finarfin yazar profili

finarfin kapak fotoğrafı
finarfin profil fotoğrafı
rozet
kendisi dondurmuş
karma: 13508 tanım: 3559 başlık: 128 takipçi: 137
bir elf. bir radyo programcısı. bir yazar.

son tanımları | başucu eserleri


israil'in mescid-i aksa'ya saldırması

israilin kutsallarımıza saldırması asla kabul edilemez diyen bir adamın ne tarihten ne dinden haberi vardır. mescid-i aksa dediğin yer neresidir? ne kutsaliyeti vardır acaba? nasıl bir tarih yazıldı size ki yediniz yuttunuz bunları? inandım iman ettim dediğin kitapta bile o toprakların israilin çocuklarına vaad edildiği yazar. filistinliler dediğin adamlar kimdir haberin var mı? ııı. ramses döneminde m.ö.1200lerde mısırdan kovulmuş, amurru-hiksos kökenli isimleri palesti (dağlı) olan insanlar. gaze,aşkolon ve aşhodda şehirler kurmuşlar. israiloğlulları ile savaşmışlar (bknz. talut ve calut). 640 yılında müslümanlar bölgeyi alınca arapçada p sesi olmayınca filitsler (filistin) oluyor. ilk önce müslümanlaşıyor sonra zamanla asimile olup araplaşıyorlar.

süleyman mabedinden bir duvar kalmış. üstüne mescid yapmışlar. halife ömer feth edince bugünkü o sarı kubbeli mescidi yaptırıyor. sözüm ona ilk kıbleymiş. sonra çevrilmiş.

ne tarih biliyorlar ne kültür. bu arada israilin yaptığı kabul edilebilir mi? asla. zulüm zulümdür. ama kaşınan kim? bunları yönetenler. aralarında savaş çıktığında mısır araya girdi vaktiyle. 6 saatlik ateşkes oldu uçaklarını yere indirdi israil. sonra filistin yönetimi bu ateşkesi tanımadı. neden? çünkü cihad edecekler şehit olacaklar. o kadar acizler ki, bunların saçma sapan yönetimi yüzünden olan masum çocuklara, kadınlara ve yaşlılara oluyor.

iletişim başkanı hiç soruyor mu acaba koka kola şirketi neden filistinde 17 fabrika açıp istihdam sağlıyor?

yıllardır siyasetin ve dinin kurbanı olan, kullanılan kavramdır mescidi aksa.
devamını gör...

doğru din islam mı sorunsalı

asıl doğru din "insanın kendisine yalan söylememesi, kendisiyle çelişmemesi, sözleri ve eylemlerinin tutarlı olması, ahlaklı, dürüst, adil, paylaşımcı, barışsever, yalansız, zulümsüz, günahsız tertemiz bir hayat yaşaması, başkalarının haklarına ve özgürlüklerine saygı göstermesi, kendisini sorgulayıp temiz bir vicdana sahip olması, çevresiyle uyum içinde olması, yaptığı işte dosdoğru olması, sorumlulukların bilincinde olup kendisine emanet edilene ihanet etmemeli, haksızlık karşısında susmamalı, akıl ve vicdan ile hareket etmeli vs."

tüm yeryüzünde, her milletin kabul edeceği "doğru" olan değerlere sahip olmalı. bunun dışında kalan "ritüel ve eylemler" sadece kendisini bağlar.

insanın tanrı'ya karşı olan sorumluluğu kendisini bağlar. inanmıyorsa da yine kendisini.
insan eylemlerinde "topluma" karşı sorumludur. bu yüzden buna göre hareket etmelidir.

bunun dışında kalanlar sadece teferruattır. namaz kılmış kılmamış, oruç tutmuş tutmamış, alkol almış almamış vs.. kendisini bağlar.

doğru olan din "akıl,vicdan,fıtrat" üzere olandır. ahlak, adalet ve sevgi üzerine olandır.

diğerleri ise "toplumların örfüne göre değişir". başka bir toplumun örfü, adeti, gelenekleri başka bir toplumun "dini" olamaz!

bu yüzden kur'an "emri bil maruf(örf)" der... yani örfünüzde iyi olanları yapın, kötü olanlardan sakının.

öyle işte..
devamını gör...

arapça

arap dilinde bir erkek eşini tanımlarken farklı kelimeler kullanılır. bunlardan birisi "imrae" diğeri ise "zevci" kelimesidir. bu anlam ayrımı neden yapılır? çünkü toplumun dili ve kültürü bunu gerektirir. türkçede erkeğe veya kadına "o" diyebilirsiniz. fakat ingilizcede he ve she ayrımı vardır. arapçada da aynı şekilde müzekker-eril müennes-dişil form vardır. arap kültüründe kısır olan kadına erkek "imrae" der. ayrı itikatları olan kadına da "imrae" der.. fakat aynı itikatta olan erkek, kadına "imrae" der.. misal; zekeriya peygamberimin hanımı kısırken ona "imrae" diye seslenir. ne zaman ki yahya doğar işte o zaman "zevcim" der.. ebu leheb ile karısı "aynı itikatta" olduğu için karısı "imrae" olarak anılır. her ikisi de aynıdır. firavunun hanımı asiye ise "ayrı" itikattan olduğu için "imrae" diye anılır. birisi kafir diğeri mümin. kuran, dönemin dilini en ince noktasına göre kullanır. fakat günüz meal yazarları her yere "eşi" diye yazar.. bu anlam ayrımını es geçerler
devamını gör...

tanrının varlığının ispatı

daha önceki bir yazıdan alıntıdır.

insan beyninin “algı-modelleme-tasavvur-isimlendirme” sisteminde çalıştığını biliyoruz. yani insan herhangi bir duyusu ile algılayamadığı bir şeyi tasavvur edemez, tasavvur edemediğini modelleyemez, modelleyemediğini de kavramlaştıramaz yani isim koyamaz.

bu hakikat, insanların kendi kendilerine bir tanrı ve ahiret hayatı tasavvuru oluşturup modellemelerini ve bu isimlendirmeyi yapmalarını imkansız kılmaktadır.. bütün disiplinlerce kabul edilen ve ispat edilmiş “insan aklının” bu çalışma prensibine göre, akıl bir duyu ya da duygusu ile algıladığı bir şeyi önce tasavvur eder, sonra modeller ve ona bir isim koyar. algı yoksa isim koyamaz.

insan toplulukları, “herşeyi yoktan yaratıp yöneten, gözle görülemeyen ama kendisi herşeyi görüp işiten, herşeye gücü yeten, yoktan yaratan, asla ölmeyen” bir modellemeye hangi tasavvurlar ile ulaşmıştır?

yoktan yaratmak, yeniden diriliş ve ebedi hayat, cennet cehennem, kader gibi kavramları da hiç bir algısı ile tasavvur edemez ve modelleyemez. bu nedenle insan bu kavramlara kendi kendine isim koyamaz.

kavram koyma prensibinin bir diğer örneği de “doğuştan körlerin adası” örneğidir. içinde yaşayanların tamamının doğuştan körler olduğu bir ada düşünün. bu adada yaşayan körlerin “renk” diye bir kavramlarının olması imkansızdır. daha önce hiçbir duyu ya da duyguları ile algılayamadıkları için tasavvur edememiş, tasavvur edemedikleri için modelleyememiş ve modelleyemedikleri için de renk diye bir kavram koyamamışlardır ve adaya en azından bir gözü gören birisi gelerek onlara “renk” diye bir kavramdan bahsedene, onu tarif edene kadar da
koyamazlar.

ateist – deist ve bilimci önermenin: “insanlar neolitik dönemde avcı toplayıcı olarak yaşarken tanrı ve din kavramları yoktu, tarım toplumuna yani yerleşik düzene geçtikten sonra (mö 5000’ lerden sonra), sosyal ortam ilişkileri, çıkar ve kayıpları, korkuları yüzünden tanrı ve din kavramlarını kendileri uydurdular, işte zaten elimizdeki somut arkeolojik deliller de bunu göstermektedir, en eskisi 5-6 bin yıllıktır” cümlesi gene kendilerinin kabul ettikleri ve hayatla birebir gerçekliği bilinen yukarıdaki postülat nedeni ile çelişkili ve batıldır. zaten bunun somut bilimsel kanıtı da urfa göbeklitepe’de ortaya çıkarılan ve yaklaşık mö 10.000’lere tarihlenen muhteşem tapınak sitesi ile önlerine gelmiştir. aynı şekilde, amazon ormanlarında keşfedilen, o güne kadar dış dünya ile “sıfır iletişim” ile yaşamış kabile üyelerine bir kaç ay sonra “sizin tanrı’nız ya da tanrılarınız kim, dininiz ne?” şeklinde yöneltilen sorulara “tanrı mı? o ne demek, din mi o ne demek?” şeklinde verdikleri cevaplar ve “ölüleriniz nereye gidiyor?” sorusuna “nereye mi, hiç bir yere gömüyoruz ve toprağa karışıp yok oluyorlar” şeklinde verdikleri cevap da bu hakkı apaçık teyit eden diğer ayetlerdir.

charles darwin, insan’ın türeyişi isimli eserinin, “tanrı inancı ve din” bölümünün ilk paragrafında, bu gerçeği şu cümleler ile yazmıştır:

“herşeye gücü yeten bir tanrı’nın varlığına olan yüceltici inanca insanın ta başlangıçta
eriştirildiğini gösteren hiç bir kanıt yoktur. tersine, öyle gelip geçici gezginlerden değil, yabanıl insanlar arasında uzun süre kalmış kimselerden sağlanan ayrıntılı kanıtlar, bir ya da birden çok tanrı üzerine hiç bir düşüncesi olmayan, dillerinde böyle bir düşünceyi anlatmak için hiç bir sözcük bulunmayan sayısız ırkların yaşamış ve yaşamakta olduğunu göstermektedir. sorun evrenin bir yaratıcısı ve yöneticisi olup olmadığı sorunundan, o yüksek sorundan elbette tümü ile başkadır; bu güne kadar gelip geçmiş en yüksek zekalardan kimisi, bu soruya olumlu yanıt vermiştir....”

şimdi soru şu: "insan kendi kendine tanrı kavramını nasıl koydu?"
devamını gör...

yeni nesildeki ateizm dalgası

eğer youtube kanallarındaki;
cüneyt komutan
ibrahim atabey
mete komutan
ilyas özkan
yakup deniz
efe aydal
aklın gözü
doruktaki beyin
rıdvan

vb. tiplerden "ateizm" öğrenip savunuyorsanız vay halinize.

yani şöyle; dinden kaçıp doğruya gideceğim derken iyice batmak. ateizm derneği bile kendi için "çocuk tecavüzü skandalı" kadınlara taciz, milliyetçi ideolojiler ile çalkalanıyor. yani dincilerde eleştirdiklerini kendileri yapıyor. (fikr-i namus ateistlere lafım yok, onlar baş tacı)

izlenmek, abone kasmak, beğenilmek, popüler olmak için yapılan çabalar bunlar.

her zaman söylüyorum. dinciler de anti dinciler de geçmeyen bir paranın iki yüzü gibiler. aynı noktadan çıkan ve farklı yöne giden iki çizgi gibiler.

ya bir insan 20-30 sene "nasıl ateist" kalabilir ya?
bir evrimci, nasıl yaşlıların korunmasını, kanser ise tedavi olmalarını savunur?
bir komünist nasıl "her şeyimiz ortak yarin yanağından gayrı" diyebilir?


bunlar gafil gafil. uzak durun. ateist olacaksanız kendi fikriniz kendi düşüncenizle hakikati arayan fikri namus ateistler olun. hakikati görünce de inat etmeyin secde edin. umulur ki sakınırsınız.
devamını gör...

her şeyin teorisi

sosyalist ile, komünist ile, kemalist ile, faşist ile, islamcı ile, partici ile, ateist ile, deist ile vs ile tartıştığınız da herkes kendine göre kendi zikrinde kendisini haklı görecektir. tartışma gereksiz uzayacaktır. siz şöyleydiniz ama siz de böylesiniz gibi devam edecektir. tarafların argümanları kendi inandıkları ve temeli batıl olan şeyler olacaktır. şayet konunun temelini “ çelişkisiz, tutarlılık, yalansız, günahsız, zulümsüz, haramsız, doğruluk, dürüstlük, tertemiz bir hayat yaşamak, adalet, iyi ve paylaşımcı, barış temelli, ötekileştirmeyen, ırk, din ayrımı yapmayan bir zikr temelini baz alarak” konuşursanız, tarafların bu kavramlardan sınıfta kaldığını ve tartışacak bir şey kalmadığını göreceksiniz. konu kapanmış olacak. islamcısı, partisi, cemaati, tarikati, derneği, kemalisti, faşisti, komünisti, sosyalisti, ateisti, deisti ez cümle ne kadar bir etiket isim çatısı altında olan varsa hepsinin ana zikri temelden batıldır. boşuna kendinizi yormayın. ilk önce kendinizi düzeltin. tüm dünya bir araya gelse bir insanın kendine verdiği zarardan daha fazla zarar veremez. tüm dünya bir araya gelse bir insanın kendine verdiği faydadan daha fazla faydalı olamaz. bu bağlamda "kavganızı kendinizle" verin!

el alemi bırakın, kendi işinize bakın!

al sana her şeyin teorisi.
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının şiirleri

var mı gidebileceğim bir yer?
kendimden öteye...!

var mı vurabileceğim kıyılar?
yüreğimden daha derinlere...

var mıdır sonsuz boşluklara düşebileceğim bir uçurum?
gözlerinden, bakışlarından daha keskin...

finarin
devamını gör...

hadis-i şerif

ortaya ciddi bir paradigma sorunu çıkaran, hangi kaynağa göre kabul edip etmeyeceğimiz belli olmayan durum. ateist argüman yine aynı kaynaktan besleniyor, islamcı argüman da aynı kaynaktan. e şimdi sormazlar mı hanginizin dediği doğru? zira verilen tüm kaynaklarda hadis diye verilen zırvaların çoğunun en az bir zıddı var. buhari, müslim, tirmizi, gibi (bunlar asya kökenlidir ha unutmayın)

biraz uzun olacak ama umarım okursunuz. özellikle bizim çayır güzeli okusun :) sevdiğimden takılıyorum öyle.

1. ibn-i said-il-kudri’nin naklettiği hadis şöyledir:
“kuran’dan başka, benden bir şey yazmayın. kim kuran’dan başka bir şey yazmışsa derhal
yok etsin.”
bu söz, peygamberin vefatından tam 30 yıl sonra yazılmıştır ve peygamberin hiçbir
zaman hadis yazdırmadığının kanıtıdır.

2. ibn hanbal’ın naklettiği hadis:
zayid ibn tabit (peygamberimizin en yakın vahiy yazarlarından) halife muaviye’yi ziyaret
etti (peygamberimizin vefatından yaklaşık 30 yıl sonra) ve ona peygamberimizin başından
geçen bir olayı anlattı. mueviye hikayeyi beğendi ve birine yazması emrini verdi. zayid:
“allah’ın resûlü söylediklerinin yazılmasına hiçbir zaman izin vermedi” dedi.

bu hadisleri destekleyen ayet ise kuranda hakka suresi 44-47 arasıdır. burada elçi "kesin bir dille" uyarılmış ve öldürülmekle tehdit edilmiştir! kim tarafından, allah tarafından.

kuran’daki gibi tevrat’ta da her şeyin açıklaması olduğu 06:154 ve 07:145
ayetlerinde belirtildiği halde, yahudiler de hz. musa’nın ölümünden yüzyıllar sonra “mişna”
(hadis, söz) ve “gamara” (sünnet) icat etmişler ve tevrat’ı bırakarak bunlara uymaya
başlamışlardır.

hz. muhammed’e isnat edilen hadislerin sayısı yüz binleri bulmaktadır. şimdi kim kaç
tane hadis toplamış ve kaçını reddetmiş bakalım:

1. malik ibn-i hanbal, “müsnad” adlı eserinde 40.000 tane hadis topladı. bu hadisleri
bulduğu 700.000 hadisten seçti. diğer bir deyişle kalan 660.000 hadisi yalan veya
uydurma olduğu için kabul etmedi.

2. buhari topladığı 600.000 hadisten 7275 tanesini sahih olarak kabul etti; 592.725 hadisi
onaylamadı. bu da neredeyse topladığının %99 demek. seçimlerini yaparken sahih
diye onayladığı hadislerin kuranla çelişip çelişmediğine hiç bakmadığı gibi, kişisel
kavgalarını da ön planda tuttu.

3. müslim 300.000 hadis topladı ve bunların sadece 4000 tanesini onayladı ve 260.000’i
reddetti. bu da toplanan hadislerin yine %99una tekabül etmektedir.

bu istatistikler islam’a arka kapıdan ne kadar yozlaşma girdiğinin kanıtıdır.

kuran’da hadis (söz) kelimesi birçok kez geçmektedir ve geçtiği yerlerde hep kötü bir
anlam yüklenmiştir.

fe bi eyyi hadisim ba’dehû yü’minûn.
77:50 artık bundan (kur'an'dan) sonra hangi hadise (söze) inanacaklar?
...mâ kâne hadiseyyüftera...

12:111 gerçekten de onların kıssalarında üstün akıllılar için bir ibret vardır. bu kur'ân
uydurulmuş bir hadis (söz) değildir. lâkin kendisinden önce gelen kitapların tasdiki her şeyin
ayrıntılarıyla açıklayıcısı ve iman edecek bir kavim için hidayet ve rahmettir.

ve minen nâsi mey yeşterî lehvel hadisî li yüdılle an sebîlillahi bi ğayri ılmiv ve yettehızehâ hüzüvâ...
31:06 bayağı insanlardan kimi de vardır ki, bilgisizce allah yolundan saptırmak ve onu
eğlence yerine tutmak için gülünç hadisleri (sözleri) satın alırlar. işte onlar için aşağılayıcı
bir azab vardır.

felye’tû bi hadîsim mislihî in kânû sâdikıyn
52:34 eğer doğru iseler onun benzeri bir hadis (söz) getirsinler.

...fe bi eyyi hadîsim ba’dellâhi ve âyâtihi yü’minun.
45:06 işte sana gerçek olarak okuduğumuz bunlar allah’ın ayetleridir. artık allah’tan ve
o’nun ayetlerinden sonra hangi hadise (söze) inanacaklar.

bir üniversite profesörü sözsel bilgi transferinin orijinal mesajı nasıl değiştirdiğini
gösteren bir deney yaptı. izleyenlerden 10 kişiyi yanına çağırdı ve bunların dokuzunun salonu
terk etmesini istedi. kalan kişiye bir alıntı verip seyirciye okumasını istedi.

alıntı şuydu:

“hz. isa capernaun’a annesi, izleyenleri ve öğrencileri ile birlikte gittikten sonra, orada
fazla kalmadılar çünkü musevilerin fısıh bayramı yaklaşıyordu. hz. isa kudüs’e gitti. orada
ibadethanenin içinde sığır, koyun ve güvercin tüccarları ve masalarında oturan döviz alıp
satan kişileri gördü. hz. isa ipten kamçı yapıp koyun, sığır ne varsa ibadethaneden çıkardı.”

bundan sonra ilk kişiden kağıt parçasını alıp cebine koydu, ikinci kişiyi içeri davet etti
ve az önce kağıttan okuyan kişiye şimdi de ne okuduğunu ikinci kişiye anlatmasını istedi.
çıkan şey şöyleydi:

“hz. isa capernaun’a annesi ve öğrencileri ile gittikten sonra orada uzun süre kaldılar.
ondan sonra hz. isa kudüs’e gitti. ibadethanenin yakınında sığır, koyun ve güvercin satın
alan insanlar ve döviz alıp satan kişileri gördü. hz. isa hepsini kovdu.”

daha sonra içeri üçüncü kişi çağırıldı ve ikinci kişiye birinciden ne duyduysa
tekrarlamasını istendi. sıradaki duyduğunu şöyle aktardı:

“hz. isa kudüs’e annesi ve bazı öğrencileriyle gittikten sonra birkaç gün kaldılar. bundan
sonra hz. isa tekrar ibadethaneye gitti. ibadethanenin yakınında sığır ve domuz satın alan
insanlar ve döviz alıp satanları gördü. hz. isa onlara bağırdı ve yaptıklarının kötü olduğunu
söyledi.”

tekrar sıradaki kişi geldi ve şöyle aktardı:
“bir gün hz. isa annesiyle birlikte uzun yıllar kaldığı kudüs’teymiş ama bir gün hz. isa
kudüs’ten ayrıldı ve uzaklara gitti. ibadethanenin yakınlarında at ve domuz satın alan
insanlar gördü, onlara çok paraları olduğu için bağırdı ve paranın kötü olduğunu söyledi.”

diğer kişi ise şöyle aktardı:
“hz. isa kudüs’te doğmuş ve annesiyle uzun süreler orda kalmıştı. bir gün hz. isa kudüs’teki
pazar yerine gitti ve ata binen ve domuz satan insanlar gördü. onlara çok fazla hayvanları ve
paraları olduğunu için bağırdı ve paralarını fakirlere vermelerini yaptıklarının kötü olduğunu
söyledi.”

sıradaki şöyle aktardı:
“hz. isa kudüs’te doğmuş ve hayatı boyunca annesiyle kalmıştı. bir gün hz. isa kudüs’teki
pazar yerine gitti ve pazarda ata binen ve domuz satan insanlar gördü. hayvanlara zulüm
ettikleri için onlara bağırdı, tüm paralarını vermelerini ya da hayvanları iyice doyurmalarını
istedi.”

bu sözler şöyle değişti:
“hz. isa kudüs’te doğdu ve birçok kişinin zavallı domuzlara kötü davrandığı ve atlarını
kamçıladığı bir pazarın yakınında yaşardı. bir gün hz. isa pazar yerine gitti sadece
domuzlarını satmakla meşgul olan kötü insanlar gördü, ona karşı çok kaba ve sert
davrandılar, o yüzden bir şey demedi ama paralarına beddua edip oradan ayrıldı.”

tüm bu deneme bir konferans sırasında 10 dakika içinde oldu. bir de yüz binlerce
sözün birçok ağız değiştirip de 240 yıl sonra nasıl bir değişeme uğrayacağını bir hayal edin ve
bir daha bir hadis okuduğunuzda inanmadan önce iki kere düşünün!


saygılarımla geldim.
devamını gör...

sümer mitolojisine göre insanın yaratılışı

daha önce bloğumda yayınladığım bir yazıdır.


samuel henry hooke’un ortadoğu mitolojisi kitabını okumadan önce alexander heidel’in “babil yaratılış efsanesi – enuma eliş” kitabını yüzeysel olarak okumuş ve bir kanıya varmıştım. daha sonra hooke’un kitabını okuyunca kendi yorumuma yakın ifadelere rastladım. bunlardan alıntıları ve yorumumu buraya aktaracağım. dileyenler bu iki kitabı da okuyabilirler.

kur’an’da bahsedilen “adem, yaratılış vs” ile sümer/babil mitinde bahsedilen “yaratılış” arasında anlam olarak bir bağ yok. kullanılan isimlerin veya olguların benzerliği var sadece. insanların algısında oluşan bir yaratılış efsanesi/miti var. kur’an ise “insanın yaratılışı/ ademin atanışı” konularını çok sade ve öz bir şekilde dile getiriyor. bunu yaparken de asla “magazin” boyutuna girmiyor.

sümer / babil metinlerinde daha çok “feodal” bir yapının etkisi görülüyor. sümerli ludingirra adlı kitapta kahramanımız bu durumu dile getirmiş.

adem kıssasında kilit faktör ademin "yaratılışı" değil "halife olarak atanışıdır" yani mevcut bir topluluk içinde bir önder atanmasıdır. yeryüzünü yönetmeye talip olması. kur’an’da bu bir kaç ayette ifade edilmektedir. aslında kur’an bize “siz olayı çok yanlış anlamışsınız” demek istiyor. anlatılan ademin/genel olarak insanın içinde yaşadığı durumun mizanseni var. psikolojik arka planı çok farklı ki bu başka bir konu. adem ve zevci (ki genel kanı bir kadın olarak eşi sanılması) iyi ve kötünün anlatımıdır kabaca. kıssa ile ilgili detaylı bir çalışma mevcuttur.

bu anlatım zaman içinde o kadar değişmiş ki, yerleşik düzende belirli bir siyasi ve dini yapı içinde yaşayan insanların yönetimi ile ilgili bir duruma dönüşmüş ve anlatın hikayeler “insan üzerinden/insan özelliklerinden” yola çıkılarak oluşturulmuş.

tevratı yeniden yazan düşünce babil / sümer etkisinden hareket etmiş olabilir. zira babilde uzun süre kalıp bu kültürden etkilenmemeleri imkansız. babil yaratılış efsanesi ile tevratta anlatılanın benzer olması bu yüzden. ve kur’an, hem tevrattaki yaratılış hikayesini hem de eski toplumlardaki mitolojik hikayelerin ne olduğunu net bir şekilde dile getiriyor. kur’an’ın burada düzelttiği durum tamamen insanın kendisi ile ilgili olan durumu.

kulluk faktörünü ve o tek tanrıya olan itikadı “tanrılar ve hizmetli insanlar” üzerinden bize anlatmışlar. pasajlardan bunu anlıyoruz. insanların ve yönetimdeki güçlerin kendi aralarındaki mücadeleleri, hırsları, entrikaları. yani, bir grup elit feodal, tarım toplumu hükümdarı “tanrılar” kutsallıkla “insanları kendilerine” hizmet edenler yapmışlar. sonra içlerinde bir rahip din sınıfı ve ayrım olmuş. bugün hindistan kast sisteminde olan insanların inancının bir bakıma benzemesi gibi.

gökten tanrı’nın hükmünü çalıp yer yüzünde tek olmayı amaç edinmişler. sonrasında yer yüzünde krallık ile tanrı krallık ile hükmetmişler. bunun benzerini yunan mitinde mısır mitinde görüyoruz. mısır mitinde de o tanrılar diye bilinenler bence rahip sınıfı.

(b: asıl soru şu
; sümerden önce göbeklitepe ve civar halkının, o insanların böyle bir yaratılış inancı var mıydı? şimdiki tapınakta buna delil olacak bir iz yok. göbeklitepe’ye gelen insanlar ile sümerler arasında takriben 7000 bin yıl var. peki bu yıldan önce böyle bir anlatım yok muydu? nasıl bir inanca sahiptiler ve yaratılışı ne olarak biliyorlardı. bu şimdilik bilinmiyor. o zaman şu varsayım destek bulur. bu 7000 yıl içinde sümere gelene kadar bu inanç ve mit ciddi bir değişim geçirdi. hilafet/rahip/imamlık benzer olabilir o dönem algısında.

ikinci yorumum; bence kuran “israiloğullarının kafasında babil etkisiyle oluşan mitolojik” öykülerin aslını okuyor. ve bu anlayışı düzeltiyor. bu yüzden kurandaki adem ile tevrattaki adem benzeşiyor. kuran, diğer mitolojik öğelere hiç girmiyor. temelden sorunu çözüyor ve dönemin muhatablarına asıl meseleyi anlatıyor. zaten kıssaların geneli ibranilerin yanlış tasavvur ve inanışlarını düzeltmek. bu yüzden tevrattaki adem ve yaratılış ile sümer/babil ve eski toplumlardaki benzeşir. gökte olanı yerdeki ile değiştirmişler. bu zamanla aktarılmış. sonra babilde sürgünde kalan israiloğulları eliyle tevrata geçmiş. kuran ise muhammed peygamber ile bu durumu hiç magazine girmeden aslı ile anlatıyor. asıl meselenin insanın kendisi olduğu söylüyor.

üçüncü yorumum: hiç bir sümer / babil / akad mitinde tanrı veya tanrıların direkt olarak yaratılan bir insan ile diyaloğu yok. şeytan veya benzeri bir varlık ve diğer tanrıların / meleklerin olduğu bir sahne yok. bu da şunu gösteriyor. sümer / babil “yaratılış” durumundan habersiz ya da zamanla bozulmuş bir itikat üzereler. kur’an hepsini temelden düzeltiyor.

dördüncü yorumum: israiloğulları bu mitojik öykülerden yola çıkarak mevzuyu “ırksal bir üstünlüğe” taşımışlar. ve hikayeyi kendi üzerlerinden oluşturmuşlar. mısırda uzun süre köle kalan bu insanların musa peygamber eli ile kurtarılıp özgürlüklerine kavuşmaları ve çölde isyan edip köle hayata özlem duymaları ve tanrı’nın kendilerine verdiği daha iyi olan nimeti istemeyip daha düşük olanı istemeleri bunun etkisidir. (kudret helvası/ bıldırcın – bakliyat). burada metafor kölelik/özgürlük. babil esareti / mısır esareti ve akabinde tevratın ezra eli ile yeniden yaratılışı. kaldı ki ezra bir çok pagan inanışı düzeltiyor. (molek/çocuk kurbanı- ibrahim kurbanı)

mezopotamya insanlarının algısında 3 tanrı kavramı olabilir. birincisi tek tanrı, ikincisi tanrının parçası sanılanlar (küçük tanrılar ya da ibrani jargonu ile melekler), üçüncüsü de yöneticiler / krallar veya rahipler. (tanrı-kral anlayışı – naramsin). tapınak sosyalimizi gibi bir durum var. birlikte ekilen biçilen ne varsa tapınağa geliyor. rahipler bunları kayıt ediyor. ailere eşit dağıtım da söz konusu olabilir. hatta ithalat ve ihracat. diğer ülke ya da toprak insanları olan ilişkileri.

genel bir kanı olarak şöyle söylenir:

adem: m.ö 30000
göbeklitepe: m.ö 10000
ilk yerleşim: m.ö 7000
yerleşik düzen: tarım hayvancılık: m.ö 5000 —- avcı toplayıcı

m.ö 3000-2050 şehirler sümer / babil..

“insanoğlunun en eski yerleşim bölgelerinden biri olan anadolu’da yapılan arkeolojik kazılarda, m.ö. 30000 ile 10000 yılları arasındaki geç paleolitik çağdan eserler bulunmuş, karain ve yarımburgaz mağaralarında bu dönemden kalma buluntulara rastlanmıştır. renkli duvar resimleriyle özelliğini gösteren mezolitik çağa ait buluntular ise tekeköy, belbaşı ve beldibi kazılarıyla gün ışığına çıkarılmıştır. ilk çağ öncesindeki neolitik çağın merkezlerinden biri, konya yakınlarındaki çatalhöyük’tür. “

kolomb öncesi amerika’nın tarihinin kronolojik özeti (ord.prof.dr.reha oğuz türkkan’ın kızılderililer ve türkler eserinden alıntı) : m.ö.40000-30000: bering boğazından yaya olarak ilk göçler.)
devamını gör...

ibrahim gerçekten oğlunu kesmek istedi mi

şu işin aslını yazalım artık.

1. kur’an’ın saffat süresinin 100. ayetinde de belirtildiği gibi, ibrahim rabb’inden yumuşak huylu bir erkek çocuk istedi. söylenildiği gibi onu kurban edeceğini söylemedi. keseceği bir çocuğu neden isteyesin ki?

bunun detayını sonda vereceğim.

2. oğlu ismail büyüdüğü sırada ibrahim görevi için ailesinden uzaklaşması gerekiyordu. (saffat 101) uykusunda bir rüya gördü ve dedi ki: “oğlum uykumda senden ayrıldığımı, senle ilişkimi kestiğimi gördüm. bak ne görüyorsun” ‘bak ne görüyorsun ’un arapçada anlamı: ‘görüşün nedir, nasıl yorumluyorsun?’ demektir.

yani ibrahim, oğlunun görüşlerine saygı duyduğu için yorumunu almak istedi.

3. oğlu, rüyasını yorumladı. ve ona endişelenecek bir şey olmadığını emrolunduğu şeyi yapmasını söyledi. emrolunduğu şey aslında üstlendiği misyondur. üzerine aldığı görevdir. emrolunduğunun oğlunu kesmek olduğu safsatası allah’a ve ibrahim'e saygısızlıktır, uydurmadır, magazindir.

4. oğlu aynı zamanda yumuşak huylu ve uyumlu olduğu için bu konuda ibrahim'e zorluk çıkarmayacağının, babasının ve toplumunun karşısına dikildiği gibi karşısına dikilmeyeceğinin, devamlı arkasında olacağının ve de inşallah bu konudaki zorluklara dayanacağının garantisini vermiştir. vaktiyle ibrahim'in babası ve toplum ona karşı çıktı, onları aştı ibrahim ve oğlu söz konusu olursa ne olacağının sorgulaması idi bu. kur’an’ın tevbe süresinin 24. ayetinde herkesin bu kişilik savaşında neleri feda edebileceği ile bir anlamda sınanabileceği vurgulanır.

oğlu benim onunla sınanmasına gerek kalmayacağını belirtmiştir.

5. ikisi de teslim oldu (103) aslında oğlu ona katıldı. ve ibrahim oğlunu yukarıya zirveye, en başa uzattı ((b: ve telle hu lilcebin)). telle arapçada bir şeyi yukarıya uzatmak demek iken hikâyedeki telle magazine uygun olarak tahrif edilip yere yatırdı palavrası uydurulmuştur. tamamıyla bir iftiradır. yorumunu ve açık desteğini duyunca oğlunu alnından öptü ve başının üzerine çıkardı. siz olsaydınız güzel bir yorum yapan oğlunuzu sürmene bıçağıyla kesmeye gider misiniz? hele ona “haydi ormana gidelim odun keseceğiz” diye yalan söyler misiniz?

hele bu hikâyedeki en makul düşünen adamının şeytan oluşunu duyunca çok hayıflanıyorum. güya ibrahimi, oğlunu, annesini ikna turları yapıyor… bu kadar salakça bir şeytan avukatlığını olsa olsa nihat hatipoğlu gibi magazin palavracıları anlatabilir.

6. rabbi ibrahim'e rüyayı doğruladığını söyleyerek seslendi evet. doğruladı. bir şeyi doğrulamak gerçek hayattaki karşılığını bulmak demektir.

7. rabbi ibrahimi o zamana kadar ki fedakârlığı dolayısıyla büyük bir kurban geleneğiyle fidyelendirdi. maalesef bunu da yanlış anladık. bu fidyeyi de bir hayvana indirgedik. hâlbuki o her şeyden vazgeçebilme becerisidir. hiç bir şeyi hanif olmaktan fazla önemsememe geleneğidir. ibrahimi rabb’i yüceltti. çünkü ibrahim kendi iç dinamiğiyle kişiliğini inşa etme ve self determinasyonu başarma erdemine sahipti.

ibrahim'in güçlü kişiliğini magazinsel uydurma anlatımlarla gölgelemeye çalışan bu palavracı sahtekârlara inanmayın.

ve son olarak gelelim yahudilerin tanrı molek'e çocuk kurban etmelerine. bu gelenek devam ederken, ezra tavratı yeniden yazmış ve bu ibrahim kurban koç hikayesi ile yahudileri bu kötü ritüelden vazgeçirmiştir.

işin aslı budur. ibrahim, peygamberlik görevi yola çıkacaktır. bu durumda ailesinden uzak kalacak ve onları bir vadide bırakacaktır, rabbine emanet edecektir. işte bu görev zordur. rüyasında gördüğü şey aslında "uyku uyuyamaz olması ve sağ sola dönüp" durmasıdır.

not: arapçada, baba-oğul karşılığında kullanılan vâlid ve veled sözcükleri biyolojik çağrışımlı sözcüklerdir. eb ve ibn sözcükleri ise terbiye, eğitim, öğretim ve inanç çağrışımları sözcüklerdir. kur’ân, bu olayı anlatırken baba-oğul karşılığında, vâlid-veled kelimeleri yerine eb-ibn kelimelerini seçmiştir. kur’ân’ın bu tercihi, anlatımda, çocuğu olmamak, kısırlık, yaşlılık ve ilk çocuk olmak gibi dünyevi bir durumdan ziyade meselenin özünde dini veraset gibi yüce bir amaç bulunduğunu düşündürmektedir.
devamını gör...

huzurlu olmak

huzur mu arıyorsunuz? etrafınızda parti taraftarları, futbol taraftarları, cemaatciler, tarikatcılar, kemalistler, sosyalistler, faşistler, ırkçılar, dinciler, numunelik garip tipler, farklı görüşler, inanışlar, savunmalar, kavgalar, artis olanlar, mafya olanlar, kabadayı gibi takılanlar, yakarım yıkarımcılar, asarım keserimciler, intikam almak isteyenler, cumadan cumaya müslüman olup, beş vakte beş katıp kılanlar, yargılayanlar, cehenneme cennete gönderenler, arkanızdan konuşanlar, dedikodunuzu yapanlar, çekiştirenler, çekemeyenler, kıskananlar, ölmenizi isteyenler, deli gibi sevenler, aşık olup kafayı yiyenler, yalancılar, dolandırıcılar, kendine müslümanlar, klavye delikanlısı olup vatan kurtaranlar, boykotcular, mealciler, only kurancılar, selefiler, aşırı dinciler, kökten gidenler, dört nala koşanlar, mutsuz olanlar, acı çekenler, aldatanlar, aldatılanlar, iş çevirenler, çok bildiğini sanıp ahkam kesenler, kendisini farklı gösterip cool takılanlar, içi boş olanlar, kitap yüklü eşekler, karizmatik olmaya çalışanlar, şöhret peşinde koşanlar, beğenilmeyi bekleyenler, hayatı layktan ibaret olanlar vs vs vs…

bu tiplerin hepsi etrafınızda, yanınızda, bir telefon ötenizde, otobüste, tvde kısaca her yerde olabilirler. hepsinden kurtulun, evet, insanlardan kurtulun… hakikate ulaştıkça yalnız kalacaksınız. ve bu sizi daha huzurlu yapacak
devamını gör...

celal şengör

bir videoda kendisi "ilkel insanlardan" bahsederken inançları ile ilgili bir şeyler zırvalıyor. fakat o kadar çok adını andığı ve sürekli refere ettiği sevgili darwin, celal şengör'ün zırvalıklarını baya baya yalanlıyor, aksini söylüyor. kütüphanende 30 bin kitap var, evrimi yaladım yuttum diyorsun da celal hocam, darwin'in insanın türeyişi kitabı "tanrı inancı ve din" başlığına hiç bakmadın mı? okudun ve anlamadın mı?

bettany'nin dünya dinleri ansiklopedisi kitabını okumadın mı? adam girişte gılgamış destanı gibi yazmış.

bu saydığım iki isim "din adamı" değil "bilim adamı". hani senin çok sevdiğin bilim zırvalıklarının temsilcileri.

sen şimdi bu bilim adamları "aptal" mı diyorsun?

zırvalıklarını videodan dinleyebilirsiniz.
buradan
devamını gör...

dikilitaş

xvııı. hanedanlığın güçlü firavunu lll. tutmose, iktidarının kırk ikinci yılında, adını ebedileştirmek için karnak'ta dört tane dikilitaş diktirmişti. fakat bunların hiçbiri bugün karnak'ta bulunmamaktadır. bu dikilitaşların biri new york'un, biri roma'nın, biri londra'nın, diğeri ise istanbul'un bir meydanını süslemektedir. bu dört dikilitaşın dışında, lll. tutmose'nin dört tane daha dikilitaş diktirdiği başka kaynaklarda yer almaktadır.

benim yorumuma göre musa döneminin firavunu 3. tutmose'dir ve "kazıklar sahibi" diye geçen ayette bahse konu kazıklar piramitler değil bu dikilitaşlardır.
devamını gör...

panenteizm

kur'an'daki tanrı kavramının daha yakın olduğunu düşündüğüm görüş. şöyle ki; deist, ateist, agnostik görüşlerin sahiplerinin antiteist olduklarını düşünüyorum. müslümanların yaptıklarını ya da kutsal metinlerdeki yazılanları saçma bularak eleştirmeleri, kavga etmeleri de bu yüzden diye düşünüyorum.

kur'an'a deizm anlayışı tam olarak oturmuyor. yani hiçbir şeye karışmayan bir tanrı anlayışı. aynı şekilde teist anlayışın da tam olarak oturduğunu düşünmüyorum. zira müslümanların allah inancı daha çok "baba-oğul" ilişkisi gibi. sürekli arkalarını toplayan ve sorun çıktığında topu taca attıkları bir anlayış gibi. yani tanrı sadece kendileri için çalışsın istiyorlar diye düşünüyorum.

teistler genelde peygamberlerin aldıkları sonuçları almak istiyorlar. yani bir çaba göstermeden bize de verilsin, lütfedilsin istiyorlar. adım atmadan bir çaba göstermeden sonuca gitmek istiyorlar. peygamberler esasen tanrı ile birlikte yürüyen, hareket eden insanlar. birlikte çalışan.

deist bir anlayıştan ziyade olaylara dahil olan ve insanlarla birlikte hareket eden tanrı algısı daha makul gibi. insanın seçimi ve ilahi sistem ( sünnetullah)

insan, doğru şartlar ve çaba gösterirse ilahi sistem tecelli edecektir. şöyle örnek verelim. 2 hidrojen ve 1 oksijeni bir araya getirirseniz su olacaktır. ama siz çaba göstermeyip "rabbim ben sadece bir hidrojen bulabildim artık sen lütfunla bunu ikiye tamamlar, su yaparsın" demenin yanlış olduğunu düşünüyorum.

bu bağlamda, panenteist tanrı anlayışının kur'an'a daha uygun olduğunu düşünüyorum.

not: bu düşüncemde "kader-kaza-eta" denilen durumlar ayrı bırakılmıştır.
devamını gör...

yazarların sevdiği beyitler

bize didar gerek, dünya gerekmez
bize mana gerek, dava gerekmez
bize kadir gecesidir bu gece
sabahlar olmasın, seher gerekmez

bize aşk şerbetinden sun ey saki
bize uçmakta kevser gerekmez
kadehler dolu dolu içelim biz
sarhoş olmayız, humar gerekmez

eğer bu dert ile hasta düşersem
safalık vermesin, ilaç gerekmez...
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim