canis_lupus yazar profili

canis_lupus kapak fotoğrafı
canis_lupus profil fotoğrafı
rozet
karma: 1230 tanım: 65 başlık: 17 takipçi: 23

son tanımları


pitoreks

tablo olmaya elverişli hâl..
devamını gör...

1890'larda istanbul

kitap boston'lu yazar (bkz: francis marion-crawford)'un istanbul anıları ve edwin lord weeks in muhteşem çizimlerini içerir. iş bankası kültür yayınları ndan çıkmış ,okuması zevk veren bir anı kitabıdır.

yazar yirmiye yakın dili rahatça konuşmakla beraber, kalemi kuvvetli olup kırka yakın da romanı vardır.
gittiği dönem istanbul'u ıı. abdülhamit dönemidir. tüm gözlemlerini ayrıntısıyla işlemiş, galata köprüsüne hayran kalmış, özellikle türkleri çok sevmiş devamlı övgüyle bahsetmiştir. rumlar ve ermenilere ait yergileri mevcuttur. onların türkleri sömürdüğünü ve gelen turistlere yanlış bilgiler verip türklerden uzaklaştırmaya çalıştığından bahsetmiştir.

rehberiniz rum ise, anlattığı hikâyeye kendisi de gerçekten inanıyormuş görünerek, size eski sultanların zengin rumlara işkence yaparak gizli hazinelerinin yerini öğrenip ardından parçalanmış cesetlerini aynı kapıdan denize attıklarını anlatır. ancak sultanların hristiyanlara verdiği beratlarla tanıdığı haklar bu hikâyeyi hiçbir şekilde doğrulamadığı gibi, tarihte hristiyanların kendi anlattıkları da bu hikayeleri desteklemiyor.

istanbul'u betimlerken devamlı onu herkesin göz diktiği bir mücevher olarak görür. insanlar yazara göre bu nadide şehir için ebediyete kadar savaşacak ve çekişip duracaklardır.
özellikle yazarın peçeli kadınlara bakış açısı onları bir tür gizemli varlık olarak görmesine yol açar. bölgenin misafirperverliği, cömertliği karşısında mest olmuş fakat yeteri kadar bu güzelliklerin övülmemesini şaşkınlıkla karşılamıştır. kitap doğu ve batı insanı arasında karşılaştırmalar yapar. hatta mezarlıklarda bile türk mezarlıklarının gelişigüzelliği bazı mezar taşlarının yan yatmasında dahi göze çarpan estetikliği, hristiyan mezarlıklarının anıt, çiçek tarhları ile beraber aşırı düzen hastalığından daha (bkz: pitoreks)bulur. kendisi de mezar ve gömülme ile ilgili düşüncesini dile getirir.

gökyüzünün altında bir dağ yamacına gömülmek veya ayaklarına ağırlık bağlanarak denize atılmak yahut en azından masraf edilmeden sessizce toprağa verilmek, modern bir cenazeciye yem olmaktan iyidir. ancak sonuçta ölüm kaçınılmaz olsa da, defin her zaman tarz meselesi olarak kalacaktır.
devamını gör...

erzurum yolculuğu (kitap)

kitap yüzbaşının kızı eserinin yazarı aleksandr sergeyeviç puşkin in yolculuk notlarıdır. yer yer yazarın çizimleri mevcuttur. aslında sadece erzurum'u içermez . osmanlılar üzerine düzenlenen sefere tanıklıktır.

1828 yılında aleksandr puşkin sürgünde olduğunu zannettiği asker arkadaşlarını görmek için kafkasya ya gider. orada onların osmanlı üzerine yapılan bir sefere katıldıklarını öğrenir ve peşlerinden ilerler. bölgeyi görmek ve savaşa tanıklık etmek için onlara sivil bir gözlemci olarak katılır.

puşkin'in gittiği dönem reformcu padişah ıı. mahmut dönemine rastlar. dönemdeki osmanlı- rus savaşını konu alır. kitapta puşkin'in yer yer insani yönü dikkat çekicidir. mesela çatışmada yaşamını yitiren bir türk gencini şöyle betimler.

atım yolda yanlamasına uzanmış yatan genç bir türk'ün cesedi önünde durdu. on sekiz yaşlarında, bir delikanlıydı bu. bir kızınkini andıran solgun yüzü henüz tazeliğini yitirmemişti. sarığı tozlar içinde yatıyordu. traşlı ensesinde bir kurşun yarası vardı"

betimlenen kişi hangi milletten veya dinden olursa olsun yaşamını savaş noktasında kaybetmiş bir gençtir ve unutulmayacaktır.

her ne kadar tarafsız veya çevirmenin deha diyecek kadar övdüğü noktalar olsa da kitabı okuyan puşkin in yer yer küçümseyici tavırlarını farkeder. tabii ki bölgeye giren düşman askerlerini türklerden bazıları büyük nefretle karşılarken türk tutsaklar onlarla konuşmuş. puşkin le konuşan bir ihtiyar onun bir şair olduğunu ve şairin ne doğulu ne de bir batılı olmadığını, dervişin kardeşi olup vatan veya dünya nimetlerinde gözü olmadığını söylemiştir. puşkin buna karşılık o ihtiyarı "tam bir doğulu(!) çok konuşan bir ihtiyar" olarak tanımlamıştır.

eseri ataol behramoğlu çevirmiştir. çevirmenin önsözündeki yazara olan aşırı övgülerine katılmasam da özellikle seyahatname sevenler için okunmaya değer bilgiler içermektedir.
devamını gör...

holy spider

yaşanmış bir olaya dayanır. rahatsız edici sahneleri mevcuttur. izlerken katilin eşi röportajını abarttıklarını düşünmüştüm. çünkü katilin eşi de bir kadın, bu kadar şeyi yapan kocasını savunmaz demiştim. sonrasında gerçek röportaj görüntülerini izleyince kanım dondu. kadın, eşi olan katili savundu. hatta katilin büyük erkek çocuğu belki bunu birileri devam ettirir diye kendi çapında onur hareketlerinde bulundu. yazık.. uydurdukları din üzerinden yürümek. aslolanı bilmemek..tam manada cehaletin geldiği nokta..
devamını gör...

türk kültüründe kadın şaman

kitabın tam adı türk kültüründe kadın şaman dır. fakat birçok coğrafyadan da karşılaştırmalar yapılmış, şamanist sembollerle zenginleştirilmiştir. yazarı fuzuli bayat hocadır. kendisi azerbaycan doğumlu filoloji ilimlerinde profesördür. dili sadedir. şamanlığı merak eden herkes okuyabilir.

kadın şaman kitabı ilk şamanların nasıl olduğundan tutun, kadınların geçmiş ve bugünkü kimliklerine, anadoludaki günümüzde başka şekilde anılan otacıların kökenlerinin şamanlığa dayanmasına kadar zengin içerikler sunan bir kitaptır. yazar kendisi bizzat bölgelere gitmiş deneyimlemiştir.

ilk ritüeller nasıldı?. kadınların avcı toplayıcılıktaki konumları ne derecedeydi?. şamanlıkta en güçlü ruha sahip olanlar kimlerdi?. gibi sorulara cevaplar bulunabilir.

genellikle fuzuli bayat hoca, araştırması ve kaynakları neticesinde ilk ritüelleri erkeklerin değil kadınların maske takarak yaptığını ve ruhları yönlendirdiklerini anlatır. zamanla bu kadınlar konumlarını erkeklerle paylaşır. hatta bölgelerdeki erkekler kadın şaman kılığına girerek bazı ruhları kovmaya çalışırlar.

"mircea eliade bu kadar çok erkek şamanın moğolistan'dan afrika'ya varıncaya kadar, alışılagelmiş kadın giysisi giymesini ve diğer kadın cinsi davranışı takınmalarını, ilk şamanın kadın olmasına bağlar."

şamanların tek gayesi doğayı canlı tutmak her şeyin bir ruhu olduğuna inanmaktır. buna rus memurlar defalarca şamanları hurafe adıyla cezalandırılarak davullarını ve kıyafetlerini yakmışlardır.

ayrıca kitapta beyaz şamanlar ve kara şamanların farkı, yaptıkları tedavi yöntemleri, eski şamanların günümüzde nasıl anıldığı, devam eden kültürler ve gelenekler, anadoludaki ve farklı coğrafyalardaki şifacılar gibi bir çok merak edilen konulara cevap verilir.
devamını gör...

bir kadının en tehlikeli olduğu an

çocuğunun tehlikede olduğu andır..
devamını gör...

ölümün seyir defteri (kitap)

kitap bir ingiliz denizci subayı olan john monaghan ın yazmış olduğu çanakkale günlüğüdür.
özellikle çanakkale'yi karşı cepheden okumak isteyenler için nadir eserlerden biridir.

eser tez çalışması olarak yola çıkılıp ımperial war museum'daki bir ingiliz askere ait belgenin bulunup türkçeye çevrilmesiyle ortaya çıkmıştır.

el yazması günlüğü kaleme alan john monaghan, çanakkale'de savaş sırasında loch broom adındaki bir mayın tarama gemisinde görev yapan bir denizci subayıdır.
günlük 15 mart - 28 haziran 1915 tarihleri arasındaki zorlu çatışmaları kapsar. son sayfasında kan izleri mevcuttur. yani yazar 28 haziran'ı yazarken yaralıydı.

günlükte özellikle çanakkale kabatepe nin ismi çok geçer. subayın içinde olduğu savaş bu bölgededir. ayrıca hint birliklerinin onlarla olduğunu özellikle anzak askerlerinin(avustralya ve yeni zelanda) tavrının yazarı cesaretlendirdiğini anlamaktayız. yazar devamlı sahil kasabalarının ve köylerinin alevler içinde kaldığından ve kendi ordusunun aralıksız ateşlemeler yaptığından bahseder.

29 nisan 1915- çanakkale (bir ingiliz askerinin günlüğünden)
"saat akşamüstü 3.30 civarıydı. tepelerin üzerinden kızıl alevler görünüyor. türk kasabalarından bir tanesi ateşler içinde gibi görünüyor, kruvazörlerimizden biri, o kasabaya ateş ediyor. akşamüstü saat 5; demir atıyoruz. gün ışıyana kadar burada kalmayı düşünüyoruz. gece, hâlâ ateş devam ediyor."

ama durum daha sonra tersine döner. türkler daha güçlü saldırmaya başlar.

20 mayıs 1915- çanakkale (bir ingiliz askerin günlüğünden)
"gemilerimiz belirli aralıklarla türkleri ağır şekilde bombalıyordu. özellikle bu kadar ağır bombardıman halindeyken bizi nasıl görebildiklerini bilmiyorduk. avustralyalılara ateş ettiklerinde, nereye ateş edeceklerini biliyorlardı."

son günlerde sürekli ölü, yaralı taşır. hatta cesetler patlamaya başlar. savaşın artık bitmesini ister.içinde olduğu psikoloji gün geçtikçe değişir.

"yaptığımız bu iş o kadar sinirlerimizi donduruyordu ki dünyadaki hiçbir ateş bizi ısıtmaya yetmezdi."

bu kısa sürede savaşı neredeyse birçok yönüyle yaşar. yine de hakaretvari cümleler kullanmaz. olaylar net anlatılır ama kimse suçlanmaz. aslında bunu karşı cephedeki hasan cevdet bey'in günlüğünde de görürüz. askerler durumun farkındadır. herkes kendi telaşındadır. kimse savaşa ve yakınlarının ölmesine elbette istekli değildir. ama görev icabı mecburi oradadırlar. bu sebeple karşı cepheyi suçlama eğiliminde değildirler.çünkü kendi başlarına gelen neyse aynısının orada da yaşandığını bilirler.

john monaghan çanakkale'de karşı cephede savaşan bir ingiliz askeriydi. bir çok asker gibi savaşın en acı noktalarına şahit oldu. çanakkale'de son nefesini verdi. gazi mustafa kemal'in dediği gibi artık türk topraklarının bir evlâdı olarak çanakkale'de yatmaktadır.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
(28 haziran- yaralıyken yazdığı sayfa)

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
(malta'ya getirilen ingiliz ve anzak yaralılar)
devamını gör...

kadınların basit ev işlerini bile abartması

çorabının tekini bulmaktan aciz insanların kendi eksikliklerini kadınlar üzerinden giderme çabasıdır. evlenirken hastalıkta sağlıkta hayat müşterek hikayesi, evlenince hizmetkâr gözüyle bakmak..o kadar abartıyorsa bir ay rol değiştir bakalım kaç gün dayanacaksın..beğenmiyorsan gidersin boşanırsın çok paranla gündelikçi tutarsın. o zaman anlaşılır o işlerin ne kadar incelikli olduğu. emin ol kadın da bu kafada biriyle yaşamaya meraklı değildir.
devamını gör...

hasan cevdet bey

hasan cevdet temizkanlı (1884-1939)
emekli albay. eseri (bkz: kıyamet koptuğunda)
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


hasan cevdet bey 1884'te istanbul'da doğdu. babası naim efendi, annesi hatice hanım'dır.
kuleli idadisi'nde öğrenim gördü. harbiyeden mezun oldu. muhtelif birliklerde görev aldı. arnavutluk harekâtına katıldı. 1910'da üsteğmen oldu tranblusgarp'ta rodos'u işgal eden italyanlarla savaştı. 1915'de çanakkale'de arıburnu cephesi'nde 14. alay 1. tabur 4. bölük komutanı oldu. devamlı teyakkuzda savaştı. bu cephedeki katkılarından dolayı harp madalyası aldı.
1915 de yüzbaşı oldu. çanakkale sonrası doğu cephesi'nde hem harp madalyası hem de gümüş liyakat muharebe madalyasına layık görüldü.

ırak cephesine geçti. ama ingilizlere esir düştü. esaretten firar etti ve tümeninin yanına gitti.

istiklal savaşı'ndan önce urfa jandarma tabur kumandanı oldu. daha sonraları da çeşitli görevler yaptı. batı cephesinde sakarya muharebesi'nde yaralandı. büyük başarılar gösterdi. binbaşı oldu.bir çok askeri şubede bulundu.1927'de istiklal madalyası aldı.

1934'te albaylığa terfi etti.ıstanbul 1. tümen askerlik dairesi başkanı oldu. 1937'de emekli oldu kalp rahatsızlığı sebebiyle 1939'da vefat etti. kabri zincirlikuyu'dadır.

çanakkale ve doğu cephesini anlattığı bir günlüğü kitap haline getirilerek (bkz: kıyamet koptuğunda) adıyla basılmıştır. dönem hakkında önemli teknik bilgiler verir ve dönemin askerlerini psikolojik açıdan anlama fırsatı sunar.
devamını gör...

kıyamet koptuğunda

kitap (bkz: hasan cevdet bey) in çanakkale ve doğu cephesi günlüğüdür

günlüğü hazırlayan ve bizlere sunan mutlu karakaya, kırk yaşından sonra tarihe merak saldığını osmanlı türkçesi öğrenmeye karar verdiğini söyler. bu günlüğü de o zamanlarda şans eseri bulmuştur. annesi babasından kalanları okuyamasa da saklamış okumak torununa nasip olmuştur. hocasıyla beraber dedesinin günlüğünü çözümlemiş kitap halinde hazırlamıştır. elbette günlüğü yazan dedesi hasan cevdet bey (temizkanlı) dir.

hasan cevdet bey çanakkale'de ve doğu cephelerinde savaşmış, cepheden cepheye koşmuş, yeri gelmiş esir düşmüş, bazen kaçarak kurtulmuş, ömrü cephelerde geçmiştir.

günlüğü 1915-1917 tarihleri arasında ilk 83 sayfası çanakkale ve geri kalanı doğu cephesine dair önemli bilgiler sunar. özellikle genç neslin anlaması açısından özünü kaybetmeden sadeleştirilmiştir. son sayfalarda hasan cevdet bey'e ait fotoğraflar ve günlüğün asıl sayfaları yer alır. kitabın ismi hasan cevdet bey'in çanakkale'deki bir benzetmesinden gelir.kendisi çanakkale cephesine üsteğmen olarak girip yüzbaşı olarak çıkmıştır. harp madalyası almış, yaralandığı zamanlar olmuş tedavi görmüştür. her günü kayıt altına almış bazen teknik bilgiler vermiş bazen de savaşın iç yüzü ile ilgili duygularını dile getirmiştir.

3 temmuz 1915-çanakkale
"düşman kahrolsun da varsın istanbul'a gitmeyiverelim."

günlükte askerlerin içlerinde bulundukları psikoloji, büyük devletlerin menfaat kavgaları gibi konular da elbette ifade edilmiştir.

21 ağustos 1915 - çanakkale
"medeniyet yükseldi dediler. en medeni hükümet olması lâzım gelen alman-ingilizler harbe başladı. sonra bütün cihan harbe girdi. bu ne? medeniyetin gayesi birbirini boğazlamak mıdır? tabii bu harp devam etmeyecek. bir gün barış yapılacak. acaba o zaman bu medeniyetin yüzü kızarmayacak mı? yazık! hep hır hır. daha doğrusu kemik kavgası!."


kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

(hasan cevdet bey sağdan ikincidir.)
devamını gör...

ahitler

margaret atwood un yazdığı damızlık kızın öyküsü nün ikinci kitabıdır.

kitap ilk kitaptan bağımsız okunmamalıdır. çünkü ilk kitap özellikle bu distopya ortamını tanıtıyor. kurallar nasıl işliyor.? yönetim nasıl bu hâle geldi? öncelikle anlamamız gereken noktalar damızlık kızların kaçış maceraları ilk kitapta yer alıyor.

ahitler ise madalyonun diğer yüzü.. üç kişinin gözünden anlatılmış. lydia teyze, agnes ve daisy.. ilk kitabı okuyanlar lydia teyzenin kim olduğunu bilir fakat diğer iki genç kızın kim olduklarını okuduklarında anlayacaklar. ödül almış bir kitaptır..ilk kitaptaki sis perdesini aralıyor. teyzelerin isyanı, damızlık kızlar, devam eden nesillerin, inci kızların totaliter gilead yönetimine isyanı neticesinde bu rejimin nasıl yıkılma noktasına geldiğini, kimlerin ne derece fedakârlıklar yaptığını, giden kurbanları bir yandan hüzün diğer yandan heyecanla okuyacaksınız.

tıpkı yazarın dediği gibi tarihte örneği olmayan hiçbir olaya kitapta yer verilmemiştir. dizisi damızlık kızın öyküsü adıyla uyarlanmıştır. diziyi yazar beğenmiş, eserine sadık kalındığını söylemiştir. hatta küçük bir rolü vardır. her ne kadar gelecek distopya görünse de hepsi yaşanan veya zamanında yaşanmış durumlardır..
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


hiç unutmayacağım bir kitap..lydia teyze, agnes ,jade ve tabii ki becka..

kitap alıntıları


"gökyüzünün tepenize ineceğine inanmazsınız, ta ki bir parçası başınızın üstüne düşünceye kadar."



* "biri benim cenaze mersiyemi şimdiden yazmış, besbelli ki..ürperiyorum, mezarımın üstünde kimin ayakları yürüyor?"

*"inandığınız bir hikâyenin yalan olduğu ortaya çıkınca, her şeyden şüphelenmeye başlarsınız."

*"uçan bir kuş,
sesini uzaklara taşıyacak,
onlar ki kanatları vardır,
senin hikâyeni anlatacaklar.
sevgi, ölüm kadar güçlüdür."

devamını gör...

nosce te ipsum

"kendini tanı " latince bir sözdür. bu söz apollon tapınağı'nın girişinde yazılıydı.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kendini tanımak o kadar önemsen bir konuydu ki altın harflerle yazmışlardı. tabi ki bu sadece antik yunan değil genel açıdan insanlık adına önemli bir konuydu. o nedenle yorumlar yapıldı. kimisine göre bu söz alçakgönüllülüğü getirmeliydi. insansın hata yapabilirsin, mükemmel değilsin. iyi veya kötü yönlerini gözden geçir buna göre rotanı belirle.. kimisine göre ise ruhunun derinliklerindeki asıl kendini keşfet, kendi içindeki karanlık ormanda yolunu bulmayı öğren demekti.. aslında çoğu aynı kapıya çıkıyordu. mevlana nın dediği gibi kabuğunu kırıp öze ulaşmak, yunus emre nin dizelerindeki kişinin kendini bilmesi yine aynı noktada buluştu.

ayrıca maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisinde piramitin tepesindeki kendini gerçekleştirme de nosce te ipsum dur.

elbette bu kısa sözü hayata uyarlamak söylemek kadar kolay değildir. tıpkı fernando pessoa nın huzursuzluğun kitabı nda dediği gibi;

"kendini tanı" diyen kâhin, herakles'in işlerinden daha zor bir iş, sfenks'inkinden daha karanlık bir bilmece atmış oluyor ortaya.."
devamını gör...

mavi sakal

bir fransız halk masalı. 1697 de charles perrault kaleme almıştır.

evlendiği kadınları öldürmeyi alışkanlık hâline getiren zengin ve soylu bir adamın öyküsüdür.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


soylu ve yaşlı adam devamlı evlenir. çünkü her evlenişinde bir süre sonra eşi ortadan kaybolur. kimse ona ne olduğunu bilmez. adam da yine genç bir kızla evlenir. kızın kız kardeşleri ziyarete geleceklerini söylerler. mavi sakal bir gün bir yere gideceğini söyler. şatonun anahtarlarını karısına verir. ama bir odayı yasaklı tutar asla girmemesini söyler. o gidince eşinin kız kardeşleri ziyarete gelir. kardeşini zorlayarak o odaya girmek isterler. kapıyı açarlar ve dehşete düşerler..

içeride mavi sakal'ın öldürdüğü önceki eşlerinin cesetleri vardır. o sırada mavi sakal gelir. onları da öldürmek isterken kızın erkek kardeşleri şatoya girerek mavi sakal ı öldürürler.

mavi sakal, kurtlarla koşan kadınlar kitabında ilk hikâye olarak geçer.

margaret atwood un damızlık kızın hikayesi nin ikinci kitabı olan ahitler kitabında genç kızlarla devamlı evlenmek için önceki eşini çeşitli yollarla öldüren yaşlı bir komutan da mavi sakal a benzetilmiştir.

ayrıca binbir gece masalları ndaki 16. gecedeki "üçüncü çelebinin hikayesi" ile de benzerlik gösterir.
devamını gör...

paris'te bir osmanlı sefiri

yirmisekiz mehmet çelebi nin 1720 yılında ııı. ahmet tarafından lale devri nde fransa'ya gönderilmesinin ardından çelebinin gözlemlerinin yer aldığı bir sefaretnamedir.

bu seyahat türkiye'ye matbaacılığın getirilmesi gibi önemli bir hizmete öncülük etmiştir. kitap şevket radonun hazırlamasıyla sadeleştirilmiş. ama dönemin anlaşılabilir kelimelerine dokunulmamış özünü de kaybetmemiştir. yani okuyanda aslında çelebiyi karşısında dinliyormuş gibi bir his uyanır. bu da kitabı okumaya son derece zevk katar.

yirmisekiz mehmet çelebi seyahatinde xv. louis devrinde o sıralar veba salgını olan marsilya'dan paris'e her şeyi ayrıntılı bir biçimde anlatır. buna paris halkının osmanlı dedikleri acaba kimmiş, diyerek osmanlı heyetine ne derece meraklı baktıkları da dâhildir.

kanal ile gelirken halkın bizi seyretmeye rağbeti öyle bir mertebede idi ki, dört beş saatlik yerlerden gelüp nehrin kenarından bizi seyrederlerdi ve birbirlerinin önüne geçmek isterken nehrin kenarından suya düşerler idi.

çelebi dönemin fransız kadınlarından da bahseder.

fransa memleketlerinde kadınların itibarı erkeklerden üstün olmağla istedikleri ne ise, işlerler ve murad ettikleri yere giderler.


özellikle fıskiyelerden çok hoşlanmış , onları devamlı betimlemiştir. yer yer güldüren durumlar olmuş, çelebinin samimi diliyle olaylar daha da anlaşılır hâle gelmiştir. mesela; o dönemde meraklı halk, kendi kralları da dahil yemek yerken veya farklı zamanlarda izlemek için geliyordu. özellikle yemek yerken sürekli kendilerini izlemelerine alışkın olmayan osmanlı heyeti her ne kadar rahatsız olsalar da nezaketen kırmamış izlemelerine izin vermiştir.


konağımız kadınlar evine dönüp doldu, taştı. sonra, etrafımızda olanlardan dahi iznimizi haber alanlar bir taraftan gelmede. birkaç bin kadın içinde kaldık. sanki düğün evine döndü.
hele her ne hal ise bu azâbı çeküp iftar ettük ve yemek yedük

bunlar, teravih kıldığımızı ertesi günü haber almışlar. iftar ve taam eyledik. bunlar gitmezler, saat üçe varınca otururlar. meğer bunlar namazı beklerler imiş. çare yok, abdest alup namazı kıldık.


kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

yabana doğru

christopher mccandless nam-ı diğer (alexander süperberduş) un biyografisini anlatan bir kitaptır. yazarı dağcı jon krakauer'dır.

chris 1990 yılında yüksek lisansı için bankadaki 25 bin dolarını açlıkla mücadele vakfına bağışlayıp sırt çantasıyla alaska'nın yolunu tutan bir özgür ruhlu bir gençtir.
kariyeri 20.yy icatı olarak tanımlar. ailesi,parası, sevdikleri ne varsa her şeyi geride bırakır. ardında iz bırakmaz. tek odak noktası alaska'nın vahşi yaşamında özüne dönerek içindeki benliğin derinliklerini keşfetmektir. tıpkı etkilendiği yazarlardan biri olan ormanda bir kulubede yaşamayı tercih eden henry david thoreau nun dediği gibi;
" bana aşk,para,şöhret yerine gerçeği verin"

düşünceleriyle yola çıkar.. chris in bu tutumu egoist gibi görünse de aslında bir yandan hayalleri doğrultusunda adım atmak bir yandan ailesinin
huzursuz yaşamından nefes alıp gerçekliğe ulaşmak istemektedir.

iki yıl boyunca bazen yürüyerek, bazen otostopla bazen de kaçak tren yolculuklarıyla hedefine ulaşmak için elinden geleni yapar. yolda iş bulur çalışır. sonra tekrar yola döner. arkadaşlıklar edinir. yanında çok fazla eşyası yoktur hatta bunu bir arkadaşı şöyle anlatır.

chris, hayatı namına koşması gerekirse diye asla sırtında taşıyabileceğinden daha fazlasına sahip olmamaktan yanaydı.

asıl yolculuk 1992 yılında alaska üzerine başlar. alaska'nın fairbanks şehrine ulaşır. bir kamyonetle gittiği vahşi bölgede yolda iner. 64 km yürür ve eski bir otobüsü mesken edinir. otobüsü bulduğuna çok sevinmiştir hatta şu notu üzerine kazır.

en üst düzeyde özgürlük..yakasını kurtardığı medeniyet onu daha fazla zehirlemeyecek. artık yabanda gitmek için yürüyor.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

artık vahşi doğanın tam ortasındadır. yanında ise 4.5 kg pirinç, mısır cipsi, yarı otomatik silah, bitki ve diğer kitaplar vardır..

chris'in ekipman olmadan vahşi yaşamın içine girmesi kimilerine göre büyük delilik olarak nitelendirilmiştir. çünkü alaska normal bir ormana göre çok daha zorlu şartlara sahiptir. buna rağmen chris orada 2 aydan fazla zaman geçirmiş bitkilerle ve avladığı hayvanlarla beslenmiştir.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
zamanla bu mutluluğun eksikliklerini fark etmiş. hatta okuduğu bir kitabın içine
"mutluluk ancak paylaşıldığında gerçektir" yazmıştır.

daha sonra geri dönmek istemiş fakat yol üzerindeki derenin sularının yükselmesi sonucu orada mahsur kalmıştır. yardım istemiş notlar bırakmış ama o dönemde notları gören olmamıştır. zamanla aşırı kilo kaybına uğramış yediği bir yabani patatesten ve açlığın da etkisiyle orada hayata gözlerini yummuştur.



christopher mccandless ın hayatını anlatan bu kitap yine into the wild (yabana doğru) olarak sinemaya uyarlanmıştır.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

orman huzuru

ormana gitmek eve dönmektir, derler. işte bu yüzden daima orada huzur buluruz. çünkü aslında oraya aitiz. betonlar içerisindeki labirentlere değil..
yabana doğru kitabında geçtiği gibi;

bir ata semer vurmayı tramvaya binmeye, yıldızlarla bezenmiş açık bir gökyüzünü tepemde bir çatı olmasına, bilinmeze giden belirsiz, zorlu bir patikayı asfalt kaplı yollara, yabanda hayatın verdiği derin huzuru kentlerin tedirginliğine tercih ederim.
devamını gör...

güne bir söz bırak

"savaş bitmiş ben nöbette unutulmuşum."
ismet özel
devamını gör...

nolite te bastardes carborundorum

(bkz: damızlık kızın öyküsü) kitabında geçen latince ile harmanlaşmış bir söz. anlamı;
"o p*çlerin seni ezmesine izin verme"
(sözlük kurallarında bu sözcük serbest bırakıldığı için orijinalini yazdım :)

bu sözün söylenme nedeni ;


bu söz kitapta damızlık kızın odasında dolabın içerisinde birilerinin zor göreceği bir köşede yazılmıştır. evin önceki ölen damızlık kızı sonra gelene başlarına gelecekler konusunda güçlü olmasını ve yalnız olmadığını hissettirmek için yazmıştır.
devamını gör...

kambur (kitap)

şule gürbüz'ün durmadan bambaşka ruh hâllerine geçiren etkileyici kitabı.

evet geliyor işte, çiçekler geliyor. biraz çabuk olsa -her yerimden kan damlıyor; daha cenazeme yetişece­ğim. ne anlayışsızlık...

sayfası az ama yarası derin kitaplardandır.
(bkz: kör baykuş)
(bkz: yeraltından notlar)
devamını gör...

inançların gökkuşağı

john hick in dinsel çoğulculuk üzerine yazdığı kitabıdır.

yazar kitapta dünya dinlerinin aslında nasıl çatışmadan birarada yaşayabileceğini, barış ve huzurun bu noktada ne derece önem taşıdığını, aslında üstün din anlayışının olmayıp odak noktamızın tanrı olması gerektiğini anlatır.dünya inançları john hick için tanrı'ya ulaşmada eşit mesafededirler. özleri aynıdır, hepsi insanı aynı nihai amaca götürür, yani tanrı'ya. çünkü ona göre tanrı'ya birçok yoldan ulaşılabilir.

tabii ki bu tarz bir ideoloji birçok kesim tarafından hoşgörüyle karşılansa da, herkesin kendi dinini üstün kabul ederek cennetin sadece kendileri için var olduğunu düşünen koyu dindarlar tarafından bir o kadar da eleştiri ve tepki aldı.. john hick elbette cevapları geciktirmedi. çünkü bu söylemlerin çok ayrıntılı anlatılması gerekiyordu. o sebeple bu kitabı yazdı. kitapta dinsel çoğulculukla ilgili sorulara ve eleştirilere hick, phil isminde bir felsefeci ve grace isminde bir teoloğun vasıtasıyla cevap verir. yazar onlara kategorileştirme yoluyla kitabında karşılık verme yolunu seçmiştir. ardından neden bu görüşte olduğuna dair dinlerin kutsal kitaplarının alıntıları ile ortak noktalarını özellikle altın kural ı vurgulamıştır.


budizm'e göre
"tıpkı bir annenin tüm günlerinde oğluna özen göstermesi gibi insan zihni de tüm yaşayanlara karşı kucaklayıcı olmalıdır."(sutta nipata,149)

hinduizm'e göre
“kişi kendisi için zararlı olarak mütalaa ettiği şeyi diğerlerine asla yapmamalıdır. işte bu kısaca doğruluğun yoludur."(mahabharata)

konfüçyanizm'e göre “kendin için hoşlanmadığın bir şeyi, diğerlerine yapmayacaksın."(analectsxıı:2)

taoizm'e göre iyi kişi, "diğerlerinin kazançlarını kendi kazancı, diğerlerinin kaybını da aynı şekilde kendi kaybı gören" kişidir.” (thai shang,3)

hristiyanlığa göre “insanların sana nasıl davranmasıni arzu ediyorsan sen de onlara o şekilde davran."(luka6/31)

yahudiliğe göre “kendin için nefret verici olan şeyi dostlarına yapma." (babil talmudu,şabat31a)

islâm'a göre ise “hiç kimse kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe gerçek bir mü'min olamaz."(müslim,iman 71-72)


john hick'in felsefesi dünya barışı odaklıdır. dinsel çoğulculuk aslında çok da yabancısı olmadığımız bir durumdur. mesela; gandhi nin de benzetmeleri meşhurdur. dinleri bazen bir ağacın dallarına, bazen bir bahçeden gelen çeşit çeşit çiçeklere, bazen de aynı kapıya çıkan yollara benzetmiştir. ibn arabi ve mevlana gibi büyük düşünürler de bu yolda yürümüştür. john hick bu durumu şöyle açıklar.

çoğulcu bakış açısı için rumi'nin dinler hakkında söylediği şu sözden daha iyi bir örnek olamaz.
"lambalar farklı, fakat ışık aynıdır"
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim