söğüdün erenleri yazar profili

söğüdün erenleri kapak fotoğrafı
söğüdün erenleri profil fotoğrafı
rozet
karma: 1069 tanım: 63 başlık: 19 takipçi: 4

son tanımları


bal böceği

elvan dalton isimli post-modern bir yorumu da mevcuttur.
devamını gör...

iki şehrin hikayesi

charles dickens'ın 1856 yılında neşredilen romanıdır. 1856 edebiyat, bilim ve felsefe klasikleri açısından oldukça mümbit bir yıl olmuş. nitekim bir diğer charles'ın*türlerin kökeni ve john stuart mill'in özgürlük üzerine* kitabı da o yıl yayınlanmış.

kitabın giriş cümlesinde vurgulanan kavramlar arasındaki tezat aslında yazarın içinde varolduğu çağın batı dünyasındaki sosyolojik gerilimlerini yansıtıyor. gerçekten de 19.yy zamanların en iyisiydi; bilim, edebiyat, felsefe nerdeyse her alanda çığır açıcı gelişmeler yaşanıyordu. gerçekten zamanların en kötüsüydü; üretim sistemi değişmiş, köyler boşalmış, insanlar şehirlerde pislik ve sefalet içinde yaşıyordu. soludukları hava zehirlenmeye başlamış, ingiltere'de işçi, fransa'da köylü sınıfı kabus gibi bir hayat sürüyordu. akıl çağıydı çünkü insanlar evrenin işleyişinin bilimle, rasyonel düşünceye dayalı determinist bir materyalizmle anlaşılabilir olduğunu farketmişti, akılsızlık çağıydı çünkü aynı determinist materyalizmi sosyal yapılara da uygulamaya kalkarak bütün dünyayı soğuk ama tıkır tıkır işleyen bir makineye çevirmeye çalışmışlardı. kuşku devriydi çünkü binlerce yıldır insanın dünyayı ve ötesini kavrama biçimine damgasını vurmuş olan dinin daha doğrusu kilisenin öğretilerinin sorgulanamazlığını kaldırıp bir kenara atma devriydi; inanç devriydi ayrıca, çünkü insanoğlu pozitivist bir tavırla gerek doğayı gerekse kültürü yani tüm dünyayı parçalarına ayırarak, bu parçalar arasındaki ilişkileri anlayarak yani mekanizmayı çözerek boyunduruğu altına alabileceğine, geleceği öngörerek tarihi kontrol altında tutabileceğine dair bir inanç geliştirmişti.

dolayısıyla dönemin sosyolojik teorilerinin nerdeyse hepsi modernizmin doğum sancıları neticesinde altı üstüne gelen bu dünyada düzenin ve toplumsal değişimin dinamiklerini aramaya adanmış, bu da romana yansımıştır. dickens'ın yazdıkların okurken bu yüzden yeri gelir "lan bu adam fransız devrimini olumlu buluyor galiba baksana aristokrasiyi nasıl eleştiriyor" dersiniz, sonra bir bakarsınız dickens fransız devrimini gerçekleştiren köylülerin icra ettiği bir halk dansını, tanrılarına insan kurban etmeye hazırlanan bir aztek köylüsünün ritüeli gibi tasvir eder siz de lan bu fransız köylüleri ne kadar vahşiymiş dersiniz. çünkü dönem modern öncesini ortadan kaldıracak kadar değişim, toplumların herşeyden çok düzene, sisteme önem veren modernite temelinde yeniden şekillendirilmesine yetecek kadar düzen ister.
devamını gör...

orpheus

antik yunan mitolojisi karakterlerindendir. ozandır. iyi müzisyendir. lir çalar, dağı taşı toprağı etkiler çaldığı ezgilerle. birgün karısı eurydike'yi yılan sokar ve ölümüne neden olur. orpheus bu ölümü kabullenemez ve karısının ruhunu dünyaya geri getirmek icin hades'in yönettiği yeraltı dünyasına gider. burda türlü meşakkatle sınanır ve nihayetinde hades'i karısını geri götürmeye ikna eder. ama hades'in bir şartı vardır. karını al ve dünyaya dön fakat sakın arkana bakma. orpheus dünyaya dönerken karısının özlemine dayanamaz ve onu görmek için arkasına bakar ve karısı serap misali kaybolur gider. bu mit çoğu zaman orpheus'un yeraltına dünyasına indiği için onun görünenin ardındaki görünmeyenin, değişenin gerisindeki değişmeyenin, zahirin arkasındaki batının bilgisine sahip olduğu yani hakikati bildiği şeklinde yorumlanır. fakat orpheus bile hakikatin dünyasına ait olanı fena yurduna getirememiştir ve bunun ağırlığıyla dünyada hüzün içinde dolaşmıştır. iste vakıf olunan bu sır temelinde orpheus miti etrafında gizemci bir kült oluşmuş ve bu kült o dönemdeki bazı batıni yorumları etkilemiştir.
devamını gör...

aşık veysel şatıroğlu

felsefeyi türkülerine nakış nakış işlemiş bir ozandır. bunu da öyle halk edebiyatının klasik mazmunlarını falan kullanıp yapmamıştır he yanlış olmasın. mesela;

dünyada tükenmez murat var imiş
ne alanı gördüm ne murat gördüm
meşakkatin adın murat koymuşlar
dünyada ne lezzet ne bir tat gördüm

var mıdır dünyaya gelip de kalan
gülüp baştan başa muradın alan
muradı maksudu hepisi yalan
ölümü dünyada hakikat gördüm

dönüyor bir dolap çarkı belirsiz
çağlayan bir su var arkı belirsiz
veysel neler satar narhı belirsiz
ne müşteri gördüm ne hesap gördüm


ilk dörtlük varoluşçuluktan izler taşır. dünyada murat yani mutluluk gibi sabit bir kategori olmadığını, muradın peşinden koşmanın aslında kişinin kendi hayatını anlamlı kılmak için yani varoluşunu öze tahvil etmek için giriştiği meşakkatler olduğunu vurgular. ikinci dörtlükte bu geçici anlamlar dünyasından kurtulmanın tek yolunun belki de bir insanın yaşayacağı en gerçek deneyim olan ölüm olduğundan bahseder. üçüncü dörtlük ise insan varoluşunun yani dasein'ın ve bu varoluşun evi olan dünya 'nın agnostik ve nihilist bir betimlenişidir aslında.

ayrıca, veysel'in diğer türkülerini incelerseniz bir yani tasavvufa diğer yani hümanizme yaslanan oldukça varoluşçu bir panteizm görmeniz mümkündür.
devamını gör...

karamazov kardeşler

dostoyevski'nin başyapıtıdır. bunun sebebi çok ilginç bir olayı anlatması değildir. tam tersine sıradan bir cinayeti anlatırken okuyucuyu insan ruhunun derin ve karanlık sularında psikolojik, sosyolojik ve felsefi kayıklara bindirerek gezdirmesidir. şimdi kayıkçı charos'a ücretini verin ki sizi styx nehrinden geçirsin ve bu karanlık dehlizlerde dolaşmaya başlayalım. sakın arkanıza bakmayın orpheus gibi bir ömür pişman olursunuz.

esasında basit bir olay örgüsü vardır. fyodor pavloviç karamozov, ailenin reisidir ve yılışık, kaypak, ahlaksız bir adamdır. ama komiktir de. sohbet ettiği bir rahibe gaza gelip övgü mahiyetinde "seni doğuran anayı, besleyen memeleri kutsayalım" diye haykırmışlığı bana da içtiğim çayı püskürttürmüşlüğü vardır. fyodur'un üçü de birbirine huy bakımından hiç benzemeyen üç oğlu vardır. dimitri, ivan ve alyoşa. bi de smerdyakov adında, evin aşçısı olarak çalışan ama bazı sebeplerden dolayı fyodur'un gözünün önünden pek ayırmadığı bir erkek karakter daha vardır. neyse gizem yapmayayım bu çocuk fyodur itinin gayrı meşru oğludur. bu çocuğun anası akli dengesi yerinde olmayan ama köy halkı tarafından sevilen bir kadındır. fyodor buna muhtemelen tecavüz etmiş, kadın fyodor'un köşkündeki hamamda doğum yaptıktan sonra ölmüştür. anlayacağınız fyodor gerçekten iğrenç bir insandır. oğulları ile hiç ilgilenmemiş, onları hayatı boyunca hiç umursamamış biridir. çocuklar bu esnada kendi kendini yetistirmiş, dimitri asker olmuş, ivan hukuk tahsili yapmış alyoşa da bir manastırda ilahiyat eğitimi almıştır. çocuklar ayrı annelerdendir. aslında dimitri fyodor'un ilk, ivan ve alyoşa ikinci karısındandır. dimitri ile babası fyodor'un arası hem annesinden kalan bir miras meselesinden hem de aynı kadına aşık olduklarından bozuktur. kadının adı gruşenkadır ve romanın ilk kısımlarında tam bir femme fatale imajı çizer. bir gün karamazov ailesinin reisi fyodor pavloviç öldürülür ve olaylar başlar. olağan şüpheli dimitri'dir. kalanını romandan okursunuz.
yorumlarıma gelecek olursak...freud'un psikanaliz kuramını oluştururken dostoyevski'den etkilendiği bilinir. gerçekten de dimitri, ivan ve alyoşa freud'un kişilik birimleri olan id, ego ve süperego'nun bir yansımasıdır bence. kardeşler arasında babasına en çok benzeyeni, en dürtüsel hareket edeni, suça en teşne olanı dimitri'dir. bu da onu kişiliğin en kural tanımayan, haz ve acı prensibine göre hareket eden birimi olan id ile özdeşleştirir. ivan dönemin rusya'sının entelektüel ve sosyal fikirlerini yansıtır. bu fikirler o dönem rusya'sı için anarşizim, komünizm, nihilizm ve ateizm gibi fikirlerdir ve ivan da sert bir ateisttir. her ne kadar nihilist eğilimleri olsa da kafasında ideal bir toplum imajı vardır ve bu imaj din değil bilimsel rasyonalite zemininde filizlenen sosyal normlar öngörür. zaten sovyet devrimiyle beraber bu dünya görüşü rus toplumun nasıl insanlardan oluşması hakkındaki fikrini yeterince net ortaya koymuştur. işte bu karakter dolayısıyla süper-ego'ya denk gelir. alyoşa ise dimitri ve ivan arasındaki gerginliği çözmeye çalışan, denge unsurunu oluşturan ego'dur. iyiliği temsil eder. ne abisi dimitri gibi dürtüsel bir duygusallığa ne de ivan abisi gibi soğuk bir nihilizme sahiptir. samimi bir hristiyandır. hatta isa'nın reenkarnesi gibi görünür çoğu yerde. gerçekten de kitabın en çarpıcı bölümü olan "büyük engizisyoncu" kısmı alyoşa'nın ivan tarafından da bir isa figürü olarak telakki edildiğin kanıtı niteliğindedir.

"büyük engizisyoncu" bölümünde ivan kardeşi alyoşa'ya yazdığı bir hikayeden bahseder. bu hikayede 15.yy'da isa ispanya'da tekrar görünür. mucizeler gösterir. fakat bu durum katolik kilisesinin otoritesini tehdit eder ve isa yaşlı bir rahip tarafından sorgulanır. rahip'in isa'ya yönelik temel suçlaması, isa'nın insanlara özgürlük vadettiği ama insanların özgürlüğe değil mutluluğa ihtiyacı olduğudur. özgürlük sorumluluk getirir, oysa insan yaptığı seçimin sorumluluğu taşıyarak değil, onun yerine yapılan seçimlerin getirdiği güvenli ortamda huzurlu yaşayarak mutlu olur. bu iddiasını şeytan'ın yalnız kalan isa'yı ayartma çabalarına isa'nın verdiği karşılıkları eleştirerek detaylandırır. şeytan çölde aç kalan isa'ya taşları ekmeğe çevirebilecegini söylemiştir. isa inancını ekmeğe degişmemistir. oysa insan için açlık ihtiyacının giderilmesi özgürlükten önce gelir. şeytan kilisenin tepesindeki isa'ya aşağı atlamasını, meleklerin onu kurtaracağını söylemiştir. isa gerçek inancın mucizelerle değil halis bir imanla sağlanacağını söyleyerek bu teklifi reddetmiştir. oysa insanları etkili bir sonuç almak için hareket geçirmenin temel motivasyonu ancak onları bu tip mucizelere şahit tutmaktan geçer. katolik kilisesi bin beş yıldır türlü mucizeler gösteren aziz'ler çıkarmıştır bağrından. son olarak şeytan isa'ya dünyadaki bütün krallıkları teklif etmiş ama isa cennetin krallığını yeryüzünün krallığına değişmemiştir. halbuki katolik kilisesi yeryüzü krallığı için de savaşmış bedel ödemiştir. isa bu suçlamalar karşısında sessiz kalır. rahip sözünü bitirdiğinde isa onu öper. kalbi yumuşayan rahip isa'ya şimdi git ve bir daha gelme der. neticede sevginin tesiri ne olursa olsun devam eder.

işte kitapta tasvir edilen alyoşa da herşeye herkese karşı büyük bir hoşgörü ile yaklaşır. kimseyi üzmez, kırmaz, gücendirmez. abisinin babasını dövdüğü hasta bir çocukla ilgilenir. onun babasına para götürür. gruşenka'nın içindeki merhametli kadınla tanışmasını sağlayarak onu femme fatale çizgisinden kısmen de olsa uzaklaştırır vb. dostoyevski bu karaktere küçük yaşta kaybettiği oğlu alyoşa'nın ismini vermiştir. kitapta resmedilen hayırsız baba figürü ve baba ile oğulları arasında geçen sürekli çatışma hali bir yandan dostoyevski'nin kendi alkolik babasına yönelik hislerini yansıtırken bir yandan da freud'un ünlü psikanaliz kuramı olan oedipus kompleksi'ni etkilemiş olabilir.

ezcümle kişisel tarihim için okuduğum en iyi kitaptı diyebilirim. kurgu veya edebi kuvvet açısından değil, ki pek çok kişinin düşündüğünün aksine dostoyevski edebi estetik bakımından tolstoy'dan aşağı kalmaz, ama insan ruhunun derinliklerinde psikolojik, felsefi ve sosyolojik bir sergüzeşte çıkmak ve bu serüven esnasında dostoyevski'nin size yaptığı rehberlik kitabı bir başyapıt kılmıştır.
devamını gör...

doğu bey siz hippi bile olamadınız

alternatif bir evrende ise kurtlar vadisi karakterleri olan pala ve doğu bey arasında geçen bir tartışmada, pala tarafından doğu bey'e yöneltilen bir eleştiridir.*
devamını gör...

son yeniçeri

reha çamuroğlu'nun iktidar kavramını bir önceki romanı ismail'e göre daha gerçekçi bir kavrayışla betimlediği romanıdır. ismail'de söz konusu iktidar ilişkileri daha mistik bir açıdan ele alınmıştır. bunun sebebi hem şah ismail'in ve safevi tarikatının alevi-bektaşi inancı ve edebiyatı icin sahip olduğu ehemmiyet, hem de son yeniçeriye göre kronolojik olarak daha eski olayların anlatıldığı dönemin ruhunun bu tip bir mistisizme daha uygun düşmesinden ileri gelir. fakat son yeniçeri bize bu bakımdan daha gerçek karakterler sunar.

romanda iktidar ilişkilerinin nasıl betimlendiğine gelince.. esasında yeniçeri ocağının gücünü göstermek zorunda hissettiği her durum, her vaka, her kalkışma bizi yavaş yavaş vaka-i hayriye'ye* hazırlar. çünkü romanın önemli karakterlerinden arif ağa'nın da belirttiği gibi "güç öyle bir şeydir ki ağırlığı durduğu yerden hissedilsin, orda durmasıyla tesirini göstersin". iktidar ile ilişkili benzer bir tanımlama sanırım game of thrones'da da vardı. tywin lannister tahtta oturan ve sürekli emirlerimi yerime getirin kralım lan ben diyen psikopat torunu joffrey'e hitaben "any one who must say i am the king is no true king"* demiştir. iste aynı durum yeniçeriler için de geçerli. sen gücünü artık iki tane kıçı kırık kalyoncuyu haklamak için sokağa ordu yığarak göstermek zorunda kaldığında, ya da iki tane kıçı kırık kalyoncu emekli bir yeniçeri ağasını öldürme kudretini kendinde bulabildiğinde kaybetmeye başlamışsındır zaten.

bektaşilik olgusunun kitapta ciddi bir yekün tuttuğu bir gerçek. ama bence bu durum ilk akla geldiği şekliyle yazarın, bektaşiligin yeniçeriliğin olmazsa olmazı, mütemmim cüz'ü olduğunu ispat etme gayretinden kaynaklanmıyor. yazar aksine, yeniçerilik ve bektaşilik arasındaki ilişkinin aslında, en azından o dönem için çok belirleyici bir ilişki olmadığını, semboller ve ritüeller üstünden kurulduğunu, bu sembolik yapının da genellikle bir kanaat önderi olarak görülen, saygı duyulan ama fikirleri de hafif müstehzi bir edayla dinlenen bektaşi babaları aracılığıyla yeniden üretildiğini vurgular. nitekim bektaşi babalarından birinin sarı abdullah'a gizlice bahsettiği cumhuriyet fikrini sarı'nın sır gibi saklamaya çalışması, bunu fark eden arif ağa'nın ise evlatlığı sarı'ya "hayırdır sarı betin benzin atmış yoksa abdi baba sana cumhur devleti fikrinden mi bahsetti" diyerek dalga geçmesi bu duruma bir delil olarak gösterilebilir. bu vurgunun yani bektaşilik ve yeniçerilik arasındaki ilişkinin o dönemde oldukça sembolik bir düzleme inmesinin tarihsel gerçekliği hakkında çok yorum yapamam çünkü böylesi bir yorum için elde ampirik veri olması gerekir. ama kanımca yazar kendisi de bektaşi olduğundan, yeniçerilerle beraber bektaşiliğin de bu kadar sert cezalandırılmasına gerek yoktu çünkü ikisinin arasında sizin sandığınız gibi ideolojik bir ilişki kalmamıştı demeye getirir.

velhasılı kelam güzel kitaptır. petru'nun 1768 osmanlı rus savaşında yeniçeri komutanlarından arif ağa'ya esir düşmesi ile başlar. petru daha sonra abdullah adını ve sarı lakabını alır, sarı abdullah olarak zamanla arif ağa'nın evlatlığı olur. yazar, arif ağa, sarı abdullah, arif ağa'nın oğlu sabit gibi karakterlerin etrafında şekillenen bir kurguyla 1826 yeniçeri ocağının ve bektaşi tarikatının lağvedilmesine kadar geçen bir süreci oldukça akıcı biçimde anlatır. tarih seven okuyucunun kitaptan memnun kalacağını düşünüyorum.
devamını gör...

postyapısalcılık

kelime anlamı olarak yapısalcılık sonrası demektir. dolayısıyla post-yapısalcılığı anlamak için önce yapısalcılığı anlamak gerekir. yapısalcılık ise dilbilim, sosyoloji, psikoloji, antropoloji, siyaset gibi alanlarda ortaya çıkmış bazı teorik sistemlerdir. yapısalcı olarak tarif edilen bu sistemler herşeyden önce modernizmin çocuklarıdır. tıpkı post-yapısalcılığı anlamak için önce yapısalcılığı anlamanın elzem olması gibi, yapısalcılığı layıkıyla idrak edebilmenin yolu da modernizmi kavramaktan geçer. o zaman hadi başlayalım. önce modernizmi, sonra yapısalcılığı sonra da post yapısalcılığı irdeleyelim. (ufak bir foreshadowing olsun, mesela benim post-yapısalcılığı açıklamak için önce en geriye giderek modernizmi sonra da yapısalcılığı açıklamaya çalışma girişimim yapısalcı bir mantık taşır)

modernizm latince modo (şimdi, şu an) ve nus (-e'ye ait olan, -e ile ilgili) sözcüklerinin birleşimiyle oluşan modernus kelimesinden gelir ve şimdiye, bu zamana, bu çağa ait anlamına gelir. ilk kullanımları milattan sonra üçüncü yüzyıla kadar gider. hristiyanlığı pagan inançlardan ayırmak için kullanılır nitekim hristiyanlık çağa, bugüne, şimdiye, şehire, pagan inançlar ise antik olana, düne, geçmişe, köye aittir. bu ayrımı belirtmek için hristiyanlıktan modern olarak bahsedilir. işte tam olarak bu ayrıma uygun olarak, batıda rönesans ve reformun akabinde aydınlanma ile beraber başlayan, dinin ve geleneğin dünyayı açıklamadaki yerini aklın ve bilimin aldığı, feodalizmin yerini kapitalizme bırakıp bu sürecin sanayi devrimiyle beraber son derece hızlandığı, ekonomik ve sosyal yaşamın büyük göçlerle şehirlerde yoğunlaştığı, proletaryanın büyük ve etkili bir sınıf olarak ortaya çıktığı, büyük devletlerin ucuza hammadde temini sağlamak ve pazar oluşturmak için diğer devletleri sömürgeleştirdiği ve kapitalizmin son aşaması olan emperyalizme ulaşması ile kendini gösteren ve nihayetinde iki dünya savaşından sonra sorgulanmaya başlayan dönemin ruhu modernizmdir. ve onun belli başlı özellikleri vardır.
modernizmin en önemli özelliklerinden biri dünyanın akıl ve bilimle anlaşılmasına dair katı ve iyimser bir inançtır. doğa artık ilahi olanın, kutsalın mekanı değil insan ve toplumun ihtiyaçları için istifade edilmesi gereken bir fetih alanıdır. insanın, varlığın karşısına bir cins olarak değil birey olarak dikildiği bir düzlemdir. insan-insan, insan-devlet, insan-tanrı arasındaki ilişkide birey olarak ululanan ve tasdik edilen kişi-insanın, devletler arasındaki ilişkilerde de izdüşümü ulus devletler olmuştur. ulus devletler imparatorluklara göre daha dünyevi, rasyonel ve hesaba kitaba dahil edilebilir birimlerdir ve bu birimlerin vücut bulması için de kökenleri kanımca insanın evrimsel tarihinin karanlık yıllarına kadar giden milliyetçilik ucu bucağı belli olan ve ayakları yere basan bir ideoloji olarak yeniden formüle edilmiştir. geleneğin ve dinin puslu ufuklarından arındırılmış olan insan rasyonel ve bilimsel bir eğitimle mensubu olduğu ulusun bir parçası olarak yetiştirilmeli, söz konusu eğitim kişiyi endüstriyel toplumda ona düşen rolü oynaması için hazırlamalıdır. modern dönemler öncesinde sadece vergilere bağlanan ve savaşlara yollanan sıradan halk, artık modernitenin sosyal ve ekonomik kurumlarını sürdürecek yeteneklerle donatılmalı ve bunun için de sayılmalı, kategorize edilmeli, hastalıklardan korunmalı, planlı bir politikayla sayısı arttırılmalı, eğitilmeli, cinselliği düzenlenmeli, eşcinsellik gibi verimsiz cinselliklerden uzak tutulmalı, neyi nasıl üretip tüketmesi gerektiğini bilmeli, kısacası vatandaş olmalıdır. bu süreci daha detaylı okumak için foucault'nun govermentality yani yönetimsellik kavramını incelemenizi öneririm. kısacası modernlik dediğimiz şey, sanayi, endüstri, kapitalizm, bireyselcilik, sekülerlik, milliyetçilik, doğayı değiştirme ve bilim yoluyla geleceği öngörerek tarihi kontrol altına alma uğraşıdır ve bunun için de insan ve olgular arasındaki ilişkiler her bir parçanın kendi rolünü oynadığı, kendi işlevini yerine getirdiği ve sonucunda ortaya anlamlı bir ürün çıkan ve bu sürecin de dünyayı daha iyi ve akıl temelinde anlaşılabilir bir hale getirmeyi amaçladığı sistemler ve işlevlerden oluşan bir anlayıştır. tabi bu sistemlerin işleyişinin çoğu zaman üzeri örtülmeye çalışılan en büyük görevi kapitalist sistemin tanımladığı sınıfsal yapının sermaye sahipleri lehine korunmasıdır.

sistemler ve sistemi oluşturan parçaların işlevleri modernist zihnin ve ruhun çalışma prensibini yansıttığından, modernist bakışla ele alıp anlaşılmaya çalışılan bütün olgular da sistem, parçalar ve parçaların işlevleri zaviyesinden anlaşılmaya çalışılır. sosyolojide örneğin toplum sistemlerden oluşan bir organizma olarak tahayyül edilir ve bu organizmanın ekonomik faaliyetlerle doğanın kaynaklarını dönüştürerek ondan istifade etmesi yani içinde bulunduğu çevreye uyumu, toplumun bir hedefe doğru hareke geçmesini sağlayan bir siyaset yapısının olması, sistemi bir arada tutacak değerleri ve normları üreten hukuki, dini ve kültürel yapılara sahip olması ve tüm bunların gelecek nesillere aktarılmasından sorumlu aile ve eğitim kurumlarına haiz olması gereklidir. bu yaklaşıma yapısal-işlevselcilik denir ve en büyük temsilcisi de talcott parson'dır.
yapısalcılığın dil bilimde de önemli etkiler vardır. dil bir gösterge sistemidir ve gösteren ile gösterilenden oluştur. gösteren ilgili kavramı betimlemek için kullanılan harf ya da kelime, gösterilen ise o harfler ya da sözcük okunduğunda ya da işitildiğinde zihinde canlanan imajdır. gösteren ve gösterilen arasındaki ilişki temelinde her kelime kendi anlamına kavuşur, böylece kelimeler yani gösterenler arasındaki ilişkiler gösterilenlere yansıtılır. bu sistemin kurallarını öğrenen herkes üzerinde uzlaşılan anlam sistemleri neticesinde iş bölümüne gidebilir ve toplumun diğer alanlarındaki iş bölümlerini sağlayan sistemler de dilin bu yapısını taklit ederler. tüm bu sistemler dilsel sistemde olduğu gibi parçalarına ayrılarak ve parçalarının işlevleri incelenerek anlaşılabilir.en büyük temsilcisi ferdinand de saussure'dür.

iste post-yapısalcılık yapısalcılığın tezlerinin nerdeyse tam zıddinda pozisyon alır. yapısalcılığın tanımladığı sistemlerde mezkûr sistemlerin çalışmasını sağlayan güç ve iktidar ilişkileri birey- toplum, sermaye sahipleri-proletarya, devlet-vatandaş, okul-öğrenci, erkek-kadın gibi belirli merkezlerde toplanır. post yapısalcılığa göreyse güç ve iktidar ilişkileri hayatın bütün kılcal damarlarına sızmış durumdadır. iktidar ilişkileri kurulan cümlelerde, telaffuz edilen kelimelerde, deyimlerde, atasözlerinde, kullanılan üslupta, hitap biçimlerinde, tercih edilmeyen kelimelerde, hatta edilmeyen sözlerde bile kendisini açığa vurur. insanlar sözde bilimsel dolayısıyla sorgulanamaz bilgi alanına giren kategorizasyonlarla, örneğin psikiyatri biliminin tanımladığı hastalıklarla yaftalanır, kategorize edilir ve onlara belirli biçimde davranılır. onların da belirli biçimde davranması sağlanır. bu bilgiden iktidar devşirmektir. bilime ve bilgiye yönelik şüpheli ve kısmen pesimist bir tavır takınır bu yüzden post-yapisalcı teoriler, çünkü bilgi aslında özgurlestirmeye değil tahakküm altına almaya yarar. herşey bir metin olarak okunabilir ve metinin ardına saklanan anlam yapı-sökümle, yani metindeki karşıtlık üreten anlam çiftleri çözümlenerek ortaya çıkarılır, aslında yeniden oluşturulur. ya da metinde iktidar ve tahakküm ilişkini kuran cümleler ve söylemler söylem analizi ile ifşa edilir. rasyonel düşünce ile ulaşılacak nihai gerçek fikri reddedilir. iktidar ilişkilerini ifşa etme ve parçalama uğruna hakikat iddiasından vazgeçilir. sırf, olabilecek en belirsiz bağlamda bile olsa, bir ezen ezilen ilişkisi kurulmasına ön ayak olmasın diye bilimsel bilginin diğer bilgi türlerine olan üstünlüğü reddedilir, sezgi, fal, büyü, rüya, veya kişisel ifadeye dayalı hakikat iddiaları, rasyonel ve ampirik temelden yükselen bilimsel bilginin hakikat iddiaları ile aynı değerde tutulmaya çalışılır. iki biyolojik cinsiyetin olması gibi en basit kanunlar bile trilyonda birlik mutasyonların sonuçları göz önünde tutularak reddedilir. gerçekler bu çarpık algılamalar üstüne kurulur ve bütün bu kandırmaca iktidar ilişkilerini parçalamak için yapılır güya, ama olan tek şey bu ilişkilerin maskelenmesidir.
devamını gör...

sehli mümteni


ete kemiğe büründüm, yunus diye göründüm.
devamını gör...

alevi

sözlük anlamı ali'ye mensup olan demektir. bununla birlikte alevi, tarih boyunca pek çok farklı anlamda kullanılan bir terimdir. bu kullanımlardan bazıları belirli bir soya mensup olmaya göndermede bulunurken, terimin esas semantik bagajını oluşturan kullanımlar daha ziyade dini ve siyasidir.

öncelikle soya yani belirli bir nesebe mensup olma anlamında nasıl kullanıldığını ele alalım. bu bakımdan anlamı, muhammed peygamberin kuzeni ve damadı ali'ye mensup olan demektir. terimin çoğul halindeki kullanımı olan aleviyyun şekline rastlamak da mümkündür. ali'nin soyu oğulları olan hasan, hüseyin, muhammed bin hanefiyye, abbas ve ömer yoluyla devam etmiştir. iste alevi nispesi bu soydan olanların ismine ilave edilir genellikle. "osman bin talip el alevi" gibi. bu soydan gelen bir insan şii ya da kızılbaş olmak zorunda değildir. bu haliyle kullanımı sadece soyu ali'ye dayanır anlamına gelir. bununla beraber ali'nin soyundan hasan yoluyla gelenlere şerif, hüseyin yoluyla gelenlere ise seyyid denir.

gelelim siyasi boyutuna. alevi kelimesinin ilk siyasi kullanımı muhammed peygamberin halifesinin kim olacağı tartışmalarına dayanır. bu süreçte ali'den yana tavır alanlara şia'tül ali yani ali'nin taraftarı ismi verilmiştir. zaten şii ya da şia adı ordan gelir. halifelik tartışmaları aslında kureyş'in iki büyük ailesi olan ümeyye oğulları ve haşim oğullarının güç mücadelesine dayanır. peygamberliğin muhammed'e yani haşimoğullarına gelmesi, ümeyye oğullarının halifeliği kendilerinde tutma çabalarına sebebiyet vermiştir. esasında bu iki aile arasındaki yer yer çekişmeye dayanan rekabet islamın öncesine uzanır. muhammed, ali, abbas, hamza, ebu talip haşim oğullarına, osman, muaviye, ebu süfyan, yezid ümeyye oğullarına mensuptur. iki aile arasındaki çekişme osman'ın öldürülmesi, sıffin savaşı, kerbela katliamı, yezid'in ali yanlılarınca başlatılan isyanı bastırmak üzere mekke'yi kuşatması ve kabe'nin bu kuşatmada zarar görmesi, medine'nin üç gün boyunca emeviler tarafında yağmalandığı ve nihayetinde yüzlerce sahabenin öldürülüp yine yüzlerce medineli kadına tecavüz edildiği harre vakası gibi olaylar neticesinde müslümanlar sünni, şii ve harici olarak siyasal olarak üçe bölünmüştür. işte alevi terimi siyasi anlamıyla o dönemde halifenin ali ve oğullarının ve onların oğullarının (on iki imam) hakkı olduğunu savunan şia'yı yani ali taraftarlarını nitelemek için kullanılır. muaviye, yezid ve emevilerden yana olanlar sünni, bunların her ikisine de karşı olup genelde bedevi kabilelerden oluşan araplar ise harici olarak isimlendirilmiştir. daha önce de belirttiğim gibi bu isimlendirmeler o dönem için siyasi anlamlar taşır henüz itikadi farklılık oluşmamıştır.

aslında alevi kelimesinin siyasi kullanımına yönelik değerlendirmeler biraz karışıktır. çünkü aleviliğin siyasal anlamı bir süre sonra bu siyasi pozisyon etrafında şekillenen dini bir boyut kazanmış hatta zaman içerisinde özerk bir kelamı, fıkıhı, şeriatı ile itikadi bir mezhep olan şii'liği doğurmuştur. fars'ların bir kısmı islam içinde kendi müstakil müktesebatını ortaya koymuş olan şii'liğe meyletmiş, zamanla bu yeni mezhebin esaslarını belirleyen yazılı bir kültüre ve bu esasların yayılmasını sağlayan sistematik ekollere sahip olduklarından bu mezhep farslar arasında revaç bulmuştur. bu hususta kendisinin ve hanedanı olan safevilerin saltanatı boyunca iran'ı çoğu zaman da zor kullanarak hızlıca şii'leştiren şah ismail'i de anmak gerekir. yani iran türkleri müslümanlaştırmış, türkler iran'ı şiilestirmiş diyebiliriz.

gelelim işin itikadi yani dini kısmına. alevi terimi en geniş haliyle şia ile bağlantı olan bütün dini cereyanlar için kullanılabilir aslında. fakat bu kullanım sadece pedagojik açıdan anlamlıdır. çünkü şia'nın tezlerinden etkilenen irili ufaklı pek çok mezhep, tarikat hatta farklı dinler ortaya çıkmıştır ve günümüzde bunların hepsini alevi olarak nitelendirmemiz mümkün değildir. bu haliyle alevilik artık belirli inanç zümrelerini işaret eder hale gelmiştir.

halifelik mücadeleleri esnasında siyasi bir fırka olarak ortaya çıkan şia zaman içinde müstakil bir itikadi mezhep haline gelmiştir. şia islam alemini yönetme hakkının allah tarafından ehli beyte verildiğini iddia eder. buna imamet denir. imamet nübüvvetin tamamlayıcısıdır. ehli beyt dar anlamıyla muhammed, kızı fatma, damadı ali, onların oğulları olan hasan ve hüseyin'den, geniş anlamıyla hüseyin'in soyunun varisleri olan on iki imamdan oluşur. şia'ya göre on iki imam islam dininde otorite sahibidir. kuran'ı zahir ve batın bütün manasıyla anlama ve hüküm çıkarma yetkisi onlara aittir. dolayısıyla şii inancında islami hükümler sünnilikteki gibi kuran, sünnet, kıyas, icma gibi bir silsile izlemez. kur'an hükümleri evet ilk kaynaktır ama bu hükümlerin nasıl yorumlanacağı husundaki görüşlerde otorite tamamen on iki imamlara ait olduğundan fıkıh ve hadisler on iki imamların görüş, söz ve uygulamalarına dayanır. on iki imamlar masumdurlar yani günah işlemeleri imkansızdır. allah onları günahtan münezzeh kılmıştır. dolayısıyla her işleri, sözleri, yorumları islami açıdan doğrudur, mutlaktır. on iki imam'ın sonuncusu olan mehdi ölmemiş, gayb alemine çekilmiştir. kıyamete yakın ortaya çıkacak ve insanları kurtuluşa eriştirecektir. bununla beraber şiilik de sünnilikteki gibi kendi içinde alt mezheplere ayrılır. yukarıda görüşleri özetlenen şii'liğin en yayın mezhebi olan isna'aşeriyye (on iki imamcılık) mezhebinin görüşleridir.
bununla beraber şia islam içinde ortaya çıkan ve batini olarak nitelendirilen pek çok inanışa da öyle ya da böyle etki etmiştir. batinilik kabaca islam'ın ve kur'an'ın hem zahiri yani görünen hem de batıni yani gizli anlamları olduğunu, batıni anlamlara sahip olan kişilerin zahirde belirtilen emir, yasak ve görüşlere uymak zorunda olmadığı şeklinde özetlenebilecek bir görüştür. özellikle islam'a geçerken geçmişteki inanç, ritüel ve pratikleri bırakmakta gönülsüz olan zümreler batinilik yolunu benimseyerek islamı eski inanç ve itikatları ile harmanlamıştır. nitekim batınilik, dini yorumlama konusunda büyük bir serbestiyet ve keyfiyetin yolunu açar. yine de bu keyfiyet ve serbestiyetin neo platon'culuk gibi birtakım felsefi sistemler tarafından sınırlandırıldığı çoğu zaman görülür. neyse konuyu dağıtmayalım. islam'ın hakim kuvvetini oluşturan sünniliğin en güçlü muhalifi şii'lik olduğundan bu zümreler kendilerini şiâ altında bir nevi gizlemiş ve şii'liğin temel hususlarından ve kültlerinden etkilenmiştir. işte günümüzde anadolu alevisi ya da kızılbaş denilen zümre tam olarak böyledir. ve ülkemizde alevi denince akla gelen ilk zümre de onlardır. dolayısıyla kızılbaşların yani anadolu alevilerin hikayesini kısaca anlatmakta fayda vardır.

türklerin islamiyetten önce şamanizm, yer ve su kültü, atalar kültü, tengri inancı gibi pek çok inancı olduğu bilinmektedir. hatta uygurlar, hazarlar ve peçenekler gibi bazı türk boylarının budizmi, museviliği ve hristiyanlığı benimsediği vakidir. fakat türkler zaman içerisinde bazen kılıç zoruyla bazen iktisadi, siyasi veya kültürel sebeplerle müslüman olmuş ve islam devleti içinde askeri elit bir sınıf oluşturmuştur. bu yüksek sınıf ve şehir ile köylerde yerleşik hayat yaşayan türkler selçuklu'nun da resmi olarak tavrını sünnilikten yana koymasıyla çoğunlukla hanefiliği benimsenmiştir. bununla beraber hayvanlarıyla beraber hareket eden, yerleşik hayata geçmemiş olan ve merkezi idare ile arası pek hoş olmayan konar göçer türkmenler de vardır. bu kabileler de zaman içinde müslümanlaşmış ama formal, sistematik ve yazılı kaynaklara dayanan bir dini eğitim süreciyle insiye edilemediklerinden bu müslümanlaşma şeklen olmuştur. bu zümreler hala sözlü kültür yoluyla eski inançlarını muhafaza etmiş, dağı, taşı hayvanı atayı kutsal bilmiş, içtimai yaşam koşullarından ötürü de namaz, oruç, zekat ve hac gibi pratikleri benimsememişlerdir. aşiret halinde hareket etmişler ve aşiret liderlerini siyasi, iktisadi ve dini otorite saymışlardır. kontrol edilmeleri güç olduğundan, yağma ve talan gibi faaliyetleri olduğundan şehirliler tarafından sevilmemiş ve merkezi otorite onları zaman içerisinde bir tehdit olarak görmüştür. bu durum en sonunda anadolu selçuklu devletinin tabutuna son çivilerden birini çakan, baba ilyas önderliğinde gerçekleşen babai isyanı ile kendini göstermiştir. babai ayaklanmasına katılan konar göçer türkmen taifesi baba ilyas'ın peygamber olduğuna inanmakta, kendisine baba resulullah demekte, allah ve meleklerle görüştüğe inanmaktadır. söz konusu isyan anadolu selçuklu devletine yönelik girişilen içtimai, iktisadi, sosyal ve dini içerikli bir ayaklanmadır. baba ilyas yakalanır, idam edilir ve ayaklanma bastırılır. bununla birlikte bu isyanın tabanını oluşturan konar göçer türkmenler dini inanç bakımından şehirli türklerden farklı kalmışlardır. islam dininin yüzyıllar içerisinde ilmi faaliyetleri ile sosyal, siyasi, askeri, iktisadi ve felsefi olarak yerli yerine oturttuğu allah, peygamber, haram, helal, zekat, cihat, ibadet, ahiret, peygamber gibi kavramların çoğu konar göçerler için ya farklı şeyler ifade etmekte ya da hicbisey ifade etmemektedir. babai isyanında olduğu gibi aşiret liderlerine rahatlıkla peygamber diyebilmekte, onun buyruğunu allah buyruğu görüp kelle koltukta ölüp, öldürebilmektedirler. işte türkmenlerin ortodoks islam'a yönelik bu kayıtsız tavrı kendilerini daima batıni ajandaları olan dini ve siyasi grupların hedefi yapmıştır. bu tip konulara merakı olan herkesin dikkatini çekmiş olacağını düşündüğüm bir husus var. özellikle osmanlı'nın kuruluşunda askeri ya da ideolojik olarak rol oynayan geyikli baba, abdal musa, hacı bektaş gibi gazacı kolonizatör dervişlerin hayat hikâyelerini anlatan vilayetnamelerde ali, hasan, hüseyin, ehli beyt gibi şii orjinli kültler fazla yer almaz. yer aldığı kısımlar ise sonradan eklenmiştir çoğu zaman. yani bugün alevi -kızılbaş inancı için önemli olan bu dervişler yaşadıkları dönemde şii unsurlarla fazla ilişkili değildir. fakat bu durum 15.yy' ın sonuna doğru erdebil merkezli safeviyye tarikatının faaliyetleri ile değişecektir.

safeviyye tarikatı kaynaklarda türk genci olarak geçen şeyh safi tarafından kurulmuş şafii bir tarikattır. zaman içinde şii'leşmis ve özellikle şah ismail'in dedesi olan şeyh cüneyt ile beraber batıni bir hal almış ve siyasileşmiştir. erdebil'den sürgün edilen şeyh cüneyt taraftar toplamak için doğu anadolu, karadeniz ve akdeniz bölgelerinde bulunan konar göçer türkmen kabilelerin içinde dini ve siyasi propaganda faaliyetlerinde bulunmuş, liderliğini kabul ettirmiş, asker devşirmiş ve ufak çaplı gaza hareketlerine cüret edebilir bir güce ulaşmıştır. cuneyd'in başlattığı tarikatı devlete, şeyhligi şahlığa çevirme süreci torunu ismail'le zirveye ulaşmış, ismail etrafında dalga dalga büyüyen türkmenlerin desteğiyle iran'da safevi devletini kurmuş ve mevcut osmanlı yönetiminden hoşnut olmayan heterodoks konar göçer türkmenler anadolu'dan akın akın açılın kapılar şaha gidelim nidasıyla şah ismail'in yönettiği safevi devletine koşmuştur. böylece nüfus yoğunluğu artan safevi devleti ekonomik, askeri ve siyasi olarak güçlenmiş ve doğal olarak 16.yy'ın başlarında osmanlı ile kozlarını paylaşmak durumunda kalmıştır nitekim bir tahta iki sultan sığmaz. kızılbaş meselesine gelince...ismail'in babası haydar zamanında safevi taraftarı türkler savaşırken haydar'ın bizzat kendi emriyle başlarına on iki dilimli kızıl bir başlık bağlayarak diğer askerlerden ayrılmıştır. kelimenin orijini burdan gelir. fakat zamanla kızılbaş safevi askeri, safevi devleti, safevi yanlısı anlamında da kullanılmıştır. dini kullanımına gelirsek...şah ismail kendine bağladığı heterodoks türkmen zümrelerinin islam öncesi inançları ile şii'liğin ali, hüseyin, ehli beyt, on iki imam gibi esaslarını birleştirmeye çalışmış bunu da genellikle söz konusu esasları nefes, deyiş, duvaz-ı imam adı verilen aslı şiir olan fakat çoğunlukla sazla nağmeli biçimde söylenen sözlü kültür unsurlarının içine yerleştirerek yapmıştır. türkmenlerin dini olarak bağlı oldukları ocakları da kendisi ve temsilcileri yoluyla bu dini yoruma ikna etmiş ve bu otoriteyi sağlamak için kendisini üstü kapalı olarak ali'nin yeniden dünyaya gelmiş yani reenkarne olmuş hali olarak gösterme uğraşı içinde olmuş ve açıkçası bunda etkili de olmuştur. fakat bir imparatorluğun hayatını bu tip sistemsiz, sözlü kültüre, efsaneler, kültler ve primitif inançlara dayalı bir dini anlayış ile sürdüremeyeceğini bildiğinden iran'in iç kısımlarında yerleşik olan şii zümrelerden şii ulemayı merkeze çağırmış ve imparatorluğun resmi mezhebini, şekillenişinde kendisinin de azımsanmayacak katkısı olduğu kızılbaşlık değil şia inancı olarak belirlemiştir. akıllıca, çok akıllıca...işte osmanlı'ya karşı şah ismaili ve safevileri destekleyen ve geleneksel sünni inançlara sahip olmayan, şia'nın bazı unsurlarını benimsemekle beraber namaz kılmayan, oruç tutmayan, zekat vermeyen, hacca gitmeyen, inançları ve ritüellerinde islam öncesi türk inançlarından, batinilikten, hurufilikten, kalenderilikten, tasavvuftan izler taşıyan bu türkmenlerin inancı osmanlı'nın son dönemlerine kadar kızılbaşlık, rafizlilik olarak isimlendirilmiştir ve kendilerine bir tür grup seks ayini olan mum söndü başta olmak üzere türlü iftiralar, yalanlar ve hakaretler isnat edilmiş, sürülmüş, öldürülmüştür. tanzimatla beraber kızılbaşlardan alevi olarak bahsedilmeye başlanmıştır. ayrıca farklı bir tarihleri olan fakat batinilik anlamında anadolu alevileri yani kızılbaşlarla birtakım ortak noktaları olan nusayriler de arap alevileri olarak bilinirler. kürtlerin de türkler gibi islam öncesi inançları ile batıni islamı ve dolayısıyla şia unsurlarını harmanlandığı ve genel itibariyle kürt aleviliği olarak isimlendirilen bazı grupları vardır. aklıma ilk olarak yaresanlık ve aliillahi'ler geldi. fakat o başka bir entrinin konusu.

işte dostlar dilim döndüğünce kime ve neye alevi dendiğini anlatmaya çalıştım. tabii ki atladığım birçok detay var nitekim hem konunun uzmanı değilim hem de yerim dar. umarım faydalı olur yazdıklarım.
devamını gör...

alla beni pulla beni

derdini bir türlü anlatamayan bir hanım abla içeren şarkıdır.
devamını gör...

çay koy diyen kocasına emredersiniz komutanım diyen kadın

beraber bot bağlamışlardır.
devamını gör...

yecüc mecüc gibi çoğalmak isteyen çiftler

eninde sonunda zülkarneyn'in seddini yıkarlar.
devamını gör...

huzur (kitap)

bir ahmet hamdi tanpınar romanıdır. entry'nin bundan sonraki kısmı spoiler içerir!

kitapla alakalı hatırladığım en net his, kitabın adının aksine ironik olarak huzursuzluktu. bu his özellikle nuran ve mümtaz'ın ilişkisinde tavan yapar. ilişkinin her safhasında adı konulmamış bir "lan biz kesin ayrılırız anasını satayım" havası vakidir. mümtaz en mutlu olduğu anlarda bile nuran'la mukadder ayrılıklarının hicranını yaşamaya dünden razı bir haleti ruhiye içindedir. nuran'ın kızının "vay benim anamı benden alacaklar" temalı davranışları zaten ilişkinin gidişatı hakkında okuyucuya net spoiler'lar verir. hatta bir gün aşk-ı memnu nihal gibi şakkadanak bayılıverir ilgi cekicem diye. neyse huzursuzluk diyordum...hele o rakılı, şaraplı, neyli, meyli fasıl geçtikleri gün meşk ettikleri dede efendi'nin ferahfeza ayininde bu his resmen vücuda gelir, isme, cisme, şekle bürünür. sonra biz o huzursuzluğun adının suat olduğunu öğreniriz. bana kalırsa nuran türkiye'nin tanzimattan beri kendisine gaye bellediği muasır medeniyetler seviyesi olan batı medeniyetinin, mümtaz ise bir yönüyle geleneksel diğer yönüyle modern özellikler taşıyan türkiye'nin temsilidir ve aşkları kısır, huzursuz, vuslatsız kalmaya mahkumdur. suat ise kendini yok etme pahasına bu flörtü engellemeye çalışan doğudur. türkiye'nin sevgilisiyle hemhal olma teşebbüslerinin önüne geçen ama aynı kızı kendisi de arzulayan doğu bu süreçte kendisini de kurban etmiştir. günümüzün batılı tarzda hiç bir tüketim pratiğinden geri kalmayan dindar müslümanları gibi.
devamını gör...

kıyma hülyası

üstüne cennet çamuru yenirse efsane olur*
devamını gör...

katibim

nihavend makamında bir istanbul türküsüdür.
(bkz: üsküdar'a gider iken)
devamını gör...

personası mahlasını aşan sözlük yazarları

(bkz: mahlas)

nickname'inden mahlas olarak bahseden, halk ozanı mı sözlük yazarı mı belli olmayan yazarlardır.

söğüdün erenleri der gezer tozarım
normal sözlük yurdum çizer yazarım
karıştı gayrı benim çarşı pazarım
personam mahlasımı aştı neyleyim*
devamını gör...

mustafa kemal atatürk

kurucu baba adının en çok yakıştığı lider.
devamını gör...

bilimsel gerçekçilik

nam-ı diğer scientific realism. mantıksal pozitivizm, post-pozitivizm, bilimsel paradigma, yorumsamacılık, anarşist bilgi kuramı gibi bir bilim felsefesi ekolüdür. en önemli özelliği pozitivizmin aksine doğrudan gözlemlenemeyen birimlerin de bilimde oldukça önemli bir işlevi olduğunu ve gerçeğe ulaşılamayacağını ancak sürekli bilimsel gelişmeler ile ona yaklaşılacağını savunur. doğrudan gözlemlenemeyen birimlerin bilim için önemli olduğu savı sosyal bilimlerin meşruiyet zemininin tesisi açısından oldukça önemlidir. nitekim psikoloji, sosyoloji, antropoloji gibi çoğu sosyal bilim bu tip kavramlar üzerinden insan ve toplum deneyimlerini anlamaya çalışır. sosyal bilim dendiğinde belki de akla en son gelen disiplinlerden biri olan pazarlamada dahi müşteri değeri, marka aşkı, ilgilenim, marka özvarlığı gibi dolaylı olarak ölçüp sayısallaştırılan kavramlar arasındaki ilişkiler istatistiksel analizlere tabi tutulup tetkik edilebilir. ezcümle bilimsel gerçekçilik sosyal bilimler için en uygun bilim felsefesi ekolüdür. bununla beraber thomas kuhn'un paradigma ve paul feyerabend'in anarşist bilgi kuramı da sosyal bilimler için felsefi olarak alan açabilir.
devamını gör...

yeni platonculuk

platon'un düşüncelerini metafizik ve mistik biçimde genişleten bir felsefe sistemidir. en önemli temsilcisi plotinos'tur. plotinos en yüce idea'nın iyi ideası olduğunu iddia eder. bu idea tanrı olarak telakki edilebilir. diğer tüm varlıklar bu tanrısal tözden aldıkları ışığa göre belirli bir hiyerarşi içinde ondan taşarlar yani südur* ederler. sırasıyla akıl, ruh ve madde ortaya çıkar bu südur neticesinde. madde iyi ideasindan en son çıkan varlık olduğundan onun ışığından nerdeyse hiç faydalanamaz ve karanlıkta kalır. dolayısıyla madde ile sürekli bir etkileşim içindeki insan ruhu bu karanlıktan kurtulmak ve iyi ideasına doğru yükselmek, onla bir olmak ister. ibni sina ve farabi gibi meşşai* filozoflar vasıtasıyla islam felsefesine dahil olmuş ve ibni arabi'de en seçkin halini bulacağı tasavvufu da etkilemiştir. bu etki o kadar büyüktür ki tasavvufun temel öğretileri olan vahdet-i vücut, südur, ruhun kademe kademe yükselişi ve tanrıda yok olma* yeni platonculuktaki anlayışla oldukça paraleldir.
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim