attila ilhan- ben sana mecburum kitabından.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
dönemin padişahının kendisine "bana öyle bir lakırdı et ki seni ilk önce öldürmek isteyeyim daha sonra ödüllendirmek isteyeyim" demesine karşılık sümbülzade vehbi efendinin padişaha yazdığı "mukafat" şiiri.
hayatımda daha sert bir şiir okumadım.


bezm-i hamam edelim
sürtüştürem sana ben
kese ile sabunu
rahat etsin cism-i can

lal-ı şarap içirem
ıslatarak geçirem
parmağına yüzüğü
hatem-i zer dirahşân

eğil de bir sokayım
iki tutam az mıdır
lale ile sümbülü
saçına ey nevcivan

diz çökerek önüne
ılık ılık akıtam
bir gümüş ibrik ile
destine ab-ı revan

sen salınıp giderken
ben ardından sokayım
eteğini beline
olmasın çamur aman

kulaklarından tutam
dibine kadar sokam
sahtiyandan çizmeyi
olasın yola revan

öyle bir sokayım ki
dışarda hiç kalmasın
düşmanının bağrına
hançerimi na-gehan

herkese vermektesin
bir de bana versene
avuç avuç altını
olsun kulun şadüman

sen elinle tutmadan
ben ağzına vereyim
yeter ki sen kulundan
lokum iste her zaman

sen her sabah gelesin
ben vehbi’ye veresin
esselamünaleyküm
ve aleykümselam
devamını gör...
sert şiirimi bulamadım. küfür gibi yazmış bu üstteki.
devamını gör...
gökten ne çıkar? gök ha büyükmüş ha değilmiş, sen alnını göster ne kadar yükselebilmiş.
on beş yılı karşılarken, mithat cemal kuntay
devamını gör...
büsbütün unuttum seni eminim
maziye karıştı şimdi yeminim
kalbimde senin için yok bile kinim
bence sen de şimdi herkes gibisin..
devamını gör...
bana yaşattığın acılarım aynısını sen de yaşa!
yaşa ki anlayasın benim derdimi.
lanet olsun sana!
lanet olsun aşkına!
lanet olsun seninle yaşadığım hayata!
lanet olsun seninle geçirdiğim güzel günlere!
lanet olsun!
devamını gör...
atilla ilhan : aysel git başımdan şiiridir.
bir dörtlüğü;

aysel git bаşımdаn
ben sаnа göre değilim
benim için kirletme аydınlığını
aysel git bаşımdаn
istemiyorum gelmeni
hem kötüyüm kаrаnlığım ben
çirkinim birаz
devamını gör...
hani olur ya birgün
beni arar,beni sorarsın dostlarıma,
işte o zaman ben,
başka birinin gözlerine bakacak,
başka birinin ellerini tutacak,
başka birine aşık olacağım,
seni ise unutmuş olacağım.
devamını gör...
telsizci hamdi

ayın yirmi dördünde nairobi'de ol
ilk yağmurlarla birlikte geleceğim
eğer ben gelemezsem yağmurlar gelecek
otelin penceresinden duyabilirsin

akdeniz polisi telsizci hamdi'yi arıyor
dün gece şu masada beraber içmiştiniz
hani cebinde hiç büyük para taşımayan
boynunun üstünde başı fevkalâde eğreti
hani gözlükleri lüzumundan fazla temiz
tek kelime ispanyolca bilmediği halde
antonio machado'dan şiir okuyan adam
cebinde üçüncü mevki bir vapur bileti

işte yirmi sekizinci defa luna lunera
bir bardak madensuyu soğutulmuş
yirmi sekizinci defa yalnızım otelde
nedense muslukları hep açık bırakıyorlar
nedense artık ölmek istemiyorum.


attilâ ilhan
ben sana mecburum
devamını gör...
neden sonra farkına varıyorsun
etrafındaki korkunç ıssızlığın.
yâr olsun, dost olsun, ne arıyorsun,
adresi belli mi vefasızlığın?

aşk, dostluk! hepsi dökülür yapraklar!
çıplak bir ağaç durgun suda aksin.
yalnızlık dediğin hayatta başlar;
kabir boyunca devam etmek için.

cahit sıtkı - neden sonra
devamını gör...
yürü bre ehli deve endamını göreyim
sensiz geçen gecelerin ecdadını ****
mecnun gibi top muyum bir ** için öleyim?
leyla'yı da *** mecnun'u da ***
bana yar olmayan karının izzetini itibarını ***
yansın karıların alayı, su veren itfaiyenin hortumunu ***
düşmüşüz bir *** belasına
koymadık diye ta *** ortasına
kader böyle yazmış hatırasına
ben böyle hatıranın hikayesini ***

kerem dağları deler bir *** uğruna
aslı gitsin de ona buna vurdura
bir karı için değer mi hiç bütün bunlara
her taraf *** dolu mala iyi vurana
fuzuli ** peşine düştün gurbete
** serindir ** derindir şifa verir millete
ye kebabı iç şarabı vur karpuz ***
bu gidişle yaprağımı gidersin cennete

neyzen tevfik
devamını gör...
çatlak yüreğimle türkülü yollara
düştüm ki o kadar olur
seke seke ben geldim
s*ke s*ke gidiyorum…

can yucel
devamını gör...
dokunma bana sende yanarsın

çocukluğum çıraklıkta geçti,
kir-pas içinde.
gençliğim korsan yürüyüşlerde, mitinglerde.
hapse erken düştüm,
copla erken tanıştım,
küçük voltalardan bıktım usandım!
şimdi uçsuz bucaksız ovalarda,
adımlarımı saymadan,
geriye dönüp bakmadan,
usanmadan, bıkmadan,
deli taylar gibi koşmak istiyorum!
ve görüyorsun ki;
aşkı beceremiyorum...
beni kendi halime bırak, yavrucuğum,
ben yolumu nasıl olsa bulurum...
upuzun çayırlarda,
yalınayak koşmak istiyorum.
saçlarım rüzgâra konuk,
yüzüm dağlara dönük...
göğsümün çeperini,
ölümle sınayan esaret,
ve yüreğimi yararcasına zorlayan cesaret;
kıyasıya vuruşsun istiyorum!
koşmak... koşmak istiyorum, sevgilim
dönemezsem, affet...
firari gecelerin azmanı olmuşum,
bütün istasyonlarda afişim durur.
beni bir çocuk bile bulur...
dokunma bana, çıldırırsın!
dokunma bana, ellerin tutuşur!
koşmak istiyorum;
eksozların, molozların,
yağmaların kıyısından.
onca insafsızlıkların,
onca haksızlıkların,
manzarasızlıkların, parasızlıkların,
allahsızlıkların kıyısından...
kimseye ve hiçbir şeye değmeden,
ciğerlerimi yok edercesine koşmak istiyorum!
koşmak istiyorum;
şiirimin ve yumruğumun namusuyla...
kavgaya karışmadan, tutuklanmadan
ve küfür etmeden
kafamı kırarcasına koşmak istiyorum!.
avucunu son bir defa,
ağlamadan tutmak istiyorum;
gözlerim yüzüne küskün,
sazım sevgine suskun...
saati ayrılığa kurmuşum,
olmaz teslimiyet!
ziyan aklımı senle bozmuşum,
içerim felâket!.
kurşunlara geleyim istiyorum,
ölmek... ölmek istiyorum, sevgilim
sağ kalırsam, affet!.
firari acıların uzmanı olmuşum,
bütün telsizlerde adım okunur;
beni bir korkak bile vurur...
dokunma bana, fişlenirsin!.
dokunma bana, sen de yanarsın!.
kaynak: musixmatch
besteciler: yusuf hayaloglu / ahmet kaya
devamını gör...
küçük iskender- ali-

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
zafer ekin karabay - kum saati
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
vur şanlı silahınla gönul mulku duzelsin
sen vururken de oldururken de güzelsin
devamını gör...
"aşksız ve paramparçaydı yaşam
bir inancın yüceliğinde buldum seni,
bir kavganın güzelliğinde sevdim.
bitmedi daha, sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek.

ne dudaklarda yarım şiirler
ne solmuş aşk ve deniz
uçurumlarda direnen güller
törenlerle yakılmıyordu henüz
dimdik ayaktaydı bitimsiz coşkular
bazen aşılmış
bazen aşılmak üzere
o serdengeçti yaralı tutkular.

bir deprem çağının birdenbiresinde
önce görevler silahlandı önümüzde
sonra kurallar ve kapkara baskılar
kesildi sanki sözlerin soluğu
türküler yetişmez oldu ahlara
işte içlenmenin o en içli anında
yalnızca sen kaldın kollarımda
yalnızca sen
dağlı çiçeklere döndü gözlerin
hep mutluluk açtı kırlarımda.

su ve ateş çağındaydı soluğumuz
en umutsuz geceyarılarında
en ıssız yollarda bırakıldık hep
yıkılmadık
günün bir yüzünde avuçlarken güneşi
bir yüzünde yeniden düştük toprağa
korkmadık
yüreğimizle parçaladık en sert kayaları
filizlenip uzandık dostluğun gökyüzüne
en bereketli yağmurları
hep kendi soluğumuzla yarattık.

aşk demişti yaşamın bütün ustaları
aşk ile sevmek bir güzelliği
ve dövüşebilmek o güzellik uğruna
işte yüzünde badem çiçekleri
saçlarında gülen toprak ve ilkbahar
sen misin seni sevdiğim o kavga
sen o kavganın güzelliği misin yoksa.

bir inancın yüceliğinde buldum seni
bir kavganın güzelliğinde sevdim
bin kez budadılar körpe dallarımızı
bin kez kırdılar
yine çiçekteyiz işte yine meyvedeyiz
bin kez korkuya boğdular zamanı
bin kez ölümlediler
yine doğumdayız işte yine sevinçteyiz.

bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek."

(bkz: adnan yücel)
devamını gör...
köylüleri niçin öldürmeliyiz?

çünkü onlar ağır kanlı adamlardır
değişen bir dünyaya karşı
kerpiç duvarlar gibi katı
çakır dikenleri gibi susuz
kayıtsızca direnerek yaşarlar.
aptal, kaba ve kurnazdırlar.
inanarak ve kolayca yalan söylerler.
paraları olsa da
yoksul görünmek gibi bir hünerleri vardır.
her şeyi hafife alır ve herkese söverler.
yağmuru, rüzgarı ve güneşi
bir gün olsun ekinleri akıllarına gelmeden
düşünemezler...
ve birbirlerinin sınırlarını sürerek
topraklarını büyütmeye çalışırlar.

köylüleri niçin öldürmeliyiz?

çünkü onlar karılarını döverler
seslerinin tonu yumuşak değildir
dışarda ezildikçe içerde zulüm kesilirler.
gazete okumaz ve haksızlığa
ancak kendileri uğrarlarsa karşı çıkarlar.
adım başı pınar olsa da köylerinde
temiz giyinmez ve her zaman
bir karış sakalla gezerler.
çocuklarını iyi yetiştiremezler
evlerinde, kitap, müzik ve resim yoktur.
bir gün olsun dişlerini fırçalamaz
ve şapkalarını ancak yatarken çıkarırlar.

köylüleri niçin öldürmeliyiz?

çünkü onlar köpekleri boğuşunca kavga ederler.
birbirlerinin evlerine ancak
ölümlerde ve düğünlerde giderler.
şarkı söylemekten ve kederlenmekten utanırlar
gülmek ayıp eğlenmek zayıflıktır
ancak rakı içtiklerinde duygulanır ve ağlarlar.
binlerce yılın kalın kabuğu altında
yürekleri bir gaz lambası kadar kalmıştır.
aldanmak korkusu içinde
sürekli birbirlerini aldatırlar.
bir yere birlikte gitmeleri gerekirse
karılarından en az on adım önde yürürler
ve bir erkeklik işareti olarak
onları herkesin ortasında döverler.

köylüleri niçin öldürmeliyiz?

çünkü onlar yanlış partilere oy verirler
kendilerinden olanlarla alay edip
tuhaf bir şekilde başkalarına inanırlar.
devlet, tapu dairesi, banka borcu ve hastanedir.
devletten korkar ve en çok ona hile yaparlar.
yiğittirler askerde subay dövecek kadar
ama bir memur karşısında -bu da tuhaftır-
ezim ezim ezilirler.
enflasyon denilince buğday ve gübre fiyatlarını bilirler.
cami duvarı, kahve ya da bir ağaç gövdesine yaslanıp
onbir ay gökyüzünden bereket beklerler.
dindardırlar ahret korkusu içinde
ama bir kadının topuklarından
memelerini görecek kadar bıçkındırlar
harmanı kaldırdıktan sonra yılda bir kez
şehre giderler!

köylüleri niçin öldürmeliyiz?

çünkü onlar otobüslerde ayaklarını çıkarırlar
ayak ve ağız kokuları içinde kurulup koltuklara
herkesi bunalta bunalta, yüksek perdeden
kızlarının talihsizliğini
ve hayırsız oğullarını anlatırlar.
yoksulluktan kıvrandıkları halde, şükür içinde
bunun, tanrının bir lütfu olduğuna inanırlar.
ve önemsiz bir şeyden söz eder gibi, her fırsatta
gizli bir övünçle, uzak şehirdeki
zengin bir akrabalarından söz ederler.
kibardırlar lokantada yemek yemeyi bilecek kadar
ama sokağa çıkar çıkmaz sümküre sümküre
yollara tükürürler..
ve sonra şaşarak temizliğine ve düzenine
şehirde yaşamanın iyiliğinden konuşurlar.

köylüleri niçin öldürmeliyiz?

çünkü onlar ilk akşamdan uyurlar.
yarı gecelerde yıldızlara bakarak
başka dünyaları düşünmek gibi tutkuları yoktur.
gökyüzünü, baharda yağmur yağarsa
ve yaz güneşleri ekinlerini yetirirse severler.
hayal güçleri kıttır ve hiçbir yeniliğe
-bu verimi yüksek bir tohum bile olsa-
sonuçlarını görmeden inanmazlar.
dünyanın gelişimine bir katkıları yoktur.
mülk düşkünüdürler amansız derecede
bir ülkenin geleceği
küçücük topraklarını ipoteği altındadır.
ve birer kaya parçası gibi dururlar su geçirmeden
zamanın derin ırmakları önünde...
devamını gör...
"canı cehenneme rahat uyuyanın
kapısını örtenin perdesini çekenin
yüreği yalnız kendiyle dolu olanın
duvarları ancak çarpınca görenin
canı cehenneme başkasının yangınıyla
evini ısıtıp yemeğini pişirenin.

bahçesine dek gelen alevleri
şehrayin sanan aptalın
canı cehenneme, camlarında
parçalanmış cesetler uçarken
bir iğdiş incelikle çiçekleri sulayanın.
mutfakla yatak odası arasında
çarşılarla gövdesi bencillik hırsı
yılgınlıkla yenilgisi arasında
dünyayı tüketenin canı cehenneme.

orda dağlar bir mezarlık
bulutlar kan salkımı sular toprakta düğüm
orda evler oda oda kanarken
burda yeşerenin canı cehenneme.

ey bir halkın gözyaşıyla ruhunu yıkayan kin
ey zulümle yükselen başarı
ölü sayısına endeksli maaş;

uzun masallar ardında mağrur
boynunda ölüm çanıyla oturan güç
senin de senin de canın cehenneme
ey sultan hamit tuğralı korucu alayları
kardeşi kardeşe kırdıran siyaset...

bir gün elbet bir gün elbet
örter üstünü bu ağır yanlışın
sevgiyle, yalnızca sevgiyle işlenen
bir dal incelik, bir simli gülüş
bir kardeş mavi."

(bkz: şükrü erbaş)
devamını gör...
maviye, maviye çalar gözlerin
yangın mavisine
rüzgarda asi, körsem
senden gayrısına yoksam
bozuksam
can benim, düş benim
ellere nesi?
hadi gel
ay karanlık
itten aç
yılandan çıplak
vurgun ve bela
gelip durmuşsam kapına
var mı ki doymazlığım?
ille de ille
sevmelerim, sevmelerim gibisi?
oturmuş yazıcılar
fermanım yazar
n'olur gel
ay karanlık
dört yanım puşt zulası
dost yüzlü, dost gülücüklü
cıgaramdan yanar
alnım öperler
suskun, hayın, çıyansı
dört yanım puşt zulası
dönerim dönerim çıkmaz
en leylim gecede ölesim tutmuş
etme gel
ay karanlık
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"güne sert bir şiir bırak" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim