altı çizili satırlar yazar profili

altı çizili satırlar kapak fotoğrafı
altı çizili satırlar profil fotoğrafı
rozet
kafa izninde
karma: 3469 tanım: 515 başlık: 17 takipçi: 45
ruhun aynasıdır sözcükler/ “çok üzgünüm” dediğinde/ yansır gözyaşların/ bir sonsuzdan başka sonsuza

son tanımları | başucu eserleri


nalbeki

elevtheron ukdesi

yerel türkçede,
yemek tabağı, küçük sahan, çay tabağı anlamlarına gelen tabir.

çay tabağı denince aklımıza ilk gelen

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

iran kültüründen gelen acem çay tabağı olarak bilinen bu çay tabağıdır.

kırmızı şekiller çayı olduğundan daha demli ve tavşan kanı gösterip,
yaldız aralıklı şekiller ise çayın aşırı demli görünmesini engelliyormus.
özellikle kahvehanelerde çay ocaklarında daha çok tercih edilmesinin esprisi de buymuş demek ki.
devamını gör...

edebiyat dedikoduları

iki arkadaş orhan veli ve sait faik, işsiz güçsüz dönemlerinde eftalikus'un kahvesinde vakit geçirirler. can sıkıntısından, oturdukları kahvede her gün birer cumhuriyet gazetesi alıp bulmacalarını çözerken bu durum bir iddiaya dönüşür. kim önce bitirirse karşı taraf ona rakı ısmarlayacaktır. iddiayı her gün orhan veli'nin kazanması sait faik'in canını sıkmaya başlar. "nasıl beceriyorsun lan, rakıyı her gün bana ısmarlatıyorsun.?" diye çıkıştığında orhan veli sakin bir şekilde: " çünkü cumhuriyet'in bulmacalarını ben hazırlıyorum." cevabını verir.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


kaynak: otdergi nisan
devamını gör...

hayatta olmayan sevgiliye mektup

mektup değil de bir şiir yazmıştım öldüğü gün..


senin ardından...

- ve ölüm temize çeker tüm geçmişi -



rüzgârın sesini getirdiği saatlerde
tersine akıyor zaman şimdi
sağır eden bir sessizlik dolaşıyor hücrelerimde
ve uzak bir vedayı fısıldıyor
unutulmuş kederler


durmuyor zaman yine de
ve geçmiyor sızısı gül kesiği yaranın
küle dönen bağrında


bil ki bundan sonra
suyun hafızasında asılı kalacak düşler
ve kabuk tutmayacak bu yara..


b.
devamını gör...

içimdeki fırtına

içimizde fırtınalar kopartan bir şarkı "içimdeki fırtına"

muhteşem üçlünün muhteşem şarkısı

sözler çiğdem talu
müzik melih kibar
ve seslendiren erol evgin

sözler ve müzik birbirine öyle uyumlu ki, zannediyorum yaratıcılarının arasındaki kuvvetli bağın eseri bu şarkı.

oldukça ilginç ve de hüzünlü de bir hikayesi var.


melih kibar’ın londra’da bir fırtınadan etkilenip hislerini notalara aktarmasıyla bestelenen şarkının sözleri, çiğdem talu tarafından yazılmıştı. melih kibar’dan binlerce kilometre uzaklıkta bulunan çiğdem talu, bestelenme sürecinin arka planından bihaber olduğu şarkının sözlerini kibar’a ilettiği mektupta “içimdeki fırtına” başlığını atmıştı.


melih kibar, şarkının yazılış hikâyesini hayatta olduğu dönemde can dündar’ın 2003 yılında hazırladığı yüzyılın aşkları adlı belgeselde aktarmıştı.


can dündar, yüzyılın aşkları adlı belgesel serisini aynı isimle kitaplaştırmış ve melih kibar’ın içimdeki fırtına’nın bestesinin ve sözlerini yazılış hikâyesine de yer vermişti.

melih kibar yüzyılın aşkları


kitaptan ilgili bölüm şu şekilde (can yayınları, 1. basım, 2012):

melih kibar kimya mühendisliği yüksek lisans yapmak üzere ingiltere’ye gidiyordu. türkiye’de besteleri listeleri sallarken o, 4 ekim günü babasıyla bir uçağa atlayıp londra’ya uçtu. ve gittiği gece, bir fırtınaya yakalandı.

“müthiş bir fırtına vardı, tarifi mümkün değil, okyanus fırtınası. kopuyor ortalık. moralim bozuldu, babama da bir şey söyleyemiyorum. sonra odadan çıktım, ‘baba, ben bir etrafa bakayım’ dedim. karanlık koridorda güm diye bir şeye çarptım. baktım, bir piyano. otomatikman elim kapağa gitti, kapağı da açık. oturdum, piyanoma gene anlatmam lazım, piyanoca bir şey. o korkumu kompanse etmem gerekiyor, anlattığım zaman çıkıyor ortaya. çok hoşuma gitti, koşarak odama gittim, odamı zar zor buldum. daha yeni gelmiştim, bavulu açtım, bir kayıt cihazı aldım, kasete o parçayı çektim.”


melih kibar, çaldığı besteyi babasıyla istanbul’a, çiğdem talu’ya gönderdi.

çiğdem, nasıl ve hangi koşullarda bestelendiğini bilmediği bu melodinin üzerine bir söz yazdı ve londra’ya, melih’e postaladı:

“çiğdem gene o her zamanki üslubuyla, ‘seni gidi seni, gene neler yapmışsın, gene çıldırttın beni’ dedi. ama bilmiyor o parçanın neden yapıldığını, ‘ekte sözleri bulacaksın, inşallah unutmazsın’ diye… pembe iki sayfalık bir mektuptu, pembe bir zarfta gelmişti. nerede okuduğumu bile hatırlıyorum odada. birinci sayfayı öteki kâğıdın altına alıp sözlere bakıp da başlığı görünce ben duvara tutundum. ‘içimdeki fırtına’ydı şarkının adı.”

“çiğdem talu-melih kibar bir tedadüf değil. ‘içimdeki fırtına’ da bir tesadüf değil. bu müthiş bir şeydir. ondan sonra çiğdem’e telefon açtım, sekiz saat kırk dakika bekledim telefonun başında, ‘çiğdem’ dedim, ‘sen bu parçayı neden yaptığımı biliyor musun?’ ağladık telefonda ondan sonra karşılıklı… bu, başka bir şeydir… allah insanlara bunu yaşatmalı; bu, çok özel bir şey. ondan sonra herkes çiğdem talu-melih kibar olarak bizi görmeye başladı, çiğdem, dendiği zaman melih, melih dendiği zaman çiğdem’dik biz.”
gün ağarırken, tek başıma oturmuşsam
henüz daha gözlerimi bir an bile yummamışsam
sen yoksan yine, bense yorgun ve yalnızsam
hele bir de, bir de canım hasretine kapılmışsam
ve gözümde tütüyorsan buram buram

işte o an bir fırtına kopar
sanki o an yer yerinden oynar
hoyrat bir rüzgar eserken,
sallanan gemi misali
sallanır durur içimde dünya

son ışıkları sönüyorsa sokakların
yeni bir gün giriyorsa penceremden yavaş yavaş
sen yoksan yine, bense suskun ve bitkinsem
hele bir de bir kadehin gölgesine sığınmışsam
ve yılların hesabını şaşırmışsam

işte o an bir fırtına kopar
sanki o an yer yerinden oynar
külrengi bir akşam vakti
kaybolan renkler gibi
kaybolur gider gözümde dünya

işte o an bir fırtına kopar
sanki o an yer yerinden oynar
bir koca çınar dalından
savrulan yaprak misali
savrulur gider güzelim dünya

üstte yazar paylaşmış ama tekrarının bir zararı olmaz sanırım.



nereden aklıma geldi gece gece bu şarkı bilmem ki,
oysa hava da bu gece buralarda açık, pırıl pırıl.
devamını gör...

kadınım

kariyerinin zirvesinde bir sanatçı olan tanju okan, zerrin isimli zengin bir ailenin kızıyla tanışır. zerrin ve tanju birbirlerine deli gibi aşık olur ve evlenirler.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


ancak o filmlerde gördüğümüz senaryo gerçek olur.

zerrin'in ailesinin bu birlikteliği onaylamaz ve kızlarını amerika'ya göndermeye karar verir. tanju okan bu haberi duyunca zerrin'in ailesine ait köşkün önünde sabahtan akşama kadar nöbet tutmaya başlar.fakat aile zerrin'i köşkün arka kapısından kaçırıp uçağa doğru yola koyulur

bu olaydan sonra kendini iyice alkole veren tanju okan fena halde dağılır.yakın arkadaşı mehmet teoman hemen hemen her günü tanju ile geçirir.bir gün onun bu halini görüp o sırada çalan plaktan ilham alan mehmet teoman, "kadınım"şarkısını yazar ve tanju okan'a hemen okumasınısöyler. tanju okan en dipteki ve en derbeder haliyle şarkıyı söyler. ve o an söylediği "kadınım" şarkısının kaydının üstüne yeni bir kayıt eklenmez.

dinleyici olarak bizi bile perişan eden bu şarkının sırrı, tanju okan'ın o anda hissettiği ve aktardığı duygulardır.

ne kötü bir tesadüf ki, hastalığı sebebiyle 1996'da son kez sahne aldığı sırada bu şarkıdan sonra fenalaşmış ve maalesef kadınını son bir kez daha göremeden bu dünyadan ayrılmıştır.

*************

eşyalar toplanmış seninle birlikte
anılar saçılmış odaya her yere
sevdiğim o koku yok artık bu evde
sen
kıyıda köşede gülüşün kaybolmuş
ne olur terketme yalnızlık çok acı
bu renksiz dünyayı sevmiştik birlikte

sen kadınım

hatırla o günü karşıki sokakta
seni öptüğümü ilk defa hayatta
kollarımda benim ilkbahar sabahım
sen
sönmüş bak ışıklar ev
nasıl karanlık
o ılık aydınlık yuvamız soğumuş
geceler bitmiyor ağlıyorum artık

sen kadınım

eşyalar toplanmış seninle birlikte
anılar saçılmış odaya her yere
sevdiğim o koku yok artık bu evde
sen
masamız köşede öylece duruyor
bardaklar boşalmış herbiri bir yerde
sanki hepsi hasret senin nefesine

sen kadınım

bana bıraktığın bütün bu hayatın
yaşanan aşkların değeri yok artık
ben sensiz olamam artık anlıyorum
sen
şimdi çok yalnızım
ne olur kal benimle o kapıyı kapat
elini ver bana
dışarda yalnız, yalnız üşüyorum

sen kadınım

anısına saygıyla..
alıntı

devamını gör...

ilginç genel kültür bilgileri

pamuk tüccarı earle dickson, mutfakta sürekli elini kesen eşi için 1920 yılında yara bantını icat etmiştir.
devamını gör...

yazarların en sevdiği mevsim

ilkbahar insanı: yeni başlangıçların, tazelenmenin canlılığın insanıdır. doğanın uyanışındaki tazelik yansır ruhlarına, çevresindekilere de bu pozitif enerjiyi bulaştırırlar.

yaz insanı : sımsıcak sevgi dolu insanlardır. içinin bütün enerjisini sıcaklığını paylaşmaktan çekinmez. hatta bazen öyle anlar olur ki sıcaklığıyla yandığınızı hissedersiniz.

sonbahar insanı: melankolik, hüzünlü bir havası vardır çoğunlukla. ara sıra güneş açsa da ruhunda, hüzün bulutları çok gecikmez. sonbahar insanının ruhuna işlemiş bu haller karamsarlık olarak algılansa da hayatın içinde var olan hüzün kadardır.


kış insanı: acı ve ıstırapla sınanmış ve zorlu yaşam şartlarına maruz kalmış insanlardır ki, sert ve güçlü bir karaktere sahiptirler bu sebeple. yıkılmaz güçlü bir iradeleri vardır. yine de o katı sanılan yürekleri karın saf, temiz ve yumuşak hallerini taşır.
devamını gör...

iyi düşün taşın

mutluluğu bulacağım diyorsun ama
ne zaman, ne zaman...

aramakla bulunmaz ama bulanlar arayanlardır.
mutluluk, onu bulmaya karar veren, mutlu olmak isteyenlerin karşısına çıkar. öyle oturduğun yerde mutluluk gelip seni bulmaz. kedi bile mutluluğun kuyruğunu kovalamak olduğunu keşfetmiş. durup beklemekle olmaz asla. haydi biraz hareket..
şarkıdaki ritmi yakala hiç değilse..
devamını gör...

alice harikalar diyarında (kitap)

 
küçük, büyük hepimizin bir harikalar diyarı özlemi vardır. hayaller, rüyalar ve masallar bunu yaşamanın en kolay yolu.

eserin türü olan masalların asıl amacı okuyucuya ya da dinleyene bambaşka kapılar açarak, bambaşka mesajlar vermektir. ve genellikle masallar uykunun hemen öncesinde anlatılır, çünkü bilinç altımız uyku esnasında gelişir.


kitap yer yer politik olarak viktoria dönemine  göndermeler yapıyor. cinsel içerikli ve uyuşturucuyla ilgili ögeler barındırıyor şeklinde fikirlere sahip. elbette bunlar   her okurun gözünden farklılık gösterebilecek olgular.

öncelikle tavşan deliğinden düşerek dünyaya ilham veren kızın arkasındaki gerçek alice'in  hikâyesi ile başlamak gerekecektir zannımca.

alice, lewis carroll’un harikalar diyarında “dünyada ben kimim?” sorusuna kafa yormaktadır.

lewis carroll: harikalar diyarının harika yazarı

gerçek adıyla charles lutwidge dodgson 1832 yılında ingiltere’de doğmuştur. matematikçi, fotoğrafçı, yazar ve mantıkçıdır. carroll, başlangıçta kendi alanında eserler yazmış, daha sonra edebi alanda ürünler vermeye başlamıştır. ancak yazdığı edebi eserlerde kendi adını kullanmak istemediği için bir takma ad kullanmayı tercih etmiştir. sembolik mantık üzerine yazdığı birçok eseri olsa da daha çok “alice harikalar diyarında” adlı eseriyle ün kazanmıştır.

lewis carroll, 1898 yılında ise memleketi olan ingiltere’de zatürreden vefat etmiştir.

bir genç kız ; çay partisi veren çılgın şapkacı, sürekli geciken beyaz tavşan veya deli gibi sırıtan cheshire kedisi gibi tuhaf karakterlere açılan tavşan deliğine daha yuvarlanmamışken; on yaşında, siyah saçlı alice liddell adındaki kız ikonik hikayeye ilham kaynağı olmuştur.

ingiltere’de 4 mayıs 1852 doğumlu alice liddell, henry ve lorina liddell’in on çocuğundan dördüncüsüydü. alice’in babası, oxford üniversitesi’nde fakülte dekanıdır, yazarın matematik hocası olarak çalıştığı aynı fakültede bu sayede tanışmışlardır.ve tabi zaman içinde alice ile de .carroll’un günlüğünde belirttiği gibi, genç alice ile ilk tanıştığı gün 25 nisan 1856’ydı.

aynı zamanda çok hevesli bir fotoğrafçı da olan yazar, alice ‘in babası henry liddell tarafından, ailesinin (özellikle alice’in) fotoğraflarını çekmesi için davet edilince ,aile ile yakın bir bağ kurdu.

4 temmuz 1862’de, carroll ve o zamanlar 10 yaşındaki arkadaşı alice, kız kardeşleri lorina ve edith ile birlikte oxford’dan yakındaki godstow kasabasına, nehir kıyısında çay partisi vermek için tekne turu yapmışlardı. işte bugünlerin ünlü hikayesi o gün doğdu. gezi sırasında carroll, alice adında genç bir kız ile ilgili fantastik bir hikaye oluşturarak kızları eğlendirdi. gerçek alice, bu masaldan öylesine büyülendi ki, onu tekrar tekrar okuyabilmek adına hikayeyi yazması için yalvardı.

ancak, yazarın ;alice ve diğer liddell çocuklarıyla neredeyse her gün yaptığı bu toplantılar, bir sonraki yaz, gizemli bir şekilde sona erdi.bunun nedenini yazarımız  günlüğünde açıklanmış olmasına ragmen  1898’deki ölümünün ardından cevabın yazılı olduğu sayfalar ortadan kayboldu ve böylece bu çay partisi toplantılarının gizemi o günden bugüne hala varlığını sürdürmektedir.




alice büyüdüğünde kralice victoria’nın en genç oğlu, prens leopold ile tanıştı. bir başka peri masalının temeli olabilecek bu hikâyede, çift âşık oldu, ama kraliçe oğlunun kraliyet soyundan bir kadınla evlenmesinde ısrar etti, böylece çifti yolları ayrı düştü. 28 yaşındayken, alice  zengin bir kriket oyuncusu ile evlendi. prens de alice’in düğününden sonra bir alman prensesiyle evlendi.

prens leopold doğan kızına alice’in ismini verdi. karşılığında, alice ikinci oğluna leopold adını verdi ve prens’ten oğlunun vaftiz babası olmasını istedi. iki oğullarını 2. dünya savaşı’nda kaybetmenin şokuyla babaları reginald 1926’da öldü. alice yüksek toplumda faal olarak kalmaya devam etti.

alice 82 yaşında öldü ama mirası yaşamaya devam etti.

lewis carroll'un bu fantastik hikayede ne tür mesajlar vermek istediği çokça yazılmış ve tartışılmıştır. o makalelerden bir tanesi şöyle ;

" lewis carroll’un sihirli kekler, gizli kapılar, sırıtan kediler, şakıyan kaplumbağalarla ilgili fantastik hikayesi ilk yayımlandığı günden beri hiç raflardan inmedi. 150 yıl boyunca filmlere, resimlere, balelere, hatta bilgisayar oyunlarına konu oldu.öyle ki bir nöroloji hastalığı bile onun adıyla anılıyor. fakat bu başucu kitabı hakkında yazılanlar çok daha fazlaydı kimi eleştirmenler ve akademisyenler bu hikayenin aslında uyuşturucu kültürüne ya da ingiliz sömürgeciliğine dair bir alegori olduğunu söylüyor.

alice, oxford üniversitesi’ndeki bir fakülte dekanının kızı, gerçek adıyla dodgson ise aynı fakültede matematik öğretmeniydi. arkadaşlık ettiği küçük kız sadece alice de değildi. 21. yüzyıldan baktığımızda burada rahatsız edici bir şeyler hissediyoruz.dodgson’un ilişkilerinde uygunsuz bir şey olduğuna dair herhangi bir veri olmasa da yetişkin bir insanın küçük çocukları yanında gezdirip kucağına oturtarak fotoğraf çektirmesinde bu rahatsızlık hissine kapılıp şüphelenmemek elde değil.

kraliçe victoria dönemine özgü iffet anlayışının zayıflaması ve psikanaliz teorisinin doğuşu ile “ alice harikalar diyarında” hikayesi giderek masumiyetini yitirmişti. metni yeniden inceleyen eleştirmenler tavşan deliğinden tutun da alice’in kenara itmesi gereken perdeye kadar kadın ve doğumla ilgili birçok betimleme bulmuştu hikayede. anahtar ve kilit cinsel ilişkiyi, tırtıl ise az da olsa erkeğin cinsel organını çağrıştırmıyor muydu? bazıları da alice’in boynunun uzamasında erkek cinsel organıyla çağrışım olarak görmüştür.daha ince ve ayrıntılı okumalarda alice’in yolculukları cinsellikten ziyade bir çocuğun ergenliğe adım atması olarak da görülebilir.

bazen tırtılların sihirli mantar üzerinde nargile içmesi de farklı okunabilir.1960’larda uyuşturucu kullanımı yaygınlaştığında, alice’in maceraları büyük bir yolculuk şeklinde okunuyordu.dodgson’un en sevdiği yazarlardan biri, confessions of an english opium eater (afyon yiyen adamın itirafları) adlı kitabın yazarı thomas de quincey idi. fakat dodgson’un gerçek uyuşturucular denediğine dair somut bir veri bulunmuyor.

bazı eleştirmenler de alice’i siyasi bir alegori olarak görüyor.kahramanımız beyaz tavşan’ın arkasından zıplayıp giderek ;çabuk sinirlenen bir kraliçenin yönettiği, kaotik bir yargı sistemi olan ,tuhaf bir aleme düşüyor. burasının kraliçe victoria’nın yönettiği ingiltere’yi çağrıştırmak üzere tarif edildiğini söyleyenler var.

peki bu garip ülkede alice nasıl davranır? yerlilerin davranışı karşısında şaşkındır ve kendi değer yargılarını dayatır, bunun sonuçları da ağır olur. bazıları bunları sömürgeciliğe dair alegori olarak görür.ayrıca alice’in hikayede söylediği bazı tekerlemelerden yola çıkarak isa’ya ve dine gönderme yapıldığını iddia edenler de var.

çağa göre yorumu;

geçmişten bugüne farklı kuşakların alice’in maceralarını anlatan hikayenin ‘gerçek’ anlamına dair farklı yorumlarla geliştirdikleri teorileri incelerken, bir metnin toplumsal değer yargılarına göre nasıl köklü bir biçimde farklı anlaşılabildiğini görüyoruz.

her çağda ele alınmış olması bu hikayenin ne kadar etkili olduğunun da bir göstergesi aynı zamanda. alice’de yeme bozukluklarını, cebir sembollerini, gül savaşları hicvini görenleri öğrendikçe biz de alice kadar şaşkına dönüyoruz.

charles dodgson gündüzleri fakültede matematik dersleri veriyordu. bu nedenle hikayedeki aritmetik ve geometrik çağrışımların şaşırtıcı olmaması gerekir.alice’in çılgın şapkacı’nın bilmecelerini ve kraliçe’nin kriket oyununu çözmeye çalışması gibi çabalarını siz de denediğinizde bunların herhangi bir maksadının ya da cevabının olmadığını görürsünüz.

dodgson mantık insanı olsa da harikalar diyarı mantıksızlığın hüküm sürdüğü yerdir. belki de onun bu yaratıcı kitabının içerdiği asıl mesaj buradadır: dünya, beklentilerin karşılanmadığı çılgın bir yerdir; her şeyde bir anlam aramak yerine kendini doğal akışa bırakmak daha doğru olabilir.



eser, bir göl kenarında başlamaktadır. alice, gölün kenarında ablası ile otururken bir yandan saatine bakıp bir yandan koşturan bir tavşan görür ve onu takip edip tavşan deliğinden atlayıverir.

1. bölüm

tavşan deliğinden aşağı


alice'in düşüşü sırasında bir kavanozu alması ve onu tekrar bir rafa geri koymasının imkansızlığını elbette ki biliyoruz. ancak burada yazar einstein’ın görelilik kuramının bazı yönlerini açıkladığı, hayali düşen bir asansörü kullanarak, düşünce deneylerini öngörüyor.


meraklı alice bir tavşanın peşinden giderek harikalar diyarına ilk adımı atmış oluyor böylece. ilginçlikler de ardı ardına devam ediyor.bir sürü kapı ve masanın üzerinde bir küçük anahtar olan bir odada buluyor kendini.



*gizemli kapıları açan anahtar viktoria devrindeki masalların ortak konusuydu.

*ayrıca altın anahtar masalındaki cennetin sihirli anahtarı arasında da bir bağlantı olduğu fikri vardır.


alice elindeki anahtarla tek tek bütün kapıları açmayı deniyor fakat anahtar hiçbir kapıyı açmıyor. küçük kapıyı farkediyor sonra orada deniyor anahtarı ve kapı açılıyor. diz çöküp baktığında o zamana kadar gördüğü en güzel bahçe olduğunu görüyor. oraya gitmek için can atıyor fakat kapıdan geçebilmesi imkansız. keşke katlanıp açılabilen bir dürbün gibi olabilseydim diye düşünürken masanın üzerinde "beni iç" yazan şişeye rastlıyor. biraz düşünüp, zehirli olup olmadığı hakkında üzerinde bir etiket var mı diye kontrol ettikten sonra ( burada yine de alice'in temkinli davrandığını görüyoruz. ) şişeyi başına dikip içiyor.ve bu sayede alice kısalmaya başlıyor.


* bu boyut değiştirme masal boyunca bir çok yerde karşılaşacağımız durumlardan ilki. buradaki mesajın carroll'ın aşık olduğu ama evlenemediği küçük alice ile büyük alice arasındaki farkı bilinçsizce sembolize ettiği yönündedir.


alice kısalınca rahatça kapıdan geçeceğini düşünürken bir de bakıyor ki anahtarı masanın üzerinde unutmuş. olduğu haliyle o anahtarı masanın üzerinden alması imkansız. böylece küçüğümüz çaresizlik içinde ağlamaya başlıyor. etrafta kimse olmadığı için kendi kendi ile konuşmaya hatta kavga etmeye başlıyor, bunu ben de sık sık yaparım. hiç bitmeyecek bir kavga...

2. bölüm

gözyaşı gölcüğü


sonra masanın altında bir kutu buluyor üzerinde “beni  ye” diye yazan  bir kek kutusu. bu kez hiç düşünmeden keki yiyor. olasılıkları değerlendiriyor,büyürse anahtarı masanın üzerinden alabilir, daha da küçülürse kapının altından sürünerek geçebilir. kekten bir parça yediğinde boyu uzamaya başlıyor, öyle çok uzuyor ki ayaklarına baktığında neredeyse kaybolmak üzere olduğunu farkediyor. ve tekrar kapıya uzandığında  tek yapabildiği tek gözüyle güzelim bahçeyi izleyebilmek oluyor. çaresiz tekrar ağlamaya başlıyor. öyle çok ağlıyor ki etraf su doluyor. bir ses duyuyor sonra bir anda beyaz tavşan yeniden beliriyor, kendi kendine telaşlı söyleniyor hala.


* carrol bir makalesinde beyaz tavşanın alice'in zıt bir karakteri olarak düşünüldüğünü yazmıştır.





alice'in gençlik, cesaret, enerji ve doğrudan hızlıca amaca ulaşma özelliklerine karşın tavşanın yaşlı, ürkek, zayıf ve gergin bir biçimde kararsız özelliklerini ortaya koyduğundan bahsediyor. burada carroll tavşan ile belki de bir bakıma kendini tasvir ediyor.


alice sonunda o kadar çok ağıyor ki, kendi gözyaşlarından bir göl oluşturuyor. böylece tavşan deliğinden gelen her hayvan bu gölün içine düşüyor. alice her ne kadar onlarla anlaşmayı denese de bu konuda başarılı olamıyor ama sonunda o küçük kapıdan geçmeyi başarıyor. ve işte alice, şimdi o rengarenk bahçenin içindedir.

3. bölüm

kurultay yarışı ve bir yılan hikayesi


bütün hayvanlarla hep birlikte dışarıya çıktıklarında ıslak olmalarından şikayet ederler ve kurulanmak için çözüm önerilerinde bulunurlar.dodo kuşu kurultay yarışı önerisinde bulunur.


* kurultay yarışı ile politik olayları sembolize etmesi amaçlanıyor.


farenin hikayesi

farenin hikayesinin olduğu bölüm tıpkı bir fare kuyruğuna benzetilerek sembolik şiir akımına örnek teşkil etmektedir.

4. bölüm

tavşan taarruza geçiyor


4. bölümde yine sahneye meşhur beyaz tavşanımız çıkıyor. korku ve panikle yine kendi kendine söylenirken bir anda alice'i farkediyor ve “mary ann çabuk benim yelpazemi ve eldivenlerimi  getir diyerek emirler veriyor.



* bu kısımdaki notta marry ann tabirinin hizmetçi kızlar için kullanıldığı ifade ediliyor.


şimdilerde de moda olan robot süpürgelere isim verme akımı gibi bir şey belki de bu da.

alice emirler üzerine şaşkınlıkla tavşanın isteğini yerine getirmek üzere tavşanın evine giriyor. etrafa bakınırken eldiven ve yelpazeleri görüyor ama aynı anda yine masanın üzerinde duran ve içinde bir sıvı olan bir şişeyi fark ediyor. fakat bunun üzerinde ”beni iç” yazmıyor. ancak alice yine merakına yenik düşüyor ve şişedeki sıvıyı içiyor.artık bu tarz şeylerde bir değişim yaşayacağından son derece emin olduğu için beklemeye başlıyor ve beklediği gibi hızla büyümeye başlıyor yeniden. ve tavşanın küçük evine sığamaz hale geliyor. bir kolunu pencereden sarkıtıyor, diğer kolunu bacadan çıkarıyor. bu arada alice evdeki yaşamı ile harikalar diyarı’ndaki yaşamını ve küçük halleri ile şimdi olduğu gibi büyük hallerini kıyaslamaya başlıyor.



* bu kıyas carrol'ın çocuk arkadaşlarının büyümesiyle ilgili duyguları düşünüldüğünde daha anlamlı olur.mektuplarında bununla ilgili bir ifade yer almaktadır."bazı çocuklar nahoş biçimde büyüyorlar. umarım bir dahaki buluşmaya kadar bu tür bir şey yapmazsın."


tavşan yardım etmesi için kertenkele bill'i çağırır. çeşitli denemelerden sonra eve çakıl taşı fırlatmaya başlarlar. alice bunların birer kek olduğunu görür ve bir tanesi yiyerek küçülmeyi umar. ve yine olaylar beklediği gibi gelişir ve alice küçülmeye başlar.hemen oradan hızlıca kaçıp ormanın derinliklerine doğru koşar.yeniden büyümenin yollarını ararken bir havlama sesi duyar. bir köpek yavrusu ile karşılaşır. köpek onunla oynamak ister ancak alice'in boyutları çok küçük olduğundan bu tehlikelidir.alice oradan da kaçmanın doğru olacağını düşünerek hızla uzaklaşır…



* notlarda köpek yavrusun gerçek dünyadan alice'in rüyasına yanlışlıkla düştüğünün, harikalar diyarında yeri olmadığının ve alice ile konuşmayan tek hayvan olduğu belirtiliyor.


uyku sırasında gerçek hayattan gelen dış seslerin rüyalarımızda karşılık bulması gibi.

 
5. bölüm

tırtılın öğüdü



alice sonunda kendisine "sahi kimim ben" sorusunu sorduracak bilge tırtılla karşılaşır.ilk soru "kimsin sen" olunca alice biraz afallar.sürekli değişen dönüşen biri için bunun cevabını vermekte zorlanır. fakat tırtıl şaşırmaz bu duruma; çünkü doğada her şey doğal dengesinde değişmeye dönüşmeye aşina olduğundan karmaşık gelmiyordur bu ona.

* dönüşmek, değişmek ve yeniden doğmak tırtılın doğasında vardır.evrende var olan ve insana çok tuhaf gelen şeyler, başka bir varlığın doğasının bir parçasıydı.

büyük-küçük, doğru-yanlış, uzun-kısa, güzel-çirkin, eski-yeni, hızlı-yavaş ama neye ve kime göre? işte kocaman bir soru daha! elbette herkes kendi kadar görüyor, gördüğü kadar anlıyor ve anladığı kadar yaşıyordu. ortada bir elma vardı. bu elma alice için yalnızca iki ısırıklık sulu bir meyve, tırtıl içinse aylarını geçireceği bir sığınaktı. ve bu kadar farklılığın olduğu bir yerde şaşılacak asıl şey, bu duruma şaşırmaktı                              

her şey bulunduğumuz yere göre değişiyorsa ve anladığımız kadarsa “gerçek” diye bir şey yoktu.  dünya “anladığımız kadar”lardan oluşuyordu ve belki de biz birçok şeyi -belki de her şeyi- yanlış anlıyor ve aktarıyorduk.



hatta doğru bildiğimiz bir çok şey aslında zaman geçtikçe bambaşka gerçeklere dönüşebiliyor.

tırtıl alice'e mantarı gösterir .bir yanının büyüttüğünü diğer yanının da küçülttüğünü söyler ve ortadan kaybolur.alice ise bir parça alır yine mantardan ve inanılmaz derecede küçülür,sonra diğer taraftan bir ısırık alır ve bu kez de boynu uzamaya başlar.en sonunda tekrar diğer taraftan ısırınca normal boyunu bulur.

6. bölüm

domuz ve biber


6. bölümdeki hikayede düşesin evinin biber gibi koktuğundan bahsediliyor. bu aslında bir bakıma düşesin huysuz ruh halini tasvir etmekte. yaşadığımız mekanlar bizlerin ruhunu yansıtır. bir yere girdiğimizde hissettiğimiz  enerjiyi hepimiz deniyimlemişizdir. bu yüden iyi hissettiğimiz yerlere sık sık gideriz.ancak carrolı'ın anlattığına göre düşesin evi bir daha gitmek isteyebilecegimiz türden bir yer değil.

bir de elbette viktoria ingiltere'sine yine bir atıf yapılmakta burada. o dönemde alt sınıfların evlerinde  bozulmuş et ve sebzelerin tadını bastırmak için yemeklere aşırı biber koyuluyordu. hikayede aslında anlatılmak istenen de budur. düşes, çürümüş gıdaların kokusunu bastırmak için yiyeceklere biber koyar. bu nedenle de evi biber gibi kokar.


alice, kaotik bir ortamın hâkim olduğu evdeki düzene ve kişilerin hareketlerine o kadar şaşırır ki, bebeği de alarak evi terk eder. ancak farkında olmadığı bir şey vardır, bebek bir domuzdur. bunu fark edince onu ormanın derinliklerine salar.


* burada yazarın , domuz yavrusunu erkek bebek ile özdeşleştirdiği sanılıyor bu kesinlikle art niyetsiz bir benzetme değil yazar için. çünkü erkek çocukarlarını sevmezdi hatta bir mektubunda sana en içten sevgilerimi annene en içten dileklerimi şişman densiz cahil erkek kardeşine de nefretlerimi iletiyorum. sanırım bu kadar diyerek bitirmiştir.


alice ormanın derinliklerinde bu kez bir dalda cheshire kedisi ile karşılaşır.


*mantık artık işlemiyordu; hele ki harikalar diyarı’nda. dizgelerle düşünmeye, tasnif etmeye alışmıştık ve bunların dışında kalan bir şey, kötü bir kaleci misali bizi ters köşeye yatırıyordu. işin içine mantık girer de, zekice bakışlarının altından alaycı alaycı sırıtan cheshire kedisi olmadan olur muydu hiç?



harikalar diyarı’nda yolunu kaybetmiş olan alice, cheshire kedisi’ne sordu:

“hangi yöne gitmem gerekiyor?”

“sorunun cevabı nereye gitmek istediğine göre değişir.”

alice: “nereye gittiğim çok da umurumda değil. bir yere varayım yeter ki.

”cheshire kedisi: “o zaman ne yöne gittiğin fark etmez. yeteri kadar yürürsen emin ol bir yere varırsın.”



*bilgeliğin yolu hakikate varmaktan, onu idrak etmekten geçiyordu. ve hakikate varmak için seçtiğin yol önemli değildi. ister budist, ister ateist, ister hıristiyan, ister müslüman, ister şaman ol; yeterince yürüyüp içsel yolculuğunu hakkıyla tamamlarsan hakikate varırsın.


alice'e 2 seçenek sunar sırıtan kedi. 

burada mart tavşanı ve şapkacının çılgın olduklarından söz edilir.


* bunlar bir bakıma doğrudur. tavşanların üreme dönemleri boyunca gösterdikleri davranış, erkeklerin dişilerini kovalaması ve sonra onlarla boks maçı yapmasıdır.
bizde de geçenlerde artvinde bir fotokapana takılan boks yapan tavşanlar viral olmuşlardı hatırlarsınız.

şapkacılar için ise, keçe kürlemede kullanılan cıva nedeniyle çıldırdıkları öne sürülmektedir.


 

7. bölüm

çılgın bir çay partisi


alice seçtiği yolda çılgın şapkacı, mart kedisi ve fındıkfaresine rastlar. agacın altına bir masa kurulmuş ve çay partisi yapıyorlardır. alice masaya kurulur.sohbet sırasında şapkacı ünlü cevapsız bilmecesini sorar:

kuzgun neden yazı masasına benzer?


* bilmeceye verilen bazı cevaplar şöyle:

çünkü kuzgun kanadıyla eğimli uçar. yazı masaları da eğimlidir.

çünkü birinin çırpınan kanatları, diğerinin çarpılan kapakları vardır.

çünkü biri kitap yazmaya yararken, diğeri hile yapanları gagalamaya yarar.

çünkü kuzgun altı harften oluşurken bir yazı masasının üzerinde daha fazla harfe rastlayabilirsiniz

aldous huxley kuzgunlar ve çalışma masaları yazısında tanrı var mıdır? özgür irademiz var mı? neden acı çekiyoruz? gibi metafiziksel soruların çılgın şapkacının sorusu kadar anlamsız olduğu görüşünü savunmaktadır. absürt bilmeceler gerçeklikle değil, sözcüklerle ilgili sorulardır.


sonra çılgın şapkacı’nın saati takıldı gözüne. saati değil de ayın kaçı olduğunu gösteriyordu.

“ne garip bir saat! saati değil de ayın kaçı olduğunu gösteriyor sadece” dedi alice. çılgın şapkacı, “saati niye göstersin ki!” diye mırıldandı, “senin saatin hangi yılda olduğumuzu gösteriyor mu?” “tabii ki hayır” dedi alice hazırcevaplılıkla:

“ama zaten uzunca bir süre aynı yılda olmayacak mıyız?” “benim saatim de bu nedenle saati göstermiyor işte” dedi çılgın şapkacı.



*evet bu izafi bir durumdu. harikalar diyarı’nda zaman çok yavaş akıyordu; saatler, günler kadar uzundu. peki 24 saat; 150 yıl yaşayan bir fille, ömrü yalnızca o kadar olan bir kelebek için aynı mıydı? veya uzayda geçen 1 saatle dünyadaki 1 saat aynı uzunlukta mıydı?


 
8. bölüm

kraliçenin kriket alanı


kriket alanı  karmaşa ve kaos durumunu fazlasıyla yansıtmakta.otoritenin olduğu yerde karmaşa ve kaos daha fazla görülmekte sanki.

ve son bölüm

alice'in tanıklığı


alice tanık olarak çıkarıldığı mahkemede;“eğer içlerinden biri bu şiiri açıklayabilirse,” dedi alice (son birkaç dakikada o kadar çok büyümüştü ki kral’ın sözünü kesmekten en ufak bir korku duymuyordu), “ona altı peni vereceğim.”alice yolculuğunda tanışmış olduğu kraliçenin, düşesin ya da kralın ne yaptıklarını anlamaz, anlamamasının yanı sıra kraliçe'ye ve kral'a karşı gelebilen tek kişi de odur.

özellikle bu otoriter figürlere karşı çıkması için alice’nin kendi boyutuna ulaşmayı beklemesi, eserin bir çocuğun gözünden yetişkinler dünyasını eleştirisi niteliği de taşımasını sağlamaktadır.


 

alice gerçekten harikalar diyarında mı?


eserin su kenarında başlayıp su kenarında sonlanması akla mitleri getirmektedir. birçok mitte su hem yaratıcı hem yok edici özelliği taşımaktadır. alice’nin yolculuğu da su kenarında başlamış ve su kenarında son bulmuştur.

bu yolculukta alice sadece fiziken değil manevi açıdan da büyüdüğünü hisseder ve carroll bu durumu okuyucuya ufak ipuçları ile yansıtır.

harikalar diyarı yazar tarafından çok güzel bir yer olarak tasvir edilmiş olsa da aslında çok kaotik bir hava hakimdir. asker olan iskambil kağıtları, uşaklık yapan tavşan, nargile içen tırtıl, bir var olup bir yok olan kedi, sürekli bağıran ve asla tatmin olmayan kraliçe, hukuksuz mahkemeler ve daha niceleri…

aslında burada harikalar diyarının kaotik havasını en iyi betimleyen örnek alice ile kedi arasında geçen diyalogda görülmekte;

“ama ben delilerin arasına düşmek istemiyorum ki!” dedi alice “başka şansın yok,” dedi kedi, “burada hepimiz deliyiz. ben deliyim. sen delisin”, “benim deli olduğumu da nereden çıkardınız?”, “öyle olman gerek,” dedi kedi, “yoksa burada olamazdın.”

alice’nin ailesinden uzak şekilde yapmış olduğu bu yolculuk masalların ana unsurlarından biri olan erginlenme törenlerinin parçası olarak görülebilir. kahraman, türlü badireler atlatıp -erginlenme törenini tamamlayıp- başarı ile evine döner. klasik masallar ile alice harikalar diyarında’nın ayrıldığı noktalardan biri budur, klasik masallarda erginlenme törenini tamamlayan iyi huylu kız, sonunda prens ile evlenerek sonsuza dek mutlu yaşar, alice ise evine dönmüştür.

her ne kadar klasik masallarda yolculuğa çıkarak bir erginlenme töreni gerçekleştiren kişi masalın prensi, şövalyesi, kontu olsa da modern masallarda bu yolcuğu kadın karakterin de gerçekleştirdiği görülmektedir, bu duruma verilebilecek bir diğer örnek ise oz büyücüsü adlı masaldaki dorothy karakteridir. öyle ki, bir hayal disiplini olarak görülen masallar, ideolojik iletileri kişilerin bilinçaltına yerleştirmek amacıyla da harika birer araçtırlar. alice kendi isteği ile bu harikalar diyarına gelmiş ve dönüşünü hiç düşünmemiştir. bu yolculukta alice için önemli olan ,keşfetmektir
.

             
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının karalama defteri

hastane odasında birkaç saat..

başucunda yabancılaşan bir kadın
sana
belki de daha çok kendine..

hastane odasında senle birkaç saat..

şimdi hatırımda olmayan
.... gereksiz konuşmalar,
asıl söylenmesi gerekenleri meçhul bir zamana erteleyerek...
aslında hiç gelmeyecek bir zamana..

yaşanabilir miydi bir kez daha yaşanılanlar..

hastane odasında sadece birkaç saat,

s(o)n gün anladım hâlâ ilk günkü gibi aşık olduğumu ve ömrümce aşık kalacağımı..

b.
devamını gör...

öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler

cırcır böceklerinin ötüşlerini sayarak hava sıcaklığını öğrenmek..

nasıl mı?

1897 yılında amerikalı bir fizikçi olan amos dolbear bu hesaplama için bir de formül bulmuş ve buna dolbear yasası deniyor.

sekiz saniyede sayılan cırcır böceği ötüş sayısına 5 ekleyerek hava sıcaklığının kaç derece olduğunu bulabiliyormuşuz.
devamını gör...

birini çok sevdiğin halde onun seni sevmemesi

herkes kendi hissettiklerinden sorumludur.

"yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?"


ne ben sevilmiyorum diye vazgeçerim duygularından,
ne de senin beni sevmemen suçlu yapar seni..

"tahir olmak da ayıp degil zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil"


uğruna ölünecek sevdalara..
devamını gör...

sözlük yazarlarının ruh halini anlatan görseller

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

jülide

reşat nuri güntekin'in akşam güneşi romanında kadın karakterin adı.

romanda jülide adının anlamı gibi karmaşık, hırçın ve uçarı bir ruh haline sahip.

aynı zamanda akgün akova'nın sevdiğim kadın adları
gibi
şiirlerinden birine ilham olmuştur.


.....örtüsü alev almış
bir masanın üzerinde duran
bir bardak suydu jülide....


....jülide
işte bu yüzden arkadaş kalmayı beceremiyoruz seninle

isim, negatif anlam içerse de söylerken kulakta hoş bir tını bırakıyor. ismi taşıyan kişiler için zihinlerde nahif, zarif bir kadın imajı yaratıyor.
devamını gör...

haziran

bu ayın kelimesini merak edenlere;

süryanice çıkışlı "haziran" (hazaran), sıcakların başladığı ay demek. halk dilinde kirazlar bu ayda olgunlaştığından "kiraz ayı", temmuz öncesi geldiğinden de "ilk temmuz" deniyor. eski japon takviminde ise haziran, "susuz ay" demekti. çünkü kuraklığın en çok hissedildiği aydı.

mayısı havalandır, sonrası hazirandır…
hazirandır, yalnızlık gibi aşkın ortasındadır

#haydarergülen
devamını gör...

güne bir dil bilgisi kuralı bırak

bu kural biraz da kendim için bir hatırlatma, not niteliği taşısın için burada dursun diye..

bağlaç olan "ki" her zaman ayrı yazılır. fakat kalıplaşmış bazı sözler var ki onlar bitişik yazılırlar.

hangileri mi?

sanki
illaki
mademki
belki
oysaki
halbuki
çünkü
a
meğerki

edit : bir de ilk harflerden simbohçam yazılarak kolay hatırda kalmasına yardımcı olunuyor.

volumina arkadaşıma teşekkürler hatırlatma için.
devamını gör...

6 kelimelik hikayeler

kelimelerin ulaşamadığı boşluğun içinde unutulmak zordur..
devamını gör...

lâ: sonsuzluk hecesi

adem ile havva'nın hikayesini anlamak bütün insanlığın hikayesini anlamaktır diyerek insanın yaratılış hikayesini, iyi-kötü kavramlarının ortaya çıkışını, habil ile kabil çekişmesinin nedenlerini şiirsel bir dille anlatan nazan bekiroğlu kitabıdır.

kitaptan etkili bir kaç alıntı yapmak istiyorum.
dikkat!buradan sonrasi spoiler içerir.

bebekle annenin ilk karşılaşma anını, emzirmenin anne için hazzını;
...
"[[alıntı]]
göğsünden ilk sütü emdiği an.öyle yükseldi ki ruhu havva'nın,başı arş-ı rahmana vardı. cennetten sürgün edilmiş kadının cennet şimdi ayaklarının altındaydı."

[[/alıntı]]
...

kadın ve erkeğin aslında ayrılmazlığını, bir bütünün eş parçaları olduğunu;

...
"bana bir isim ver, varlığım olsun.
bana sen isim ver, varlığım senin olsun.
bana öyle bir isim ver ki senin adının yanında dursun.
seni anan beni de ansın. seni hatırlayan beni hatırlamadan olmasın.
bir 'ile' koy aramıza bizi birbirimize bağlasın."

...

öyle ki bazen nasıl dua etmek lazım geldiğini bilemem allah'a. dilim dönmez olur.
yer yer öyle güzel dualar var ki, amin dediğim...

...

"ey gelmişin ve geleceğin rabbi,
ey isimlerin sahibi,
ben ayağımın nerede sürçtüğünü, ben hatamı, ben yanılgımı adımı bilir gibi biliyorum.
ben bin kerre kabul ettim kabahatimi. sen bir kere affet..."

...

insanın unutan bir varlık olduğunu , unutmanın bahşedilmiş ne büyük lütuf olduğunu

...
"lakin oruçlu olduğunu unutup suya kanmak gibi değil, kanatları olmadığını unutup da kendini uçuruma bırakmak gibi bir unutmaktı bu."

...

beni en çok etkileyen söz ise,

"bütün bunları aklım almıyor.
ama kalbime sığıyor."

oldu.

aklımın almayıp, kalbime sığanları düşündüm.
kalbimle algılayıp hissettiklerimi..


şiirsel dili, masalsı eşsiz anlatımıyla akıcı ve bir solukta okunabilen, yaratılışı ve insanlığın başlangıç noktasını sıkılmadan okurken, tadı damağınızda kalan bir kitap la.
devamını gör...

dişiliğini silah olarak kullanan kadın

dişiliğini silah olarak kullanmak,
kadınlığını kullanmak ne aşağılayıcı tabirler.

bu tabirlere maruz kalacak şekilde kadınlığını kullanıma sunacak davranışlarda bulunmak da, bunu kullanmak da aslında basitlik göstergesi bence.

neden kimse ruhunu, aklını, zekasını, karakterini kullanmayı, amacına bu şekilde ulaşmayı denemiyor.
devamını gör...

tomris uyar

bu yıl yaşadığım şehirde kütüphanemiz tarafından yılın yazarı seçilmiştir. yıl boyu adına etkinlikler düzenlenecek olan yazar.

tam da bu ay kulüpte yürekte bukağı kitabını okuyoruz biz de.

altını çizdiğim nadide satırlardan;

... yalnız ben güzel şeyler duymak istiyorum demedim ki, sesini duymak istiyorum o kadar.
devamını gör...
devamı...

normal sözlük yazarlarının şiirleri

işaret


-sevmeni değil
dinlemeni istiyorum-


bilmediğin bir hikâye anlatacağım bir gün sana

bir damla suya okyanus katıp
boğarcasına suyu
ağlamaklı

ıslanmak dileyip
baktığı kuyuda kaybolan kadın

söylesene bir kez
hangi adı çağırır
parmağının ucundaki işaret

b.
devamını gör...

mayıs

mayıs

menekşe mor
ıhlamur kokusu arsız
penceremde

yerçekimi
ve
gözyaşı

bir deniz buldum,
mevsim değiştiren gülüşünün hemen kıyısında

dilimde hangi sabahın türküsüyle
kaçırıp gözlerimi sakladım kalbine denizin

gittiğim bu yol o yol değil
hiçbir şeyin gölgesiyle birlikte yürüdüğüm

gördüğüm renkler
aydınlığın içindeki karanlık mı
karanlığın içindeki aydınlık mı bilmem

gündönümü

menekşe mor
ıhlamur kokusu arsız
penceremde

pencerem çok uzaklarda..

b.

mayıs için söylediğim birkaç dize..
devamını gör...

davulcu

bursa’da emirsultan hazretlerinin türbesinin ve camisinin bulunduğu mahallede, yüzlerce yıldır ramazan ayında sahurda davul çalınmıyor. mahallede davul çalanların tokat yediği, aklını kaybettiği ve farklı hallere büründüğü yönündeki rivayetlerden korkan davulcular, burada yaşayanları “pilava pilava” diye bağırıp zillerine basarak sahura kaldırıyor.
devamını gör...

amedeo modigliani

modigliani resmettiği kadınların bir takım ortak özellikleri dikkat çekmektedir. uzun boyunlu, zarif, hüzünlü bir duruşları vardır. hatta öyle birbirine benzerdirler ki modigliani kadınları diye bir tanım vardır. resme bakar bakmaz tanırsınız bu kadınları.

“aradığım gerçek değil, gerçeküstü de değil sadece bilinçaltı.”
“beni sadece insan ilgilendiriyor çünkü yüzü doğadaki en ulvi şey.”

diyor modi *

ismini söylemekte zorlanan kadınlar ona bu ismi takmışlardır.

ve en etkilendiğim anekdot:

büyük aşkı jeanne sorar:
‘neden gözlerimi çizmedin?


‘ruhunu görebildiğimde gözlerini de çizeceğim’
devamını gör...

hamamizade ismail dede efendi

kurban bayramının 1. günü doğduğu için babası ismail peygamberden esinlenerek ona ismail adını vermiştir.
babasının hamam işletmesinden dolayı hamamcının oğlu anlamındaki hamamîzade sıfatı ile anılmıştır.

dede unvanını ise mevlevi tarikatında çilesini tamamladığı için taşımaya hak kazanmıştır.

sanatının gücü 3. selim'in kulağına gidince saraya davet edilmiştir. sarayda görev yaparken 2. mahmud ve abdülmecid dönemlerini de görmüştür.
önceleri büyük itibar görürken sultan abdülmecid'in batı müziğine merak sarmasıyla ikinci plana düşünce kırılmış ve hacca gitmeye karar vermiş. hac sırasında yine bir kurban bayramının ilk günü vefat etmiştir.

günümüze ulaşan eserlerinin arasında yedi tane de mevlevi ayini bulunmaktadır.


ey bût-i nev-eda sözleriyle başlayan hicaz şarkısını eminim bir çok kişi severek dinliyordur.




devamını gör...

kitap alıntıları

.. yüreğim, tipili bir günde, bir dağını, bir tepeni tırmandığım gibi atıyordu."

*************

"köye doğru inerken yavaş yavaş kendimi buldum.

( herkes "kendine gelmek" der, biliyorum, bense kendimi buluyorum.
yitirdiğim kendimi
zaman zaman yitirdiğim
zaman zaman bulduğum) "

**********

" tümü de yalan olabilir mi halit? diyorum. ne kadar yalan söylersen biraz da gerçeği söylersin. "

***********

"iyi ama her ırmak denize çıkar mı? diyorum. ben denizci değilim, diyor halit. ama her ırmak denize ulaşmaz mı?"

ferit edgü/hakkaride bir mevsim

(bkz: altı çizili satırlar)
devamını gör...

temmuz

bu ayın kelimesini merak edenlere:
(ay henüz bitmeden)

temmuz, sezar'ın doğduğu ay. bu yüzden ona ithaf edilen "july" (julius) yani "temmuz", tüm takvimlerde yılın en sıcak ayı olarak biliniyor. eski türkçede de "tamu" (tammuz) kökeniyle "çok sıcak" anlamında olan temmuz'a doğanın verimliliğinden ötürü "çayır ayı, ot ayı" da deniliyor.
devamını gör...

şiirin ilk dizesi tanrıdandır

paul valery‘nin, sonrası matematiktir diyerek sürdürdüğü, şiir nasıl yazılır sorusuna cevap niteliğindeki sözüdür.

(bkz: “şiirin ilk dizesi tanrıdandır, ondan sonrası matematiktir.”)

kalbinize fısıldanan o ilk dize sonrası siir, yazdırmaya başlar kendini size. o anlar genellikle sancılı ve bir o kadar da heyecanla geçer. aslında her doğum böyle hissettirmez mi?
devamını gör...

aşk

freud'a göre;

"yaşam belirtisinin kökeninde duygulanma; duygulanmanın da temeli aşktır."

aristo'ya göre ise;

"sevmek acı çekmektir, sevmemek ölmek. sevmek zevktir ama yanlız sevilmenin hiçbir zevki yoktur."

homeros, ölümsüz eseri ilyada’da aşkı, “dayanılmaz bir büyü” olarak tanımlamıştır. alman filozof arthur schopenhauer ise, “aşk insan türünü sürdürmek için bireye kurulmuş tuzaktan başka bir şey değildir” söylemiyle aşkı, duygudan ve soyutluktan bir parça arındırmayı tercih etmiş.

ve bilimsel verilere göre;

ilk bakışta aşk gerçektir, bir insan saniyenin beşte birinde oksitosin hormonun üretimi ile aşık olabilir.

filofobi, aşık olmaktan korkma hastalığı ve psikolojik hastalıklar arasında yer alıyor.

aşk ki;
hayata açtığı sayısız güzellikte pencere olmasa
yaşamımız için bir tehdit olarak algılanacak sanki yine de...

ve tüm bunlara rağmen,

dünyada her gün 3 milyon ‘ilk buluşma' yaşanıyormuş..
devamını gör...

eski norsça

24 takımyıldızına denk olan 24 harfli bir alfabesi vardır.

vikinglerin ingiltere'yi kuşatmasıyla ingilizceye pek çok norsça kelime geçmiştir.

t. vikinglerin dili
devamını gör...

friedrich nietzsche sözleri

pazaryerinden ve şandan uzakta yer alır büyük olan her şey. hep pazaryerinden ve şandan uzakta barınmıştır yeni değerler yaratan. yalnızlığına kaç dostum: görüyorum ki her yerini ağılı sinekler sokmuş. sert ve sağlam bir havanın estiği yere kaç! yalnızlığına kaç! sen küçük ve acınacak kişilere pek yakın yaşadın. onların göze görünmez öçlerinden kaç! onlar sana karşı öçten başka bir şey değildirler. artık el kaldırma onlara! sayısızdır onlar, hem senin yazgın sinek kovmak değildir ki...
devamını gör...

6 kelimelik hikayeler

kalplerini birarada tutan görünmez bir bağdı
devamını gör...

guernica

söylentiye göre paris, nazi kuşatması altındayken picasso gestapo tarafından sorgulanıyor. nazi subaylarından biri picasso’ya guernica’yı işaret ederek “bunu siz mi yaptınız?” diye soruyor ve picasso, o etkileyici yanıtı veriyor: “hayır, siz yaptınız!
devamını gör...

mahlasınla ilgili bir görsel bırak

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

dört mevsim

canım şair cemal süreya'nın
sevdiğim şiirlerinden,

dört mevsim

bahar mezarına gömsünler sizi
yapraklar gibi buluştunuzdu
kokular gibi seviştinizdi
bahar mezarına gömsünler sizi.

yaz mezarına gömsünler sizi
ilk kezmiş gibi buluştunuzdu
son kezmiş gibi seviştinizdi
yaz mezarına gömsünler sizi.

güz mezarına gömsünler sizi
salkımlar gibi buluştunuzdu
ağular gibi seviştinizdi
güz mezarına gömsünler sizi.

kış mezarına gömsünler sizi
sokaklar gibi buluştunuzdu
çarşılar gibi seviştinizdi
kış mezarına gömsünler sizi.

fazıl say'ın harika bestesi ve serenad bağcan'ın bülbül sesinde şenleniyor.



şiir, beste ve kulaklara gelen ses müthiş bir uyumla sarılıyor ruhun derinlerine..
şiirde geçen 'gömmek' fiili ise bana sonsuza kadar orada yaşamak anlamını hissettiriyor. gömün beni de bu güzel şarkının mezarına demek geçiyor içimden.
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının şiirleri

yıldızlarla güller arasındaki mesafe


kanatları kusurlu bir meleğin
yeryüzüne bıraktığı görünmez bir aşktı


evlerin vazolarında solmuş kırmızı güller gibiyim
senden besleniyorum


o esrarlı gecede
kısacık bir molada
hangi yıldızın düşündeydim


karanlıktan gözlerime bir şey ilerliyor
korkunun ötesinde bir bakış
ay ışığının işaretini bekliyorum bense her gece
gülümser ay rüya gören gözlere çünkü


aşkı bırak sen,
zincirle bağlı olsa da uçar o merak etme



b.
devamını gör...

durduk yere insanın aklına gelen replikler

feride : süt içer misiniz?
kamran: feride çok rica ederim.
feride : şekerli mi olsun?
kamran : zahmet olacak sana
feride : rica ederim efendim, bizim gibi anadolu kadınlarının kendimizi begendirmek için ev işi görmekten başka cazibemiz yok ki..
devamını gör...

cahit arf

cahit arf, 1910 – 1997 yılları arasında yaşamış dünyaca ünlü matematikçi. cisimlerin kuadratik formlarının sınıflandırılımasında ortaya çıkan ve kendi adıyla anılan “arf sabiti“, “arf halkaları” ve “arf kapanışları” gibi terimleri bularak, matematik ve bilim dünyasına önemli katkılarda bulundu. alman matematikçi helmut hesse ile birlikte, hesse-arf kuramı’nı geliştirdi.

arf, inönü armağanı’nı (1943) ve tübitak bilim ödülü’nü kazandı (1974). bu ödülü alırken yaptığı konuşmada “bilim insanının amacı anlamaktır” hemen ardından “ama büyük harflerle anlamaktır” sözüyle kendine göre bilim insanını açıklamıştır. onuruna yapılan cebir ve sayılar teorisi üzerine uluslararası bir sempozyum, 1990′da 3-7 eylül tarihleri arasında silivri’de gerçekleştirilmiştir. halkalar ve geometri üzerine ilk konferanslar da 1984′te istanbul’da yapılmıştır. arf, matematikte geometri kavramı üzerine bir makale sunmuştur. cahit arf, 1997 yılının aralık ayında ağır bir kalp hastalığı nedeni ile ölmüştür.
devamını gör...

ankh

antik mısır'da krallar öldüğünde dudaklarının arasına yerleştirilirdi.

ayrıca hristiyanlığın haç sembolünün kökeni olduğu da düşünülür.
devamını gör...

insanı değerli yapan şey

kesinlikle güzellik değildir. öyle olsa yaşlandığımızda değer görmeyiz.
oysa ki yaşlı olduğu halde değer gören bir çok örnek gelir hatırınıza.

insanı değerli yapan şeylere bilgi, tecrübe vs. sayılabilir ancak en önemlisi çevresine yaydığı enerjidir bence.
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının şiirleri

teslimiyet


bir şehri fetheden bir fatihe
yada bir kalbin fatihi sevgiliye


ki;
değişir tanrısı bile
bir fatihin girdiği şehrin


fethedilmeye değer bir şehir ve sevilmeye değer bir kalp...


ve aynıdır
terkedilmiş bir şehir ile
terkedilmiş bir kalp


bir tanrı eli değene kadar bereketsiz ve varlıktan yoksun....



b.
devamını gör...

ironik

ironik ukdesidir.

türk dil kurumu'na göre bir sözün tersini kastederek onunla alay etmek ironidir. örneğin iş yerine gelmek için oldukça özenmiş, saçlarını taramış, kıyafetlerini ütülemiş birine” bugün her zamanki gibi çok kötü gözüküyorsun” demek durumu sözel ironi ile anlatmaktadır.

buna göre;
t: ironi özelliği taşıyan anlamındadır.
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının şiirleri

kaldırım taşı

o
bir
kaldırım taşı idi
yol üzerinde bekleyen
hep

sesleri içinde dünyanın

bekle ki
güneş doğsun yeniden
bekle ki
değişsin mevsimler
hayat geçip gidiyorken üzerinden.

b.
devamını gör...

tek görselde yazarların mizah anlayışı

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

en güzel çiçek

yasemen'ler mis kokuları ve
kendi halinde zarafetleri ile farklıdır bana göre diğerlerinden..

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


edit: görsel eklendi.
devamını gör...

piano

italyanca kelimeler, müzik notasyonunda, sanatçılara bir müzik parçasının nasıl çalınacağı konusunda talimat vermek için yaygın olarak kullanılır. ilk kez 17. yüzyıl italyan bestecileri tarafından kullanılan terminoloji o zamandan beri tüm dünyaya yayılmıştır.

bunlardan piano dinamik işaretler listesinde
p işareti ile gösterilip hafif sesle çalınacağını gösterir.

dinamik işaretler portenin altına yazılır veya büyük portenin iki dizesi arasında ortalanır.
devamını gör...

gülfem

tdk sözlükte gül ağızlı, küçük ağızlı anlamlarına gelen çok güzel bir kadın ismidir.


ayrıca hacı arif bey'in nihavend şarkısında da geçmektedir.


şarab iç gülfeminde güller açılsın
bırak zülfün zerendüdun saçılsın
utandır necmi giysudarı gökte
bırak zülfün zerendüdun saçılsın

devamını gör...

güne bir alıntı bırak

etiyopya'da 1 yıl 13 ay sürdüren tek ülkedir. eylül ayında yeni yıl başlar.kendi alfabesini kullanan yine tek ülkedir. diğer ülkelerden 7 yıl geriden gelir. şu an 2016 yılında lar.

bir gün 12 saatlik iki farklı bölümden oluşurken ilk saat dilimi saat 06.00'da, ikinci dilim ise saat 18.00'de başlıyor. etiyopya takviminde ilk 12 ay 30 günden oluşurken takvimde 12'nci aydan sonra 5 ila 6 günlük bir 13'üncü ay bulunuyor. bu takvime göre yeni yıla 11 veya 12 eylül'de giriliyor.

alıntı
devamını gör...

yazarların sevdikleri tablolar

avusturyalı ressam gustav klimt'e ait iki tablo var sevdiğim

bunlardan biri "the kiss" "öpücük"

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


resimde birbirlerini kucaklayan bir çift tasvir ediliyor,
iki figür, kadının açık ayaklarının altında biten çiçekli bir çayır parçasının kenarında yer almakta. adam geometrik desenler ve ince kıvrımlar ile basılmış bir elbise giyiyor. kadın çiçekten yapılmış bir taç takarken, o bir sarmaşıklardan yapılmış bir tacı takıyor. kadını çiçek desenleri ile akan bir elbise içinde görüyoruz. adamın yüzü izleyicilere gösterilmiyor ve bunun yerine, yüzü kadının yanaklarına bir öpücük kondurmak için aşağı doğru bükülmüş ve elleri kadının yüzünü tutuyor. kadının ise gözleri kapalı, bir kolu erkeğin boynuna sarılmış, diğeri hafifçe eline dayanıyor ve yüzü adamın öpücüğünü karşılayacak şekilde kalkıyor.


ikincisi ise "mother and child" "anne ve çocuk"


gustav klimt’in yaşam döngüsünü inceden inceye işlediği bu tabloda anneliğin yüce duygusunu fırça izlerine bularken, özgün sanatına sevgi terimini muazzam şekilde taşıyor.

sanat eleştirmenleri tarafından tarihin en kadınsal ve en sıkı bağ teması olarak değerlendirilen mother and child tablosu, yüzyıllar boyu süregelen sahipleniş duygusunun ana varyantı niteliğinde.


kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

erkek

ilk yaratılan insan kişisi.

erginliğe ulaşmış insan için kullanılan terimdir aynı zamanda.

bireyin cinsiyeti genellikle döllenme sırasında sperm hücresinde taşınan kromozomlar sayesinde belirlenir. yumurtayı, x kromozomu taşıyan bir sperm hücresi döllerse yavru dişi (xx) olur; yumurtayı y kromozomu taşıyan bir sperm hücresi döllerse yavru eril (xy) olur.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim