üniversite birinci sınıftaydım.bildiğiniz gibi birinci sınıfta herkes yavaş yavaş kendi arkadaş çevresini kurar. benimde kendime ait bir arkadaş grubum vardı.bu yakın arkadaşımdan bir tanesi ile hafta sonu yurtta yatıyoruz. tak telefon geliyor "hadi merkeze gelin x'in dogum gününü kutlayacağız". ulan zaten sıkıntıdan kafayı yiyoruz hemen hazırlanıp çıktık. tabi bizim kampüs ile merkez arası baya bir mesafe var. cepte de iki bardak çay içecek kadar paramız var, e zaten en başta yurtta yatmamızın sebebi de buydu.otobüse verecek para yok. zaten gerek de yoktu, her yere otostop ile gidiyorduk.neyse yol ağzına çıktık çekiyoruz otostopu, önümüzdeki kızlar tak el kaldırıyor duruyorlar falan. biz de bir 10 dakika otostop çektik hala duran eden yok. neyse en sonunda doblolu bir dayı durdu. arkadaş çekti kapıyı konuşuyor . ben biraz geride olduğum için muhabbeti duymuyorum.arkadaşım döndü bana "kanka abinin yolu ordan geçecekmiş ama önce 2 bira içecekmiş gidelim mi bize de ısmarlıcakmış" falan dedi.ulan dedim ,fazla zamanımız yok ama 1 bira da içeriz amk nolacak. arkadaşta onay verdi. atladı öne, bende arkaya geçtim.tın tın gidiyoruz. dayı bir seyyar tekel(büfe) gibi bir yere çekti. arkadaşa parayı verdi. arabayı göster verirler dedi. siz de ne içeriyorsanız alın dedi. ben bir bira istedim arkadaş da "meyve suyu olsun eşlik edeyim bari "dedi(meyve suyuyla eşlik etmek de :d).aldı gidiyoruz. tın tın merkeze dogru. adam u dönüşü yaptı döndü okula doğru sürüyor. lan bir şey diyeceğiz diyemiyoruz yani0 ne alaka0 belki başka yoldan gidecek diye sustuk. adam okula yaklaştı, okulun dışındaki orman araziye gidiyor. tabi o ara, yolda giderken adam vitesten elini çekerek, önde oturan arkadaşın bacağına(diz kapagı ve baldır tarafı) elini attı.ama babacan bir tavırla normal muhabbet ediyor.hani evde akrabalarla konuşurken ee nettin bacanak diye enişte elini vurur ya ,onun gibi işte. neyse arkadaş aynadan bana bakıyor ama melül gözlerle kurtar beni diye e ben napayım ***.neyse ormanlık araziye çekti. konuyu sex muhabbetine getirdi. o ara durunca ,arkadaş direk hava alcam diye kendini dışarı attı tabi.adam da gel yeğenim senle muhabbet edek dedi.içimden şey edilmesek iyi bari diyerek geçtim. elini attı yine aynı şekil,bileğinden tuttum. ordan huyum var deyip kenara ittim. neyse bu olaydan sonra da dayı bozuldu. lafa girecekken dedim abi bizim arkadaşın dogum gününe yetişmemiz lazım sen bizi aldığın yere bırak biz gideriz dedim.allahtan kazasız belasız aldığı yere bıraktı . bir daha otostop çekmeye tövbe ettik.daha sonra doğum günü kutlamasına gittiğimiz arkadaşlar muhtemelen okul grubunda paylaşılan sapık adam olduğundan bahsettiler.iyi ucuz atlatmışız. erkek halimizle bize bile halleniyorlarsa...
devamını gör...
üniversite öğrencisiyken barış gücü komutanı tarafından sevgilim olmadığı için azar yemiştim.
devamını gör...
kalabalık otobüste g*tüm kızın birinin g*tüne değdi diye napıyosun falan demisti. ulan mal ne yapayım nefes alacak yer yok yanlış anlaşılmasın diye arkamı dönmüşüm hala laf yapıyor. neyse çok utanmıştım o zaman. özür dileyip kotu bi niyetim olmadığını söyledim. indim sonra da.
devamını gör...
yaz mevsimi geldiğinde arkadaş grubumuzla falezlerden denize atlamak gibi ilginç bir hobimiz var. şuanda içinizden "siz manyak mısınız kardeşim?" diye sorular sorular geldiğinizi tahmin edebiliyorum. ama evet, söz konusu adrenalin olduğunda akıl ve mantık hep dışlanan arkadaş gibi kalıyor.

neyse işte, ben de genelde balıklama atlıyorum suya ve aslında bu şekilde herhangi bir sıkıntı yaşamadım hiç. ama bir gün sevdiğim kişiye artistlik olsun diye (şuan birlikteyiz) takla atarak atlamayı deneyeyim dedim. çok akıllıca bir fikir değildi tabii ki ve ilk deneyişimde 15 metreden göbek üstü şaaappp sesiyle suya çakıldım. çevremdeki herkes gülmekten kudurmaya başladı tabii. ama ben orada acıdan geberiyorum, suratım ve vücudumun ön tarafı yanıyor ve sesimi de çıkaramıyorum. neyse ki onlar da tahmin ediyordu canımın çok yandığını ve hemen sudan çıkardılar beni. bir yandan korkuyorlardı bir şey oldu mu diye, diğer bir yandan da haykıra haykıra gülüyorlardı ama olayın aniliğiyle. neyse ki bana bir şey olmadı ve bir yarım saat sonra kafam yerine geldi. salakça bir anı olarak aklımda kaldı ve kulağıma ufak bir küpe oldu.
devamını gör...
üniversite stajını kamu da yaptım.devlet memurlarını genel olarak bilirsiniz, asık suratlı çok iş yapılmadığı halde sinirli ve kendini bir şey zanneden tipler(hepsine demiyorum ama çoğunluğu bu tanıma uyuyor)beni de en gıcığından birinin yanına verdiler hiçbir şey yaptırmıyor,konuşmuyor arada çıkın dışarı hava al diyor, eyvallah..sonlara doğru yaklaşıldığında ben staj dosyamı gösterip onaylatmaya götürdüm kendisine. kadın ne yaptıysam onaylamıyor okumuyor bile yazdığımı olmamış düzelt diyor. düzeltiyorum bunu çıkar diyor herşeyi yarım ağızla söylüyor. en sonunda benimki de kafa neticede ne yapmamı istiyorsunuz bana yol gösterin lütfen deyince, bastı kalayı bağırdıkça bağırıyor çıkın gidin görmek istemiyorum sizi diyor. biz de 2 kişi ağlamaklı çıkıyoruz odasından tuvalete giriyoruz diğer stajer kız da hüngür hüngür ağlıyor ben onu teselli etmeye çalışıyorum sonra ne mi oluyor?
aynen şöyle;
-sesin dışardan duyuldu hayırdır.
+kahkaha atıyor.. ay stajerlere bir bağırdım nasıl korktular..
-hadi ya az değilsin sende..
(hep beraber gülüyorlar)
devamını gör...
eminönünden levent'e terlikle yürümek!!

istanbul'a ilk geldiğimde kafama koyduğum bir spor ayakkabı vardı almak için. adidas'ın bir modeli. severim adidas. ama istanbul'u hiç bilmiyorum iş görüşmesine gelmişim.

kankamın yanında kalıyorum selimiye'de. ayağımda terlik atladım harem-sirkeci vapuruna, gittim eminönü'ne. nasıl olsa diyorum 15 dakkaya ayakkabı alcam. eminönü'ne bi indim ulan arabistan! abibas, adibas falan satıyorlar. hadi dedim beşiktaş'a yürüyeyim. uzakmış ama yol keyifli. beşiktaş'ta bir adidas mağazası vardı bilen bilir hemen çarşının girişinde. ulan benim aradığım pabuç yok! ayaklar zonkluyo. dedim oğlum bu kadar çektin madem o ayakkabıyı bulacaksın.

baktım bir yokuş var canlı gözüküyor. dedim çıkayım buradan yukarı. bugün buradan barbaros yokuşuna sesleniyorum : "senin ben ...... barbaros yokuşu!"

neyse tepesine çıktım yokuşun ama emekliycem artık azaptan. orda bir çocuk gördüm. "olm dedim allah için bu şehr-i istanbul'da adidas satan yer yok mu?" "abi var" dedi çocuk "kanyon var ilerde bak. hatta orda bir kaç tane avm var. taksiyle gidebilirsin." "ben" dedim "o taksiye binmicem arkadaş! yürüyecem"

izmir'den gelmişim ne bileyim gökdelenler olduğundan yakın gözüküyomuş lan!? dişlerimi sıka sıka girdim metrocity denen yere. adidas mağazasını buldum girdim ama eminim suratımdaki ifade şu : " bu mağaza buraya mı konur .... !?!"

ben o ayakkabıyı buldum. ama normal numarama ayağım sığmıyor. ayaklar olmuş davul çünkü. ama paşa paşa normal numaramı aldım tabi. giyemedim ayağıma onu. yine terlikle taksiye bindim. taksiciye dokunsan ağlayacak gibi direktifimi verdim :

"eminönü iskelesine..."
devamını gör...
cezaevine girdim rüşvet veremediğim için.
devamını gör...
bundan yıllar önce üniversitedeyken rahmetli müslüm gürses'in ölüm yıldönümünde arkadaşa anma yapalım, saygı duruşu yapalım dedim. müslüm gürses'in ölümünden 1 yıl geçmişti. bence yapılmalıydı. yok lan, kim duracak hem nasıl yapacağız olmaz derken... dedim ben söylerim. hoca sınıfa girdi. herkes oturuyor. bir ben ayaktayım. hoca masasına geçti. ben de sevgili hocam bir maruzatım var, bugün müslüm gürses'in ölüm yıldönümü derse onu anarak başlayalım. herkesi saygı duruşuna davet ediyorum dedim. tam o anda "ulan dedim, dünyada en sevmediğin şey saygı duruşu, sen ne yaptın, şimdi bu ne kadar sürecek, ne zaman bitecek, kim bitirecek, nasıl olacak?" soruları beynimin tüm kıvrımlarını dolaştı. fakat söz ağızdan çıkmıştı bir kere. bu değerimizi anmalıyız, ayağa kalkıp saygı duruşu yapa... derken ortamda sesler yükseldi. konu dağılır gibi oldu. ben de o ara altta kalmamak için arabeskçilerin varlığını tescilleyen bir laf edip yerime geçtim. olmaz diyen arkadaşa döndüm. bir yandan gururlu bir yandan ne yaptığını bilmeyen bir bakışla şöyle dedim: niye ayağa kalkmadın lan?

bugün müslüm baba'nın ölüm yıldönümü. allah rahmet eylesin.
devamını gör...
kuzenimle pandeminin ilk zamanlarında monkey istanbul’a eğlenmeye gitmiştik. hemen manzaranın yanına bir yere geçtik ve mojitolarımızı söyledik. her şey harika giderken kuzenim bayılacağını söyledi. ben ise o ,esprili ve benim gibi fake şeyler yapmayı seven biri olduğu için şaka yaptığını sanarak sallamadım. he he huhu kih kih diyerek içkimi yudumlamaya ve dansetmeye devam ettim. taaa ki gerçekten kuzenim bayılıp yerlere kapaklanıncaya kadar. allahtan ki yaşlı olmama rağmen hala reflekslerim güçlü olduğundan bir hamleyle düşmesini zar zor engelledim. * yakınımızda vip masada eğlenen bayağı kalabalık genç bir grup vardı. kuzenim bayılmadan (algıda seçicilik işte)... “lütfen şuraya azcık oturmak için izin al” dedi ve tamamen gitti. ben de o gruba kollarımda ki kuzenimi gösterip
“bayıldı azcık burda dinlenebilir mi?”dedim.oradakiler de “oo biz doktoruz”deyip hemen koltuğa yatırıp ; kuzenin nabzına baktılar, ayaklarını havaya kaldırdılar falan. ben hala tabiii şok halinde mojitomu içiyorum sanki kamera şakası izliyor gibiydim hatırlıyorum da. * işte masadaki şekerli pastalardan falan yedirdiler. sonra kuzenimin şuuru yerine geldi .. benim ilk sorum ona “mojiton nerde?”demek oldu. masa da kaldı dedi kuzen. ben de gidip mojitoyu aldım ve dans edip içmeye devam ettim. bu da böyle bir anımdır sevgili yazarlar .*
devamını gör...
lisede başımdan geçen, fizik öğretmenim, kafası hafif çatlak neslihan hocamız* ben, en yakın arkadaşım ve bir adet kalorifer içeren bir olaydır.

yıl 2009, lise birdeyiz. lise bir, kendi başına hayatımızın en nefis yıllarından biri olmuştur. ergenliğin kabarmaya başladığı, çift sesli olduğumuz, hormonları kontrol etmekte zorlandığımız, birçok şeyi yeni keşfettiğimiz için de her geçen gün duygudurumların değiştiği bir dönemi temsil eder. bu dönemde çok cesuruzdur, buna bağlı olarak çok sık utanırız. severiz, seviliriz, güleriz, ağlarız ve hepsini yoğun bir şekilde yaşarız. kendi dışımızdaki olaylara ve gelişmelere genellikle kayıtsızızdır, daha anlamlı bir topluluk içindeyizdir ve yavaştan farkındalığımız artmaya başlamıştır. bu da duygularımızı yoğun yaşamamıza ve hızlı bir duygusal gelişime sebep olmuştur. biz de o zamanlardayız. gülünce çok gülüyor, ağlayınca çok ağlıyor, inatlaşınca inatlaşıyoruz ve bazen bunları dizginlemekte zorlanıyoruz.

neyse mevsim kış. şubat filan. ben her zaman en arkalarda otururdum. arka sıralar güzeldir, züppeliktir biraz. arkadaşlarım da çok iyi ama tembel insanlardı. onlarla beraberken mutluydum, baba adamlardı. neyse sağ arka sıranın duvar kısmında kalorifer peteği vardı. sıranın da sağ tarafında oturan adam gibi ısınırdı. sol taraf ise soğuktu çünkü petek çok kalitesizdi. sınıf genellikle soğuk olduğu için de peteğin yanında oturmak büyük meseleydi. biz de bunu arkadaşımla, 3 ders ben 3 ders o şeklinde çözmüştük. gayet adildi. 3 ders ısınacaktım, allah bereket versin. bu böyle sürüp gidiyor, barış içinde birlikte yaşıyorduk ama arkadaşım bazen arızaya bağlayabiliyordu. ben sınıfın zeki adamlarındandım. kendi sınav kağıdımı 15 dakikada bitirir sonra onunkiyle değiştirir onunkini de yapardım ve ikimiz de dersten geçerdik. bu gücüm her daim vardı ve lehimeydi ama bu olayı normalleştirmiştik artık. bir iyilik gibi gelmiyordu, doğal bir süreçti.

3. ders fizik. neslihan hoca, 40 yaşlarında, bekar, uzun boylu, güzel kadın. güzel ama hayat boyunca tek başına bir mücadelenin içinde olduğu için muhtemelen kafası kırıktı biraz. bugünkü feministlerin falan diz çöküp tövbe isteyeceği kadar sağlam bir kadındı ama işte psikolojik olarak ciddi sorunlar yaşıyordu. ani parlamaları falan vardır, ters düşmek istemezsiniz. sınava bir hafta kalmıştı ve hoca da ders başında bugün sınavla alakalı ipuçları vereceğini söylemişti. neyse ders başladı, abuk subuk şeylerden dikkatim dağıldı, uykum geldi. dersin 25. dakikasında falan arkadaşımla artık kalorifer sırasının bana geldiği hakkında tartışmaya başladık. üç derslik hakkı bu dersle doluyordu ve benim de kıçım donuyordu. nedense o anda bundan bahsetmem gerektiğini hissettim ve arkadaşım da bana "bugün dört ders ben oturacağım" dedi. hiç beklemediğim bu şerefsizlik karşısında şoke oldum. kabul edilebilir bir şey değildi, anlaşma tek taraflı bozuluyordu ve ben de çok sinirlenmiştim. uykum süratle açıldı ve hemen tepki verdim. ergenlikte duyguların da tepkilerin de aşırı olabildiğini daha önce söylemiştik. buna uygun bir şekilde "yok yaa" dedim. dedim ama nasıl dedim. sesim çok çıktı. bir anda bütün sınıf buz kesildi ve herkes bana döndü ve tabii neslihan hoca da.

ben de hocaya döndüm hemen. gözlerinden ateş çıkıyordu. eli ayağı birbirine karıştı, hemen elindeki tebeşiri bana fırlatıp "sen ne diyorsun gerizekalı, aptal. salak çocuk defol dersimden" diye bağırmaya başladı. ben hala şoktayım. küfür etmemiştim, saygısızlık da yoktu ve bu tip şeyler arada sırada olabilirdi neticede. ben tam olarak suçlu olduğuma ikna olmadığım için "hocam kusura bakmayın" dedim ve bunun yeteceğini düşündüm. ne olabilirdi a. koyim altı üatü sesim fazla çıkmıştı. neslihan hoca müthiş sinirliydi ve yanıma gelip ceketimden tuttu ve "defol çabuk" dedi. hala şoktaydım ama sessizce sınıfı terk ettim. herkes de çok sessizdi, kimse gülmüyordu. "noluyor anasını ya naptım lan ben" diyerek çıktım dersten. teneffüse kadar düşüne düşüne koridorda gezindim. sonra hoca çıkınca sınıfa girdim. hala anlamamıştım neyin ne olduğunu. arkadaşlar yanıma gelip "olum sen naptın niye öyle söyledin salak mısın" falan deyince "ya oğlum naptım sanki anasına sövdük" dedim. ben hala olayın kuru bir "yok ya" olduğunu sanıyordum. meğer olay bambaşkaymış.

ben tam arkadaşımla kalorifer tartışmasına girerken, hoca da haftaya olacak sınavların sorularından bahsediyormuş. bir ara da "bu hafta işlediğimiz konular da sınava dahil" demiş ve bilin bakalım "yok yaa" lafı tam olarak ne zamana denk gelmiş ? evet, hoca tam bu cümleyi kurduğunda bağırarak "yok yaa" demişim. hoca da bunu kendisine söylediğimi zannedip beni haşlamış. taşlar yerine oturunca hocanın odasına gidip özür diledim. hiç de ikna olmuş değildi ama en azından fizikten kalmaktan kurtulmuştum.
devamını gör...
11. sınıftayız, müzik dersindeyiz. sınıfın tüm kızları resim dersini seçmiş, müziğe duyarsız 15 erkek oturuyoruz. hocamız geldi bir gün dedi ki "çocuklar 10 kasım törenleri olacak izmir marşı çalmamız lazım çalmak isteyen var mı?" tabii kimse yanaşmadı çünkü müziği seçmemizin tek nedeni derste hiç bir şey yapmıyor oluşumuz. hoca hafiften ısrar etti. geçen derste de fülüt getirin demişti iki kişi ciddiye almış. ben fülüt arkadaş da melodika getirmiş. tamam hocam biz yaparız dedik bir özgüvenle. hoca notaları verdi dedi ki çalışın.

aradan haftalar geçti ara ara çalışıyorum çalmaya, neyse artık oturdu güzelce çalıyorum tek başınayken. arkadaş da aynı tek başına çalıyor.

çalıyoruz ama kendi başımıza çalıyoruz.
ay oldu bizi kimse çağırmıyor. ya bunun bir provası olmaz mı, hiç değilse bir yoklayın bakalım bizi çalabiliyor muyuz.
10 kasım'dan bir hafta önce çağırdılar bizi. gittik konferans salonuna, baktık ki organizasyon bizden ibaret değil. gitarı var korosu var hocaların biri keman biri yan fülüt çalacak. neyse çaldık bir iki kere ama uyuşamıyoruz haliyle. hoca da dedi
" biraz sıkıntılı ama olsun."
ikinci gün dedik herhalde bugün de bir prova alırlar ama yok. üçüncü gün yok. dördüncü gün yok. derken 10 kasım geldi. okulun bahçesinde, hava güzel. hafta sonu, 40 50 kişi de gelmiş allah bereketini artırısn.
geçtik sahneye son ki üç dört bismillah diyip başladık çalmaya.
ama ne çalmak.
ben fülütle bastım gaza gidiyorum izmirindağlarındaçiçekleraçar, gitarı çalan kız arkadaşımız çok yavaştan çalıyor iiizmiiirin daaağlarında, melodika çalan arkadaş bambaşka bir yerden girdi müziğie, hocaları zaten duyamıyoruz.
gitarcı kız müziğin ortasında bıraktı çalmayı , döndü bana dedi:
"ne yapıyorsunuz siz, çok hızlı gidiyorsunuz yavaş biraz."
ben çaresiz döndüm, kıza bakarak çalıyorum hala. yavaşlayamam çünkü bir kere bırakırsam nefesi daha giremem müziğe, zaten neresinde olduğumuz da belli değil.
acıklı acıklı baktım gözlerine "anla beni hanımabla ne olur "diye.
en nihayetinde hepimiz müziği alakasız yerlerde bitirdik. kocaman alkışlar ve kapanış.

iki şansımız vardı. biri sahnedeki tek mikrofonun koronun önünde olması diğeri de havanın güzel olması. yoksa küçücük, mikrofona gerek dahi olmayan bir salonda çalacaktık.

her ne kadar başarısız bir girişim olsa da iyi ki yapmışım dediğim ve her aklıma geldiğinde güldüğüm bir anıydı. aslında o an da içten içe eğleniyordum.
suç bizde değildi en nihayetinde. suç, prova cimrisi ama pek sevgili müzik hocalarımızdaydı.
devamını gör...
lanetli tepe'nin bir sahnesinde rol almıştım. sonunda hepimiz ölüyoruz.
devamını gör...
traktör tarafından ezildim, yaşıyorum.
devamını gör...
üniversite zamanı eve dönerken yanlış trene binmemle başıma gelen olaylar silsilesi... başlıyorum!

istanbul'a giden değil de gelen trene arkadaşım tarafından "trenin geliyor, trenin geliyor" diye sepet misali bindirildim. önce anlaşılmıyor tabii, yarım saat geçtikten sonra bilet kontrol için biri geldi yanıma ve konuşma şöyle gerçekleşti:

-istanbul'a gidiyormuşsunuz?
-e tabii
-ama bu ankara treni!

ben adama bakıyorum, adam bana bakıyor e dedim yapacak bir şey yok ilk durakta ineyim geri bineyim bari diye konuşurken görevliden gelen cevap:

-ama bu ekspres tren yani durmuyor.

o andan itibaren artık ankaralı oldum yapacak hiçbir şey yoktu. derken biri konuşmaya şahit olmuş, resmen bana ölesiye acımış şeklinde bakarak ankara'da okuduğunu bana yardım edeceğini söyledi. iyi dedik gidiyoruz artık dağ tepe. sonra gene bir aksilik, oturduğum koltukta başkasının koltuğuymuş beni alıp arkalara bir yerlere oturttular. umudumun son kalesi, bana yardımcı olacak arkadaşı da kaybetmiş oldum.

o arada evdekiler de arıyor tabii. ben yanlış trene bindim diyorum evdekiler doğru söyle kaçtın mı diyor! yahu neden ankara'ya kaçayım. neden kaçmamı beklediler hala meraktayım tabii.

neyse tren bir şehir merkezinde durdu. insem mi diye düşünürken, hazır kayboldum son durağa kadar gideyim bari dedim. sonuç olarak son durakta indim. bir baktım bana acıyla bakan arkadaş arkamdan bağırıyor. sordum az önce bir yerde durdu tren orada inecektim aslında diye. olur mu ya orası sincan diyor. ne bileyim ben!

ikimiz yan yana dururken arkadaşı karşılamaya biri geldi. çocuk bir arkadaşına bakıyor bir bana bakıyor.
sevgilisi olsa tanır, değilse kimim ben? olayı açıklığa kavuşturdum hemen. yanlış trene binmişim arkadaşınız bana yardım ediyor diye anlattım. çocuk gülecek gülemiyor. güleceksen gül arkadaşım şu an çok absürt bir durumdayız alınmam yani dedim. orada bir sinirlerimiz boşaldı tabii.

veee beni aştiye gönderdiler. uğurlarken iyice tembih ettiler şuradan git buradan git diye. nasıl bir potansiyel gördülerse artık, benden çok korktular herhalde. bu da böyle bir anımdır.
devamını gör...
ortaokul zamanımda gozluklu ve saclarımı memoli gibi arkaya topladığım fotografım duvarda asılıydı. abimle kavga etmistik kapının camını indirdi. neyse camcı geldi takıyor bir yandan annem bizi cekistiriyor adama sinirden. ne alakaysa adam oglun bu mu diye duvardaki beni gosterdi. ben zaten oluşum aşamasındayım ergenlik dönemi bunu duydum bir de. amanın baya kafaya takmıstım.
devamını gör...
york'ta master yapıyordum, birkaç ay sonra artık yoğun derslerden bunalıp bir kulübe girmeye karar vermiştim. o kadar acele ettim ki, bir sonraki gün gezisi olan bir hiking (günübirlik doğa yürüyüşü) kulübüne kaydımı yaptırdım. hiking için hiçbir kıyafetim veya ekipmanım yoktu, fakat ne farkederdi, yani kendimi sıcak tutmam yeterliydi. üstelik yürüyüş yapılacak yere otobüsle gidilecekti, çocuk oyuncağı..

neyse sabah 7 de uyanıp, hemen üzerimi giyindim, bisikletime atlayıp kampüsün diğer ucundaki buluşma yerine gittim. oraya vardığımda yaklaşık 25 kişilik bir grubun arasına katıldım ama dışarıdan bakınca kesinlikle aynı yere gitmiyorduk. yani onlar kesin hiking e gidiyordu da, ben.. herkesin üzerinde waterproof kocaman montlar, ayaklarda kocaman botlar, eldivenler, renkli gözlükler, hatta bazılarının elinde hiking batonları...bende ise sarı yün kazağım, dizlerime kadar hafif topuklu süvet çizmelerim, bisküvi rengi kaşe kabanım ve pembe yün şapkam. ya bu ingilizler var ya hep de böyle abartırlar, nereye gidiyoruz ki sanki biz dedim alt tarafı yürüyeceğiz. acaba gruptakiler benimle ilgili ne düşünüyordu?

ve otobüs bizi ingiltere'nin en büyük milli parklarından biri olan peak district'e götürdü. bunu duyunca inşallah başıma talihsiz şeyler gelmez dedim. başta hava çok güzeldi, grup liderini takip ederek, parkurlardan yürüdük. tabi bir süre sonra o parkur bitti ve çok büyük alanlara açılan çayır çimenden yürümeye başladık, bir süre sonra ayağımdaki toprak kaymaya ve çimen yerini çamura bırakmaya başladı. işte şimdi yandık dedim. bir bata bir çıka, simsiyah çizmelerim açık kahverengi bir renk alırken, çamura saplanan ayaklarımı elimle çeke çeke çıkarmaya çalışıyordum, tam bir rezillikti.. önümdeki grup sanki her dakika benden uzaklaşıyordu. sonra yemyeşil bir tarladan geçtiğimizi farkettim yanımızda inekler, koyunlar ve keçiler. neyseki saldırgan hayvanlar değiller.

liderimiz başka bir yola sapıp tarladan çıkınca oh be dedim. sonra ne göreyim, yaklaşık 200 basamaklı ince bir taş merdivenden çıkmaya başladılar. yukarı çıktıkça hava çetinleşmeye başladı. o anda birden bastıran yağmur ve rüzgarla o yol benim için iki üç kat daha eğlenceli hale geldi tabi... artık sadece ayaklarım değil, kabanım üstüm başım da sırılsıklamdı ama ben sadece gülüyordum. kasabanın eski pansiyonunda yemek molası verene kadar tek isteğim, bir an önce beni yurduma götürecek otobüse ulaşmaktı. tüm zamanım üzerimdekileri şöminede kurutmakla geçti, üstelik yemek de yiyemedim herkes kendi sandviçini getirmişti.

neyse ki 15km nin sonunda otobüse binebildik. ıslak, yorgunluktan ölmüş bir şekilde bisikletime atlayıp sağsalim yurda döndüm. üzerimdeki kıyafetler tanınmaz haldeydiler. siz siz olun, bir etkinliğe katılacaksanız açıklamaları çok iyi okuyun ve kendinizi ortamdaki en zeki kişi zannetmeyin :d

not: o hafta ilk işim bir sport mağazasına gitmek oldu ve hiking klubüne yıl sonuna kadar devam edip ingiltere'deki tüm milli parkları arşınladım!
devamını gör...
kendi kendime ingilizce öğrenmeye başladığım ilk dönemlerde, turistin tekine acılı ve acısız kebabın tarifini yapmaya çalışırken ''hot'' kelimesinin aklıma gelmemesi sonucu ''kebap with pain, kebap without pain'' demem. baya gülmüştük.
devamını gör...
gelinlik denemeye gittiğim mağazada "eee gelin nerde?" demişlerdi. kalbim kırıldığı için "iyi günler" diyip çıkmıştım. sonra eve gidene kadar ağladım. selvi boylu değilsem bu benim suçum mu?
devamını gör...
bugün oldu, bulaşıkları yıkıyordum imalathane de patron ve bir çalışan abi de oradaydı ben yıkarken yere su dökülmüştü umursamamıştım bir şeyi masaya koymak için arkamı döndüm dönüş o dönüş sırt üstü yere kapaklandım 1 saat goy goy yapıldı...
devamını gör...
pasaport için ilgili kuruma gittiğimizde parmak izi almaya geldi sıra. anneminki gayet nizami bir şekilde belirdi ekranda. sıra bana geldi. parmak izim yoktu *

polis geldi, tutuyor parmağımı, bastırıyor alete ama yok... iz falan çıkmıyor. "90 yaşında insanın parmak izi var sende" dedi. "parmak izin yok" diyor bakıp bakıp. "o zaman gidip suç işleyeyim" dedim, güldük falan. zor bela çıktı bir iz ama parmak izi demeye de bin şahit isterdi.

***

aynı gün, biyometrik fotoğraf konusu açıldı. "ya" dedik "insan at hırsızı gibi çıkıyor, çok korkunç". memur yüzümüze baktı. hiçbir şey söylemeden gitti çekmeceyi açtı, insanların fotoğraflarını alıp şöyle rastgele önümüze atmaya başladı üst üste. o sırada da yüzümüze bakıyor hiçbir şey demeden. film karesi gibi bir sahneydi. herkes birbirinden korkunç ama göreceksiniz. "sadece sizinki böyle değil ki" dedi en sonunda.

biz ne zaman resmi bir daireye, hastaneye falan gitsek oradan anıra anıra gülerek çıkıyoruz nedense.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"normal sözlük yazarlarının başına gelmiş trajikomik olaylar" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim