candan erçetin
devamını gör...

belçikalı polisiye roman yazarı (1903-1989).
eserlerini fransızca kaleme almıştır. yazar, 50'ye yakın kurşunkalemini açtırır, romanı onlarla yazarmış.
devamını gör...

ırkçılık hastalığından muzdarip malların arazide sağa sola pislemesine müsamaha gösterilmesi.

malın mallık yapması normal de arazi sahipleri neden izin verir ki beyindeki irinlerini sağa sola saçmalarına. trajikomik.
devamını gör...

hakkında bu kadar az tanım girilmesine şaşırdığım bir umberto eco şaheseridir.ben bu kitabı bitirdiğimde açıkçası büyük bir boşluğa düşmüştüm. manastırda geçen, yedi bölümden oluşan bir cinayet romanıdır esasen fakat gerek ortaçağ mimarisi gerek hristiyanlık dinindeki bazı karşıt görüşler ve görüşlerin takipçileri arasındaki çatışmalar çok detaylıca anlatılmıştır. bu sebeple kitabın başlangıcı biraz sıkıcıdır. fakat eco bizzat kendisi temponun biraz ağır olacağını zira ortaçağda bir manastırda gelişen bir hikayeyi okuyan kişilerin bu hayatın monotonluğuna dair bir kefaret ödemeleri gerektiğini belirtmektedir. orta çağ üzerine bunca kafa yormuş bir insanın buna hakkı var diye düşünüyorum ben naçizane. bazen uzun tasvirler sebebiyle sıksa da kesinlikle mükemmel bir kurguya sahiptir ve belirli bir yerden sonra akıp gitmektedir. kitap hakkında bazı bilgiler de verelim:
eco kitabın girişinde olayın geçtiği manastırı anlayalım diye manastırın bir haritasını da çizmiştir. dönüp dönüp bakmanıza gerek yok bi zaman sonra anlıyorsunuz zaten.
kitap bir kütüphane etrafında dönmektedir ve kütüphaneyi kör bir kütüphaneci idare etmektedir. bu kör kütüphaneci borges'ten başkası değildir. borges de arjantin ulusal kütüphanesinin müdürü iken gözleri görmüyordu. borges'in o meşhur sözünü de bu vesileyle hatırlayalım: ''bana aynı anda hem 800bin kitabı hem de karanlığı veren tanrının muhteşem ironisi...''
kitabın adı başta farklıdır, farklı birkaç isim bulmuştur eco. bunu kitabın sonunda izah eder ve bu ismi vermesinin sebebi olarak isme takılmamamız gerektiği açıklamasını yapar. zira bu ismi romeo ve juliet'ten alıntıdır ve bu alıntının meali de bu açıklamadan farklı bir şey değildir aslında:
''adın ne önemi var?
gülün adı gül değil de başka bir şey olsaydı
yine aynı güzellikte kokmaz mıydı?''

ayrıca kitabın filmi de çekilmiştir. henüz izlemek nasip olmadı.
yarım bırakanı çoktur bu kitabın, bitirenler pişman değildir. okuması biraz emek ister, özel vakit ayıramayacakların uzak durmasını tavsiye ederim.
devamını gör...

opettir. (wc açısından)
devamını gör...

hayatımın uzunca bir döneminin içinde kalan ve duyup duyabileceğim en büyük yalanları içeren pinhani şarkısı.

spotify
devamını gör...

star wars hayranı olarak örneği oradan vereyim.

imparatorluk: ekşi
isyancılar: kafa


imparatorluk nicelik olarak fazla, nitelik olarak içi boş askerler ile (bkz: stormtrooper) doluyken; isyancılar sayıca az olup, nitelik anlamında galip gelen taraftır.
devamını gör...

tek başıma gitmişsem adımı yazdırırım normal olarak ama arkadaşlarımla gittiğimde efsun* yazdırırlar genelde.
devamını gör...

1962 yılı nobel edebiyat ödülü sahibi yazar. eserlerinde işçi yaşamını ve toplumsal sorunları gerçekçi bir anlatımla konu edinmiştir.
devamını gör...

ay ışığına vuruldum ben
başka dünyaya yansa da
çok zor geçen günün ardından uyurken ben
odam hep ışıksız kalmışsa da
devamını gör...

çocuğun kendi olmasına izin vermektir. aile ve toplumsal normlar çerçevesine sıkıştırmadan, bir ideolojiyi dayatmadan, kendi yolunu bulabilmesine yardım etmek ama asla belli bir yola itmemek. o yolda düşse bile her zaman arkasında olmaktır.
devamını gör...

boşuna burada veberci protestan ahlakı satmayın arkadaşlar.
bu çalışmanın kutsallığı safsataları, sermayenin ve egemenlerin işçi sınıfında rıza yaratmak için ortaya attığı lakırtılardan başka hiçbir şey değil.

içine düştüğümüz sistemde emeğimizi toplumsal emek zaman değeri ölçüsünce satmaktan başka hayatta kalma ihtimalimiz yok bizim. çünkü biz mülksüzleştirilenleriz. gerçekten bana ekonomi politik anlattırmayın, kapitalizmin üretim ilişkilerini ayak üstü tahlil etmek yeterli de olmaz zaten. o yüzden gidiniz azıcık okuyunuz.
(bkz: das kapital)

yani çok açık olayım, hayatta kalabilecek olsam ne diye 1 kendi heybeme 10 burjuvazinin heybesine koyarak çalışmak zorunda olduğum bu sistemde çalışmayı sürdüreyim?
zenginler benim ürettiğim artı değerle daha da mı zengin olsun?

velhasıl kelam emeğimi ve zamanımı satmadan hayatta kalabilecek olsam asla çalışmam. başka şeyler yaparım. okurum, yazarım ne biliyim, sınıfımın safına gücümü akıtırım. gider yoksul mahallelerde ücretsiz öğretmenlik yaparım tam zamanlı.

çalışmanın, sömürülmenin, emek ve zamanını satmanın övülecek, kutsanacak, güzellenecek bir tarafı yok arkadaşlarlar. protestan ahlakı zırvalıkları falan hep kapitalizmin egemenliğini perçinlemek için ortaya çıkmış şeyler, geçiniz bunları.
ha illa çalışılacaksa bunun tek adil ve güzel olan biçimi birlikte üretilip birlikte tüketildiği ihtimallerdedir. (bkz: komünizm)
devamını gör...

evet sırf meraktan açtım benim yarım litrelik gül suyu burada ne işi var deyip başka yere koyarım tekrar geri gelir kendisi artık lanetli olduğunu düşünüyorum.
devamını gör...

muzip bir yazardır. küfürlü şiirleriyle tanınır genelde. şiirleri genelde küfürlüdür ama doğrudur. küfürü en yerinde kullanan insanlardandır.
devamını gör...

(bkz: insan kütüphanesi)
devamını gör...

bu baslik nasil acilmamis olabilir ya ahsjsj.

genelde alayi iskolik oldugundan zaman, mekan ayirt etme yetilerini kaybetmislerdir ve etraflarindaki herkesi kendileri gibi sanirlar. mudurlerin sahi* olarak bilinir diyerek tanimi suraya birakayim.

gelelim beni bu tanima iten sebebe. bende bunlarin dallamalarindan var bir tane, sinirimi ziplatti gece gece.
sirketimin, bulundugum pozisyon sebepli bana tahsis ettigi bir sirket hattim bulunmasina ve yine pozisyonum geregi bu hatti 7/24 acik tuttugum bilinmesine ragmen; saat tam 23:40’ta, kisisel numaramdan -ustelik whatsapptan- bilmem hangi gunku toplantinin katilimci sayisini sorma curetini gosterebiliyor.

asla acil olmayan bir konu olmasini gectim; diyelim uykularin kacti dusunmekten, bu kadar onem veriyorsun, mail at olm?
nerede kurumsallik? is ahlaki? mesai saatleri?

reis “uyudun mu?” mesaji atsaydin?

yasimiz genc, gece erken uyumuyoruz, rahat davraniyoruz diye bu kadar yapilmaz. tabii bekariz basimizda erkek yok.*
ya senin benim kisisel alanimi kisitlamaya ne hakkin var? kac yasina gelip is hayati/ozel hayat ayrimini yapamiyor insanlar deliricem.*

neyse ki aklimi kullanabilen makul bir insanim, sabah 8’i bekliyorum heyecanla agzinin payini vermek icin. allahin kekolayziri mudurum olmasan icinden gecerdim, dua et.
devamını gör...

anlaşılacağı üzere suyun bile fazlası zarar arkadaşlar. sevginin, verilen değerin, sinirin de fazlasının zarar olduğu gibi.
••

tıptaki adıyla hiperhidrasyon, bireyin aşırı su tüketimi sonucu meydana gelen ölümcül bir zehirlenmedir. genel tanımıyla vücuttaki elektrolitlerin düzeninin bozulmasıyla oluşur.
elektrolitlerin başlıca görevi vücuttaki sıvı dengesini sağlamaktır. fazla su alımı, bu yapının düzenini bozar.

zehirlenmenin yaygın sebebi; fazla su alımıyla hızla çalışan böbreklerin minerali azaltmasıdır. vücuttaki sodyum miktarı düşer, hücreler fazla su aldıklarından şişebilir, hatta patlayabilirler. buna bağlı olarak beyin ödemi oluşabilir.

belirtileri arasında bulantı, kusma ve bilinç de meydana gelen değişiklikler gösterilir.
devamını gör...

sameblod (sami blood), amanda kernell’in yazıp yönettiği, 2016 yapımı bir film. filmde sami halkının isveç’te yaşadıkları ve maruz kaldıkları ayrımcı davranışlar genç bir kız özelinde anlatılıyor. film, kendisine “christina” olarak seslenilen yaşlı bir kadının, kızkardeşinin cenaze töreni dolayısıyla, çocukluğunun geçtiği yere oğlu ve torunu ile birlikte dönmesiyle başlıyor. buradan sonrasını biraz spoiler'lı anlatacağım.

--! spoiler !--

christina orada olmayı pek istemiyor, yolculuk esnasında oğluna samileri sevmediğini, onların hırsız ve yalancı olduklarını söylüyor. dillerini konuşmayı reddediyor ve anlamadığını söylüyor, kızkardeşinin ailesinin olduğu yerde kalmak yerine otelde kalmayı tercih ediyor. sonrasında geriye dönüşlerle kadının gençlik yıllarına tanık oluyoruz.

elle marja, 14 yaşında bir sami kızı ve 1930’lu yıllarda küçük kızkardeşi njenna’yla yatılı bir okulda okumaya yollanıyor. burası, katı sınırları olan ve kurallara uymadıklarında dövülerek cezalandırıldıkları bir yer. isveççe öğrenmek zorundalar ve onların kültürüne uyum sağlamalılar, ancak yine de bir “lapon” olduklarını da unutmamalılar. hatta biyoloji araştırmaları için kafataslarının ölçülerinin alınmasına ve çırılçıplak fotoğraflarının çekilmesine de ses çıkarmamaları bekleniyor. ayrıca mahalledeki erkek çocukların ırkçı hakaretlerle onlara laf atmaları da katlanmaları gereken başka bir konu. ama bir gün elle marja daha fazla dayanamayıp babasından kalan bıçağını çekerek sözlerini geri almalarını istediğinde, gruptakiler onun elinden bıçağını alarak onu kulağından yaralıyorlar (samiler geyikleri damgalamak için onların kulağına kesik atıyorlar, erkek çocuklar da bu törenin bir taklidini yapıyor).

elle marja yoldan geçen genç isveçli askerlerin onu dansa davet etmesinden sonra, öğretmenin kıyafetlerini çalarak gizlice dansa gidiyor ve orada onu oraya çağıran niklas’la tanışıyor, ama çok geçmeden yakalanıp okula geri götürülüyor ve dövülerek cezalandırılıyor. danstayken onu aramaya gelen kardeşi njenna’yı tanımamazlıktan gelmesi ve aşağılaması, kardeşinin ve okuldaki diğer çocukların ona soğuk davranmasına neden oluyor. elle marja, yaşadığı tüm olumsuzlukların sebebinin “lapon” olması olduğunu düşünerek, ailesi ve geçmişiyle bağlarını koparmak ve öğretmen olmak için uppsala şehrine kaçıyor. orada kendini “christina” olarak tanıttığı niklas’ın evinde bir gece kaldıktan sonra niklas’ın ailesi nedeniyle oradan ayrılıyor ve geceyi parkta geçirip oradaki okula kaydoluyor. biraz zor da olsa okula kabul edilmesi ve kendine yeni bir arkadaş çevresi edinmesinin ardından ise, eline 200 kronluk okul faturası tutuşturuluyor.

yeni adıyla “christina”, faturayı ödeyebilmek için niklas’tan yardım istemek üzere onun evine gidiyor. ancak niklas’ın doğum günü partisi için orada bulunan arkadaşları onun sami olduğundan haberdarlar ve onu türlü aşağılamalara maruz bırakıyorlar. christina, niklas’tan da istediği yardımı alamayınca, parayı bulabilmek için ailesinin yanına dönmek zorunda kalıyor. annesine durumu anlatıp babasından kalan gümüş kuşağı satmak istediğini söylüyor, annesi izin vermediğinde de onlarla yaşamak istemediğini anlatıyor ve annesi de bunun üzerine onu kovuyor. ancak ertesi sabah yine de istediği gümüş kuşağı ona verip tek kelime etmeden yanından ayrılıyor.

tüm bu yaşadıklarını düşünen yaşlı kadın, otelde eğlenen kalabalığın yanından ayrılarak kız kardeşinin tabutunun yanına gidiyor ve ondan kendisini affetmesini istiyor, ardından bir tepeye çıkarak samilerin yaşadığı yere gittiğinde film sona eriyor.

filmde beni en çok etkileyen sahnelerden ilki, araştırma için okula gelen biyologların olduğu sahneydi. elle maria, isveççe okumada başarılı olduğu için gelen ekibi okulun önünde karşılama sözlerini söyleme ve hediyelerini takdim etme görevine seçilmişti. biraz utangaçtı, ama biraz da mutluluk duyuyordu; fakat daha sonra neler olacağından habersizdi. içeriye geçmeleri söylendikten sonra kafasının çeşitli yerleri ölçüldü, ancak onun tüm bunların ne için olduğu sorusuna kimse cevap vermeye bile tenezzül etmedi. daha sonra kıyafetlerini çıkarmalarını istediklerinde de ondan örnek bir öğrenci olmasını bekliyorlardı, o da istemeye istemeye sustu ve dediklerini yapmak zorunda kaldı. sıra diğer öğrencilere ve kardeşine geldiğinde, artık her flaş patlayışında irkiliyordu.

benim için bir diğer etkileyici sahne, isveçli öğretmenin elle maria’yla olan konuşmasıydı. genç kız, uppsala’daki okula geçmek istediğini söyleyip ne yapması gerektiğini sormuştu. öğretmeni de orada okumasının zor olduğunu, sertifika ve evrak gerektiğini, ona referans olamayacağını söyleyip başından savmak için cevaplar sıralarken elle maria’nın ısrar etmesiyle şu cevabı vermişti: “zekan sadece buraya yeterli. bilimsel raporlara göre şehre uygun insanlar değilsiniz. beyniniz… gerekli donanıma sahip değilsiniz. ya burada kalırsın ya da ölürsün.”

son olarak, elle maria’nın gördüğü rüya sahnesinden etkilendim. annesine onlarla yaşamak istemediğini söyledikten sonra çadırdan kovulmuş, dışarıda uyuyordu. rüyasında ise sisler içerisinde, etrafında bir ren geyiği sürüsüyle birlikteydi. elindeki ipi öfkeyle sağa sola savurduktan sonra ren geyiklerinden birini boynuzundan yakalamış, ardından büyük bir çaba sarf ederek onu yanına çekip öldürmüştü. öldürdükten sonra nefes nefese yerdeki kan birikintisine bakıyordu. sabah, annesi yanına gelip gümüş kemeri ona verdiğinde o da tek kelime etmemişti, artık onun da damarlarında sami kanı yoktu.

--! spoiler !--
devamını gör...

lisans olarak ilk olarak boğaziçi üniversitesinde açıldı.bir çok üniversite de lisans olmamasına rağmen yüksek lisans mevcut.bilgisar mühendisliği ve işletmeden ortak dersler bulundurur. tanımlamak gerekirse %30 işletme %30 endüstri mühendisliği %40 bilgisayar muhendiğinden oluşuyor, tabi okullara göre bu durum değişiklik gösterebiliyor.
bulunann devlet okulları
boğaziçi üniversitesi
sakarya üniversitesi
marmara üniversitesi 2020'de açıldı
dokuz eylül üniversitesi
akdeniz üniversitesi
uludağ üniversitesi
vakıf
özyeğin üniversitesi
yeditepe üniversitesi
kadir has üniversitesi
ışık üniversitesi
beykent üniversitesi
şuanda yeni yeni tanınmaya başlanıyor o yüzden prestiji açısından net birşey söylemek yanlış olur. ea ' da olması önemli çünkü diğer iibf bölümlerini seçmek istemeyenlere bir kapı açıyor diyebiliriz. bence geleceği olan bir bölüm.
devamını gör...

arka koltuğun rahat olmamasının sebebi öndeki ayıların koltuğu sonuna kadar arkaya çekmesidir.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim