varoluşsal sancı hikâyeleri
başlık "fıstıklıbörek" tarafından 07.01.2022 21:11 tarihinde açılmıştır.
1.
arabasını çekmek için müsait bir yer aradı, az sonra çamurlaşmış topraktaki tekerlek izlerinden daha önce araba çekildiği belli olan bir yer gördü. göz ucuyla yolu kontrol edip hızlı bir şekilde arabasını oraya park etti. el frenini zorlukla çekebildi, eski arabasına acıyarak bakıp aşağı indi. bir müddet gölün kıyısında öylece bekledi. hava kapalıydı, serin bir rüzgâr esiyordu. muhtemelen bu serin rüzgâr yerini sağanak bir yağmura bırakacaktı.
gölün ortasında bir sağa bir sola yüzerek ilerleyen bir yaban ördeği gördü. bir an kendisinin o yaban ördeğinden çok da farklı olmadığını hissetti. öyle ya, o da tıpkı o yaban ördeği gibi bir sağa bir sola gidiyordu amaçsızca.
oturacak bir yer bulmak için etrafına bakındı. daha önce yakılan ateşlerin yerini, siyaha çalan koyu kırmızı bira şişesi kırıklarını gördü. az ötede yuvarlak denebilecek büyük bir taş vardı. üzerine oturup ceketinin cebinden çıkardığı marlboro sigarayı ateşledi. derin bir nefes çektikten sonra yine göl ile dağın kesişim noktasını izlemeye koyuldu. düşünceler aklındam belli bir sırayı takip etmeksizin geçip gidiyordu. hatta geçip gitmiyor, her bir düşünce beyninin bir köşesine çörekleniyor ve orada asalak varlığını sürdürüyordu.
evlenmemişti, babası öldükten sonra annesi nazife hanım çok uğraşmış evlendirmek için çalmadık kapı bırakmamıştı. bir tek kendi kapısını çalmamış, evlenmek istiyor musun diye hiç sormamıştı kendisine. bu sebepten olacak annesinin bulduğu her kısmeti türlü bahanelerle reddetmişti. nazife hanım, kendisi de öldükten sonra bu dağınık oğlunun arkasını kim toplayacak diye endişe ediyordu. kendine bakamaz, perişan olur diye düşünüyordu. her sabah çayını ocağa koyuyor, birlikte kahvaltı yapıyorlardı. sonra oğlu evden çıkıyor, ne yapar ne eder bilinmez akşam dönüyordu.
nazife hanım öldükten sonra oğlu ilk başlarda seyrek uğradığı evine artık hiç gelmez oldu. en son çay içtiği bardak dibinde çay kalmış olarak ve altında kızıl bir iz bırakarak öylece masanın üzerinde kalmıştı. babasının üst kısmı dantelle örtülmüş fotoğrafı ahşap çerçevesiyle duvarda asılıydı.
sigarası bitip sönmüş bir şekilde parmaklarının arasındaydı hâlâ. nermin'i düşündü, düz siyah saçlarını, iri ve siyah gözlerini, içini ısıtan gülüşünü hatırladı. yanında iken hiçbir zaman anlam veremediği bu hayata hiç anlam aramadığını fark etti. nermin hayatının bizzat anlamı olmuştu. onunla evlenmeye bir türlü cesaret edememişti. defalarca ağlayıp açık açık söylemesine rağmen nermin'e ümit dahi vermemişti. ama onu seviyordu. ya da sevdiğini sanıyordu. dahası alışmıştı ona. nermin bir memurla evlenip gittikten sonra sudan çıkmış balığa dönmüştü. şimdi eski bir araba, kapısını açmadığı hatıralarla dolu bir ev ve hayat ağrısı çeken bir yürekle bir başına kalmıştı.
fabrikanın su arıtma tesisinde çalışmak için form doldurmuştu. yemek bedavaydı, fabrika lojnanında cüzi bir ücretle kalacaktı. gözü telefona ilişti, hâlâ çalmıyordu. zaten pek çalmazdı şimdi sadece beklenti içindeydi. rehberinde hâlâ silmediği annesinin numarası dahil toplamda on on beş kişi ya var ya yoktu. hem sevmiyordu telefonla konuşmayı, ne gerek vardı.
derin bir iç çekip arabasına bindi. göstergeye baktı, çeyrek depo benzin vardı. arabayı çalıştırdı. benzinin bittiği yere kadar gidecekti.
gölün ortasında bir sağa bir sola yüzerek ilerleyen bir yaban ördeği gördü. bir an kendisinin o yaban ördeğinden çok da farklı olmadığını hissetti. öyle ya, o da tıpkı o yaban ördeği gibi bir sağa bir sola gidiyordu amaçsızca.
oturacak bir yer bulmak için etrafına bakındı. daha önce yakılan ateşlerin yerini, siyaha çalan koyu kırmızı bira şişesi kırıklarını gördü. az ötede yuvarlak denebilecek büyük bir taş vardı. üzerine oturup ceketinin cebinden çıkardığı marlboro sigarayı ateşledi. derin bir nefes çektikten sonra yine göl ile dağın kesişim noktasını izlemeye koyuldu. düşünceler aklındam belli bir sırayı takip etmeksizin geçip gidiyordu. hatta geçip gitmiyor, her bir düşünce beyninin bir köşesine çörekleniyor ve orada asalak varlığını sürdürüyordu.
evlenmemişti, babası öldükten sonra annesi nazife hanım çok uğraşmış evlendirmek için çalmadık kapı bırakmamıştı. bir tek kendi kapısını çalmamış, evlenmek istiyor musun diye hiç sormamıştı kendisine. bu sebepten olacak annesinin bulduğu her kısmeti türlü bahanelerle reddetmişti. nazife hanım, kendisi de öldükten sonra bu dağınık oğlunun arkasını kim toplayacak diye endişe ediyordu. kendine bakamaz, perişan olur diye düşünüyordu. her sabah çayını ocağa koyuyor, birlikte kahvaltı yapıyorlardı. sonra oğlu evden çıkıyor, ne yapar ne eder bilinmez akşam dönüyordu.
nazife hanım öldükten sonra oğlu ilk başlarda seyrek uğradığı evine artık hiç gelmez oldu. en son çay içtiği bardak dibinde çay kalmış olarak ve altında kızıl bir iz bırakarak öylece masanın üzerinde kalmıştı. babasının üst kısmı dantelle örtülmüş fotoğrafı ahşap çerçevesiyle duvarda asılıydı.
sigarası bitip sönmüş bir şekilde parmaklarının arasındaydı hâlâ. nermin'i düşündü, düz siyah saçlarını, iri ve siyah gözlerini, içini ısıtan gülüşünü hatırladı. yanında iken hiçbir zaman anlam veremediği bu hayata hiç anlam aramadığını fark etti. nermin hayatının bizzat anlamı olmuştu. onunla evlenmeye bir türlü cesaret edememişti. defalarca ağlayıp açık açık söylemesine rağmen nermin'e ümit dahi vermemişti. ama onu seviyordu. ya da sevdiğini sanıyordu. dahası alışmıştı ona. nermin bir memurla evlenip gittikten sonra sudan çıkmış balığa dönmüştü. şimdi eski bir araba, kapısını açmadığı hatıralarla dolu bir ev ve hayat ağrısı çeken bir yürekle bir başına kalmıştı.
fabrikanın su arıtma tesisinde çalışmak için form doldurmuştu. yemek bedavaydı, fabrika lojnanında cüzi bir ücretle kalacaktı. gözü telefona ilişti, hâlâ çalmıyordu. zaten pek çalmazdı şimdi sadece beklenti içindeydi. rehberinde hâlâ silmediği annesinin numarası dahil toplamda on on beş kişi ya var ya yoktu. hem sevmiyordu telefonla konuşmayı, ne gerek vardı.
derin bir iç çekip arabasına bindi. göstergeye baktı, çeyrek depo benzin vardı. arabayı çalıştırdı. benzinin bittiği yere kadar gidecekti.
devamını gör...
2.
saat kaç?
bugün kaç defa vurdu kıyıya o soğuk düşünceler.. üstelik daha sabah, şimdiden bu kadar toz duman..
yatağın içinde yorgan boğazında sanki boğuluyordu.
acaba burada böyle yatsam ve hiç kalkmasam. ne olurdu? ölür müydüm, yaşıyor muyum peki? saate baktı, ne anlamı vardı. onu bekleyen bir sürü luzümsuz iş. yapsa ne olur, yapmasa ne olur..
kendini bildi bileli sorumluluklardan hep kaçardı. onları adlandıramazdı. sıkı sıkı bir şeye bağlanamazdı.
eskiden iyi şeyler beklerdi hayatından sonra ümidini kesti her şeyden. iyi şeyleri beklerken hep daha sıkıcı daha soğuk ve karanlıktı hayat. böyle olduğunu öğrendiğinden beri cenaze eviydi ruhu. karanlık olana güneş hiç doğmazdı.
kahvaltı yapmam gerekli.. hazırlamak ne yorucu, ne saçma. her gün aç olanı doyurmak gerekli, bu sürekli tekrar etmeli. peki ruhum, onu kim doyuracak?
eli ayağı kalkmıyordu. zaten sabahları çok üzgün olurdu. acı bir tat var ağzında, yüreğine bir yumruk yuva yapmış, uçamayacak belli.
bu sabah acı acı ağlamak istedi, tam çayını demlerken düşündü bunları. kızarmış ekmeğine tereyağ sürerken. yaşadıkları inanılmaz tuhaf.. birazdan ekmeğin üzerine vişne reçeli sürecek sanki ağlamamak için dudaklarını hiç büzüştürmemiş gibi yapacak. her şey normal. ruhu onunla dalga geçerken her şey dışarıdan çok normal görünüyordu.. senelerdir ta derinden gelen, tanıdık acıları tekrar tekrar hissediyordu. bu his gittikçe daha da şiddetleniyordu. yavaş yavaş ölüyordu bir yandan da çayını yudumluyordu.
sevgili @fıstıklıbörek açtığın başlık ve paylaştığın hikayelerin için kendi adıma teşekkür ederim. ben de gelirim artık buraya.
bugün kaç defa vurdu kıyıya o soğuk düşünceler.. üstelik daha sabah, şimdiden bu kadar toz duman..
yatağın içinde yorgan boğazında sanki boğuluyordu.
acaba burada böyle yatsam ve hiç kalkmasam. ne olurdu? ölür müydüm, yaşıyor muyum peki? saate baktı, ne anlamı vardı. onu bekleyen bir sürü luzümsuz iş. yapsa ne olur, yapmasa ne olur..
kendini bildi bileli sorumluluklardan hep kaçardı. onları adlandıramazdı. sıkı sıkı bir şeye bağlanamazdı.
eskiden iyi şeyler beklerdi hayatından sonra ümidini kesti her şeyden. iyi şeyleri beklerken hep daha sıkıcı daha soğuk ve karanlıktı hayat. böyle olduğunu öğrendiğinden beri cenaze eviydi ruhu. karanlık olana güneş hiç doğmazdı.
kahvaltı yapmam gerekli.. hazırlamak ne yorucu, ne saçma. her gün aç olanı doyurmak gerekli, bu sürekli tekrar etmeli. peki ruhum, onu kim doyuracak?
eli ayağı kalkmıyordu. zaten sabahları çok üzgün olurdu. acı bir tat var ağzında, yüreğine bir yumruk yuva yapmış, uçamayacak belli.
bu sabah acı acı ağlamak istedi, tam çayını demlerken düşündü bunları. kızarmış ekmeğine tereyağ sürerken. yaşadıkları inanılmaz tuhaf.. birazdan ekmeğin üzerine vişne reçeli sürecek sanki ağlamamak için dudaklarını hiç büzüştürmemiş gibi yapacak. her şey normal. ruhu onunla dalga geçerken her şey dışarıdan çok normal görünüyordu.. senelerdir ta derinden gelen, tanıdık acıları tekrar tekrar hissediyordu. bu his gittikçe daha da şiddetleniyordu. yavaş yavaş ölüyordu bir yandan da çayını yudumluyordu.
sevgili @fıstıklıbörek açtığın başlık ve paylaştığın hikayelerin için kendi adıma teşekkür ederim. ben de gelirim artık buraya.
devamını gör...
3.
şu sahne gelmiş geçmiş en iyi sahnelerde ilk üçe girer:
devamını gör...
4.
gramafon iğnesini plak üstüne usulca koydu. plak dönmeye başlayınca hışırtılar arasından bir insan sesi duyuldu. annesinin en sevdiği aşıktı bu.
dostlar beni bir kazana koydular
kırk yıl yandım daha çiğdir dediler…
ölçmüştü, biçmişti, tartmıştı ama bir türlü olduramamıştı. hata neredeydi? neden hep eksik kalınıyordu ve neden hep geç?
çay bardağına koyduğu rakıdan bir yudum aldı. biraz daha daldı türkünün sözlerine;
deli gönlüm aktı gitti engine
çok boyandım çok çiçekler rengine.
tüm bu olanların bir anlamı olmalıydı. cümlenin öznesi belliydi ama bir türlü yüklemi bulup son noktayı koyamıyordu. bir var olmama sancısı sardı benliğini. ölçtü, biçti, bir kantara koydu… yine eksik geldi.
bir yudum daha aldı rakıdan. bıraktı türkünün sözlerine kendisini.
olmaz olsun atamadım beni beni.
dostlar beni bir kazana koydular
kırk yıl yandım daha çiğdir dediler…
ölçmüştü, biçmişti, tartmıştı ama bir türlü olduramamıştı. hata neredeydi? neden hep eksik kalınıyordu ve neden hep geç?
çay bardağına koyduğu rakıdan bir yudum aldı. biraz daha daldı türkünün sözlerine;
deli gönlüm aktı gitti engine
çok boyandım çok çiçekler rengine.
tüm bu olanların bir anlamı olmalıydı. cümlenin öznesi belliydi ama bir türlü yüklemi bulup son noktayı koyamıyordu. bir var olmama sancısı sardı benliğini. ölçtü, biçti, bir kantara koydu… yine eksik geldi.
bir yudum daha aldı rakıdan. bıraktı türkünün sözlerine kendisini.
olmaz olsun atamadım beni beni.
devamını gör...
5.
elindeki söğüt dalını ikiye kırdı. biraz daha sivri olan ucuyla toprağın üzerine rastgele bir şeyler çizmeye başladı. güneş sarı saçlarından yanık yüzüne düşüyordu. yeşil gözlerini zorlukla açabiliyordu. 12 yaşına gireli birkaç gün olmuştu. doğum günü her zaman olduğu gibi kutlanmadı. zaten böyle bir beklentisi de yoktu. yine de içinde bir kırıklık bırakmıştı bu. amaan ne anlamı var ki, diye düşünüp elindeki çubuğu fırlattı.
dilini sıcaktan kurumuş dudaklarında gezdirdi. toprağın üzerinde çizdiği anlamsız şekillere baktı. yağmur yağınca kaybolup gidecekti hepsi. birden çizgi olmayı diledi içinden. ne zaman yağacağı belli olmayan bir yağmurla silinip gitmeyi. taze, yumuşak bir çamurun içinde kaybolmayı. taze çamuru çok severdi, bahar geldiğinde topraktan çıkan buğuyu bir de. göğe yükselirdi buğu kıvrılarak, her saniye şekil değiştirerek. buğu olmayı diledi, öylece yeryüzünü seyrederek göğe, güneşe yükselmeyi.
başını kaldırıp baktı, az önce yorulup yolun ortasına bıraktığı içi odun dolu sepeti kendisini bekliyordu. toprağın üzerine çizdiği anlamsız şekillerin üzerine bastığını fark etmeden yorgun adımlarla sepete doğru yürüdü.
dilini sıcaktan kurumuş dudaklarında gezdirdi. toprağın üzerinde çizdiği anlamsız şekillere baktı. yağmur yağınca kaybolup gidecekti hepsi. birden çizgi olmayı diledi içinden. ne zaman yağacağı belli olmayan bir yağmurla silinip gitmeyi. taze, yumuşak bir çamurun içinde kaybolmayı. taze çamuru çok severdi, bahar geldiğinde topraktan çıkan buğuyu bir de. göğe yükselirdi buğu kıvrılarak, her saniye şekil değiştirerek. buğu olmayı diledi, öylece yeryüzünü seyrederek göğe, güneşe yükselmeyi.
başını kaldırıp baktı, az önce yorulup yolun ortasına bıraktığı içi odun dolu sepeti kendisini bekliyordu. toprağın üzerine çizdiği anlamsız şekillerin üzerine bastığını fark etmeden yorgun adımlarla sepete doğru yürüdü.
devamını gör...
6.
yoğun sis altında ilerliyor; belli belirsiz görünen bir yolda yönünü kaybetmemeye çalışarak, hızlı adımlarla sisi yararcasına gidiyordu. kendine kızıyor; sabah kalktığında ilk iş hava durumunu kontrol etmek olmalıydı. ne diye çıktı apar topar sanki yetiştirmesi gereken önemli bir işi varmış gibi. ömrü boyunca önemli bir işi olmadı ki..
-yürürken aklına geçen gün katıldığı bir davet geldi-
o girdiği sahte topluluklarda en nefret ettiği şey; insanların kendileriyle ilgili konuştukları yerde tanrımsı ifadelerde bulunmalarıydı. bu insanlar çıldırmış olmalı! delirircesine, aşırı öfke uyandıran bir megolamanlık bu. işte o toplulukların birinde eski bir tanıdığa denk gelmişti. dünyayı kurtarıyormuş gibi tavır aldığı şekilsiz duruşu aslında ne kadar çirkin ve vasat duruyordu. ah keşke kendi gözlerimi çıkarıp ona verebilseydim! keşke içinin boşluğuna benim gördüğüm yerden bakabilseydi diye düşündü.
-acı veren düşünceleriyle ilerlemeye devam etti-
ben her sabah bu gözlerle kendi vasatlığımı görebiliyorum ama o? ben bu kadar net görebiliyorken sisler görme alanımı tamamen kapatıyordu. biri şaka yapıyor olmalı ona, başka açıklaması olamaz.. sislerin dağılmadığı gitgide daha da çok yoğunlaştığı bir zaman dilimine girmişti. olduğu yerde beklemekten başka çaresi yoktu. o zavallı tanıdık, keşke o da burada olsaydı? tek başına bunları yaşamayı haketmiyordu. o toplulukların bulunduğu yerlere fırtınalar ulaşmalı o zaman. bu sisin altında yapayalnız kaldıysam hepsi onların yüzünden.
![kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel](https://media.normalsozluk.com/up/2022/03/17/uhbwseowy3gjzdvi-t.jpg)
belki de durmanın verdiği o çaresizlik duygusunu benimseyemeyecek, çarpa çarpa bir yola girecekti. cesaretini çağırırken şimdilik öylece duruyordu.
-yürürken aklına geçen gün katıldığı bir davet geldi-
o girdiği sahte topluluklarda en nefret ettiği şey; insanların kendileriyle ilgili konuştukları yerde tanrımsı ifadelerde bulunmalarıydı. bu insanlar çıldırmış olmalı! delirircesine, aşırı öfke uyandıran bir megolamanlık bu. işte o toplulukların birinde eski bir tanıdığa denk gelmişti. dünyayı kurtarıyormuş gibi tavır aldığı şekilsiz duruşu aslında ne kadar çirkin ve vasat duruyordu. ah keşke kendi gözlerimi çıkarıp ona verebilseydim! keşke içinin boşluğuna benim gördüğüm yerden bakabilseydi diye düşündü.
-acı veren düşünceleriyle ilerlemeye devam etti-
ben her sabah bu gözlerle kendi vasatlığımı görebiliyorum ama o? ben bu kadar net görebiliyorken sisler görme alanımı tamamen kapatıyordu. biri şaka yapıyor olmalı ona, başka açıklaması olamaz.. sislerin dağılmadığı gitgide daha da çok yoğunlaştığı bir zaman dilimine girmişti. olduğu yerde beklemekten başka çaresi yoktu. o zavallı tanıdık, keşke o da burada olsaydı? tek başına bunları yaşamayı haketmiyordu. o toplulukların bulunduğu yerlere fırtınalar ulaşmalı o zaman. bu sisin altında yapayalnız kaldıysam hepsi onların yüzünden.
![kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel](https://media.normalsozluk.com/up/2022/03/17/uhbwseowy3gjzdvi-t.jpg)
belki de durmanın verdiği o çaresizlik duygusunu benimseyemeyecek, çarpa çarpa bir yola girecekti. cesaretini çağırırken şimdilik öylece duruyordu.
devamını gör...
7.
bi tane çocuk varmış nihilistmiş çok kösnül zamanlar geçiriyormuş oflayıp pofluyormuş sonra onun ağzını burnunu kırmışlar çocuk kendine gelmiş.
devamını gör...
8.
bir insan; saçının telinden, parmak uçlarına kadar acı hisseder mi? ben hissettim.
çok soğuk bir ankara akşamıydı. o tarihler zaten ankara dayanılmaz olur. yüz felci kaçınılmazdır. kapattım telefonumu ve ona bir daha hiç açmadım. tam her şey yoluna giriyor derken, ankara ayazını tüm hücrelerimde hissettim. uzun zaman oldu, adını anmayalı. dikkat ettim buna, özen gösterdim. ismini ne sözlüğe yazdım, ne camın buğusuna. beraber gittiğimiz yerlere bir daha hiç gitmedim. dikkat ettim buna, özen gösterdim. onun gidebileceği yerlerin yakınından bile geçmedim. hep başka mekânlar seçtim, sayesinde yeni yerler öğrendim.
ancak bir süre sonra kendi acımı unuttum, onun için daha çok üzüldüm. ben bir yok etme derdindeyken, o bir varoluş sancısıyla hep zihnimde direniyordu. bu sancı, size kendinizi unutturuyor ama onu asla. bir süre sonra kendi acımı unuttum, ona daha çok üzüldüm.
çok soğuk bir ankara akşamıydı. o tarihler zaten ankara dayanılmaz olur. yüz felci kaçınılmazdır. kapattım telefonumu ve ona bir daha hiç açmadım. tam her şey yoluna giriyor derken, ankara ayazını tüm hücrelerimde hissettim. uzun zaman oldu, adını anmayalı. dikkat ettim buna, özen gösterdim. ismini ne sözlüğe yazdım, ne camın buğusuna. beraber gittiğimiz yerlere bir daha hiç gitmedim. dikkat ettim buna, özen gösterdim. onun gidebileceği yerlerin yakınından bile geçmedim. hep başka mekânlar seçtim, sayesinde yeni yerler öğrendim.
ancak bir süre sonra kendi acımı unuttum, onun için daha çok üzüldüm. ben bir yok etme derdindeyken, o bir varoluş sancısıyla hep zihnimde direniyordu. bu sancı, size kendinizi unutturuyor ama onu asla. bir süre sonra kendi acımı unuttum, ona daha çok üzüldüm.
devamını gör...
9.
öldüğümde yanıma gömülecek kişiyle yaşarken tanışmak isterdim. onunla tanışmak için ölmek mi gerekir ?
devamını gör...
10.
göğe bakıyor.. uzunca bir bakış atıyor martılara, aşık gibi. ulaşılamayan her yerin müptelası olması ve onlara hayranlıkla bakması dışında bir sorun yoktu. çünkü bir hayat yoktu ortada. var olmayanın sorgulamasını yapmak, üzerinde konuşmak gereksizdi. hep böyle sivri uçlarda, uzaklarda batan gemilerin seyrini yaparken o da bir başka geminin kaptan koltuğundaydı. o batışın hissini bir başkasını izlerken tam olarak içine alamıyordu.
dalga yüzüne vurmalı, bir yaz gecesi kıyıdan gelip gözlerine dolmalı. acı hissini tanıdık buluyor, gelen fırtınayı ise çok hoyrat..
her defasında aynı cümbüş..
yine olmadı dedi. ben istedim ama gelmedin önce fısıltıyla geldi sonra rüzgar sesi bir kadının sözlerine karıştı. beklediğini sandığın şey ben değildim.
gerçek miydi bu duyduklarım. bir söz duyuldu ama eşgal belirsizdi.
deliriyor muyum?
sorduklarıma belirsiz ruh halim cevap veremez. bir kadın bu karanlık izbe yere ne diye gelir. dalga mı geçiyor benle?
sen kimsin? ben seni beklemiyorum kadın, tanımam etmem seni..
- bilirim bu kadın değil beklediğin, istediğini söylediğin yaşam coşkun. sana yem attım yüzünde palton gibi gri renkte. tüm kalbinle bütünleşmiş grinin neferi olmuşsun. sen yaşam coşkunu çağırmayı bilemedin, beceriksizdin. biraz önce konuştun, ben kadın olup sesli serzenişinle buluştum.
ne oldu şaşırdın mı? çıldırsana hadi. patlatsana koyu kırmızı öfkeni. akıtsana denize, değiştiremezsin ki rengini. sen gibilerin gücü yetmez böyle şeylere.
adam sustu. beklediği dalga gözlerine vurdu. bana ben dışında kimse cevap vermemişti. utanarak kadını incelemeye koyuldu. hayalet miydi, ruh muydu, deliriyor muydu bilemedi.
bu kadın kimdi? oradaydı, bakıyordu, konuşuyordu. işte şimdi sağlam vurdum kıyıya dedi, buradan çıkış yok.
dalga yüzüne vurmalı, bir yaz gecesi kıyıdan gelip gözlerine dolmalı. acı hissini tanıdık buluyor, gelen fırtınayı ise çok hoyrat..
her defasında aynı cümbüş..
yine olmadı dedi. ben istedim ama gelmedin önce fısıltıyla geldi sonra rüzgar sesi bir kadının sözlerine karıştı. beklediğini sandığın şey ben değildim.
gerçek miydi bu duyduklarım. bir söz duyuldu ama eşgal belirsizdi.
deliriyor muyum?
sorduklarıma belirsiz ruh halim cevap veremez. bir kadın bu karanlık izbe yere ne diye gelir. dalga mı geçiyor benle?
sen kimsin? ben seni beklemiyorum kadın, tanımam etmem seni..
- bilirim bu kadın değil beklediğin, istediğini söylediğin yaşam coşkun. sana yem attım yüzünde palton gibi gri renkte. tüm kalbinle bütünleşmiş grinin neferi olmuşsun. sen yaşam coşkunu çağırmayı bilemedin, beceriksizdin. biraz önce konuştun, ben kadın olup sesli serzenişinle buluştum.
ne oldu şaşırdın mı? çıldırsana hadi. patlatsana koyu kırmızı öfkeni. akıtsana denize, değiştiremezsin ki rengini. sen gibilerin gücü yetmez böyle şeylere.
adam sustu. beklediği dalga gözlerine vurdu. bana ben dışında kimse cevap vermemişti. utanarak kadını incelemeye koyuldu. hayalet miydi, ruh muydu, deliriyor muydu bilemedi.
bu kadın kimdi? oradaydı, bakıyordu, konuşuyordu. işte şimdi sağlam vurdum kıyıya dedi, buradan çıkış yok.
devamını gör...
11.
çok şükür enteller artık pek kimsenin umrunda değil. kibar yazdım siz anlarsınız.
çok olumlu buluyorum bu aydınlanmayı. alice harikalar diyarında yaşadıklarının farkına vardı insanlar bu ağlak leş sürüsünün.
millet canından bezmiş, karnını doyurma telaşında, önünü göremezken yarını hesaplıyor. her gün antin kuntin betimlemeleri olan bu insanların türlü şımarıklıklardan bıktığını görmek heyecan verici doğrusu.
kredi kartı olmuş 10.000 kredi üstüne kredi çekip evi çeviremeyenler var.
varoluşlarına kolumun giresiceler. milleti zehirlediler kuru boş boğazlılıklarla onca zaman.
başlığa gel kafayı yersin ya.
kustum.
çok olumlu buluyorum bu aydınlanmayı. alice harikalar diyarında yaşadıklarının farkına vardı insanlar bu ağlak leş sürüsünün.
millet canından bezmiş, karnını doyurma telaşında, önünü göremezken yarını hesaplıyor. her gün antin kuntin betimlemeleri olan bu insanların türlü şımarıklıklardan bıktığını görmek heyecan verici doğrusu.
kredi kartı olmuş 10.000 kredi üstüne kredi çekip evi çeviremeyenler var.
varoluşlarına kolumun giresiceler. milleti zehirlediler kuru boş boğazlılıklarla onca zaman.
başlığa gel kafayı yersin ya.
kustum.
devamını gör...