiş olabilir ama altıncı bölümün son dört paragrafı için okunur mu, okunur.

geçmişten çok fazla söz etti ve bir şeyi, belki de daisy'yi sevmeye adadığı, kendisiyle ilgili bir düşünceyi kurtarmaya çalıştığına hükmettim. yaşamı o zamandan beri karmaşa ve düzensizlik içinde geçmişti, ama bir kez belirli bir başlangıç noktasına dönebilse ve hepsinin üstünden bir kez daha geçebilseydi bu şeyin ne olduğunu bulabilecekti...
not: "daisynin evinin önündeki yeşil ışık" bir sözlük nicki tavsiyesidir.
devamını gör...

türkiye'de son 20 yılda eğitim bir başarı hikayesidir

hiçbir yerine nitel bir başarı yerleştirilmemiş, aslında her şeyi çok iyi özetleyen açıklamadır.

nitelik bu ülkede ciddi bir sorundur arkadaşlar. nitel sorunlar çoğaldıkça insanların gözü nicel çözümlerle boyanıyor ve çok kişi tarafından bu durum kabul görüyor.
devamını gör...

the sandman (dizi)

neil gaiman, sam kieth ve mike dringenberg tarafından yaratılan sandman çizgi romanının, yine neil gaiman başta olmak üzere david s. goyer ve allan heinberg tarafından netflix uyarlaması dizisi.

on bölümlük ilk sezonu yayınlanan dizinin bölümleri ortalama 45 dakika.

dizinin, okumaya ve izlemeye yeni başladığım bir tür olan fantastik kurguya beni biraz daha ısındırdığını itiraf etmem gerekir. en kısa zamanda çizgi romanları da okumayı sabırsızlıkla bekliyorum.

diziyle ilgili fikirlerimi söylemeden önce müziklerden bahsedeyim. dizinin müziklerini david buckley yapmış. kendisine birçok oyun ve filmden aşinayız. ben müzikleri sevdim. ileride açıp açıp dinlerim diyemiyorum ama müzikler dizinin atmosferini çok iyi yansıtıyordu. david buckley tarafından yapılan müziklerin yanında seçilen şarkıları da shazamladığımı itiraf edeyim.

dizinin baş kişisi olan sandman ya da dream’in bünyesinde barındırdığı karşıtlıkları tom sturridge çok iyi aktarmış bana kalırsa. ses tonu, duruşu ve bazen konuşurken nemlenen gözleriyle o sırada bir sürü duyguyu hissettirmeyi başarıyor. başta karakterin dış görünüşüne gelen yadırgama hissi hemen kendini aşinalığa bırakıyor. bunların dışında bir insan olarak insanüstü bir varlığı canlandırmanın da hakkını vermiş gibi duruyor.

the corinthian karakteriyle karşımıza çıkan boyd holbrook, kuzgun matthew’i seslendiren patton oswalt, lucienne karakteriyle vivienne acheampong, desire ki bence karakter ve oyunculuğun müthiş uyumu olarak karşımıza çıkmış, diğer sezonlarda kendisini daha çok göreceğiz gibi mason alexander park, lucifer morningstar karakteriyle gwendoline christie ve daha nice tanıdık sima ile karşılaşıyoruz dizide.

cast’ı ve müthiş görselliğiyle netflix’in en pahalı dizisi olma unvanını layıkıyla taşımış dizi.

son olarak diziyle ilgili gördüğüm eleştirilerde en çok katıldığım konuya geleyim: 5. bölüm, 24/7. izlediğim en iyi dizi bölümlerinden biri olarak kendisini ilk 10’uma yerleştirdim. insan gerçekliğinin çarpıcı bir biçimde ele alındığı bölümde düşlerimizin, hayallerimizin ve arzularımızın filtresiz hâlini yaşarsak dünyanın ne hâle geleceğine dair bir çıkarımla karşılaşıyoruz. soluksuz izledim ve birkaç defa daha izleyeceğim. bölümde çalan ve günlerdir dinlediğim şarkıyı buraya bırakıyorum.

unutmadan bir de cehennem’de kuzgun matthew’in “herkes ateşini yanında mı getiriyor?” diye morpheus’a sorması güzel bir detaydı. bu anlamda tasvirlerin güzelliği, düş’ün kardeşi ölüm’le yaptığı yolculuk da ayrıca hatırladığım diğer detaylar.

edit: "kütüphaneci lucienne" bir sözlük nicki tavsiyesidir.
devamını gör...

medeniyet göstergesi detaylar

yürüyen merdivende hareket etmeyen kişinin sağda beklemesi.
ıslak elle başkalarının da dokunduğu yerlere dokunmamak.
karşıdan karşıya geçerken önce sağa, sonra sola ve ardından tekrar sağa bakmak.
devamını gör...

suzan defter

ilk baskısı 2003’te yky’de taş-kâğıt-makas içinde yapılan, ardından yine aynı şekilde 2005’te can yayınları’ndan çıkan ve sonrasında da müstakil olarak yine can yayınları’nda 2011’den itibaren yayımlanmaya başlayan bir ayfer tunç romanı.

127 sayfalık kısa bir roman.

yazarın okuduğum ikinci kitabı. ilk olarak kendisiyle aziz bey hadisesi vesilesiyle tanışmıştım.

kitabı henüz bitirdim, taze taze yazıyorum. akşama da normal sözlük kitap edebiyat kulübünde konuşacağız.

romanda normal aile hayatları olmamış e. -kendisi günlüğünde suzan ve birkaç kadın hariç isim anmamaya özen gösteriyor.- yani ekmel ile derya -o da kendini ekmel’e suzan diye tanıştırıyor.-nın 25 günlük güncelerini okuyoruz. her şeyin ailede (?) başladığı gerçeği iki farklı gözle anlatılıyor. kitapta sırasıyla aynı günleri bir ekmel’in gözünden bir de derya’nın gözünden görüyoruz. ben de günleri takip etmeyi yeğleyenlerdenim yani önce ekmel’i sonra derya’yı okuyarak ilerledim.
ayfer tunç’un denediği teknikte başarılı olduğunu düşünüyorum. -aklıma gelmişken araya sıkıştırayım, adından da anlaşılacağı üzere benzer bir teknik julio cortazar’ın seksek’inde de karşımıza çıkıyor.- iki farklı cinsel kimliğe bürünüp bu kadar yoğun duyguyu kurgulamak gerçekten zor olsa gerek. ayrıca yine ajitasyona hiç yer vermeden yer yer ironiyle üslubunu çok iyi kurmuş.

çevreden edinilen normalin dışında başlayan ve geçirilen hayat, insan davranışlarını o normalin dışında şekillendirir. duygusal tepkiler de bu anlamda farklılık gösterebilir. aile, aşk, dostluk gibi kavramlar kalıpların dışında bambaşka hâllere bürünür. hangimiz ne kadar normaliz ki çevrenin dayattığı normalle uyumumuz samimi?

ekmel ve derya uyumsuzluklarında samimi iki karakter bana kalırsa. aynı tepkileri vermiyor olsak da zihnimizi biraz yoklayıp kendimize karşı dürüst olabilirsek içerisinde bulunduğumuz ortam ve ilişkilerde duygulanmalarımız onlardan ne kadar farklı?

ayfer tunç’un bizi kendimizle yüzleştirmek gibi bir kaygısı var mı, bilmiyorum. ama okuduğum diğer kitabında da olduğu gibi bu kitapta da yaşananlara karşı hissedilenler bizden çok da uzak değildi.

tam midemin üstünde yumruk kadar bir yer, o defteri her hatırlayışımda kasılır. böylece zaten kuru olan içim cevapsız bir soruyla büsbütün kurur: ben mi gayret etmedim acaba, kurulan düzene katılmaya?
ekmel’in bu çırpınışı biraz da her şeyi özetliyor sanki.

edit: "çiçeklenen ama meyve vermeyen kayısı" bir sözlük nicki tavsiyesidir.
devamını gör...

yazarların gitmek istediği şehirler

almanya, füssen.

merak ediyorum. yıllar yıllar önce bir fotoğrafını görüp kalakalmıştım. tam olarak ilk görüşte aşk anlayacağınız. sonra gidip görmediğim için zihnimde o kadar çok kurdum ki gittiğimde gerçek öyle olmayacak sanıyorum.
devamını gör...

şecaat arz ederken merd-i kıptî sirkatin söyler

zamanında râgıb paşa'ya şöyle bir nazîre söylediğim berceste mısrasıdır.

-şecaat arz ederken merd-i ışkî (aşkî) firkatin söyler-

bu arada merd farsçada erkek demenin yanında insan anlamına da gelir bu manada şecaat arz edeni genelleyebiliriz.

nazireme gelince diyor ki "âşık kişi övünürken ayrılıklarını anlatır"
devamını gör...

cloud atlas

tom tykwer, lana wachowski ve lilly wachowski -andy wachowski-’nin yönettiği 172 dakikalık filmdir.

david mitchell’in aynı adlı romanından uyarlanmıştır.

filmde kimler yok ki tom hanks, halle berry, hugo weaving, xun zhou

beni çok etkileyen diğer filmlerde olduğu gibi bu filmde de müzik muazzam. ayrıca yönetmenlik koltuğunda da oturan tom tykwer, reinhold heil ve johnny klimek’e ait müzikler. kristjan järvi’nin orkestra şefliğinde mdr leipzig radio symphony orchestra’sı onlara eşlik ediyor.

farklı zaman dilimlerinin bir şekilde birbirine bağlandığı filmin sinemaya uyarlanacağı haberi zamanında büyük endişe yaratmıştı. kitaptaki karmaşık yapıyı sinemaya aktarmak o zaman için denenmemiş bir şeydi. film bana kalırsa bu durumun altından kalkabildi.

bir roman olarak böyle bir kurgunun karşısında olmak okur için zor olabilecekken dikkat süresinin daha düşük olduğu sinemada bu kurgu izleyici için daha da zorlayıcı hâle gelebiliyor. bence bu anlamda filmi izlemek için hazırlık yapılmalı. ben zamanında sinemada izlediğim için şanslıyım. çünkü filmi tekrar evde izlediğimde aynı etkiyi yaratmadı; telefon çaldı, film durduruldu, oturma pozisyonu değiştirildi vs. siz siz olun bu filmi izleyecekseniz telefonunuzu unutun, yalnız olun, iyi bir ses sistemi ya da kulaklıkla seyredin. ne demek istediğimi anlayacaksınız.

muazzam soundtrack için
diğer bir muazzam soundtrack için
bir diğer muazzam soundtrack için
devamını gör...

bir savaşa katılsanız hangisi olurdu sorusu

bir vakanüvis olarak mohaç meydan muharebesine katılmak isterdim.

- e padişahım bitti bu.
- ...
devamını gör...

sözlük yazarlarının kendine en yakın bulduğu şair ya da yazar

edebiyat zevkimin, meslek seçimimin ve hatta onulmaz aşkımın müsebbibi sezai karakoç.

altın bilezikler o kokulu ten
cevap versin bu kanlı kuş tüyüne
yalnızca öykülerini okuyup ne bir adım öne gidebildiğim ne de geri basabildiğim oğuz atay.

ben tavan arasındayım sevgilim
ismini cismini bilmeme rağmen dünyasına dalmayı çok ama çok geciktirdiğim ismet özel.

şimdi size
hüsnü yusuf’tu o
güzellik timsaliydi desem
bilirim söylediğim tartışma açmaktan öteye geçmez
kime göre güzellik?
çağlar içinde konulmuş mu bir kanun?
hem nerede görülmüş
tek başına güzellik
kendi ayakları üzerinde dursun?
şehvet, hüsran, hatıra, mukavemet
bunların çarkına kapılanda
bir güzellik doğuyor
insanlar hep böyle şeylerin yedeğinde buluyor güzelliği
o sebepten ola ki
güzel yine de güzel solarken bile.
devamını gör...

sultan veled

tarihî şahsiyetinin mevlevîlik için öneminin yanında edebî şahsiyetinin de türk edebiyatı için önemi büyüktür.

dîvân’ını, velednâme -ibtidânâme-sini, rebâbnâme’sini ve intihânâme’sini babası mevlânâ celâleddîn-i rûmî gibi farsça yazmasının yanında eserlerin içerdiği türkçe beyitler batı türkçesinin ilk örnekleri arasında yer alır.

eserlerinin tamamı toplamda 367 beyitlik türkçe manzume içermektedir.

birkaç örnek:

bu hadîsi buyurdı peygamber:
"kankı kişi, ki dirligin ister,

gendüzinden gerek, kim ol öle,
dirligün ma'nîsin ölüp bula!"
daha geniş bilgi için (bkz: sultan veled'in türkçe manzumeleri)
devamını gör...

chungking express

özellikle ikinci kısmıyla hafızamda yer edinecek film.

esnozin gibi ben de sıcağı sıcağına yazıyorum.

film iki melankolik polis memurunun hikâyelerine odaklanıyor. ilk polis memuru bana kalırsa duygularını biraz daha çocuksu yaşıyor. bu anlamda ilk kısım biraz daha hızlı geçiyor. ilk kısma damgasını vuran şarkı things in life.

film şarkıları bu şekilde ana eksene koyması bakımından beni ayrıca cezbetti.

iki âşığın polis olmalarının dışında diğer ortak noktası aynı mekâna takılıyor olmaları. bu mekânın sahibi üzerinden farklı okumalar yapılabilir.

ikinci âşığa geldiğimizde onun durumunu biraz daha olgun, daha şiirsel buldum.

o gittiğinden beri, evdeki her şey mutsuz görünüyor. yatmadan önce hepsini teselli etmem gerekiyor.
bu polis memurunun eşyayla kurduğu ilişki muazzam.

nitekim evde temizlik yapmayan, yeni eşya almayan, el sabununu bile değiştirmeyen birinden bahsediyoruz. hepsini eski ilişkisi üzerinden yukarıdaki alıntıyla birlikte görüyoruz.
ikinci kısma damgasını vuran şarkı ise california dreamin'

uzun zamandır izlediğim en iyi filmlerdendi. uzakdoğu sinemasının bu masalsı kurgusuna her defasında kapılıyorum. izlememiş olanlara kesinlikle tavsiyedir.

not: "fast foodçuda çalışan may" nick önerisidir.
devamını gör...

youtube kanalı önerileri

osmanlı türkçesi için zafer şık

futbol için l1 üçgen

yemek tarifleri için idil yazar, refika'nın mutfağı ve arda'nın mutfağı

yüzüklerin efendisi, orta dünya ve tolkien evreni için yüzüklerin efendisi - orta dünya ve orta dünya - legendarium türkiye

vücut geliştirme için athlean-x™

türk dizi sektörü için murat soner

farklı kültürlerden farklı müzikler keşfetmek için dünyadan sesler

sinema seyircisi iseniz yeniliklerden haberdar olmak için box office türkiye

yüzüklerin efendisi - orta dünya kanalının edebiyat oluşumu için kara kare

iyi müzik, iyi resim ve iyi şiiri bir araya getiren deus ex machina

kutu açılımı için ibrahim erdemir
devamını gör...

kişinin büyüdüğünü fark ettiği anlar

bir erkek için tanım girmem gerekirse şunu net ve açık yüreklilikle söyleyebilirim:

babasının da hata yapabileceğini fark ettiği andır.
devamını gör...

things in life

bir dennis brown şarkısı olup reggae müziğin klasiklerindenmiş.

kendisini wong kar wai yapımı (1994) yapımı olan chungking express'te keşfettim. uzun süre dinleyeceğim gibi görünüyor.

buradan dinlenilebilir.

not: bir my severe knee pain ukdesidir.
devamını gör...

hafız-ı şirazi

divan şiirini dolayısıyla türk edebiyatını doğrudan ve dolaylı olarak büyük ölçüde etkilemiş iranlı şairdir (ö. 792/1390 [?]). şeyhî, ahmed paşa, necâtî gibi şairlerin divanlarında çeviriye varan hâfız etkisi açıkça görülür.

bugün fars edebiyatı dendiğinde akla gelen diğer büyük şairler gibi -nizâmî-i gencevî, sadî-yi şîrâzî, molla câmî, ferîdüddin attâr vb.- o da sebk-i ırâkî üslubunun temsilcilerindendir.

hâfız hem yaşadığı dönemde hem de öldükten sonra şiirleriyle büyük bir şöhret yakalamıştır. geleneğin diğer şairleri gibi o da kaside, rubai ve kıtalar yazmış ama asıl şöhretine gazelleriyle ulaşmıştır. bugün gazeli tanımlarken kullanılan aşk ve şarap onun gazellerinde yeniden şekillenmiş ve kendinden sonraki şairlerin yol göstericisi hâline gelmiştir.

onun divanı bir fal kitabı olarak da kullanılmış,

“ey hâfız-ı şîrâzî / ber mâ nazar endâzî / men tâlib-i yek fâlem / tû kâşif-i her râzî”
(ey şîrâzlı hâfız! bize bakmaktasın. ben bir sır istiyorum, sen ise bütün sırları açıklıyorsun.)
dendikten sonra açılan divanın sağ veya sol sayfasındaki bir şiirden kişi kendi hayatına dair sonuçlar çıkarmıştır.

birçok güzel beytinin arasında beni en çok etkileyen beyit şu olmuştur:

در نمازم خم ابروی تو با یاد آمد
حالتی رفت که محراب به فریاد آمد
"der-nemâzem hem-i ebrû-yı tu bâ-yâd-âmed/ hâletî reft ki mihrâb be-feryâd âmed" yani "namazdayken sevgilinin yay gibi olan kaşlarının eğriliği aklıma düştü, öyle bir hâl yaşandı ki (sanki) mihrap feryat etmeye başladı."

yahya kemal'in rindlerin ölümü'nde bahsettiği hâfız'ın kabri:

hâfız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış;
yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

misafir odası (kitap)

ilk baskısı eylül 2021'de yapı kredi yayınlarında yapılan bir helen garner romanı. çevirisi ismine aşina olduğumuz roza hakmen'e ait.

108 sayfalık kısa bir roman.

kanser hastası nicola alternatif bir tedavi için üç haftalığına arkadaşı helen'e konuk olur. bu konukluk sırasında yaşananlar insan gerçekliğini bütün çıplaklığıyla gözlerimizin önüne serer.

birine ne kadar değer verirsek verelim benliğimiz bir süre sonra galip gelir. sürekli hâle gelen bütün fedakârlıklar bir gün gelir yavaş yavaş azalmaya başlar. bu durumda duymaya başladığımız öfke ne kadar mantıksız da olsa gerçektir. -öfkenin yerine başka şeyler koyabilmek sanıyorum büyük erdem gerektirir.- ve hissettiğimiz şey sonunda bir çatışmadır. vicdanın mantıkla olan o büyük harbi. mantık karşıdakine öfke duymamız gerektiğini salık verirken vicdan kendimize öfkelenmemiz gerektiğini söyler. işin kötüsü bu savaştan ne mantık galip çıkabilir ne de vicdan. ama uzun vadede mantığın istediği olur ve mantık sessizleşir. meydan vicdana kaldığında ise geriye yalnızca pişmanlık kalır.


birbirimizin gözlerinin içine baktık, sonra karşıya, açık ve özgürce. durgun bir suya çenemize kadar batmak gibi bir şeydi. kollarımızın, bacaklarımızın ağırlığı yoktu, kalplerimizin de öyle. saate baktım. daha sekiz buçuktu.


edit: "nicola'nın gülümsemesi" bir sözlük nicki tavsiyesidir.
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim