3021.
sevgili günlük bugün evden kaçtım evet. suan bir aparttayım, 20 metre geride bir mekanda eller havaya insanlar egleniyor. benim saçlarım yağlı oldugu icin battaniye altında labirent diye bir film izliyorum. zagten gitsem alkol alsam hayatında hic icmemis biri olarak başıma her bir nane gelebilir evet ben camdan dinlemeye devam edeyim.
devamını gör...
3022.
yazacağım çok şey var ama o dönemde değilim be sözlük. bir ara gene sözlük perileri gelir. bekliyoruz efendim.
devamını gör...
3023.
seneler önce yabancı bir sitede pedagog bir annenin blog yazısında okuduğum bir sözü şimdi aklımda kaldığı kadarıyla tercüme edeyim. şöyle diyordu: “en iyi anne, çocuğu olmayan annedir.” evet, çocuğu olmadığı zamanda kadınlar, en iyi annedir çünkü pedagoji eğitimi alan bir kadın, anneler hakkında kafasına göre ahkam keser durur ama bir gün çocuğu olduğunda anneliğin ne kadar da zor olduğunu öğrenir. çünkü, öğrenilen bilgilerle gerçek hayatta yaşananlar, pek aynı düzlemde ilerlemez… anneliğimi sürekli sorgular dururum… istediğin kadar pedagoji eğitimi al, senelerce ebeveynlik akademisi eğitimlerine katıl, enneagram kişilik tipleriyle çalışıp çocuğunun mizacını öğren, tamam bunlar, çocukla aradaki iletişimi kolaylaştıran şeyler ama yine de öyle her şey mükemmel olacak diye bir şey yok. geçen gün oğlumla aramızdaki diyalog beni yine bir ikileme soktu. her yeri kurcalamayı seven, elleyen oğluma avm’deyken “bak oğlum artık 11 yaşındasın, öyle her şeyi elleme, kurcalama, bak dokunduğun şeyler bozulabilir. bunlar çok pahalı aletler, mesela kahve makinesi, çok pahalı. lütfen bu huyundan vazgeç artık.” dediğimde “beni ikna edemezsin, hayır bu huyumdan vazgeçmem, ben dokunarak öğreniyorum, dokunmam ve yapısını, dokusunu elleyerek öğrenmem lazım.” dedi. tam da bu sözleri duymamla birlikte içimdeki o çok bilmiş anne modum sanki direksiyona geçip “gördün mü bak işte sen kötü annesin, böyle yaparak oğlunun merak duygusunu öldürüyorsun.” dedi. içim cız etti, ya bu ses haklıysa, ya oğlum haklıysa gibi endişelere kapıldığım anda, ne cevap vereceğim diye gözlerimin içine bakan o güzel ela gözlü oğluma sadece gülümsedim. oysa benim ona karşı cevap vereceğimi sanıyordu ama gülümsediğimi görünce zafer kazanmış gibi sevindi. bilmiyorum işte annelik beni en çok böyle karışık duygu ve düşüncelere boğuyor… hiçbir zaman öyle yaptığından kesin emin olan annelerden olamadım, bazen öyle olsam keşke diyorum ama bazen de emin tavırların iyi olmadığını ve insanın, anne olunca da sürekli kendini geliştirmesi gerektiğini düşünüyorum. bilmiyorum, belki de yanılıyorum, bilemiyorum, öyle işte…
devamını gör...
3024.
haftalardır bi odaklanıp ders çalışamıyordum hep bir şey eksikmiş gibi geliyordu.
meğerse yanda cırtlak sesiyle saatlerce telefonda konuşan kız ve üstte sürekli sevişen komşularım eksikmiş onların sesi olmadan odaklanamıyorum.
devamını gör...
3025.
waffle yemeye giderken cheseecake yedim. waffledan sonra da markete girip 2 cikolata alıp onları da bankta yedim. bu kadar sekerli sey yenir mi diye üzerine cips yedim. allahım ne yaptım ben derken 2 mücver satın aldım, onları da yedim. yani o derece berbat haldeyim. ımdat.
devamını gör...
3026.
telefon rehberime göz attım, yapayalnız bir adam olduğum yüzüme bir tokat gibi çarptı. sonra 2 bira aldım içtim,iç geçirdim. çökertme türküsünü açtım biramı yudumlarken. diyor ya türküde, " teslim olmayalım halil'im aman kurşun saçalım" oysa ki çoktan teslim olmuştum ben, hiçliğe ve boşluğa teslim.
devamını gör...
3027.
nasıl da ölüm yokmuş gibi yaşıyoruz bu hayatı.
nasıl bu kadar kaygısız ve hiç gitmeyecek gibi.
belki bir nefeslik ömrümüz kaldı yine dünyalık dertlere sarıldık her zaman ki gibi.
devamını gör...
3028.
yaşamak, yavaş yavaş ölmektir.
devamını gör...
3029.
eylülün ilk günlerinde, kaçı olduğunu hatırlamıyorum, ilk günlerinde, bir iki üç dört beş altı, bilmiyorum, ofisin önüne çıktım öğlen saatleriydi. on yirmi metre ötede bir adam fark ettim bana bakıyordu. bana baktığını fark ederek döndüm ona insiyaken. gözleri gözlerimdeydi. başka bir yere bakıp bakmadığını düşünmedim, düşünemedim bile çünkü öyle keskin bir bakıştı ki. "ne var acaba? nedir yani? ne?" der gibi döndüm arkamı. ben arkamı döndüm de aklım dönemedi sanırım.

aradan günler geçti. onu gördüğümü unuttum. o benim için uzaktan bana bakan, ama çok güzel bakan, çok sevecen, çok istekli, çok gerçek bakan biriydi ama sinirlenmiştim ve geçti gitti sandım. eve döndüm normal rutinime devam ediyorum. fakat o bakışı zaman zaman aklıma gelmeye başladı. uyandığımda aklımda, uyurken aklımda, şuan aklımda. ofisin önüne daha sık çıkmaya başladım. normalde lakayt bulurum böyle halleri. sevmem. ama yapar oldum.

bir hafta öncesine kadar bu beyefendiyle takriben 20 defa bakıştık. onu bana bakarken defalarca yakaladım. defalarca. defalarca. defalarca. elim ayağım birbirine dolandı. terledim. cümlelerim bozuldu. sesim kesildi.

bir keresinde yolda karşılaştık. küfürler mırıldanıyordum. yine kızmıştım bir şeylere. başını eğip tebessüm etti. bir keresinde de ofisin önünde dikiliyordum karşıdan geliyordu. beni her gördü ve kıpkırmızı oldu. yanakları kızardı. bir bakışı vardı kardeşlerim. allahım delirecek gibi oldum. içine çekildim. nefesim kesildi. onu ilk gördüğüm andan şimdiye kadar, önce aklımın bi köşesindeyken şimdi her anına bulaştı. uyanıyorum ve o. uyurken o. ofise giderken ayaklarım birbirine dolanıyor. onu göreceğim diye heyecandan ölüyorum. bir bakışını yakaladım bir keresinde; beni seyrediyordu başım önümdeydi, aniden aklıma geldi başımı kaldırdım ve göz göze geldik yine. alev aldı ortalık. kalbim duracak gibi oldu. böyle bir yeşil, böyle derin bir yeşil hiç görmedim. öyle güzel, öyle ihtişamlı, öyle gerçek ki. o gözlere hayatım boyunca bakmak istediğimi fark edince kendime kızmaya başladım. "aynen" dedim; "iki bakıştınız diye aşık olacak yaşı geçmedin mi mal."

herkes herkese bakar; ben de dikkat çeken bir tipimdir, beğenirler beni genelde ama o öyle bakmadı. o başka baktı. yemin ediyorum o ilk gün, yemin ediyorum, bütün inandığım değerler üzerine yemin ediyorum bana hiç öyle bakılmadı. bana aşık oldular, sevdiler, hayran oldular ama o tapar gibi baktı; öyle kendinden geçmiş ama öyle emin bir bakıştı ki. arkamı döndüm teması kesmek için ama hala göz gözeydik sanki. metrelerce uzaktan.

bugün de onu göreceğimi düşünerek erkenden uyandım. 4:30'da ayaktaydım, hazırlandım ve evden çıkmayı bekledim. en son cuma 14:00 civarında görmüştüm onu görmeyi özledim ama hiç denk gelemedik bugün. öfkelendim öğlene doğru. hiçbir şey çizemedim koskoca gün. gözlerim hep dışardaydı. onu aradı. hiç geçmedi. "ya bir daha göremezsem" diye bir başladım, günün sonunda; "ya öldüyse?" endişesine kadar ilerledi. gözlerim doldu. aslında bir daha görememe korkusuyla ağladım. "çıkıyorum ben keyfim yok" dedim çıktım. birkaç saat ofisin civarında dolandım. denk gelemedim. arabası da yoktu ortalıkta. sabahın sekizinde işine gelen adam cuma öğlenden beri ortalıkta gözükmüyor. cumartesi pazar zaten görmedim. pazartesi diye heyecandan zar zor uyudum onu görme umuduyla ama koskoca gün yoktu ortalıkta. üç gün oldu. cumartesi pazar pazartesi... öyle keyifsizim, öyle öfkeliyim ki. her önümden geçişinde göz göze geldiğim, benden başka kimseye bakışını yakalamadığım, benimle karşılaşınca kızaran herif ortalıkta yok. ne tebessümü burada, ne o güzel gözleri, ne yürüyüşü. eylülün başından beri her günüm, her günüm, onunla göz göze gelme ihtimaline göre şekilleniyor. onu göreceğim diye mutlu uyanıyorum. hemen gece bitsin istiyorum. hemen sabah olsun. kızaran yüzünü öpmek istiyorum, ona sarılmak, onunla konuşmak, ona anlatmak, inanılmaz özlüyorum. arkamı döndüm bana baktığını fark edince. dikilmiş öylece bana bakıyordu. o bakışını unutamayacağım. içim gitti. öyle güzel ki. kısacık kumral saçları, yemyeşil gözleri, gür , inanılmaz gür devasa bir sakalı var. onları her sabah düzelttiğine yemin edebilirim. tarıyor olmalı. böylesine incecik bir vücut böyle devasa bir ihtişamı nasıl taşıyor anlayamadım. küçücük elleri, pembe, müthiş, ısırılası dudakları, dudağının alt kenarında küçücük bir beni var. tapılası bir ışığı, normalde beyaz, beni görünce kızaran eşsiz bir teni var, bir düğmesini açtığında gördüğüm geniş bir göğsü var, su içerken yukarı aşağı hareket eden adem elması, eşsiz bir boynu var. sevimli bir götü, biçimli düzgün bacakları var. eğer boyu on santim kadar daha uzun olsaydı lagerfeld podyumunda yürüyecek kadar dev bir ışığı var. bir star ışığı. 1.75 civarı. kısa gibi duruyor ama öyle değil. hakikaten aurası öyle güçlü ki 2 metre gibi görünüyor. öyle güzel ki. bir tüy gibi. hafif. nesnelerin içinden geçiyor sanki. eşsiz bir şey. eşsiz. baş döndürücü. kaşları... burnu... ısırılası bir burun. öyle biçimli ki. ellerimle bütün yüzüne kutsamak istiyorum. tek tek her kirpiğini.

aklıma gelmiyor çünkü çıkmıyor. bir küçük ayda sıfır temas, sıfır muhabbet, sıfır iletişim ve ben dramlardayım. sadece bir kere çarpıştık. ama o romantik komedi filmlerindeki gibi olmadı. hiç öyle olmadı. adamı eziyordum ve elim kapıya çarpsa; "özür dilerim seni incitmek istemedim lütfen bağışla beni sevgili kapı, insanlık hali işte, hadi sarılalım" diye yakınan ben, herkese karşı hakikaten son derece zarif, son derece kibar olmakla tanınan ben, koskoca ben, somurtup oflayarak hiçbir şey söylemeden yoluma devam ettim. adam da yazık yavrum öylece baktı. o da bir şey diyemedi. ne desin ki? üzerinden dozer gibi geçtim ve bir de yüzüne yüzüne somurttum.

onu bir daha görememekten çok korkuyorum. kalbim bir tuhaf atıyor. ofise yaklaştığım an terlemeye başlıyorum. nefes alışlarım hızlanıyor. beni gördüğü ve onu gördüğüm yere gelince zaman duruyor. uyanıyorum ve gözleri aklımda. dudakları aklımda. öyle tatlı bir pembe ki. çizilmiş gibi bir yüz. tek bir fazlalık, tek bir kirpik fazlası, ya da milim, yok. her şey bütünün bütün güzelliği ona hazırlanmış gibi. bir ustanın elinden çıkmış gibi. david gibi. yüze, keskin, başka, kutsal, başka, uzak, sıcak. o, tebessümü aklımda. yürüyüşü aklımda. rüyamda görüyorum. öyle güzel ki. nasıl koktuğunu bilmiyorum. küçücük ellerini avuçlarıma almak istiyorum. öyle tatlılar ki. bir keresinde çok sıcaktı ya, elimi alnıma götürdüm yürürken istemsizce, o da aynını yaptı. kurban olduğum nasıl güzel götürdü elini alnına. hakikaten çok özledim. yarın belki görürüm. tanrım nolur denk gelelim. yine göreyim. tekrar göreyim. sonsuza kadar onu göreyim. aklımdan çıkmıyor. gözleri gözlerimden gitmiyor. yürüyüşü, o sadelik, iddiasızlık ama diklik, delireceğim. bana bir bakışı var. kardeşlerim ben eriyorum. içim gidiyor. iştahım kabarıyor. öyle garip bir şefkat, öyle derin bir merak. aramızdaki aptal camı kırıp onu içeri çekmek istiyorum. onu içime almak. bi sarılsam var ya kemikleri kırılır. o kadar incecik ki. ama genetiği düzgün. spor yapsa efsane olur. o kadar yakışır ki iyi bir vücut ona. belki beraber yaparız. ben öğretirim ona. potansiyeli var. öyle güzel ki. hakikaten böylesini görmedim. bu gezegenden değil gibi. sabahın olmasına daha vakit var. onu görme ihtimalim hala var. yeniden karşılaşabiliriz. yeniden tebessüm eder bana belki. ben ne böyle bir yeşil gördüm, ne bana böyle şimdiye kadar bakıldı, ne de böyle bi bakışla yere serildim. birçok tecrübem oldu, hakikaten çok sevildim ama bu başkaydı. o bakış başka bir bakıştı. anlatamıyorum. çok başkaydı. hem iddialı hem çekingen hem meraklı hem uzak. öyle güzeldi ki. tamamiyle onunla olmak istiyorum. her akşam onu görmek, onunla uyumak, ona kapıyı ben açmak, onu beklemek, onu özlemek, onu anlamak, onunla sevişmek, onun olmak. duruşunda bile garip bir baskınlık vardı; hakikaten dokunulmaz gibi, gerçekten, bir yürüyor, bir bulut yürüyor sanki, ışık saçıyor hem ağır hem değil. öyle başka ki. nefesim kesiliyor gördükçe. en son cuma öğlen gördüm, bir daha yok, koskoca eylül, sürekli gördüğüm adam uçtu gitti. ofisini biliyorum, arabasını tanıyorum, işini biliyorum ama ortalıkta yok. cumartesi pazar tamam, tatil, ama pazartesiydi bugün. ortalıkta yoktu. hiç. sıfır. bir kere bile görmedim. öfkelendim çıktım ofisten. civarda dolandım yine yok. ya yarın da gelmezse? ya taşındıysa? madem gidecektin neden öyle baktın ki? neden sürekli bakıyorsun? neden sadece bana? ya da niye tebessüm ediyosun, kızarıyosun? o kadar sinirliyim ki. "gel bana açıl" demiyorum. sadece tutarlı ol. cuma öğlenden sonra çıktı, gördüm, cumartesi pazar tatil ben de yoktum orada ama pazartesi bugün. haftabaşı. aptal aptal işler.
devamını gör...
3030.
bir yazı okudum. sonra kafamda görselleştirmek istedim çünkü buna çok müsait anlatımı vardı.
kısa kısa öyküleri hep sevmişimdir. tren yolculukları gibi gelir.
pinterest yardımıyla da bulmuştum aklımda canlandırdıklarımı.
neyin ne ifade ettiğini bir ben bilsem de tasvir edilen şeyleri kendinizce pinterestte bulup hikayeyi devam ettirmek çok eğlenceli.
ben bunu ara ara yapıyorum.
sizler de yapın vakit bulursanız. hayal gücü gelişiyor insanın...
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
3031.
kucuk bir cocuktu. daha ilkokula bile gitmiyordu. gunleri sokakta arkadaslari ile oynayarak, kendisinden bir kac yas buyuk bir cocuktan cesitli seyler ogrenerek geciyordu.

bir gun oturduklari kucuk ama bahcesi olan evden bir apartman dairesine tasindilar. ona hic sormamislardi. niye gidiyorlar, neler degisecek hic anlatmamislardi.
ilk gun o 5 katli apartmanlar kendisine gokdelen gibi geldi. gokyuzu azalmisti. artik daha az mavi gorebilecekti. annesi esyalari yerlestirmek, bu yeni evin duzenini kurmakla cok mesguldu. cik disari oyna dedi. yalnizken de tek basina oyun oynayabileyen bir cocuktu. hayal gucunun neredeyse siniri yoktu. ama gokyuzu azalmisti iste. hayalleri sinirlanmisti. yurumeye basladi, etrafi tanimak istiyordu ve belki baska bir cocukla da karsilasabilirdi. kimseyle karsilasmadi.

bir sure sonra eve donmek istedi. aslinda cok uzaklasmamisti ama binalarin hepsi ayni gozukuyordu. onlarca bina, yuzlerce daire. hepsi ayni. ne sacma diye dusundu. evini bulamadi ve bagirmaya basladi. anne anne diye bagirarak dakikalarca yurudu. annesi onu duymuyordu ve evlerin henuz neredeyse hepsi bos oldugundan duyan baska kimse de yoktu. yoruldu ve yere oturarak aglamaya basladi. bir sure sonra annesi onu aramaya cikti ve yan apartmanin onunde oturmus aglarken gordu. aslinda evine o kadar yakindi ama taniyamiyordu. annesi hemen cocugu kucagina alip sarildi. eve donerlerken cocuk annesine sordu.
anne, neden burada gokyuzu az?
devamını gör...
3032.
nadirdir, söyleyecek kamyonla sözünüzün olduğu anlarınızla uzun uzun susma isteğinizin birbirine denk geldiği zamanlar. ama bazen, gerçekten söylenecek hiçbir şey yoktur.
devamını gör...
3033.
bir hocamız var. çok delişmen bir kadın. sürekli gençlik yıllarında kırdığı fındıklardan bahsediyor. kıpır kıpır biri. birkaç saat önce derste başladı yine anlatmaya. her nasıl olduysa 18.yüzyılda kitap basımında editoryal sürecin endüstri devrimine bağlanmasını anlatırken kendimizi hocanın 90'larda katıldığı çılgın ev partilerinde bulduk. anlattı anlattı ve bağlarken dedi ki ''altın çağınızdasınız çocuklar. jenerasyonunuz kendi teorisini kendi üretebilecek kapasitede.'' sınıfın sağ köşesine konuşlanmış üç yabancı öğrenci birbirimize baktık çünkü üçümüz de farklı jenerasyondanız. hangimize dediğini anlayamadık. konuşmanın bundan sonrasını fransızca'dan tercüme ediyorum. edebi bir tercüme olacak.

hoca:öyle değil mi mösyö gabriel? 20'li yaşların tadını çıkarmalısınız. çıkarıyor musunuz?
gabriel:hocam ben 42 yaşındayım.
hoca:gerçekten mi mösyö?
gabriel:ekmek musaf çarpsın ki madam.
hoca:ehe öhe o halde mösyö icarus? sizin çıkardığınıza eminim. iyileştiğinizi görmek çok hoş.
icarus:teşekkürler madam fakat ben de 30 yaşındayım allah affetsin.
hoca:ah ne aptalım... genç görünüyorsunuz beyler. mösyö noureddine size sormayacağım artık. affedin beni. bu beyler olgun. o halde kızlara sormalıyım.
noureddine:sorabilirsiniz madam. 23 yaşındayım ben...
hoca:çıkarıyor musunuz?
noureddine:valla bir inceden suyunu sıkıyoruz madam.

okul okul değil adsız alkolikler kulübü. evime gitmek istiyorum ben, çok acıktım.
devamını gör...
3034.
anlamadan geçen günlerin çoğunluğu, kavgası. nereye evriliyor, ben neresindeyim, neleri nasıl yaparsam olur gibi sorular karmaşası işte bir yandan. sonra işte oldu derken kıyısından dönenleri çok ağırladım, ağırlaştım. onları bir yana saklayıp hadi yakala ucundan dediklerimle uğraştım. yakalamak için yakalandım, kendime. istediklerim, yaptıklarım, yapabildiklerim, arkasından baktıklarım...
rayına oturmadan yenisini tutmak iş değil. bitirmeden göz yummak iş değil. aslında saklamak, saklanmak hiç iş değil. dönüp dolaştığı yine ben. duraksamalar ve yanılmalar. kalmıyor tabii öylece, vuruyor ara sıra. belki ardı ardına. bu da böyle bir yansıma.
devamını gör...
3035.
nerden başlayacağını bilmemek, sanırım hissettiğim duygu bu ben bu yaşıma bugüne bu koşullara bir anda gelmedim şu anda doğup büyümedim ama bilicim sadece bu anı, gelip geçen zamanı anı olarak belleğimde tutuyor. ama eriyor. yavaş yavaş farkettirmeden geçen zaman yapılanlar notlara dökülmemiş kayda alınmamış her bir an eriyor belleğin azmi bu olsa gerek.
devamını gör...
3036.
"başka bir şey istiyorum" dedim, dedim, yırtındım adeta, uyandım söyledim, kızdım söyledim, mutlu oldum söyledim, bakınsanıza ne oldu şimdi? başka bir şey oldu. bu sokuk ve kocaman ağzımdan çıkan şeylere dikkat etmem gerektiğini derinden bilmeme rağmen dilin gücünü unutup kendi kuyumu kazdım. hayır mistik bir şeyden bahsetmiyorum. kış öncesi aşık olunur mu tatlım? aşkın mevsimi kış mıdır? nerden baksan kahır; görsen göremezsin, kapalı mekanlar dışında sosyalleşemezsin bile. ismini bile bilmediğim bir adamın yüzüyle uyanıyorum. ismini bile bilmiyorum. bir bakış beni bu kadar etkileyememeliydi. göz aynı göz. ama o başkaydı.

düşündüm dün gece. yatakta bir saat kadar debelendim. "nasılsa yaz gelecek yine," dedim; "şimdi böyle, biraz karanlık ve zor olacak ama sonuçta geçecek rahatla rica ediyorum, bunu istedin, ne istedinse olmadı mı? oldu, günlerce bunu mırıldandın, başka bir şey istedin, bir şans daha, özür diledin, gücünü bir daha kötüye kullanmamaya söz verdin, yalvardın ve bu hediyen, al kabul et, sızlanma," dedim. "o yol yürünecek, her gün, her gün yürünecek."

ne olacak bilmiyorum. devasa bir heyecan hissediyorum. her gün yürüdüğüm bir yol var; evle ofis arası takriben on dakika, on dakikalık bir yol. dilersen gidiş dönüş totalde yarım saat, çok çok ağır yürürsen o da. ama o on dakikalık yolda her sabah ve akşam kendimle hesaplaşıyorum. her gün iki defa. iki koca defa. "başka bir şey istiyorum" dediğim ilk anı hatırlıyorum. o başka şeyin ilk belirtilerini hissettiğim andan sonraki süreçte ne ben eski bendim ne de tecrübe ettiğim şey eski pratiklerin işlemesine uygundu. zor birkaç ay geçirdim. 2022 eylül'ünü unutamayacağımı biliyorum artık. başka bir şey oldu. kafamın içindeki yirmi küsur yıllık beyin benim değilmiş gibi; içeride inşaat var sanki, çekiç seskleri, testere sesleri, yıkılan duvar, cam kırılması... her veri kendini parçalıyor ve tekrar sentezleniyor başka bir veriyle. "yo hayır, pek benlik işler değil" dediğim işleri kabul ediyorum. "teşekkürler gelmeyeyim ben" dediğim ve yokluğuma alıştırdığım bütün gruplardayım. klişelerin neden klişe oldukları bilgisiyle yüzleştim; görülme sıklığıyla etkisi birbirine neredeyse eşit. hem vuku bulma imkanı var hem etkili. o klişe cümleler, tanrım, belki binlerce yıllık bilgiyi taşıyorlar. bu binlerce yılda birçok yıpranma ihtimali var; buna rağmen o bilgi orada.

ilk kardeşim hissetti. "biraz şaşkınım" dedi. "neye şaşkınsın? nedir?" dedim, "hiç, öyle" dedi. sustuk. güneş doğdu örneğin şuan. bir daha tecrübe edilemeyecek bir gün daha yani. başka bir şey istiyorum. inatla. yine. bütün sorumluluğu da üsteleneceğim söz.

yolda mırıldanırken, kendim hakkında düşünürken, tanıdığım en yüce şey hakkında düşünürken yani, ne yapacağımı, nasıl altından kalkacağımı düşünürken, üst üste gelmiş bunca şeyi nasıl halledeceğimi hesap ederken, çok üzgün, biraz yorgun, biraz yalnız olduğum bir anda, yine her zamanki domuzluğumla suratımı asarak; "benden daha çok şey biliyorsun" demiştim. aynı fikirdeyim. hayat benden daha çok şey biliyor ve buna direnmek öyle manasız geliyor ki artık. kadercilik değil bu, bilakis temel pratik meselelerin kendi hallerinde sürüklenmelerine müsaade etmek. irade göstererek tabii. haliyle sızlanmamak lazım. kış ve aşığım. kış başladı ve elimden belki de hiçbir şey gelmeyecek. hiçbir şey bilmiyorum. çay yapıyorum şuan kendime. bir buçuk saat sonra mesaisi başlayacak; gelecek öyle bir ışık gibi, hafif bir bulut gibi, merdivenlerden çıkacak, sakallarını düzeltecek, beni görünce yüzü kızaracak.

bir keresinde, birkaç hafta oldu, halamın oğlunun doğum günü vardı, kardeşim de beni alıp kararlaştırılan mekana götürecekti; anne ve babam bizden önce gitmişlerdi ben de ofisin önünde kardeşimi bekliyordum mekanın nerde olduğunu bilmediğim için onunla gitmem gerekiyordu. mekanı o ayarlamıştı. kardeşimin geldiğini görünce merdivenlerden inip direkt yanına gidecektim zaman kaybetmemek için; onu beklerken benimki göründü, ayağını merdivene attığı ilk basamaktan son basamağa kadar gözlerini bir kere, bir kere, bir küçük kere bile gözlerimden ayırmadı. bana bakarak çıktı merdivenlerden. bembeyaz teni yavaş yavaş kızardı. gülmemek için kendimi zor tuttum. çok sevimli geliyor gözüme. öyle bir yüzü var ki. al avuçlarına sonsuza kadar sev. her bir detayını. tek bir milim, bir küçük milim bile fazla yok yüzünde, bir kirpik bile sanki özenle yerleştirilmiş gibi. bir tanesi bile fazla değil. alt dudağının altında küçücük bir ben var. köşede böyle. minicik. ama ismini bile bilmiyorum. soramıyorum da kimseye. "şu kim?" diyemiyorum. olay olur. benim korumam gereken bir domuzluğum, itibarım var. ona aşık olduğum öğrenilirse zaaflarım olduğu bilgisi görünür olur; ben üstünlüğünü kıskanan bir adamım, ideallerimden vazgeçecek, liseli ergenler gibi kapılıp gidecek değilim. ama aşk herkesi eşitliyor, bunu istemiyorum. ama fark edilecek diye de korkuyorum. istemsizce mutluyum. heyecanlıyım. normal halim, çalışırkenki halim donuk ve odaklanmıştır ama onu görünce halim tavrım değişiyor. istemsizce gülümsüyorum. onu içime almak, ısıtmak, öpmek, sevmek, sesini duymak istiyorum. her sabah onu yanımda görmek istiyorum. "ödev bilinci, disiplin, ideal, çalışkanlık erdemi, hayattan aldığını hayata misliyle iade etme" derken, bunları yüceltir; "aşk maşk bunlar boş iştir" falan diye yırtınırken adını bile bilmediği bir herife dan diye aşık olmak, onun yolunu gözlemek, onu sormak çok ayıp, çok çocukça geliyor. çok salakça. biliyorum. belki aptalın teki. ama öyle bi bakıyor ki. onu ilk gördüğüm gün, öfkelenmiştim, böyle bedenen inanılmaz dik, inanılmaz net, inanılmaz keskin bir bakışı var, kardeşlerim içim gitti, arkamı döndüm bana baktığını görünce, kafamı çevirdim ama gözlerim orada kaldı, anlamlandıramadım, hiç beklemiyordum böyle çarpılmayı. o yürürken zaman duruyor sanki. her şey ağırlaşıyor. ağaçlar bile durup onu seyrediyor. hakikaten çok başka bir ışığı var. büyüleyici bir şey. çok böyle, nasıl tanımlanır bilmiyorum, çok hafif ama değil, şeffaf. birazdan mesaisi başlayacak. gelecek. rica ediyorum bir şekilde yine karşılaşalım. sonsuza kadar karşılaşalım. ben sonsuza kadar bu güzelliğin tanığı olmak istiyorum. hiçbir, hiçbir ve hiçbir şeyini bilmiyorum. ne sever, ne sevmez neye inanır hiç, hiçbir şeyini bilmiyorum. bildiğim tek şey şu; benden başka kimseyle göz göze gelmiyor. defalarca izledim, o görmediğinde de gördüm, beni görünce yavaşlıyor, acelesi varmış gibi koşturan adam duraksıyor, beni delirtiyor bu hali. bir kere tebessüm etmişti. onu ezmeden önce. sonra belki de korktu benden. bilmiyorum. ama öyle güzel gülümsüyor ki. delirirsin. şuan tamı tamına saat 7:30, tam bir saat sonra mesaisi başlayacak. bildiğim tek şey arabasının modeli ve plakası. böyle küçük bir bilgiyle hayatım geçsin istemiyorum. arabaları hiç sevmem. yoldayken artık sadece plakalara bakıyorum. "o mu acaba?" diye. hep görmek istiyorum. her anını görmek istiyorum. her şeyini bilmek istiyorum. hepsini.
devamını gör...
3037.
inanıyorum. bir gün tüm önyargılarımı, kinimi, nefretimi, öfkemi yok edebileceğime inanıyorum. şu sıralar zor bir dönemden geçiyorum ancak bunu da atlatabileceğime inanıyorum. hepsi geçecek ve herşey düzelecek.
devamını gör...
3038.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
cidden karalama defterimden *
devamını gör...
3039.
üsttekini ben de yapmaya çalışmıştım bir zaman ama pek özensizim o konuda. pek olmadı ama halen saklarım.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

neyse konumuza gelirsek bugün tarot bana çok güzel şeyleri vurguladı. kılıçlar kınından çıkıp duruyor g*te girmeden havada tutmaya çalışacağız bakalım..
devamını gör...
3040.
bağlam bir çok tercihi istemeden de olsa güçlü bir şekilde etkiliyor. bence bu etkilenme karakterimizi açığa çıkarıyor. zorunluluklar içerisindeki tercihlerimizle, konfor alanı içerisindeki tercihlerimiz, özellikle ileriye dönük aynı zamanda kendi hayatını tasarlama, idame ettirme, meslek seçimi, veya eş seçimi gibi toplumsal geri dönüşleri ve imajları yüksek, birey üzerinde iz bırakan konularda karakterimizin daha da güzel açığa çıkmasını sağlıyor. bu çıktıyı ziyadesiyle veriyor.

bunu niye mi yazıyorum?

bir şeylerin farkında olduğunu iddia eden dost ve konuştuğum insanlar'ın/arkadaşlarımın -mış gibi yapmasından, konuşmaya geldikleri zaman -bik bik konuşuyorlar çünkü. ama iş pratik olana geldiğinde eylemleriyle zıt olan şeyi seçiyorlar. teoride olanın acısına, sonuçlarına katlanmak yerine eleştirdiği şeyin bir parçası haline gelmeyi tercih ediyorlar. o halde nerede kalıyor teori üzerine konuşmalar? haz verdiği, lak lak etmek güzel olduğu için mi konuşuyoruz?

yok efenim yok. çok konuşup da iş tercihe geldiğinde eleştirdiğin şeyin kendisi haline geliyorsan, bazı şeyleri sonuçlarına rağmen taşımayı göze alamıyorsan, "zerdüşt'e ne bundan." git kendini marco paşaya anlat."

ben de biliyorum ortadoğu'da hiçbir şey düzelmeyecek, bu karanlık artarak devam edecek ve insanlar bu karanlıktan rahatsız değil ve olmayacak: çünkü farkında olan insan şikayet etmez, çözümün parçası haline gelir(bireysel olarak). diğer türlü şikayet et, mazlumum, kurtarıcı bekle...

düşünüyorsan ve konuşuyorsan göster! yoksa "zerdüşt'e ne bundan."

amor fati deyip . koyuyorum bu karalamaya
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim