1.
postyapısalcılık
kelime anlamı olarak yapısalcılık sonrası demektir. dolayısıyla post-yapısalcılığı anlamak için önce yapısalcılığı anlamak gerekir. yapısalcılık ise dilbilim, sosyoloji, psikoloji, antropoloji, siyaset gibi alanlarda ortaya çıkmış bazı teorik sistemlerdir. yapısalcı olarak tarif edilen bu sistemler herşeyden önce modernizmin çocuklarıdır. tıpkı post-yapısalcılığı anlamak için önce yapısalcılığı anlamanın elzem olması gibi, yapısalcılığı layıkıyla idrak edebilmenin yolu da modernizmi kavramaktan geçer. o zaman hadi başlayalım. önce modernizmi, sonra yapısalcılığı sonra da post yapısalcılığı irdeleyelim. (ufak bir foreshadowing olsun, mesela benim post-yapısalcılığı açıklamak için önce en geriye giderek modernizmi sonra da yapısalcılığı açıklamaya çalışma girişimim yapısalcı bir mantık taşır)
modernizm latince modo (şimdi, şu an) ve nus (-e'ye ait olan, -e ile ilgili) sözcüklerinin birleşimiyle oluşan modernus kelimesinden gelir ve şimdiye, bu zamana, bu çağa ait anlamına gelir. ilk kullanımları milattan sonra üçüncü yüzyıla kadar gider. hristiyanlığı pagan inançlardan ayırmak için kullanılır nitekim hristiyanlık çağa, bugüne, şimdiye, şehire, pagan inançlar ise antik olana, düne, geçmişe, köye aittir. bu ayrımı belirtmek için hristiyanlıktan modern olarak bahsedilir. işte tam olarak bu ayrıma uygun olarak, batıda rönesans ve reformun akabinde aydınlanma ile beraber başlayan, dinin ve geleneğin dünyayı açıklamadaki yerini aklın ve bilimin aldığı, feodalizmin yerini kapitalizme bırakıp bu sürecin sanayi devrimiyle beraber son derece hızlandığı, ekonomik ve sosyal yaşamın büyük göçlerle şehirlerde yoğunlaştığı, proletaryanın büyük ve etkili bir sınıf olarak ortaya çıktığı, büyük devletlerin ucuza hammadde temini sağlamak ve pazar oluşturmak için diğer devletleri sömürgeleştirdiği ve kapitalizmin son aşaması olan emperyalizme ulaşması ile kendini gösteren ve nihayetinde iki dünya savaşından sonra sorgulanmaya başlayan dönemin ruhu modernizmdir. ve onun belli başlı özellikleri vardır.
modernizmin en önemli özelliklerinden biri dünyanın akıl ve bilimle anlaşılmasına dair katı ve iyimser bir inançtır. doğa artık ilahi olanın, kutsalın mekanı değil insan ve toplumun ihtiyaçları için istifade edilmesi gereken bir fetih alanıdır. insanın, varlığın karşısına bir cins olarak değil birey olarak dikildiği bir düzlemdir. insan-insan, insan-devlet, insan-tanrı arasındaki ilişkide birey olarak ululanan ve tasdik edilen kişi-insanın, devletler arasındaki ilişkilerde de izdüşümü ulus devletler olmuştur. ulus devletler imparatorluklara göre daha dünyevi, rasyonel ve hesaba kitaba dahil edilebilir birimlerdir ve bu birimlerin vücut bulması için de kökenleri kanımca insanın evrimsel tarihinin karanlık yıllarına kadar giden milliyetçilik ucu bucağı belli olan ve ayakları yere basan bir ideoloji olarak yeniden formüle edilmiştir. geleneğin ve dinin puslu ufuklarından arındırılmış olan insan rasyonel ve bilimsel bir eğitimle mensubu olduğu ulusun bir parçası olarak yetiştirilmeli, söz konusu eğitim kişiyi endüstriyel toplumda ona düşen rolü oynaması için hazırlamalıdır. modern dönemler öncesinde sadece vergilere bağlanan ve savaşlara yollanan sıradan halk, artık modernitenin sosyal ve ekonomik kurumlarını sürdürecek yeteneklerle donatılmalı ve bunun için de sayılmalı, kategorize edilmeli, hastalıklardan korunmalı, planlı bir politikayla sayısı arttırılmalı, eğitilmeli, cinselliği düzenlenmeli, eşcinsellik gibi verimsiz cinselliklerden uzak tutulmalı, neyi nasıl üretip tüketmesi gerektiğini bilmeli, kısacası vatandaş olmalıdır. bu süreci daha detaylı okumak için foucault'nun govermentality yani yönetimsellik kavramını incelemenizi öneririm. kısacası modernlik dediğimiz şey, sanayi, endüstri, kapitalizm, bireyselcilik, sekülerlik, milliyetçilik, doğayı değiştirme ve bilim yoluyla geleceği öngörerek tarihi kontrol altına alma uğraşıdır ve bunun için de insan ve olgular arasındaki ilişkiler her bir parçanın kendi rolünü oynadığı, kendi işlevini yerine getirdiği ve sonucunda ortaya anlamlı bir ürün çıkan ve bu sürecin de dünyayı daha iyi ve akıl temelinde anlaşılabilir bir hale getirmeyi amaçladığı sistemler ve işlevlerden oluşan bir anlayıştır. tabi bu sistemlerin işleyişinin çoğu zaman üzeri örtülmeye çalışılan en büyük görevi kapitalist sistemin tanımladığı sınıfsal yapının sermaye sahipleri lehine korunmasıdır.
sistemler ve sistemi oluşturan parçaların işlevleri modernist zihnin ve ruhun çalışma prensibini yansıttığından, modernist bakışla ele alıp anlaşılmaya çalışılan bütün olgular da sistem, parçalar ve parçaların işlevleri zaviyesinden anlaşılmaya çalışılır. sosyolojide örneğin toplum sistemlerden oluşan bir organizma olarak tahayyül edilir ve bu organizmanın ekonomik faaliyetlerle doğanın kaynaklarını dönüştürerek ondan istifade etmesi yani içinde bulunduğu çevreye uyumu, toplumun bir hedefe doğru hareke geçmesini sağlayan bir siyaset yapısının olması, sistemi bir arada tutacak değerleri ve normları üreten hukuki, dini ve kültürel yapılara sahip olması ve tüm bunların gelecek nesillere aktarılmasından sorumlu aile ve eğitim kurumlarına haiz olması gereklidir. bu yaklaşıma yapısal-işlevselcilik denir ve en büyük temsilcisi de talcott parson'dır.
yapısalcılığın dil bilimde de önemli etkiler vardır. dil bir gösterge sistemidir ve gösteren ile gösterilenden oluştur. gösteren ilgili kavramı betimlemek için kullanılan harf ya da kelime, gösterilen ise o harfler ya da sözcük okunduğunda ya da işitildiğinde zihinde canlanan imajdır. gösteren ve gösterilen arasındaki ilişki temelinde her kelime kendi anlamına kavuşur, böylece kelimeler yani gösterenler arasındaki ilişkiler gösterilenlere yansıtılır. bu sistemin kurallarını öğrenen herkes üzerinde uzlaşılan anlam sistemleri neticesinde iş bölümüne gidebilir ve toplumun diğer alanlarındaki iş bölümlerini sağlayan sistemler de dilin bu yapısını taklit ederler. tüm bu sistemler dilsel sistemde olduğu gibi parçalarına ayrılarak ve parçalarının işlevleri incelenerek anlaşılabilir.en büyük temsilcisi ferdinand de saussure'dür.
iste post-yapısalcılık yapısalcılığın tezlerinin nerdeyse tam zıddinda pozisyon alır. yapısalcılığın tanımladığı sistemlerde mezkûr sistemlerin çalışmasını sağlayan güç ve iktidar ilişkileri birey- toplum, sermaye sahipleri-proletarya, devlet-vatandaş, okul-öğrenci, erkek-kadın gibi belirli merkezlerde toplanır. post yapısalcılığa göreyse güç ve iktidar ilişkileri hayatın bütün kılcal damarlarına sızmış durumdadır. iktidar ilişkileri kurulan cümlelerde, telaffuz edilen kelimelerde, deyimlerde, atasözlerinde, kullanılan üslupta, hitap biçimlerinde, tercih edilmeyen kelimelerde, hatta edilmeyen sözlerde bile kendisini açığa vurur. insanlar sözde bilimsel dolayısıyla sorgulanamaz bilgi alanına giren kategorizasyonlarla, örneğin psikiyatri biliminin tanımladığı hastalıklarla yaftalanır, kategorize edilir ve onlara belirli biçimde davranılır. onların da belirli biçimde davranması sağlanır. bu bilgiden iktidar devşirmektir. bilime ve bilgiye yönelik şüpheli ve kısmen pesimist bir tavır takınır bu yüzden post-yapisalcı teoriler, çünkü bilgi aslında özgurlestirmeye değil tahakküm altına almaya yarar. herşey bir metin olarak okunabilir ve metinin ardına saklanan anlam yapı-sökümle, yani metindeki karşıtlık üreten anlam çiftleri çözümlenerek ortaya çıkarılır, aslında yeniden oluşturulur. ya da metinde iktidar ve tahakküm ilişkini kuran cümleler ve söylemler söylem analizi ile ifşa edilir. rasyonel düşünce ile ulaşılacak nihai gerçek fikri reddedilir. iktidar ilişkilerini ifşa etme ve parçalama uğruna hakikat iddiasından vazgeçilir. sırf, olabilecek en belirsiz bağlamda bile olsa, bir ezen ezilen ilişkisi kurulmasına ön ayak olmasın diye bilimsel bilginin diğer bilgi türlerine olan üstünlüğü reddedilir, sezgi, fal, büyü, rüya, veya kişisel ifadeye dayalı hakikat iddiaları, rasyonel ve ampirik temelden yükselen bilimsel bilginin hakikat iddiaları ile aynı değerde tutulmaya çalışılır. iki biyolojik cinsiyetin olması gibi en basit kanunlar bile trilyonda birlik mutasyonların sonuçları göz önünde tutularak reddedilir. gerçekler bu çarpık algılamalar üstüne kurulur ve bütün bu kandırmaca iktidar ilişkilerini parçalamak için yapılır güya, ama olan tek şey bu ilişkilerin maskelenmesidir.
modernizm latince modo (şimdi, şu an) ve nus (-e'ye ait olan, -e ile ilgili) sözcüklerinin birleşimiyle oluşan modernus kelimesinden gelir ve şimdiye, bu zamana, bu çağa ait anlamına gelir. ilk kullanımları milattan sonra üçüncü yüzyıla kadar gider. hristiyanlığı pagan inançlardan ayırmak için kullanılır nitekim hristiyanlık çağa, bugüne, şimdiye, şehire, pagan inançlar ise antik olana, düne, geçmişe, köye aittir. bu ayrımı belirtmek için hristiyanlıktan modern olarak bahsedilir. işte tam olarak bu ayrıma uygun olarak, batıda rönesans ve reformun akabinde aydınlanma ile beraber başlayan, dinin ve geleneğin dünyayı açıklamadaki yerini aklın ve bilimin aldığı, feodalizmin yerini kapitalizme bırakıp bu sürecin sanayi devrimiyle beraber son derece hızlandığı, ekonomik ve sosyal yaşamın büyük göçlerle şehirlerde yoğunlaştığı, proletaryanın büyük ve etkili bir sınıf olarak ortaya çıktığı, büyük devletlerin ucuza hammadde temini sağlamak ve pazar oluşturmak için diğer devletleri sömürgeleştirdiği ve kapitalizmin son aşaması olan emperyalizme ulaşması ile kendini gösteren ve nihayetinde iki dünya savaşından sonra sorgulanmaya başlayan dönemin ruhu modernizmdir. ve onun belli başlı özellikleri vardır.
modernizmin en önemli özelliklerinden biri dünyanın akıl ve bilimle anlaşılmasına dair katı ve iyimser bir inançtır. doğa artık ilahi olanın, kutsalın mekanı değil insan ve toplumun ihtiyaçları için istifade edilmesi gereken bir fetih alanıdır. insanın, varlığın karşısına bir cins olarak değil birey olarak dikildiği bir düzlemdir. insan-insan, insan-devlet, insan-tanrı arasındaki ilişkide birey olarak ululanan ve tasdik edilen kişi-insanın, devletler arasındaki ilişkilerde de izdüşümü ulus devletler olmuştur. ulus devletler imparatorluklara göre daha dünyevi, rasyonel ve hesaba kitaba dahil edilebilir birimlerdir ve bu birimlerin vücut bulması için de kökenleri kanımca insanın evrimsel tarihinin karanlık yıllarına kadar giden milliyetçilik ucu bucağı belli olan ve ayakları yere basan bir ideoloji olarak yeniden formüle edilmiştir. geleneğin ve dinin puslu ufuklarından arındırılmış olan insan rasyonel ve bilimsel bir eğitimle mensubu olduğu ulusun bir parçası olarak yetiştirilmeli, söz konusu eğitim kişiyi endüstriyel toplumda ona düşen rolü oynaması için hazırlamalıdır. modern dönemler öncesinde sadece vergilere bağlanan ve savaşlara yollanan sıradan halk, artık modernitenin sosyal ve ekonomik kurumlarını sürdürecek yeteneklerle donatılmalı ve bunun için de sayılmalı, kategorize edilmeli, hastalıklardan korunmalı, planlı bir politikayla sayısı arttırılmalı, eğitilmeli, cinselliği düzenlenmeli, eşcinsellik gibi verimsiz cinselliklerden uzak tutulmalı, neyi nasıl üretip tüketmesi gerektiğini bilmeli, kısacası vatandaş olmalıdır. bu süreci daha detaylı okumak için foucault'nun govermentality yani yönetimsellik kavramını incelemenizi öneririm. kısacası modernlik dediğimiz şey, sanayi, endüstri, kapitalizm, bireyselcilik, sekülerlik, milliyetçilik, doğayı değiştirme ve bilim yoluyla geleceği öngörerek tarihi kontrol altına alma uğraşıdır ve bunun için de insan ve olgular arasındaki ilişkiler her bir parçanın kendi rolünü oynadığı, kendi işlevini yerine getirdiği ve sonucunda ortaya anlamlı bir ürün çıkan ve bu sürecin de dünyayı daha iyi ve akıl temelinde anlaşılabilir bir hale getirmeyi amaçladığı sistemler ve işlevlerden oluşan bir anlayıştır. tabi bu sistemlerin işleyişinin çoğu zaman üzeri örtülmeye çalışılan en büyük görevi kapitalist sistemin tanımladığı sınıfsal yapının sermaye sahipleri lehine korunmasıdır.
sistemler ve sistemi oluşturan parçaların işlevleri modernist zihnin ve ruhun çalışma prensibini yansıttığından, modernist bakışla ele alıp anlaşılmaya çalışılan bütün olgular da sistem, parçalar ve parçaların işlevleri zaviyesinden anlaşılmaya çalışılır. sosyolojide örneğin toplum sistemlerden oluşan bir organizma olarak tahayyül edilir ve bu organizmanın ekonomik faaliyetlerle doğanın kaynaklarını dönüştürerek ondan istifade etmesi yani içinde bulunduğu çevreye uyumu, toplumun bir hedefe doğru hareke geçmesini sağlayan bir siyaset yapısının olması, sistemi bir arada tutacak değerleri ve normları üreten hukuki, dini ve kültürel yapılara sahip olması ve tüm bunların gelecek nesillere aktarılmasından sorumlu aile ve eğitim kurumlarına haiz olması gereklidir. bu yaklaşıma yapısal-işlevselcilik denir ve en büyük temsilcisi de talcott parson'dır.
yapısalcılığın dil bilimde de önemli etkiler vardır. dil bir gösterge sistemidir ve gösteren ile gösterilenden oluştur. gösteren ilgili kavramı betimlemek için kullanılan harf ya da kelime, gösterilen ise o harfler ya da sözcük okunduğunda ya da işitildiğinde zihinde canlanan imajdır. gösteren ve gösterilen arasındaki ilişki temelinde her kelime kendi anlamına kavuşur, böylece kelimeler yani gösterenler arasındaki ilişkiler gösterilenlere yansıtılır. bu sistemin kurallarını öğrenen herkes üzerinde uzlaşılan anlam sistemleri neticesinde iş bölümüne gidebilir ve toplumun diğer alanlarındaki iş bölümlerini sağlayan sistemler de dilin bu yapısını taklit ederler. tüm bu sistemler dilsel sistemde olduğu gibi parçalarına ayrılarak ve parçalarının işlevleri incelenerek anlaşılabilir.en büyük temsilcisi ferdinand de saussure'dür.
iste post-yapısalcılık yapısalcılığın tezlerinin nerdeyse tam zıddinda pozisyon alır. yapısalcılığın tanımladığı sistemlerde mezkûr sistemlerin çalışmasını sağlayan güç ve iktidar ilişkileri birey- toplum, sermaye sahipleri-proletarya, devlet-vatandaş, okul-öğrenci, erkek-kadın gibi belirli merkezlerde toplanır. post yapısalcılığa göreyse güç ve iktidar ilişkileri hayatın bütün kılcal damarlarına sızmış durumdadır. iktidar ilişkileri kurulan cümlelerde, telaffuz edilen kelimelerde, deyimlerde, atasözlerinde, kullanılan üslupta, hitap biçimlerinde, tercih edilmeyen kelimelerde, hatta edilmeyen sözlerde bile kendisini açığa vurur. insanlar sözde bilimsel dolayısıyla sorgulanamaz bilgi alanına giren kategorizasyonlarla, örneğin psikiyatri biliminin tanımladığı hastalıklarla yaftalanır, kategorize edilir ve onlara belirli biçimde davranılır. onların da belirli biçimde davranması sağlanır. bu bilgiden iktidar devşirmektir. bilime ve bilgiye yönelik şüpheli ve kısmen pesimist bir tavır takınır bu yüzden post-yapisalcı teoriler, çünkü bilgi aslında özgurlestirmeye değil tahakküm altına almaya yarar. herşey bir metin olarak okunabilir ve metinin ardına saklanan anlam yapı-sökümle, yani metindeki karşıtlık üreten anlam çiftleri çözümlenerek ortaya çıkarılır, aslında yeniden oluşturulur. ya da metinde iktidar ve tahakküm ilişkini kuran cümleler ve söylemler söylem analizi ile ifşa edilir. rasyonel düşünce ile ulaşılacak nihai gerçek fikri reddedilir. iktidar ilişkilerini ifşa etme ve parçalama uğruna hakikat iddiasından vazgeçilir. sırf, olabilecek en belirsiz bağlamda bile olsa, bir ezen ezilen ilişkisi kurulmasına ön ayak olmasın diye bilimsel bilginin diğer bilgi türlerine olan üstünlüğü reddedilir, sezgi, fal, büyü, rüya, veya kişisel ifadeye dayalı hakikat iddiaları, rasyonel ve ampirik temelden yükselen bilimsel bilginin hakikat iddiaları ile aynı değerde tutulmaya çalışılır. iki biyolojik cinsiyetin olması gibi en basit kanunlar bile trilyonda birlik mutasyonların sonuçları göz önünde tutularak reddedilir. gerçekler bu çarpık algılamalar üstüne kurulur ve bütün bu kandırmaca iktidar ilişkilerini parçalamak için yapılır güya, ama olan tek şey bu ilişkilerin maskelenmesidir.
devamını gör...