normal sözlük yazarlarının hikayeleri
başlık "vasıfsız" tarafından 16.12.2023 19:46 tarihinde açılmıştır.
1.
normal sözlük yazarlarının şiirleri
normal sözlük yazarlarının küçürek hikayeleri
normal sözlük yazarlarının şunları
normal sözlük yazarlarının bunları
diye uzadıya giden bu listeye bir yenisini ekliyorum. öcelikle şunu belirtmek isterim ki;burdaki hikaye yaşam hikayesi değildir. yazarların kendi uydurma hikayelerinden başka derin manalar aramayınız lütfen.
sözlüğün bu güne kadar girilmiş en uzun tanımı olduğunu iddia ediyorum. yönetimden tanımımı silmemeleri karşılığında sözlüğün en uzun tanımı altın plaketinden de feragat ediyorum.
(3 kişiden fazla okuyan olacağını zannetmiyorum. sayın 3 kişi hikaye hakkında düşüncelerin benim için çok önemli. eleştiriye sonuna kadar açık biri olarak geri dönüşünü heyecanla bekliyorum.)
kasvet
1. bölüm oto simit
sisli ve karanlık bir günün sabahında uzaktan bir simitçinin sesi geldi "simitciiii." sesi biraz ağlamaklıydı bilmiyorum belki de özlemekliydi. saat 9,10 arası olsa da hava hâlâ aydınlanmamıştı. nasıl oluyor da her şey canımı sıkmayı başarıyor hayret ediyorum doğrusu. babasının elini sıkı sıkı tutmuş çocuk görüyorum canım sıkılıyor. el ele sevgililer görüyorum kalbime bir hançer iniyor. bir süreden sonra alınan her nefeste ızdrırap ve hicran duymak normal karşılanıyor. bir yandan da insanların nasıl bu kadar mutlu olabildiklerini düşünüyorum ama beyhude.
uzaktan gelen ses yanımda beliriverdi.
-simitçiii
son derece düzgün ve özenli kıyafetleri dikkatimi çekmişti. bir simitçi için fazlasıyla iddialı kıyafetlerdi. birkaç saat önce ütülenmiş pantolonun üzerinde dizlerine kadar inen bir palto ve kafasında çağı yakalayan siyah bir kasket. biraz daha dikkatli bakınca beni farketmeli ki
- simit ister misiniz beyefendi? daha şimdi çıktı fırından sıcacıklar.
ben hayatımda bu kadar güzel türkçe görmedim. diksiyonunun son derece düzgün olmasının yanı sıra gözlerinin içi gülüyordu. simitçi olmaktan gurur duyar gibiydi. yaşamaktan keyif alıyordu adam. simitçinin yanında turist aksanı kalan türkçemle.
- tatbikî bir simit alabilirim. henüz kahvaltı yapmadım. şu havada kahvaltıyı bırak insanın kafasını kesmemesi dahi bir mucize. sisli havayı baştan sona yavaşça süzdükten sonra yine o mükemmel türkçesiyle:
-havaya nolmuş efendim? görmüyor musunuz bulutlar altında kalmasına rağmen yine de ışığını biz insanlara vermek için savaşan güneşi? milyonlarca metre ötede sizin için çırpınan bir güneş varken şu küçücük sisin gözlerinizi kör etmesine nasıl müsade ediyorsunuz?
ilk başta giyimi sonra diksiyonu şimdi de bir simitçinin hayat görüşü olması iyice canımı sıktı. ne yalan söyleyeyim benden daha donanımlı biriydi. bu görmüş geçirmişlik değildi . bu basbaya okumuşluktu. hayata bu kadar tutkuyla yaklaşması ilgimi çekmişti.
- beni bağışlayın ama daha önce hiç böyle bir simitçi görmedim. işinize son derece önem veriyorsunuz. işten önce hayattan zevk alıyorsunuz. aldığınız her nefes ciğerlerinizi yakmıyor bilâkis içinizdeki o yaşam kıvılcımını güçlendiriyor. nasıl oluyor da senin gözlerini parlatan bu nefes benim gözlerimi kanatıyor?
simitçinin her şeyi baştan sona süzme gibi bir huyu vardı beni de tepeden tırnağa süzdükten sonra şöyle bir etrafı gözledi. çay evine gözü ilişti. önünde oturan adamla çocuğa daldı kaldı. yüzüne ordan ayırmadan "oraya bakınca ne görüyorsunuz?". hararetli hararetli çocuğa bişey anlatan adam ve can sıkıntıyla dinleyen çocuktan başka hiçbir şey yoktu orda. adamın üstü başı pislik içindeydi. kötü görüntüsüne birbirine karışmış saçı sakalı da eklenince doğrusu mide bulandırıyordu. çocuğun üzerindeki önlükten orda çalıştığını anlamak gayet kolaydı.çocuğun hoşnutsuzluğuna bakacak olursak çok muhtemel ayak üstü sohbet gelişti ve devam edince de çocuk can cekişecisiye katlanıyor adama. evet benim görebildiklerim bu kadar. peki ya siz ne görüyorsunuz? simitçinin bana acıyarak bakmasından sonra sorumu ciddiye alıp almaması bile şüpheli. tekrardan o yaşam dolu gözlerle bir bana baktı bir çocuğa sonrada adama dalıp konuşmaya başladı:
sen oraya bakınca yolunu kaybetmiş bir adam gördün oysa ben oraya bakınca yolunu arayan bir adam görüyorum. evet yolunu küçücük bir çocuğa soruyor. herkes bilir ki bakmakla görmek bambaşka şeylerdir. sen çocuğa bakınca zorla adamı dinlediğini görüyorsun oysa ben çocuğa bakınca yolunu kaybetmiş bu adama yardımcı olamayacağını bile bile yinede yardım etmeye çalışan gözler görüyorum. simitçi bunları derken hakikaten çocuğunda adamın da gözleri gülmeye başladı. az önce ben bakarken ikisinin de yüzü turşu satıyordu. simitçi konuşmaya başlayınca nasıl biranda mutlu oldular anlamadım doğrusu. içten içe simitçiyi kıskandım ona imrendim onun gibi olmak istedim. mağrur mağrur baktı bu defa bana. hayattan aldığı zevkle konuşmasını sürdürdü:
- şimdi anlıyor musun aldığımız nefesteki her şeyin aynı olmasına rağmen nasıl beni güldürüyor nasıl seni öldürüyor.
doğrusu simitçinin sözleri beni derinden etkilemişti. ne diyeceğimi ne yapacağımı bilemedim. fazlasıyla mahçup olmuştum. yarım saattir elimde durmasına rağmen tek bir ısırık almadığım simide kaydı gözüm.
-çay söyleyeyim yanına biraz canını sıktım kusura bakma. çayla telafi edeceğiz artık.
bıyık altından gülerek adamla oturan çocuğa baktı. çocukla göz göze gelince de el işaretiyle 2 çay söyledi. çocuk adama bişeyler söyledikten sonra kalktı. çabucak iki çay alıp bize doğru yürümeye başladı. yola atlamadan sağına soluna baktı. çocuk karşıya geçtikten sonra müthiş bir gürültüyle ses duyuldu.
-pppaaaattt
silahın sesi sisli havayı yararak yüzümü narince okşayıp geçti. yerimden kımıldayamıyordum. haraket etmek nasıl bir şeydi? ayaklarım yere çakılmış gibiydi. çocuk korkudan elindeki çayları düşürmüştü. refleks olarak sesin geldiği yöne yani arkasına döndü. ben de çocukla birlikte sesin geldiği yere baktım. az önce zorla dinlediği adam yan yatmış, kafasından aşağı akan kanlar bacaklarının arasında dolaşıyordu. elinde altı patlar tabanca kan pınarının en tepesinde. gözleri açık korkuyla bakıyordu dünyaya. ne zamandır haraket etmediğimi bilmiyorum. insanlar sağımdan solumdan koşup duruyordu. bayılmak uzereydim ki koluma bir memur girip "iyi misiniz?" iyiydim aslında yalnızca hayatın bu kadar basit olması beni felç etmişti. oraya gitmek istiyorum dedim kanlar içinde yatan adamı göstererek. polis şaşkın bir ifadeyle
-hayır sizi oraya götüremem. buna izin veremem. sayın savcı gelmeden hiç kimse giremez oraya.
polise ısrar etmedim. kolumdan tutup oturmama yardım etti. ne kadar öyle oturdum bilmiyorum. donuk donuk etrafı seyrediyordum ki siyah takım elbiseli birini gördüm. yüzünde acayip bir ciddiyet,son derece hoşnutsuzluk vardı. tüm memurları ayrı bir ciddiyet sarmıştı. birkaç tane polis siyah takım elbiseli adama doğru koşup " sayın savcım hoşgeldiniz." dedi. sisli karanlık ve buram buram ölüm kokan havada ne kadar öyle oturdum. kaç sigara yaktım hiç bilmiyorum. ölümlerin hüznü her zaman doğumların sevincinden daha çok olmuştur. ey yüce tanrı bilmiyorum ne için yaşıyor ne için ölüyor bunca insan.
2. bölüm transiklet
bir otobüs dolusu mutsuz yüzlerden gülücükler çıkarmak bu kaosun yalnızca küçük bir parçası. bazılarını savuran bu hayat bazılarına yalnızca kıyıdan köşeden seyrettiriyor. dokunmadan içine girmeden uzaktan seyrediyorlar yalnızca. başkaları doğuyor, büyüyor ve hatta ölüyor. bir başkaları ise yalnızca seyrediyor bu hayatı. doğmuyorlar ölmüyorlar hiç vâr olmamışcaşına. insan doğmalı bence 3 gün ağlamalı doğunca. güneş kaçmamalı dünyadan. dünya da kovalamamalı güneşi.
mesela şu simitçinin yaşadığına inanmıyorum. vâr olduğuna da inanmıyorum. bu dünyada yalnızca bir dekorasyon. nasıl ki dağlar yeryüzü boş kalmasın diye varsa simitçi de sokaklar boş kalmasın diye var. sürekli orda.ne gülüyor ne ağlıyor. gülmeli insan ağlamalı da hayat ne kadar kıyılara itse de doyasıya gülmeli öyle ağlamalı ki insan,kör olmalı gözleri. ben bunları söyleyince şaşarak kaldı çaycı çocuk. donuk bir yüzle birkaç dakika seyretti beni. kuvvetle muhtemel ne anlatıyor??meczup mudur nedir diye içinden geçirdi. fazla sessizlik olunca da sırf konuşmak için:
abi çok şey yaşamışsın belli ki ama ne mutsuz yüzlerle dolu otobüsün ne de vâr olmayan simitçinin sebebi benim. dükkan amcamın gelenlere çayını veririm. gidenlerin de küllerini dökerim. haftalık da 150 lira alırım hepsi bu.
incecik bıyığına bakılırsa 13,14 yaşlarında bir çocuktu. haftalık da 3 paket sigaraya çalışıyordu. ülke hangi ara namibya'ya döndü de çocuklar 3 paket için bir hafta çalışıyor. aklım almıyor benim bazen. ya da bilmiyorum yetişemiyorum. dün bir müzisyeni öldürdüler istek parçayı çalmadı diye bugün bir öğretmeni öldürdüler. yarın bir insanı öldürecekler sırf insan diye. en iyisi ormanda ayılarla yaşamak ama o zamanda kendini bilmez bir belgeselci gelip tarzan diye adını çıkarıyor.
- abi ben bilmem tarzan belgeselci filan ama bizim edebiyat öğretmeni gibi konuşuyorsun. şiran'lı mısın sen de? şiran' dan mı geldin?
haftalık 3 pakete çalışan bir çocuk için kafasını karıştıran,söylediklerinden hiçbir şey anlamadığı öğretmeni olması büyük bir lütuftu. oldukça zayıf çelimsiz bir çocuktu baştan aşağı detaylıca süzünce rahatsız olmuş olası ki bir adım geri çekilip öğretmeninden azar işiten çocuklar gibi ellerini önünde birleştirdi. başını öne eğdi. hiç beceremesem de gülümseyerek:
şirandan gelmedim şiran neresi bilmiyorum. bilsem çokta bir şey değişmiyor. nereli olduğumu ben de bilmiyorum. nerde doğdum onu bile bilmiyorum. ...bilmiyorum.
- nasıl bilmezsin abi. otogar burası illaki bir yerlerden gelip bir yerlere gitmen gerekiyor. ne tuhaf adamsın. aynı yerden aynı yere gideni de ilk defa görüyorum.
ne yalan söyleyeyim bu çelimsiz çocuğun bir şeylere itiraz edeceğini beklemezdim. şaşırdım.
- geç otur karşıma ayakta kalma.
istemeye istemeye de olsa oturdu karşıma. amma kafa ütüleyecek diye içinden geçirdiğine eminim. anlaşılmak bu dünyadaki en güzel duygulardan birisidir. bilmiyorum hiç tatdım mı o duyguyu?
- annem ben çok küçükken ölmüş adını sanını dahi bilmem. ne yapıyorum ne ediyorum inan bilmiyorum çocuk. ben de bir hastalık var bir yerde bir haftadan fazla kalınca intihara fazlasıyla meylediyorum. iç isyanımdan olsa gerek. o yüzden yollardayım senelerdir. yollar benim memleketim. otogarlar evim. şimdi beni iyi dinle ben klişelerden hiç hoşlanmam. o yüzden beylik sözlere hiç girmeyeceğim. tahmini iki saate bir adam gelecek buraya herkes ona sayın diye hitap edecek. ama inan çocuk, sayılacak hiçbir yanı yok. hikayemi merak edecekler inan merak edilecek hiçbir yanı yok. yalnızca yaşanmamış duygular, görülmemiş günler ve hiç doğmayan güneşler var hikayemde. on gündür bu şehirdeyim çocuk. anlıyor musun on gün. bu son derece rahatsız edici bir şey . sana ne konuştuğumuzu soracak sen de muhtemelen kireç gibi bembeyaz geçmiş yüzünle donup donup kalacaksın. nolur affet beni çocuk.
bu kasvetli havalar mahvetti beni en çokta. bulutların altında bağır çağır sesini duyurmaya çalışan güneş mahvetti en çokta. güzel bir kadının gülüşü dahi dünyamı ısıtmıyorsa intihar artık ihtimal olmaktan çıkmıştır. rüya kadar gerçek ölüm gibi yakınımdır. dostumdur en yalnız kavgada. ufukta güneşin kırıntıları, yüz kişilik bir yalnızlık tek kişilik bir kalabalık gelmekte üzerimize.
normal sözlük yazarlarının küçürek hikayeleri
normal sözlük yazarlarının şunları
normal sözlük yazarlarının bunları
diye uzadıya giden bu listeye bir yenisini ekliyorum. öcelikle şunu belirtmek isterim ki;burdaki hikaye yaşam hikayesi değildir. yazarların kendi uydurma hikayelerinden başka derin manalar aramayınız lütfen.
sözlüğün bu güne kadar girilmiş en uzun tanımı olduğunu iddia ediyorum. yönetimden tanımımı silmemeleri karşılığında sözlüğün en uzun tanımı altın plaketinden de feragat ediyorum.
(3 kişiden fazla okuyan olacağını zannetmiyorum. sayın 3 kişi hikaye hakkında düşüncelerin benim için çok önemli. eleştiriye sonuna kadar açık biri olarak geri dönüşünü heyecanla bekliyorum.)
kasvet
1. bölüm oto simit
sisli ve karanlık bir günün sabahında uzaktan bir simitçinin sesi geldi "simitciiii." sesi biraz ağlamaklıydı bilmiyorum belki de özlemekliydi. saat 9,10 arası olsa da hava hâlâ aydınlanmamıştı. nasıl oluyor da her şey canımı sıkmayı başarıyor hayret ediyorum doğrusu. babasının elini sıkı sıkı tutmuş çocuk görüyorum canım sıkılıyor. el ele sevgililer görüyorum kalbime bir hançer iniyor. bir süreden sonra alınan her nefeste ızdrırap ve hicran duymak normal karşılanıyor. bir yandan da insanların nasıl bu kadar mutlu olabildiklerini düşünüyorum ama beyhude.
uzaktan gelen ses yanımda beliriverdi.
-simitçiii
son derece düzgün ve özenli kıyafetleri dikkatimi çekmişti. bir simitçi için fazlasıyla iddialı kıyafetlerdi. birkaç saat önce ütülenmiş pantolonun üzerinde dizlerine kadar inen bir palto ve kafasında çağı yakalayan siyah bir kasket. biraz daha dikkatli bakınca beni farketmeli ki
- simit ister misiniz beyefendi? daha şimdi çıktı fırından sıcacıklar.
ben hayatımda bu kadar güzel türkçe görmedim. diksiyonunun son derece düzgün olmasının yanı sıra gözlerinin içi gülüyordu. simitçi olmaktan gurur duyar gibiydi. yaşamaktan keyif alıyordu adam. simitçinin yanında turist aksanı kalan türkçemle.
- tatbikî bir simit alabilirim. henüz kahvaltı yapmadım. şu havada kahvaltıyı bırak insanın kafasını kesmemesi dahi bir mucize. sisli havayı baştan sona yavaşça süzdükten sonra yine o mükemmel türkçesiyle:
-havaya nolmuş efendim? görmüyor musunuz bulutlar altında kalmasına rağmen yine de ışığını biz insanlara vermek için savaşan güneşi? milyonlarca metre ötede sizin için çırpınan bir güneş varken şu küçücük sisin gözlerinizi kör etmesine nasıl müsade ediyorsunuz?
ilk başta giyimi sonra diksiyonu şimdi de bir simitçinin hayat görüşü olması iyice canımı sıktı. ne yalan söyleyeyim benden daha donanımlı biriydi. bu görmüş geçirmişlik değildi . bu basbaya okumuşluktu. hayata bu kadar tutkuyla yaklaşması ilgimi çekmişti.
- beni bağışlayın ama daha önce hiç böyle bir simitçi görmedim. işinize son derece önem veriyorsunuz. işten önce hayattan zevk alıyorsunuz. aldığınız her nefes ciğerlerinizi yakmıyor bilâkis içinizdeki o yaşam kıvılcımını güçlendiriyor. nasıl oluyor da senin gözlerini parlatan bu nefes benim gözlerimi kanatıyor?
simitçinin her şeyi baştan sona süzme gibi bir huyu vardı beni de tepeden tırnağa süzdükten sonra şöyle bir etrafı gözledi. çay evine gözü ilişti. önünde oturan adamla çocuğa daldı kaldı. yüzüne ordan ayırmadan "oraya bakınca ne görüyorsunuz?". hararetli hararetli çocuğa bişey anlatan adam ve can sıkıntıyla dinleyen çocuktan başka hiçbir şey yoktu orda. adamın üstü başı pislik içindeydi. kötü görüntüsüne birbirine karışmış saçı sakalı da eklenince doğrusu mide bulandırıyordu. çocuğun üzerindeki önlükten orda çalıştığını anlamak gayet kolaydı.çocuğun hoşnutsuzluğuna bakacak olursak çok muhtemel ayak üstü sohbet gelişti ve devam edince de çocuk can cekişecisiye katlanıyor adama. evet benim görebildiklerim bu kadar. peki ya siz ne görüyorsunuz? simitçinin bana acıyarak bakmasından sonra sorumu ciddiye alıp almaması bile şüpheli. tekrardan o yaşam dolu gözlerle bir bana baktı bir çocuğa sonrada adama dalıp konuşmaya başladı:
sen oraya bakınca yolunu kaybetmiş bir adam gördün oysa ben oraya bakınca yolunu arayan bir adam görüyorum. evet yolunu küçücük bir çocuğa soruyor. herkes bilir ki bakmakla görmek bambaşka şeylerdir. sen çocuğa bakınca zorla adamı dinlediğini görüyorsun oysa ben çocuğa bakınca yolunu kaybetmiş bu adama yardımcı olamayacağını bile bile yinede yardım etmeye çalışan gözler görüyorum. simitçi bunları derken hakikaten çocuğunda adamın da gözleri gülmeye başladı. az önce ben bakarken ikisinin de yüzü turşu satıyordu. simitçi konuşmaya başlayınca nasıl biranda mutlu oldular anlamadım doğrusu. içten içe simitçiyi kıskandım ona imrendim onun gibi olmak istedim. mağrur mağrur baktı bu defa bana. hayattan aldığı zevkle konuşmasını sürdürdü:
- şimdi anlıyor musun aldığımız nefesteki her şeyin aynı olmasına rağmen nasıl beni güldürüyor nasıl seni öldürüyor.
doğrusu simitçinin sözleri beni derinden etkilemişti. ne diyeceğimi ne yapacağımı bilemedim. fazlasıyla mahçup olmuştum. yarım saattir elimde durmasına rağmen tek bir ısırık almadığım simide kaydı gözüm.
-çay söyleyeyim yanına biraz canını sıktım kusura bakma. çayla telafi edeceğiz artık.
bıyık altından gülerek adamla oturan çocuğa baktı. çocukla göz göze gelince de el işaretiyle 2 çay söyledi. çocuk adama bişeyler söyledikten sonra kalktı. çabucak iki çay alıp bize doğru yürümeye başladı. yola atlamadan sağına soluna baktı. çocuk karşıya geçtikten sonra müthiş bir gürültüyle ses duyuldu.
-pppaaaattt
silahın sesi sisli havayı yararak yüzümü narince okşayıp geçti. yerimden kımıldayamıyordum. haraket etmek nasıl bir şeydi? ayaklarım yere çakılmış gibiydi. çocuk korkudan elindeki çayları düşürmüştü. refleks olarak sesin geldiği yöne yani arkasına döndü. ben de çocukla birlikte sesin geldiği yere baktım. az önce zorla dinlediği adam yan yatmış, kafasından aşağı akan kanlar bacaklarının arasında dolaşıyordu. elinde altı patlar tabanca kan pınarının en tepesinde. gözleri açık korkuyla bakıyordu dünyaya. ne zamandır haraket etmediğimi bilmiyorum. insanlar sağımdan solumdan koşup duruyordu. bayılmak uzereydim ki koluma bir memur girip "iyi misiniz?" iyiydim aslında yalnızca hayatın bu kadar basit olması beni felç etmişti. oraya gitmek istiyorum dedim kanlar içinde yatan adamı göstererek. polis şaşkın bir ifadeyle
-hayır sizi oraya götüremem. buna izin veremem. sayın savcı gelmeden hiç kimse giremez oraya.
polise ısrar etmedim. kolumdan tutup oturmama yardım etti. ne kadar öyle oturdum bilmiyorum. donuk donuk etrafı seyrediyordum ki siyah takım elbiseli birini gördüm. yüzünde acayip bir ciddiyet,son derece hoşnutsuzluk vardı. tüm memurları ayrı bir ciddiyet sarmıştı. birkaç tane polis siyah takım elbiseli adama doğru koşup " sayın savcım hoşgeldiniz." dedi. sisli karanlık ve buram buram ölüm kokan havada ne kadar öyle oturdum. kaç sigara yaktım hiç bilmiyorum. ölümlerin hüznü her zaman doğumların sevincinden daha çok olmuştur. ey yüce tanrı bilmiyorum ne için yaşıyor ne için ölüyor bunca insan.
2. bölüm transiklet
bir otobüs dolusu mutsuz yüzlerden gülücükler çıkarmak bu kaosun yalnızca küçük bir parçası. bazılarını savuran bu hayat bazılarına yalnızca kıyıdan köşeden seyrettiriyor. dokunmadan içine girmeden uzaktan seyrediyorlar yalnızca. başkaları doğuyor, büyüyor ve hatta ölüyor. bir başkaları ise yalnızca seyrediyor bu hayatı. doğmuyorlar ölmüyorlar hiç vâr olmamışcaşına. insan doğmalı bence 3 gün ağlamalı doğunca. güneş kaçmamalı dünyadan. dünya da kovalamamalı güneşi.
mesela şu simitçinin yaşadığına inanmıyorum. vâr olduğuna da inanmıyorum. bu dünyada yalnızca bir dekorasyon. nasıl ki dağlar yeryüzü boş kalmasın diye varsa simitçi de sokaklar boş kalmasın diye var. sürekli orda.ne gülüyor ne ağlıyor. gülmeli insan ağlamalı da hayat ne kadar kıyılara itse de doyasıya gülmeli öyle ağlamalı ki insan,kör olmalı gözleri. ben bunları söyleyince şaşarak kaldı çaycı çocuk. donuk bir yüzle birkaç dakika seyretti beni. kuvvetle muhtemel ne anlatıyor??meczup mudur nedir diye içinden geçirdi. fazla sessizlik olunca da sırf konuşmak için:
abi çok şey yaşamışsın belli ki ama ne mutsuz yüzlerle dolu otobüsün ne de vâr olmayan simitçinin sebebi benim. dükkan amcamın gelenlere çayını veririm. gidenlerin de küllerini dökerim. haftalık da 150 lira alırım hepsi bu.
incecik bıyığına bakılırsa 13,14 yaşlarında bir çocuktu. haftalık da 3 paket sigaraya çalışıyordu. ülke hangi ara namibya'ya döndü de çocuklar 3 paket için bir hafta çalışıyor. aklım almıyor benim bazen. ya da bilmiyorum yetişemiyorum. dün bir müzisyeni öldürdüler istek parçayı çalmadı diye bugün bir öğretmeni öldürdüler. yarın bir insanı öldürecekler sırf insan diye. en iyisi ormanda ayılarla yaşamak ama o zamanda kendini bilmez bir belgeselci gelip tarzan diye adını çıkarıyor.
- abi ben bilmem tarzan belgeselci filan ama bizim edebiyat öğretmeni gibi konuşuyorsun. şiran'lı mısın sen de? şiran' dan mı geldin?
haftalık 3 pakete çalışan bir çocuk için kafasını karıştıran,söylediklerinden hiçbir şey anlamadığı öğretmeni olması büyük bir lütuftu. oldukça zayıf çelimsiz bir çocuktu baştan aşağı detaylıca süzünce rahatsız olmuş olası ki bir adım geri çekilip öğretmeninden azar işiten çocuklar gibi ellerini önünde birleştirdi. başını öne eğdi. hiç beceremesem de gülümseyerek:
şirandan gelmedim şiran neresi bilmiyorum. bilsem çokta bir şey değişmiyor. nereli olduğumu ben de bilmiyorum. nerde doğdum onu bile bilmiyorum. ...bilmiyorum.
- nasıl bilmezsin abi. otogar burası illaki bir yerlerden gelip bir yerlere gitmen gerekiyor. ne tuhaf adamsın. aynı yerden aynı yere gideni de ilk defa görüyorum.
ne yalan söyleyeyim bu çelimsiz çocuğun bir şeylere itiraz edeceğini beklemezdim. şaşırdım.
- geç otur karşıma ayakta kalma.
istemeye istemeye de olsa oturdu karşıma. amma kafa ütüleyecek diye içinden geçirdiğine eminim. anlaşılmak bu dünyadaki en güzel duygulardan birisidir. bilmiyorum hiç tatdım mı o duyguyu?
- annem ben çok küçükken ölmüş adını sanını dahi bilmem. ne yapıyorum ne ediyorum inan bilmiyorum çocuk. ben de bir hastalık var bir yerde bir haftadan fazla kalınca intihara fazlasıyla meylediyorum. iç isyanımdan olsa gerek. o yüzden yollardayım senelerdir. yollar benim memleketim. otogarlar evim. şimdi beni iyi dinle ben klişelerden hiç hoşlanmam. o yüzden beylik sözlere hiç girmeyeceğim. tahmini iki saate bir adam gelecek buraya herkes ona sayın diye hitap edecek. ama inan çocuk, sayılacak hiçbir yanı yok. hikayemi merak edecekler inan merak edilecek hiçbir yanı yok. yalnızca yaşanmamış duygular, görülmemiş günler ve hiç doğmayan güneşler var hikayemde. on gündür bu şehirdeyim çocuk. anlıyor musun on gün. bu son derece rahatsız edici bir şey . sana ne konuştuğumuzu soracak sen de muhtemelen kireç gibi bembeyaz geçmiş yüzünle donup donup kalacaksın. nolur affet beni çocuk.
bu kasvetli havalar mahvetti beni en çokta. bulutların altında bağır çağır sesini duyurmaya çalışan güneş mahvetti en çokta. güzel bir kadının gülüşü dahi dünyamı ısıtmıyorsa intihar artık ihtimal olmaktan çıkmıştır. rüya kadar gerçek ölüm gibi yakınımdır. dostumdur en yalnız kavgada. ufukta güneşin kırıntıları, yüz kişilik bir yalnızlık tek kişilik bir kalabalık gelmekte üzerimize.
devamını gör...
2.
bizden çok uzak diyarlarda yaşayan küçük bir kız çocuğundan bahsedeceğim sana.kalbi o kadar sevgiyle ve o kadar umut doluydu ki gözlerinin her daim mutlulukla parladığını görebilirdin.
ailesiyle yaşayıp giderdi. okulda herkes onu sever, o da kimseyi kocaman gülümsemesinden mahrum bırakmazdı.
bir gün ailesiyle çıktığı bir yürüyüşte kapanmış, bütün yapraklarını kendine siper etmiş bir çiçek gördü ve çok üzüldü çocuk aklıyla.
o gece hiç uyuyamadı. hep çiçeği düşündü.
"belki" dedi içinden, "her gün gidip konuşsam açar, yalnız kalmıştır".
o günden sonra her gün gidip çiçekle konuştu, yapraklarını okşadı ama çiçek asla açmadı.
o gece, öylesine yoldan geçen bir adam çiçeği gördü. sinirliydi.
sçrm çiçeğine benim canım sıkkın o sere serpe açmış dedi ve elini uzatıp çiçeği kopardı .
bu saçma sapan hikaye de burada bitti.
sadece yılın belirli zamanlarında açan kandupul çiçeğinden esinlendim. koparıldıktan 4 saat sonra da soluyormuş.
bu da belki yarışmada çıkar lazım olur.
ailesiyle yaşayıp giderdi. okulda herkes onu sever, o da kimseyi kocaman gülümsemesinden mahrum bırakmazdı.
bir gün ailesiyle çıktığı bir yürüyüşte kapanmış, bütün yapraklarını kendine siper etmiş bir çiçek gördü ve çok üzüldü çocuk aklıyla.
o gece hiç uyuyamadı. hep çiçeği düşündü.
"belki" dedi içinden, "her gün gidip konuşsam açar, yalnız kalmıştır".
o günden sonra her gün gidip çiçekle konuştu, yapraklarını okşadı ama çiçek asla açmadı.
o gece, öylesine yoldan geçen bir adam çiçeği gördü. sinirliydi.
sçrm çiçeğine benim canım sıkkın o sere serpe açmış dedi ve elini uzatıp çiçeği kopardı .
bu saçma sapan hikaye de burada bitti.
sadece yılın belirli zamanlarında açan kandupul çiçeğinden esinlendim. koparıldıktan 4 saat sonra da soluyormuş.
bu da belki yarışmada çıkar lazım olur.
devamını gör...