emine pir zola - öne çıkan tanımları (1. sayfa)
1.
vanilla sky
bayılıyorum böyle bilim kurgu filmlerine. içinde aşk var, travma var. bilim kurgu ne zaman karşımıza çıkacak anlamıyoruz bile. bir ara karakterle beraber delirdiğimizi zannediyoruz, aşık oluyoruz, acı çekiyoruz. ölüp ölüp diriliyoruz.
bu arada filmin ismi monet'in aynı adlı tablosundan geliyor. filmi izlerken diyorum ki ay ne güzel bulutlar, ne güzel rengi var göğün. hiç kafam çalışmıyor. sonunda niye öyle olduğunu anladım. jeton sekizgen kardeşim, kusura bakmayın.
film babadan zengin bir adamın gününü gün etmesini ama bir kadına aşık olunca değişen hayatını anlatıyor. bu arada sadece seks arkadaşı olarak gördüğü ama ona aşık olan bir kadın yüzünden de başına gelenler geliyor. yaa, sen bir gecede kadınla dört defa sevişince sana öyle aşık olur. neyse, adamımız sofia'ya aşık olunca julie bunu kaldıramaz ve intiharına david'i de ortak eder. david bundan sonra dağılan yüzü (yakışıklı adamdı yazık oldu), julie yüzünden çektiği vicdan azabı ve sofia'ya olan aşkıyla içinden çıkamadığı bir karmaşaya düşer.
rüyalarla gerçeklerim birbirine karıştığı, kafamızdan biraz dumanlar çıkaran, insanın yüreğini dağlayan bir filmdi. bilim kurgu diyip geçmeyelim. insan yine de duygusal bir varlık.
filmin sonunda tüm dezavantajlara rağmen uyanmayı seçmesi mükemmeldi. sahte bir mutlulukla sonsuz rüya görmektense sefil ama gerçek bir hayatı yaşamayı tercih ederdim ben de olsam.
oyunculuklar, konu, akıcılık tam not aldı. izleyinnn.
bu arada filmin ismi monet'in aynı adlı tablosundan geliyor. filmi izlerken diyorum ki ay ne güzel bulutlar, ne güzel rengi var göğün. hiç kafam çalışmıyor. sonunda niye öyle olduğunu anladım. jeton sekizgen kardeşim, kusura bakmayın.
film babadan zengin bir adamın gününü gün etmesini ama bir kadına aşık olunca değişen hayatını anlatıyor. bu arada sadece seks arkadaşı olarak gördüğü ama ona aşık olan bir kadın yüzünden de başına gelenler geliyor. yaa, sen bir gecede kadınla dört defa sevişince sana öyle aşık olur. neyse, adamımız sofia'ya aşık olunca julie bunu kaldıramaz ve intiharına david'i de ortak eder. david bundan sonra dağılan yüzü (yakışıklı adamdı yazık oldu), julie yüzünden çektiği vicdan azabı ve sofia'ya olan aşkıyla içinden çıkamadığı bir karmaşaya düşer.
rüyalarla gerçeklerim birbirine karıştığı, kafamızdan biraz dumanlar çıkaran, insanın yüreğini dağlayan bir filmdi. bilim kurgu diyip geçmeyelim. insan yine de duygusal bir varlık.
filmin sonunda tüm dezavantajlara rağmen uyanmayı seçmesi mükemmeldi. sahte bir mutlulukla sonsuz rüya görmektense sefil ama gerçek bir hayatı yaşamayı tercih ederdim ben de olsam.
oyunculuklar, konu, akıcılık tam not aldı. izleyinnn.
devamını gör...
2.
algernon'a çiçekler
bazı kitaplar insanı üzmek için yazılmış. bu ne yav? perişan ettin bizi charlie. yine de bu dünyada çok kısa bir zaman da olsa varlığının bu kadar bilincinde olarak yaşadığın için çok mutlu oldum. en sevdiğim roman karakterlerinden birisin artık.
kitap etrafınca moron olarak adlandırılan çok düşük zekalı charlie'nin denek olmayı kabul etmesiyle başlıyor. denek olacağı bilimsel araştırma düşük zekalı insanların bir ameliyatla zeka seviyelerini arttırmayı amaçlıyor. daha önce hayvanlar üzerinde denenen yöntem ilk defa bir insan üzerinde denenecek. son hayvan denek fare algernon ise oldukça başarılı bir ilerleme kaydediyor. charlie ise öğrenme hevesi ve akıllı olma isteğiyle başarılı bir denek adayı. kitap charlie'nin ağzından yazılmış ilerleme raporlarından oluşuyor. ilk raporlar, zekası yükseldikçe yazdığı raporlar ve son raporları, hele o son raporlar insanda yürek bırakmıyor.
kitabın sonlarına doğru yanlışlıkla okula gidip sıraya oturması beni mahvetti
charlie'nin zekası düşükken bile farkındalığı yüksek bir insan olması, normal bir insan olunca ne kadar çok arkadaşının olacağını hayal etmesi ama herkesten zeki olduğu için yine dışlanması beni perişan etti. charlie hep yalnızlık içinde yaşadı. kendini bekleyen sona rağmen kendi gibi olan insanlar için savaştı. koca yürekli charlie.
hâlâ biraz aklı başındayken hür iradesiyle en gitmek istemediği o okula gitti ya, paramparça etti kalbimi.
mutlaka okunmalı. çok duygusal bir roman. aynı zamanda insanların ikiyüzlülüğünün okuyanı çileden çıkarttığı bir kitap.
kitap etrafınca moron olarak adlandırılan çok düşük zekalı charlie'nin denek olmayı kabul etmesiyle başlıyor. denek olacağı bilimsel araştırma düşük zekalı insanların bir ameliyatla zeka seviyelerini arttırmayı amaçlıyor. daha önce hayvanlar üzerinde denenen yöntem ilk defa bir insan üzerinde denenecek. son hayvan denek fare algernon ise oldukça başarılı bir ilerleme kaydediyor. charlie ise öğrenme hevesi ve akıllı olma isteğiyle başarılı bir denek adayı. kitap charlie'nin ağzından yazılmış ilerleme raporlarından oluşuyor. ilk raporlar, zekası yükseldikçe yazdığı raporlar ve son raporları, hele o son raporlar insanda yürek bırakmıyor.
kitabın sonlarına doğru yanlışlıkla okula gidip sıraya oturması beni mahvetti
charlie'nin zekası düşükken bile farkındalığı yüksek bir insan olması, normal bir insan olunca ne kadar çok arkadaşının olacağını hayal etmesi ama herkesten zeki olduğu için yine dışlanması beni perişan etti. charlie hep yalnızlık içinde yaşadı. kendini bekleyen sona rağmen kendi gibi olan insanlar için savaştı. koca yürekli charlie.
hâlâ biraz aklı başındayken hür iradesiyle en gitmek istemediği o okula gitti ya, paramparça etti kalbimi.
mutlaka okunmalı. çok duygusal bir roman. aynı zamanda insanların ikiyüzlülüğünün okuyanı çileden çıkarttığı bir kitap.
devamını gör...
3.
coraline
dikkat. çocukları bu filmden uzak tutunuz. biri animasyon film önerisi yapmıştı sosyal medyada. içlerinden biri çok hoştu. diğerlerini izlememiştim. geçen açayım dedim, kızımla film saati yaparız diye düşündüm. benim gibi ana olmaz olsun. korktu çocuk, animasyon ama korkunç bir şey. yani çocuklar için. bir çocuğun annesi gözlerinin önünde korkunç bir şeye dönüşürse çocuk nasıl korkmasın. hemen kapadım ve kızımın dikkatini dağıttım. daha minnoş bir etkinlik yaptık.
film ailesinin yeterince ilgi göstermediği bir dönemde ilgiyi başka yerlerde arayan bir çocuğu anlatıyor. sihirli bir kapıdan geçip diğer anne babasının yanına gidiyor akşamları. orada her şey istediği gibi. annesi onunla ilgileniyor, babası odasından çıkıyor, arkadaşı bile onun istediği gibi. her şey mükemmel. (film aslında ihmal edilen bir çocuğun da ne kadar tehlikeye açık olacağını gösteriyor bize. çocuklar çiçek gibidir. illa ki o ilgiyi isterler. kötü insanlar da bu açlığı kullanarak çocuklardan faydalanır.) zaman geçtikçe diğer taraftaki mükemmel annenin çocuktan bazı istekleri olur. çocuk korkar, kabul etmez ve bundan sonra bir mücadele başlar. sadece kendini değil sevdiklerini ve tüm tutsak edilmiş çocukları kurtarmak için savaşır. çok güzel bir animasyondu. çocuklardan uzak tutunuz. yetişkin yetişkin izleyin.
film ailesinin yeterince ilgi göstermediği bir dönemde ilgiyi başka yerlerde arayan bir çocuğu anlatıyor. sihirli bir kapıdan geçip diğer anne babasının yanına gidiyor akşamları. orada her şey istediği gibi. annesi onunla ilgileniyor, babası odasından çıkıyor, arkadaşı bile onun istediği gibi. her şey mükemmel. (film aslında ihmal edilen bir çocuğun da ne kadar tehlikeye açık olacağını gösteriyor bize. çocuklar çiçek gibidir. illa ki o ilgiyi isterler. kötü insanlar da bu açlığı kullanarak çocuklardan faydalanır.) zaman geçtikçe diğer taraftaki mükemmel annenin çocuktan bazı istekleri olur. çocuk korkar, kabul etmez ve bundan sonra bir mücadele başlar. sadece kendini değil sevdiklerini ve tüm tutsak edilmiş çocukları kurtarmak için savaşır. çok güzel bir animasyondu. çocuklardan uzak tutunuz. yetişkin yetişkin izleyin.
devamını gör...
4.
companion
instagram keşfetimi esir almış film. iyi ki filmle ilgili bir reels kaydettik. lanet olsun. bu kadar dayatmaya dayanamadım ve açtım izledim.
şimdi bu tür filmler, diziler ve kitaplar son yıllarda çok yapılıyor. bunların bir amacı var. robotlara etik olarak nasıl davranmalıyız? onların gittikçe insana benzemesi onlar üzerindeki davranışlarımızda bir değişime gitmemiz gerektiğini düşündürüyor mu bizlere? evdeki robot süpürgeyle insani duygularla programlanmış, bize istemsizce aşık olmuş, acı çektiğini düşünen bir robota aynı şekilde bakabilir miyiz? sonuçta biz de aşık olduğumuzu düşünüyoruz insan olarak, biz de acı çekiyoruz, bunların gerçek olması mı önemli yoksa hissetmek ve ona göre davranmak mı? biz de evrimle programlanmış bir et yığını değil miyiz? evet belki bizim programlanmamız milyonlarca yıl sürüyor ama pek bir farkımız yok. sadece kontrolümüz kendi elimizde. bir de bu tür gelişmiş robotların kendini bile kontrol edemediğini düşünürsek onların neden olduğu suçlar, istemsizce yaptıkları eylemler, programlarıyla oynayıp onları robottan başka bir şeye dönüştürmemiz sonucu neden oldukları olaylardan onları sorumlu tutabilir miyiz? robot da olsa var olmaya hakkı yok mudur? var olma hakkını düşünebilecek bir bilinç düzeyine ulaşmış bir robot elbette buna kendi karar vermelidir. robotik etik önümüzdeki yüzyılda bilimsel olarak çalışılabilecek bir alan olacak. bunu tahmin etmiyorum, bu gelecek çok yakın.
film ıris adlı bir robotun ve erkek arkadaşının gözlerden çok uzak, ıssız bir yere davet üzerine gitmelerini anlatıyor. yakın arkadaş robotları size duygusal olarak bağlı ve istediğiniz zaman seks yapabileceğiniz robotlar. bir şişme bebekten çok farklı. çünkü duyguları var, hisleri var. sizin için her şeyi yaparlar. ıris çok aşık olduğu josh için her şeyi yapıyor. kendini korumak için de yapacakları var ve bu bir adamı öldürmek olsa da geri durmuyor. böyle programlanmasa da olan oluyor. film bir robotun kendini kötü bir planın içinde bulmasını ve özgürlüğü için nasıl mücadele ettiğini anlatıyor. akıcı ve sıkılmadan izlenilen bir film. bu tür filmleri seviyorum. mutlaka izleyin.
şimdi bu tür filmler, diziler ve kitaplar son yıllarda çok yapılıyor. bunların bir amacı var. robotlara etik olarak nasıl davranmalıyız? onların gittikçe insana benzemesi onlar üzerindeki davranışlarımızda bir değişime gitmemiz gerektiğini düşündürüyor mu bizlere? evdeki robot süpürgeyle insani duygularla programlanmış, bize istemsizce aşık olmuş, acı çektiğini düşünen bir robota aynı şekilde bakabilir miyiz? sonuçta biz de aşık olduğumuzu düşünüyoruz insan olarak, biz de acı çekiyoruz, bunların gerçek olması mı önemli yoksa hissetmek ve ona göre davranmak mı? biz de evrimle programlanmış bir et yığını değil miyiz? evet belki bizim programlanmamız milyonlarca yıl sürüyor ama pek bir farkımız yok. sadece kontrolümüz kendi elimizde. bir de bu tür gelişmiş robotların kendini bile kontrol edemediğini düşünürsek onların neden olduğu suçlar, istemsizce yaptıkları eylemler, programlarıyla oynayıp onları robottan başka bir şeye dönüştürmemiz sonucu neden oldukları olaylardan onları sorumlu tutabilir miyiz? robot da olsa var olmaya hakkı yok mudur? var olma hakkını düşünebilecek bir bilinç düzeyine ulaşmış bir robot elbette buna kendi karar vermelidir. robotik etik önümüzdeki yüzyılda bilimsel olarak çalışılabilecek bir alan olacak. bunu tahmin etmiyorum, bu gelecek çok yakın.
film ıris adlı bir robotun ve erkek arkadaşının gözlerden çok uzak, ıssız bir yere davet üzerine gitmelerini anlatıyor. yakın arkadaş robotları size duygusal olarak bağlı ve istediğiniz zaman seks yapabileceğiniz robotlar. bir şişme bebekten çok farklı. çünkü duyguları var, hisleri var. sizin için her şeyi yaparlar. ıris çok aşık olduğu josh için her şeyi yapıyor. kendini korumak için de yapacakları var ve bu bir adamı öldürmek olsa da geri durmuyor. böyle programlanmasa da olan oluyor. film bir robotun kendini kötü bir planın içinde bulmasını ve özgürlüğü için nasıl mücadele ettiğini anlatıyor. akıcı ve sıkılmadan izlenilen bir film. bu tür filmleri seviyorum. mutlaka izleyin.
devamını gör...
5.
the wild robot
2024 yapımı tatlı mı tatlı bir animasyon filmi. sonunda sanki ikinci filmin sinyalini verdiler. umarım bizi çok bekletmezler. ayrıca film aynı isimli kitaptan uyarlama. kitaplar olmasa bu film sektörü aç kalacaktı. neyse.
insanlara yardım için üretilmiş bir robotun bir kaza sonucu ıssız bir adaya düşmesini anlatıyor. robot adaya düşer ama burada kendine bir amaç edinemez. hayvanların dilini analiz eder ve onlarla iletişime geçer. adaya uyum sağlamaya çalışırken bir kaz ailesinin ölümüne neden olur. tek sağlam kalan yumurtayı korumak için görev edinir. minik kaz yumurtadan çıktığında onun ailesi olur.
harika bir dostluk filmi, tüm orman hayvanlarıyla ilişkisinde yaşadığı gelişim çok güzeldi. adada ilk gözlerini açtığı andan sonra zaman içinde bir robottan fazlasına dönüşmesi de güzel işlenmişti. bazı kısımları da duygusaldı, en azından benim için.
insan denen yaratık tabii ki her güzel şeye çomak soktuğu gibi özgür ve vahşi robot rozz'un da huzurunu kaçırdı. kontrol edemedikleri her şeye düşman bazıları.
ikinci film hemen gelsin, derhal, şimdi.
insanlara yardım için üretilmiş bir robotun bir kaza sonucu ıssız bir adaya düşmesini anlatıyor. robot adaya düşer ama burada kendine bir amaç edinemez. hayvanların dilini analiz eder ve onlarla iletişime geçer. adaya uyum sağlamaya çalışırken bir kaz ailesinin ölümüne neden olur. tek sağlam kalan yumurtayı korumak için görev edinir. minik kaz yumurtadan çıktığında onun ailesi olur.
harika bir dostluk filmi, tüm orman hayvanlarıyla ilişkisinde yaşadığı gelişim çok güzeldi. adada ilk gözlerini açtığı andan sonra zaman içinde bir robottan fazlasına dönüşmesi de güzel işlenmişti. bazı kısımları da duygusaldı, en azından benim için.
insan denen yaratık tabii ki her güzel şeye çomak soktuğu gibi özgür ve vahşi robot rozz'un da huzurunu kaçırdı. kontrol edemedikleri her şeye düşman bazıları.
ikinci film hemen gelsin, derhal, şimdi.
devamını gör...
6.
bitmeyen kavga
harika bir john steinbeck eseri. dünya var oldukça, insan da üzerinde yaşamaya devam ettiği sürecek bitmeyecek olan o kavgayı anlatıyor. 316 sayfa ve yazarın diğer kitapları gibi bu da çok akıcı. üstelik kitapta okudukça bir kısır döngü hissediyorsunuz ama bu anlatımla değil kavganın doğası gereği bir döngü. ona rağmen yutarcasına okudum.
amerika'da bilirsiniz ki kızıllar hiç sevilmez. herkes onlara kötü gözle bakar. halk kızılın ne olduğunu da bilmezdi eskiden. en azından çoğu ne için mücadele ettiğini bilmezdi onların. bu insanların tek bir amacı var. işçiler daha iyi şartlarda çalışsın, ücretleri düşürülmesin, birlikte hareket etmeyi öğrensinler ve mücadelenin neleri başarabileceğine tanık olsunlar.
kitapta mac deneyimli bir partizandır. aralarına yeni katılan jim ile beraber bir grev potansiyeli olan kırsala giderler. grevi başlatmaları için pek bir şey yapmalarına gerek yoktur. insanlar zaten patlamaya hazır bir bomba gibidir. onlar sadece olayları yönlendirir. tek tek kontrol edilebilen insanlar bir topluluk olduklarında başka bir şeye dönüşür. artık o bambaşka bir şeydir. insandan tamamen farklı bir organizma. bu organizmayı ise kontrol etmek, yönlendirmek, ne yapacağını tahmin etmek mümkün değildir. insanlar birey olarak yapmayacakları şeyleri bu bütünün içinde yaparlar. binlerce işçinin oluşturduğu bu yeni yapının bir grevi başarıyla sonuçlandırmak için mücadele edişini okuyoruz. harika bir kitap. okuyun, okutturun. okumayanların itina ile kafasına fırlatın.
amerika'da bilirsiniz ki kızıllar hiç sevilmez. herkes onlara kötü gözle bakar. halk kızılın ne olduğunu da bilmezdi eskiden. en azından çoğu ne için mücadele ettiğini bilmezdi onların. bu insanların tek bir amacı var. işçiler daha iyi şartlarda çalışsın, ücretleri düşürülmesin, birlikte hareket etmeyi öğrensinler ve mücadelenin neleri başarabileceğine tanık olsunlar.
kitapta mac deneyimli bir partizandır. aralarına yeni katılan jim ile beraber bir grev potansiyeli olan kırsala giderler. grevi başlatmaları için pek bir şey yapmalarına gerek yoktur. insanlar zaten patlamaya hazır bir bomba gibidir. onlar sadece olayları yönlendirir. tek tek kontrol edilebilen insanlar bir topluluk olduklarında başka bir şeye dönüşür. artık o bambaşka bir şeydir. insandan tamamen farklı bir organizma. bu organizmayı ise kontrol etmek, yönlendirmek, ne yapacağını tahmin etmek mümkün değildir. insanlar birey olarak yapmayacakları şeyleri bu bütünün içinde yaparlar. binlerce işçinin oluşturduğu bu yeni yapının bir grevi başarıyla sonuçlandırmak için mücadele edişini okuyoruz. harika bir kitap. okuyun, okutturun. okumayanların itina ile kafasına fırlatın.
devamını gör...
7.
sağanak altında
dansa davet'i okuyup çok beğenince yazarın hemen başka bir kitabını daha okuyayım dedim. jean teule artık sevdiğim yazarlar arasında. bir savaş bu kadar mı güzel anlatılır? 136 sayfa ve çok çabuk okunuyor. akıcılıkta şelale gibi.
kitap aslında tarihi bir olaydan bahsediyor. (bkz: agincourt savaşı) anlatılmış. tabii ki jean usulü. kitapta o kadar vahşet var, o kadar kan var ki okurken midesi bulanacak gibi oluyor insanın. ama hayır, o da ne? insan kendini kıkırdarken buluyor. bu kadar da mal olunmaz diyor içinden okur. millet cesetlerin üzerine basa basa birbirini öldürüyor ama siz gülüyorsunuz. fransızlar çok alem. yani bir yanlış yapılır, belki iki olur ama bu kadar da çok olmaz.
kendilerinden çok kalabalık bir fransız ordusu vardır v. henry ve askerlerinin karşısında. savaş başladığında herkes öleceğinden emindir. karşıdaki ordu donanımlıdır, ingiliz askerleri ise don gömlek savaşa gelmişlerdir. kazanılması kesin olan bir savaşın kaybedilmesinin hikayesi. mutlaka okunmalı.
haa, söylemeden geçmeyeyim. savaş bitince v. henry ve yaptıkları çok iğrençti. böyle düşman kimsenin başına bela olmasın. cesetler tanınmasın diye yüzlerini ezmek ne demek ya. sen nasıl bir canisin. pis adam.
kitap aslında tarihi bir olaydan bahsediyor. (bkz: agincourt savaşı) anlatılmış. tabii ki jean usulü. kitapta o kadar vahşet var, o kadar kan var ki okurken midesi bulanacak gibi oluyor insanın. ama hayır, o da ne? insan kendini kıkırdarken buluyor. bu kadar da mal olunmaz diyor içinden okur. millet cesetlerin üzerine basa basa birbirini öldürüyor ama siz gülüyorsunuz. fransızlar çok alem. yani bir yanlış yapılır, belki iki olur ama bu kadar da çok olmaz.
kendilerinden çok kalabalık bir fransız ordusu vardır v. henry ve askerlerinin karşısında. savaş başladığında herkes öleceğinden emindir. karşıdaki ordu donanımlıdır, ingiliz askerleri ise don gömlek savaşa gelmişlerdir. kazanılması kesin olan bir savaşın kaybedilmesinin hikayesi. mutlaka okunmalı.
haa, söylemeden geçmeyeyim. savaş bitince v. henry ve yaptıkları çok iğrençti. böyle düşman kimsenin başına bela olmasın. cesetler tanınmasın diye yüzlerini ezmek ne demek ya. sen nasıl bir canisin. pis adam.
devamını gör...
8.
maymun ve öz
aldous huxley'in 168 sayfalık kitabı. distopya ve korkunç bir kitap. ayrıca senaryo ve roman karışımı bir biçimi var. başlarda çok gözümü tırmaladı. ne anlatıyorsun sen dedim, sonra alıştım ve hoşuma gitmeye başladı. baştaki anlatımı da saldı yazar ilerledikçe. yoksa her kamera yakınlaşmasını anlatsa kitabı camdan aşağı atardım.
kitapta üçüncü dünya savaşı olmuş ve bitmiş. dünyanın içine etmişiz. toprakta verimsizlik, ucube gibi doğan bebekler, insanların kafaların uçuşa geçmesiyle yeni bir din ve değişik bir ahlak anlayışının ortaya çıkması. korkunç bir ortam. savaştan etkilenmeyen bir ülkeden araştırma görevlileri bir inceleme gezisine çıkarlar. içlerinden biri kaçırılır ve bu abidik gıbidik ve korkunç toplulukta yaşamaya başlar.
o da işlerine yarayacaklarını düşündükleri için. yoksa çoktan ölmüştü. bu toplum var oldukları halin şeytan yüzünden olduğunu düşünür. seks belli bir dönem boyunca yasaktır. yılın sadece küçük bir bölümü parti düzenlenir. kim kimi tutarsa, insanlıktan uzak ve çok hayvani dürtülerle çiftleşirler. kusurlu doğan bebekler öldürülür, anneler toplum içinde damgalanır. kadının rahmi suçlanır kusurlu bebekler için. kadınlara habis ruh'un kasesi diyorlar. rezil bir ortam. çiftleşme zamanı dışında birine aşık olur ve yakınlaşırsanız da cezası ölüm. yine dini bir sebepten. kaçırılan bitki bilimci böyle bir ortamda tarımda verimlilik için çalışmalar yapar ve aşık olur. en son bulaşması gereken iş.
keşke biraz daha uzun olsaydı dedim bitince. çok sevdim. harika bir beynin ürünü. ne kadar korkunç olsa da insan okurken kendini alamıyor kitaptan. bu yazarı çok seviyorum.
kitapta üçüncü dünya savaşı olmuş ve bitmiş. dünyanın içine etmişiz. toprakta verimsizlik, ucube gibi doğan bebekler, insanların kafaların uçuşa geçmesiyle yeni bir din ve değişik bir ahlak anlayışının ortaya çıkması. korkunç bir ortam. savaştan etkilenmeyen bir ülkeden araştırma görevlileri bir inceleme gezisine çıkarlar. içlerinden biri kaçırılır ve bu abidik gıbidik ve korkunç toplulukta yaşamaya başlar.
o da işlerine yarayacaklarını düşündükleri için. yoksa çoktan ölmüştü. bu toplum var oldukları halin şeytan yüzünden olduğunu düşünür. seks belli bir dönem boyunca yasaktır. yılın sadece küçük bir bölümü parti düzenlenir. kim kimi tutarsa, insanlıktan uzak ve çok hayvani dürtülerle çiftleşirler. kusurlu doğan bebekler öldürülür, anneler toplum içinde damgalanır. kadının rahmi suçlanır kusurlu bebekler için. kadınlara habis ruh'un kasesi diyorlar. rezil bir ortam. çiftleşme zamanı dışında birine aşık olur ve yakınlaşırsanız da cezası ölüm. yine dini bir sebepten. kaçırılan bitki bilimci böyle bir ortamda tarımda verimlilik için çalışmalar yapar ve aşık olur. en son bulaşması gereken iş.
keşke biraz daha uzun olsaydı dedim bitince. çok sevdim. harika bir beynin ürünü. ne kadar korkunç olsa da insan okurken kendini alamıyor kitaptan. bu yazarı çok seviyorum.
devamını gör...
9.
notre dame'ın kamburu
victor hugo yine yapacağını yapmış. harika bir eser. filmi var, animasyonu var. yıllarca bunlara maruz kaldık ama kitabı çok çok daha iyi. kitapların her zaman daha iyi olması bilinen bir gerçek ama bu kitapta daha da belirgin bir fark var.
500 sayfalık kitap hugo'nun kitabın ilk 100 - 200 sayfasında uzun betimlemeleri yüzünden (betimlemeler kitaptaki olayları daha iyi gözümüzde canlandırmak için gerçekten de gerekli) biraz zorlu başlasa da kalan 300 sayfa da bir o kadar hızlı okunuyor. zaten hızlı okumamak mümkün mü? esmeralda aradığı ailesine kavuşacak mı, kurtulabilecek mi, kambur zangoç quasimodo bu sefer ne yapacak, kahrolası rahip follo gene ne boklar karıştıracak diye okurken hop oturdum hop kalktım. aaah, o yüzbaşı yok mu ooo? beddua üstüne beddua yağdırdım ona. kimseyi düşünmeyen bencil domuz. esmeralda'ya ne kadar üzülsem de kızmadan da edemedim. son anda o phobeus adı ağzından çıkmasaydı ölürdün dimi? mutluluktan uçman gereken yerde neler yapıyorsun. aşk büyük bir lanet, gözleri kör ediyor. karakterlerin arasında en mert, en adam gibi adam yine quasimodo çıktı ya. keşke böyle dünyaya gelmeseydi. kim bilir ne kadar mutlu olabilirdi.
kitabın sonunu hiç böyle beklemiyordum. şimdi çok üzgün uyuyacağım. neden böyle oldu, nedennnn? mahvettin beni victor.
500 sayfalık kitap hugo'nun kitabın ilk 100 - 200 sayfasında uzun betimlemeleri yüzünden (betimlemeler kitaptaki olayları daha iyi gözümüzde canlandırmak için gerçekten de gerekli) biraz zorlu başlasa da kalan 300 sayfa da bir o kadar hızlı okunuyor. zaten hızlı okumamak mümkün mü? esmeralda aradığı ailesine kavuşacak mı, kurtulabilecek mi, kambur zangoç quasimodo bu sefer ne yapacak, kahrolası rahip follo gene ne boklar karıştıracak diye okurken hop oturdum hop kalktım. aaah, o yüzbaşı yok mu ooo? beddua üstüne beddua yağdırdım ona. kimseyi düşünmeyen bencil domuz. esmeralda'ya ne kadar üzülsem de kızmadan da edemedim. son anda o phobeus adı ağzından çıkmasaydı ölürdün dimi? mutluluktan uçman gereken yerde neler yapıyorsun. aşk büyük bir lanet, gözleri kör ediyor. karakterlerin arasında en mert, en adam gibi adam yine quasimodo çıktı ya. keşke böyle dünyaya gelmeseydi. kim bilir ne kadar mutlu olabilirdi.
kitabın sonunu hiç böyle beklemiyordum. şimdi çok üzgün uyuyacağım. neden böyle oldu, nedennnn? mahvettin beni victor.
devamını gör...
10.
dansa davet
aylar aylar önce pdf indirip çok beğenince hemen okumayı bıraktım. böyle bir kitabı kütüphaneme eklemezsem yazık olur diye düşündüm. sadece 20 sayfa okumuştum. işte şimdi güzelim kitap kulübü sayesinde yeniden okudum ve bu sefer bitirdim. 104 sayfa ama çok akıcı. korkunç, kan, vahşet, dram, gözyaşı ne ararsan var. okurken biz de bir gün böyle bir salgına yakalanır mıyız diye çok düşündüm. bizim dansımız horon olur ama, horon salgını. ilginç bir düşünce.
kitap aslında gerçek bir olay olan dans çılgınlığından esinlenerek yazılmış. merak eden google amcaya sorabilir. biz kitaptaki salgını anlatalım. salgının neden çıktığını anlamak için dönemin koşullarını bilmek çok önemli. tarih 16. yy., insanlar aç ama bu öyle normal bir açlık değil. kıtlık var, her şeyi yiyip tüketmişler. insanlar kedilerini, köpeklerini, atlarını bile yemek zorunda kalmış. fare bile yok şehirde. canlı olan her şeyi yemişler. durum artık o kadar vahim bir hal almış ki insanlar çocuklarını yemeye başlamış.
böyle bir ortamda bir anne babanın çocuğunu yememek, bu kadar da alçalmamak için onu nehre atmalarıyla başlıyor kitap. bu görevi üstlenen annenin ruh halini siz düşünün, artık delirdiği su götürmez bir gerçek olan kadın kendini sokağa atıp dans etmeye başlıyor. tüm şehir zaten bir delilik eşiğinde olduğu için önce bir iki kişi daha ona eşlik ediyor. çığ gibi büyüyor sonra dans edenler. dans kesinlikle durdurulamıyor. korkunç bir salgın. yemeden içmeden 2 hafta horon teptiğinizi düşünün, ayaklarınız kanıyor ama istemsiz bir şekilde oynamaya devam ediyorsunuz, etleriniz dökülüyor, vüdunuzda enerji kalmadığında düşüp ölürken bile kaslarınız son kez hareket ediyor yerde. aman aman. düşman götüne.
okuduğum en ürkütücü ama en güzel kitaplardan biriydi. çok sevdim. kitapta salgının çözümüne de yine salgına neden olanlar önayak oluyor. bu dinciler her yerde aynı. hepsinin soyu sopu kurusun. mutlaka okuyun.
kitap aslında gerçek bir olay olan dans çılgınlığından esinlenerek yazılmış. merak eden google amcaya sorabilir. biz kitaptaki salgını anlatalım. salgının neden çıktığını anlamak için dönemin koşullarını bilmek çok önemli. tarih 16. yy., insanlar aç ama bu öyle normal bir açlık değil. kıtlık var, her şeyi yiyip tüketmişler. insanlar kedilerini, köpeklerini, atlarını bile yemek zorunda kalmış. fare bile yok şehirde. canlı olan her şeyi yemişler. durum artık o kadar vahim bir hal almış ki insanlar çocuklarını yemeye başlamış.
böyle bir ortamda bir anne babanın çocuğunu yememek, bu kadar da alçalmamak için onu nehre atmalarıyla başlıyor kitap. bu görevi üstlenen annenin ruh halini siz düşünün, artık delirdiği su götürmez bir gerçek olan kadın kendini sokağa atıp dans etmeye başlıyor. tüm şehir zaten bir delilik eşiğinde olduğu için önce bir iki kişi daha ona eşlik ediyor. çığ gibi büyüyor sonra dans edenler. dans kesinlikle durdurulamıyor. korkunç bir salgın. yemeden içmeden 2 hafta horon teptiğinizi düşünün, ayaklarınız kanıyor ama istemsiz bir şekilde oynamaya devam ediyorsunuz, etleriniz dökülüyor, vüdunuzda enerji kalmadığında düşüp ölürken bile kaslarınız son kez hareket ediyor yerde. aman aman. düşman götüne.
okuduğum en ürkütücü ama en güzel kitaplardan biriydi. çok sevdim. kitapta salgının çözümüne de yine salgına neden olanlar önayak oluyor. bu dinciler her yerde aynı. hepsinin soyu sopu kurusun. mutlaka okuyun.
devamını gör...
11.
harabelerin çiçeği
reşat nuri güntekin'in kitabı. 3 ayrı hikayeden oluşuyor. eski basımda 184 sayfaymış, şu an 154 sayfa. puntoları küçülttüler herhalde. tasarruf tedbirleri her yerde.
kitabın içinde harabelerin çiçeği, eski ahbap ve boyunduruk hikayeleri var. yazarın ilk eserlerinden olduğu için acemiliği biraz hissediliyor ama kötü değil. içlerinde sadece eski ahbap bana çok basit ve sıkıcı geldi. harabelerin çiçeği küçükken yüzü yangında yanmış bir adamın hikayesini anlatıyor. çok etkileyiciydi. yüzüne harabe dediği için gözlerini harabelerin çiçeği olarak düşünmüş. çünkü adamın yüzünün yanan kısmı gözükmediği zaman herkes onun çok yakışıklı olduğunu düşünüyor. saçları, bedeni, gözleri herkesi etkiliyor. bu adamın acıklı hikayesini okuyoruz ilk hikayede. boyunduruk hikayesinde evlendiği kadının etkisi altına girmiş, hayatından çok memnun olmasa da sesini çıkarmayan, küçük şeylerde huzur ve mutluluk arayan bir adamın hikayesi anlatılıyor. bir özgürleşme hikayesi diyebiliriz. bunu da çok beğendim. özellikle sonu beni çok tatmin etti. mutlu oldum.
kitap genel itibariyle akıcı ve merak uyandırıcı. özellikle ilk 100 sayfalık hikayeyi tek oturuşta elimden bırakamadan bitirdim. akıcı bir şeyler okuyayım da keyfim yerine gelsin diyenler için şifa niyetine efendim, afiyet olsun.
kitabın içinde harabelerin çiçeği, eski ahbap ve boyunduruk hikayeleri var. yazarın ilk eserlerinden olduğu için acemiliği biraz hissediliyor ama kötü değil. içlerinde sadece eski ahbap bana çok basit ve sıkıcı geldi. harabelerin çiçeği küçükken yüzü yangında yanmış bir adamın hikayesini anlatıyor. çok etkileyiciydi. yüzüne harabe dediği için gözlerini harabelerin çiçeği olarak düşünmüş. çünkü adamın yüzünün yanan kısmı gözükmediği zaman herkes onun çok yakışıklı olduğunu düşünüyor. saçları, bedeni, gözleri herkesi etkiliyor. bu adamın acıklı hikayesini okuyoruz ilk hikayede. boyunduruk hikayesinde evlendiği kadının etkisi altına girmiş, hayatından çok memnun olmasa da sesini çıkarmayan, küçük şeylerde huzur ve mutluluk arayan bir adamın hikayesi anlatılıyor. bir özgürleşme hikayesi diyebiliriz. bunu da çok beğendim. özellikle sonu beni çok tatmin etti. mutlu oldum.
kitap genel itibariyle akıcı ve merak uyandırıcı. özellikle ilk 100 sayfalık hikayeyi tek oturuşta elimden bırakamadan bitirdim. akıcı bir şeyler okuyayım da keyfim yerine gelsin diyenler için şifa niyetine efendim, afiyet olsun.
devamını gör...
12.
cassandra
önce beddua. horst, horst, horst. keşke canın çıkmayaydı da uzun uzun can çekişe çekişe öleydin. mendebur herif, rezil herif, sadakatsiz, düşüncesiz, meymenetsiz herif. ne evlat sevgisi, ne eş sevgisi var sende. senin gibi canlı olmaz olsun, bak insan bile diyemedim. mahvettin herkesin hayatını. cehennemlere odun olasın. yanasın yanasın da tükenemeyesin. soğumuyor içim.
netflix yapımı alman dizisi. 2025 yapımı ve 6 bölüm. devamı gelmez diye düşünüyorum. travmatik bir olay yaşadıktan sonra taşınma ihtiyacı duyan bir aile gözlerden uzakta bir ev satın alır. şehirden kaçarlar. bu ev akıllı evin ilk örneklerindendir. 50 yıllık bir sistemi vardır. aile böyle bir ev aldığı için daha da sevinir. kim sevinmez ki? cassandra duşun sıcaklığını sizin için ayarlar, aniden düşseniz ambulansı çağırır, yataktan ışığı kapatmak için çıkmak istemediğinizde ışığı otomatik kapatır, kilitleri açar kapatır, çimleri biçer (?), sabah kahvaltıda ekmek dilimleyip(?) kızartır ve daha bir sürü şey. tam donanımlı bir yardımcı. öyle mi acaba? aile bir oğlan bir kız olmak üzere 2 çocuktan ve bir anne babadan oluşur. bir süre sonra annede depresyon ve travma kaynaklı saçmalıklar belirmeye başlar. anne cassandra'yı suçlar. ama bir akıllı ev sistemi ne yapabilir ki?
çok beğendim. cassandra'yı ve onun hikayesi çok güzeldi. böyle filmleri izlemeyi seviyorum. her korkunçluğun altında bir trajedi yatması klişe ama çok güzel be. bölümler de çok güzeldi. hiç sıkılmadım. herkese tavsiye ediyorum ve ben horst denen babasını düdüklediğime biraz daha beddua etmeye gideceğim. son bölüm için biraz da david'e beddua ederim. iyi seyirler.
netflix yapımı alman dizisi. 2025 yapımı ve 6 bölüm. devamı gelmez diye düşünüyorum. travmatik bir olay yaşadıktan sonra taşınma ihtiyacı duyan bir aile gözlerden uzakta bir ev satın alır. şehirden kaçarlar. bu ev akıllı evin ilk örneklerindendir. 50 yıllık bir sistemi vardır. aile böyle bir ev aldığı için daha da sevinir. kim sevinmez ki? cassandra duşun sıcaklığını sizin için ayarlar, aniden düşseniz ambulansı çağırır, yataktan ışığı kapatmak için çıkmak istemediğinizde ışığı otomatik kapatır, kilitleri açar kapatır, çimleri biçer (?), sabah kahvaltıda ekmek dilimleyip(?) kızartır ve daha bir sürü şey. tam donanımlı bir yardımcı. öyle mi acaba? aile bir oğlan bir kız olmak üzere 2 çocuktan ve bir anne babadan oluşur. bir süre sonra annede depresyon ve travma kaynaklı saçmalıklar belirmeye başlar. anne cassandra'yı suçlar. ama bir akıllı ev sistemi ne yapabilir ki?
çok beğendim. cassandra'yı ve onun hikayesi çok güzeldi. böyle filmleri izlemeyi seviyorum. her korkunçluğun altında bir trajedi yatması klişe ama çok güzel be. bölümler de çok güzeldi. hiç sıkılmadım. herkese tavsiye ediyorum ve ben horst denen babasını düdüklediğime biraz daha beddua etmeye gideceğim. son bölüm için biraz da david'e beddua ederim. iyi seyirler.
devamını gör...
13.
stepmom
1998 yapımı 2 saatlik tatlış mı tatlış bir film. ağlamalı gülmeli. ben analık hormonları yüzünden biraz fazla ağlamış olabilirim ama en azından size bir göz dolması garanti edebilirim.
film boşanmış ve iki çocuğu olan bir adamın sevgilisiyle aynı evde yaşamasını ve üvey anne kavramını anlatıyor. çocuklar hem annelerinde hem babalarında kalıyor. üvey anne fikrine alışamayan küçük çocukların ufak zorbalıklarını izliyoruz. zaten kadının annelerinin yerine geçme gibi bir derdi yok ama çocuklarla yine de iyi anlaşmak istiyor. sevdiği adam mutlu olsun diye. üvey anne çalışan, kariyer sahibi ve hiç çocuğu olmayan bir kadın olarak yazılmış. burada annelik ve çocuksuzluk üzerine verilen alt metinleri beğendim. annelik de bir işte çalışmak kadar yorucu. filmin neden üzücü olduğunu ve hönkür hönkür hönkürmemin nedenlerini anlatmayacağım. sürpriz. ama şunu söylemek isterim ki annenin yerine koydum bir an kendimi. öldüm üzüntüden. hele o noel hediyeleri verilirken, allaaah. tutmayın beni.
kadınların bir zaman sonra çatışmayı bırakıp iş birliği yapması da beni çok duygulandırdı. belki de bu yüzden tükçe adına omuz omuza demişlerdir kim bilir. harika film. ağlamak isteyenler ekran başına.
film boşanmış ve iki çocuğu olan bir adamın sevgilisiyle aynı evde yaşamasını ve üvey anne kavramını anlatıyor. çocuklar hem annelerinde hem babalarında kalıyor. üvey anne fikrine alışamayan küçük çocukların ufak zorbalıklarını izliyoruz. zaten kadının annelerinin yerine geçme gibi bir derdi yok ama çocuklarla yine de iyi anlaşmak istiyor. sevdiği adam mutlu olsun diye. üvey anne çalışan, kariyer sahibi ve hiç çocuğu olmayan bir kadın olarak yazılmış. burada annelik ve çocuksuzluk üzerine verilen alt metinleri beğendim. annelik de bir işte çalışmak kadar yorucu. filmin neden üzücü olduğunu ve hönkür hönkür hönkürmemin nedenlerini anlatmayacağım. sürpriz. ama şunu söylemek isterim ki annenin yerine koydum bir an kendimi. öldüm üzüntüden. hele o noel hediyeleri verilirken, allaaah. tutmayın beni.
kadınların bir zaman sonra çatışmayı bırakıp iş birliği yapması da beni çok duygulandırdı. belki de bu yüzden tükçe adına omuz omuza demişlerdir kim bilir. harika film. ağlamak isteyenler ekran başına.
devamını gör...
14.
my sister's keeper
başarılı yazar jodi picoult'un kitabından uyarlanmış abd yapımı film. 1 saat 49 dakika. en az yarım saatinde ağlamışımdır. çünkü ben hem sulu göz hem de çocuklar konusunda hassas bir insanım.
film 11 yaşındaki anna' nın ebeveynlerine dava açmasını ve kız kardeşinin hayatını anlatıyor. anna artık ailesi tıbbi olarak onun bedeni üzerinde karar veremesin istiyor. çünkü o bir planlanmış çocuk. ablası kate 4 yaşında lösemi teşhisi aldığında ona donör olsun diye dünyaya getirilmiş. yıllarca da bedeni kullanılmış. son olarak böbreği alınacak ama böbreği alındığında tüm hayatını dikkat ederek yaşaması gerekecek, hayatı hep bir sınırlama ile geçecek. büyük konuşmak istemem ama hasta çocuk için bir çocuk daha yapmak bana her zaman çok bencilce geliyor. aileye bu filmde sinir oldum. kate bile annelerinden daha akıllıydı. yine de anne için bile ağladım. herkes için ağladım, ağla ağla bir hal oldum.
çok güzel bir filmdi. eminim kitabı daha da güzeldir. mutlaka izleyin. başlamadan önce yanınıza bol miktarda peçete alın.
film 11 yaşındaki anna' nın ebeveynlerine dava açmasını ve kız kardeşinin hayatını anlatıyor. anna artık ailesi tıbbi olarak onun bedeni üzerinde karar veremesin istiyor. çünkü o bir planlanmış çocuk. ablası kate 4 yaşında lösemi teşhisi aldığında ona donör olsun diye dünyaya getirilmiş. yıllarca da bedeni kullanılmış. son olarak böbreği alınacak ama böbreği alındığında tüm hayatını dikkat ederek yaşaması gerekecek, hayatı hep bir sınırlama ile geçecek. büyük konuşmak istemem ama hasta çocuk için bir çocuk daha yapmak bana her zaman çok bencilce geliyor. aileye bu filmde sinir oldum. kate bile annelerinden daha akıllıydı. yine de anne için bile ağladım. herkes için ağladım, ağla ağla bir hal oldum.
çok güzel bir filmdi. eminim kitabı daha da güzeldir. mutlaka izleyin. başlamadan önce yanınıza bol miktarda peçete alın.
devamını gör...
15.
rüyanın öte yakası
bu yazara hayran olmanın sınırı yok. her kitabın mı güzel olur? güzel, çok güzel. 216 sayfalık kitabı bir oturuşta bile okuyabilirsiniz. gözleriniz sağlamsa tabii.
gördüğünüz rüyaların gerçeğe dönüştüğünü düşünün. ama öyle olacakları rüyamda gördüm, bana malum oldu gibi değil. rüyalar imkansızların imkanlı olduğu yerdir. bir gün kendinizi bir keçi olarak görebilirsiniz ya da başka bir gezegene seyahat ederken görebilirsiniz. rüyanızda birinden kurtulduğunuzu görseniz ve o insan uyandığınızda ölmüş olsa ne yaparsınız? evet, evet biliyorum. hepimizin aklına bir kişinin ölmesini istediği bir rüya geldi. bu gücünüzü iyilik için kullanmak istiyor da olabilirsiniz. savaşlar bitsin, nüfus sorunu çözülsün gibi. ama hangi rüyayı görmek istediğimiz gördüğümüz rüyayı kontrol edebilme yeteneği vermez bize. rüyalar kontrol edilemez olduğu için aynı zamanda bu güç iyilik için bile olsa çok tehlikeli olmaz mıydı? kitap bir rüya gören ve rüyaları dünyayı değiştiren adamın bu durumdan kurtulmak için bir doktorla iş birliği yapmasını, her şeyin gittikçe daha kötü bir hal almasını anlatıyor. okurken yazarın hayal gücüne tekrar hayran oldum. yok, kafasının içindeki muhteşem düşünceler bitmemiş. yazmış da yazmış. eh, bana da onun tüm kitaplarını okumak düşer.
kitap çok akıcıydı aynı zamanda. böyle bir konuyu bu kadar sürükleyici yazmak da ustaya yakışır. okuyun. ursula okumamak büyük eksiklik. siz benim gibi geç kalmayın.
gördüğünüz rüyaların gerçeğe dönüştüğünü düşünün. ama öyle olacakları rüyamda gördüm, bana malum oldu gibi değil. rüyalar imkansızların imkanlı olduğu yerdir. bir gün kendinizi bir keçi olarak görebilirsiniz ya da başka bir gezegene seyahat ederken görebilirsiniz. rüyanızda birinden kurtulduğunuzu görseniz ve o insan uyandığınızda ölmüş olsa ne yaparsınız? evet, evet biliyorum. hepimizin aklına bir kişinin ölmesini istediği bir rüya geldi. bu gücünüzü iyilik için kullanmak istiyor da olabilirsiniz. savaşlar bitsin, nüfus sorunu çözülsün gibi. ama hangi rüyayı görmek istediğimiz gördüğümüz rüyayı kontrol edebilme yeteneği vermez bize. rüyalar kontrol edilemez olduğu için aynı zamanda bu güç iyilik için bile olsa çok tehlikeli olmaz mıydı? kitap bir rüya gören ve rüyaları dünyayı değiştiren adamın bu durumdan kurtulmak için bir doktorla iş birliği yapmasını, her şeyin gittikçe daha kötü bir hal almasını anlatıyor. okurken yazarın hayal gücüne tekrar hayran oldum. yok, kafasının içindeki muhteşem düşünceler bitmemiş. yazmış da yazmış. eh, bana da onun tüm kitaplarını okumak düşer.
kitap çok akıcıydı aynı zamanda. böyle bir konuyu bu kadar sürükleyici yazmak da ustaya yakışır. okuyun. ursula okumamak büyük eksiklik. siz benim gibi geç kalmayın.
devamını gör...
16.
godland
2022 yapımı harika bir film. türkçe adı tanrının unuttuğu yer, orijinal adı ise vanskabte land. danimarka, izlanda, isveç ve fransa ortak yapımı bir film. süresi çok uzun, 2 saat 23 dakika. lakin ben 1 dakika bile sıkılmadım. zaten o manzaraları izlerken kendimden geçtim. bu kış günü çok iyi geldi film. yorganın altında üşüttü beni. bir de filmde yaz mevsimi olduğunu düşünün. izlanda'nın yazı bile buz gibi. ayrıca filmde sürekli bir aydınlık havası mevcut. geceler çok kısa ve tam karanlık değil. bu da ayrı bir güzellik katmış. film toplam 18 ödül almış.
1900'lü yıllarda geçen filmde danimarka'dan bir rahip izlanda'nın uzak bir köşesine gönderilir. lucas, ah lucas. daha kısa bir yolla gitmek varken o doğayı gezerek ve fotoğraf çekerek gider. zaten film yıllar sonra bu rahibin çektiği fotoğrafların bulunmasından ilham alınarak yazılmış. senaryoyla gerçekliğin bir ilgisi var mı bilmiyorum ama. lucas bir kafileyle görev yerine gider. ama doğayla inatlaşır. onun için bir an önce köye (köy de değil de neyse) varıp kış bastırmadan kilise inşaatını bitirmek çok önemlidir. rehberin önerilerini dinlemez ve geçilmez denilen bir nehirden geçirir insanları. bedelini de sevdiği birini kaybederek öder. bu film bana nuri bilge ceylan filmlerini hatırlattı. aynı şehirden gelen ve kendini çok matah bir şey sanan insanla kırsaldaki insanın çatışmasını anlatıyor. şehirden gelenin kırsalda değişmesi hikayesi. lucas yola tanrı'nın buyruklarını yaymak için çıkmıştı ama bombok bir adam olup çıktı. ragnar ile niye çatışıyorsun mesela. o senin dengin mi?
çok beğendim. manzaralar harikaydı. kesinlikle izlemeye değer. fakat ben 10 dakika bir atın çürüme evrelerini izleyemem diyenler uzak dursun. herkese göre bir film değil.




1900'lü yıllarda geçen filmde danimarka'dan bir rahip izlanda'nın uzak bir köşesine gönderilir. lucas, ah lucas. daha kısa bir yolla gitmek varken o doğayı gezerek ve fotoğraf çekerek gider. zaten film yıllar sonra bu rahibin çektiği fotoğrafların bulunmasından ilham alınarak yazılmış. senaryoyla gerçekliğin bir ilgisi var mı bilmiyorum ama. lucas bir kafileyle görev yerine gider. ama doğayla inatlaşır. onun için bir an önce köye (köy de değil de neyse) varıp kış bastırmadan kilise inşaatını bitirmek çok önemlidir. rehberin önerilerini dinlemez ve geçilmez denilen bir nehirden geçirir insanları. bedelini de sevdiği birini kaybederek öder. bu film bana nuri bilge ceylan filmlerini hatırlattı. aynı şehirden gelen ve kendini çok matah bir şey sanan insanla kırsaldaki insanın çatışmasını anlatıyor. şehirden gelenin kırsalda değişmesi hikayesi. lucas yola tanrı'nın buyruklarını yaymak için çıkmıştı ama bombok bir adam olup çıktı. ragnar ile niye çatışıyorsun mesela. o senin dengin mi?
çok beğendim. manzaralar harikaydı. kesinlikle izlemeye değer. fakat ben 10 dakika bir atın çürüme evrelerini izleyemem diyenler uzak dursun. herkese göre bir film değil.





devamını gör...
17.
carol
2015 yapımı 1 saat 58 dakikalık film. 76 ödül almış, 6 dalda da oscar adayı gösterilmiş. bence hak ediyor.
film 1950'li yıllarda geçiyor. iki insanın aşkını anlatan harika bir film. aşk bambaşka bir duygu. filmde bunun izleyiciye yansıtılma şekli çok güzel. oyunculuklar da çok güzel olduğu için bir izleyici olarak çok memnun kaldım. o yılların atmosferi de güzel yansıtılmıştı. sahneler çok güzeldi. çoğu sanatsal bir fotoğraf karesi gibiydi, tıpkı ana karakterlerden therese'nin çektikleri gibi. bir diğer güzel taraf da filmde erotizmin değil de duyguların daha ön planda olmasıydı. film aynı zamanda eşcinsel insanların tarih boyunca yaşadığı zorlukları anlamak açısından da oldukça faydalı. filmin sonlarına doğru karakterin kendini daha fazla gizlememesi ve özgürleşmek için verdiği tavizler çok can acıtıcıydı.
filmin sonunda therese carol'ın yanına gidecek mi gitmeyecek mi diye çok endişe ettim. şükür mutlu son. ayrıca carol'ın kocasına ayar oldum. tamam karının yönelimi farklı olabilir. bunu geç fark etmiş de olabilir, niye evlenmişler onu çok anlayamadım ama işi sidik yarışına çevirmek çok iğrenç. kadın yanında kalsın diye çocuğuyla tehdit etmek falan, adamı lahmacuna kıyma yapasım geldi. ayrıl da mutlu olsun kadın, herkes yoluna gitsin.
aşk aşktır.
film 1950'li yıllarda geçiyor. iki insanın aşkını anlatan harika bir film. aşk bambaşka bir duygu. filmde bunun izleyiciye yansıtılma şekli çok güzel. oyunculuklar da çok güzel olduğu için bir izleyici olarak çok memnun kaldım. o yılların atmosferi de güzel yansıtılmıştı. sahneler çok güzeldi. çoğu sanatsal bir fotoğraf karesi gibiydi, tıpkı ana karakterlerden therese'nin çektikleri gibi. bir diğer güzel taraf da filmde erotizmin değil de duyguların daha ön planda olmasıydı. film aynı zamanda eşcinsel insanların tarih boyunca yaşadığı zorlukları anlamak açısından da oldukça faydalı. filmin sonlarına doğru karakterin kendini daha fazla gizlememesi ve özgürleşmek için verdiği tavizler çok can acıtıcıydı.
filmin sonunda therese carol'ın yanına gidecek mi gitmeyecek mi diye çok endişe ettim. şükür mutlu son. ayrıca carol'ın kocasına ayar oldum. tamam karının yönelimi farklı olabilir. bunu geç fark etmiş de olabilir, niye evlenmişler onu çok anlayamadım ama işi sidik yarışına çevirmek çok iğrenç. kadın yanında kalsın diye çocuğuyla tehdit etmek falan, adamı lahmacuna kıyma yapasım geldi. ayrıl da mutlu olsun kadın, herkes yoluna gitsin.
aşk aşktır.
devamını gör...
18.
sevmek dedikleri
margit schreiner'in ayrılık üçlemesi serisinin son kitabı. 96 sayfa. diğer iki kitap roman olarak yazılmışken ((gbkz: çıplak babalar), ev kadınlar seks) sevmek dedikleri anlatı türünde yazılmış. sanırım ilk kitap ve bu kitaptan anladığım kadarıyla kitaplarda yazarın hayatından da izler var. ilk kitaptaki çıplak baba burada da karşımıza çıkıyor çünkü.
kitap 3 bölümden oluşuyor. ölüm, ilk kitapta babasını kaybeden kadının bu sefer annesinin yaşlanması ve babasının yattığı bakım evine gitmesi ve orada gerçekleşen ayrılıkları anlatıyor. düğün, kadın karakterin hayali bir erkek ile bir düğüne gitmesini anlatıyor. kendine onu çok seven ve çok sevdiği bir erkek yaratmış dünyasında. yas sürecinden böyle çıktığını düşündüm. bu kısım sisli bir havada yönünü bulmak gibiydi. gerçek ve hayal birbirine karışıyordu. ben bunu da çok severim. ve son bölüm ve bir doğum, kadın karakterin ya da yazarın diyelim yıllar önce çocuğunu doğurma hikayesi. bu kısım çok kısa, 10 sayfa ama en zor okunan da bu kısım. bir doğumu okumak her zaman zor. o sancılar, sancıların yavaş yavaş artması, çocuğun seni parçalayarak çıkması, dikişler. okurken hepsini tekrar yaşadım. korkunçtu. bir daha çocuk yapmama kararımın ne kadar doğru olduğunu bir kez daha anladım.
yazarı okumaya devam edeceğim. tavsiyemdir.
kitap 3 bölümden oluşuyor. ölüm, ilk kitapta babasını kaybeden kadının bu sefer annesinin yaşlanması ve babasının yattığı bakım evine gitmesi ve orada gerçekleşen ayrılıkları anlatıyor. düğün, kadın karakterin hayali bir erkek ile bir düğüne gitmesini anlatıyor. kendine onu çok seven ve çok sevdiği bir erkek yaratmış dünyasında. yas sürecinden böyle çıktığını düşündüm. bu kısım sisli bir havada yönünü bulmak gibiydi. gerçek ve hayal birbirine karışıyordu. ben bunu da çok severim. ve son bölüm ve bir doğum, kadın karakterin ya da yazarın diyelim yıllar önce çocuğunu doğurma hikayesi. bu kısım çok kısa, 10 sayfa ama en zor okunan da bu kısım. bir doğumu okumak her zaman zor. o sancılar, sancıların yavaş yavaş artması, çocuğun seni parçalayarak çıkması, dikişler. okurken hepsini tekrar yaşadım. korkunçtu. bir daha çocuk yapmama kararımın ne kadar doğru olduğunu bir kez daha anladım.
yazarı okumaya devam edeceğim. tavsiyemdir.
devamını gör...
19.
ev kadınlar seks
margit schreiner'in ayrılık üçlemesi serisinin ikinci kitabı ev, kadınlar, seks. 120 sayfa. okuması kolay ama çok sinir bozucu. bu kitapta ağır bir ironi var. yani yazarı alkışlamak istedim okurken. kendini bir erkeğin yerine koyup nasıl bu kadar mal mal monologlar yazmış helal olsun. karakterin saçlarından tutup yerlerde sürükleyesim geldi. o kadar sinirimi bozdu.
kitap karısı ve çocuğundan ayrılan bir adamın ağzından yazılmış. eşi evi terk edip gidiyor. kitabın başlarında biraz adama üzülüyorsunuz, seni kötü kadın diye bile düşünebilirsiniz. ama erkek işte, ne kadar haksız olduğunu kendi ağzıyla itiraf ediyor ilerleyen sayfalarda. sanki kendisi mükemmelmiş de karısı onun sayesinde var olmuş gibi anlatıyor. bir adam her şeyden mi kendine pay çıkarır ya? karısını dövmemiş mesela, sadece bir tokatmış, ne bilsinmiş karısı niye yere yığılmış. çocuğa kadın tek başına baksınmış, bir de nafaka mı verecekmiş, o yıllardır kimin için çalışmışmış. yani yazarın kim olduğunu bilmesem sinirden kitabı ısıracaktım. neyse, bu kadar başarılı yazdığı için yazarı kutluyorum.
toksik erillik kokan, kendini davranışlarıyla ele veren erkeklerin ne kadar komik gözüktüğünü bir kez daha kanıtlamış bir kitap. beğendim.
kitap karısı ve çocuğundan ayrılan bir adamın ağzından yazılmış. eşi evi terk edip gidiyor. kitabın başlarında biraz adama üzülüyorsunuz, seni kötü kadın diye bile düşünebilirsiniz. ama erkek işte, ne kadar haksız olduğunu kendi ağzıyla itiraf ediyor ilerleyen sayfalarda. sanki kendisi mükemmelmiş de karısı onun sayesinde var olmuş gibi anlatıyor. bir adam her şeyden mi kendine pay çıkarır ya? karısını dövmemiş mesela, sadece bir tokatmış, ne bilsinmiş karısı niye yere yığılmış. çocuğa kadın tek başına baksınmış, bir de nafaka mı verecekmiş, o yıllardır kimin için çalışmışmış. yani yazarın kim olduğunu bilmesem sinirden kitabı ısıracaktım. neyse, bu kadar başarılı yazdığı için yazarı kutluyorum.
toksik erillik kokan, kendini davranışlarıyla ele veren erkeklerin ne kadar komik gözüktüğünü bir kez daha kanıtlamış bir kitap. beğendim.
devamını gör...
20.
kapı
ben bu macar edebiyatı'nı sevdim sanırım. daha fazla okumaya gayret edeceğim. kitap yazarın hayatından da izler taşıdığından okumaya bu kitapla başladığım için mutluyum. dili basitti ama anlatımının farklı bir tadı da var. insanı içine çekiyor. okurken kitaba bağlanıyorsunuz. 240 sayfalık kitabı 2 3 gün içinde rahatlıkla bitirirsiniz.
kitabın en önemli karakteri tabii ki emerenc'ti. böyle sıradan olmayan, ilgi çekici, insanı okurken meraklandıran, yazar onun hakkında biraz daha fazla ayrıntı verse de daha iyi tanısak diye okuru heyecanlandıran karakterlere bayılıyorum. yazarla arasındaki ilişki, hizmetçi olmasına rağmen aralarında gelişen bağlılığı okumak çok güzeldi. çünkü ikisi de ayrı dünyaların insanı gibi gözüküyorlar ama birbirlerini çok seviyorlar. yazarın bunu okuyucuya anlatma şekli de çok güzeldi. emerenc psikolojik olarak incelenmesi gereken çok önemli bir karakter. bu işi profesyonellere bırakıyorum ama onu kim olsa sevmeden duramazdı. ve kitabın sonu. üzüldüm, üzüldüm, yetmedi bir daha üzüldüm. unutulmaz kitaplar arasına girdi. isminin kapı olması da çok anlamlı.
ayrıca yapı kredi yayınları'nın eski siyah kapağı kitabı daha iyi yansıtıyordu. yeni pembe kapak iğrenç. bir şeyi de rezil etmeyin ya.
kitabın en önemli karakteri tabii ki emerenc'ti. böyle sıradan olmayan, ilgi çekici, insanı okurken meraklandıran, yazar onun hakkında biraz daha fazla ayrıntı verse de daha iyi tanısak diye okuru heyecanlandıran karakterlere bayılıyorum. yazarla arasındaki ilişki, hizmetçi olmasına rağmen aralarında gelişen bağlılığı okumak çok güzeldi. çünkü ikisi de ayrı dünyaların insanı gibi gözüküyorlar ama birbirlerini çok seviyorlar. yazarın bunu okuyucuya anlatma şekli de çok güzeldi. emerenc psikolojik olarak incelenmesi gereken çok önemli bir karakter. bu işi profesyonellere bırakıyorum ama onu kim olsa sevmeden duramazdı. ve kitabın sonu. üzüldüm, üzüldüm, yetmedi bir daha üzüldüm. unutulmaz kitaplar arasına girdi. isminin kapı olması da çok anlamlı.
ayrıca yapı kredi yayınları'nın eski siyah kapağı kitabı daha iyi yansıtıyordu. yeni pembe kapak iğrenç. bir şeyi de rezil etmeyin ya.
devamını gör...