küçük şeylerden mutlu oluyorum insanı
belki de sadece... en azından yaşadığının farkına varmak istiyordur.
devamını gör...
20 mart 2021 türkiye'nin istanbul sözleşmesi'nden ayrılması
uzun süredir kadınların "güvencesi" olarak görülen ve başımızdaki -bazı- yöneticiler tarafından iptal edilmesi istenen sözleşme resmî olarak iptal edilmiştir. recep tayyip erdoğan'ın kararıyla istanbul sözleşmesi'nden türkiye çıkmıştır.
kaynak
kaynak
devamını gör...
yazarların mutsuzken yaptıkları
acıklı şarkılarla kendimi doldurarak saatlerce yürümek...
sonra gözyaşlarımı silip hayata devam...*
sonra gözyaşlarımı silip hayata devam...*
devamını gör...
ön yargı
peşin hüküm. olumlu ya da olumsuz... geçmişte böyle olmuştu sözünün kolayca yeni bir işe eklenmesi durumu .
çok sevilen bir sanatçının yeni albümün de iyi olacağını düşünmek ya da kötü senaryolar çıkarmış bir senaristin yeni senaryosuna şans vermemek gibi durumlara yol açar.
fanatizmin ve ikinci şansları yitirmenin nedeni,
kırılması gereken davranış. kırılmıyorsa da esnemek için çaba gösterilmesi gereken davranış biçimi.
hayat süreklilikse biz de hep değişiyorsak neden olmasın, değişebiliriz. (bu da bir önyargı cümlesi oldu!)
çok sevilen bir sanatçının yeni albümün de iyi olacağını düşünmek ya da kötü senaryolar çıkarmış bir senaristin yeni senaryosuna şans vermemek gibi durumlara yol açar.
fanatizmin ve ikinci şansları yitirmenin nedeni,
kırılması gereken davranış. kırılmıyorsa da esnemek için çaba gösterilmesi gereken davranış biçimi.
hayat süreklilikse biz de hep değişiyorsak neden olmasın, değişebiliriz. (bu da bir önyargı cümlesi oldu!)
devamını gör...
filozofların en sevilen sözleri
bir insan hangi limana ulaşmak istediğini biliyorsa, onun için her rüzgar uygundur.
lucius annaeus seneca.
lucius annaeus seneca.
devamını gör...
ölen kişinin ardında bıraktığı yürek burkan şeyler
doğum günü.
başlıkta sadece fiziki şeyler mi kastedildi bilmiyorum ama aklıma ilk gelen şey o oldu.
başlıkta sadece fiziki şeyler mi kastedildi bilmiyorum ama aklıma ilk gelen şey o oldu.
devamını gör...
şemsi tebrizi
"sen ol da
ister yâr' ol
ister yara...
lütfun da başım üstüne,
kahrın da..."
der kendileri.
ister yâr' ol
ister yara...
lütfun da başım üstüne,
kahrın da..."
der kendileri.
devamını gör...
hevesi kursağında kalmak
dünyanın en kötü duygusudur.
ben şu an kullandığım mahlası -ki çok uzun zaman oldu kullanmaya başlayalı, hatta şu an üniversite okuyacak yaşa gelmiş bile olabilir- ilk yazdığımda tek derdim iyi bir insan olabilmekti. o zaman farkına varmamıştım. iyi insan olmak, hatta sadece insan olmak zor iş, belki de işlerin en zoru. ama meğer ön bir koşulu varmış iyi insan olabilmenin. öncesinde kötü bir insan olmak. ve ben eğer yıllardır iyi bir insan olmak için uğraşıyorsam, demek ki ne kadar kötü bir insanmışım!
bu çok uzun bir yazı olacak. yani insanolunbiraz ortalamasının da üzerinde. o yüzden şimdiden okumaktan vazgeçebilirsiniz ya da abuk sayıklamalarımı okuyup kendi kendinize saçmalamanın ne boyutlara varacağını görmek için bir maceraya atılabilirsiniz.
daha önce de yazmışımdır mutlaka. benim başıma güzel şeyler gelmez, iyi şeyler de gelmez. gelir gibi olur sadece. ve gelmesinin tek nedeni de giderken ağır bir tahribat bırakma zevkini tadarken gözlerimin içine bakarak erol taş’ı kıskandıracak bir kötü adam kahkahası atabilmektir.
o yüzden ne zaman iyi şeyler olmaya başlasa hayatımda tedirgin olurum. tadını çıkaramam. ne zaman bitecek diye beklemekten zihnim yorulur. ne zaman güzel bir şey olsa ben orada olmamaya dikkat ederim. hayatımdaki güzelliği uzaktan seyrederim çok alışmamak için ona. çünkü alışınca bir şeye, ardında bıraktığı boşluğu doldurmak için boca ettiğim alkol ve sigara dumanın haddi hesabı ve dahi hududu olmayacaktır.
benim hevesim kursağımda kalır bolca. görseniz, dersiniz ki ne kursakmış arkadaş! kalan kalana! kursağımda kalan her şey karakteri bol bir roman oluşturdu bulunduğu yerde. boğazımda kalabalık bir romanla dolaşmakta nefes alamaz oldum. su içsem yaramıyor artık.
yine de umut etmekten vazgeçemiyor işte insan. keşke insan değil de at olsaydım diyorum bazen. belki o zaman sürekli umut edip kendimi bu hallere sokmazdım. başıma gelmeyeceğine inandığım iyi şeyleri uzakta tutup yeni yıkımlara yol açmazdım. bitmeyen bir kentsel dönüşüm var sanki içimde. içimin sokaklarını ben bile tanıyamaz oldum.
bir süre çok mutlu olduğumu hissettiğimde korkmadığım zamanlar oldu. ne zamandı hatırlamıyorum şu an. belki on yıl önce, belki on gün, belki daha bugündü, belki de dündü. albert camus kadar yabancıyım şu an zamana.
sonra “birkaç” sözcüğünün yazım yanlışı yapılmadan yazıldığında ne kadar can yaktığını öğrendim. birkaç bitişik yazılır. ben şu an ayrı olmasını istiyorum. iki sözcük birbirine yaklaşmasın istiyorum. hatta çok uzak olsunlar istiyorum. bunu kim olarak istediğimi de bilmiyorum. ama istiyorum.
içimden attila ilhan’a bile kızmak geliyordu bazen. şimdi hak veriyorum. aysel git başımdan! ben kimseye göre değilim. kendi üstüme bile tam oturmayan kötü kesim bir palto gibi hissediyorum. gogol göndermesi değil bu. rus romanlarının melankolisine düşemeyecek kadar mutsuzum şu an.
bu yazdıklarım kurgu bir metnin yeterince iyi olmadığı için buruşturulup çöpe atılmış sayfalarından alınmış bölümler. belki de benim hayatım bütünüyle öyle. yazıldıktan sonra beğenilmemiş bir hayat. aman neyse denilerek dünyaya gönderilmiş bir kaybeden.
her şey geçer. insan yara almamayı başarsın yeter ki. ben eski türk filmlerinde kurşun yarasını saklayan bir jön gibi -daha küçük bir rol beni kurtarmaz- yukarıda bahsettiğim kötü kesim paltoyu vücuduma bastırıp birkaç hafta geçireceğim.
ama siz fanilerden son bir dileğim var. bu birkaç hafta boyunca hava güzel olsun. yağmur yağmasın, hele şimşek ve gökgürültüsü hiç olmasın dünyada. kimse korkmasın doğa olaylarından. bunlar hayatın gerçeği. ben kursağımda kalan hevesimle uğraşırken kimse üzülüp birbirine sarılmasın. bana da sarılmayın.
birkaç hafta sonra benden geriye kalan ne varsa bir truva atının içine koyup göndereceğim. ya benim içimdekiler fazladır ve bu mücadeleyi ben kazanırım ya da içimde yaralı bereli askerler kalmış olur. belki o zaman onlara sarılırız.
cebimde bir avuç bademle dışarı çıkacağım bu akşam. bir kaç şarkı dinlerim belki. kimse beni düzeltmesin, bu yazıda bir kaç ayrı yazılacak artık. ve badem de kursağımda kalmayacak.
ben şu an kullandığım mahlası -ki çok uzun zaman oldu kullanmaya başlayalı, hatta şu an üniversite okuyacak yaşa gelmiş bile olabilir- ilk yazdığımda tek derdim iyi bir insan olabilmekti. o zaman farkına varmamıştım. iyi insan olmak, hatta sadece insan olmak zor iş, belki de işlerin en zoru. ama meğer ön bir koşulu varmış iyi insan olabilmenin. öncesinde kötü bir insan olmak. ve ben eğer yıllardır iyi bir insan olmak için uğraşıyorsam, demek ki ne kadar kötü bir insanmışım!
bu çok uzun bir yazı olacak. yani insanolunbiraz ortalamasının da üzerinde. o yüzden şimdiden okumaktan vazgeçebilirsiniz ya da abuk sayıklamalarımı okuyup kendi kendinize saçmalamanın ne boyutlara varacağını görmek için bir maceraya atılabilirsiniz.
daha önce de yazmışımdır mutlaka. benim başıma güzel şeyler gelmez, iyi şeyler de gelmez. gelir gibi olur sadece. ve gelmesinin tek nedeni de giderken ağır bir tahribat bırakma zevkini tadarken gözlerimin içine bakarak erol taş’ı kıskandıracak bir kötü adam kahkahası atabilmektir.
o yüzden ne zaman iyi şeyler olmaya başlasa hayatımda tedirgin olurum. tadını çıkaramam. ne zaman bitecek diye beklemekten zihnim yorulur. ne zaman güzel bir şey olsa ben orada olmamaya dikkat ederim. hayatımdaki güzelliği uzaktan seyrederim çok alışmamak için ona. çünkü alışınca bir şeye, ardında bıraktığı boşluğu doldurmak için boca ettiğim alkol ve sigara dumanın haddi hesabı ve dahi hududu olmayacaktır.
benim hevesim kursağımda kalır bolca. görseniz, dersiniz ki ne kursakmış arkadaş! kalan kalana! kursağımda kalan her şey karakteri bol bir roman oluşturdu bulunduğu yerde. boğazımda kalabalık bir romanla dolaşmakta nefes alamaz oldum. su içsem yaramıyor artık.
yine de umut etmekten vazgeçemiyor işte insan. keşke insan değil de at olsaydım diyorum bazen. belki o zaman sürekli umut edip kendimi bu hallere sokmazdım. başıma gelmeyeceğine inandığım iyi şeyleri uzakta tutup yeni yıkımlara yol açmazdım. bitmeyen bir kentsel dönüşüm var sanki içimde. içimin sokaklarını ben bile tanıyamaz oldum.
bir süre çok mutlu olduğumu hissettiğimde korkmadığım zamanlar oldu. ne zamandı hatırlamıyorum şu an. belki on yıl önce, belki on gün, belki daha bugündü, belki de dündü. albert camus kadar yabancıyım şu an zamana.
sonra “birkaç” sözcüğünün yazım yanlışı yapılmadan yazıldığında ne kadar can yaktığını öğrendim. birkaç bitişik yazılır. ben şu an ayrı olmasını istiyorum. iki sözcük birbirine yaklaşmasın istiyorum. hatta çok uzak olsunlar istiyorum. bunu kim olarak istediğimi de bilmiyorum. ama istiyorum.
içimden attila ilhan’a bile kızmak geliyordu bazen. şimdi hak veriyorum. aysel git başımdan! ben kimseye göre değilim. kendi üstüme bile tam oturmayan kötü kesim bir palto gibi hissediyorum. gogol göndermesi değil bu. rus romanlarının melankolisine düşemeyecek kadar mutsuzum şu an.
bu yazdıklarım kurgu bir metnin yeterince iyi olmadığı için buruşturulup çöpe atılmış sayfalarından alınmış bölümler. belki de benim hayatım bütünüyle öyle. yazıldıktan sonra beğenilmemiş bir hayat. aman neyse denilerek dünyaya gönderilmiş bir kaybeden.
her şey geçer. insan yara almamayı başarsın yeter ki. ben eski türk filmlerinde kurşun yarasını saklayan bir jön gibi -daha küçük bir rol beni kurtarmaz- yukarıda bahsettiğim kötü kesim paltoyu vücuduma bastırıp birkaç hafta geçireceğim.
ama siz fanilerden son bir dileğim var. bu birkaç hafta boyunca hava güzel olsun. yağmur yağmasın, hele şimşek ve gökgürültüsü hiç olmasın dünyada. kimse korkmasın doğa olaylarından. bunlar hayatın gerçeği. ben kursağımda kalan hevesimle uğraşırken kimse üzülüp birbirine sarılmasın. bana da sarılmayın.
birkaç hafta sonra benden geriye kalan ne varsa bir truva atının içine koyup göndereceğim. ya benim içimdekiler fazladır ve bu mücadeleyi ben kazanırım ya da içimde yaralı bereli askerler kalmış olur. belki o zaman onlara sarılırız.
cebimde bir avuç bademle dışarı çıkacağım bu akşam. bir kaç şarkı dinlerim belki. kimse beni düzeltmesin, bu yazıda bir kaç ayrı yazılacak artık. ve badem de kursağımda kalmayacak.
devamını gör...
albert camus
"felsefenin temel sorusu, yaşamın yaşanmaya değip değmeyeceğine karar vermektir."
7 kasım 1913'te cezayir'in mondovi kasabasında doğmuştur. ı. dünya savaşı'nda albert camus henüz 11 aylık iken babasını kaybetmiştir. albert camus'un babasına ait hatıraları maalesef ki birkaç fotoğraf ve annesinin anlattığı birkaç hikayeden ibaret olacaktır ömrü boyunca. babasının mezarını da ancak 40 yıl sonra, camus 40 yaşındayken bulabilmiştir. mezar taşının altında yatan kişi 29 yaşındayken vefat etmişti. hiç tanımadığı babasının kendinden genç olduğu bir buluşmaydı bu. ilk adam adlı eserinde de dediği gibi: "oğlunun babadan daha yaşlı olduğu yerde, yalnızca çılgınlık ve kaos vardı."
babasının ölümünden sonra, camus ve ailesi oldukça zor geçen günlerin içine girmiştir. maddi yetersizlikler aileyi günden güne zorlamıştır. anne catherine, evlere temizlik işlerine giderek iki oğlunu da okutmuştur. bu yıllarda yaşadıklarını "tersi ve yüzü" adlı eserinde anlatmıştır camus.
liseyi burslu okuyan camus daha sonra felsefe okumak için cezayir üniversitesi'ne girmiştir. bu yıllarda üç tutkusu vardır camus'nün: futbol, felsefe ve tiyatro. futbol, camus için hayata ve ahlaka dair gerçekçi bir pratik olmuştur her zaman. işte bu yüzden futbolu çok önemsemiştir. tam da bu yüzden ölümünden birkaç sene önce racing paris ile monaco arasında oynanan futbol karşılaşmasında da rastlarız camus'ye. kendisi de futbol oynamayı çok sevmektedir. ne yazık ki genç yaşta yakalandığı tüberküloz hastalığı, onun kalecilik kariyerine son vermesine neden olmuştur. felsefe ve tiyatro, onun için tutunacak son dallardır artık.
1936 yılında, "plotinos ve aziz augustinus" üzerine yazdığı tez ile felsefe eğitimini tamamlamıştır. aynı yıllarda ise bir grup arkadaşı ile iş tiyatrosu'nu kurmuştur. yine aynı yıllarda komünist partisi'ne katılmış ancak anlaşmazlık sebebiyle kısa sürede ayrılmıştır.
tam da bu yıllarda camus'nün eserleri peş peşe gelecektir. 1937'de tersi ve yüzü, 1942'de yabancı ve sisifos söyleni, 1947'de veba, son eseri sayılabilecek düşüş ise 1956 yılında yayımlandı. 1957 yılında ise "çağımızdaki insan vicdan problemini, keskin görüşlü bir ciddiyet ile aydınlatan edebi üretimi"nden ötürü nobel edebiyat ödülü'nü kazanmıştır. ödülü alırken ise şöyle demiştir camus: "kendi adıma ben sanatım olmadan yaşayamam."
camus'nün yaşadığı yıllarda paris, mükemmel bir entelektüel çevreye sahipti. ressamlar, şairler, yazarlar, filozoflar... varoluşçu felsefenin öncüsü sayılabilecek jean paul-sartre de paris'in sakinlerinden birisiydi o yıllarda. camus ile de oldukça sıkı bir dostlukları vardı. lakin bu dostluk 1950'lerin hemen başında son bulmuştur. sartre, camus ile dostlukları ile ilgili olarak şunları yazmıştır:
"o ve ben bir fikir ayrılığına düşmüştük. bir fikir ayrılığının önemi yok-bu ayrılığa düşenler birbirlerini bir daha hiç görmeseler bile- bu yalnızca, bizi ayıran kısıtlı, ufak dünyada birbirinin görüş alanını yitirmeden başka bir şekilde yaşama biçimi. bu durum beni onu düşünmekten, okuduğum kitapta ya da gazetede onun gözlerini hissetmekten ve merak etmekten alıkoyamadı: bununla ilgili ne düşünüyor? bununla ilgili şu anda ne düşünüyor?"
camus, 1960 yılının ocak ayında geçirdiği trafik kazasında hayatını kaybetmiştir. ailesiyle birlikte, lourmarin'de geçirdiği yılbaşından sonra paris'e dönerken gerçekleşmiştir. eşi ve iki çocuğu ile beraber tren ile dönecek iken son anda fikrini değiştirmiş ve yayıncısı ve arkadaşı michel gallimard'ın kullandığı araba ile dönmeye karar vermiştir. ölüm anında cebinde paris için bir tren bileti ve 1994 yılında yayımlanacak olan otobiyografik roman ilk adam'ın el yazmaları bulunmuştur. genç yaşta hayatını kaybeden ünlü yazar, eğer o gün fikrini değiştirmeyip ailesi ile trene binseydi belki çok daha farklı şeyler konuşuyor olacaktık. işin ilginç ve bir o kadar üzücü olan kısmı ise camus daha öncesinde, araba kazasıyla ölmeyi, en absürt ölüm olarak ifade etmiştir.
camus felsefesinin temelinde iki kavram bulunur: absürd ve intihar. insanın bu iki kavram ile karşılaşması, kaçınılmazdır. çünkü insan yaşamın anlamı ile oyalandıkça, yaşamın kendisinden ve bilincinden uzaklaşmıştır. işte tam da bu yüzden, dolaysız ve içten bir hesaplaşma gereklidir. absürd kavramı, dünya ile insan arasındaki anlamsızlık ve uyumsuzluk döngüsünü, birbirine yabancı olma durumunu ifade eder. bu varlığın kendi absürtlüğüdür. camus, bu kavramı sisifos söyleni adlı eserinde detaylı olarak incelemiştir. bu düşünce daha sonra absürdizm akımını ortaya çıkarmıştır. absürdizm, insanlığın evrende bir anlam bulma çabalarının boşa olduğunun ve bu uğraşın elbet başarısızlıkla sonuçlanacağını söyleyen bir akımdır. işte bu noktada sorulması gereken soru tüm bu absürtlüğün içinde yaşam yaşamaya değer mi? yoksa bütün bu absürtlüğe rağmen yaşamaya devam etmek, onu bir yükümlülük haline mi getirir? camus intihar sorusunu felsefenin temel sorusu haline getirirken aslında bunu amaçlamıştır. çünkü bu sorgulama gereklidir. absürd yaşama karşı, intihar düşüncesi absürde, boyun eğmek olduğu için camus tarafından ilk seçenek olarak görülmemiştir. absürde başkaldırı için, yaşamakta ısrar etmek, yaşamakta diretmek gerekir.
insan absürd olanı ve absürdün tam ortasında kaldığından beri dünyaya yabancı kalmıştır. bu yabancılık, bir kayıtsızlık, tepkisizlik olarak kendini ortaya koyar. camus'nün, "yabancı" adlı eserindeki meursault karakteri aslında bu yabancılaşmayı, kayıtsızlığı en üst perdeden aktarmayı başarmıştır. camus'nün, absürde karşı ortaya koymuş olduğu yol ise, yaratmaktır. o, yaşam ile intihar arasındaki çıkmazda yaşamdan tarafa olan yolun seçilebileceğine inanıyordu. onun için, yaşam elbette yaşanmaya değerdi, çünkü yaratma ve üretme imkânı bizim elimizdeydi. absürd olana karşı başkaldırı ancak bu şekilde mümkün olabilirdi. yaratmalıydık çünkü, gerçekliğin aşağı çeken çirkinliğini bu sayede alt edebilirdik. sanattan ve yaratımdan uzak bir yaşam, bizi ölüm safına zaten en başta alacaktır. "yaratmak yazgıya biçim vermektir."
7 kasım 1913'te cezayir'in mondovi kasabasında doğmuştur. ı. dünya savaşı'nda albert camus henüz 11 aylık iken babasını kaybetmiştir. albert camus'un babasına ait hatıraları maalesef ki birkaç fotoğraf ve annesinin anlattığı birkaç hikayeden ibaret olacaktır ömrü boyunca. babasının mezarını da ancak 40 yıl sonra, camus 40 yaşındayken bulabilmiştir. mezar taşının altında yatan kişi 29 yaşındayken vefat etmişti. hiç tanımadığı babasının kendinden genç olduğu bir buluşmaydı bu. ilk adam adlı eserinde de dediği gibi: "oğlunun babadan daha yaşlı olduğu yerde, yalnızca çılgınlık ve kaos vardı."
babasının ölümünden sonra, camus ve ailesi oldukça zor geçen günlerin içine girmiştir. maddi yetersizlikler aileyi günden güne zorlamıştır. anne catherine, evlere temizlik işlerine giderek iki oğlunu da okutmuştur. bu yıllarda yaşadıklarını "tersi ve yüzü" adlı eserinde anlatmıştır camus.
liseyi burslu okuyan camus daha sonra felsefe okumak için cezayir üniversitesi'ne girmiştir. bu yıllarda üç tutkusu vardır camus'nün: futbol, felsefe ve tiyatro. futbol, camus için hayata ve ahlaka dair gerçekçi bir pratik olmuştur her zaman. işte bu yüzden futbolu çok önemsemiştir. tam da bu yüzden ölümünden birkaç sene önce racing paris ile monaco arasında oynanan futbol karşılaşmasında da rastlarız camus'ye. kendisi de futbol oynamayı çok sevmektedir. ne yazık ki genç yaşta yakalandığı tüberküloz hastalığı, onun kalecilik kariyerine son vermesine neden olmuştur. felsefe ve tiyatro, onun için tutunacak son dallardır artık.
1936 yılında, "plotinos ve aziz augustinus" üzerine yazdığı tez ile felsefe eğitimini tamamlamıştır. aynı yıllarda ise bir grup arkadaşı ile iş tiyatrosu'nu kurmuştur. yine aynı yıllarda komünist partisi'ne katılmış ancak anlaşmazlık sebebiyle kısa sürede ayrılmıştır.
tam da bu yıllarda camus'nün eserleri peş peşe gelecektir. 1937'de tersi ve yüzü, 1942'de yabancı ve sisifos söyleni, 1947'de veba, son eseri sayılabilecek düşüş ise 1956 yılında yayımlandı. 1957 yılında ise "çağımızdaki insan vicdan problemini, keskin görüşlü bir ciddiyet ile aydınlatan edebi üretimi"nden ötürü nobel edebiyat ödülü'nü kazanmıştır. ödülü alırken ise şöyle demiştir camus: "kendi adıma ben sanatım olmadan yaşayamam."
camus'nün yaşadığı yıllarda paris, mükemmel bir entelektüel çevreye sahipti. ressamlar, şairler, yazarlar, filozoflar... varoluşçu felsefenin öncüsü sayılabilecek jean paul-sartre de paris'in sakinlerinden birisiydi o yıllarda. camus ile de oldukça sıkı bir dostlukları vardı. lakin bu dostluk 1950'lerin hemen başında son bulmuştur. sartre, camus ile dostlukları ile ilgili olarak şunları yazmıştır:
"o ve ben bir fikir ayrılığına düşmüştük. bir fikir ayrılığının önemi yok-bu ayrılığa düşenler birbirlerini bir daha hiç görmeseler bile- bu yalnızca, bizi ayıran kısıtlı, ufak dünyada birbirinin görüş alanını yitirmeden başka bir şekilde yaşama biçimi. bu durum beni onu düşünmekten, okuduğum kitapta ya da gazetede onun gözlerini hissetmekten ve merak etmekten alıkoyamadı: bununla ilgili ne düşünüyor? bununla ilgili şu anda ne düşünüyor?"
camus, 1960 yılının ocak ayında geçirdiği trafik kazasında hayatını kaybetmiştir. ailesiyle birlikte, lourmarin'de geçirdiği yılbaşından sonra paris'e dönerken gerçekleşmiştir. eşi ve iki çocuğu ile beraber tren ile dönecek iken son anda fikrini değiştirmiş ve yayıncısı ve arkadaşı michel gallimard'ın kullandığı araba ile dönmeye karar vermiştir. ölüm anında cebinde paris için bir tren bileti ve 1994 yılında yayımlanacak olan otobiyografik roman ilk adam'ın el yazmaları bulunmuştur. genç yaşta hayatını kaybeden ünlü yazar, eğer o gün fikrini değiştirmeyip ailesi ile trene binseydi belki çok daha farklı şeyler konuşuyor olacaktık. işin ilginç ve bir o kadar üzücü olan kısmı ise camus daha öncesinde, araba kazasıyla ölmeyi, en absürt ölüm olarak ifade etmiştir.
camus felsefesinin temelinde iki kavram bulunur: absürd ve intihar. insanın bu iki kavram ile karşılaşması, kaçınılmazdır. çünkü insan yaşamın anlamı ile oyalandıkça, yaşamın kendisinden ve bilincinden uzaklaşmıştır. işte tam da bu yüzden, dolaysız ve içten bir hesaplaşma gereklidir. absürd kavramı, dünya ile insan arasındaki anlamsızlık ve uyumsuzluk döngüsünü, birbirine yabancı olma durumunu ifade eder. bu varlığın kendi absürtlüğüdür. camus, bu kavramı sisifos söyleni adlı eserinde detaylı olarak incelemiştir. bu düşünce daha sonra absürdizm akımını ortaya çıkarmıştır. absürdizm, insanlığın evrende bir anlam bulma çabalarının boşa olduğunun ve bu uğraşın elbet başarısızlıkla sonuçlanacağını söyleyen bir akımdır. işte bu noktada sorulması gereken soru tüm bu absürtlüğün içinde yaşam yaşamaya değer mi? yoksa bütün bu absürtlüğe rağmen yaşamaya devam etmek, onu bir yükümlülük haline mi getirir? camus intihar sorusunu felsefenin temel sorusu haline getirirken aslında bunu amaçlamıştır. çünkü bu sorgulama gereklidir. absürd yaşama karşı, intihar düşüncesi absürde, boyun eğmek olduğu için camus tarafından ilk seçenek olarak görülmemiştir. absürde başkaldırı için, yaşamakta ısrar etmek, yaşamakta diretmek gerekir.
insan absürd olanı ve absürdün tam ortasında kaldığından beri dünyaya yabancı kalmıştır. bu yabancılık, bir kayıtsızlık, tepkisizlik olarak kendini ortaya koyar. camus'nün, "yabancı" adlı eserindeki meursault karakteri aslında bu yabancılaşmayı, kayıtsızlığı en üst perdeden aktarmayı başarmıştır. camus'nün, absürde karşı ortaya koymuş olduğu yol ise, yaratmaktır. o, yaşam ile intihar arasındaki çıkmazda yaşamdan tarafa olan yolun seçilebileceğine inanıyordu. onun için, yaşam elbette yaşanmaya değerdi, çünkü yaratma ve üretme imkânı bizim elimizdeydi. absürd olana karşı başkaldırı ancak bu şekilde mümkün olabilirdi. yaratmalıydık çünkü, gerçekliğin aşağı çeken çirkinliğini bu sayede alt edebilirdik. sanattan ve yaratımdan uzak bir yaşam, bizi ölüm safına zaten en başta alacaktır. "yaratmak yazgıya biçim vermektir."
devamını gör...
asit
suda çözündüğünde ortama hidrojen iyonu bırakan, aşındırıcı kimyasal. tadı ekşidir ve turnusol kâğıdını kırmızıya çevirmesiyle ile tespit edilebilir.
ph değeri 7'nin altında olan çözeltiler asidiktir. örneğin midemizin ph değeri genellikle 3'ten düşüktür. mide asidi dediğimiz madde bu ph değerinde düzgün çalışır.
edit: asitler, bazlarla birleştiklerinde tuz oluştururlar.
ph değeri 7'nin altında olan çözeltiler asidiktir. örneğin midemizin ph değeri genellikle 3'ten düşüktür. mide asidi dediğimiz madde bu ph değerinde düzgün çalışır.
edit: asitler, bazlarla birleştiklerinde tuz oluştururlar.
devamını gör...
hakan ural
abartılmış bir oyuncu eskisi. daha fazlası değil. zorlama rollerde ortaya çıkan bir şahsiyet. şimdilerde sabah şekeri tadında bir programa görünüyor. günümüz "herbokolog"ları'nın daha bi magazinsel medyatik versiyonu.
devamını gör...
armysuzy
üslubunu çok sevdiğim bir yazardır, var olsundur.
devamını gör...
çaresizlik
2012 senesinde, bir arkadaşımın halası ankara onkoloji hastanesinde tedavi görüyordu. birlikte hastaneye gittik. o halasının yanına çıktı ben de bahçede takılıyordum. keşke arkadaşımla hastaneye gitmeseydim ya da onunla yukarı çıksaydım şeklinde düşündürten cümleleri, 30-35 yaşları arası bir adamdan duydum. adam, telefonla, dayısı olduğunu sonradan öğrendiğim kişiyle sessizce konuşuyordu. bir anda gözlerinden yaşlar boşalarak “ dayı allah rızası için yardım et, çocuk ölüyor” dedi. sesinde, bu çaresizlik denen meret sonuna kadar vardı. dayısında belki de yardım edecek güç vardı. belki de daha önce de gitti kapısına ama son çare mi diyelim yoksa çaresizlik mi diyelim tekrardan ona yalvarmak zorunda kalıyordu. ben resmen koşar adım kaçtım ordan. elimden bir şey de gelmiyordu. o konuşmalara o kadar şahit olmak bile yetmişti çaresizliği anlamama.
daha kötüsü de günler geçiyor ama çaresizlik kavramına hiç mi hiç karşı koyan bir şey olmuyor. son zamanlarda ismini daha çok duyduğumuz, sma denen illet.
bir babasın, anasın. çalışıyorsun, vergi veriyorsun, sağlık için sigortanı ödüyorsun. sen tüm tedbirlerini almışken ve çalıştığın devlet çocuğunu kanunlarla ekstra güvence altına almışken, çocuğun sma oluyor. güvendiğin ve katkı sağladığın bu çark, bu derdine derman olmuyor.
bu hastalığın bir çözümü olmasa, başımızı öne eğip takdiri ilahi kelimesini kullanıp hep birlikte üzülelim. ama çözüm var ve birileri parayı bastırıp, ilaçları getirtip çocuğunu yaşatırken, kimilerinin de gözlerinin önünde, parasızlıktan göz göre göre ölüyor. sıra, bütün insanları da geçip “ bütün çocuklar eşittir, bazıları daha eşittir” e kadar mı düştü?
hem çare var hem de çaresizlik. bu sanki çaresizlikten daha kötü.
daha kötüsü de günler geçiyor ama çaresizlik kavramına hiç mi hiç karşı koyan bir şey olmuyor. son zamanlarda ismini daha çok duyduğumuz, sma denen illet.
bir babasın, anasın. çalışıyorsun, vergi veriyorsun, sağlık için sigortanı ödüyorsun. sen tüm tedbirlerini almışken ve çalıştığın devlet çocuğunu kanunlarla ekstra güvence altına almışken, çocuğun sma oluyor. güvendiğin ve katkı sağladığın bu çark, bu derdine derman olmuyor.
bu hastalığın bir çözümü olmasa, başımızı öne eğip takdiri ilahi kelimesini kullanıp hep birlikte üzülelim. ama çözüm var ve birileri parayı bastırıp, ilaçları getirtip çocuğunu yaşatırken, kimilerinin de gözlerinin önünde, parasızlıktan göz göre göre ölüyor. sıra, bütün insanları da geçip “ bütün çocuklar eşittir, bazıları daha eşittir” e kadar mı düştü?
hem çare var hem de çaresizlik. bu sanki çaresizlikten daha kötü.
devamını gör...
nikomakhos'a etik
aristoteles'in erdem, mutluluk, iyi ve genel olarak ahlak anlayışını ele aldığı en önemli eseridir. bence günümüzde dahi bütün canlılığını koruyan en "ölümsüz" eseridir. nikomakhos aristoteles'in oğullarından biridir. kitapta erdem anlayışını karakter ve düşünce erdemleri olarak ikiye ayırmıştır. erdemi genel olarak duygularla ve eylemlerle olan ilişkisi bakımından işlemiştir. felsefenin amacının eudaimonia(mutluluk veya iyi yaşam) olduğunu öne süren kadim inanışa aristoteles'in etik anlayışında da rastlanır. aristoteles'e göre mutluluk her şeyden önce ruhun erdeme uygun davranışlarıdır. adalet, cömertlik, kendini bilme, yüce gönüllülük gibi erdemlere özel bir önem verir. aristoteles'in erdemler ve genel olarak bütün eylemlerde öne çıkarttığı bir ilke olarak "altın orta" çok önemlidir. kimi çevirilerde "doğru orta" da denen bu ilke esas olarak ifrattan ve tefritten kaçınmaktır. yani aşırılıktan ve gerektiğinden az olandan uzak durmak gerekir. bir bakıma ölçülü ve ılımlı olmadır da diyebiliriz. sözgelimi cömertlik, savurganlık ve cimrilik arasında orta durumdur. savurganlık ve cimrilik ikisi de iyi değildir; iyi olan bunların altın ortası olarak cömertliktir. cesaret, cüret ve korkaklığın ortasıdır ve erdemdir. çokça örnek verir aristoteles bu ilke doğrultusunda. ben özellikle bu altın ortanın çok önemli bir ilke olduğunu düşünüyorum. tabii bu ilke her davranış/eylem için geçerli değildir, bunu gözden kaçırmamak lâzım. bazı şeyler kendiliğinden kötüdür, doğası gereği kötüdür. bunların ortaları filan olmaz. sözgelimi hırsızlık, yalancılık vesaire. aristoteles için haz bütünüyle kötü değildir; pek çok konuda olduğu gibi o bu konuda da radikal hocası platon'dan ayrılır. çünkü aristoteles her şeyden önce bir "biyolog" gibidir. insan doğasını tanır, ilgilenir ve önemser. hazın insan için iyi olduğunu söyler. epikuros gibi o da acıdan doğal olarak kaçındığımızı söyler. ancak haz her şey değildir, insan kendisini kontrol edebilmelidir. ölçülü olma, altın ortayı bulma önemlidir. hazlar arasında da ayrımlar yapar. beden hazlarını daha aşağı bir haz biçimi olarak değerlendirir. onur, şeref, şöhret gibi şeylerden gelen haz daha üsttedir. ancak en önemli haz bilgelik ve erdem hazzıdır. aristoteles'in bilim anlayışında en önemli yeri işgal eden temâşa/theoria hazzı her şeyden kıymetlidir. varlığı seyretmek, bilmek, öğrenmek hazların en üstünüdür. aristoteles dostluğa da çok büyük önem verir. bunun iyi yaşam için çok değerli olduğunu düşünür. dostluklarda bir ortaklık veya mütekabiliyet olmazsa olmazdır. tiranın hiç dostu yoktur mesela. tiranlıkla yönetilen yerlerde genel olarak dostluk yokken demokrasilerde vardır. çünkü bir eşitlik ilişkisi vardır.
devamını gör...
tokyo ghoul
seinen tarzı bir animedir, psikolojik yaklaşımları bulunmakla beraber şiddet içeriklidir.
bonus: en beğendiğim ostlerden birine de ev sahipliği yapar.
youtube
bonus: en beğendiğim ostlerden birine de ev sahipliği yapar.
youtube
devamını gör...
osman öcalan'ın leşi ne olacak meselesi
şeye sorsunlae ya. kim cikarmisti trt'ye ona sorsunlar.
devamını gör...
sevilen şiirin en vurucu dizeleri
devamını gör...
anti-hero
anti-hero, edebi eserin veya sinematik bir eserin içinde ideal kahraman özelliklerini taşımayan bir çeşit ana karakterdir diğer bir deyişle protagonisttir. ancak anti-hero karaktere tamamen kötü adam diyemeyiz, çünkü kötü denebilecek özellikleri olsa bile doğru veya cesurca davranabilirler ama onların motiveleri farklıdır. mesela split filmindeki ana karakterimiz kevin anti-hero için güzel bir örnek olabilir çünkü seyirci ondan nefret de etmez, sevmez de, gri bir noktasıdır filmin. devamı olan glass filminde daha çok anti-hero özellikleri gösterdiğini görüyoruz, zaten glass filminin genel amacı da bu gibi kahraman olmayan kahramanlar. bir eserde, dizide, filmde, tiyatroda anti-hero olması bence bir yemeğe kararında baharat katmak gibi, tadını olduğundan daha güzel bir noktaya çekiyor. anti-hero aslında o hayal dünyasında bir gerçekliği savunuyor olabilir, çünkü hayat gridir, öyle siyah-beyaz uçları yoktur, bazı insanlar iyi şeyler bile yapsa, motiveleri aslında o kadar iyi olmayabilir ama bu onları ne kadar kötü biri veya iyi biri yapar, o da kişiye kalmış bir şey.
devamını gör...
an itibarıyla yazarların nerede olup ne hissettiği
yarın sabaha kadar yazmam gereken iki haftalık süreç raporları ve devam çizelgeleriyle birlikte mal gibi katıldığım başlık.
önemli işleri son dakikaya bırakanlar terör örgütünün elebaşı olarak, yemeğimi yedikten sonra lütfedip yazıcam içine sıçtığımın raprunu inş.
önemli işleri son dakikaya bırakanlar terör örgütünün elebaşı olarak, yemeğimi yedikten sonra lütfedip yazıcam içine sıçtığımın raprunu inş.
devamını gör...
20'lik diş
şahsımda dört tanesinin birden 20 yaşına girmeden önce sorunsuz ve ağrısız bir şekilde çıktığı diş çeşitli.*
edit: of ya, sanırım hayattaki bütün şansımı burada kullanmışım.*
edit: of ya, sanırım hayattaki bütün şansımı burada kullanmışım.*
devamını gör...