dryad yazar profili

dryad kapak fotoğrafı
dryad profil fotoğrafı
rozet
karma: 3908 tanım: 390 başlık: 9 takipçi: 123
"Haytanın biriyim ben, bunu bilsin insanlar."

son tanımları | başucu eserleri


ağır roman (film)

ağır roman yönetmenliğini mustafa altınoklar'ın yaptığı 1997 yapım bir film. benim açımdan izlemesi zor bir film oldu. hikaye akışı ve bu kadar +18 bir filmde annemin çevir ben de izleyeyim diye tutturması beni zorlayan taraflarındandı*
filmimizin afişinde “her gün, her yerde bu oyun oynanıyor, bu roman yaşanıyor.” cümlesi var. bu yazı "tamam güzel ama hikaye klişe değil mi yaa" demeye bırakmadan cevabımızı veriyor gibi. klişe olsun olmasın bu hikaye her an her yerde yaşanmakta ve biz yaşanmışı anlatıyoruz diyor olabilir. hakkı da vardır.
hikayemiz gülünç duruma düşen yeni yetme bir gençle başlayıp mahalle kabadayısı olmuş yine bu gençle son buluyor. yani bir gencin delikanlılık hikâyesi. erkek olma sürecinin kirli sokaklarda yozlaşmış bir hikayesi de desek yeridir bence. çok deşilecek tarafları var fakat ben henüz kendimi bunu yapabilecek seviyede hissetmiyorum. ve de ben bu hikayeyi biraz dağınık buldum. muhtemelen romandan uyarlandığı için diye düşünüyorum. geniş bir roman örgüsünü 2 saatlik bir anlatıma sığdırmak kolay olmasa gerek.

ben neden izledim bu filmi onu anlatayım size. canım muhteşem ezgilerle dolu mahalle arasında geçen sıcak ve eski bir türk filmi izlemek istemişti. ve istediğimi de bulmuş oldum. filme sıcaklığı roman hayatı, müzikleri ve tarlabaşı sokakları katmış diyebilirim.*izlerken ateş başında göbek atan insanların arasında olmak istedim:) roman müziği bambaşka bir dünya. istanbul ezgileriyle ve manzaralarıyla dolu yine eski ve sıcak bir türk filmi izlemek isteyecek olursanız gideceğiniz kapı tekrar mustafa altınoklar'ın kapısı olmalı diye düşünüyorum. istanbul kanatlarımın altında böyle hissettiren çok beğendiğim bir film.

filme dönecek olursak okan bayülgen ve müjde ar gibi tanıdık yüzler; küçük iskender ve aysel gürel gibi ise beklenmedik yüzler vardı. müjde ar'ın aysel gürel'in kızı olduğu magazinsel bilgiyi eksik etmeyelim. zafer algöz'de fazlasıyla renk katmış. oyunculara ve oyunculuklara diyecek söz yok ama hikaye beni alıp götüremedi. yine de istanbulun arka sokaklarının derinliğini, karmaşasını, kaosunu iyi bir görsellikle yansıttığı için özellikle de muhteşem müzikleri için izlemekten pişman olmadığım bir filmdi.

devamını gör...

pulp fiction

bu filmi izlemeye karar vermemin sebebi jenerik müziğiydi. isminin bile pulp fiction olduğunu sandığım "misirlou" şarkısıyla yani. ilk dinlediğimde büyülenmiştim ve dedim ki bu filmi kesinlikle izlemeliyim. alalede zamanda izlemeyi layık görmediğim, konsantre olabilmek için iyi bir ortam hazırlamayı planladığım bir filmdi. verdiğim önemi siz düşünün. ve sonunda o planlanan ortamın hiç oluşmayacağını düşünerek pes ettim, kahvaltı yaparken açtım koydum karşıma. ve izlerken çok sıkıldım. bittiğindeyse vay be dedim salak bir gülümsemeyle.

bu sabah altı üstü bir yastığı yerden alıp koltuğa koyarken fermuarın başının sallanan kısmı tırnağımın arasına girdi ve kanattı*. çok saçma geldi bu olay bana. sadece yastığı tutacaktım basit bir şekilde ama buna evrildi. filmdeki rastlantıları da buna benzettim bu olay üstüne. yılların mafya adamı tuvalete girerken silahını dışarda bırakıyor ve ölüyor. bir boksörcü ve bir mafya kavga ederken daldıkları eskicide tecavüze uğruyorlar. iki kaçık soyguncu sevgililer lokanta soymaya çalışırken iki gangstera rastlıyorlar. sıradan bir hayat süren adam sabah kahvesini içerken garajına kanlı bir araba gelebiliyor vesaire vesaire. filmdeki yaşantılar alışılmışın dışında olsa da karakterlere göre gayet alışılmış bir yaşam. hayatlarının parçası olan işleri icra ediyorlar her zamanki gibi. fakat bir şey oluyor bir sihirli değnek dokunuyor sanki ve bütün işleyiş bozuluyor. bunun sonucunda bazısı gayet iyi kurtarıyor durumu (butch), kimisi tahtalı köyü boyluyor(vincent), kimisi kıl payı kurtuluyor(mia), kimisi yeni kararlarla yeni bir yol çiziyor(jules), kimisi de hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam ediyor(marsellus). hayatın bir portresi olarak okudum ben bunu. dünya böyle. bir sürü insan, tercihlerin şekillendirdiği bir sürü olay ve olayların şekillendirdiği bir sürü yaşam. sizin de bunları düşününce evrenin ne kadar geniş olabileceğini düşününceki gibi bir his doluyor mu içinize?

filme çok mu geniş bir pencereden baktım bilmiyorum ama farklı pencereler yaratmak iyidir. bu da böyle bir yazı denemesiydi. son olarak şunu söyleyeyim. siz siz olun ne ahmet kaya gibi tabancayı helada ne de vincent gibi helada tabancayı unutun. tarantino'ya saygı ve sevgilerlee.*
devamını gör...

vicky cristina barcelona

öncelikle bu filmle kafamın çok karıştığını belirtmek istiyorum. neyin doğru neyin yanlış olduğunu sorguladım. kendi doğrularımdan bile şüpheye düştüm. idealist olup hayatta ne istediğini bilmek mi lazım yoksa cesur olup suyun götürdüğü yere gitmekten korkmamak mı lazım? bunun için gerçek aşkı irdelemek lazım diye düşünüyorum. "unfullfilled love is the only true love" önermesi geçiyor filmimizde. "gerçekleşmemiş aşk tek gerçek aşktır." bunun üzerine düşünecek olursak genel olarak gerçekleşmemiş veya yarım kalmış hikayeleri en romantik tarafımızla dolduruyoruz insanlar olarak. mükemmelleştiriyoruz. dolayısıyla gerçekleşmemiş bir aşk bu romantik kafalarımızda destansı bir aşk masalına dönüşüyor. bu yüzden bu önermeyi doğru buluyorum ve sonuç olarak da idealist olmak daha akla yatkın geliyor. hem bütün gerçekleşmemiş aşklarda gözümüz kalırsa suyun götürdüğü yerde boğulabiliriz gibi:)

peki tekrar gerçek aşka dönersek.. benim tanımlamamla gerçek aşk uyum ve denge ve tatminden doğar. yine filmde geçen bir anahtar kelime var: "kronik tatminsizlik." bu günümüz ilişkilerinde oldukça yaygın bir durum. insanların ne istediğini bilmemesi, bu kronik tatminsizliği doğuruyor; kronik tatminsizlik ise ilişkilerin sağlam bir zemine oturamamasına, çıkarcı ilişkilerin doğmasına neden oluyor. insan her yaptığı eylemden tatmin sağlamalı fikrimce. boş bir anı bile tatmin sağlayabileceği bir hale getirmeli. çünkü yalnızca zar zor bulunan boş vakitlerde oluşturulmuş eğlencelerden tatmin sağlamaya çalışırsak geriye baktığımızda eğlendiğimiz değil eğlenmek zorunda hissettiğimiz bir düzine anıdan başka bir şey bulamayız diye düşünüyorum. yani özetle ilişkileri de hayatın bizzat kendisini de tatmin sağlayabileceğimiz bir yaşantıya dönüştürmeye çabalamakta fayda var. ha dönüşmezse de hayatta gerçekleşmeyi bekleyen bir sürü olasılık var.

ilişkiler, yaşanabilecek hayat ihtimalleri, dengeler, keşfedilmeyi bekleyen yetenekler, hayatta ne istediğini bilmek, sanat. filmde çok kavram var. hepsine değinebileceğimi sanmıyorum. ama şuna da söylemem gerekir ki filmi izlerken sinamanın da bir sanat olduğunu sıkça hatırladım. görsellik muhteşemdi. ama içimden bir ses barcelona'nın bu kadar muhteşem ve kusursuz olamayacağını bunun yerine woody allen'ın bir dahi olduğunu söyledi. tabi barcelona'yı görmeden buna daha fazla yorum yapmayacağım. sonuç olarak izlerken fazlasıyla beyin fırtınası yaptığım ve hakkında yazmaya cesaret bulduğum son derece güzel bir filmdi. woody allen'a saygı ve sevgilerimlee*
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının çizimleri

aylar sonra renkli çizim yaptıımm. yaşamak tekrar anlamlı geliyor
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

seni seviyorum ile seviyorum seni arasındaki fark

"seni seviyorum" aileye sevgiliye "seviyorum seni" dosta akrabaya denir fikrimce. bu ayrım nasıl ve neden böyle şekillendi orasını bilemeyeceğim.
devamını gör...

diyelim ki o bunu okuyor

iyi geceler bebek.
buradan yazınca sanki radyo yayınında ona gelsinli mesajı yayınlatmış gibi oluyor.
devamını gör...

türkiye'nin yaşanılabilir küçük ve huzurlu ilçe ya da kasabaları

babama göre sivas ve konu tartışmaya kapalı.*
edit: ilçe ya da kasaba diyormuş sivas da köy bir şey olmaz.*
devamını gör...

ameliyatta bozkurt işareti yapan doktorlar

biz ülkecek her şeyin bkunu çıkartmayı seviyoruz. belki de bu yüzden bk içindeyiz.
devamını gör...

konuşacak konu bulunmayan flört

konuşacak konu bulunmayan biriyle hasım bile olunmaz. demedi demeyin.
devamını gör...

yazarların bugün attığı adım sayısı

bu başlık gerekli bulunduysa yazarların bugün çıktığı tuvalet sayısı başlığını patlatıyorum.
devamını gör...

komunizmin insanı ve insan emeğini sömürmesi

şu an insan ve insan emeği hiç sömürülmüyor zaten. komunizm gelirse ne yaparız. allah korusun.
devamını gör...

şükrü erbaş

şükrü erbaş ismi ilk lise son sınıfta zihnime kazındı. edebiyat dersinde hoca şükrü erbaş'ın eserlerini sayıyordu. "insan sevmezse ölür" eserini söyledi. ne güzel bir isim seçmiş şiirine diye düşündüm. insan sevmezse ölür. ne kadar doğru ve yalın. okul bitimine kadar olan bütün süre boyunca aklımda yankılandı bu şiirin ismi. sıralara yazdım ara ara. derslerde düşündüm. çok basit görünüyor ama bende çok duygu uyandırmıştı. ama açıp şiiri hiç okumadım. sonra sınava girdim çıktım. okuldan edebiyattan koptum. bir gün otururken yine durduk yere kafamda yankılandı. insan sevmezse ölür. sonunda açtım okudum. başlığı kadar güzel bir şiirdi. hala her okuduğumda yeni anlamlar bulurum.
insan sevmezse ölür
gider acıda durur
sinema afişlerindeki çocuk eve küfürler büyütür
bitmez cümledir kızlar tezgâhlarda
hayal, berber aynalarının kartpostal dili
yokluk, yatışmaz dışarılardır
yenik bir akşam yürür şehre karakalem evlerden
ara sokaklarda her gün bir cinayet kurulur
babalar bastırılmış bir ihtilâl;
olağan sularda anneler bedensiz nilüferlerdir
insan sevmezse eve gelir
gider aktarlara bakar
yarasına biraz uzaklık basar
küçük dükkânlarda uzun konuşur
bin çeşit önlem geliştirir
gökyüzü çoktan inmiştir yere
zamansızdır
seslerden üşür
insan sevmezse mezarını küçük düşürür.
devamını gör...

ünlü bir düşünür der ki

"madem dünyaya dargınsın mamudo kurban niye doğdun?"
devamını gör...

sabrın taştığında dinlenecek müzik

devamını gör...

sözlük yazarlarının söylemek istedikleri

tanrıya inanmadığımı kendi içimde netleştirdim sanıyordum. biraz önce fark ettim ki başıma gelen her kötü şeyde hala onunla tartışıyorum. kızıyorum, kırılıyorum, hesaplaşmak istiyorum. olanların tüm yükünü ona yüklüyorum. sorumluluğu, olmadığına inandığım birine yüklemem çelişkiler yaratıyor bedenimde. her zaman çelişkilerden nefret ettim. ama karşı koyamadığım bir refleks bu. bu didişmelerden kurtulup gerçeklikle baş başa kaldığımda kocaman bir duygu doğuyor. çaresizlik. bu duygunun yanıltıcılığıyla başa çıkmak en büyük yük oluyor. yanıltıcılıktan kastım insanı ümitsizliğe sürüklerkenki oyunları. sanat mesela. sanat dünyada taptığım tek şey. ama beni bu çaresizlik duygusu sardığında kötü bir anımda uzak bir arkadaşın samimi olmayan tesellesine benziyor. işte bu ikilem. sanat her zaman uzak bir arkadaş mı yoksa benliğimden bir parçayken çaresizliğin oyunlarıyla ben mi uzak görüyorum. hiç cevaplanmayacak sorular. bu yazı da sonrasında anlamsız gelecek bana. bu hissettiklerim yok olup gidecek. belki de tanrı bu yüzden yaratıldı insanlarca. böyle hisleri dünya üzerinde hiçbir insan başka bir insanla tam olarak paylaşamaz. bir tek tanrı anlayabilir. anlayabilir mi sahiden? anlayabilse böyle olur muydu? herneyse. sanatın yaratıcısı duygulardır sonuç itibariyle. sanata taptığımı söylüyorsam bütün duygulara da minnettar olmam gerekir. belki hafifletir bir şeyleri.
devamını gör...

yazarların çektiği gün batımı fotoğrafları

"batarken ufuktan bir akşam güneşi
bırakıp gitmiştin beni sen sevgilim"
her şey şarkılarla daha güzel değil mi ama yaa
bu başlığa gelsin bu şarkı.
(bkz: radyocu triplerine girmek)

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

kadınların arkadaşlarının düşüncelerinden çok etkilenmesi

"erkeklerin annelerinin düşüncelerinden çok etkilenmesi" başlığı da bunun bir farklı versiyonu olarak açılabilir. sinsi gülüş emojisi attığımı varsayıyorum ve üzülerek doğru olduğunu söylemek istiyorum. en azından benim gözlemlediğim kadarıyla doğru.
devamını gör...

hijyenik ped alırken utanan kadın

ilk regl olduğum yıllarda çok utanırdım. markette kasaya erkek kasiyer olmamasını dileyerek giderdim. o zamanlar yine bir gün ped aldım. kasiyerden poşet istedim meyve sebze konulan incecik poşetlerden verdi bana. anksiyetem var o zamanlar bir de. kalın poşet ver demeye de utandım. koydum poşete çıktım. pedi elimde poşetsiz götürsem farkı yoktu. market de eve yakın değil. bütün mahalleyi elimde ped gezdim. sonra da utanmada zirveyi görünce daha utanmadım. ar damarım çatladı o gün.* şaka bir yana utanılacak bir şey olmadığını zamanla öğrendim. ilk zamanlar toplum ve aile bu utancı aşılıyor ama aşmak gerek, aşacağız da zamanla. hatta toplumu, aileyi ve her türlü geleneksel yobaz bakış açılarını tek tek aşacağııızzz.*
devamını gör...

hijyenik ped ve çocuk bezinin ücretsiz olması gerekliliği

üreyenin çocuk bezi paralı diye ürememezlik etmediği gibi üremeyen de aa çocuk bezi parasız olmuş hadi üreyelim demez bence. o yüzden bebek bezlerinden en azından vergi alınmayabilir. hijyenik pedler temel ihtiyaç o yüzden ücretsiz olsun da demek mantıklı değil çünkü hangi temel ihtiyacımız ücretsiz karşılanıyor da sıra hijyenik pede gelecek allah aşkına. tabiki yine de vergi alınmaması gerekir fikrimce. veya yukarıda bahsedildiği gibi ücretsiz marka çıkarılabilir.
devamını gör...

aşk şarkısı

aşık olmak bu iki şarkı gibi hissettiriyor. o yüzden ikisine de aşk şarkısı diyebiliriz bence.

devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim