1461.
henüz yazar olmasam da bir çaylak olarak üç beş yedi cümle kurma hakkım olduğunu düşünüyorum. yaklaşık yedi senedir uzak durduğum interaktif sözlük dünyasına, normal sözlük vasıtasıyla ve diri vücudumla dönmeye karar verdim. bol fav'lar.
devamını gör...
1462.
psikolojik sorunlu insanlarla dolu amk sözlüğü.
devamını gör...
1463.
körü körüne inanan biri değilim. neye inanıp neye inanmadığımı; neye, ne kadar inanmam gerektiğini de bilmiyorum. benim inanç sistemime göre iyi bir insan olmak her şeyden daha mühim. tüm dinlerin özünde bu olmalı. kendim için hep “işine geldiğinde ve işine geldiğince müslüman” diye düşündüm.

yine de beni yönlendiren bi iç ses hep oldu. ciddi hatalar yapmaktan uzaklaştıran, birini üzmemeye, kırmamaya, hep hoş tutmaya çalışan bir iç ses. beni iyi insan olmaya iten, sevme duygusu aşılayan, enerji veren bir iç ses. buraya kadar her şey normal.

kendim için çok bir şey istemedim. insanın kendi için bir şeyler isteme aşaması; dua kısmı olmalı. kendim için dua etmeyi çoğu zaman unuttum. etsem bile sınırlı, standart, olması gereken şeyleri diledim.

ben bu kadar eksikken etrafımdaki insanların benim için dua etmesi bana tuhaf geliyor. iş yerine inanma sınırları belli olan biri geliyor, “yine çok güzel olmuşsun (ki o olay öyle değil. güzel gören kendisi) allah senin karşına senin gibi güzel, nahîf, iyi ve kibar bir insan çıkarsın.” diyor.

o kişiyi boynum bükük uğurluyorum. durup düşünüyorum. imkansızlıklara gebeyim. mutlulukla karışık bir hüznüm var. ve bu mevsime en çok hüzün yakışıyor…

ortaya karışık bir şeyler çıkarttım. yazdıklarımdan daha karışık olmalıyım.

ve aklımda tüm gün boyunca dolaşan cemal süreya şiiri…


fotoğraf

“durakta üç kişi
adam kadın ve çocuk

adamın elleri ceplerinde
kadın çocuğun elini tutmuş

adam hüzünlü
hüzünlü şarkılar gibi hüzünlü

kadın güzel
güzel anılar gibi güzel

çocuk
güzel anılar gibi hüzünlü
hüzünlü şarkılar gibi güzel…
devamını gör...
1464.
gökyüzü gibi uzağım her şeyden ve herkesten , gökyüzü gibi sakin, gökyüzü gibi fırtınalı, hatta gökyüzü gibi temizim insanlardan uzak olduğum için . ama gökyüzü daha mavi benden, ama gökyüzü daha mutlu, ama gökyüzü daha sevecen, ama gökyüzü daha umutlu. ben hiçbir yerdeyim ama gökyüzü her yerde, beni kimse görmek istemiyor ama gökyüzünü herkes görmek istiyor. o güneşiyle güldüğü zaman herkes mutlu, ama ben güldüğüm zaman yalnız ben mutluyum. ey! gökyüzü ben güldüğüm zaman sen de gül olur mu?
devamını gör...
1465.
allah kimseyi gördüğü günden geri koymasın. hastanede baktım da şöyle yatanlara, kimi aylardır orada, kimi ne zaman geldiğini unutmuş.
kimi var ki onlar da kimsesiz olanlardı. kimi kimsesi olmadan hayat neye benzer az çok bilirim ama bu insanları görünce içim parçalandı.
bakıyorum da hayat çizgisi hep negatife inen bir halde. nedendir bilinmez ama şundan eminim.
beterin beteri var dostlar, varmış da görünmeyi beklermiş.
rabbim tez zamanda huzura kavuştursun hepimizi...
devamını gör...
1466.
bugün güzel bir gündü, baya eğlenmiştim taki son dakika olumsuz bir şey yaşayana kadar. aslında benim alınganlığımdan oldu. hayat bi denge.
devamını gör...
1467.
bence o diziye her bölümü 1 saat sürdüğü için devam etmiyorum.
devamını gör...
1468.
kedi diyorum gelmedi bu akşam? ahmet kapının önünde bekliyordu apartmanda. derya pek oralı olmadı.
çantasındaki aletin derdindeydi. telefonu sessize almasına rağmen aklı oradaydı.
hava karardı karacak. nerede bu lanet kedi? dedi ahmet ve o sırada elindeki mama poşetini yere bıraktı.
derya dayanamadı ve eli çantasına gitti.
arayan soran yoktu.
ameliyat o kadar uzun süremezdi. keşke gitseydi. patronuna küfretti.
o sırada siyah beyaz muğlak adını verdikleri kedi salına salına apartmanın bahçesinde göründü.
ah işte buradasın dedi ahmet yere çömeldi ve kediyi karşıladı.
mırlayarak kucağına yerleşti hayvan. ve telefon sessizce yandı derya'nın elinde.

böyle işte.. yarım yamalak sahneler gözümün önünde. kim bu derya bilmiyorum. ya da ahmet hiç tanıdık değil. birden beliriyor sahneler. belli ki bir hikaye saklı. ama kimin hikayesi. telefonda kim var? muğlak diye kedi ismimi olur? neden muğlak demişler ki?
arsız kedi mama olmadan gelmiyor mu hem?

alo dedi derya.
alo dedi doktor.
çıktı mı?
tek tek kelimelerin ağırlığı kedinin umurunda değildi. muğlak olan bir kedinin umurunda olur mu ölüm?
maalesef dedi doktor.
babanızı kaybettik.
muğlak mırladı ahmet nefesini tuttu. muğlak indi ahmet'in kucağından ve derya'nın ayaklarının arasında dolanmaya başladı.
kedi bir belirdi bir yok oldu.
zamanda kayma olursa ve bir ölüm gerçekleşirse ve eğer etrafta bir kedi varsa göz böyle görürdü gerçeği.
kedi kendi kendine düşündü.
eh dedi artık adımı muğlak koymazlar.
devamını gör...
1469.
ölmek ve uyumak üzerine:

yarın öleceksin dedi doktor. saat de verdi üstelik, yarın gece 00.07 ‘de hayata gözlerimi yumacakmışım. saatime baktım hemen, tam 18 saat 42 dakikam var. penaltı anında ters köşeye atlamış kaleci gibi çaresizim.

ne yapmalıyım. tüh! hiç plan da yapmadım ki. elimdeki seçenekleri hızlıca gözden geçirmem gerekiyor.
öncelikle birine anlatmak istiyorum bu durumu. en yakın arkadaşım olabilir veya aileme söyleyebilirim. ama yok, şimdi onların tesellileriyle zamanımı hiç edemem. ayrıca ne diyebilirler ki bu saatten sonra: hayat kısa kuşlar uçuyor mu diyecekler. yapmacıklığa ayıracak vaktim yok maalesef. uyumalıyım diyorum. hiçbir şey düşünmeden sadece uyumalıyım.

izlediğim dizinin final bölümü yayınlanıyor bugün, acaba onu izlesem diyorum. amaan boşver şimdi, benim hikayem gibi o da yarım kalsın. evet uyumak en iyisi, derin bir uyku her şeyi çözer.

bir türlü açılamadığım bir kadın var, ona mı yazsam diyorum. acaba kabul edecek miydi beni? elime alıyorum telefonu, ne var ne yok yazıyorum sonra tam gönder tuşuna basacakken: ne yapıyosun olum, yarın öleceksin, gider ayak kızı üzmeye hakkın yok diyorum. bırak bunları, en iyisi uyumak. hem belli mi olur belki huriler falan vardır gerçekten.

ulan ölüyoruz ölmesine de. cennet cehennem olayı var mı acaba gerçekten? varsa sıçtık demektir. tövbe edip, iki rekat namaz mı kılsam diyorum. sonra düşününce tanrıyı kandırmaya çalışmanın alemi yok diyorum bu saatten sonra. yok yok, uyumaktan güzeli yok. sadece uyumak istiyorum.

su gibi akıp giden bir rüya gibi geçirmeliyim son dakikalarımı, yalnız başıma, sessizce, nefes kesen harbi bir macera gibi bitmeli bu hikaye:
tatlı uykular varoluşçu seksi bedenim.
devamını gör...
1470.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

her şey bi kova mandalina etrafında şekillenmişti…
hayatımın ilk 15 yılı bir apartman dairesinde geçti. kirada oturuyorduk. ev sahibimiz babamın akrabasıydı. birçok şeyi orada yaşadık. mesela; en sevdiğim terliklerim dilenci tarafından çalındı. belli süre sonra kapının önüne bırakıldı. o vakitten sonra terliklerimi kapının önünde bırakmamayı öğrendim. aslında anlatılacak çok şey var da benim olayım bu bir kova mandalina üzerine…

evimizin bir cephesi mahalleye bakarken bir cephesi ev sahibinin bahçesine bakıyordu. bahçede de mandalina ve erik ağacı vardı. ikisi de zıt mevsimlerin ağacı. imrenirdim. imrenmemin sebebi meyvelerin çokluğu için değildi; sonuçta evimizde meyve eksik olmazdı. imrenmemin sebebi; bizim de bahçemiz olsa bizim de bahçemizde bir sürü ağacımız olsa ve o meyveleri toplasaydık. mandalinalardan, eriklerden koparırdık; ama her şey gibi onlar da sınırlıydı. sınırlar; biraz tok gözlü büyümekten biraz da kendinin olmayınca bi anlamı olmayışındandı

hiç unutmam; bir keresinde - ev sahibimizin torunu da bizim üst katımızda oturuyordu, kızla aynı yaştayız. - ev sahibinin torunuyla bahçeye girdik. erik mevsimi. en fazla 15 dakika kadar bahçede durduktan sonra “çıkalım artık.” dedi. mecburen çıktık. onun gittiğinden emin olduktan sonra deli dana gibi bahçeye saldırdım. ceplerimi erikle doldurdum. yaptığım ilk ve son hırsızlık denebilir. düşününce bu yaşta bile mahcup hissediyorum.*

üstüne zibilyon sene geçti. bir bahçemiz oldu. ilk başta sadece bahçe olarak kullandığımız yere müstakil bir ev yaptık. bahçeye dikilebildiği kadar ağaç dikildi: zeytin, ceviz, kiraz, vişne, armut, nar, erik, dut, limon, mandalina (3 adet) ağaçları; böğürtlen, fındık, asma… mevsimine göre meyveleri aldık, alıyoruz, alacağız. sadece biz almıyoruz elbette; gelen geçen, canı çeken herkes aldı, alıyor, alacak. her daim paylaştıkça çoğalır mottosu ile hareket edince yaşamak daha keyifli oluyor. dün mandalina toplarken bütün gün kirada oturduğumuz ev, mandalina ve erik ağacı aklımdaydı. doyasıya meyve toplayabildiğim için gülümsedim. her mevsim böyle oluyor. bahçeye indiğimde çocuklaşıyorum. çocuk mutluluğum ne bahçeye, ne eve, ne yaşadığım sahil kasabasına, ne ilçeye, ne ile sığıyor. taşıyorum resmen.

ilerde bi gün çocuğum olursa, olacaksa bahçeye inip özgürce ağaçtan ağaca koşturmasını, dallara uzanıp, hiçbir sınır olmadan meyveleri koparmasını hayal ediyorum şimdi. ilerde bir gün… belki…

ve tüm bunlar için teşekkür ediyorum. *
devamını gör...
1471.
(me)^2 arasında (3,14)^2 =?
devamını gör...
1472.
tuz kokan deniz burnunuzu yakar ya hafifçe, ben onun kokusunu özlediğim için sürekli sahile gelir ve bu kokuyu içime çekerdim. özlemim, genzimi yakan kokudan daha ağır basıyordu.

öyle özlemiştim ki... aylar geçmişti üstünden ancak hâlâ boğazıma oturan yumru geçmemişti. hani dersiniz ya "umut yok artık" her gün kendime bunu desem de sahile geldiğimde bir umut doluyordu içime.

rüzgarın kumları okşayışı, saçlarımı okşayışın kadar narindi. ancak ona tezat olarak kayalara çarpan dalgalarda, kalbime her an tekrar tekrar giren ağrılar gibi hoyrattı.

biz seninle sonbaharı severdik hatırladın mı çiçeğim? hani... sonbaharda yağmur yağardı, şimşek çakardı ve gök gürlerdi. sen hiç korkmazdın. ben ise korkmazdım ama sırf yanına sıkışmak için bir bahane olarak kullanırdım bu sesleri. bunu sen de bilirdin. bu yüzden severdin sonbaharı değil mi kokusu sarhoş eden kadın? bu yüzden severdik değil mi...

duyduğum ayak sesiyle, kendime çektiğim bacaklarıma gömdüm yüzümü. muhtemelen nayeon gelmişti beni almaya. artık o ve diğerleri alışmıştı benim kaçıp sahile gelişime. saat geç olduğunda gelir ve beni alırdı. demek ki geç olmuştu saat ve yine almaya gelmişti beni. ama bugün dönmeyecektim eve. çünkü daha bir güçsüzdüm tam bugün.

yanıma oturduğu an aldığım kokuyla iç çekmiştim. denizin o güzel kokusu öyle işlemişti ki burnuma sana'mın kokusunu alıyordum sanki. ne ironi ama....

kendi kendime güldüm ağlarken. öyle güzel gelmişti ki bir an burnuma bu koku insan ister istemez mutlu oluyordu.

sonra kulaklarımda bir gülüş, ağlayışını gizlemeye çalışan bir gülüş hem de..

bir an yanıma çevirdim kafamı... hayal görüyordum işte. yine bir hayaldi. biliyordum..

gözlerinden akan yaşları sanki görmemişim gibi sildi hayal olduğuna inandığım sevgilim. sonra bana baktı. öyle derindi ki okyanuslar... okyanuslar kıskanırdı bu derinliği. öyle güzeldi ki... en güzel çiçek bile kıskanır solardı yanında. işte o zaman anladım, o benim sana'mdı.

elimi zar zor uzattım koluna doğru. gerçek olduğuna inanmaya ihtiyacım vardı. sanki bunu hissetmiş gibi narince aldı elimi ve göğsüne bastırdı. işte o an denizin sesi kesildi. rüzgar sustu anın güzelliğine. martılar... dilsiz kaldı. ve sadece o güzel ses yankılandı sessizlikte.

"sessizliğin sesini duyuyor musun?" ve işte o yumru indi o an boğazımdan. benim deniz'imdi... geceme ışık olan sevgilim. ne güzel de bölmüştü tüm sesi, sessizliğiyle.

kadınım, hoş geldin. sahilimin efkârlı sesine, benim acı sessizliğime. ve sensiz geçen günlerin isyanına.
devamını gör...
1473.
senin aklın beni korkutan yarınlarda. ben dünde takılıp kalmışım. söylesene biz bugünü el ele nasıl geçirelim?
devamını gör...
1474.
(... koleksiyonumun tek taşıyla seksek oynarken yirmi ikinci çizgide başladı oyun, tuhaf; seksek aslında tek ayakla oynanmazmış. nüksettiğim aynalarda kendime ilk çarptığımda anladım …)
abidin mutsuzluğun resmini çizse diyorum bu defa
en çok hangimizi
ama en çok hangimizi

tanrım… pazarlık yapılamaz mı seninle?
devamını gör...
1475.
-ne bu şimdi?
+şiir abi.
-bazı şeyler yarım kalmalı belki de, her şeye alışıyor insan.
bu mu?
+evet.
-lan oğlum vazgeç artık şu sevdadan. bir tek sen mi varsın istediğini yaşayamamış olan? bu melankolik tavırları seviyorsun gibi bir halin var artık. sanki düzelmek istemiyorsun, üzüntünden zevk aldığını düşünmeye başladım.
+düzelmek istiyorum ama içimde bir yerler hep buruk. hiç kapanmayacak bir yaraymış gibi geliyor, ne kadar zaman geçerse geçsin aklıma düştükçe ağlayacak gibi oluyorum.
-yapma abi böyle. kapanmayan yara mı olurmuş. yaralar kapanmasa nasıl yaşarız? bırak artık umut etmeyi, kendine eziyet ediyorsun sadece. çünkü o geri gelmeyecek. acın sana özgü falan değil, şiirlerinle ortalık malı yaptın acını da kederini de. hem ne buluyorsun bunları yazmaktan? yaranı deşmekten başka bir iş yapmıyorsun.
+haklısın abi...
- haklıyım tabii. şimdi al şu kağıdı defol git, iki bira içelim muhabbet edelim dedim yine ağzıma ettin.
devamını gör...
1476.
bazen çıktığın yol artık bir yere varsın istersin, çünkü çok olmuştur artık yola çıkalı ama bir türlü bitmez ya hani o yol.
önceleri şu köşeyi de döneyim dersin, umut edersin, yürüdükçe yürürsün.
bir bakarsın böyle böyle artık epey gitmişsin ve geri dönmek için de son çıkışı kaçıralı çok olmuş.
karabasan gibi hani, boğazın yırtılır da kimse imdadına koşmaz gibi çaresiz bir haykırışa dönüşür sonra attığın her adım.
kaybolmaya yüz tutmuş bir umut, titrek bir mum ışığı ile kalakalmışlığına ve o koskoca yolda tek başına olmana şaşırırsın.
bu kadar görünmez olduğuna inanamazsın. bu kadar yok olduğuna...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
1477.
karanlıklar içinde uyandım rüyama.
anahtarımı arıyorum.
bir yol kenarı… hemen yanımdaki binanın balkonlarına ilişiyor gözüm. üst katlardan birinde babam, yol’a bakıyor, ben babama… her saniye hızla arabalar geçiyor yanımdan, bir dal gibi sallanıyorum.
karanlıkta gördüğüm küçücük bir ışıltıyı anahtarım zannedip koşuyorum hemen oraya. ama yok, yok…
yolun alt tarafı binanın girişine çıkıyor.
bir şey var orada; bir hareketlilik, kıpır kıpır. köpek yavrusuna benzeyen sekiz minik hayvan, çok sevimli görünüyorlar. tuhaf görünüşlü çıplak ayaklı bir kadın şefkatle gülümsüyor onlara. üzerinde sıradan bir bez parçasından uydurulmuş kirli beyaz bir elbise...
ayaklarına dolanıyorlar kadının, bacaklarına tırmanıyorlar. açlıktan delirmiş gibiler.
kendini yerde buluyor kadın. üzerindeki elbiseyi parçalayıp göğüslerini emmeye başlıyorlar.
sekiz göğsü olur mu bir kadının? ve aç köpek yavruları parçalar mı emdiği memeyi?
köpek yavruları emdikçe çakallara dönüşüyor. artık sevimli değiller...
bitkin bir hâlde kendinden geçiyor kadın.
ne uzaklaştırabiliyorum onları, ne ayağa kaldırabiliyorum kadını. çok yanıyor canı, çok canım yanıyor…
sonra ne oluyor, kadın kendine geliyor ve ayağa kalkıyor, dimdik. her birini tek tek fırlatıyor üzerinden. doymak bilmeyen çakallar sivri dişleriyle hâlâ kadına saldırmaya devam ediyor bacaklarından.
kadının yüzünü şimdi görebiliyorum. bakışları buz gibi. artık acıyı ya da başka herhangi bir şeyi duymayan bir hâli var.
gözlerini ve yüzünü gördüğümde irkiliyorum.
o yürüyüp gidiyor karanlığın içine
anahtar?
göğsüm sekiz yerinden parçalanmış gibi uyandım kendimden…
devamını gör...
1478.
içimde bir gram bile vicdan kalmadı fakat son bir sevgi tohumu kaldı ve o tohumu yeşillendirip eski iyi halimi yakalamaya çalışıyorum. gücüm de kalmadı pek. her gün kendime yalvarıyorum o tohumu kurutma diye ama bu yeşerme için de yine başka bir şeyi bekliyorum. son bir çabam, umudum kaldı. o da olmazsa asla eskisi gibi olamayacağımdan korkuyorum.
devamını gör...
1479.
harala gürele itişip kakışmalar arasında kendime bir yol çizebildiysem ne mutlu bana. oysa bu cümle bile başlı başına bir aldatmaca. yol falan çizdiğimiz mi var? nerede kalemler? nerede kağıtlar? evet bir şekilde yaşla birlikte bir karakter otruyor ama….
yok lan size iç konuşmalarımı mı yazacağım. daha neler.
şimdi efendim. mesele şu.hayır kediler arası hiyerarşi mi var tüylere dayalı? tüyleri güzel kedilerin sıçtığı toprağın üzerini tek gözü kör, kısa tüylü kediler mi kapatıyor? şunu öğrendim. yok öyle bir şey. bizde de yok. o yüzden kimsenin bokunu kapatacağım diye uğraşmayın.
devamını gör...
1480.
kadınlar vardı;
uyumadan önce saçlarını fırçalayan,
kahvaltı çayını tek şekerli içen,
en sevdiği radyo programını bekleyen her sabah,
iki kadeh rakıyla çakırkeyf olup,
sigara kokusuyla öksürüğü tutan.
kadınlar vardı;
fanusta beslediği japon balıklarına isim koyan,
saksıda fesleğen yetiştirip,
papatya çayına gönül veren.
çamaşırları sabun tozuyla yıkayan,
gülüşü 4 mevsim bahar kokan kadınlar vardı.
vardı işte...
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim