orijinal adı: ensaio sobre a cegueira
yazar: jose saramago
yayım yılı: 1995
saramago'ya nobel edebiyat ödülü'nü kazandıran bu eser, adı bilinmeyen bir ülkede körlüğün bir salgın gibi yayılmasıyla başlar.
alt metninde bir toplum ve sistem eleştirisi olan körlük, insanların bu salgın karşısında verdiği etik savaşı, ırk, millet, statü, ahlak gibi kavramların anlamını yitirip bireylerin sadece hayatta kalmak için çabaladığı bir distopya içinde sarsıcı bir kurguyla okuyucuya aktarır.
yazar: jose saramago
yayım yılı: 1995
saramago'ya nobel edebiyat ödülü'nü kazandıran bu eser, adı bilinmeyen bir ülkede körlüğün bir salgın gibi yayılmasıyla başlar.
alt metninde bir toplum ve sistem eleştirisi olan körlük, insanların bu salgın karşısında verdiği etik savaşı, ırk, millet, statü, ahlak gibi kavramların anlamını yitirip bireylerin sadece hayatta kalmak için çabaladığı bir distopya içinde sarsıcı bir kurguyla okuyucuya aktarır.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "mrs freud" tarafından 28.11.2020 12:39 tarihinde açılmıştır.
1.
jose saramago' ya ait olan distopik kitap. pandemi başlangıcında, gerçekten körlükteki olayları yaşar mıyız diye sorgulamıştım. insanların ne kadar korkunç olabileceğinin de bir kanıtı niteliğinde körlük. görmek kitabı da körlüğün devamı niteliğinde. önerebileceğim mükemmel eserlerden biri.
devamını gör...
2.
saramago'nun en meşhur kitabı, ışık ergüden tercümesiyle kırmızı kedi yayınlarından çıkmaktadır. içerisinde insanın en vahşi anları, kaos ve çeşitli sınıflar sorgulanmaktadır. normal körlerin aksine kitaba konu olan bu insanlar beyaz bir süt denizi içerisinde görürler kendilerini, aslında bir görüş vardır kısaca, fakat rengi negatiftir. aynı zamanda tüm dünyadaki tek görme yetisine sahip bir insanın dramıdır bu kitap, zira tüm kaosa tanıklık eder, kendisinin kör olacağı günü beklemektedir, olmaz.
devamını gör...
3.
jose saramago'nun muhtesem eserlerinden bir. kesinlikle herkesin okumasini tavsiye ederim.
trafikte bir adamin kör olmasiyla başlayan körlük zamanla herkesin bu salgın hastalıga yakalanmasından basediyor. kitapta kör olan hiç kimsenin adı soylenmiyor hemen hemen herkesin belli özellikleriye kısa betimlemelerle yazar kim oldugunu açıklıyor. bunun nedeni ise insanlar kör olduktan sonra etrafındaki nesnelerin bir isminin olup olmadıgı konusunda cokta onem arzetmemisi.
kitapta virgülden baska herhangi bir noktama isareti bulunmamaktadır. bunun nedenini araştırdığımda ise okuyucunun dikatinin dagılmamasını istedigi içinmiş
kitapta beğendiğim bir kac söz:
bu dünyada mutlak anlamda sahip olduğumuz hiçbir şey yoktur.
tam anlamıyla insan gibi yaşayamıyorsak, en azında tam anlamıyla hayvan gibi yaşamamak için elimizden geleni yapalım.
hepimizin zayıf anları olur, ağlayabildiğimiz için çok şanslıyız, gözyaşları bizi zaman çoğu huzura kavuşturur, ağlayamadığımız zaman ölecek gibi oluruz.
çünkü bizim yaşattığımız ve bizi bu halimizle yaşatan duygular gözlerimizden doğmştur, gözlerimiz olmasaydı duygularımiz bambaşka olurdu
trafikte bir adamin kör olmasiyla başlayan körlük zamanla herkesin bu salgın hastalıga yakalanmasından basediyor. kitapta kör olan hiç kimsenin adı soylenmiyor hemen hemen herkesin belli özellikleriye kısa betimlemelerle yazar kim oldugunu açıklıyor. bunun nedeni ise insanlar kör olduktan sonra etrafındaki nesnelerin bir isminin olup olmadıgı konusunda cokta onem arzetmemisi.
kitapta virgülden baska herhangi bir noktama isareti bulunmamaktadır. bunun nedenini araştırdığımda ise okuyucunun dikatinin dagılmamasını istedigi içinmiş
kitapta beğendiğim bir kac söz:
bu dünyada mutlak anlamda sahip olduğumuz hiçbir şey yoktur.
tam anlamıyla insan gibi yaşayamıyorsak, en azında tam anlamıyla hayvan gibi yaşamamak için elimizden geleni yapalım.
hepimizin zayıf anları olur, ağlayabildiğimiz için çok şanslıyız, gözyaşları bizi zaman çoğu huzura kavuşturur, ağlayamadığımız zaman ölecek gibi oluruz.
çünkü bizim yaşattığımız ve bizi bu halimizle yaşatan duygular gözlerimizden doğmştur, gözlerimiz olmasaydı duygularımiz bambaşka olurdu
devamını gör...
4.
nobel edebiyat ödüllü jose saramago'nun post apokaliptik bir durum yaratarak sistemi eleştirdiği romanı.
yazar, nokta ve virgül haricinde noktalama işareti ve özel isim kullanmayarak okuyucuyu hayal gücünü zorlamaya teşvik edip o bembeyaz süt denizi diye betimlediği körlüğün hakim olduğu dünyada kaosun, ahlakı ne denli çökerttiğini ve temel insani güdülerin bir insana neler yaptırtabildiğini gözler önüne sermesinin yanı sıra görme yetisini kaybetmeyen tek kişi olan "doktorun karısı" , "gözyaşı yalayan köpek" ve "taş uykusu" gibi pek çok alegoriyle birçok mesaj sunuyor.
"hepimizin üzerimizde ikinci bir ten gibi taşıdığımız, adına bencillik denen şeyden yoksun kişi henüz anasından doğmadı, o ikinci ten öylesine kalındır ki, birinci tenimiz bir evet ya da hayır yüzünden hemen kanarken ona hiçbir şey olmaz."
yazar, nokta ve virgül haricinde noktalama işareti ve özel isim kullanmayarak okuyucuyu hayal gücünü zorlamaya teşvik edip o bembeyaz süt denizi diye betimlediği körlüğün hakim olduğu dünyada kaosun, ahlakı ne denli çökerttiğini ve temel insani güdülerin bir insana neler yaptırtabildiğini gözler önüne sermesinin yanı sıra görme yetisini kaybetmeyen tek kişi olan "doktorun karısı" , "gözyaşı yalayan köpek" ve "taş uykusu" gibi pek çok alegoriyle birçok mesaj sunuyor.
"hepimizin üzerimizde ikinci bir ten gibi taşıdığımız, adına bencillik denen şeyden yoksun kişi henüz anasından doğmadı, o ikinci ten öylesine kalındır ki, birinci tenimiz bir evet ya da hayır yüzünden hemen kanarken ona hiçbir şey olmaz."
devamını gör...
5.
toplumsal bir biçimde körleşmeyi vurucu bir şekilde anlatan jose saramago romanı. körlük okumaya başladığınız ilk andan itibaren korku ağıyla zihnimizi örmeye başlıyor. okuyucusuna kör olma korkusu düşüncesini okuma boyunca derinden hissettiriyor. saramago kitapta fizyolojik körlükten ziyade toplumsal körlüğe dikkat çekiyor. kitapta yer ve zaman konusunda bir belirsizlik mevcut. trafik ışıklarında aniden kör olan bir karakterle yolculuk başlıyor. sonrasında şu anda yaşadığımız pandemi dönemini anımsatan bir biçimde körlük yavaş yavaş yayılıyor. bunun sonucunda karantina dönemi başlıyor. akıl hastanesinde karantina altına alınan körler arasında çekişmeler, hayatta kalma mücadelesi saramago'nun etkileyici üslubuyla çarpıcı bir gerçeklikle okuyucuya aktarılıyor. okuduktan sonra uzun süre etkisinde kalınan kitaplardandır.
devamını gör...
6.
filmiyle kitabından önce tanışan şanssız insanlardanım. film, kesinlikle kitabın gölgesinde kalmış.
körlük, bir gün herkes kör olsaydı dünya nasıl olurdu sorusuna cevap aramıyor. kitap, bilinmeyen bir ülke, bilinmeyen bir şehir ve bilinmeyen insanlar üzerinden beyazlığa bürünen gözlerin kaotik, distopik bir dünyaya sürüklenişini anlatıyor. körler ülkesinde gören göz olmak, gören insanlar arasında kör olmaktan daha mı kolaydır?
zor şartlar altında insan doğası ne kadar alçalabilir?
akıl hastanesinde karantinaya alınan yedi kişinin birbirleriyle paralel hayatta kalma ve kaçış mücadelelerini okurken gerçekçi tasvirlerle ve güçlü bir anlatımla karşılaşıyor okuyucu.
tek kişinin bedensel bir engele maruz kalması ve sonraki süreç üzerine yazılmış onlarca eser vardır fakat kitlesel bir durumun yıkıcı etkisi üzerine en başarılı eser "körlük" olabilir.
körlük, bir gün herkes kör olsaydı dünya nasıl olurdu sorusuna cevap aramıyor. kitap, bilinmeyen bir ülke, bilinmeyen bir şehir ve bilinmeyen insanlar üzerinden beyazlığa bürünen gözlerin kaotik, distopik bir dünyaya sürüklenişini anlatıyor. körler ülkesinde gören göz olmak, gören insanlar arasında kör olmaktan daha mı kolaydır?
zor şartlar altında insan doğası ne kadar alçalabilir?
akıl hastanesinde karantinaya alınan yedi kişinin birbirleriyle paralel hayatta kalma ve kaçış mücadelelerini okurken gerçekçi tasvirlerle ve güçlü bir anlatımla karşılaşıyor okuyucu.
tek kişinin bedensel bir engele maruz kalması ve sonraki süreç üzerine yazılmış onlarca eser vardır fakat kitlesel bir durumun yıkıcı etkisi üzerine en başarılı eser "körlük" olabilir.
devamını gör...
7.
kitapta yaşanılan durum her ne kadar abartı olsa da insanın zor durumda kaldığında, toplumsal düzen bozulduğunda nasıl hayvani içgüdüleri ile hareket ettiğini tokat gibi çarpar yüzünüze. tüm bu kötülükle elinden geldiğince haksızlık yapmadan mücadele etmeye çalışan insanlara üzülürsünüz. kitabı okurken benim arada kaldığım bir durum vardı. tüm bu kötülükleri yapanlar salgından dolayı çaresiz durumda oldukları için mi böyle davranıyorlardı yoksa yapmak istediklerini engelleyecek bir devlet, bir toplumsal düzen olmadığı icin miydi tüm bunlar. ikinci şıkkı seçmem çok uzun sürmedi. mecbur kaldığı için çalana hırsız denmezdi belki ancak kitaptaki kötülerin yaptıkları çok daha fazlasıydı. sonra bu insanları çok uzakta aramaya gerek olmadığına kanaat getirdim, baktım etrafıma aslında her yerdeydiler. bana göre twitterda insanların eşlerini kendine helal gören insanlar, dükkanına sıgınan engelli çocuğa tecavüz eden 70 yaşındaki adam, depremde enkaz altında kalanların altınlarını çalanlar, nijerya'da kız çocuklarını kaçıranlar gibi bir ay ülke ve dünya gündemini takip etseniz onlarca örnek çıkartabileceginiz tipler gerçek hayatta bizlerle hep, bazen aynı otobüste bazen işte, bazen de sokakta dolaşıyorlar bizimle. sadece şu anki düzen onların içindeki hayvani güdüyü baskıladığı için bu kadarını yapabiliyorlar, ama fırsat kolluyorlar. daha sonra detaylandıracağim tanımı ancak okuyunuz, okutunuz efenim bu kitabı. bir günde okunan kitaptır ama bir ömürlük ufuk açar.
devamını gör...
8.
görme kavramını yapı-söküme uğratan bir kitaptır. görmenin yapısal izlenimci fenomeni okumak üzerine kurulu bir dünyada işleyişi tersine çevirir. gören bir karakterin görmeyen diğer karaktere yol gösterdiği haliyle okuyucuyu sarıp sarmalayan şukela romandır ayrıca. tavsiyeye dewamke.
devamını gör...
9.
hiç kimsenin sizi görmediği, hiçbir hareketinizin ayıplanmadığı, tamamen karanlık bir dünyada yaşasaydınız ne kadar süre insan kalabilirdiniz? hayatta kalmak için, cinayet işler, hırsızlık yapar veya tecavüz eder miydiniz?
jose saramago'nun ilk kez 1995 yılında yayınlanan eseri, yukarıdaki sorulara nispeten yanıtlar bulmanıza yardımcı olabilir. kitapta hiçbir karakterin ve mekânın adı zikredilmediği için kurgulanan dünya, tarihin herhangi bir döneminde yaşamış veya yaşayacak tüm insanlık için olasıdır. dış dünyayı göremediğimiz zaman değil, dış dünyaya görünmediğimiz zaman yani; genele yayılmış bir körlük salgınında yaşanacakları anlatan bu eser, “insan insanın kurdudur” sözüne nazire yapmaktadır. insan içinde bir şeytan ile mi doğar, yoksa erdem, iyilik, ahlak gibi kavramlara doğuştan sahip miyiz? gözlerimizi kapatıp, bizi kendi içimize doğru gezintiye çıkaran güzel bir eser.
kitapta başta konuşma çizgisi olmak üzere nokta ve virgül haricinde noktalama işareti kullanılmamış, diyaloglar sıralı cümleler şeklinde aktarılmıştır. bu durum okumayı biraz zorlaştırsa da mükemmel kurgu, okuyucuyu hemen cezbediyor.
kitabın sonlarına doğru, doktorun karısının kiliseye gidip tüm ikonaların gözünün kapatıldığını görmesinden sonra, tanrının da körleştiği ve yaşananları görmediği sonucuna varılır. tanrının bu körlüğü karşısında şoke olan ve kiliseden koşarak kaçanlardan sonra, kendi başına kalan insanoğlunun salgını atlatması manidardır.
jose saramago'nun ilk kez 1995 yılında yayınlanan eseri, yukarıdaki sorulara nispeten yanıtlar bulmanıza yardımcı olabilir. kitapta hiçbir karakterin ve mekânın adı zikredilmediği için kurgulanan dünya, tarihin herhangi bir döneminde yaşamış veya yaşayacak tüm insanlık için olasıdır. dış dünyayı göremediğimiz zaman değil, dış dünyaya görünmediğimiz zaman yani; genele yayılmış bir körlük salgınında yaşanacakları anlatan bu eser, “insan insanın kurdudur” sözüne nazire yapmaktadır. insan içinde bir şeytan ile mi doğar, yoksa erdem, iyilik, ahlak gibi kavramlara doğuştan sahip miyiz? gözlerimizi kapatıp, bizi kendi içimize doğru gezintiye çıkaran güzel bir eser.
kitapta başta konuşma çizgisi olmak üzere nokta ve virgül haricinde noktalama işareti kullanılmamış, diyaloglar sıralı cümleler şeklinde aktarılmıştır. bu durum okumayı biraz zorlaştırsa da mükemmel kurgu, okuyucuyu hemen cezbediyor.
kitabın sonlarına doğru, doktorun karısının kiliseye gidip tüm ikonaların gözünün kapatıldığını görmesinden sonra, tanrının da körleştiği ve yaşananları görmediği sonucuna varılır. tanrının bu körlüğü karşısında şoke olan ve kiliseden koşarak kaçanlardan sonra, kendi başına kalan insanoğlunun salgını atlatması manidardır.
devamını gör...
10.
okuması zor bir kitap. yani fiziksel olarak zor, düşünsel olan kısmından bahsetmiyorum. bilmiyorum bu editoryal bir durum mu yoksa kitabın orijinalinden gelen bir sıkıntı mı ama kitaptaki tüm diyaloglar tırnak işaretleri yerine virgüllerle ayrılmış ve cümleler birbiri ardına sıralanmış vaziyette. özellikle birden fazla kişi konuşurken ipin ucu kaçabiliyor ve kim ne diyor anlamak çok zorlaşıyor. kitap güzel olmasına rağmen bu durum kitabı okurken beni çok yordu. eğer bu kırmızıkedi yayınevinden kaynaklanan bir durumsa kendilerini kınıyorum, yok eğer saramago'nun yazdığı orijinal dilde de böyle bir durum varsa talihsiz bir tercih olmuş.
devamını gör...
11.
1998’de nobel edebiyat ödüllü bu eser; jose saramago’ya aittir. kitap çok güzel ve harika bir kurgu ile devam eder bir körlük salgının toplumsal yaşamı nasıl vahşete dönüştürebileceğini gözler önüne serer. isimler genellikle yoktur bu yüzden çok ara vermeden okunmalıdır bu kitap. doktor, ilk kör, siyah gözlüklü kız, siyah göz bantlı kör, diğer kör, öteki kör diye devam eder... burada beyaz süt denizi misali bir körlüktür bahsedilen... distopik bir körlük anlatılmaktadır. fakat şunu demeden edemeyeceğim; çeviri güzel evet ama kitap öyle çok yazım hatası ile dolu ki!!! bendeki kitap kırmızı kedi yayımlarından çıkan. umarım sonraki baskılarda yazım yanlışları düzeltilmiş olur.
devamını gör...
12.
“bence körleşmiyoruz. hepimiz körüz. körüz ama bakıyoruz. bakabilen ama görmeyen kör insanlar…”
jose saramgo, hayatımda 10 kitaplık dev bir yer tutmuş, roman sanatına yeni bir nefes getirmiş, romanın safi zaman geçirme aracı olmadığını; onun bir sanat olduğunu insanlara yeniden hatırlatmış büyük edebiyatçı. 2010 yılının 18 haziran’ında hayatını kaybettiğinde çok bencil bir şekilde artık yeni bir saramago kitabı okuymayacağım için üzülmüştüm en çok.
ama sonradan düşününce kaybımın bundan daha büyük olduğunu anladım.
filistine gidip yahudileri kınayacak kadar adil, kiliseye kafa tutacak kadar cesur bir adamdı bizi dünyada yalnız bırakan saramago. o yazıda cesaretin önemini bize gösteren bir bilgeydi ve tezat odur ki onun hayatında tanıdığı en bilge adam okuma yazma bilmiyordu.
saramago’nun bizi hediye olarak bıraktığı mücevherlerden biri de “körlük”tür. körlük’te kahramanların isimleri yoktur, onlar 1. kör, 2. kör, hırsız, doktor ve doktor’un karısı olarak ünvanlandırılmış nesnelerdir. bu durum saramago’nun noktalama işaretlerinde oynadığı oyunun bir parçası da olabilir, modernizmin insanları tektipleşmeye itmesine yapılmış dahice bir gönderme de. şehirde bir salgına dönüşen körlük sadece doktorun karısına bulaşmaz. yani şehirde görebilen yalnız bir kadın kalmıştır.
körlük sanıldığının aksine karanlık bir şey değildir. körlük, bembeyaz bir perdedir. ve bence bu körlüğü daha da korkutucu yapar. başlarda şehirde hayat kontrolden çıkma eğilimi gösterir ancak sonra sonra işler yoluna koyulur, zira körler arasında güç grupları meydana gelmeye başlar, bir grubun hükümranlığı artar, silahlı adamlar diğer insanların özgürlüğü ve hakları üzerind ekendi lehine söz sahibi olur. bildiğimiz modern dünya işte. modern dünyaya, kravatlı faşistlere bembeyaz bir devrimci tepkidir körlük.
insanın tüyleri diken diken olmuyorsa eğer bu kitabı okurkern körlük illettinden müstarip olduğu hiç düşünülmeden iddia edilebilir. kitap fernando meirellestarafından filme alınmıştır, çok iyi bir film olmasa da kitabı okuyan insanlar için etkileyici bir yapıt ortaya çıkmış olduğunu söylyebiliriz, içimizde hafif kuşkularla. isimsiz kahramanların, modernizmin beyaz kölelerinin hikayesidir “körlük”.
saramago 1995 yılında yayınlanan körlük’ten 11 yıl sonra 2006’da körlük’te bıraktığı yerden “görmek“le devam eder. o da okunmaya değer bir büyük romandır ve yakında onunla ilgili bir yazı da kaleme alınacaktır.
son bir kişisel not: bu yazıyı yazarken saramago’nun ölümüyle ilgili yazılara rast gelince hayatımda hiç görmediğin, aynı dili konuşmadığım bir insanı özleyebileceğimi anladım.
devamını gör...
13.
fury filminde acemi erle tecrübeli askerin bir diyaloğu vardır:
- bekle ve gör.
- neyi göreyim?
- insanın insana neler yapabileceğini.
tıpkı bu diyalogtaki gibi, savaş/salgın/afet durumlarında insanın gerçek yüzünü göstermesi ve hiçbir felaketin insanın insana yapabileceğinden daha kötü olamayacağı çarpıcı bir dille yansıtılan roman. içeriğe daha fazla değinmeyeceğim, yazar arkadaşlar aktarmış zaten. muhtevası mükemmel bir eserin teknik bakımdan aksaması ise tek kelimeyle üzücü. karakterlere isim vermeden anonimleştirme yapılması hoş bir seçim olsa da (fight club filminde edward norton'un oynadığı karakterin, gülün bittiği yer filmindeyse hiçbir karakterin adı yoktur) diyalogları ayırmak için paragraf açılmaması ve tırnak işareti/konuşma çizgisi kullanılmaması okuma zevkini baltalamış. "okudukça alışıyorsun" dense de ben kitapları birer hikâye anlatıcı olarak görüyorum. ve ağzının içinden homurdanan, tonlama, vurgu ya da duraklama yapmadan hikâye anlatan bir kişiye ne kadar alışabilirim ki? anlaşılan saramago'nun yazınsal üslubu böyle, diğer kitaplarında da benzer durumlar söz konusu. artık yazarın bir nevi alametifarikası hâline gelmiş. fakat bazı alametifarikalar sanatçının zihninde güzelken okurlar için çirkin durabiliyor.
- bekle ve gör.
- neyi göreyim?
- insanın insana neler yapabileceğini.
tıpkı bu diyalogtaki gibi, savaş/salgın/afet durumlarında insanın gerçek yüzünü göstermesi ve hiçbir felaketin insanın insana yapabileceğinden daha kötü olamayacağı çarpıcı bir dille yansıtılan roman. içeriğe daha fazla değinmeyeceğim, yazar arkadaşlar aktarmış zaten. muhtevası mükemmel bir eserin teknik bakımdan aksaması ise tek kelimeyle üzücü. karakterlere isim vermeden anonimleştirme yapılması hoş bir seçim olsa da (fight club filminde edward norton'un oynadığı karakterin, gülün bittiği yer filmindeyse hiçbir karakterin adı yoktur) diyalogları ayırmak için paragraf açılmaması ve tırnak işareti/konuşma çizgisi kullanılmaması okuma zevkini baltalamış. "okudukça alışıyorsun" dense de ben kitapları birer hikâye anlatıcı olarak görüyorum. ve ağzının içinden homurdanan, tonlama, vurgu ya da duraklama yapmadan hikâye anlatan bir kişiye ne kadar alışabilirim ki? anlaşılan saramago'nun yazınsal üslubu böyle, diğer kitaplarında da benzer durumlar söz konusu. artık yazarın bir nevi alametifarikası hâline gelmiş. fakat bazı alametifarikalar sanatçının zihninde güzelken okurlar için çirkin durabiliyor.
devamını gör...
14.
son sayfasını bir dakika önce kapattım ve hemen yazmak istedim. elinizde tuttuğunuz kitap korkunç bir kitaptır. bu kitap üzerine saatlerce konuşabilirim.
jose saramago... hayran olduğum bir yazar. ya yazmasaydı. ya bu kitaplarla tanışmamış olsaydım diye düşünürüm bazen. benim için en iyi yazarlardan biri. kendisi ateist biridir bu kitapta yer yer cümlelerinde bunun izlerini görebilirsiniz. -bazı kitapları bu felsefe üzerine kurulmuştur.- şimdi gelelim kitaba..
tüm insanlık kör olursa ne olur hiç düşündünüz mü. hayat durur. içtiğimiz suya kadar yok olur. insanlık yok olur. birbirimizi yiyecek, yok edecek hale gelir miyiz peki?
peki körler ülkesinde görmek. sizce bu bir lütuf mudur? yoksa gördükleriniz sizi herkesten daha kör hale getirebilir mi?
nasıl bir insan olduğumuz hangi duyumuzla yönetiliyor onu hiç düşündünüz mü. koku almasak, duyamasak, dokunamasak yine sonuçları böyle olur muydu?
ya da vicdan azabını, suçluluğu ne belirler. hiçbir suçluluk hissetmeden insan öldürebilmek için ne kadar kör olmalısın mesela. vicdanın görmek ile bir ilgisi olabilir mi?
jose saramago... hayran olduğum bir yazar. ya yazmasaydı. ya bu kitaplarla tanışmamış olsaydım diye düşünürüm bazen. benim için en iyi yazarlardan biri. kendisi ateist biridir bu kitapta yer yer cümlelerinde bunun izlerini görebilirsiniz. -bazı kitapları bu felsefe üzerine kurulmuştur.- şimdi gelelim kitaba..
tüm insanlık kör olursa ne olur hiç düşündünüz mü. hayat durur. içtiğimiz suya kadar yok olur. insanlık yok olur. birbirimizi yiyecek, yok edecek hale gelir miyiz peki?
peki körler ülkesinde görmek. sizce bu bir lütuf mudur? yoksa gördükleriniz sizi herkesten daha kör hale getirebilir mi?
nasıl bir insan olduğumuz hangi duyumuzla yönetiliyor onu hiç düşündünüz mü. koku almasak, duyamasak, dokunamasak yine sonuçları böyle olur muydu?
ya da vicdan azabını, suçluluğu ne belirler. hiçbir suçluluk hissetmeden insan öldürebilmek için ne kadar kör olmalısın mesela. vicdanın görmek ile bir ilgisi olabilir mi?
devamını gör...
15.
kitap sayfalarında körlük kitabı o kadar çok karşıma çıkan bir kitap oldu ki, bir süre alıp okumak istemedim. çok övüldüğünde değil de ben merak ettiğimde bir kitabı okumak daha anlamlıdır benim için.
konusuna gelirsem, trafikte yeşil ışığın yanmasını beklerken kör olan bir adamla başlıyor olaylar. sonra muayene olmaya gittiği doktor, muayenehanede bekleyen diğer hastalar, ilk kör olan adamın karısı sırayla kör olurlar. ama bu körlük beyaz bir körlüktür. nedeni bilinmeyen bu durumun bulaşıcı bir hastalık mı yoksa başka bir şey mi olduğu araştırılırken sırayla kör olan herkes karantina altına alınır. ancak karantinada kaldıkları yerde bir sürü talihsiz şeyler yaşarlar. dışarda neler olduğundan haberleri yoktur ve içerde onlara tek bir kişi yardım etmektedir. adı bilinmeyen ülkenin adı bilinmeyen insanlarının yaşadıklarını anlatan, dili beklediğimden akıcı olan bir kitap körlük.
"insanın düşüncelerini değiştirebilmesi için sağlam bir umuda bel bağlaması yeterli."
konusuna gelirsem, trafikte yeşil ışığın yanmasını beklerken kör olan bir adamla başlıyor olaylar. sonra muayene olmaya gittiği doktor, muayenehanede bekleyen diğer hastalar, ilk kör olan adamın karısı sırayla kör olurlar. ama bu körlük beyaz bir körlüktür. nedeni bilinmeyen bu durumun bulaşıcı bir hastalık mı yoksa başka bir şey mi olduğu araştırılırken sırayla kör olan herkes karantina altına alınır. ancak karantinada kaldıkları yerde bir sürü talihsiz şeyler yaşarlar. dışarda neler olduğundan haberleri yoktur ve içerde onlara tek bir kişi yardım etmektedir. adı bilinmeyen ülkenin adı bilinmeyen insanlarının yaşadıklarını anlatan, dili beklediğimden akıcı olan bir kitap körlük.
"insanın düşüncelerini değiştirebilmesi için sağlam bir umuda bel bağlaması yeterli."
devamını gör...
16.
distopik bir romandır. insanların doğasını ve dağılımını oluşturduğu dünyada gayet açık anlatmıştır anlayabilene. vicdan,-vicdandaki bozulma, bencillik, insanın vahşiliği, yüzsüzlüğü, ölüm gibi kavramlar işlenmektedir. kitaptaki metafor insanlığın bozulan, yozlaşan ya da belki de hep öyle olan "kör" yanlarını anlatmıştır. yanı sıra birey ve toplumla birlikte devlet ve devletin duruma müdahaleleri de ifade edilen dikkat çeken yanlardır. ayrıca bana gçre sürükleyicidir, okurken elinizde sürünmeyeceğini düşünüyorum.
devamını gör...
17.
kitabı okumaya başladığım andan itibaren merak duygusu hiç eksilmedi.
öncelikle her şey bir trafik ışığında arabasında beklerken kör olan bir adamın içine düştüğü durumla başladı.
romana daha ilk başladığımızda tıpkı kafka'nın meşhur böceğe dönüşme sahnesinde olduğu gibi bir anda oldu. tık ışıklar gitti. ve karanlık.
romanı uzun uzun anlatıp sıkmak istemem. üzerinde durmak istediğim yerler var;
öncelikle karakterler doğuştan kör değil. beyaz kör. yani doğadaki şeyler dünyasını tanımlamış ama hayat akışının bir noktasında beyaz kör olmuşlar. doğada bir anda olup biten şeyler yoktur. değişim ve süreç vardır. dolayısıyla biz bu insanlara kör oldular diyemeyiz. duyarsızlık veya duyu yetilerinin alışkanlıkla körleşmesi de diyebiliriz. ve bu hastalık bir kişi hariç herkese bulaşıyor. neden? çünkü insanların anlaşabilmek, ileteşim kurabilmek için ortak mitlere(para gibi) ihtiyacı var. dolayısıyla kaos çıkar. ortak anlaşabildikleri değerlerin yitimine uğradıkları için de nitekim çıkıyor.
körlük trafik ışıklarında başlıyor. neden trafik ışıkları da başka bir yer değil? komutların verildiği bir yerde. her zaman duyumsayıp algılarız. ama ışıklarda olması tesadüf olmayabilir diye düşünüyorum.
ikinci dikkatimi çeken kısımsa yönetimin, bulaşıcı olan körlüğü kontrol altında tutabilmek için vakaları hapsettiği yer.
o kadar seçenek var ama tercih edilen yer eski bir hastane. üstelik de akıl hastanesi! tesadüf mü? tabiki hayır. yazar da yaratıcıdır, ve kusursuz çalışmak ister. herhangi bir obje, nesne veya özne orada olması gerektiği için vardır. fazlalık hiçbir şey yoktur(bence). buradan yola çıkarsak karakterlerin beyaz körlüğünün aslında zihinle ilgili olduğu sonucuna varabiliriz. dolayısıyla evvelden dediğim gibi bu insanlar duyarsızlaştırılmış, alışmış.
şunu da söylemeliyim ki karakterlerin hiçbirinin ismi yok. sahneye çıkan kişinin özelliklerine göre nitelemeler yapılmış. zannımca isim dar bir çerçeve çizerek anlatılmak isteneni/mesajı sınırlar. ama aylak adamdaki gibi "bay c.", gecikmeli ankara tireniyle gelen kadın", "josef k" gibi yaratımlar daha çok evrensellik, kapsayıcılık barındırır.
romanın ana mesajının verildiği yer ise "körlük" tanımın hakkını ise hapishane sahnesindeki distopik gösterim verir. burada bir nevi doğal seleksiyon vardır. güçlünün güçsüze baskın geldiği, kuralları sadece kendisi için geçerli kıldığı bir düzen hakim(güçlü olan grubun istekleriyle romanı okuyunca karşılaşırsınız).
tamamen kaosun geçerli olduğu bir iklim.
eski akıl hastanesinden bozma bir hapishanede beyaz körler ordusunun hayatta kalma mücadelesinde güçlünün güçsüze üstün gelme çabası. insani değerlerin ortadan kalkıp tamamen içgüdülerle hareket edilen kaotik bir ortam.
ama hesaba katılmayan bir şey var. gözleri gören bir kişi var. ve roman boyunca körlükten hiç etkilenmiyor. hatta grubun öncülüğünü, önderliğini, yol göstericiliğini yapıyor.
aklıma gelen bir kısım da; hapishaneden kurtulup eve vardıkları zaman, kadınların balkonda yağmur altında yıkandıkları sahne.
bir arınma, pisliklerden sıyrılma gibi gelmişti. bana.
romanı bir defa okudum. o da yaklaşık 4-5 yıl önce ama etkilediği için tasavvur edebiliyorum. ve düşüncelerim hala aklımda.
aklıma gelen sahneler var, tekrar okuduğum zaman yazıya eklemeler yaparım.
öncelikle her şey bir trafik ışığında arabasında beklerken kör olan bir adamın içine düştüğü durumla başladı.
romana daha ilk başladığımızda tıpkı kafka'nın meşhur böceğe dönüşme sahnesinde olduğu gibi bir anda oldu. tık ışıklar gitti. ve karanlık.
romanı uzun uzun anlatıp sıkmak istemem. üzerinde durmak istediğim yerler var;
öncelikle karakterler doğuştan kör değil. beyaz kör. yani doğadaki şeyler dünyasını tanımlamış ama hayat akışının bir noktasında beyaz kör olmuşlar. doğada bir anda olup biten şeyler yoktur. değişim ve süreç vardır. dolayısıyla biz bu insanlara kör oldular diyemeyiz. duyarsızlık veya duyu yetilerinin alışkanlıkla körleşmesi de diyebiliriz. ve bu hastalık bir kişi hariç herkese bulaşıyor. neden? çünkü insanların anlaşabilmek, ileteşim kurabilmek için ortak mitlere(para gibi) ihtiyacı var. dolayısıyla kaos çıkar. ortak anlaşabildikleri değerlerin yitimine uğradıkları için de nitekim çıkıyor.
körlük trafik ışıklarında başlıyor. neden trafik ışıkları da başka bir yer değil? komutların verildiği bir yerde. her zaman duyumsayıp algılarız. ama ışıklarda olması tesadüf olmayabilir diye düşünüyorum.
ikinci dikkatimi çeken kısımsa yönetimin, bulaşıcı olan körlüğü kontrol altında tutabilmek için vakaları hapsettiği yer.
o kadar seçenek var ama tercih edilen yer eski bir hastane. üstelik de akıl hastanesi! tesadüf mü? tabiki hayır. yazar da yaratıcıdır, ve kusursuz çalışmak ister. herhangi bir obje, nesne veya özne orada olması gerektiği için vardır. fazlalık hiçbir şey yoktur(bence). buradan yola çıkarsak karakterlerin beyaz körlüğünün aslında zihinle ilgili olduğu sonucuna varabiliriz. dolayısıyla evvelden dediğim gibi bu insanlar duyarsızlaştırılmış, alışmış.
şunu da söylemeliyim ki karakterlerin hiçbirinin ismi yok. sahneye çıkan kişinin özelliklerine göre nitelemeler yapılmış. zannımca isim dar bir çerçeve çizerek anlatılmak isteneni/mesajı sınırlar. ama aylak adamdaki gibi "bay c.", gecikmeli ankara tireniyle gelen kadın", "josef k" gibi yaratımlar daha çok evrensellik, kapsayıcılık barındırır.
romanın ana mesajının verildiği yer ise "körlük" tanımın hakkını ise hapishane sahnesindeki distopik gösterim verir. burada bir nevi doğal seleksiyon vardır. güçlünün güçsüze baskın geldiği, kuralları sadece kendisi için geçerli kıldığı bir düzen hakim(güçlü olan grubun istekleriyle romanı okuyunca karşılaşırsınız).
tamamen kaosun geçerli olduğu bir iklim.
eski akıl hastanesinden bozma bir hapishanede beyaz körler ordusunun hayatta kalma mücadelesinde güçlünün güçsüze üstün gelme çabası. insani değerlerin ortadan kalkıp tamamen içgüdülerle hareket edilen kaotik bir ortam.
ama hesaba katılmayan bir şey var. gözleri gören bir kişi var. ve roman boyunca körlükten hiç etkilenmiyor. hatta grubun öncülüğünü, önderliğini, yol göstericiliğini yapıyor.
aklıma gelen bir kısım da; hapishaneden kurtulup eve vardıkları zaman, kadınların balkonda yağmur altında yıkandıkları sahne.
bir arınma, pisliklerden sıyrılma gibi gelmişti. bana.
romanı bir defa okudum. o da yaklaşık 4-5 yıl önce ama etkilediği için tasavvur edebiliyorum. ve düşüncelerim hala aklımda.
aklıma gelen sahneler var, tekrar okuduğum zaman yazıya eklemeler yaparım.
devamını gör...
18.
portekizli yazar josé saramago'nun 1995 yılında yazdığı, 1998 yılında nobel edebiyat ödülü aldığı romandır.
kitabın ve körlüğün nasıl başladığı ile ilgili tekrara yönelmeyeceğim. bende bıraktığı izleri paylaşmakla yetineceğim müsaadenizle. *
sebebi bilinmeyen(!) ani bir felaketle başlayıp yayılan, zamanla kimsenin kimseyi göremediği -bir kişi hariç- kapalı ve hatta kilitli bir alanda yaşayan insanların yaşadığı ve de yaşattığı süreci/çöküşü anlatır körlük.
kimsenin görmediği bir dünyada görmeyenlerin algısı nasıl gelişir, neye göre şekillenir? birbirimizi gördüğümüz zamanki bizle görünmediğimizi bildiğimiz zamanki biz aynı insan mıdır? neler değişir?
isimlerin önemsizleştiği, özelliklerine göre tanıdığımız* beyaz körlerin, durumu kabullendikten sonra doğal hallerine dönüşünü izleriz. doğa’l olan hallerinde göreceklerimiz ise pek yabancı gelmeyecektir size.
bir yerlerden aşina olduğumuz bu topluluk sadece karnını doyurmak ve hayatta kalmak isteyecek, elbette bunun için de bir kaos iktidarı yaratacaktır. bu hayvani güce dayalı iktidarı elinde tutmaya çalışan toplulukta ahlak yok olacak yerini vahşete bırakacaktır. bu distopik romanda metaforlar yağmur gibi yağar üzerinize.
“…körlüğün çirkin insanların cenneti olduğunu kanıtlıyor yalnızca…”
"aslında körlük, umudun tükendiği bir dünyada yaşamaktı.."
o yağmurdan payınıza düşeni alırsanız gözleriniz açılır, kör kuyularda merdivensiz kalmazsınız. *
kitabın ve körlüğün nasıl başladığı ile ilgili tekrara yönelmeyeceğim. bende bıraktığı izleri paylaşmakla yetineceğim müsaadenizle. *
sebebi bilinmeyen(!) ani bir felaketle başlayıp yayılan, zamanla kimsenin kimseyi göremediği -bir kişi hariç- kapalı ve hatta kilitli bir alanda yaşayan insanların yaşadığı ve de yaşattığı süreci/çöküşü anlatır körlük.
kimsenin görmediği bir dünyada görmeyenlerin algısı nasıl gelişir, neye göre şekillenir? birbirimizi gördüğümüz zamanki bizle görünmediğimizi bildiğimiz zamanki biz aynı insan mıdır? neler değişir?
isimlerin önemsizleştiği, özelliklerine göre tanıdığımız* beyaz körlerin, durumu kabullendikten sonra doğal hallerine dönüşünü izleriz. doğa’l olan hallerinde göreceklerimiz ise pek yabancı gelmeyecektir size.
bir yerlerden aşina olduğumuz bu topluluk sadece karnını doyurmak ve hayatta kalmak isteyecek, elbette bunun için de bir kaos iktidarı yaratacaktır. bu hayvani güce dayalı iktidarı elinde tutmaya çalışan toplulukta ahlak yok olacak yerini vahşete bırakacaktır. bu distopik romanda metaforlar yağmur gibi yağar üzerinize.
“…körlüğün çirkin insanların cenneti olduğunu kanıtlıyor yalnızca…”
"aslında körlük, umudun tükendiği bir dünyada yaşamaktı.."
o yağmurdan payınıza düşeni alırsanız gözleriniz açılır, kör kuyularda merdivensiz kalmazsınız. *
devamını gör...
19.
körlük kitabında , oluşan ‘körlük’ * sonucu oluşan kaos; görmek kitabında , ‘görmeye’ *başlayınca oluşan düzen anlatılır. yani dünyada körlük varsa kaos vardır; düzene de ancak görerek ulaşabiliriz.
devamını gör...
20.
of körlük... tüylerimi diken diken ettin be körlük...
uzun zamandır adını şanını duyduğum bir kitaptı, yeni okuma fırsatı buldum. okuduktan sonra keşke dedim, daha önce okusaydım...
kitap fiziksel körlüğe değil de asıl içimizdeki körleşmiş vicdana, ahlaka ışık tutmaya çalışan bir kitaptı. yoksa gözleri kör olduğu halde o insanlar o kötülükleri yapamazdı. * tek kelimeyle büyüleyiciydi.
böyle mesajı olan romanlar okurken, eğer sizin midenizi gerçekten kaldırabiliyorsa, kitabı fırlatıp içindeki karakterlere sövmek içinizden geliyorsa, evet kitabın dili tam olması gerektiği gibidir. *körlük’ünki de öyleydi. kelimenin tam anlamıyla okurken tiksindim. sadece kitap karakterlerinden değil, gerçek insanlardan da. belki de kendimden de, bilemiyorum. her neyse, çok büyük dersler alınacak bir kitap.
ama kimisi için okuması zor olabilir, paragraflara ayrılmamış bir yazım, arada bölümler var ancak bölümleri özetler niteliklerde başlıkları, ya da “ne kadar okudum ben ya?” sorusuna cevap verecek numaraları yok. biraz dahi olsa okuma geçmişi olan biri için hiçbir sorun ifade etmez gerçi bu özellikler. benim hoşuma dahi gitti.
uzun zamandır adını şanını duyduğum bir kitaptı, yeni okuma fırsatı buldum. okuduktan sonra keşke dedim, daha önce okusaydım...
kitap fiziksel körlüğe değil de asıl içimizdeki körleşmiş vicdana, ahlaka ışık tutmaya çalışan bir kitaptı. yoksa gözleri kör olduğu halde o insanlar o kötülükleri yapamazdı. * tek kelimeyle büyüleyiciydi.
böyle mesajı olan romanlar okurken, eğer sizin midenizi gerçekten kaldırabiliyorsa, kitabı fırlatıp içindeki karakterlere sövmek içinizden geliyorsa, evet kitabın dili tam olması gerektiği gibidir. *körlük’ünki de öyleydi. kelimenin tam anlamıyla okurken tiksindim. sadece kitap karakterlerinden değil, gerçek insanlardan da. belki de kendimden de, bilemiyorum. her neyse, çok büyük dersler alınacak bir kitap.
ama kimisi için okuması zor olabilir, paragraflara ayrılmamış bir yazım, arada bölümler var ancak bölümleri özetler niteliklerde başlıkları, ya da “ne kadar okudum ben ya?” sorusuna cevap verecek numaraları yok. biraz dahi olsa okuma geçmişi olan biri için hiçbir sorun ifade etmez gerçi bu özellikler. benim hoşuma dahi gitti.
devamını gör...
"körlük (kitap)" ile benzer başlıklar
körlük
15