üniversiteden sonra aile evinde kalmaya devam eden tip
naapsin ağaçta mi yaşasın. diplomayı aldığın gün maaş mi bagliyorlar?
devamını gör...
berat albayrak'ın ortaya çıkması
bagok dağının eteğinde bulunan ve dünyanın en büyük çanına ev sahipli yapan mor evgin manastırının, rahibini bir kaç sene önce tutuklamışlardı.....
sebebi ise pkk'ya yardım ve yataklık etmekmiş. peşmergeler, kilisenin kapısından değil de bahçeden atlıyorlarmış ve geceyi orada geçiyorlarmış. tanrının evine kim gelirse gelsin kovulamıyor, arkadaşlar.
berat bey aylardır bu camide mi saklanıyordu?
ibadethanelerin özel bir dokunulmazlık statüsünün var olduğunu biliyoruz, fakat olağanüstü hallerde hiç bir kural ve kanunun uygulanmadığını da biliyoruz.
manastır konumu itibariyle çok kritik bir noktada bulunuyor. benim gittiğim dönemde, ihalarla- sihalarla sürekli izlenmekteymiş. *
bir çılgınlık yapıp oraya muazzam güvenlik önlemleri ile gitme fırsatını yakalamıştım. neyse efendim, turistin günahı olmaz, biz gittik, gördük, beğendik.
manastırın rahibi çok gençti veyakışıklıdı*, hollanda'da teoloji okumuş suriyeli bir genç adamdı, kendisi ile uzun uzun sohbet etme fırsatı bulmuştum... yine ve yeniden out-of-topic olmanın dayanılmaz hafifliği ile susuyorum.
allahın evinden yani camiden sürükleyip çıkarmayın tabi, çıkışta üzerine roket de atmayın ama bir zahmet sorun efendim, nerelerdeymiş?
ben şahsen berat bey'in gittiği camiye hiç gitmedim fakat bence imam ile ilgili bir işlem yapılmalı.
imam ve rahip arasında çok bir fark göremiyorum.
aaaa çok pardon, groom bey suçsuz bir insan, imam bey otomatik olarak suçsuz oluyor.
sebebi ise pkk'ya yardım ve yataklık etmekmiş. peşmergeler, kilisenin kapısından değil de bahçeden atlıyorlarmış ve geceyi orada geçiyorlarmış. tanrının evine kim gelirse gelsin kovulamıyor, arkadaşlar.
berat bey aylardır bu camide mi saklanıyordu?
ibadethanelerin özel bir dokunulmazlık statüsünün var olduğunu biliyoruz, fakat olağanüstü hallerde hiç bir kural ve kanunun uygulanmadığını da biliyoruz.
manastır konumu itibariyle çok kritik bir noktada bulunuyor. benim gittiğim dönemde, ihalarla- sihalarla sürekli izlenmekteymiş. *
bir çılgınlık yapıp oraya muazzam güvenlik önlemleri ile gitme fırsatını yakalamıştım. neyse efendim, turistin günahı olmaz, biz gittik, gördük, beğendik.
manastırın rahibi çok gençti veyakışıklıdı*, hollanda'da teoloji okumuş suriyeli bir genç adamdı, kendisi ile uzun uzun sohbet etme fırsatı bulmuştum... yine ve yeniden out-of-topic olmanın dayanılmaz hafifliği ile susuyorum.
allahın evinden yani camiden sürükleyip çıkarmayın tabi, çıkışta üzerine roket de atmayın ama bir zahmet sorun efendim, nerelerdeymiş?
ben şahsen berat bey'in gittiği camiye hiç gitmedim fakat bence imam ile ilgili bir işlem yapılmalı.
imam ve rahip arasında çok bir fark göremiyorum.
aaaa çok pardon, groom bey suçsuz bir insan, imam bey otomatik olarak suçsuz oluyor.
devamını gör...
aslan burcu
aslan burcu olmak mükemmel bir şey. allah'ım vermişte vermiş vermişte vermiş.
devamını gör...
37 bin yıllık porno
37 bin yıl öncede abazanlara yönelik yayınlar varmış demek.
devamını gör...
fenikeliler
uzun süre mısırlıların nüfuzu altında yaşayan, doğu akdeniz kıyıları ile lübnan dağları arasındaki bölgede egemenlik kurmuş olan bir ilk çağ uygarlığıdır.
denizcilik alanında oldukça gelişmişlerdir. bunun sonucu olarak ticarette de oldukça başarılı olmuşlardır.
akdeniz kıyılarında ticaret kolonileri kurarak akdeniz uygarlıkları arasında etkileşim yaşanmasını sağlamışlardır.
kaynak: tarih notlarım.
denizcilik alanında oldukça gelişmişlerdir. bunun sonucu olarak ticarette de oldukça başarılı olmuşlardır.
akdeniz kıyılarında ticaret kolonileri kurarak akdeniz uygarlıkları arasında etkileşim yaşanmasını sağlamışlardır.
kaynak: tarih notlarım.
devamını gör...
sözlük dergisi
merakla bekledigim dergidir,kafa sözlük ;sözlüktü,radyoydu,dergiydi derken dijitalde
holdingleşiyor valla.*
holdingleşiyor valla.*
devamını gör...
mansur el hallaç
onun felsefesini özetleyen ene-l hak, tevhid inancına başkaldırı olarak görülmüş ve ne yazık ki idamına neden olmuştur.
devamını gör...
yaş ilerledikçe amatör sevgili bulmanın zorlaşması
sen şuna "her bakan gözümden ne menem bir tip olduğumu anlıyor, fesatlığımı saklayamıyorum." desene...*
devamını gör...
ezilenler
içimi karartan bir dostoyevski kitabı daha. bu adamın hiç normal, akışkan bir kitabı yok.
yazı biraz sürprizbozan içerebilir ama o kadar da içermeyecektir gönül rahatlığı ile okuyabilirsiniz.
hikayemiz zamanının rusya’sında bir pastahane (ya da cafe)’de bilinmeyen yaşlı bir adamın ölümüyle başlıyor. bu ölüme paralel ilerleyen olay örgüsü bir yerde birleşiyor( sabrın sonu selamettir). sıkıcı bir şekilde başlayan kitap dönemin toplumsal kişilerinin üzerinden mesaj vermeye başladığı anda sıkıcılıktan çıkıyor. esas karakterler anlatıcı olan ( ki muhtemelen dostoyevski’nin kendisi bu) kişinin üzerinden anlatılıyor yani onların duyguları ve düşünceleri gözlemlenerek aktarılıyor okuyucuya. ben şöyle bir şey hissettim (bilmiyorum okuyan diğer kişiler paylaşır mı bu düşüncelerimi); olaylarda ve diyaloglarda biraz tiyatro abartılıcılığı var. yani sanki bir sahne kurulmuş ve o tiyatro sahnesini betimliyor yazar bizlere. mimiklerini, tepkilerini abartılı şekilde kullandırıp bize o duyguyu vermeye çalışıyor. bu da biraz zorlama gibi geliyor okuyucuya. konu üzerinden bir şeyler söylemek istemiyorum drama tadında bir olay mevcut. beni bir kitapta genel olarak edebi kısmı ilgilendirdiği için bunlara çok takılmadım.
genel olarak beğendiğim bir kitap diyebilirim. günümüz dünyasından artık sıyrılıyor bu klasikler. bu gözle de okumakta fayda var. döneminin çok iyisi olabilir ancak bir yüz yıl sonra o kadar da değerli olmayabiliyor.
yazı biraz sürprizbozan içerebilir ama o kadar da içermeyecektir gönül rahatlığı ile okuyabilirsiniz.
hikayemiz zamanının rusya’sında bir pastahane (ya da cafe)’de bilinmeyen yaşlı bir adamın ölümüyle başlıyor. bu ölüme paralel ilerleyen olay örgüsü bir yerde birleşiyor( sabrın sonu selamettir). sıkıcı bir şekilde başlayan kitap dönemin toplumsal kişilerinin üzerinden mesaj vermeye başladığı anda sıkıcılıktan çıkıyor. esas karakterler anlatıcı olan ( ki muhtemelen dostoyevski’nin kendisi bu) kişinin üzerinden anlatılıyor yani onların duyguları ve düşünceleri gözlemlenerek aktarılıyor okuyucuya. ben şöyle bir şey hissettim (bilmiyorum okuyan diğer kişiler paylaşır mı bu düşüncelerimi); olaylarda ve diyaloglarda biraz tiyatro abartılıcılığı var. yani sanki bir sahne kurulmuş ve o tiyatro sahnesini betimliyor yazar bizlere. mimiklerini, tepkilerini abartılı şekilde kullandırıp bize o duyguyu vermeye çalışıyor. bu da biraz zorlama gibi geliyor okuyucuya. konu üzerinden bir şeyler söylemek istemiyorum drama tadında bir olay mevcut. beni bir kitapta genel olarak edebi kısmı ilgilendirdiği için bunlara çok takılmadım.
genel olarak beğendiğim bir kitap diyebilirim. günümüz dünyasından artık sıyrılıyor bu klasikler. bu gözle de okumakta fayda var. döneminin çok iyisi olabilir ancak bir yüz yıl sonra o kadar da değerli olmayabiliyor.
devamını gör...
nofap
öncelikle nofap yararlı bir olaydır, ama uzun vadede sağlıklı değildir. eğer hayatınızda seks yapabileceğiniz biri yoksa ve bu durum uzun vadeliyse, yani nofap'i yapma sebebiniz "kızlar üstüme yağsın"sa masturbasyonu hayatınızdan çıkarmak cinsel sağlığınıza zararlı olarak etki edebilir.
onun dışında gelin nofap'ın ne olduğundan ve yararlarından konuşalım. bir de kişisel olarak deneyimimden ve görüşümden bahsedeceğim.
nofap teorisinin ortaya çıkış sebebi son 20 yılda internetin hayatımıza girmesiyle beraber, vhs kasetler döneminde, halihazırda dallanıp budaklanmış, kategorileri çıkmış olan pornonun daha da kolay erişimi sebebiyle özellikle erkekler arasında çığ gibi büyüyen porno bağımlılığını ve akabinde gelişen masturbasyon refleksini durdurmayı amaçlamasıdır.
porno ve masturbasyon bağımlılığı insana uzun vadede özgüven sorunu, disiplinsizlik, depresiflik, psikolojik rahatsızlıkların gelişmesi, sosyal hayatta etkileşimin azalması, cinsel anlamda yönelim duyduğu insanlarla konuşamama gibi sonuçlar verir. bu sonuçların nedenini aramak için kökene indiğimizde ise porno ve masturbasyon bağımlılığının beynimizdeki mutluluk hormonunu düzenleyen dopamin reseptörlerinin işleyişini bozduğunu görürüz. dopamin reseptörlerini düzeltmenin yolu ise bu reseptörlerinin yapısını bozan maddelerden uzaklaşmaktan geçer. yani porno izlemeyi ve masturbasyon yapmayı bırakmaktan.
peki esas olarak nofap kelimesi nereden çıktı?
bundan yaklaşık 10 yıl önce (2011) bir reddit kullanıcısı, yaptığı araştırmalar ve okuduğu kaynaklar sonucunda porno ve masturbasyon bağımlılığının zararlı olduğuna kanaat getirerek internette bir akım yaratmak ister. dünyada günlük olarak en fazla etkileşim alan sitelerden biri olan reddit'i kullanarak ve akılda kalıcı, anlamlı, kısa bir isim seçerek (nofap: attırmak yok) görüşlerini ifade ettiği paylaşımını yapar. "nofap" adı altında yaptığı paylaşım kısa sürede büyük ilgi görür, hatta olay kendilerine ait forum sitesi açmaya ve yatırımcı bulup dernek kurmaya kadar gider. kendince fenomen olmuş nofap akımı deneyip faydalı olduğunu gören insanlar tarafından önce amerika'da, sonra avrupa'da ve ardından bütün dünyada yayılır.
kısacası nofap'i "hayvandan insana dönmek" olarak tanımlayabiliriz. en azından ben öyle tanımlıyorum.
nofap'i tanıtma konusunda genelde yanlışlık yapılıyor. özellikle yalnızlıktan muzdarip olan gençler için "200 gün nofap yaptım hayatım değişti" gibi savlar sunuluyor. aslında denilen şey doğru evet, ama onun sebebi bağımlılıklarını oruç tutar gibi bırakmak değil, bağımlılıkların yüzünden harcadığın zamanı kaliteli hale getirmek.
bu sebepten olaya "porno ve masturbasyon"dan ziyade "bağımlılık" olarak bakmakta fayda var. tıpkı sigara bağımlılığı, uyuşturucu bağımlılığı ve onlardan kurtulanların uzun vadede zamana yatırım yapıp hobi edinmeleri, bu sayede motive olmaları ve hayatlarının değiştiklerinden bahsetmeleri gibi.
bu yüzden nofap hayatı alenen etkileyen bir şey değil, bu konuda ateşi yakan fitil gibi bir şey oluyor. yani nofap'e niyetlenmişken o kadar da gaza gelmemekte fayda var.
yararlarına değinecek olursak, en önemli yararlarından biri masturbasyona ayırdığınız vakti kaliteli bir şekilde harcamanızı sağlıyor. uyuşukluğu, depresifliği gideriyor. hatta psikolojik rahatsızlığınızın etkisini azaltıyor. bu sayede motive olmanız, özgüveninizin yerine gelmesi ve artan testesteronu bir yerde kullanma isteğinizin çıkması gayet olası. masturbasyona ayrılan vakti dünyanın belki de en basit eylemlerinden biri olan kitap okumaya ayırmak bile önemlidir. tabi bunları rutin olarak yapmanız önemli.
bunun yanı sıra kişisel görünümünüzde de değişimler oluyor. yüzünüzdeki mimikler, bakışınız, hatta ayağa kalktığınızdaki duruşunuz bile değişiyor.
uzun vadede olan ve en önemli yararı ise beyninizdeki bozulan reseptörleri tamir etmesi. bu biraz meşakkatli bir süreç ve gerçekten sabır gerektiriyor. zira bu oruç sadece nofap'i değil kolay haz getiren diğer kavramları hatta elektronik aletlerin kullanımını bile etkiliyor. aylar, hatta yıllar boyu süren nofap diyetleri bu yüzden yapılıyor. bu konuda "en az üç ay" kavramı savunuluyor, zira beyindeki reseptörlerin tamamen düzelme süresi takriben üç ay sürüyor. beyindeki reseptörler düzeldiği takdirde de dopamin değerleriniz tamamen sıfırlanıyor, yani normal bir insanın haz alma seviyesine dönüyorsunuz.
kişisel deneyimlerimden yola çıkarak, nofap'in aylık olarak yapılması gerektiği kanaatindeyim. porno ve masturbasyon bağımlısıysanız en azından bir ay boyunca ikisini de görmeyerek kendinize önem vermeniz gerekliliği kanaatindeyim. beyine bu alışkanlığı yüklemek gerekir.
uzun vadede ise özellikle yalnız arkadaşların aşırıya kaçmama suretiyle düzenli ve bilinçli olarak masturbasyon yapması (iki haftada bir, ayda bir) gerektiğini düşünüyorum.
zira yazının başında da dediğim gibi, doğal yöntemler dışında kişisel olarak da vücutta oluşan spermin atılması lazım. seks hayatı olmadığı sürece de bu durum için masturbasyon yapmak lazım.
zira aylar yıllar boyunca kendinizi tutup masturbasyon yapmazsanız ilerleyen yaşlarda prostat kanseri geçirme riskiniz ciddi oranda artıyor.
onun dışında gelin nofap'ın ne olduğundan ve yararlarından konuşalım. bir de kişisel olarak deneyimimden ve görüşümden bahsedeceğim.
nofap teorisinin ortaya çıkış sebebi son 20 yılda internetin hayatımıza girmesiyle beraber, vhs kasetler döneminde, halihazırda dallanıp budaklanmış, kategorileri çıkmış olan pornonun daha da kolay erişimi sebebiyle özellikle erkekler arasında çığ gibi büyüyen porno bağımlılığını ve akabinde gelişen masturbasyon refleksini durdurmayı amaçlamasıdır.
porno ve masturbasyon bağımlılığı insana uzun vadede özgüven sorunu, disiplinsizlik, depresiflik, psikolojik rahatsızlıkların gelişmesi, sosyal hayatta etkileşimin azalması, cinsel anlamda yönelim duyduğu insanlarla konuşamama gibi sonuçlar verir. bu sonuçların nedenini aramak için kökene indiğimizde ise porno ve masturbasyon bağımlılığının beynimizdeki mutluluk hormonunu düzenleyen dopamin reseptörlerinin işleyişini bozduğunu görürüz. dopamin reseptörlerini düzeltmenin yolu ise bu reseptörlerinin yapısını bozan maddelerden uzaklaşmaktan geçer. yani porno izlemeyi ve masturbasyon yapmayı bırakmaktan.
peki esas olarak nofap kelimesi nereden çıktı?
bundan yaklaşık 10 yıl önce (2011) bir reddit kullanıcısı, yaptığı araştırmalar ve okuduğu kaynaklar sonucunda porno ve masturbasyon bağımlılığının zararlı olduğuna kanaat getirerek internette bir akım yaratmak ister. dünyada günlük olarak en fazla etkileşim alan sitelerden biri olan reddit'i kullanarak ve akılda kalıcı, anlamlı, kısa bir isim seçerek (nofap: attırmak yok) görüşlerini ifade ettiği paylaşımını yapar. "nofap" adı altında yaptığı paylaşım kısa sürede büyük ilgi görür, hatta olay kendilerine ait forum sitesi açmaya ve yatırımcı bulup dernek kurmaya kadar gider. kendince fenomen olmuş nofap akımı deneyip faydalı olduğunu gören insanlar tarafından önce amerika'da, sonra avrupa'da ve ardından bütün dünyada yayılır.
kısacası nofap'i "hayvandan insana dönmek" olarak tanımlayabiliriz. en azından ben öyle tanımlıyorum.
nofap'i tanıtma konusunda genelde yanlışlık yapılıyor. özellikle yalnızlıktan muzdarip olan gençler için "200 gün nofap yaptım hayatım değişti" gibi savlar sunuluyor. aslında denilen şey doğru evet, ama onun sebebi bağımlılıklarını oruç tutar gibi bırakmak değil, bağımlılıkların yüzünden harcadığın zamanı kaliteli hale getirmek.
bu sebepten olaya "porno ve masturbasyon"dan ziyade "bağımlılık" olarak bakmakta fayda var. tıpkı sigara bağımlılığı, uyuşturucu bağımlılığı ve onlardan kurtulanların uzun vadede zamana yatırım yapıp hobi edinmeleri, bu sayede motive olmaları ve hayatlarının değiştiklerinden bahsetmeleri gibi.
bu yüzden nofap hayatı alenen etkileyen bir şey değil, bu konuda ateşi yakan fitil gibi bir şey oluyor. yani nofap'e niyetlenmişken o kadar da gaza gelmemekte fayda var.
yararlarına değinecek olursak, en önemli yararlarından biri masturbasyona ayırdığınız vakti kaliteli bir şekilde harcamanızı sağlıyor. uyuşukluğu, depresifliği gideriyor. hatta psikolojik rahatsızlığınızın etkisini azaltıyor. bu sayede motive olmanız, özgüveninizin yerine gelmesi ve artan testesteronu bir yerde kullanma isteğinizin çıkması gayet olası. masturbasyona ayrılan vakti dünyanın belki de en basit eylemlerinden biri olan kitap okumaya ayırmak bile önemlidir. tabi bunları rutin olarak yapmanız önemli.
bunun yanı sıra kişisel görünümünüzde de değişimler oluyor. yüzünüzdeki mimikler, bakışınız, hatta ayağa kalktığınızdaki duruşunuz bile değişiyor.
uzun vadede olan ve en önemli yararı ise beyninizdeki bozulan reseptörleri tamir etmesi. bu biraz meşakkatli bir süreç ve gerçekten sabır gerektiriyor. zira bu oruç sadece nofap'i değil kolay haz getiren diğer kavramları hatta elektronik aletlerin kullanımını bile etkiliyor. aylar, hatta yıllar boyu süren nofap diyetleri bu yüzden yapılıyor. bu konuda "en az üç ay" kavramı savunuluyor, zira beyindeki reseptörlerin tamamen düzelme süresi takriben üç ay sürüyor. beyindeki reseptörler düzeldiği takdirde de dopamin değerleriniz tamamen sıfırlanıyor, yani normal bir insanın haz alma seviyesine dönüyorsunuz.
kişisel deneyimlerimden yola çıkarak, nofap'in aylık olarak yapılması gerektiği kanaatindeyim. porno ve masturbasyon bağımlısıysanız en azından bir ay boyunca ikisini de görmeyerek kendinize önem vermeniz gerekliliği kanaatindeyim. beyine bu alışkanlığı yüklemek gerekir.
uzun vadede ise özellikle yalnız arkadaşların aşırıya kaçmama suretiyle düzenli ve bilinçli olarak masturbasyon yapması (iki haftada bir, ayda bir) gerektiğini düşünüyorum.
zira yazının başında da dediğim gibi, doğal yöntemler dışında kişisel olarak da vücutta oluşan spermin atılması lazım. seks hayatı olmadığı sürece de bu durum için masturbasyon yapmak lazım.
zira aylar yıllar boyunca kendinizi tutup masturbasyon yapmazsanız ilerleyen yaşlarda prostat kanseri geçirme riskiniz ciddi oranda artıyor.
devamını gör...
doğru orantı
matematikte birbiriyle ilişkili olan ve biri arttığında öteki de artan iki büyüklük arasındaki bağdır.
devamını gör...
sözlük yazarlarının söylemek istemedikleri
izmir için tekrar deprem ihtimalinin yüksek olduğuna dair ara ara haberler, profesörlerin adıyla birlikte açıklamaları çıkıyor karşıma. bu sebeple her gece tedirgin uyuyorum. gerçekten yavaş yavaş ölüm düşüncesi daha da ağırlaşıyor içimde. bu endişeme engel olamıyorum. her ne kadar çok sevdiğim bir hayatım olmasa da ilginç şekilde yaşamak istiyorum.
devamını gör...
yazarların kafasında yankılanan replik
neden bilmiyorum hiç aklımdan çıkmayan repliklerin başında gelir kendisi. (bkz: run forrest run)
şimdi düşünüyorum da aklımda beni umutsuzluğa sürükleyen, bir benzetme yapacak olursam forres'ta taş atıp,
bisikletle peşine düşen çocuklar gibi peşimi hiç bırakmayan kötü düşünceler var.
belki de forrest'ın ayağındaki demirler gibi kendi zihnimde oluşturduğum bir kalıba soktuğum şeylerin kalıbını söküp atmam gerek.
kısacası zihni özgür bırakmak gerek. belki benim de forrest gibi yapmam gerek.
kötü düşüncelerden kaçmam, var gücümle koşmam gerek. run forrest run.
o meşhur sahne:
şimdi düşünüyorum da aklımda beni umutsuzluğa sürükleyen, bir benzetme yapacak olursam forres'ta taş atıp,
bisikletle peşine düşen çocuklar gibi peşimi hiç bırakmayan kötü düşünceler var.
belki de forrest'ın ayağındaki demirler gibi kendi zihnimde oluşturduğum bir kalıba soktuğum şeylerin kalıbını söküp atmam gerek.
kısacası zihni özgür bırakmak gerek. belki benim de forrest gibi yapmam gerek.
kötü düşüncelerden kaçmam, var gücümle koşmam gerek. run forrest run.
o meşhur sahne:
devamını gör...
ölüler
orada bir johnny var. hani at olan. dönme dolap misali dönen ya da daha doğru tabirle heykeli tavaf eden. hah işte o koca öyküde durağan olmayan tek şey o. dön baba dönüyor garibim, millet atın haline ahvaline gülüyor. oysa trajikomik bir vakıa. zira öyküdeki doğrulayıcı ölü nesne bizatihi johhny. hepsinin hikaye boyunca oluşan durumunu özetleyen bu güzelim atın ta kendisi. aslında hikayenin ötesinde dublinliler kitabının pik noktası da johnny oluyor düşününce. ya da ben böyle düşünüyorum. zaten joyce anlaşılması zor bir yazar. daha sade bir dili olan bu öyküler bütününde, belki de ters köşe yapmıştır bize, ne bileyim... hatta mezarında gülüyordur; '' hay ben sizin yapacağınız tespitin iç açılar toplamını öpeyim!'' diyerek bizimle kafa buluyordur.
ha! öyküde çıkarım olarak emin olduğum bir nokta varsa, o da katolik kilisesine çaktığı bölüm. kadınlar korosu mevzusunda, yarattığı karakterin nahif eleştirileri, aslında tüm rezilliği gözler önüne sermek için kullanılmış güzel bir metot. mahcup ama bir o kadar da neşter vurucu bir bölüm orası. kilisenin zorbalığını, baskıcı yanını, ayrımcılığını ve yanardönerliğini bu kadar efendice gözler önüne sermek gerçekten ustalık isteyen bir iş. bak şimdi işkillendim yahu. hadi öyle değilse? mezardan fısıltılar gelmeye başladı. yok yahu başka ihtimal söz konusu değil . son kararım! seyirci ve joker hakkı ile de işim olmaz. yalnız nefis saçmaladım. bu konuda kendimi tebrik ederim.
hülasa; dublinliler güzel kitaptır. hikayeler arasında inceden bağlantılar vardır. yoksa da yine mezardan gelen sese kulak verirsiniz, o noktada sorumluluk kabul etmiyorum. esaret, durağanlık, başarısızlık ve son nokta da ölüm! dörtlü bir döngü. o yüzden yine en sonda johnny'e döneceğim. kitaba dair her şeyin ve tüm o hikâyelerin özünde, o atın olduğuna yemin edebilirim ama ispat edemem. ölüler hikayesinin en sonda yer alması ve johhny'nin orada ortaya çıkması da beni destekliyor. ha desteklemese ne olacak? söyledim ya nefis saçmaladım zaten *
ha! öyküde çıkarım olarak emin olduğum bir nokta varsa, o da katolik kilisesine çaktığı bölüm. kadınlar korosu mevzusunda, yarattığı karakterin nahif eleştirileri, aslında tüm rezilliği gözler önüne sermek için kullanılmış güzel bir metot. mahcup ama bir o kadar da neşter vurucu bir bölüm orası. kilisenin zorbalığını, baskıcı yanını, ayrımcılığını ve yanardönerliğini bu kadar efendice gözler önüne sermek gerçekten ustalık isteyen bir iş. bak şimdi işkillendim yahu. hadi öyle değilse? mezardan fısıltılar gelmeye başladı. yok yahu başka ihtimal söz konusu değil . son kararım! seyirci ve joker hakkı ile de işim olmaz. yalnız nefis saçmaladım. bu konuda kendimi tebrik ederim.
hülasa; dublinliler güzel kitaptır. hikayeler arasında inceden bağlantılar vardır. yoksa da yine mezardan gelen sese kulak verirsiniz, o noktada sorumluluk kabul etmiyorum. esaret, durağanlık, başarısızlık ve son nokta da ölüm! dörtlü bir döngü. o yüzden yine en sonda johnny'e döneceğim. kitaba dair her şeyin ve tüm o hikâyelerin özünde, o atın olduğuna yemin edebilirim ama ispat edemem. ölüler hikayesinin en sonda yer alması ve johhny'nin orada ortaya çıkması da beni destekliyor. ha desteklemese ne olacak? söyledim ya nefis saçmaladım zaten *
devamını gör...
abur cuburlarda malzemeden çalmak
evet arkadaşlar hiç aram olmadığı halde işyerinde çay molasında uzuun aradan sonra yediğim 9 kat tat sonrası pes dediğim durumdur. sevgili yazarlar 9 kat bu değil bu olmamalı, bu 9 katın hormonlu gıdalarla beslenmiş torunu. tadını iyi hatırladığım bir atıştırmalıktır fakat adamlar resmen kakaoyu %90 azaltıp yerine şeker tadı veren artık neyse o ondan basmışlar. zam yapmamak için insanın ağız tadının içine etmekte yani bilemedim sözlük.
devamını gör...
kripto para
güvenmek salaklıktır. anlık trade için deneyenleri kar marjından dolayı anlayabiliyorum ama tüm varlığının %50'sinden fazlasını buraya yatırmak ahmaklıktır. risk ne kadar yüksekse kar almakta o kadar yüksek olur genelde ama bu risk bir kaç günlük ve saatten fazlası kusura bakmayın aptallıktır. henüz ülkelerde denetimi dahi olmayan aracı kurumlara güvenerek paranızı yatırıyorsunuz sonra millet bizi dolandırdı diyorsunuz.
devamını gör...
çocukken yapılan salaklıklar
ıki ayağımı ritimle biri öne biri arkaya gelecek şekilde zıplardım. bunu yaptığımda atomu parçalamış gibi sevinirdim. sonra anneme yaptığımda eee diyerek odama yollamıştı. benim bir tane mutlu anım niye yok ya.
devamını gör...
aseksüel
sanıldığının aksine aşık olabilirler. sadece cinsellikle ilgileri yoktur.
devamını gör...
dünyanın en yalnız hayvanı
bu hayvan hiç görülmeyen, yalnızca sesi kaydedilen bir balina ve ismi 52 hertz.
sesi aracılığıyla kendisinden haberdar olduğumuz balinanın, daha doğrusu balinanın sesinin ortaya çıkışı 1989'da pasifik okyanusunda gerçekleşiyor. soğuk savaş döneminde denizaltılarının sesini duyabilmek için okyanusun çeşitli bölgelerine yerleştirilen hydrophone'lar daha sonrasında bilim insanları tarafından okyanusun derinliklerindeki sesleri dinlemek için kullanılıyor.
bir gün, balinaların (kambur ve mavi) alışılan 20 hertz (ve civarı) aralığındaki sesinin dışında 52 hertz frekansında bir ses duyuluyor. daha sonrasında da aynı ses kaydedildiğinden bu sesin aynı, tek balinadan geldiği anlaşılıyor. tahminler arasında fin-mavi veya hibrit bir tür olabileceği bulunuyor.
balinayı yalnız yapan unsur ise, normalde balinalar yön-yiyecek bulmak, birbirleriyle iletişim kurmak, kendilerine eş bulmak için 12-25 hertz aralığında ses çıkarırken 52 hertz dediğimiz balina şarkılar söylese de kimseye sesini duyuramıyor. araştırmacılar başta onun sağır olduğunu düşünüyor fakat anlaşılıyor ki bu balina sağır değil, diğer balinalara sesini duyurabilmek için yüksek frekansta bir ses çıkartıyor fakat bu onu daha da yalnızlaştırıyor. çünkü diğer balinalar 52 hertz aralığındaki sesi duyamıyor.
yani 52 hertz, diğer balinalar için bambaşka bir dil konuşuyor. bambaşka bir frekansta.
52 hertz, birçok kişinin kalbine dokunmuş olsa gerek, kendisi için bazı projeler yapılmış veya yapılması planlanıyor. amerikalı yönetmen joshua zeman ve oyuncu adrian grenier, 'yalnız balinanın arkadaşa ihtiyacı var' adlı bir kampanya başlatıyor ve bunun gelirleriyle bir belgesel çekmeyi planlıyor. belgeselin ismi "the loneliest whale: the search for 52"
diğer bir proje ise bangtan sonyeondan adlı müzik grubu 52 hertz'i metafor alarak bir şarkı yapıyor (whalien 52) buradan dinleyebilirsiniz. bu şarkıda ünlü olmanın getirdiği yalnızlığa değinirken kendini yalnız hisseden balinanın duygularına da değiniyorlar:
denizin mavi olduğunu söyledi annem
ve sesimi duyurabildiğim kadar uzağa duyurmamı
ama ne yapmalıyım burası çok karanlık
çevremde farklı dilde konuşan farklı balinalar var
içimde tutamıyorum artık anne
sizi seviyorum demek istiyorum
kendi başıma söylediğim bir şarkı gibi
bu deniz çok derin
yine de çok şükür ki ağladığımı ben de başkaları da duyamaz.
sesi aracılığıyla kendisinden haberdar olduğumuz balinanın, daha doğrusu balinanın sesinin ortaya çıkışı 1989'da pasifik okyanusunda gerçekleşiyor. soğuk savaş döneminde denizaltılarının sesini duyabilmek için okyanusun çeşitli bölgelerine yerleştirilen hydrophone'lar daha sonrasında bilim insanları tarafından okyanusun derinliklerindeki sesleri dinlemek için kullanılıyor.
bir gün, balinaların (kambur ve mavi) alışılan 20 hertz (ve civarı) aralığındaki sesinin dışında 52 hertz frekansında bir ses duyuluyor. daha sonrasında da aynı ses kaydedildiğinden bu sesin aynı, tek balinadan geldiği anlaşılıyor. tahminler arasında fin-mavi veya hibrit bir tür olabileceği bulunuyor.
balinayı yalnız yapan unsur ise, normalde balinalar yön-yiyecek bulmak, birbirleriyle iletişim kurmak, kendilerine eş bulmak için 12-25 hertz aralığında ses çıkarırken 52 hertz dediğimiz balina şarkılar söylese de kimseye sesini duyuramıyor. araştırmacılar başta onun sağır olduğunu düşünüyor fakat anlaşılıyor ki bu balina sağır değil, diğer balinalara sesini duyurabilmek için yüksek frekansta bir ses çıkartıyor fakat bu onu daha da yalnızlaştırıyor. çünkü diğer balinalar 52 hertz aralığındaki sesi duyamıyor.
yani 52 hertz, diğer balinalar için bambaşka bir dil konuşuyor. bambaşka bir frekansta.
52 hertz, birçok kişinin kalbine dokunmuş olsa gerek, kendisi için bazı projeler yapılmış veya yapılması planlanıyor. amerikalı yönetmen joshua zeman ve oyuncu adrian grenier, 'yalnız balinanın arkadaşa ihtiyacı var' adlı bir kampanya başlatıyor ve bunun gelirleriyle bir belgesel çekmeyi planlıyor. belgeselin ismi "the loneliest whale: the search for 52"
diğer bir proje ise bangtan sonyeondan adlı müzik grubu 52 hertz'i metafor alarak bir şarkı yapıyor (whalien 52) buradan dinleyebilirsiniz. bu şarkıda ünlü olmanın getirdiği yalnızlığa değinirken kendini yalnız hisseden balinanın duygularına da değiniyorlar:
denizin mavi olduğunu söyledi annem
ve sesimi duyurabildiğim kadar uzağa duyurmamı
ama ne yapmalıyım burası çok karanlık
çevremde farklı dilde konuşan farklı balinalar var
içimde tutamıyorum artık anne
sizi seviyorum demek istiyorum
kendi başıma söylediğim bir şarkı gibi
bu deniz çok derin
yine de çok şükür ki ağladığımı ben de başkaları da duyamaz.
devamını gör...
yapay kornea implantı
gelecekte adını daha sık duyacağımız ve dünyada körlüğü kaldıracak dalgalanmanın başıdır. israil'de corneat vision firması tarafından her iki gözü de 10 yıldır kör olan bir hastaya yapay kornea implantı yapılıp hastanın görmesi sağlanmıştır. devrim niteliğindedir. yeni dünya düzeni gayet güzel. dindarlar olmasa yapay organlar da üretilip insanların organ nakli bekleyişini de tarihe gömer ama aşırı katolikçiler buna tamamen karşılar. çünkü organ üretmek demek tanrı misyonuna girmek gerek. bundan korkuyorlar.
www.cumhuriyet.com.tr/haber...
www.cumhuriyet.com.tr/haber...
devamını gör...