hannibal yazar profili

hannibal kapak fotoğrafı
hannibal profil fotoğrafı
rozet
karma: 8166 tanım: 305 başlık: 155 takipçi: 52
...

son tanımları | başucu eserleri


orta doğu teknik üniversitesi

birkaç hafta önce hakkında şiir yazdığım okulum. sınav öncesi notlarımı karıştırırken denk gelince paylaşayım dedim.

odtü
en odtü
ey odtü
uzatma üniversite sürgünümü benim
kampüsündeki kuşlardan ne haber vardır
amfilerden bile yükselen bir bahar vardır
vizelerden finallerden ne çıkar madem ki yaz okulu vardır
yoktan da vardan da ötede bir devrim vardır
hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir ekonometri vardır
o mezunlara özenip söylenecek mısralar vardır
sakın üniversite deme üniversitelerin üstünde bir üniversite vardır
ne yapsalar boş göklerden gelen bir eylem vardır
ff alsam ne olur ff'i onaran bir aa vardır
yanmışsam külümden yapılan bir heykel vardır
yenilgi yenilgi uzayan bir transkript vardır
rahatlığın sırrına ermek için sende withdraw vardır
verşan engellemezse bu dönem bir bahar şenliği vardır*
senden ümit kesmem önümde mezuniyet adlı bir çınar vardır
odtü
en odtü
ey odtü

edit: rektörün engelleme çabalarına rağmen şenliği yaptık, yapıyoruz.

ne yapsalar boş, öğrencilerden gelen bir şenlik vardır!
devamını gör...

cyrano de bergerac

17. yüzyılda yaşamış fransız roman ve oyun yazarı cyrano de bergerac'ın hayatını konu alan oyun. edmond rostand tarafından 1897'de yayınlanmıştır.

okuduğum tiratlar arasında en sevdiğim bu oyundaki istemem eksik olsun tiradıdır. her ne kadar hamlet'in olmak ya da olmamak tiradını ve marcus antonius'un sezar'ın cenazesindeki tiradını* çok sevsem de benim gözümde hiçbiri bir istemem eksik olsun değildir.


ne yapmak gerek peki?
sağlam bir arka mı bulmalıyım?
onu mu bellemeliyim?
bir ağaç gövdesine dolanan sarmaşık gibi
önünde eğilerek efendimiz sanmak mı?
bilek gücü yerine dolanla tırmanmak mı?
istemem!

herkesin yaptığı şeyleri mi yapmalıyım le bret?
sonradan görmelere övgüler mi yazmalıyım?
bir bakanın yüzünü güldürmek için biraz şaklabanlık edip
taklalar mı atmalıyım?
istemem! eksik olsun!

her sabah kahvaltıda kurbağa mı yemeli?
sabah akşam dolaşıp pabuç mu eskitmeli?
onun bunun önünde hep boyun mu eğmeli?
istemem! eksik olsun böyle bir şöhret!
eksik olsun!

ciğeri beş para etmezlere mi "yetenekli" demeli?
eleştiriden mi çekinmeli?
"adım mercure dergisi'nde geçse" diye mi sayıklamalı?
istemem!
istemem! eksik olsun!

korkmak, tükenmek, bitmek...
şiir yazacak yerde eşe dosta gitmek?
dilekçeler yazarak içini ortaya dökmek?
istemem! eksik olsun!
istemem! eksik olsun!

ama şarkı söylemek, düşlemek, gülmek, yürümek...
tek başına, özgür olmak.
dünyaya kendi gözlerinle bakmak.
sesini çınlatmak, aklına esince şapkanı yan yatırmak.
bir hiç uğruna kılıcına ya da kalemine sarılmak.
ne ün peşinde olmak, para pul düşünmek,
isteyince ay'a bile gidebilmek.
başarıyı alnının teriyle elde edebilmek.

demek istediğim asalak bir sarmaşık olma sakın.
varsın boyun olmasın bir söğütünki kadar.
yaprakların bulutlara erişmezse bir zararın mı var?


rüştü asyalı'nın sesinden istemem eksik olsun tiradı
devamını gör...

5 kasım 2024 abd başkanlık seçimleri

yaklaşık 10 ay sonra gerçekleşecek olan abd tarihinin 60. başkanlık seçimi. anketlerde donald trump önde görünüyor. aday olmasının önünde yasal bir engel olmazsa abd'de 2. donald trump dönemi başlayacak gibi duruyor.
devamını gör...

kavalalı mehmed ali paşa

kavalalı mehmed ali paşa 4 mart 1769 tarihinde osmanlı imparatorluğu'na bağlı kavala şehrinde dünyaya geldi. genç yaşta askeri kariyerine başladı ve çeşitli savaşlarda gösterdiği başarılarla dikkat çekti. osmanlı hükümetinin emriyle mısır valisi olarak atanan mehmed ali paşa, burada modern bir ordu oluşturdu. mehmed ali paşa mısır'da sadece askeri değil, aynı zamanda ekonomik ve idari alandaki başarılarıyla da ön plana çıktı. modern tarım yöntemlerini mısır'a getirerek tarımı geliştirdi, altyapıyı iyileştirdi ve ekonomiyi canlandırdı.

mehmed ali paşa güçlenirken osmanlı imparatorluğu zayıflıyordu. osmanlı imparatorluğu mora isyanı'nı bastıramayınca mısır valisi kavalalı mehmed ali paşa'dan yardım istedi. mehmed ali paşa yardım etmeyi kabul etti ve bu yardımı karşılığında mora'yı istedi. fakat yunanistan bağımsız olunca mora da yunanistan'a katıldı ve mehmed ali paşa bu sefer suriye valiliğini istedi. osmanlı suriye'yi vermek istemeyince mehmed ali paşa osmanlı'ya karşı ayaklandı, konya muharebesi'nde osmanlı ordusunu mağlup etti ve kütahya'ya kadar ilerledi. osmanlı mehmed ali paşa'yı durduramayınca rus imparatorluğu'ndan yardım istedi ve osmanlı ile rus imparatorluğu arasında hünkar iskelesi antlaşması imzalandı. rusya'nın yardımıyla mehmed ali paşa durduruldu ve osmanlı padişahı 2. mahmud ile mısır valisi mehmed ali paşa arasında 14 mayıs 1833 tarihinde kütahya antlaşması imzalandı. antlaşmanın sonucunda mehmed ali paşa'ya mısır valiliğine ek olarak girit ve şam valiliği de verildi. mehmed ali paşa'nın oğlu ibrahim paşa'ya* da cidde valiliği ile adana muhassıllığı (vergi toplama hakkı) verildi.

fakat kütahya antlaşması'ndan iki taraf da hoşnut değildi. 2. mahmud, mehmed ali paşa'ya verilen suriye, adana, girit ve cidde gibi zengin eyaletleri geri almak istiyordu. mehmed ali paşa ise elde ettiği kazancı az buluyordu. mısır'ın ödemesi gereken vergi de anlaşmazlık konusuydu. sonunda mehmed ali paşa'nın oğlu ibrahim paşa'nın yönetimindeki mısır ordusu ile osmanlı ordusu nizip'te karşı karşıya geldi. mısır ordusu nizip muharebesi'nde osmanlı ordusunu ağır bir yenilgiye uğrattı. fakat daha sonra ingiltere'nin desteği ile osmanlı mısır kıyılarını ablukaya aldı, akka kalesi'ni fethetti ve mısır'a doğru yürümeye başladı. bunun üzerine mehmed ali paşa 15 temmuz 1840 tarihinde londra antlaşması'nı* imzalamak zorunda kaldı. bu antlaşmanın sonucunda mehmed ali paşa ve varislerine mısır ve akka eyaletlerini süresiz yönetme hakkı verildi. fakat bu bölgeler osmanlı imparatorluğu'nun ayrılmaz bir parçası olmaya devam etti. mehmed ali paşa mısır'a terk edilmiş olan osmanlı donanması'nı osmanlı'ya geri verdi. mısır ordusu suriye, arabistan, hicaz, girit, adana ve osmanlı imparatorluğu'na ait diğer bölgelerden çekildi.

kavalalı mehmed ali paşa yaşamının son yıllarını ağır bir hastalığın pençesinde geçirdi, 2 mart 1848'de mısır valiliği görevini oğlu ibrahim paşa'ya bıraktı, 2 ağustos 1849 tarihinde kahire'de hayata gözlerini yumdu. askeri dehası, idari yetenekleri ve mısır'da gerçekleştirdiği reformlarla tarihe damgasını vurdu. kavalalı hanedanı, mehmed ali paşa'nın vali olarak atandığı 17 mayıs 1805'ten mısır'da cumhuriyetin ilan edildiği 18 haziran 1953'e kadar tam 148 sene mısır'ı yönetti.

not: tosun paşa filminde bahsi geçen tosun paşa** ve ibrahim paşa* kavalalı mehmed ali paşa'nın çocuklarıdır.
devamını gör...

leyla ile mecnun

ilk olarak arap edebiyatında ortaya çıkmış, daha sonra fars edebiyatına geçmiş bir hikaye. temelleri sümer mitolojisindeki inanna ve tammuz'a dayanır. mecnun'un asıl adı kays'tır.

leyla da kays da varlıklı ailelerin çocuklarıdır. günümüze gelen metinlerden kays'ın ailesinin daha zengin olduğu anlaşılmaktadır. iki aile arasında geçmişe dayanan bir düşmanlık vardır. kays çok yakışıklı, zarif, akıllı ve şiir konusunda yetkin bir erkektir. küçük yaşta deve otlatırken leyla'yı görüp ona aşık olur. leyla kays'tan uzak durdukça kays'ın aşkı daha da büyür. bir kays devesi ile giderken yolda leyla'yı görür. leyla kız arkadaşlarıyla sohbet etmektedir. kays devesinden inip sohbete iştirak eder, akşama kadar sohbet ederler, ertesi gün tekrar buluşurlar ve bir önceki günden bile daha uzun bir sohbet ederler. daha sonra leyla kays'ın aşkını denemek için başkasıyla konuşmaya başlar. kays bunu görünce baygınlık geçirir, kays'ın bayıldığını gören leyla kays'ın yüzüne su serper ve bir süre sonra kays kendine gelir.

çok geçmeden kays'ın şiirleri vasıtasıyla ikili arasındaki aşkı herkes öğrenir fakat aileleri evlenmelerine izin vermez. bunun üzerine kays depresyona girer, yemeden içmeden kesilir. kays'ın annesi leyla'ya gider ve bu aşkın oğlunun durumuna kötü etki ettiğini, onu yemeksiz ve uykusuz bıraktığını söyler. bunun üzerine leyla kays'ı ziyaret eder ve sabaha kadar dertleşirler. daha sonra mektuplaşmaya başlarlar ve kays leyla'yı ziyaret edeceğine dair söz verir. kays'ın leyla'nın mahallesine gider ama leyla'nın ailesi kays'ı kılıçtan geçirmekle tehdit eder. bunun üzerine kays "leyla'yı görmemektense ölürüm daha iyi!" der. kays'ın bu ısrarı karşısında leyla'nın ailesi başka bir yere göç eder. lays bir gece vakti tekrar layla'nın evine gider, leyla'yı göremeyince yere kapanır ve yüzünü toprağa sürmeye başlar.

kays deli divane vaziyette** mahallede dolanmaya başlar. önceden yakışıklılığı, zarifliği, zekası ve güzel şiirleriyle tanınan kays artık herkesin acıyarak baktığı mecnun haline gelmiştir. eskiden sohbet etmeyi çok seven mecnun artık sadece leyla'nın adının anılması durumunda leyla'nın adını anan kişiyle konuşmaya başlamıştır. onun bu durumuna üzülen biri mecnun'a gidip "seni leyla ile evlendirmemi ister misin?" diye sorar, mecnun "bu mümkün mü?" diye karşılık verir. mecnun'a yardım teklif eden şahıs* bu konuda elinden geleni yapacağının sözünü verir ve mecnun'dan sabırlı olmasını ve üstüne başına çeki düzen vermesini ister. en sonunda leyla'yı istemeye gider fakat leyla'nın ailesi onlara kılıç çeker. mecnun'a yardım teklif eden şahıs* leyla'nın ailesini ikna etmeye çalışır ama başaramaz, geri dönerler.

babası leyla'yı akrabalarından biriyle evlendirmeye karar verir ancak leyla bunu reddeder. leyla da mecnun'un kendisine olan aşkından dolayı başına gelenlere çok üzülür ve hastalanır. daha sonra zengin biri leyla'yı görür ve aşık olur, gider leyla'yı babasından ister, babası leyla'yı verir. gelişmelerden haberdar olan mecnun iyice hastalanır, artık ölmek üzeredir. bunun üzerine mecnun'un annesi ve babası ailenin ileri gelenleriyle beraber leyla'nın babasına giderler, "oğlumuz kahrından aklını kaybedip ölmek üzeredir, senden bu evliliğe* izin vermeni rica ediyoruz" derler. fakat leyla'nın babası izin vermez ve leyla'yı isteyen zengin* ile evlendirir. leyla da bu evliliğe boyun eğer.

bu evlilik sonrası mecnun iyice aklını kaybeder. kendini çöllere vurur, kuşlarla ve vahşi hayvanlarla konuşmaya başlar, nerede olduğunu bilemez. sonra bir gün leyla ile karşılaşır, leyla'yı görünce gözyaşları sel olur, baygın düşüp yere yığılana kadar ağlar. mecnun çöllerde gezerken saçı sakalı birbirine karışır, tırnakları uzar, artık insandan çok vahşi hayvanları andırmaya başlamıştır. ceylanlar artık ondan korkmamaya başlar, mecnun ceylanlarla beraber yaşamakta ve ceylanları leyla'ya benzetmektedir. bir gün mecnun çölde dolaşırken avcıların avına düşen bir ceylan görür, ceylanı kurtarır ve serbest bırakır. korkmuş ceylan kaçıp giderken ceylana "ey leyla'yı andıran güzel, korkma!" diye seslenir.

mecnun bir süre sonra tamamen yemeden içmeden kesilir. mecnun'un ailesinin hizmetçisi mecnun yemesi için çöle bıraktığı yemeklere dokunulmadığını görünce aileye haber verir. mecnun'u aramak için çöllere düşen aile mecnun'u kucağında bir ceylanla ölü olarak bulur.

leyla ile mecnun'un arap edebiyatındaki ilk formu sümer mitolojisindeki inanna ile tammuz/dumuzi hikayesine benzer. mecnun'un leyla'yı görmesi ve aşık olması ilkbaharın başlangıcını simgeler. ilkbahar boyunca leyla ile mecnun aşk yaşarlar. mecnun'un ölümü ise sonbaharı simgeler. aynı innana'nın tammuz öldükten sonra tammuz'u aramak için yeraltına inmesi gibi leyla da mecnun öldükten sonra mecnun'u arar. mecnun'un ölümü aynı zamanda güneşin batışını sembolize eder, kucağında bir ceylanla ölmesi de babil güneş tanrısı marduk'un sembolü olan ceylana bir göndermedir.

leyla ile mecnun arap edebiyatından fars edebiyatına geçerken bu durum değişir, fars edebiyatında önce leyla ölür sonra mecnun ölür. leyla ile mecnun ve inanna ile tammuz hikayeleri arasındaki bağlantı kopar.
devamını gör...

gelmiş geçmiş en iyi oyun müzikleri

afrodit

yunan mitolojisinde aşk ve güzellik tanrıçası. kökeni sümer'deki inanna'ya, akad/babil/asur'daki iştar'a ve fenike'deki astarte'ye dayanır.

aşk tanrıçası olduğu için birçok aşk hikayesi vardır. fakat ben bugün tammuz/dumuzi-inanna/iştar ve adonis-astarte hikayelerinin devamı olan adonis-afrodit hikayesini anlatacağım. ensest bir ilişkinin sonucunda mür ağacına dönüşen myrrha'dan adonis doğmuştur. bebeğin güzelliğinden etkilenen afrodit adonis'i alıp yeraltına götürür ve yetiştirmesi için persephone'ye verir. fakat persephone de adonis'in güzelliğinden etkilenip aşık olur ve adonis'i afrodit'e geri vermek istemez. iki tanrıça adonis için kavga etmeye başlar. kavgaya zeus hakemlik yapar ve adonis'in yılın üçte birini afrodit ile, üçte birini persephone ile, üçte birini ise istediği yerde geçirmesine hükmeder. adonis afrodit'i tercih ederek yılın üçte ikisini afrodit ile birlikte geçirmeye başlar.

fakat bu birliktelik çok da uzun sürmez. adonis bir av sırasında bir yaban domuzunun saldırısına uğrar ve afrodit'in kollarında can verir. yaban domuzunu adonis'in başına hangi tanrının sardığı ile ilgili çeşitli anlatılar vardır. bir anlatıda afrodit'e sinirlenen artemis, başka bir anlatıda afrodit'in adonis'le vakit geçirmesini kıskanan ares, diğer bir anlatıda ise oğlu afrodit'in oğlu erymanthus'u kör etmesinin intikamını almak isteyen apollo yaban domuzunu adonis'in başına bela etmiştir.
devamını gör...

astarte

sümer'deki inanna'nın ve akad/babil/asur'daki iştar'ın fenike'deki karşılığı. astarte anlatıları kıbrıs üzerinden yunanistan'a geçerek yunan mitolojisindeki afrodit'i oluşturmuştur.

lübnan dağlarında bugünkü adıyla ibrahim nehri'nin* o zamanki adıyla adonis nehri'nin aktığı yerde astarte tapınağı vardır. astarte ve adonis ilk defa bu tapınakta karşılaşır ve adonis bu tapınağın bahçesinde ölür. ilkbahar geldiğinde nahr ibrahim kırmızımsı bir renkte akar. mitolojide bu kırmızı rengin sebebi olarak adonis'in ölmesi ve nehrin adonis'in kanıyla birlikte akması gösterilir. adonis bir av sırasında astarte tapınağı'nın bahçesinde bir yaban domuzunun saldırısına uğrar ve ölür. astarte adonis'i kurtarmak için güllerin arasında koşar, güllerin dikenleri astarte'nin ellerini ayaklarını kanatır, astarte'nin kanıyla bütün güller kırmızıya boyanır.
devamını gör...

iştar

sümer aşk, savaş ve bereket tanrıçası inanna'ya akad, babil ve asur döneminde verilen isim. fenike mitolojisindeki astarte ve yunan mitolojisindeki afrodit iştar'ın devamıdır.

her yıl ilkbaharda bitki, güneş ve çoban tanrısı tammuz/dumuzi ile evlenir. bu evlilikle birlikte bütün dünya yeşerir, yeniden canlanır. nevruz törenleri de buradan gelmektedir. nevruz törenleri aslında tammuz/dumuzi ile iştar'ın evlilik törenini sembolize eder. çeyiz, gelin hamamı gibi adetler iştar'dan gelmektedir.
devamını gör...

inanna

sümerlerde aşk, savaş ve bereket tanrıçası. akad, babil ve asur döneminde iştar olarak adlandırılır. fenike mitolojisindeki astarte ve yunan mitolojisindeki afrodit inanna'nın devamıdır.

her yıl ilkbaharda bitki, güneş ve çoban tanrısı tammuz/dumuzi ile evlenir. bu evlilikle birlikte bütün dünya yeşerir, yeniden canlanır. nevruz törenleri de buradan gelmektedir. nevruz törenleri aslında tammuz/dumuzi ile inanna'nın evlilik törenini sembolize eder. çeyiz, gelin hamamı gibi adetler inanna'dan gelmektedir.
devamını gör...

myrrha

kıbrıs kralı cinyras'ın kızı ve afrodit'in sevgilisi adonis'in annesidir.

myrrha babası cinyras'a aşıktır. annesi festivale gittiğinde babasının odasına karanlıkta girerek babasıyla cinsel ilişkiye girer. cinyras cinsel ilişkiye girdiği kişinin kızı olduğunu öğrenince kızını öldürmek için eline kılıcını alır ve kızının peşine düşer. myrrha kaçar, kral kovalar, myrrha tanrılara kendisini babasından kurtarmaları için yalvarır. en sonunda tanrılar myrrha'ya acıyarak myrrha'yı mür ağacına dönüştürür. fakat myrrha babasından hamile kalmıştır. myrrha mür ağacına dönüştükten sonra mür ağacının kabuğu çatlamış ve adonis'i doğurmuştur.
devamını gör...

adonis

mitolojide iki farklı (aslında aynı) adonis vardır. biri fenike mitolojisinde aşk, güzellik ve yeniden doğuş tanrısı adonis. diğeri yunan mitolojisinde aşk ve güzellik tanrıçası afrodit'in sevgilisi olan ölümlü adonis. ikisinin de kökeni sümer mitolojisindeki tammuz/dumuzi'ye dayanır.

önce fenikelilerde aşk, güzellik ve yeniden doğuş tanrısı olan adonis'ten başlayalım. lübnan dağlarında bugünkü adıyla ibrahim nehri'nin* o zamanki adıyla adonis nehri'nin aktığı yerde astarte tapınağı vardır. astarte ve adonis ilk defa bu tapınakta karşılaşır ve adonis bu tapınağın bahçesinde ölür. ilkbahar geldiğinde nahr ibrahim kırmızımsı bir renkte akar. mitolojide bu kırmızı rengin sebebi olarak adonis'in ölmesi ve nehrin adonis'in kanıyla birlikte akması gösterilir. adonis bir av sırasında astarte tapınağı'nın bahçesinde bir yaban domuzunun saldırısına uğrar ve ölür. astarte adonis'i kurtarmak için güllerin arasında koşar, güllerin dikenleri astarte'nin ellerini ayaklarını kanatır, astarte'nin kanıyla bütün güller kırmızıya boyanır.

yunan mitolojisindeki adonis ise ölümlüdür. kıbrıs kralı cinyras ve kızı myrrha'nın ensest ilişkisinden doğmuştur. myrrha babasına aşıktır. annesi festivale gittiğinde babasının odasına karanlıkta girerek babasıyla cinsel ilişkiye girer. cinyras cinsel ilişkiye girdiği kişinin kızı olduğunu öğrenince kızını öldürmek için eline kılıcını alır ve kızının peşine düşer. myrrha kaçar, kral kovalar, myrrha tanrılara kendisini babasından kurtarmaları için yalvarır. en sonunda tanrılar myrrha'ya acıyarak myrrha'yı mür ağacına dönüştürür. fakat myrrha babasından hamile kalmıştı. myrrha mür ağacına dönüştükten sonra mür ağacının kabuğu çatlamış ve içinden adonis çıkmıştır. bebeğin güzelliğinden etkilenen afrodit adonis'i alıp yeraltına götürür ve yetiştirmesi için persephone'ye verir. fakat persephone de adonis'in güzelliğinden etkilenip aşık olur ve adonis'i afrodit'e geri vermek istemez. iki tanrıça adonis için kavga etmeye başlar. kavgaya zeus hakemlik yapar ve adonis'in yılın üçte birini afrodit ile, üçte birini persephone ile, üçte birini ise istediği yerde geçirmesine hükmeder. adonis afrodit'i tercih ederek yılın üçte ikisini afrodit ile birlikte geçirmeye başlar.

yunan mitolojisindeki adonis'in ölümü de aynı fenike mitolojisindeki adonis'in ölümü gibi olur. adonis bir av sırasında bir yaban domuzunun saldırısına uğrar ve afrodit'in kollarında can verir. yaban domuzunu adonis'in başına hangi tanrının sardığı ile ilgili çeşitli anlatılar vardır. bir anlatıda afrodit'e sinirlenen artemis, başka bir anlatıda afrodit'in adonis'le vakit geçirmesini kıskanan ares, diğer bir anlatıda ise oğlu afrodit'in oğlu erymanthus'u kör etmesinin intikamını almak isteyen apollo yaban domuzunu adonis'in başına bela etmiştir.
devamını gör...

dumuzi

sümerlerde bitki, güneş ve çoban tanrısı. tammuz olarak da bilinir. domuz kelimesi kendisinden gelmektedir. fenike ve yunan mitolojisindeki adonis dumuzi'nin devamıdır.

tammuz/dumuzi her yıl ilkbaharda yeryüzüne çıkar, sonbaharda yeraltına iner. her yıl yeryüzüne çıktığında aşk, savaş ve bereket tanrıçası inanna/iştar ile evlenir. ilkbaharda inanna ile evlenmesiyle bütün dünya yeşerir, yeniden canlanır. nevruz törenleri de buradan gelmektedir. nevruz törenleri aslında dumuzi ve inanna'nın evlilik törenini sembolize eder. sümer kralları da dumuzi'yi temsilen toprağı zenginleştirmek, bereketi fazlalaştırmak için inanna'yı temsil eden baş rahibe ile evlenir. ziggurat'ın en üst katında bu kutsal evlilik kutlanır.
devamını gör...

tammuz

sümerlerde bitki, güneş ve çoban tanrısı. dumuzi olarak da bilinir. temmuz ayının ismi kendisinden gelmektedir. fenike ve yunan mitolojisindeki adonis tammuz'un devamıdır.

tammuz/dumuzi her yıl ilkbaharda yeryüzüne çıkar, sonbaharda yeraltına iner. her yıl yeryüzüne çıktığında aşk, savaş ve bereket tanrıçası inanna/iştar ile evlenir. ilkbaharda inanna ile evlenmesiyle bütün dünya yeşerir, yeniden canlanır. nevruz törenleri de buradan gelmektedir. nevruz törenleri aslında tammuz ve inanna'nın evlilik törenini sembolize eder. sümer kralları da tammuz'u temsilen toprağı zenginleştirmek, bereketi fazlalaştırmak için inanna'yı temsil eden baş rahibe ile evlenir. ziggurat'ın en üst katında bu kutsal evlilik kutlanır.
devamını gör...

mike portnoy

2010'da ayrıldığı dream theater'a 13 yıllık bir aradan sonra geri dönmüş efsane davulcu.

ayrılık sonrası dream theater mike portnoy'un yerini mike mangini ile doldurmaya çalışmıştı. ama benim görüşüme göre mangini asla portnoy'un yerini dolduramadı. mangini'nin hızı ve tekniği mükemmele yakın olsa da portnoy'un ruhu ve enerjisi bambaşkaydı. mangini'nin ise mustafa sandal'ın dediği gibi "maalesef ruhu yok, onun için hiç mi hiç şansı yok"tu portnoy'un yerini doldurmak için. nitekim mangini ile dream theater eski sound'undan uzaklaştı. umarım portnoy'un dönüşüyle dream theater eski zamanlarına dönebilir.
devamını gör...

killing in the name

ilginç bir kampanyaya konu olan şarkı.

aralık 2009'un başlarında, ingiliz dj jon morter ve eşi tracy, facebook'ta bir grup kurdular. grup son dört senedir x factor şampiyonlarının birleşik krallık'ta noel'in bir numarası olmasına tepki olarak kurulmuştu ve bu durumun 2009 noeli'nde de tekrar etmesini engellemek için bir kampanya başlatmışlardı. kampanyaya göre 2009 noeli'nde bir numara rage against the machine'in killing in the name şarkısı olacaktı.

x factor'ün prodüktörü simon cowell kampanyayı "aptalca" olarak nitelendirmesinin ardından kampanya daha fazla ilgi gördü ve birleşik krallık'taki çeşitli haber kanallarında, radyo istasyonlarında ve web sitelerinde adından söz ettirdi. ratm kampanyaya desteğini açıkladı. tom morello, noel'de bir numaraya ulaşmanın "harika bir anarşi dozu" olacağını ve elde edilen gelirlerin bağışlanacağını söyledi. kampanyayı dave grohl, muse, them crooked vultures, liam howlett ve the prodigy gibi çok sayıda müzisyen destekledi.

ratm, noel öncesi ingiltere'ye gelerek 17 aralık 2009'da bbc radio 5'te şarkıyı canlı performansla söyleyecekti. bbc sunucuları ratm'den şarkıdaki küfürleri sansürlemelerini istedi. başta ratm bu isteğe boyun eğmiş gibi yaptı. normalde "f**k you, i won't do what you tell me" şeklinde söyledikleri satırları "f**k you" kısımlarında duraklayarak sadece "i won't do what you tell me" şeklinde söyledi. fakat performanslarının doruğa ulaştığı sırada solist zack de la rocha, "f**k you, i won't do what you tell me" diye haykırmaya başladı.

bbc radio 5 canlı performans

bbc çalışanları "f**k you" kısımlarında sesi kısmaya çalıştı, bu çabaları fayda etmeyince sunucu shelagh fogarty'nin "get rid of it" sözüyle ratm'nin sesi yayından alındı. fogarty "we were expecting it, we asked them not to do it, and they did it anyway..."* diyerek sitem etti.

8.32'de gelen "f**k you" ve bbc'nin ses kısma çabaları

kampanya başarıya ulaştı. 20 aralık 2009'da bbc radio 1, şarkının bir numaraya ulaştığını, 500.000'den fazla kopya sattığını ve birleşik krallık'ta noel'in bir numarası olduğunu açıkladı. elde edilen gelir çeşitli vakıflara bağışlandı.
devamını gör...

son soru

isaac asimov'un 1956 yılında yayımladığı, yapay zeka ve tanrı kavramına yeni bir bakış açısı getiren kısa öykü. daha bilgisayarların bile doğru düzgün gelişmediği yıllarda yapay zekadan bahseden çağının ötesinde bir şaheser.


son soru ilk kez 21 mayıs 2061'de insanlık ışığa henüz yeni adım attığında soruldu. sorulma nedeni beş dolarlık bir bahisti. şöyle oldu:

alexander adell ve bertram lupov, multivac'ın iki sadık teknisyeniydi. dev bilgisayarın soğuk, tıkırdayan, ışıkları yanıp sönen yüzünün arkasında ne olduğunu bir insan ne kadar bilebilirse, onlar da o kadarını biliyorlardı. hiç olmazsa artık tek bir insanın bütününü asla bilemediği devrelerin ve aktarıcıların genel planı hakkında birazcık bilgileri vardı.

multivac gereken ayarlama ve düzeltmeleri kendi kendine yapıyordu. böyle de olması gerekiyordu çünkü insan eli ile bu işlemlerin yeterince süratle ve doğrulukla yapılması mümkün değildi. bu yüzden adell ve lupov bu dev üzerinde ancak yüzeysel ve çok kısıtlı çalışmalar yapabiliyorlardı. verileri ona yüklüyorlar, sorularda gereken değişiklikleri yapıyor ve çıkan yanıtları tercüme ediyorlardı. onlar ve onlar gibi olanlar multivac'ın zaferinden pay çıkarma hakkına kesinlikle sahiptiler.

onlarca yıldır multivac insanın ay'a, mars'a ve venüs'e gitmesini sağlayan gemileri dizayn etmişti. bunların ötesine gitmeye yeryüzünün fakir düşmüş kaynakları elvermiyordu. uzun yolculuklar için çok fazla enerji gerekiyordu. insan yeryüzündeki kömür ve uranyumu gittikçe artan bir ustalıkla kullanmıştı ama artık her şey tükenmek üzereydi.
fakat multivac yavaş yavaş daha derin ve daha kapsamlı sorunları çözümleyebilecek kadar bilgilendi ve 14 mayıs 2061'de o ana kadar teori olan gerçek oldu.

güneş'in enerjisi depolandı, dönüştürüldü ve tüm gezegende doğrudan kullanılmaya başlandı. bütün dünya bitmek üzere olan kömürü yakan, uranyum fizyonunu gerçekleştiren düğmeleri kapatıp ay ile dünyaya eşit uzaklıkta yeryüzünün çevresinde dönen bir mil çapında küçük bir istasyona bağlandı. artık tüm yeryüzü güneş enerjisinin görünmez ışınları ile çalışıyordu.

bu müthiş zaferin kutlamaları yedi gündür sürüyordu ve henüz sona erecek gibi de görünmüyordu. adell ve lupov en sonunda kalabalıktan kaçıp onları kimsenin aramayı akıl edemeyeceği bir yere saklanmışlardı. bu yer multivac'ın muazzam bedeninin bir kısmının görüldüğü yeraltı bölmelerdi. bir tatili kesinlikle hak eden multivac da başında kimse olmadan tembel tıkırtılarla verileri düzene sokuyordu. teknisyenler bu duruma saygı duydular ve onu rahatsız etmeyi -başlangıçta- akıllarına getirmediler. yanlarında bir şişe getirmişlerdi ve bütün istedikleri içkinin eşliğinde birlikte rahatlamaktı.

"düşünecek olursan ne kadar şaşırtıcı bir şey" dedi adell.

geniş yüzünde yorgunluk çizgileri vardı. cam bir kamışla yavaş yavaş içkisini karıştırarak bardağın içindeki buz parçalarının hareketini seyrediyordu.

"sonsuza kadar kullanabileceğimiz bedava enerjiye sahibiz. örneğin onu yer küreyi eritip kocaman bir katışık demir damlasına dönüştürmekte kullansak, harcanan kısmı devede kulak bile olmaz. artık sonsuza kadar ihtiyacımız olan enerjiden çok daha fazlasına sahibiz."

lupov başını yana eğdi. birisi ile zıtlaşmak istediğinde böyle yapardı. şimdi de zıtlaşmak istiyordu, kısmen de içki şişesini, buzları ve bardakları o taşımak zorunda kaldığı için. "sonsuza kadar değil" dedi.

"haydi canım, hemen hemen sonsuza kadar. güneş bitinceye kadar, bert."

"bu sonsuza kadar demek değil."

"pekala öyleyse. milyarlarca yıl. on milyar belki. tatmin oldun mu?"

lupov parmaklarını seyrekleşmiş olan saçlarının arasından geçirdi ve içkisinden küçük bir yudum aldı.

"on milyar yıla sonsuzluk denmez."

"sonuçta insanlar yaşadıkça onlara yetecek değil mi?"

"uranyum ve kömür de yeterdi."

"tamam ama her bir uzay gemisini solar istasyona bağlayabiliriz ve gemiler yakıt kaygısı olmadan plüton'a milyon kez gidip gelebilirler örneğin. ne uranyum ne de başka bir kaynakla bunu yapamazsın. bana inanmıyorsan, multivac'a sor."

"sormama gerek yok, biliyorum."

"o zaman multivac'ın bizim için yaptıklarını küçümsemeyi bırak" dedi adell. öfkelenmişti. "müthiş bir iş başardı."

"başarmadı diyen yok ki. ben yalnızca güneş sonsuza kadar yetmez diyorum. bütün söylediğim bu. on milyar yıl güvendeyiz, tamam, peki sonra?"

lupov hafifçe titreyen parmağını ona doğru salladı. "sakın başka bir güneşe geçeriz deme."

bir süre sessizlik oldu. adell aralıklarla içkisini yudumladı ve lupov'un gözleri kapandı. gevşediler.

sonra lupov aniden gözlerini açtı. "bizim güneşimiz bittiğinde bir başka güneşe geçeceğimizi düşünüyorsun değil mi?"

"hiçbir şey düşünmüyorum."

"düşünüyorsun. sende mantık zafiyeti var. senin sorunun bu. aniden sağanağa yakalanan ve ormana koşup bir ağacın altına sığınan bir adam gibisin. islanmaktan korkmazsın çünkü o ağaç olmazsa daha sık yapraklı başka bir ağacın altına sığınabileceğini düşünürsün."

"anladım" dedi adell, "bağırma. güneş'in sonu geldiğinde öteki yıldızların da sonu gelmiş olacak."

"tabii gelmiş olacak" diye mırıldandı lupov. "hepsi orijinal kozmik patlama ile oluştu. o her neyse ve bütün yıldızların zamanı bittiğinde onunki de bitecek. bazıları diğerlerinden daha çabuk tükenir. en büyükleri yüz milyon yıl bile yaşamaz. güneş on milyar yıl yaşayacak, cüceler belki iki yüz milyar yıl, en fazla. ama bir trilyon yıl sonra her şey karanlık olacak. entropi mutlaka maksimuma ulaşır, o kadar."

"entropinin ne olduğunu biliyorum" dedi adell gururunun incindiğini belli ederek.

"bok biliyorsun!"

"en azından senin kadar biliyorum."

"öyleyse her şeyin bir gün tükenmek zorunda olduğunu da biliyorsun."

"aman tamam, tamam. bitmez diyen oldu mu?"

"sen dedin. 'sonsuza kadar ihtiyacımız olan tüm enerjiye sahibiz' dedin. 'sonsuza kadar' dedin."

zıtlaşma sırası adell'e gelmişti. "belki bir gün yeni bir yol buluruz" dedi.

"asla."

"neden olmasın? bir gün."

"asla."

"multivac'a sor."

"multivac'a sen sor. haydi bakalım. beş dolara bahse giriyorum, olmaz."

adell bunu deneyecek kadar sarhoş, soruyu gerekli sembollerle soracak ve işlemleri yapacak kadar ayıktı. soru yaklaşık olarak şöyleydi: insanlık bir gün güneş yaşlanıp öldüğünde net enerji kaybı olmaksızın onu yeniden genç haline döndürebilecek mi?

ya da daha basitleştirip şöyle diyebiliriz: evrendeki net entropi miktarı çok büyük ölçüde nasıl azaltılabilir?

işıkların yanıp sönmesi yavaşladı, uzaktan gelen bağlantı devrelerinin tıkırtıları durdu. multivac öldü.

sonra, ödü kopmuş teknisyenlerin artık nefeslerini daha fazla tutamayacakları anda birden canlandı, yazıcısı çalışmaya başladı. çıkan kağıtta şu kelimeler yazılıydı:

"anlamlı bir yanıt için yeterli veri mevcut değil."

sabah olduğunda akşamdan kalma iki arkadaşın kafaları ağrıdan çatlıyordu. bir gece önceki olayı tümüyle unuttular.

*****

jerrodd, jerrodine ve jerrodette i ve ii vizi-ekrandaki yıldızların görüntüsüne bakıyordu. gemi zamanın olmadığı dış-uzaydan geçişini tamamladı. yıldız yağmurunun tam ortasında aniden bir parlak mermer disk belirdi.

jerrodd kendinden emin, "bu x-23" dedi. heyecandan sımsıkı arkasında birleştirdiği küçük ellerinin eklemleri bembeyaz olmuştu.

küçük jerodettelerin (ikisi de kız) dış-uzay geçidinden ilk geçişleriydi. bir anlık içeride/dışarıda olma duygusu onları etkilemişti. kıkırdayarak annelerine koştular. "x-23'e geldik! x-23'e geldik! x..."

"susun çocuklar" dedi jerrodine sertçe. "emin misin jerrodd?"

jerrodd "emin olmayacak ne var?" diye sordu tavanın biraz aşağısındaki şekilsiz metal çıkıntısına bakarak. çıkıntı oda boyunca uzanıyor, her iki duvarın içinde kayboluyordu. uzunluğu geminin uzunluğu kadardı.

jerrodd'un bu kalın metal kablo hakkında bütün bildiği isminin microvac olduğu ve bir soru sorulduğunda yanıt verdiğiydi. canınız soru sormak istemediği zamanlarda da yaptığı görevler vardı; gemiyi önceden belirlenen yere ulaştırmak, çeşitli galaktik enerji istasyonlarından beslenmek, dış-uzay sıçramaları için gerekli hesapları yapmak gibi.

jerodd ve ailesine gemideki rahat dairelerinde beklemekten başka yapacak bir şey kalmıyordu.

bir zamanlar birisi jerodd'a microvac'ın sonundaki ac'nin ingilizcede 'analog computer' anlamına geldiğini söylemişti ama bunu bile pek aklında tutamıyordu.

jeroddine'nin vizi-ekrana bakan gözleri yaşlıydı. "elimde değil. dünyadan ayrılmak bana zor geliyor."

"neden zor olsun canım?" dedi jerodd. "orada hiçbir şeyimiz yoktu. x-23'te her şeyimiz olacak. yalnız olmayacaksın. öncü göçmen olmayacaksın. gezegende şimdiden bir milyonun üzerinde insan bulunuyor. düşünsene, torunlarımızın torunlarının zamanında x-23 o kadar kalabalık olacak ki, yeni dünyalar arayacaklar." bir süre düşüncelere daldı sonra, "iyi ki bilgisayarlar uzayda yolculuk yapmayı mümkün kıldılar. insan ırkı o kadar hızlı çoğalıyor ki."

jeroddine çok mutsuz, "biliyorum, biliyorum" dedi.

jeroddette i atıldı, “bizim microvac'ımız dünyanın en iyi microvac'ı.”

jerrodd onun saçlarını okşayarak, "ben de öyle düşünüyorum" dedi. insanın kendi microvac'ı olması çok hoş bir şeydi. jerrodd daha erken doğmamış olduğu için memnundu. babasının gençliğindeki bilgisayarlar inanılmaz büyüklükteydiler. her gezegende yalnız bir tane bulunurdu. gezegen ac'si denirdi onlara. teknolojinin gelişmesi sayesinde transistörlerin yerini moleküler vanalar almıştı. böylece artık en büyük ac bile bir uzay gemisinin yarısı kadardı.

kendi özel microvac'ının güneş'i ilk zapt eden o eski ve ilkel multivac'a kıyasla ne kadar gelişmiş olduğunu düşündü ve keyiflendi. jerrodd'un bilgisayarı dış-uzay sorununu ilk çözen ve böylece yıldızlara yolculuğu mümkün kılan dünya'nın gezegen ac'sinden bile çok üstündü.

kendi düşüncelerine dalan jerroddine içini çekti, "ne kadar çok yıldız, ne kadar çok gezegen var. bana kalırsa aileler bizim şimdi yaptığımız gibi yeni yeni gezegenlere gitmeyi sürdürecek, sonsuza kadar."

"sonsuza kadar değil" dedi jerrodd gülümseyerek. "bir gün bu duracak ama daha milyarlarca yıl sürer. yıldızların bile sonu gelir biliyorsun. entropi durmadan artar."

jerroddette ii incecik sesiyle, "entropi nedir baba?" diye sordu.

"entropi, tatlım, evrenin ne miktarda bittiğini anlatan bir sözcüktür. her şey biter, senin küçük yürüyen-konuşan robotun gibi."

"peki, sen evrene yeni bir güç ünitesi takamaz mısın, robotuma yaptığın gibi?"

"yıldızların kendileri güç üniteleridir canım. onlar bir kere bitti mi, yenisi yoktur."

jerrodett i avaz avaz ağlamaya başladı. "buna izin verme baba. yıldızların bitmesine izin verme!"

jerroddine kızmıştı, "beğendin mi yaptığını?" diye fısıldadı.

jerrodd da fısıltıyla, "korkacağını nereden bilebilirdim?" dedi.

jerrodette i, "microvac'a sor" dedi. "yıldızları yeniden nasıl çalıştıracağını ona sor."

"haydi, sor" dedi jerrodine, "o zaman susarlar." (jerrodette ii de ağlamaya başlamıştı.)

jerrodd çaresizce omuzlarım silkti. "tamam, güzellerim, tamam. microvac'a soracağım. o bize söyler. üzülmeyin."

microvac'a sordu. "yanıtı print et" emrini de ekledi.

jerrodd çıkan selofilm şeridini eline aldı ve neşeli bir tavırla, "gördünüz mü, microvac zamanı gelince her şeyi halledeceğini, merak etmemenizi söylüyor" dedi.

jerrodine, "ve şimdi yatma vakti çocuklar" dedi, "yeni evimize varmamıza çok az kaldı."

jerrodd selofilmi yok etmeden önce üzerindeki yazıyı dikkatle okudu:

"anlamlı bir yanıt için yeterli veri mevcut değil."

omuzlarını silkti ve vizi-ekrana baktı. x-23'e çok yaklaşmışlardı.

*****

lameth'li vj-23x galaksinin üç boyutlu, küçük ölçüt haritasına bakarak, "acaba bu konuda bu denli kaygılanmakta haklı mıyız?" dedi.

nicron'lu mq-17j başını hayır anlamında salladı. "hiç sanmıyorum. şu andaki çoğalma hızımızla beş yıl içinde tüm galaksi dolmuş olacak, biliyorsun."

ikisi de yirmili yaşların başlarındaymış gibi görünüyordular. ikisi de uzun boylu ve kusursuz görünümlüydüler.

"yine de" dedi vj-23x, "galaksi konseyi'ne karamsar bir rapor verip vermeme konusunda kararsızım. onları huzursuz etmek istemiyorum."

"başka türlü bir rapor vermemiz olası değil diye düşünüyorum. bırak biraz huzursuz olsunlar. onları huzursuz etmeye mecburuz."

vj-23x içini çekti. "uzay sonsuzdur, elimizin altında yüz milyar galaksi var. hatta daha bile fazla."

"yüz milyar sonsuz demek değildir! gittikçe de daha az sonsuz oluyor! düşünsene! yirmi bin yıl önce insanlık yıldızların enerjisini kullanmaya başladı. birkaç yüzyıl sonra da gezegenler arası yolculuk yapmak mümkün oldu. insanlığın küçücük bir gezegeni doldurması bir milyon yıl aldı. galaksinin geri kalanını doldurması ise yalnızca on beş bin yıl! şimdi nüfus her on yılda bir ikiye katlanıyor..."

vj-23x onun sözünü kesti. "bunun nedeni artık ölümsüz olmamız tabii."

"tamam, pekala. onu da hesaba katmamız gerekiyor ama ölümsüzlüğün tatsız bir yanı da var. galaktik ac pek çok sorunumuza çözüm buldu ama yaşlanmayı ve ölümü ortadan kaldırmakla daha önceki tüm çözümlerini geçersiz kıldı."

"yaşamdan vazgeçmek istemezdin değil mi?"

"tabii istemezdim!" dedi mq-17j sertçe. sonra hemen yumuşadı, "henüz değil. daha çok gencim. sen kaç yaşındasın?"

"iki yüz yirmi üç. sen?"

"ben henüz iki yüz olmadım. neyse konuya dönelim. nüfus her on yılda bir iki misli oluyor. galaksimiz dolduğunda bir başka galaksiyi on yıl içinde dolduracağız. bir on yıl sonra iki tanesini daha, sonraki on yılda dört tanesini. yüz yıl sonra binlerce galaksiyi doldurmuş olacağız. bin yıl sonra bir milyon galaksiyi. on bin yılda bilinen evrenin tümünü sonra ne olacak?"

vj-23x, "bir de nakliye sorunu var. bir galaksi dolusu insanı başka bir galaksiye taşımak için kaç güneş birimi güç gerekir acaba?" dedi.

"çok iyi düşündün. daha şimdiden insanlık yıl başına iki güneş birimi güç tüketiyor."

"çoğu da ziyan oluyor. yalnız bizim galaksimiz yılda binlerce güneş birimi güç üretiyor ve biz yalnızca iki tanesini kullanıyoruz."

"haklısın ama yüzde yüz randımanla kullansak bile sonu ertelemekten başka bir şey yapmış olmayız. enerji gereksinimimiz geometrik dizi ile nüfusumuzdan bile hızlı artıyor. daha galaksileri bitirmeden enerjiyi tüketmiş olacağız. çok haklısın. gerçekten çok haklısın."

"uzay gazlarından yeni yıldızlar yapmak zorunda kalacağız."

"ya da har vurup harman savurduğumuz ısımızı kullanarak yaparız bunu" dedi mq-17j, acı acı alay ederek.

"entropiyi tersine çevirmenin bir yolu olmalı. galaktik ac'ye soralım."

vj-23x bunu söylerken pek ciddi değildi ama mq-17j cebinden ac bağlantı aletini çıkardı ve masanın üzerine koydu.

"evet, benim de biraz buna aklım yattı" dedi. "çünkü bu insanlığın eninde sonunda karşılaşacağı bir sorun."

küçük ac bağlantısına düşünceli gözlerle baktı. küçücük bir kutuydu bu. içinde de hiçbir şey yoktu ama dış-uzay kanalı ile tüm insanlığa hizmet veren büyük galaktik ac'ye bağlıydı. dış-uzay düşünülürse galaktik ac'nin bütünleyici bir parçasıydı.

mq-17j ölümsüz yaşamında bir gün gelip galaktik ac'yi gözleri ile görüp göremeyeceğini düşünüyordu. ac kendi küçük gezegenindeydi. eski ilkel moleküler vanaların yerini güç-ışınlarının maddeyi tutan örümcek ağları almıştı. eterik ötesi çalışmasına karşın galaktik ac'nin binlerce metre uzunluğunda olduğu biliniyordu.

mq-17j birden ac bağlantısına sordu, "entropinin tersine çevrilmesi mümkün mü?" vj-23x şaşırmıştı.

"şey, bunu sormanı gerçekten istememiştim" dedi.

"neden olmasın?"

"geriye döndürülemeyeceğini ikimiz de biliyoruz. külleri ve dumanı yeniden bir ağaca dönüştüremezsin."

mq-17j, "senin gezegeninde ağaç var mı?" diye sordu.

galaktik ac'nin sesi konuşmalarını kesti. masanın üstündeki küçük ac bağlantısından gelen sesi ince ve çok güzeldi. şöyle dedi:

"anlamlı bir yanıt için yeterli veri mevcut değil."

vj23x, "gördün mü!" dedi.

iki adam bunun üzerine galaktik konsey'e sunacakları rapora döndüler.

*****

birinci zee yeni galaksiyi ve içindeki sayısız yıldızları zihinsel olarak, pek ilgi duymadan taradı. hiçbir yıldızı gözleri ile görmemişti. acaba görebileceği bir an gelecek miydi? o kadar çok yıldız var ki! hepsi de insanlarla yüklü. ama artık bu yük neredeyse ölümcül bir ağırlık haline gelmişti. insanların çoğunluğu artık burada, uzay boşluğunda yaşıyordu.

ama zihinleri, bedenleri değil! insan bedenleri çağlardır -gezegenlerde uykudaydı. arada bir bazı aktiviteler için canlandıkları oluyordu ama bu gittikçe seyrekleşiyordu. pek az yeni birey hayata geliyor inanılmaz büyüklükteki kalabalığa katılıyordu ama insanlık bunu sorun etmiyordu. evrende yeni insanlar için artık yer yoktu.

birinci zee zihnine başka bir zihnin ipek dokunuşu ile düşüncelerinden sıyrıldı.

"ben birinci zee" dedi, "sen?"

"ben dee sub wun. galaksin?"

"biz ona yalnızca galaksimiz diyoruz. seninki?"

"biz de bizimkine öyle diyoruz. bütün insanlar galaksiye yalnızca galaksimiz der. neden olmasın?"

"doğru. zaten bütün galaksiler birbirinin aynı."

"hepsi değil. insanların ilk ortaya çıktığı bir galaksi olmalı. bu onu farklı yapar."

birinci zee, "hangisi bu?" diye sordu.

"bilemiyorum. evrensel ac bilir."

"soralım mı ona? birden merak ettim."

birinci zee'nin algılamaları o kadar genişledi ki galaksiler büzülüp küçüldüler ve çok daha büyük bir arka planın üstüne serpildiler. zihinleri özgürce uzayda dolaşan ölümsüzlerle yüklü yüzlerce milyar galaksi. içlerinden bir tanesi, çok eski ve belirsiz bir zamanda içinde insan olan tek galaksiydi.

birinci zee o galaksiyi görmeyi çok merak etti ve seslendi: "evrensel ac! insanlık ilk hangi galakside var oldu?"

evrensel ac soruyu duydu, uzaydaki her şeyi duyardı. alıcıları hep hazır durumdaydı ve her alıcısı dış-uzayın bilinmeyen bir yerinde her şeyden çok uzakta olan evrensel ac'ye her şeyi bildirirdi.

birinci zee, düşünceleri evrensel ac'yi algılayabilecek mesafeye yaklaşabilmiş yalnızca tek bir insan tanımıştı. o da altmış santim çapında parlak bir küreyi şöyle böyle görür gibi olmuş.

birinci zee ona "ama evrensel ac o kadarcık bir şey olabilir mi?" diye sormuştu.

"büyük bölümü dış-uzayda" yanıtını almıştı. "biçimi nasıldır bilemiyorum."

bunu kimse bilmiyordu çünkü evrensel ac'ye insan elinin katkısı olmayalı çok uzun bir süre geçmişti. her evrensel ac kendinden sonrakini kendisi dizayn ediyor ve yapıyordu. her biri milyonlarca yıllık ömrü boyunca kendinden daha üstünü yapmasını sağlayacak verileri topluyordu. kendi data birikimi ondan sonra gelenin datasının altında depolanıyordu.

evrensel ac birinci zee'nin düşüncelerini böldü. sözcüklerle değil, rehberlik ederek. birinci zee'nin zihni bulanık galaksiler okyanusuna götürüldü. galaksilerin bir tanesi büyütüldü ve yıldızları seçildi.

sonsuz bir mesafeden sonsuz netlikte bir düşünce geldi:

"insanlığın ilk galaksisi budur."

diğer galaksilerden farklı bir özelliği yoktu, birinci zee hayal kırıklığına uğramıştı.

oraya kadar ona eşlik etmiş olan dee sub wun'un zihni birden sordu, "ve bu yıldızlardan biri insanlığın ilk gezegeni, öyle mi?"

evrensel ac, "insanlığın ilk yıldızı nova oldu. o artık bir beyaz cüce" dedi.

birinci zee şaşırmıştı, düşünmeden sordu, "üzerindeki insanlar öldüler mi?"

evrensel ac yanıt verdi: "böyle durumlarda olduğu gibi fiziksel bedenleri için önceden yeni bir dünya inşa edildi."

"ah, tabii" dedi birinci zee ama nedense bir yitirmişlik hissi duydu. zihninde insanlığın ilk galaksisini salıverdi. galaksi bulanık mavi noktaların arasında kayboldu. onu bir daha asla görmek istemiyordu.

dee sub wun, "ne oldu sana?" dedi.

"yıldızlar ölüyor. ilk yıldız öldü."

"hepsi ölür. ne olmuş?"

"ama tüm enerji bittiğinde bedenlerimiz de ölecek, onlarla birlikte biz de."

"buna daha milyarlarca yıl var."

"milyarlarca yıl sonra bile olsa ben bunun gerçekleşmesini istemiyorum. evrensel ac! yıldızların ölmesi nasıl önlenebilir?"

dee sub wun güldü, "entropinin yönünün nasıl geri çevrilebileceğini soruyorsun."

ve evrensel ac yanıt verdi: "anlamlı bir yanıt için henüz yeterli veri mevcut değil."

birinci zee'nin zihni kendi galaksisine uçtu. dee sub wun'u bir daha düşünmedi. onun bedeni bir trilyon ışık yılı uzaktaki bir galakside de olabilirdi, birinci zee'nin galaksisine komşu bir galakside de. önemi yoktu.

birinci zee canı sıkkın bir halde kendine küçük bir yıldız yapmak üzere gezegenler arası boşluktan hidrojen toplamaya başladı. yıldızlar bir gün ölecekler ama hiç olmazsa yeni birkaç tane yapılabiliyor.

*****

insan kendisi ile birlikte düşündü çünkü insan zihinsel açıdan tek bir insandı. trilyonlarca ve trilyonlarca yaşı olmayan bedenden oluşmuştu. bedenler sessiz ve kandırılamaz yatıyorlardı. her birine mükemmel ve kandırılamaz makineler bakıyordu. zihinler ise özgürce birbirlerinin içinde erimiş, farklılıkları kalmamıştı.

insan, "evren ölüyor" dedi.

sönmekte olan galaksilere baktı. müsrif dev yıldızlar çoktan, hatırlanamayacak kadar eski geçmişin en hatırlanamaz bölümünde sönüp yok olmuşlardı.

yıldızlar arasındaki tozlardan yeni yıldızlar inşa edilmişti. bazıları doğal yollardan oluşmuştu, bazılarını insan kendisi yapmıştı ve bunlar da tükeniyordu. beyaz cüceler muazzam güçler kullanılarak bir araya getirilebilir ve yeni yıldızlar yapılabilirdi ama bir beyaz cüceden tek bir yıldız çıkıyordu ve onlar da bitmek üzereydi.

insan, "kozmik ac'nin dikkatli kullanımı ile evrenin kalan enerjisi daha milyarlarca yıl yetecek" dedi.

"yine de" dedi insan, "sonunda o da tükenecek. ne kadar idareli kullanılırsa kullanılsın, enerji bir kere kullanıldı mı yok olur ve bir daha yerine konamaz. entropi sonsuza kadar maksimuma yükselir."

insan sordu, "entropi geri çevrilebilir mi? kozmik ac'ye soralım."

kozmik ac ile sarılmışlardı ama uzayın içinde değil. kozmik ac'nin en küçük bir parçası bile uzayın içinde değildi. dış-uzaydaydı ve ne madde ne de enerji olan bir şeyden yapılmıştı. boyutları ve yapısı insanın anlayabileceği terimlerle ifade edilebilenin çok ötesindeydi.

"kozmik ac" dedi insan, "entropi nasıl tersine çevrilebilir?"

kozmik ac yanıt verdi:

"anlamlı bir yanıt için henüz yeterli veri mevcut değil."

insan, "ek veri topla" dedi.

kozmik ac, "toplayacağım. yüzlerce milyar yıldır topluyorum. benden öncekilere bu soru çok kereler soruldu. tüm veriler yetersiz kalıyor." dedi.

insan sordu, "verilerin yeterli olacağı bir zaman gelecek mi, yoksa sorun olası tüm koşullarda çözümsüz mü?"

kozmik ac yanıt verdi: "olası tüm koşullarda çözümsüz olan soru yoktur."

insan, "soruyu yanıtlamak için yeterli verileri ne zaman elde edeceksin?" dedi.

kozmik ac yanıtladı: "anlamlı bir yanıt için henüz yeterli veri mevcut değil."

insan, "üzerinde çalışmayı sürdürmeye devam edecek misin?" diye sordu.

kozmik ac yanıt verdi: "edeceğim."

insan, "bekliyoruz" dedi.

*****

yıldızlar ve galaksiler ölüp söndüler. on trilyon yıl kullanıldıktan sonra uzaydaki her şey karanlığa büründü.

insan birer birer ac'nin içinde eridiler. fiziksel bedenler zihinsel bireyselliğini kaybetti ama bu bir kayıp değil kazanç oldu.

insan'ın son zihni ac'ye katılmadan önce bir an durdu. içinde son bir karanlık yıldızın tortusundan başka bir şey görülmeyen uzaya baktı. bir de inanılamayacak kadar ince bir madde vardı. niteliği belirsiz ısının kesin sıfıra doğru tükenişinin etkisi ile rastgele hareket ediyordu.

insan, "ac, bu son mu?" dedi. "bu kaos yeniden evrene dönüştürülebilir mi? yapılabilir mi bu?"

ac yanıt verdi: "anlamlı bir yanıt için henüz yeterli veri mevcut değil."

insan'ın son zihni de ac'nin içinde eridi ve var olan yalnız ac kaldı.

*****

madde ve enerjinin yok oluşu ile birlikte zaman ve mekan da yok oldu. ac bile yalnız son bir soruyu yanıtlamak amacı ile var olmayı sürdürüyordu. o soru ilk kez on trilyon yıl önce yarı sarhoş bir bilgisayar teknisyeni tarafından sorulmuştu. şimdi -artık şimdi varsa- ac o bilgisayara insan'ın o zamanki insana benzediğinden bile daha az benziyordu.

diğer tüm sorular yanıtlanmıştı ama bu son soru yanıtlanmadan ac bilincini salıveremezdi.

toplanabilecek tüm veriler toplandı, bitti. artık daha fazlası toplanamazdı.

geriye bir tek toplanan tüm verilerin arasındaki ilişkilerin belirlenmesi ve olası tüm kombinasyonların oluşturulması işi kalmıştı.

bunu yapmaya zamanla ölçülemeyen bir zaman harcandı.

ac entropinin yönünün nasıl tersine çevrileceğini buldu.

ama bu son sorunun yanıtının bildirileceği kimse yoktu. zararı yok. -uygulamalı olarak verilecek olan- yanıt bunu da halledecekti.

zamanla ölçülemeyen bir süre boyunca ac bunu en mükemmel biçimde nasıl gerçekleştireceği üzerinde düşündü. programı özenle organize etti.

ac'nin bilinci -ki bir zamanlar tüm evrendi- kaosu ele alıp uzun uzun düşündü. adım adım yapılması gereken yapılmalıydı.

ve ac ışığa "ol!" dedi.

ve ışık oldu…

devamını gör...

kemal kılıçdaroğlu

recep tayyip erdoğan'dan daha az diktatör değildir.

seçim öncesi yapılan anketlerde en gerideki kişi olmasına, mansur yavaş ve ekrem imamoğlu'nun kazanma ihtimali daha fazla olmasına rağmen yavaş veya imamoğlu'nu aday göstermek yerine kendisi aday oldu. kaybetti. yine istifa etmedi.

kendisinde azıcık utanma arlanma olsa bugün özür dileyip istifa ederdi. hâlâ "mücadeleye devam" diyor, salondaki şakşakçıları da alkışlıyor, mücadeleye devam edeceksek yeni bir yüzle devam edeceğiz, kendisiyle değil.

74 yaşına geldin, chp genel başkanlığın boyunca bu seçime kadar 2 referandum, 4 genel seçim, 2 yerel seçim, 2 cumhurbaşkanlığı seçimi kaybettin, istifa etmedin. en sonunda milyonlarca sığınmacıya, ekonomik krize, mutlak yoksullaşmaya, yolsuzluğa, pandemiye, depreme rağmen yine kaybettin; yine istifa etmedin. bu nasıl bir koltuk sevdası?

recep tayyip erdoğan ve devlet bahçeli ile beraber gençliğimizi çaldın. yetmedi bu seçimle beraber umutlarımızı da çaldın. istifa et!
devamını gör...

cumhuriyet halk partisi

2010'dan beri her geçen yıl atatürkçü çizgiden bir adım daha uzaklaşan parti.

yeni chp'de sezgin tanrıkulu, canan kaftancıoğlu, oğuz kaan salıcı, nuşirevan elçi, cihangir islam, yüksel taşkın, okan konuralp, gamze akkuş ilgezdi, hacer foggo, eren erdem, barış yarkadaş gibi atatürkçü eski chp'nin kapısından bile geçemeyecek kişiler partiye dolduruldu.

deva partisi'nden sadullah ergin, gelecek partisi'nden sema silkin ün gibi* akp eskileri chp listelerinden milletvekili yapıldı. deva partisi'ne 14, gelecek partisi'ne 10, saadet partisi'ne 10, demokrat parti'ye 3 milletvekili verildi.

peki tarikat ve cemaatlere taviz veren, pkk ile arasına mesafe koyamayan hdp ile işbirliği yapan, herkese mavi boncuk dağıtan, pkk destekçilerini ve siyasal islamcıları partiye dolduran yeni chp tüm bu dönekliği sayesinde bir şey kazanmış mı? hayır, tam aksine kaybetmiş.

2011 seçimlerinde %25,98 oy ile 550 milletvekilinin 135'ini almış. aradan geçen 12 yılda akp'nin büyük güç kaybına, ekonomik krize ve milyonlarca sığınmacıya rağmen atatürkçü çizgiden uzaklaşan chp hem oy oranını hem de* milletvekili sayısını düşürmeyi başarmış. 2023 seçimlerinde %25,35 oy ile** 600 milletvekilinin sadece 132'sini* alabilmiş.

üstüne üstlük milyonlarca suriyeli, afgan, paki, ıraklı vs.'ye; koronavirüs pandemisine, 6 şubat depremine, ekonomik krize ve mutlak yoksullaşmaya rağmen cumhurbaşkanı seçimlerinde ilk turda kemal kılıçdaroğlu %44,89 oy alarak %49,50 oy alan recep tayyip erdoğan'ın gerisinde kalmış. ikinci turda erdoğan seçimi büyük ihtimalle rekor bir oy oranıyla kazanacak.

chp'nin silkinip kendine gelmesi ve atatürkçü eski chp'ye dönmesi gerekiyor diyeceğim fakat bu delege yapısıyla bu dönüşümün imkansız olduğunu biliyorum. o yüzden atatürkçü chp seçmenine sesleniyorum: "önümüzdeki seçimlere kadar biz nerede hata yapıyoruz diye şapkayı önünüze koyup düşünün lütfen."
devamını gör...

meral akşener

14 mayıs 2023 cumhurbaşkanlığı ve milletvekili genel seçiminde kendi çıkarlarından çok erdoğan'ın gitmesini önemseyen tek millet ittifakı lideriydi.

ali babacan cb yardımcılığı ve chp listesinden 14 vekil aldı kılıçdaroğlu'nun adaylığını destekledi. ahmet davutoğlu cb yardımcılığı ve chp listesinden 10 vekil aldı kılıçdaroğlu'nun adaylığını destekledi. temel karamollaoğlu cb yardımcılığı ve chp listesinden 10 vekil aldı kılıçdaroğlu'nun adaylığını destekledi. gültekin uysal cb yardımcılığı ve chp listesinden 3 vekil aldı kılıçdaroğlu'nun adaylığını destekledi. dört partinin chp'ye %1 katkısı oldu mu olmadı mı belli değil. tek başlarına 1 milletvekili bile çıkaramayacak partiler chp'den toplam 37 milletvekili aldılar.

meral akşener siyasi rüşvet alıp kılıçdaroğlu adaylığını destekleyen yukarıdaki isimlerin aksine kazanacak aday diye diretti. kılıçdaroğlu ile kazanamayız anket yapalım kazanacak kişiyi aday gösterelim dedi ama "sağcıya güven olmaz", "sağcıdır satar", "beşli çetenin adamı", "akp ajanı" diyerek kadını linç ettiler. birkaç gün sonra masaya geri döndü, dönerken mansur yavaş ve ekrem imamoğlu'nun cb yardımcısı olmasını sağladı.

sonuçta akşener haklı çıktı. kılıçdaroğlu 13 yıldır aleyhinde yapılan kara propaganda, alevi olması, hdp ile işbirliği yaptığı algısı yüzünden iç anadolu ve karadeniz'den oy alamadı; %45'te kaldı. yavaş ve imamoğlu olmasa büyük ihtimalle %40 bile alamayacaktı.

masadan kalkarken bu sonucu tahmin etmişti ama kendisi linç edildi. muhalefetin kendisine bir özür borcu var. "anketlerde en yüksek oyu kim alıyorsa onu aday gösterelim." dediğinde ve kazanan aday konusunda direttiğinde linç etmeyecektik. hata ettik.
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim