sene bin dokuz yüz bilmem kaç. herhangi bir kurban bayramı. biz kurban bayramlarını genelde rahmetli dedemlerde geçirirdik. aile onların yanında bir araya gelir ve ufak bir aile kavuşma merasimi tertip edilirdi. babam yıllık izinlerini bile bu tarihlere göre çok önceden ayarlardı. biz yine ve yeniden, dedemlere ilk varan aile kafilesi olmuştuk. vardığımızın ertesi günü dedem babamla birlikte kurban almak için evden çıkacakken rahmetli anneannem yine devreye girdi ve tosbağayı da götürün bey, görsün çocuk diyerek yine yaptı bana yapacağını. eh benim ton ton anneannem hep böyleydi. kuran kursuna gitmeme vesile olan da kendisidir. sağ olsun beni her türlü dini atraksiyona sokmuştur. * yattığı yer incitmesin diyelim.

neyse efendim biz çıktık evden gittik kurban pazarına. her yer ana baba günü. hayatımda ilk defa kurban pazarı görüyorum. elini veren kolunu kaptırıyor. adamlar ellerini birbirlerine sabitlemiş salladıkça sallıyor, tabiri caizse kendilerinden geçiyorlar. tabi bu durum merakıma mucip oldu. sordum babama hemen, ''ne yapıyor baba bu adamlar?'' ''pazarlık yapıyorlar oğlum.'' ''illa böyle mi olması lazım?'' ''evet tosbik böyle olması lazım. bu bir gelenek.'' kestirip atıyor resmen beni. oysa benim sorularım babam tarafından ayrıntılı cevaplandırılırdı. incik cıncık açık nokta bırakılmazdı ama fark ediyorum ki babam o gün gergin. sanıyorum ki o ortamda bulunmaktan pek de mutlu değildi. lakin naif adamdı rahmetli, aile büyüklerini asla kırmazdı. biz de gerekli pazarlık ritüellerini takip ettikten sonra koçumuzu 1 hafta evvelden alarak evin yolunu tuttuk. dedemlere geç intikal edenler kendi dertlerine yansındı. en hızlısıydık hepsinin.

dedem asker adam, dediği dedik. emir komuta zincirine riayet etmek gerek. koç'un bakım görevini bana verdi. bayrama kadar koç bende. emredersiniz dedeciğim diyerek tekmili verip, topukları çarptım birbirine. üzerine bir de turist ömer selamı yapıştırdım ve görev tevdi töreni tamamlandı. babamla birlikte koçu kalacağı yere götürdük. samanları bile hazırlanmış keratanın. bir de güzel bakıyor ki sormayın. babama dedim ki, buna bir isim mi koysak? koy istersen ama çok da bağlanma deyiverdi. babam kesinlikle dönüşüm geçiriyordu. adama bir şeyler olmuştu. normal şartlarda koça ne isim koyacağımıza dair türlü türlü fikirler bulup, sonrasında kahkahalar atmalıydık. oysa ben ağzından cımbız marifetiyle laf çekmeye çalışmaktan kabuğumda ters dönüyordum. neyse babam gitti. kaldık mı biz koç efendi ile baş başa. biraz sohbet muhabbet derken. koça kaptan nemo ismini koymaya karar verdim. denizler altında 20 bin fersah benim okuduğum ilk kitaptı. bilinçli bir tercih değildi. evdeki kitaplıktan çekip çıkarmış sonra da müptelası olmuştum. yaşımda biraz küçüktü * okumayı nasıl söktüğüm başka bir hikâyenin konusu.

nemo ile bayağı bir kanka olduk. o samanını yerken ben gazozumu içiyorum. o bahçede koştururken bende peşi sıra eğlenceli hareketler yapıyorum. çılgın bir ikiliyiz anlayacağınız. sonrasında dedemle anneannemi konuşurken duydum. kasap sabah erkenden gelecekmiş. yok şunlar şuraya bunlar buraya. diğerlerinin koçlarını da hallediversin falan derken benim içimde bir isyan ateşi tütmeye başladı. bakın burada hiç tevazu göstermeyeceğim dedemin en sevdiği torunu bendim. ne istesem yapardı rahmetli. hakkını yiyemem. vardım gittim dedemin yanına. nemo'yu kesmesinler diyorum. ben ona bakarım diyorum. size hiç zorluk çıkarmaz diyorum. yok! adam nuh diyor peygamber demiyor. ne söylesem keyifli keyifli gülüyor. iyice atıyor tabi benim şalterler bu tavır karşısında. peki dede sen bilirsin diyerek ültimatomu verip yanından ayrılıyorum. ben koskoca komutana atarın giderin kralını yapmışım ama adam kahkahalara boğulmuş vaziyette. zoruma gidiyor. işte o anda planımı yapmaya başlıyorum. gece herkes yattığında usulca yataktan kalkıyorum ve nemocuğumun yanına intikal ediyorum. ''hadi hazırlan gidiyoruz buradan!'' inadı tutuyor hergelenin, ipini çekiyorum falan poposunu bile oynatmıyor. durumun vahameti anlatıyorum. ''oğlum seni kesecekler, sana kıyacaklar. kaçmamız lazım.'' el cevap: ''beeeeeeee beeeee'' güç bela susturuyorum. çekiştire çekiştire çıkarıyorum kaldığı yerden. ee nereye gideceğiz?

dedemlerin evinin yakınında eski bir anaokulu var. terk edilmiş. atıl kalmış. sonra yıktılar zaten orayı koca bir apartman diktiler. anılarımızı beton yığınlarının altına gömdüler. tabi mevzu bu değil. ilk aklıma gelen yer orası oluyor. çünkü orada arkadaşlarla çeşitli oyunlar oynuyorduk. avucumun içi gibi bilirim orayı. varıyoruz anaokuluna. yerleşiyoruz eski sınıflardan birisinin içine. nemo kıvrılıp yatıyor bende onun dibine sokulup uyuyorum. sonra sabah erkenden ''beeee beeee'' sesleri ile irkiliyorum. nemo susmuyor. acıkmış belli. aptal kafam! kaçış planı yapıyorsun ama yanında saman getirmeyi unutuyorsun. stratejik intihar diye buna denir. tabi bizde durum böyleyken diğer tarafta paçalar tutuşmuş durumda. tosbağa ortada yok. koçta kayıp. maaile bizim için arama ve kurtarma çalışmaları başlatmışlar. mahalleli bile bu çalışmalara katılmış.

ben nemo'ya bildiğiniz yalvarıyorum. sus oğlum lütfen sus. ama yok dinletemiyorum. ölümüne meliyor kerata. ''beeee de beeee beeee de beeee'' en sonunda sesini mahalleden birinin fark etmesi ile birlikte yakayı ele veriyoruz. dedem, babam mahalleden amcalarımız hepsi başımızda bitiveriyor. üzgün ve yılgın şekilde bakıyorum onlara. dedem hiç kızmıyor. gördüğü gibi kucaklıyor beni. sonra babamdan da aynı şefkati görüyorum. babamın kulağına fısıldıyorum; ''baba özür dilerim. ama nemo çok aç.'' tamam oğlum diyor başımı okşuyor. ''doyururuz birazdan nemo'yu (?) nemo'mu koydun adını diyor ve kahkahayı patlatıyor. babam o gün güzelce doyurdu nemo'yu. ve nemo o gün kesilmedi. ertesi gün babam beni alıp erkenden evden çıktı. lunapark'a gittik. sabahın köründe nasıl yaptıysa bir tek biz varken çalıştı en sevdiğim aletler. bolca gezdik eğlendik. ben döndüğümde ise nemo yoktu. bir süre kendi kendime takıldım. hiç kimse üzerime varmadı. bu başarısız kurban kaçırma denemesinden gerekli dersi çıkarmıştım; önümüzdeki sene muhakkak yanımda saman da götürecektim. akıllanmak dediğiniz şey böyle oluyor...

dedem o zamanlar beni şöyle teskin etmişti; ''üzülme evlat! nemo seni sırat köprüsünden gülerek geçirecek.'' nemonun artık beni oradan geçirme şansı yok. hayvanın elinden aldık o fırsatı iyi mi? *

neyse efendim işte böyle. kaptan nemo'nun hayatımda önemli bir yeri vardır. ben tahtalı köye intikal edene kadar da o aziz hatırasını muhafaza etmeye devam edeceğim.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"yazarların çocukluk anıları" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim