1.
temelde belki de insanlık tarihi boyunca mutluluğun üç şekilde sağlanabileceği varsayılmıştır. ilki haz, ikincisi statü, üçüncüsüyse bilgelik yani erdem. *
fakat bütünsel olarak mutluluk kavramı bu üç kategori üzerinden mi değerlendirilmelidir? bugün üzerine düşündüm. 5 litrelik şişemden su içiyordum ve dışarıda yağan karı seyrediyordum. aylaklığım tuttu ve düşünmeye başladım. sanki bir şey ifade edecekmiş gibi. eh, insan acı çektikçe düşünesi; düşünesi geldikçe acı çekesi gelir. kim demiş bunu? ben dedim. kendi kendime aforizma üretip şarabımı yudumluyorum. sonra da gece yastığıma gömülüp ağlıyorum. şaka. *
elbette 21. yüzyılda mutluluk konusunu bu şekilde neredeyse tek bir boyuttan inceleyemeyiz. rönesansa kadar uzattığımızda bu antik zinciri, karşımıza yepyeni kavramlar çıkıyor: yalnızlık gibi. fakat yalnızlık kavramını da gelişen "fikir" dünyasında mutluluk kavramının bir somutlaması olarak görebiliriz. yani sanırım. neticede yalnız insan içten içe mutsuzdur. fakat mutsuz insan yalnız olmayabilir. bu mutluluk kavramı, mutluluktan ne beklediğimize göre değişir. şimdiki zamandaysa ne haz ne statü ne de erdem bizleri kurtarıyor. halen içten içe yalnızlık hissediyoruz. elbette bu yalnızlığı "kişisel gelişim çağı" lafzı altında nitelendirmeyi çok isterdim. lakin herkes için böyle değil bu konu... sıradanlık ve sıra dışılık söz konusu halen de. petersburg’da netleşen bu kavramı belki de halen iliklerimize kadar hissetme cüretinde bulunabiliyoruz. ama acının felsefesine girmeyeceğim. konumuza dönelim.
şimdi efendim, sıradanlık sıra dışılık mevzusu konu dışı kalır biraz ama hepimiz bir yandan farkındayız bazı insanların "basit" olarak adlandırılabileceğini. örneğin, herhangi bir adamı düşünün. gidip soruyorsun: sıradanlık ve sıra dışılık ile ilgili ne düşünüyorsunuz? o da pala bıyıklarının altından "nani?!" gibi bir tepki veriyor. tabii türkiye'deyiz, şaşırıyor. çünkü o ekmek derdinde bir dönerci. ne yapsın allasen senin felsefeni? eh, ihtiyaçlar hiyerarşisinde de felsefenin konumu belli. neticede felsefe için tembellik gerekir. sonra dönüp kendine dersin, "hmm, demek sıradanmış."
fakat elbette bu önerme kendi içinde hatalı. şartlar eş olmadığı sürece sıradanlık nitelemesi yapmak doğru olmaz. senin elindeki şartın yüzlerce misli başkasındadır örneğin ve türkiye'de bir üniversitede okuyacağına çoktan okulunu bitirmiş ve evinde yazıp çiziyordur. her neyse.
velev ki bu kişi dönerciyle konuşmasından sonra eve döndü. ve içten içe acıdı kendi yalnızlığına. neden? komik bir durum mu? bana kalırsa evet. ama aslında bu kişi haklı da. kişisel gelişim çağı adı altında nietzscheler, goetheler, shakespeareler yutmuş. bir nevi nihilizm limanına uğramış da oradan ayrılıp nietzsche'ye layık olmuş. fakat mutsuz.... hep schopenhauer okuduğu için. neyden bahsediyordum konu epey dağıldı ama işte bu kişi mutsuz. aynı zamanda yalnızlığını paylaşamadığı için de mutsuz.
bu kişi hazzı da statüyü de erdemi de kendince yaşıyor ve doyumu sağlıyor olsun. ki böyle insanlar var elbet. mesela ben. * fakat yine de bu tarz bir varoluşsal portre çizen kişi niçin içten içe bir bulantı içerisinde olsun? cevap az önce söylediğimiz bir kelimede yatıyor: yalnızlık.
artık yalnız olmama denen bir kategori de var. yani benim fikrim bu. dediğim gibi, yağan karı izlerken su içiyordum da düşündüm. şimdi bu yazdıklarım sadece düşüncelerimin birer yansıması... af buyurunuz. herhangi bir şeyi kanıtlama derdinde değilim. yeni bir şey söyleme derdinde de değilim. sadece, yalnızlık işte... anlatası geliyor insanın... swh
kişisel olarak gelişip ari insan formuna kavuşmuş insan artık yalnız. ötekileşiyor ve kendini içten içe bir mutlulukla paylaşmıyor. yapayalnız. çünkü toplum onu anlamıyor, o sokrates'in erdemine ulaştı, kirene okulu'ndan geçip hazza kavuştu, sofistlerle vakit geçirdi ve statünün bencil doğasını kavradı, belki bir retorik ustası oldu! "o halde sorun ne?" diye düşündü.
sorun, gerçek hazzın gerçek statünün ve gerçek erdemin yalnızlıkta gizli olup olmamasıyla alakalıydı belki de. logoterapiyle ilgilendi ve akıl danıştı psikanalistlere. artık acısını özümsüyordu, yaratıyordu da, şimdiyse aşık olmalı, sevmeliydi!
fakat yalnızlık böyle mi geçer gerçekte? yani insan böyle mi mutlu olur? tek başına kalmayarak? önemli olan yalnız kalmamak mıdır fiziksel olarak? hayır elbette. önemli olan içten içe paylaşılan derin bir hüzündür belki de! derin bir soğukluktur! buz gibi bir katmandan sızan ışık huzmesidir! işte böylece insan yalnızlıktan uzaklaşabilir. acısını paylaşır, en sonunda ortadan kaldırır. artık yalnız değildir.
artık mutludur. içten içe nefret ettiği bu sıradanlığın yüceltilmiş olduğu dünya, artık gözünde bir hiçtir. yastığına huzurla gömülür ve güler yüzle uykuya dalar. *
fakat insan doğası böyle midir gerçekten? bu kadar mı tragedyamız? dramaturjik anlatıma ne oldu? özünde insan doğasıdır belki de trajik olan. bu, insan aklıyla aşılamaz mı? akıl, doğaya karşı. akıl, tanrı'ya karşı vs. vs. insan kendi kurtuluşu için evrensel doğa yasalarına, kişisel çıkarına, belki tanrı'ya karşı çıkamaz mı? yalnızlığına karşı çıkamaz mı? cevabı muhtemelen içimizde taşıyoruz!..
herkes ister mutlu olmayı. fakat böyle bir zamanda, böyle bir çağda insanın daha fazla düşünmesi gerek üzerine. kurtuluş yolu nedir? var mıdır? gerekli midi? tabii bunu sıradanlık sıra dışılık bağlamında yapmalıdır. yoksa mutluluk insanı tatmin etmeyecektir. nihayetinde herkesin istediği şey mutluluktur. buna ulaşmanın farklı yollarını buluruz kendimizce. fakat derinden, yoğun bir ateşin parlamasına karşı koymayız. ateş her bir yanımızı sarar. hep olduğu gibi. sonra onunla ne yapmamız gerektiğini düşünürüz: riske atarız bir nevi, kumar oynarız zihnimizle. korkar ama deneriz. korkar ama denemeyiz. herkes gibi. sonunda gömülürüz bir şekilde toprağa, ateş bizi yakarken duyarız ruhumuzun sesini. hiç önemi var mıydı bütün bunların?
fakat bütünsel olarak mutluluk kavramı bu üç kategori üzerinden mi değerlendirilmelidir? bugün üzerine düşündüm. 5 litrelik şişemden su içiyordum ve dışarıda yağan karı seyrediyordum. aylaklığım tuttu ve düşünmeye başladım. sanki bir şey ifade edecekmiş gibi. eh, insan acı çektikçe düşünesi; düşünesi geldikçe acı çekesi gelir. kim demiş bunu? ben dedim. kendi kendime aforizma üretip şarabımı yudumluyorum. sonra da gece yastığıma gömülüp ağlıyorum. şaka. *
elbette 21. yüzyılda mutluluk konusunu bu şekilde neredeyse tek bir boyuttan inceleyemeyiz. rönesansa kadar uzattığımızda bu antik zinciri, karşımıza yepyeni kavramlar çıkıyor: yalnızlık gibi. fakat yalnızlık kavramını da gelişen "fikir" dünyasında mutluluk kavramının bir somutlaması olarak görebiliriz. yani sanırım. neticede yalnız insan içten içe mutsuzdur. fakat mutsuz insan yalnız olmayabilir. bu mutluluk kavramı, mutluluktan ne beklediğimize göre değişir. şimdiki zamandaysa ne haz ne statü ne de erdem bizleri kurtarıyor. halen içten içe yalnızlık hissediyoruz. elbette bu yalnızlığı "kişisel gelişim çağı" lafzı altında nitelendirmeyi çok isterdim. lakin herkes için böyle değil bu konu... sıradanlık ve sıra dışılık söz konusu halen de. petersburg’da netleşen bu kavramı belki de halen iliklerimize kadar hissetme cüretinde bulunabiliyoruz. ama acının felsefesine girmeyeceğim. konumuza dönelim.
şimdi efendim, sıradanlık sıra dışılık mevzusu konu dışı kalır biraz ama hepimiz bir yandan farkındayız bazı insanların "basit" olarak adlandırılabileceğini. örneğin, herhangi bir adamı düşünün. gidip soruyorsun: sıradanlık ve sıra dışılık ile ilgili ne düşünüyorsunuz? o da pala bıyıklarının altından "nani?!" gibi bir tepki veriyor. tabii türkiye'deyiz, şaşırıyor. çünkü o ekmek derdinde bir dönerci. ne yapsın allasen senin felsefeni? eh, ihtiyaçlar hiyerarşisinde de felsefenin konumu belli. neticede felsefe için tembellik gerekir. sonra dönüp kendine dersin, "hmm, demek sıradanmış."
fakat elbette bu önerme kendi içinde hatalı. şartlar eş olmadığı sürece sıradanlık nitelemesi yapmak doğru olmaz. senin elindeki şartın yüzlerce misli başkasındadır örneğin ve türkiye'de bir üniversitede okuyacağına çoktan okulunu bitirmiş ve evinde yazıp çiziyordur. her neyse.
velev ki bu kişi dönerciyle konuşmasından sonra eve döndü. ve içten içe acıdı kendi yalnızlığına. neden? komik bir durum mu? bana kalırsa evet. ama aslında bu kişi haklı da. kişisel gelişim çağı adı altında nietzscheler, goetheler, shakespeareler yutmuş. bir nevi nihilizm limanına uğramış da oradan ayrılıp nietzsche'ye layık olmuş. fakat mutsuz.... hep schopenhauer okuduğu için. neyden bahsediyordum konu epey dağıldı ama işte bu kişi mutsuz. aynı zamanda yalnızlığını paylaşamadığı için de mutsuz.
bu kişi hazzı da statüyü de erdemi de kendince yaşıyor ve doyumu sağlıyor olsun. ki böyle insanlar var elbet. mesela ben. * fakat yine de bu tarz bir varoluşsal portre çizen kişi niçin içten içe bir bulantı içerisinde olsun? cevap az önce söylediğimiz bir kelimede yatıyor: yalnızlık.
artık yalnız olmama denen bir kategori de var. yani benim fikrim bu. dediğim gibi, yağan karı izlerken su içiyordum da düşündüm. şimdi bu yazdıklarım sadece düşüncelerimin birer yansıması... af buyurunuz. herhangi bir şeyi kanıtlama derdinde değilim. yeni bir şey söyleme derdinde de değilim. sadece, yalnızlık işte... anlatası geliyor insanın... swh
kişisel olarak gelişip ari insan formuna kavuşmuş insan artık yalnız. ötekileşiyor ve kendini içten içe bir mutlulukla paylaşmıyor. yapayalnız. çünkü toplum onu anlamıyor, o sokrates'in erdemine ulaştı, kirene okulu'ndan geçip hazza kavuştu, sofistlerle vakit geçirdi ve statünün bencil doğasını kavradı, belki bir retorik ustası oldu! "o halde sorun ne?" diye düşündü.
sorun, gerçek hazzın gerçek statünün ve gerçek erdemin yalnızlıkta gizli olup olmamasıyla alakalıydı belki de. logoterapiyle ilgilendi ve akıl danıştı psikanalistlere. artık acısını özümsüyordu, yaratıyordu da, şimdiyse aşık olmalı, sevmeliydi!
fakat yalnızlık böyle mi geçer gerçekte? yani insan böyle mi mutlu olur? tek başına kalmayarak? önemli olan yalnız kalmamak mıdır fiziksel olarak? hayır elbette. önemli olan içten içe paylaşılan derin bir hüzündür belki de! derin bir soğukluktur! buz gibi bir katmandan sızan ışık huzmesidir! işte böylece insan yalnızlıktan uzaklaşabilir. acısını paylaşır, en sonunda ortadan kaldırır. artık yalnız değildir.
artık mutludur. içten içe nefret ettiği bu sıradanlığın yüceltilmiş olduğu dünya, artık gözünde bir hiçtir. yastığına huzurla gömülür ve güler yüzle uykuya dalar. *
fakat insan doğası böyle midir gerçekten? bu kadar mı tragedyamız? dramaturjik anlatıma ne oldu? özünde insan doğasıdır belki de trajik olan. bu, insan aklıyla aşılamaz mı? akıl, doğaya karşı. akıl, tanrı'ya karşı vs. vs. insan kendi kurtuluşu için evrensel doğa yasalarına, kişisel çıkarına, belki tanrı'ya karşı çıkamaz mı? yalnızlığına karşı çıkamaz mı? cevabı muhtemelen içimizde taşıyoruz!..
herkes ister mutlu olmayı. fakat böyle bir zamanda, böyle bir çağda insanın daha fazla düşünmesi gerek üzerine. kurtuluş yolu nedir? var mıdır? gerekli midi? tabii bunu sıradanlık sıra dışılık bağlamında yapmalıdır. yoksa mutluluk insanı tatmin etmeyecektir. nihayetinde herkesin istediği şey mutluluktur. buna ulaşmanın farklı yollarını buluruz kendimizce. fakat derinden, yoğun bir ateşin parlamasına karşı koymayız. ateş her bir yanımızı sarar. hep olduğu gibi. sonra onunla ne yapmamız gerektiğini düşünürüz: riske atarız bir nevi, kumar oynarız zihnimizle. korkar ama deneriz. korkar ama denemeyiz. herkes gibi. sonunda gömülürüz bir şekilde toprağa, ateş bizi yakarken duyarız ruhumuzun sesini. hiç önemi var mıydı bütün bunların?
devamını gör...
2.
mutlu olunduğu olur. mutsuz olunduğu da olur. mutsuz olunur da mutlu olunduğu gibi olmaz. (bkz: fa olur ama do gibi olmaz)
en çok hangilerini hatırlamayı tercih edersek hayatımızın geneli o şekildedir. mutluluk gerçekten de bir seçimdir.
en çok hangilerini hatırlamayı tercih edersek hayatımızın geneli o şekildedir. mutluluk gerçekten de bir seçimdir.
devamını gör...
3.
olunur olmasına da o iş biraz zor
devamını gör...
4.
istersen her şeyi göz ardı edip mutlu olabilirsin bir şeyleri kafaya takmayarak ya da mutlu olduğun bir ortamda mutlu olmanın tadını çıkararak.
devamını gör...
5.
daima mutlu olunmaz. hayat bir süreç. bazen mutlu olursun bazen de mutsuz. biz insanlar sürekli mutluluğu arıyoruz yani olmayan bir şeyi . o yüzden de hayal kırıklığına uğruyoruz.
devamını gör...
6.
olamaz mı? olabilir.
devamını gör...
7.
basit bir soru.
cevap : hayır.
cevap : hayır.
devamını gör...
8.
olunabilir tabi. asıl mesele mutsuzluğu kabullenmek. bir hocamız demişti ki bu hayata mutlu olmaya gelmiyoruz yaşamaya geliyoruz ve mutsuzluk da pakete dahil. mutsuz olunabiliyorsa mutlu da olunabilir çünkü diyalektik yalan söylüyor olamaz.
devamını gör...
9.
bu devir de ancak paran varsa mutlu olma ihtimalin vardır. ama yine de kesinlikle mutlu olursun diyemem.
şayet türkiye gibi bir ülkede paran yoksa eminlikle diyebilirim ki : maalesef dostum mutlu olamazsın..
şayet türkiye gibi bir ülkede paran yoksa eminlikle diyebilirim ki : maalesef dostum mutlu olamazsın..
devamını gör...
10.
mutluluk sürekli olan bir ruh hali değildir. mutluluk gelip geçici, anlık bir histir. sürekliliği olan ise huzur ve güven içinde hissetmektir. mutlu olunur ancak o duygu sürekli korunmaz. bu yüzden aranması gereken şey mutluluk değil huzurdur.
örneğin bir araba aldığınızda mutlu olursunuz. bir kaç gün bu mutluluk sürer. belli bir zaman sonra araba sizin için sıradanlaşır ve mutlu olmanız için bir neden olmaktan çıkar. ilk aldığınızda hissettiğiniz o mutluluğu artık hissedemezsiniz.
örneğin bir araba aldığınızda mutlu olursunuz. bir kaç gün bu mutluluk sürer. belli bir zaman sonra araba sizin için sıradanlaşır ve mutlu olmanız için bir neden olmaktan çıkar. ilk aldığınızda hissettiğiniz o mutluluğu artık hissedemezsiniz.
devamını gör...
11.
mutluluğa olan bakış açına bağlı olarak cevabı değişecek bir sorunsaldır. dış etkenlere bağlı olsa da gerçek kaynağı içimizde olduğu için mutlu olmak isteyene bahane çok.
devamını gör...
12.
distopya okumaktan, agresif film izlemekten, dünyayı öyle sananların aksine, mutlu olmamak için bir sebebi olmayanın pekala olabileceğidir.
devamını gör...
13.
tamamen hayata nasıl bakmak" istediğinizle" ilgili... bakış açınızı değiştirmek de elinizde olan bir durum neticede...
devamını gör...
14.
beklentilerinizin büyüklüğü ile alakalı. bazen akşam içilen sıcak bir çay mutluluk için yeter de artar bile bazen ise dünyaları elde etseniz mutlu olmazsınız.*
devamını gör...
15.
olunur dediğim sorunsaldır. bence asıl sıkıntı mutluluğa çok büyük anlamlar yüklemek. yani bu taa sokrates’e dayanıyor. o “iyi hayatı” yakalayıp sürekli orada kalma mantığına katlanamıyorum ben. kabul edelim artık sürekli mutlu olmayacağız. bunun coğrafyayla alakası yok insanın doğası bu. bazen mutlu bazen daha mutlu bazen mutsuz ve bazen de çok mutsuz olacağız.
kendimden yola çıkıyorum ne zaman bir hedef koysam kendime hep diyorum ki yani bunu başardığımda o kadar mutlu olacağım ki hayatım o kadar güzel olacak ki... oluyor da bu arada ama geçiyor sonra. yaşamın durağan olmamasının sonucu bu.
kendimden yola çıkıyorum ne zaman bir hedef koysam kendime hep diyorum ki yani bunu başardığımda o kadar mutlu olacağım ki hayatım o kadar güzel olacak ki... oluyor da bu arada ama geçiyor sonra. yaşamın durağan olmamasının sonucu bu.
devamını gör...
16.
sürekli mutlu olmak zorunda değiliz. böyle bir beklenti olmazsa gayet de güzel olunur.
devamını gör...
17.
mutlu olunabilir mi sorunundan çok, "sürekli mutlu olmayı istemek" sorununa ve "bu sürekli istemenin" getirdiği sonuca bir alıntıyla değinmek istiyorum.
heyecanlı zamanları başka zamanlar takip eder, mutluluk heyecanı da bundan istisna değildir. giderek daha fazla sayıda insanın önceden hiç bilmedikleri bir melankoliye kapılmalarının bir sebebi, bu olabilir. hayatın anlamını kesintisiz yaşam sevincinde aradığınız oranda, hayal kırıklığı büyük olur. sürekli keyif saçmak isteyen birisine bir müddet sonra bizzat kendisinden gına gelir. her ateş söner bir noktada, o zaman yapacağımız tek şey külleri karıştırıp yakılabilir bir şeyler bulmaya çalışmaktır.
mutsuz olmak / wilhelm schmid
"melankolinin gelmekte olan çağı"
heyecanlı zamanları başka zamanlar takip eder, mutluluk heyecanı da bundan istisna değildir. giderek daha fazla sayıda insanın önceden hiç bilmedikleri bir melankoliye kapılmalarının bir sebebi, bu olabilir. hayatın anlamını kesintisiz yaşam sevincinde aradığınız oranda, hayal kırıklığı büyük olur. sürekli keyif saçmak isteyen birisine bir müddet sonra bizzat kendisinden gına gelir. her ateş söner bir noktada, o zaman yapacağımız tek şey külleri karıştırıp yakılabilir bir şeyler bulmaya çalışmaktır.
mutsuz olmak / wilhelm schmid
"melankolinin gelmekte olan çağı"
devamını gör...
18.
mutsuz olunabiliyorsa, mutlu da olunabilir...
devamını gör...
19.
cevabı değişir.
hayata dair ilginç tespitler başlığında gördüğüm yazıyı aynen aktarıyorum;
dünyada belli ve sabit miktarda mutluluk vardır. bu yüzden birinin mutluluğu kesinlikle bir başkasının mutsuzluğudur.
eğer birinin mutluluğu diğerini mutsuz ediyorsa, som bir mutluluktan bahsedilebilir mi?
hayata dair ilginç tespitler başlığında gördüğüm yazıyı aynen aktarıyorum;
dünyada belli ve sabit miktarda mutluluk vardır. bu yüzden birinin mutluluğu kesinlikle bir başkasının mutsuzluğudur.
eğer birinin mutluluğu diğerini mutsuz ediyorsa, som bir mutluluktan bahsedilebilir mi?
devamını gör...
20.
önce rezil bir espri yapayım.* *
mutlu olunabilir mi sorunsalından daha önce mutlu olduğunu nasıl fark edersin ya da mutluluk nasıl anlaşılır bunu öğrenmek istiyorum.
insanın tüm istekleri ve ihtiyaçları istediği anda ve şekilde karşılanabilir mi, bunun mümkün olduğunu sanmıyorum.
bu nedenle mutluluk bir algılama biçimidir bence. algılar da seçilir. hayatımız başımıza gelenlerin % 10’u dur. geriye kalan % 90’ı da başımıza gelenlere verdiğimiz tepkilerde demiş biri. buna ben de katılıyorum.
biri için önemsiz olan başkası için büyük bir yıkım olarak algılanabilir. bu nedenle mutlak bir değer olarak mutluluk olduğuna inanmıyorum.
mutluluk göz rengi gibi doğuştan gelen ve ölene kadar aynı şekilde değişmeden kalan bir durum değil. mavi gözlü doğmadığın için üzülmek saçma çünkü genetik olarak alınan bir miras var. aynı genetik miras beyin kimyası için de geçerli.
ayrıca insan doğduğu andan itibaren bakım verenle özdeşleşiyor. sizi yetiştiren anne ya da size bakan kişinin karakterini dünyaya bakışını farkında olmadan içselleştirmiş şekilde büyüyoruz. kaygılı bir annenin bu kaygılı olma halini çocuğa da farkında olmadan aktarması söz konusu. korkular da böyle duygular da böyle alışkanlıklar da.
değiştirilemez şeylerin peşinden gitmek yerine değişecek şeyler için uğraşmak mutlu olmaya giden bir yolun anahtarı bence.
insan zihni plastisite sayesinde sürekli olarak değişiyor ve yeni yaşantılar kazandıkça bu yaşantılar bizi değiştiriyor.
derler ya 40 kere söylersen olur. ortalama 10.000 saat bir işle uğraşırsanız beyin bunu öğreniyor. yani hayatta hiçbir şey için geç değil.
40 yaşından sonra üniversite de okunur , kariyer de değiştirilir. siz yeter ki içimizden gelen sese kulak verin. toplumun size biçtiği davranış kalıbının / konfor alanının dışına çıkmadan mutlu olamadım diye hayıflanmak bana kolaycılık gibi geliyor.
mutlu olunabilir mi sorunsalından daha önce mutlu olduğunu nasıl fark edersin ya da mutluluk nasıl anlaşılır bunu öğrenmek istiyorum.
insanın tüm istekleri ve ihtiyaçları istediği anda ve şekilde karşılanabilir mi, bunun mümkün olduğunu sanmıyorum.
bu nedenle mutluluk bir algılama biçimidir bence. algılar da seçilir. hayatımız başımıza gelenlerin % 10’u dur. geriye kalan % 90’ı da başımıza gelenlere verdiğimiz tepkilerde demiş biri. buna ben de katılıyorum.
biri için önemsiz olan başkası için büyük bir yıkım olarak algılanabilir. bu nedenle mutlak bir değer olarak mutluluk olduğuna inanmıyorum.
mutluluk göz rengi gibi doğuştan gelen ve ölene kadar aynı şekilde değişmeden kalan bir durum değil. mavi gözlü doğmadığın için üzülmek saçma çünkü genetik olarak alınan bir miras var. aynı genetik miras beyin kimyası için de geçerli.
ayrıca insan doğduğu andan itibaren bakım verenle özdeşleşiyor. sizi yetiştiren anne ya da size bakan kişinin karakterini dünyaya bakışını farkında olmadan içselleştirmiş şekilde büyüyoruz. kaygılı bir annenin bu kaygılı olma halini çocuğa da farkında olmadan aktarması söz konusu. korkular da böyle duygular da böyle alışkanlıklar da.
değiştirilemez şeylerin peşinden gitmek yerine değişecek şeyler için uğraşmak mutlu olmaya giden bir yolun anahtarı bence.
insan zihni plastisite sayesinde sürekli olarak değişiyor ve yeni yaşantılar kazandıkça bu yaşantılar bizi değiştiriyor.
derler ya 40 kere söylersen olur. ortalama 10.000 saat bir işle uğraşırsanız beyin bunu öğreniyor. yani hayatta hiçbir şey için geç değil.
40 yaşından sonra üniversite de okunur , kariyer de değiştirilir. siz yeter ki içimizden gelen sese kulak verin. toplumun size biçtiği davranış kalıbının / konfor alanının dışına çıkmadan mutlu olamadım diye hayıflanmak bana kolaycılık gibi geliyor.
devamını gör...