nastenkaolsam - öne çıkan tanımları (1. sayfa)
1.
zambaklı padişah
geçen gün az sohbet ettik kendisiyle ve şuna odaklandık epey: "hafız! sence çocuklar çiçeklerin koynunda uyumalıydı değil mi!" ece'nin şiirlerinin benim açımdan en büyük özelliklerinden biri anlamaya çalışmayan herkes tarafından farklı yorumlanacak olması. ve ne için kurduğunu o cümlelerin az çok bile bilince araştırınca belki, kendi kafanızdaki yoruma saplanıp kalıyorsunuz. bilmem ki en azından bende böyle oluyor. bu huysuz denen şair o kadar huysuz olmayan bir şekilde huysuzlanmış ki. birilerini kurtarmak istiyorum sadece ellerim kötü olacak her şeyi kurtarmak istiyor, oradan çekip çıkarmak. anladınız mı bilmiyorum anlamadıysanız da pek önemli değil zaten.
bir de
"kışı ve üsküdar'ı, atkısıyla geçirecek bir kadın
yazmışım, nedense, deftere."
şiiri okudukça alıntılamak istedim alıntılamak istedikçe yorumlamak istedim. ama bu iki kısımla çok sohbet ettik geçen gün. gül reçelleri geldi aklıma.
bir de
"kışı ve üsküdar'ı, atkısıyla geçirecek bir kadın
yazmışım, nedense, deftere."
şiiri okudukça alıntılamak istedim alıntılamak istedikçe yorumlamak istedim. ama bu iki kısımla çok sohbet ettik geçen gün. gül reçelleri geldi aklıma.
devamını gör...
2.
death note
ilk olarak filminden bahsetmek istiyorum. animeler filme uyarlanınca kötü oluyor zaten ama bu berbat ötesiydi. ama animesi güzeldir şaşırtır bol bol bazen nefret ettirir bazen çok sevdirir. anime boyunca tek fikrimin değişmediği karakter ryuk hala da all time fav karakterlerim arasına girer. canım ryuk.
devamını gör...
3.
yaz izlenimleri üzerine kış notları
fyodor mihayloviç dostoyevski’nin siyasi görüşünü aşırı derecede belli eden, acayip milliyetçi hatta ırkçılığa doğru kayan ama bazı konularda da hak verdiğim deneme türündeki (wiki böyle demiş ama bence gezi yazısı bile sayılabilir) kitabıdır.
dostoyevski’nin avrupa’ya yaptığı ilk seyehati hakkında tuttuğu notlardan oluşmuştur diyebiliriz sanırım. editörlüğünü yaptığı vremya (zaman) dergisinde yayınlanmaya başlanmıştır ilk olarak.
çok hoş bir anlatımı var ama, çok içten çok sohbetli. yine de fransız’ları hele o kadar küçümsemiş ki ne bileyim, bu kadar ırkçılık boyutunda bir şeyler yazmak bence pek doğru değil.
dostoyevski’nin avrupa’ya yaptığı ilk seyehati hakkında tuttuğu notlardan oluşmuştur diyebiliriz sanırım. editörlüğünü yaptığı vremya (zaman) dergisinde yayınlanmaya başlanmıştır ilk olarak.
çok hoş bir anlatımı var ama, çok içten çok sohbetli. yine de fransız’ları hele o kadar küçümsemiş ki ne bileyim, bu kadar ırkçılık boyutunda bir şeyler yazmak bence pek doğru değil.
devamını gör...
4.
dorian gray'in portresi
bünyesinde bilge sözleri ile lord henry ve romantik ressam basil gibi iki harika karakteri barındıran muntazam oscar wilde romanı. ruhun kirlenmesinin dışa vurumu gibi geliyor bana biraz. döneminde epey bir eleştiri almış, zavallı yazarımızı da yerden yere vurmuşlar ama bence dünya üzerinde yazılmış en güzel kitaplardan biridir. örnek veriyorum mesela, bence faust'tan bile güzeldir.
rus romanlarını genelde şöyle tanımlarım; gerçekliğin içinde hayalperestler. bu kitapta da var bu. pek romantik bir kitap. çok fazla yoğun duyguya değinmiş. çok güzel bir anlatım, acayip akıcı bir dil. betimlemelerini herkes övmüş, ben de öveceğim, onlar nasıl güzel betimlemeler öyle. aşırı başarılı! kitaptaki pek çok betimleme bana şu dizeleri hissettirdi:
"küçük kuşlar cıvıldadı,
sanki o yaz günü bütün yıl sürecek gibi"
yazmadan geçemeyeceğim sözleri var, alıntı kısmında.
"romantizm denilen şey tekrarla pekişir, tekrar da romantizme duyulan iştahı sanata dönüştürür. insanın her aşkı ilk ve tek aşkıdır. arzu nesnesinin değişmesi, arzunun biricikliğini değiştirmez. yalnızca yoğunluğu artırır. ömrümüzde en iyi ihtimalle tek bir muhteşem deneyimimiz olur; yaşamın sırrı da bu deneyimi olabildiğince çok tekrar etmektir."
"+dorian gray'i biraz daha anlatsana. ne sıklık ile görüşüyorsunuz?
-her gün, onu her gün görmezsem mutsuz oluyorum. onsuz yapamıyorum.
+inanılmaz! sanatının dışında hiçbir şeyi umursamadığını düşünürdüm.
-artık benim sanatım o."
"tefekküre dalınan günler de görülen bir biçem hayali ifadesi kime aitti hatırlamıyorum ama dorian gray benim için bu oldu."
"lord henry bu fikirle oynuyor, onu zekice eğip büküyor, havalara atıyor, dönüştürüyor, elinden kaçmasına izin verip sonra yeniden yakalıyor, hayalgücüyle allayıp pulluyor ve ona çelişkiden kanatlar takıyordu. aptallığa methiyeler düzmeye devam etti. sonra felsefeye daldı. felsefe genç bir kadına dönüşmüştü. kendini keyfin çılgın müziğine kaptırmış."
"hayatımda hiç bu kadar mutlu olmamıştım. biraz ani oldu tabii ama zaten tüm güzel şeyler öyle olmaz mı? hayatım boyunca aradığım şeyi bulmuş gibiyim."
"sence de aşkı şiirlerde arayıp evleneceğim kadını shakespeare oyunlarında bulmakla iyi etmemiş miyim basil? shakespeare'in dizeleriyle dile gelen dudaklar sırlarını kulağıma fısıldadı. rosalind kollarını boynuma doladı; ben juliet'i dudağından öptüm."
"bak, bu benim hayatımda yazdığım ilk aşk mektubu. ne garip; ilk aşk mektubum ölü bir kıza gönderilecekti demek. merak ediyorum, acaba ölü dediğimiz o bembeyaz, sessiz insanlar hissedebiliyorlar mı?"
"ay gökyüzünde s arı bir kafatası gibi alçakta asılı duruyordu. ara sıra kocaman, biçimsiz bir bulut kolunu uzatıp onu gizliyordu. sokak lambaları bir bir sönüyor, sokaklar iyice daralıp daha da kasvetli bir hal alıyordu."
"hayatında hiçbir şey yapmamış olmana çok seviniyorum, ne bir heykel yonttun, ne bir resim yaptın, ne de kendinden başka herhangi bir şey ürettin! yaşam senin sanatın oldu. sen kendi kendini besteledin. günlerini soneler haline getirdin."
"gençliğimi yeniden kazanabilmek uğruna, jimnastik yapmak, erken kalkmak ve saygıdeğer biri olmak dışında her şeyi yapmaya hazırım."
"hayatı sanat açısından ele alan adamın kalbi beynidir."
"uğursuzluk belirtisine gelince, uğursuzluk diye bir şey yoktur. kader bizlere önceden haberci göndermez. bunu yapmayacak kadar bilgedir o ya da çok zalim."
"oysa adlar her şey demektir. olaylarla hiç uğraşmam ben. tek uğraştığım sözlerdir. işte bu yüzden, edebiyatta kaba saba gerçekçilikten nefret ediyorum."
"geleceği olan erkeklerle, geçmişi olan kadınları severim ben."
"insanın kendi yaşamının seyircisi olması, hayatın sıkıntılarından kurtarır insanı."
"yalnızca sığ kişiler bir duygudan kurtulmak için yılların geçmesini beklerler. kendinin efendisi olan bir insan, nasıl kolayca bir zevk icat edebilirse, acısını da aynı kolaylıkla sona erdirebilir."
"öyle bir çağda yaşıyoruz ki, herkes bilge olamayacak kadar çok okuyor, güzel olamayacak kadar çok düşünüyor."
"sakın ha, yaşı ne olursa olsun , leylak rengi giyen kadınlara güvenmeyesin... ne de otuz beşini aşmış, pembe kurdelelere düşkün bir kadına. bu, bir hikayeleri olduğu anlamına gelir."
"iyi niyetler bilimsel kuralların işine karışmak için yapılan yararsız girişimlerdir. çıkış noktaları katıksız kibirdir. sonuçları kocaman bir sıfırdır. doğurdukları heyecanlar, zayıf insanların hoşuna giden, rahatlatıcı, kısır heyecanlardır. iyi niyetler hakkında bundan fazlası söylenemez. insanların para yatırmadıkları bir bankanın hesabına yazdıkları bir çekten başka bir şey değildir iyi niyet."
"gerçekten büyüleyici olan iki çeşit insan vardır yalnızca: her şeyi bilenler ve hiçbir şey bilmeyenler."
"ve güzellik dehanın bir biçimidir; hatta dehadan da üstündür, çünkü açıklanmaya gereksinimi yoktur."
"boğmaya çalıştığımız her dürtü zihnimize iyice yerleşiyor ve bizi zehirliyor. vücut bir kez günah işler ve günahla ilişkisi kesilir, çünkü eylem bir tür arınmadır. geriye bir hazzın anısından ya da pişmanlığın lüksünden başka bir şey kalmaz. şeytana kapılmaktan kurtulmanın tek yolu ona boyun eğmektir. karşı koyarsanız, ruhunuz kendine yasakladıklarına, kendi canavarca yasalarının canavarlaştırdığı ve yasa dışı kıldığı şeylere karşı duyduğu arzu yüzünden hastalanır."
"şairler sizler kadar kılı kırk yarmazlar. tutkuların kitap baskılarını nasıl arttırdığını bilirler onlar. bugünlerde kırık bir kalp sayısız baskılar yapabiliyor."
rus romanlarını genelde şöyle tanımlarım; gerçekliğin içinde hayalperestler. bu kitapta da var bu. pek romantik bir kitap. çok fazla yoğun duyguya değinmiş. çok güzel bir anlatım, acayip akıcı bir dil. betimlemelerini herkes övmüş, ben de öveceğim, onlar nasıl güzel betimlemeler öyle. aşırı başarılı! kitaptaki pek çok betimleme bana şu dizeleri hissettirdi:
"küçük kuşlar cıvıldadı,
sanki o yaz günü bütün yıl sürecek gibi"
yazmadan geçemeyeceğim sözleri var, alıntı kısmında.
"romantizm denilen şey tekrarla pekişir, tekrar da romantizme duyulan iştahı sanata dönüştürür. insanın her aşkı ilk ve tek aşkıdır. arzu nesnesinin değişmesi, arzunun biricikliğini değiştirmez. yalnızca yoğunluğu artırır. ömrümüzde en iyi ihtimalle tek bir muhteşem deneyimimiz olur; yaşamın sırrı da bu deneyimi olabildiğince çok tekrar etmektir."
"+dorian gray'i biraz daha anlatsana. ne sıklık ile görüşüyorsunuz?
-her gün, onu her gün görmezsem mutsuz oluyorum. onsuz yapamıyorum.
+inanılmaz! sanatının dışında hiçbir şeyi umursamadığını düşünürdüm.
-artık benim sanatım o."
"tefekküre dalınan günler de görülen bir biçem hayali ifadesi kime aitti hatırlamıyorum ama dorian gray benim için bu oldu."
"lord henry bu fikirle oynuyor, onu zekice eğip büküyor, havalara atıyor, dönüştürüyor, elinden kaçmasına izin verip sonra yeniden yakalıyor, hayalgücüyle allayıp pulluyor ve ona çelişkiden kanatlar takıyordu. aptallığa methiyeler düzmeye devam etti. sonra felsefeye daldı. felsefe genç bir kadına dönüşmüştü. kendini keyfin çılgın müziğine kaptırmış."
"hayatımda hiç bu kadar mutlu olmamıştım. biraz ani oldu tabii ama zaten tüm güzel şeyler öyle olmaz mı? hayatım boyunca aradığım şeyi bulmuş gibiyim."
"sence de aşkı şiirlerde arayıp evleneceğim kadını shakespeare oyunlarında bulmakla iyi etmemiş miyim basil? shakespeare'in dizeleriyle dile gelen dudaklar sırlarını kulağıma fısıldadı. rosalind kollarını boynuma doladı; ben juliet'i dudağından öptüm."
"bak, bu benim hayatımda yazdığım ilk aşk mektubu. ne garip; ilk aşk mektubum ölü bir kıza gönderilecekti demek. merak ediyorum, acaba ölü dediğimiz o bembeyaz, sessiz insanlar hissedebiliyorlar mı?"
"ay gökyüzünde s arı bir kafatası gibi alçakta asılı duruyordu. ara sıra kocaman, biçimsiz bir bulut kolunu uzatıp onu gizliyordu. sokak lambaları bir bir sönüyor, sokaklar iyice daralıp daha da kasvetli bir hal alıyordu."
"hayatında hiçbir şey yapmamış olmana çok seviniyorum, ne bir heykel yonttun, ne bir resim yaptın, ne de kendinden başka herhangi bir şey ürettin! yaşam senin sanatın oldu. sen kendi kendini besteledin. günlerini soneler haline getirdin."
"gençliğimi yeniden kazanabilmek uğruna, jimnastik yapmak, erken kalkmak ve saygıdeğer biri olmak dışında her şeyi yapmaya hazırım."
"hayatı sanat açısından ele alan adamın kalbi beynidir."
"uğursuzluk belirtisine gelince, uğursuzluk diye bir şey yoktur. kader bizlere önceden haberci göndermez. bunu yapmayacak kadar bilgedir o ya da çok zalim."
"oysa adlar her şey demektir. olaylarla hiç uğraşmam ben. tek uğraştığım sözlerdir. işte bu yüzden, edebiyatta kaba saba gerçekçilikten nefret ediyorum."
"geleceği olan erkeklerle, geçmişi olan kadınları severim ben."
"insanın kendi yaşamının seyircisi olması, hayatın sıkıntılarından kurtarır insanı."
"yalnızca sığ kişiler bir duygudan kurtulmak için yılların geçmesini beklerler. kendinin efendisi olan bir insan, nasıl kolayca bir zevk icat edebilirse, acısını da aynı kolaylıkla sona erdirebilir."
"öyle bir çağda yaşıyoruz ki, herkes bilge olamayacak kadar çok okuyor, güzel olamayacak kadar çok düşünüyor."
"sakın ha, yaşı ne olursa olsun , leylak rengi giyen kadınlara güvenmeyesin... ne de otuz beşini aşmış, pembe kurdelelere düşkün bir kadına. bu, bir hikayeleri olduğu anlamına gelir."
"iyi niyetler bilimsel kuralların işine karışmak için yapılan yararsız girişimlerdir. çıkış noktaları katıksız kibirdir. sonuçları kocaman bir sıfırdır. doğurdukları heyecanlar, zayıf insanların hoşuna giden, rahatlatıcı, kısır heyecanlardır. iyi niyetler hakkında bundan fazlası söylenemez. insanların para yatırmadıkları bir bankanın hesabına yazdıkları bir çekten başka bir şey değildir iyi niyet."
"gerçekten büyüleyici olan iki çeşit insan vardır yalnızca: her şeyi bilenler ve hiçbir şey bilmeyenler."
"ve güzellik dehanın bir biçimidir; hatta dehadan da üstündür, çünkü açıklanmaya gereksinimi yoktur."
"boğmaya çalıştığımız her dürtü zihnimize iyice yerleşiyor ve bizi zehirliyor. vücut bir kez günah işler ve günahla ilişkisi kesilir, çünkü eylem bir tür arınmadır. geriye bir hazzın anısından ya da pişmanlığın lüksünden başka bir şey kalmaz. şeytana kapılmaktan kurtulmanın tek yolu ona boyun eğmektir. karşı koyarsanız, ruhunuz kendine yasakladıklarına, kendi canavarca yasalarının canavarlaştırdığı ve yasa dışı kıldığı şeylere karşı duyduğu arzu yüzünden hastalanır."
"şairler sizler kadar kılı kırk yarmazlar. tutkuların kitap baskılarını nasıl arttırdığını bilirler onlar. bugünlerde kırık bir kalp sayısız baskılar yapabiliyor."
devamını gör...
5.
insancıklar
1846 tarihinde basılan dostoyevski'nin ilk kitabı. aynı zamanda rusların ilk toplumsal romanı. dürüst davranmam gerekirse kitabı çok sevmeme rağmen basılma hikayesi daha çok hoşuma gidiyor. dostoyevski eserini bitirince arkadaşı grigoroviç'e okutur. grigoroviç çok beğendiği eseri bir gecenin yarısı şair nikolay nekrasov'a götürür. nekrasov romanı ''başyapıt'' olarak tanımlar ve ertesi gün nekrasov da eseri yakın arkadaşı ve dönemin ünlü eleştirmenlerinden vissarion belinski'ye götürür. belinski işte roman hakkında şu cümleleri söyler: '' iki gündür kendimi bu kitaptan uzaklaştıramıyorum. yeni bir yazar, yeni bir yeteneğin kalemi bu; onu tanımıyorum, kimdir, neye benzer bilmiyorum ama bu roman rusya'da hayatın sınırlarını öyle kahramanlara veriyor ki bize, bundan önce hiçbir yazar bu kadarını düşlerinde bile göremezdi... rusya yeni bir gogol kazandı. '' daha sonra roman yayınlanır, dostoyevski tanınan bir yazar haline gelir. devamını hepimiz biliyoruz zaten.
devamını gör...
6.
otomatik portakal
anthony burgess tarafından 1962 yılında yayımlanan, ülkemize otomatik portakal adı ile gelmiş kitap. yazarın en iyi kitaplarından biri olmakla birlikte en tanınan kitabıdır. kitapta alex'e ve çetesine sinir olursunuz ama ilerledikçe alex'e karşı tuhaf bir sempati duymaya başlarısınız ki bunu anlatabilmem mümkünse de benim kelimelerim yetmiyor. normalde kitaplar, filmler, şarkılar hakkındaki düşüncelerimi anlatabilirim ama bu kitap çok ayrı olan kitaplardan, kesinlikle okunması gerektiği görüşündeyim. bakın burgess kitabı hakkında ne demiş:
''tüm hayvanların en zekisi, iyiliğin ne demek olduğunu bilen insanoğluna bir baskı yöntemi uygulayarak onu otomatik işleyen bir makine haline getirenlere kılıç kadar keskin olan kalemimle saldırmaktan başka hiçbir şey yapamıyorum...''
''tüm hayvanların en zekisi, iyiliğin ne demek olduğunu bilen insanoğluna bir baskı yöntemi uygulayarak onu otomatik işleyen bir makine haline getirenlere kılıç kadar keskin olan kalemimle saldırmaktan başka hiçbir şey yapamıyorum...''
devamını gör...
7.
siddhartha
alman yazar hermann hesse'nin 1922 yılında almanca olarak çıkardığı kitabının adıdır. kitap dünya üzerinde yazılmış en iyi kitaplardan biri bana sorarsanız. tam bir baş ucu kitabı. ama anlayana, kıymetini bilene. bakın henry miller kitap hakkında ne demiş: ''genel olarak herkesçe kabullenilmiş buddha imgesini aşan bir buddha yaratmak, daha önce eşine rastlanmamış büyük bir başarıdır. siddhartha, benim gözümde, kutsal kitap'tan kat kat üstün bir ilaçtır.'' kitap ilk sayfasından itibaren miller'ın kurduğu bu cümleyi bana hissettirdi. bir de hesse'nin kitap hakkında söylediği cümleyi de şuraya bırakayım: ''bu kitapta, tüm dinlerde, insanların benimsediği tüm inanış biçimlerinde ortak olan yanı, tüm ulusal ayrımları aşan, tüm ırkların, tüm bireylerin benimseyebileceği yakalamaya çalıştım.'' evet o yakalamış, ama her okuyan her insan bunu anlayabilecek mi ondan emin değilim. yine de herkesçe sahip olunması gereken bir kitap olduğu görüşündeyim. en azından anlamaya çalışılmalı.
devamını gör...
8.
şair evlenmesi
türk edebiyatın'da batılı tarzda yazılmış ilk tiyatro oyunu. ibrahim şinasi yazmıştır. tek perdelik bir töre komedisidir. görücü usulü evliliğin sıkıntılarını ele alır. sade bir konuşma dili ile yazılmıştır. eser, klasik fransız tiyatrosunun ve molière’in izlerini taşımaktadır.
sultan abdülmecid tarafından ilk defa dolmabahçe saray tiyatrosun'da sergilenmesi istenmiştir.
şinasi'nin eseri, iki perdelik bir tiyatro eseri olarak kaleme almış; ne var ki kendi elleriyle ilk perdeyi ortadan kaldırmak zorunda kaldığından ikinci perde, 1860’ta tercüman’ı ahval’in 2, 3, 4 ve 5. sayılarında tek perde olarak yayımlanmıştı. 1873’te şairin ölümünden sonra mehmet tayfur adında bir kitapçı tarafından selanik’te kitap olarak basıldı. ikinci meşrutiyet’in ilanından sonra, ibrahim necmi bey tarafından selanik’te kurulmuş olan amatör bir tiyatro topluluğu tarafından sahnelendi.
aynı zamanda noktalama işaretleri ilk burada kullanılmıştır.
sultan abdülmecid tarafından ilk defa dolmabahçe saray tiyatrosun'da sergilenmesi istenmiştir.
şinasi'nin eseri, iki perdelik bir tiyatro eseri olarak kaleme almış; ne var ki kendi elleriyle ilk perdeyi ortadan kaldırmak zorunda kaldığından ikinci perde, 1860’ta tercüman’ı ahval’in 2, 3, 4 ve 5. sayılarında tek perde olarak yayımlanmıştı. 1873’te şairin ölümünden sonra mehmet tayfur adında bir kitapçı tarafından selanik’te kitap olarak basıldı. ikinci meşrutiyet’in ilanından sonra, ibrahim necmi bey tarafından selanik’te kurulmuş olan amatör bir tiyatro topluluğu tarafından sahnelendi.
aynı zamanda noktalama işaretleri ilk burada kullanılmıştır.
devamını gör...
9.
adınla çağır beni
kitabını çok beğendiğim, filmini beğenmediğim andre aciman romanı. roman gerçekten çok güzeldi, film herkes tarafından baya abartıldı ama kitap çok az ses çıkardı. film de kötü değildi ama dediğim gibi abartıldığını düşünüyorum. ve elio reşit bile olmamasına rağmen oliver 24 yaşında aralarındaki ilişki çoğu ülkede suç sayılır.
devamını gör...
10.
pembeli güzel
1986 yılında çıkan, senaryosu john hughes tarafından yazılan, türkçeye "pembeli güzel" şeklinde çevirilen bir gençlik filmi. bizde olan klasik zengin kız fakir oğlan hikayesinin, zengin oğlan fakir kız versiyonu. kısaca onların aşk hikayesini anlatıyor. hiç de büyük bir aşk falan değil, tuhaf tuhaf tripler, atarlanmalar. beni izlerken bile rahatsız etti. seksenlerin modasının ne kadar kötü olduğunu bir kere daha gördüm. normalde bu tarz filmlerin girdilerini yazarken "çerezlik" bir film, izlenilebilir ifadesini kullanırım. ama bu hayır yani. vaktiniz bol ve siz de güzel güzel kaybetmek istiyorsanız oturup izleyebilirsiniz. başrollerde de molly ringwald, james spader ve andrew mccarthy var. filmin tek güzel yanı şarkılarıydı, onlar da sürekli çalmadığı için filmi "önerilebilir" veya "izlenilebilir" yapmıyor.
devamını gör...
11.
kızlarıma mektuplar
muazzam bir adam olan emre kongar'ın bize aynı zamanda muazzam bir baba olduğunu gösteren kitabı. "adı ile spoiler veren filmler" gibisinden bir başlık vardı sanırsam. bu da işte "adı ile spoiler veren kitaplar" başlığına yazılabilecek bir kitap. adı üstüne kongar'ın ikiz kızlarına mektupları. gerçekten kitabı okurken oturuyorsunuz ve şöyle düşünüyorsunuz: "bir insan nasıl bu kadar güzel düşüncelere sahip, bu kadar zarif bir insan olabilir?" neden bilmiyorum, o kadar aman aman ağlatabilecek sözler olmamasına rağmen beni ağlatan nadir kitaplar arasındadır. bence herkesin okuması gerek. bir de şunu düşünmüştüm: "neden kızlarına yazmış, oğluna yazmamış ki? dışlanıyor gibi hisseder insan." böyle düşünmüştüm. ama sonra babam, oğlum, torunum'u keşfettim ve kitabın başlangıcında şu cümle ile karşılaştım: "gelişmiş, bağımsız ve özgür bir kişiliğe sahip olan oğlum, kendisinin, kendi dışında biri tarafından, bu kişi babası bile olsa, irdelenmesini, kişisel kimliğine bir müdahale olarak algılıyordu. her zamanki sakin ve esprili hali ile, "böyle bir kitap yazarsan, benim de yanıt olarak yazacağım eleştiri kitabına hazır ol." diyerek, tutumunu açıkça ortaya koydu."
devamını gör...
12.
cafe society
2016 çıkışlı muazzam bir woody allen filmi. cafe society ya da diğer adı ile "untitled woody allen project". dünya kadar tanıdık yüz görüyoruz filmde: kristen stewart, jesse eisenberg, blake lively, steve carell... konusu biraz yavan olmasına rağmen, sahneler o kadar muazzamdı ki, anlatamam, her bir sahne tablo gibiydi. kostümlerden, makyajlardan, dekordan bahsetmiyorum bile. son derece gönül rahatlığı ile önerebileceğim bir film. klasik bir woody allen filmi. özellikle jesse eisenberg yine oyunculuğunu konuşturmuştur. birtakım insanlar tarafından çok kötülense de bence o birtakım insanlar kötü film izlememiştir, dediğim gibi sadece sahneleri için bile izlenir. beğendiğim birkaç replik:
"her günü son gününmüş gibi yaşa. bir gün bir bakmışsın son günün."
"rüyalar sadece rüyadır."
"sorgulanmamış bir hayat yaşamaya değmez."
"cevap olmaması da bir cevaptır."
"hayat sadist bir komedi yazarının elinden çıkmış bir film gibidir."
"her günü son gününmüş gibi yaşa. bir gün bir bakmışsın son günün."
"rüyalar sadece rüyadır."
"sorgulanmamış bir hayat yaşamaya değmez."
"cevap olmaması da bir cevaptır."
"hayat sadist bir komedi yazarının elinden çıkmış bir film gibidir."
devamını gör...
13.
babam oğlum torunum
emre kongar'ın 2003 yılında basılan bir kitabı. kızlarıma mektuplar'ı okuduğumda kongar'ın kızlarını biraz ayrıştırdığını düşünmüştüm. ama bunu okuduktan sonra oğlunu ayrıştırıyor gibi olmuş. e bu iki kitabın bana verdiği hislerden anlayabilirim ki kongar ayrımcılık yapmadan, genel olarak iyi bir babaymış. kişisel gelişim kitabı değil ama baba adaylarına fikir verebileceğini düşünüyorum. neyse kitabımızın konusuna gelirsek kongar'ın babası 1900, torunu ise 2000 doğumlu imiş. kitapta da 100 yıllık aile tarihi anlatılıyor, aslında 100 yıldan fazla da, neyse*. aralarda da bu 100 yıl içerisinde türkiye'de yaşanan olayları anlatıyor. hoş, güzel bir kitap. ben keyif aldım açıkçası ama bence o kadar üzerinde düşünülecek veya konuşulacak bir kitap değil. bir de ön söz kısmına anne ve babasını ne kadar az tanıdığını anladığını (o tarz bir şeyler) yazmış, ama o kadar fazla tanıyor ki. ben artık kongar ailesini kendi ailemden daha iyi tanıyorum.
devamını gör...
14.
yeşilin kızı anne
türkçeye yeşilin kızı anne şeklinde çevrilen, muazzam bir çocuk romanı. l. m. montgomery tarafından yazılan bu roman hayalperest hanım kızımız anne’in maceralarını anlatır. hafiften polyanna’dır bu anne. ama öyle rahatsız edici de değildir. (bence polyanna oldukça rahatsız edicidir) netflix ise anne with an e şeklinde çok güzel bir diziye çeviririr bu seriyi. kitap okumayı sevmiyorsanız dizi de oldukça başarılıdır. izlemenizi tavsiye ediyorum. bir de filmi varmış. o nasıl bilemiyorum.
devamını gör...
15.
yeraltından notlar
ilk defa 1864 yılında basılmış olan bir dostoyevski başyapıtı. çok rahat önüme gelene tavsiye edebileceğim bir kitap. ben herkesin bu kitapta kendinden bir şeyler bulabileceğini biliyorum. belki çok derinlerde olucak o bulduğunuz şey belki de kendinize itiraf etmekten bile korkabileceğiniz düşüncelerinizi, hislerinizi ortaya çıkarır. gerçi çok değerli yazarımızın bütün kitapları öyledir bana göre ama. burada yine insan psikolojisinin, insan beyninin, hislerinin derinlerinde yüzer yazarımız. yine kendimizle tanıştırır bizi.
çoğu büyük düşünür, yazar bu kitabından bir şeyler öğrenmiştir. nietzsche olsun albert camus olsun. zeki demirkubuz 2012 yılında bu kitaptan esinlenerek "yeraltı" isimli bir film çeker.
büyük yazar burada insancıklar'ın basılmasında önemli bir yer sahibi olan nikolay nekrasov'un bir şiirine de yer verir:
"o kötü yolun karanlğından,
ateşli sözlerle kandırarak,
düşmüş ruhunu çıkardığım zaman
derin üzüntülerle doluydum hep.
sen, kolunu kırarak lanetledin
seni saran ayıbı;
unutkan vicdanını
anılarınala cezalandırmak isteyerek,
sen bana anlattığın zaman
herşeyi, benden önce olan herşeyi,
birden ellerinle yüzünü kapadın;
utançla,korkuyla dolu,
gözyaşlarınla boğuluyordun sen,
öfken içinde sarsılarak"
en sevdiğim kitap diyemem ama kesinlikle bir başucu kitabıdır ve benim için kutsal kitaplardan kesinlikle üstündür. şunu da ekleyeyim de belki daha çok okursunuz* hayatımda bu kadar cümle çizdiğim bir kitap olmamıştı. bir kere "ben hasta bir adamım..." diyerek bence en güzel roman başlangıçlarından birini yapıp daha ilk cümlesinden bizi* kalbimizden vurmayı başarmıştır. son olarak da haşırt haşırt altını çizdiğim birkaç alıntıyı aşağıya bırakmak istedim.
"diş ağrısının da kendine göre bir zevki vardır tam bir ay çektiğim için gayet iyi bilirim. tabii bu halde içten içe hiddet duyulmaz, iniltiler çıkarılır; ama bunlar içten gelmeyen yapmacık inlemelerdir ki, mesele de bunda zaten. acı çeken kimse inlemekten zevk alır; almasa inlemesini pekala tutardı. bu çok hoş bir örnektir okuyucularım; üzerinde durulmaya değer. bütün bu inlemeler, bir yandan ağrılarınızın küçültücü gayesizliğini anladığınızı gösterir; öte yandan da varlığını umursamadığınız halde, kılı kıpırdamadan sizi hırpalayan tabiat anaya karşı yükselen şikayettir."
"bütün o güzel, yüksel şeyler şerefine içmek. kadehime önce bir gözyaşı akıtıp, sonra o güzel ve yüksek şeyler şerefine içme fırsatlarını asla kaçırmazdım. dünyada ne varsa güzellik ve yükseklik açısından görür, pisliği tartışma götürmeyecek en el dokunmaz çirkefte bile güzel ve yüksek taraflar bulurdum."
"varsın billur saray sadece uydurma olsun. tabiat kanunlarına göre aslı olmayan bu hayali, ahmaklığımdan, neslimize has bazı köhne, akıldışı adetlere uyarak ben uydurmuş olayım. billur sarayın gerçek olmamasından bana ne? arzularımda varsa, daha doğrusu arzularım yaşadıkça o da var olacaksa, gerçekliği neden umrumda olsun?"
çoğu büyük düşünür, yazar bu kitabından bir şeyler öğrenmiştir. nietzsche olsun albert camus olsun. zeki demirkubuz 2012 yılında bu kitaptan esinlenerek "yeraltı" isimli bir film çeker.
büyük yazar burada insancıklar'ın basılmasında önemli bir yer sahibi olan nikolay nekrasov'un bir şiirine de yer verir:
"o kötü yolun karanlğından,
ateşli sözlerle kandırarak,
düşmüş ruhunu çıkardığım zaman
derin üzüntülerle doluydum hep.
sen, kolunu kırarak lanetledin
seni saran ayıbı;
unutkan vicdanını
anılarınala cezalandırmak isteyerek,
sen bana anlattığın zaman
herşeyi, benden önce olan herşeyi,
birden ellerinle yüzünü kapadın;
utançla,korkuyla dolu,
gözyaşlarınla boğuluyordun sen,
öfken içinde sarsılarak"
en sevdiğim kitap diyemem ama kesinlikle bir başucu kitabıdır ve benim için kutsal kitaplardan kesinlikle üstündür. şunu da ekleyeyim de belki daha çok okursunuz* hayatımda bu kadar cümle çizdiğim bir kitap olmamıştı. bir kere "ben hasta bir adamım..." diyerek bence en güzel roman başlangıçlarından birini yapıp daha ilk cümlesinden bizi* kalbimizden vurmayı başarmıştır. son olarak da haşırt haşırt altını çizdiğim birkaç alıntıyı aşağıya bırakmak istedim.
"diş ağrısının da kendine göre bir zevki vardır tam bir ay çektiğim için gayet iyi bilirim. tabii bu halde içten içe hiddet duyulmaz, iniltiler çıkarılır; ama bunlar içten gelmeyen yapmacık inlemelerdir ki, mesele de bunda zaten. acı çeken kimse inlemekten zevk alır; almasa inlemesini pekala tutardı. bu çok hoş bir örnektir okuyucularım; üzerinde durulmaya değer. bütün bu inlemeler, bir yandan ağrılarınızın küçültücü gayesizliğini anladığınızı gösterir; öte yandan da varlığını umursamadığınız halde, kılı kıpırdamadan sizi hırpalayan tabiat anaya karşı yükselen şikayettir."
"bütün o güzel, yüksel şeyler şerefine içmek. kadehime önce bir gözyaşı akıtıp, sonra o güzel ve yüksek şeyler şerefine içme fırsatlarını asla kaçırmazdım. dünyada ne varsa güzellik ve yükseklik açısından görür, pisliği tartışma götürmeyecek en el dokunmaz çirkefte bile güzel ve yüksek taraflar bulurdum."
"varsın billur saray sadece uydurma olsun. tabiat kanunlarına göre aslı olmayan bu hayali, ahmaklığımdan, neslimize has bazı köhne, akıldışı adetlere uyarak ben uydurmuş olayım. billur sarayın gerçek olmamasından bana ne? arzularımda varsa, daha doğrusu arzularım yaşadıkça o da var olacaksa, gerçekliği neden umrumda olsun?"
devamını gör...
16.
beyaz geceler
en sevdiğim romandır. sanırım yani. bazen ben de pek emin olamıyorum. aşağıya spoiler kısmına yazdığım küçük özet ve biraz da yorumlama kendi yazımdan alıntıdır. ve ciddi anlamda çok bol spoiler içerir.
1848 yılında 27 yaşında bir genç beyaz gecelerin bu romantik havasından faydalanıp, günümüzde dünyanın her yerinde severek okunan ‘’beyaz geceler’’ adlı hikâyeyi yazdı. dostoyevski’nin bu kısa hikâyesi, ilk romanı ‘’insancıklar’’ büyük övgüler aldıktan sonra yazdığı eserlerdendir. beyaz geceler ilk kez ’’yurttan mektuplar’’ adlı dergide ‘’f. dostoyevski, dostoyevski’nin genç dostu şair a.n.pleşeyev’e imzasıyla yayınlandı. okuyuculardan çok rağbet görünce kitap haline getirildi.
hikâyenin ana karakteri petersburg’da yaşayan 27 yaşında bir yazardır. çok yalnızdır, hiçbir arkadaşı yoktur. bu durum şehri daha iyi tanıyıp, onunla arkadaşlık kurmasına sebep olur. sokaklarda sürekli gördüğü insanlarla tek taraflı bir arkadaşlık ilişkisi vardır. ama bu arkadaşlık yazın gelmesi ve petersburg sakinlerinin çoğunun şehri terk etmesiyle sona erer. şehir ve yazar baş başa kalmışlardır. yazar bir gün yürüyüşe çıkar. gece yarısıyla birlikte eve dönerken nehrin kıyısında ağlayan bir kız görür. kıza yaklaşır, ama kız ondan korkar ve kurtulmak için yolun karşısına geçer. sonra kızı birinin takip ettiğini fark eder. takip eden adam kızın kolundan yakalayınca yazar onlara yaklaşır. yazarı gören adam oradan uzaklaşır. kızı kurtaran yazar ona evine kadar eşlik eder. ikisi de birbirlerinden çok hoşlanmışlardır. ertesi gün aynı yerde aynı saatte buluşmak üzere sözleşirler. zaman geldiğinde yazar büyük bir heyecanla kızın kapısına gider. kızın adının nastenka olduğunu öğrenir. yazar kıza kendi hikâyesini anlatır. nastenka çok etkilenir ve kendini onunla bağdaştırır:
-baksanıza hayalperest nedir biliyor musunuz?
-hayalperest? affedersiniz, ama nasıl bilmem? ben kendim hayalperestim! ninemin yanında otururken aklımdan neler neler geçmez. ama işte hayal kurmaya başladığında öyle şeyler düşünürsün ki birden çin prensiyle evlenmiş bulursun kendini. ama sonuçta bazen iyidir hayal kurmak! hayır, tabii orasını tanrı bilir! özellikle de insanın düşünmeden duramadığı bir şeyler varsa.
-harika! eğer çin şehzadesiyle evlendiysen demek, beni kesinlikle anlarsınız.
ana karakterlerimizin ikisi de hayalperest kişilerdir bu yüzden birbirlerini çok iyi anlarlar. aralarında çok güçlü bir bağ oluşur ve yazar kıza hep onunla birlikte olacağını, yanından ayrılmayacağını söyler. ertesi gün nastenka’nın hikâyesini dinlemek için sözleşirler. ikinci gün tekrar buluşurlar ve kız hikâyesini anlatmaya başlar. nastenka erken yaşta önce babasını sonra da annesini kaybetmiştir. yaşlı, kör ninesiyle yaşar. ninesi, yaramaz bir genç kız olduğu için onu eteğine iğneler böylece yanından hiç ayrılmaz. ninesinin tavan arasında oturan taşralı, yakışıklı, orta yaşlı bir kiracı vardır. nastenka bu adamı hayatından kurtulmak için bir araç olarak görür, ona âşık olur. adamın bir gün, bir seneliğine moskova’ya gitmesi gerekir. nastenka da onunla gitmek ister ama adam maddi durumu yüzünden onu yanında götüremez. ama bir sene sonrası için evlenme sözü verir. adam gideli bir sene olmuştur ve nastenka’ya hiç haber gelmemiştir. nastenka iki gün önce nehir kenarında bu yüzden ağlıyordur. bunun üzerine yazar nastenka’ya mektup yazmasını söyler. nastenka mektubu yazıp yazara verir. yazar mektubu kızın verdiği adrese teslim eder. iki gün boyunca yanıt gelmez. iki gün sonra tekrar buluşurlar. kız çok mutsuzdur ve yazar artık dayanamayıp ona aşkını ilan eder. nastenka adamdan yanıt gelmemesinden ötürü onu sevmediğini düşünüp kendisinin de yazardan hoşlandığını söyler. yazar çok mutludur, sıkıcı hayatı heyecanlı hale gelmiştir. ilk defa âşık olmuştur. ikili petersburg sokaklarında gezerken adam karşılarına çıkar ve nastenka birden onun kollarına koşar. gözden kaybolurlar. ertesi gün yazara nastenka’dan bir özür mektubu gelir. adamla evleneceğini, onunla tanışmasını istediğini yazar. yazar çok üzülmüştür ama nastenka’ya olan sevgisinden dolayı ona kızamaz.
herkesin dostoyevski’si farklıdır. bir tane dostoyevski değil, bir sürü dostoyevski vardır. ama bütün dostoyevski'lerin ortak bir yönü vardır: hayalperest olmaları. benim için dostoyevski beyaz geceler’in hayalperestidir. dikkatli incelediğimizde ana karakterlerin bir sürü benzer özelliğini görürüz. yazar karakteri dostoyevski gibi 27 yaşındadır, 9 yıldır petersburg’da yaşar ve yalnızlık içinde hayaller kurar. nastenka karakteri de kendisi gibi genç yaşında ailesini kaybetmiştir. nastenka ve yazar karakterlerinin ortak özelliği hayalperest olmalarıdır. bu yüzden beyaz geceler’in asıl hayalperesti dostoyevski’dir.
nastenka olmak isteyen birinden de bu beklenirdi zaten hehe.
1848 yılında 27 yaşında bir genç beyaz gecelerin bu romantik havasından faydalanıp, günümüzde dünyanın her yerinde severek okunan ‘’beyaz geceler’’ adlı hikâyeyi yazdı. dostoyevski’nin bu kısa hikâyesi, ilk romanı ‘’insancıklar’’ büyük övgüler aldıktan sonra yazdığı eserlerdendir. beyaz geceler ilk kez ’’yurttan mektuplar’’ adlı dergide ‘’f. dostoyevski, dostoyevski’nin genç dostu şair a.n.pleşeyev’e imzasıyla yayınlandı. okuyuculardan çok rağbet görünce kitap haline getirildi.
hikâyenin ana karakteri petersburg’da yaşayan 27 yaşında bir yazardır. çok yalnızdır, hiçbir arkadaşı yoktur. bu durum şehri daha iyi tanıyıp, onunla arkadaşlık kurmasına sebep olur. sokaklarda sürekli gördüğü insanlarla tek taraflı bir arkadaşlık ilişkisi vardır. ama bu arkadaşlık yazın gelmesi ve petersburg sakinlerinin çoğunun şehri terk etmesiyle sona erer. şehir ve yazar baş başa kalmışlardır. yazar bir gün yürüyüşe çıkar. gece yarısıyla birlikte eve dönerken nehrin kıyısında ağlayan bir kız görür. kıza yaklaşır, ama kız ondan korkar ve kurtulmak için yolun karşısına geçer. sonra kızı birinin takip ettiğini fark eder. takip eden adam kızın kolundan yakalayınca yazar onlara yaklaşır. yazarı gören adam oradan uzaklaşır. kızı kurtaran yazar ona evine kadar eşlik eder. ikisi de birbirlerinden çok hoşlanmışlardır. ertesi gün aynı yerde aynı saatte buluşmak üzere sözleşirler. zaman geldiğinde yazar büyük bir heyecanla kızın kapısına gider. kızın adının nastenka olduğunu öğrenir. yazar kıza kendi hikâyesini anlatır. nastenka çok etkilenir ve kendini onunla bağdaştırır:
-baksanıza hayalperest nedir biliyor musunuz?
-hayalperest? affedersiniz, ama nasıl bilmem? ben kendim hayalperestim! ninemin yanında otururken aklımdan neler neler geçmez. ama işte hayal kurmaya başladığında öyle şeyler düşünürsün ki birden çin prensiyle evlenmiş bulursun kendini. ama sonuçta bazen iyidir hayal kurmak! hayır, tabii orasını tanrı bilir! özellikle de insanın düşünmeden duramadığı bir şeyler varsa.
-harika! eğer çin şehzadesiyle evlendiysen demek, beni kesinlikle anlarsınız.
ana karakterlerimizin ikisi de hayalperest kişilerdir bu yüzden birbirlerini çok iyi anlarlar. aralarında çok güçlü bir bağ oluşur ve yazar kıza hep onunla birlikte olacağını, yanından ayrılmayacağını söyler. ertesi gün nastenka’nın hikâyesini dinlemek için sözleşirler. ikinci gün tekrar buluşurlar ve kız hikâyesini anlatmaya başlar. nastenka erken yaşta önce babasını sonra da annesini kaybetmiştir. yaşlı, kör ninesiyle yaşar. ninesi, yaramaz bir genç kız olduğu için onu eteğine iğneler böylece yanından hiç ayrılmaz. ninesinin tavan arasında oturan taşralı, yakışıklı, orta yaşlı bir kiracı vardır. nastenka bu adamı hayatından kurtulmak için bir araç olarak görür, ona âşık olur. adamın bir gün, bir seneliğine moskova’ya gitmesi gerekir. nastenka da onunla gitmek ister ama adam maddi durumu yüzünden onu yanında götüremez. ama bir sene sonrası için evlenme sözü verir. adam gideli bir sene olmuştur ve nastenka’ya hiç haber gelmemiştir. nastenka iki gün önce nehir kenarında bu yüzden ağlıyordur. bunun üzerine yazar nastenka’ya mektup yazmasını söyler. nastenka mektubu yazıp yazara verir. yazar mektubu kızın verdiği adrese teslim eder. iki gün boyunca yanıt gelmez. iki gün sonra tekrar buluşurlar. kız çok mutsuzdur ve yazar artık dayanamayıp ona aşkını ilan eder. nastenka adamdan yanıt gelmemesinden ötürü onu sevmediğini düşünüp kendisinin de yazardan hoşlandığını söyler. yazar çok mutludur, sıkıcı hayatı heyecanlı hale gelmiştir. ilk defa âşık olmuştur. ikili petersburg sokaklarında gezerken adam karşılarına çıkar ve nastenka birden onun kollarına koşar. gözden kaybolurlar. ertesi gün yazara nastenka’dan bir özür mektubu gelir. adamla evleneceğini, onunla tanışmasını istediğini yazar. yazar çok üzülmüştür ama nastenka’ya olan sevgisinden dolayı ona kızamaz.
herkesin dostoyevski’si farklıdır. bir tane dostoyevski değil, bir sürü dostoyevski vardır. ama bütün dostoyevski'lerin ortak bir yönü vardır: hayalperest olmaları. benim için dostoyevski beyaz geceler’in hayalperestidir. dikkatli incelediğimizde ana karakterlerin bir sürü benzer özelliğini görürüz. yazar karakteri dostoyevski gibi 27 yaşındadır, 9 yıldır petersburg’da yaşar ve yalnızlık içinde hayaller kurar. nastenka karakteri de kendisi gibi genç yaşında ailesini kaybetmiştir. nastenka ve yazar karakterlerinin ortak özelliği hayalperest olmalarıdır. bu yüzden beyaz geceler’in asıl hayalperesti dostoyevski’dir.
nastenka olmak isteyen birinden de bu beklenirdi zaten hehe.
devamını gör...
17.
big fish
2003 yapımı muazzam bir tim burton filmidir. zaten tim burton filmlerini çok seven biri olarak "ölmeden önce izlenmesi gereken filmler" diye bir liste oluştursam kesinlikle koyacağım bir film. her şeyini ayrı övebilirim filmin. ben size anlatacağıma filmin beğendiğim birkaç repliği anlatsın dedim:
"din hakkında konuşmak aptallıktır. kimi inciteceğin belli olmaz."
"bir insan ne kadar çok öykü anlatırsa, o kadar ölümsüzleşir."
"nehirdeki en büyük balık yakalanmadığı için o kadar büyüktür."
"hayallerinin aşkıyla karşılaştığında zamanın durduğunu söylerler. bu doğru ama söylemedikleri bir şey var. zaman tekrar akmaya başladığında aradaki farkı kapatmak için çok daha hızlı ilerler."
"birbirimizi çok iyi tanıyan iki yabancı gibiydik."
"kader bazılarına garip oyunlar oynuyor. onları beklemedikleri bir anda yakalıyor."
"din hakkında konuşmak aptallıktır. kimi inciteceğin belli olmaz."
"bir insan ne kadar çok öykü anlatırsa, o kadar ölümsüzleşir."
"nehirdeki en büyük balık yakalanmadığı için o kadar büyüktür."
"hayallerinin aşkıyla karşılaştığında zamanın durduğunu söylerler. bu doğru ama söylemedikleri bir şey var. zaman tekrar akmaya başladığında aradaki farkı kapatmak için çok daha hızlı ilerler."
"birbirimizi çok iyi tanıyan iki yabancı gibiydik."
"kader bazılarına garip oyunlar oynuyor. onları beklemedikleri bir anda yakalıyor."
devamını gör...
18.
masumiyet müzesi
2008 yılında yayımlanan bir orhan pamuk romanı. bence cevdet bey ve oğulları ve kafamda bir tuhaflık ile birlikte kendisinin en güzel kitabıdır. türk edebiyatındaki en güzel kitaplar arasında da sayarım ben. okuması acayip keyifliydi, çok düşündürmese de diğer kitaplarının düşündürdüğü kadar düşündüren bir kitap, betimlemeler, anlatım çok güzel. şunu da ekleyeyim: kemal'in füsun'a olan aşkı bana çok saplantılı geliyor. tabi bu benim düşüncem. ben baş karakterimiz kemal'de orhan pamuk'tan bir parça gördüm. orhan pamuk=kemal demiyorum tabi ki ama zaten kendisi de bu konuda şu cümleyi kuruyor:
"müze 2012 yılında açıldıktan sonra da çok sık karşılaştığım "orhan sen kemal misin?" sorusuna olumlu bir cevap verebilmeyi çok istedim. belki de bu yüzden şu cevabı geliştirdim: "evet, ben de çocukluğumu ve ilkgençliğimi 1950-90 yılları arasında romanda anlattığım nişantaşlı burjuvalar arasında geçirdim. kemal'in ailesi, dostları benim aileme, yakın çevreme; gittiği, yaşadığı yerler de benim gittiğim, bulunduğum yerlere çok benzer. sonra ama hem ben hem de kemal yaşadığımız sınıftan, çevrelerden dışarı itildik: bir anlamda sınıfımızın dışına düştük. kemal, füsun'a olan aşkından; ben edebiyat sevgim ve siyasi durumlar yüzünden. ikimiz de pişman değiliz."
son olarak yine haşırt haşırt cümle çizdiğim bir kitap olduğu için sevdiğim alıntıları aşağıya bırakıyorum:
"hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum. bilseydim, bu mutluluğu koruyabilir, her şey de bambaşka gelişebilir miydi? evet, kaçırmazdım o mutluluğu. derin bir huzurla her yerimi saran o harika altın an belki birkaç saniye sürmüştü, ama mutluluk bana saatlerce, yıllarca gibi gelmişti. 26 mayıs 1975 pazartesi günü, saat üçe çeyrek kala civarında bir an, sanki bizim suçtan, günahtan, cezadan ve pişmanlıktan kurtulduğumuz gibi, dünya da yerçekimi ve zamanın kurallarından kurtulmuş gibiydi."
"şu şık davetliler arasında kim bilir kaç kişinin tuhaf huzursuzlukları, ruhsal yaraları vardı ama kalabalıkta, dostlar arasında, iki kadeh içince, dert ettiğimiz şeylerin aslında ne kadar önemsiz ve geçici oldukları da ortaya çıkıyordu."
"gözyaşları içerisinde 'yani güzel kızlar hiç aşık olmaz mı?' dedi. 'madem her şeyi o kadar iyi biliyorsun o zaman şunu söyle...' 'neyi?'
'bunda sonra ne olucak?'
asıl konunun bu olduğunu, benim aşk ve güzellik laflarımın kendisini oyalamayacağını, şimdi vereceğim cevabın çok önemli olduğunu gösteren bir bakışla bakıyordu. verecek bir cevabım yoktu. ama bunu şimdi, yıllar sonra o anı hatırlarken düşünüyorum. o sırada bu tür soruların aramıza gireceğini hissederek bir huzursuzluğa da kapıldım, için için bundan dolayı füsun'u suçladım ve onu öpmeye başladım"
"ama hayatımızın, tıpkı bir roman gibi artık son şeklini aldığını hissettiğimiz günlerde, en mutlu anımızın hangisi olduğunu benim şimdi yaptığım gibi hissedip seçebiliriz. yaşadığımız bütün anlar içerisinde neden bu anı seçtiğimizi açıklamak da kendi hikayemizi bir roman gibi yeniden anlatmayı gerektirir elbette. ama en mutlu anı işaret ettiğimizde, onun çoktan geçmişte kaldığını, bir daha gelmeyeceğini, bu yüzden de bizi acı vverdiğini de biliriz. bu acıyı dayanabilir kalan tek şey, o altın andan kalma bir eşyaya sahip olmaktır. mutlu anlardan geriye kalan eşyalar o anıların hatıralarını, renklerini dokuma ve görme zevklerini bize o mutluluğu yaşatan kişilerden çok daha sadakatla saklarlar."
"yirmi yaşından beri üzerimde beni her türlü beladan ve mutsuzluktan koruyan görünmez bir zırh olduğu duygusu vardı içimde. bu duygunun bir yanı, bana başkalarının mutsuzluğuyla fazla meşgul olmanın beni de mutsuz edebileceğini ve zırhımın delinmesine yol açabileceğini sezdirdi."
"istanbul sokakları füsun'un birer ikişer saniye belirip kaybolan hayaletleriyle doluydu. ama bu hayaletleri biraz yakından inceleyince benim füsun'uma aslında hiç mi hiç benzemediklerini görüyordum."
"ikinci film, içimdeki utancı bütün ülkenin ve gökteki yıldızların asıl derdine, aşk acısına dönüştürdü."
"gecenin bu sessizliğini, damlarda gezen kedileri çok seviyorum."
"herkes bilsin çok mutlu bir hayat yaşadım."
"gecenin en güzel kızıydı ve pek çok erkek onunla dans etmek için sıradaydı. onun ilgisini çekebilecek kadar yakışıklı, gösterişli hatta ne bileyim -ondan beş yaş büyük olmama rağmen- yeterince olgun ya da kendine güvenen biri değildim o zamanlar. aklımda o geceden zevk almama engel ahlakçı düşünceler, kitaplar, romanlar vardı. onun ise kafasının zaten bambaşka şeylerle meşgul olduğunu, siz zaten biliyorsunuz. gene de dans teklifimi kabul ettikten sonra, o önde ben arkada dans pistinde yürürken, boyunun uzunluğuna, çıplak omuzlarına, harika sırtına ve bir an gülümsemesine bakıp hayallere kapıldım. eli hafif ama sıcaktı. diğer elini omzuma koyunca sanki dans etmek için değil, bana özel samimiyetinden yapmış gibi bir an gurur duydum. hafifçe sallanarak yavaş yavaş dönerken teninin yakınlığı, dimdik gövdesinin, göğsünün ve omuzlarının canlılığı aklımı karıştırıyor, bu çekime direndikçe bastırmaya çalıştığım hayaller dur durak bilmeden gözümün önünden hızla geçiyordu. danstan el ele ayrılıp yukarıya bara çıkıyormuşuz, birbirimize korkunç aşık oluyormuşuz, ilerideki ağaçların altında öpüşmeye başlıyormuşuz, evleniyormuşuz!"
son olarak şunu da eklemem lazım: hem ilk cümlesi, hem son cümlesi o kadar çarpıcıydı ki. beni en çok etkileyen şeylerden biri o kitapta.
"müze 2012 yılında açıldıktan sonra da çok sık karşılaştığım "orhan sen kemal misin?" sorusuna olumlu bir cevap verebilmeyi çok istedim. belki de bu yüzden şu cevabı geliştirdim: "evet, ben de çocukluğumu ve ilkgençliğimi 1950-90 yılları arasında romanda anlattığım nişantaşlı burjuvalar arasında geçirdim. kemal'in ailesi, dostları benim aileme, yakın çevreme; gittiği, yaşadığı yerler de benim gittiğim, bulunduğum yerlere çok benzer. sonra ama hem ben hem de kemal yaşadığımız sınıftan, çevrelerden dışarı itildik: bir anlamda sınıfımızın dışına düştük. kemal, füsun'a olan aşkından; ben edebiyat sevgim ve siyasi durumlar yüzünden. ikimiz de pişman değiliz."
"hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum. bilseydim, bu mutluluğu koruyabilir, her şey de bambaşka gelişebilir miydi? evet, kaçırmazdım o mutluluğu. derin bir huzurla her yerimi saran o harika altın an belki birkaç saniye sürmüştü, ama mutluluk bana saatlerce, yıllarca gibi gelmişti. 26 mayıs 1975 pazartesi günü, saat üçe çeyrek kala civarında bir an, sanki bizim suçtan, günahtan, cezadan ve pişmanlıktan kurtulduğumuz gibi, dünya da yerçekimi ve zamanın kurallarından kurtulmuş gibiydi."
"şu şık davetliler arasında kim bilir kaç kişinin tuhaf huzursuzlukları, ruhsal yaraları vardı ama kalabalıkta, dostlar arasında, iki kadeh içince, dert ettiğimiz şeylerin aslında ne kadar önemsiz ve geçici oldukları da ortaya çıkıyordu."
"gözyaşları içerisinde 'yani güzel kızlar hiç aşık olmaz mı?' dedi. 'madem her şeyi o kadar iyi biliyorsun o zaman şunu söyle...' 'neyi?'
'bunda sonra ne olucak?'
asıl konunun bu olduğunu, benim aşk ve güzellik laflarımın kendisini oyalamayacağını, şimdi vereceğim cevabın çok önemli olduğunu gösteren bir bakışla bakıyordu. verecek bir cevabım yoktu. ama bunu şimdi, yıllar sonra o anı hatırlarken düşünüyorum. o sırada bu tür soruların aramıza gireceğini hissederek bir huzursuzluğa da kapıldım, için için bundan dolayı füsun'u suçladım ve onu öpmeye başladım"
"ama hayatımızın, tıpkı bir roman gibi artık son şeklini aldığını hissettiğimiz günlerde, en mutlu anımızın hangisi olduğunu benim şimdi yaptığım gibi hissedip seçebiliriz. yaşadığımız bütün anlar içerisinde neden bu anı seçtiğimizi açıklamak da kendi hikayemizi bir roman gibi yeniden anlatmayı gerektirir elbette. ama en mutlu anı işaret ettiğimizde, onun çoktan geçmişte kaldığını, bir daha gelmeyeceğini, bu yüzden de bizi acı vverdiğini de biliriz. bu acıyı dayanabilir kalan tek şey, o altın andan kalma bir eşyaya sahip olmaktır. mutlu anlardan geriye kalan eşyalar o anıların hatıralarını, renklerini dokuma ve görme zevklerini bize o mutluluğu yaşatan kişilerden çok daha sadakatla saklarlar."
"yirmi yaşından beri üzerimde beni her türlü beladan ve mutsuzluktan koruyan görünmez bir zırh olduğu duygusu vardı içimde. bu duygunun bir yanı, bana başkalarının mutsuzluğuyla fazla meşgul olmanın beni de mutsuz edebileceğini ve zırhımın delinmesine yol açabileceğini sezdirdi."
"istanbul sokakları füsun'un birer ikişer saniye belirip kaybolan hayaletleriyle doluydu. ama bu hayaletleri biraz yakından inceleyince benim füsun'uma aslında hiç mi hiç benzemediklerini görüyordum."
"ikinci film, içimdeki utancı bütün ülkenin ve gökteki yıldızların asıl derdine, aşk acısına dönüştürdü."
"gecenin bu sessizliğini, damlarda gezen kedileri çok seviyorum."
"herkes bilsin çok mutlu bir hayat yaşadım."
"gecenin en güzel kızıydı ve pek çok erkek onunla dans etmek için sıradaydı. onun ilgisini çekebilecek kadar yakışıklı, gösterişli hatta ne bileyim -ondan beş yaş büyük olmama rağmen- yeterince olgun ya da kendine güvenen biri değildim o zamanlar. aklımda o geceden zevk almama engel ahlakçı düşünceler, kitaplar, romanlar vardı. onun ise kafasının zaten bambaşka şeylerle meşgul olduğunu, siz zaten biliyorsunuz. gene de dans teklifimi kabul ettikten sonra, o önde ben arkada dans pistinde yürürken, boyunun uzunluğuna, çıplak omuzlarına, harika sırtına ve bir an gülümsemesine bakıp hayallere kapıldım. eli hafif ama sıcaktı. diğer elini omzuma koyunca sanki dans etmek için değil, bana özel samimiyetinden yapmış gibi bir an gurur duydum. hafifçe sallanarak yavaş yavaş dönerken teninin yakınlığı, dimdik gövdesinin, göğsünün ve omuzlarının canlılığı aklımı karıştırıyor, bu çekime direndikçe bastırmaya çalıştığım hayaller dur durak bilmeden gözümün önünden hızla geçiyordu. danstan el ele ayrılıp yukarıya bara çıkıyormuşuz, birbirimize korkunç aşık oluyormuşuz, ilerideki ağaçların altında öpüşmeye başlıyormuşuz, evleniyormuşuz!"
son olarak şunu da eklemem lazım: hem ilk cümlesi, hem son cümlesi o kadar çarpıcıydı ki. beni en çok etkileyen şeylerden biri o kitapta.
devamını gör...
19.
kakegurui
kowamoto homura'nın yazdığı naomura tooru'nun da çizdiği manga serisinden uyarlanan anime. mangasını okumadım ama animeyi izledim yorumlarımı ona göre yapıcam o yüzden. konu ana hatlarıyla teneffüslerde falan kumar oynanan bir özel okul. öğrenciler zengin olduğu için ortaya konulan paralar da fazla oluyor. hatta tırnaklarıdır, gözleridir çeşitli uzuvlarını ortaya koyanlar bile var, bir evcil hayvan sistemi var bir de. sahip-köle ilişkisi bir nevi. çeşit çeşit manyak var okulda yani. onun dışında sürekli kumar oynadıkları için birkaç bölüm sonra sıkıyor, izleyenler de zordan izliyor.
not: ben kolay sıkılan bir değilim sürekli aynı şeylerden de sıkılmam aslında ama bu animede gerçekten izleyenlerin sıkılması için uğraşmışlar gibi.
not: ben kolay sıkılan bir değilim sürekli aynı şeylerden de sıkılmam aslında ama bu animede gerçekten izleyenlerin sıkılması için uğraşmışlar gibi.
devamını gör...