hakkında yazdıkça övgüyü saymam kendimden, daralırım diyor. bir de tanımları, yasalara ve nizami okuyucuya anlamlı geliyorsa orada şiir namına bir oluşum bulamazmışız. benim gibi şiiri, her daim aksayan şairin duydukları bunlar.
sırça fanus'unun edebi yanı ile birlikte ilginç tarafı, intihar kavramı etrafında psikiyatrik uygulamaların faydasının sorgulanabilirliğini açıkça ortaya koymasıdır.
ilginç bir hayat geçirmiştir, çok kez evlenmiş, hakkında olumsuz yorumlar yapılmış olabilir.
yalnız, duyduğum en temiz türkçe ile konuşan kişilerden olan bu büyük şairin bir yayınevi sahibinin sadece ses tonlamasından rahatsız olup kitabını rahatça bastırabilecekken cayması naif yanının kıymetli izidir kanımca.
halkımız sürücülerinin durmadan şerit değiştirmesi dikkatimi çeken bir durumdur. bu konu yıllar içerisinde ben neden bu kadar seri biçimde şerit değiştiremiyorum gibi kıskançlık içeren sorularıma ve gizemli bir taksi şöförünün söylediği rivayet olunan; " arabanın burnu girdiyse sen de oradasın" sözünün karanlık madde kadar ilgimi çektiğimi saklamayacağım. evet yine de bir yere yetişme telaşı olmayanların dahi kurtulamadıkları bu obsesyonun tedavisi için yaptığım uzun çalışmalar yerli ve milli covid aşısından önce meyvesini verdi. buyrun
meyveler;
şerit değiştirme açısal hareket olduğundan sürücünün evde ve sokakta yedi günlük bir kür kapsamında bir yerden bir yere giderken dümdüz ve paralel yürümesi gerekiyor. bu durumda diyelim evininizin sokak kapısından girdiniz tuvalet ve mutfak için şerit değiştirmeniz gerekiyor keza asansör ve merdivenler için de öyle. bunun için tedbirlerinizi önceden almanız sokak kapınızın tam karşısında hangi oda ya da banyo ya duvar olabilir orada yedi gün boyunca konaklamanız tuvalet ve yemek gibi ihtiyaçlarınızı orada karşılamanız gerekiyor. sonra stres içermeyen konforlu sürüş kapsamında diyelim gökte süzülen kuşu, seçiminize göre kaldırımda yürüyen hoş instagram kozalaklarını kaçırmamış oluyorsunuz.
bir süredir felsefe tarihçisi ömer aygün'ün popcast sunumlarında, en son ise flu tv'deki son söyleşinde bahsi geçen teorem.
katıldığı bir konferansta konuşmacının, salonundaki izleyicilerden elindeki kavanozdaki şekerlerin sayısını tahmin etmesini ve bu rakamı kimseye göstermeden bir kağıda yazmasını istemesi ile başlıyor. ilginç bir biçimde tüm katılımcıların verdikleri rakamlar toplanıp ortalaması alındığında kavanozdaki şeker sayısına yakın bir değer bulunuyor.
çok konuşulan haliyle oy kullanmanın yeterliliğe sahip kişilerin yapması gereken bir eylem olduğu, eğitimsiz-cahil halkın seçimleri dolayısıyla oluşan kaotik ortamdan biteviye dem vurulduğu söylemlere oldukça aykırı bir argüman gibi duruyor. kanaat önderleri, fikir babaları, etkin konuşmacılardan yalıtılmış bir ortamda elbette kitlelerin bilgeliğinden dezanformasyonun uzağındayken bahsedilebilir. bir taraftan john locke'un tabula rasa görüşüne oldukça uzak bir teorem demek de kaçınılmaz görünüyor. nedeni kanımca kitlelerin bilgeliği güya modern insanın doğumundan itibaren yüklenmeye değer bulunan entellektüel gelişkinliğindense sezgisel ve geçmişten geleceğe kadim kültürlerin faydalı aktarımlarının ışığında gelişen bir ağaca benziyor. kendimce üzerinde düşünmeye çabaladığım bu fikrin ilginç olduğu konusundaysa eminim.
ne zaman oldu bu, dedi. yazamıyorum diye cevap verdim.
sorduğundan kaçındığım yoktu. birinin gelip konuşmamızı hiç bilmediğimiz bir dile çevirmesini istediğim nadir anlardan biriydi. ölesiye dedim ölesiye istiyorum seni. sanki bir araba hızla ikimizi sıyırıp geçti. kısa bir şokla birbirimizin gözüne bakabildik. konuştu; yavru bir kediydi, oyaladı her şeyi, en çok dedi. en çok gitmeyi istedim.
ağlamak için kaldırıma çıktım. eşlik etmesi gerekmiyordu. iki komşu dükkanın ortasındaydık neyse ki ikisinin de kepenkleri kapalıydı. tıpkı bizim gibi dedim içimden. basit bir benzetme dedi bir başka ses. tutunacağım başkası yoktu. güneş yukarıdaydı. şapka almalıydı. sesini duysam bitecek dedi. elini tuttum.
güldük, eğlenemedik belki, yenge dedik, yinge de makbul.
şimdi efendim gezdiğim antik kentler içerisinde yalnızlığı ile yüreğimi en çok sızlatan ismi biraz daha az komik ve az çağrışımlı olabilirdi diye aklımdan geçen pessinus antik kenti'nden bahsedeceğim müsaadenizle. vakti zamanında friglerin kibele inancına dayalı bir inanç merkezi olan hatta siyah renkli bir meteorun kibele tarafından bu kentimize yollandığına dair söylencisi günümüze kadar gelmiş bir yerdir burası. siyah meteor nerede dersek romalılar kartacaya karşı savaşırken uğur getirsin diye buradan söküp anahtarlık yapmışlardır denilir. bu antik kent, bizanslıların yoğun biçimde taş üstünde taş bırakmadıkları ikonoklazm döneminde büyük zarar görmüştür. arapları ( persler) ve definecileri de saysam bitmez efendim bitmez konu. kentin yanında ufacık bir müzesi, bin yıldır orada yaşıyormuş gibi duran bekçisi, gözlerime inanamasam da kente ait kabartmalı taşları duvarında kullanan köylüleri mevcut. kazı çalışmaları devam ediyor mu bilmiyorum ama buraya sahip çıkmayan x kuşağından, z kuşağına yap-işlet- devret modeliyle devrediyorum. hayırlı olsun.
normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz.
Daha detaylı bilgi için çerez ve
gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.
online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.