kahve
fransız devlet bakanı talleyrand’ın “şeytan kadar kara, cehennem kadar sıcak, melek kadar saf, aşk kadar da tatlı.” diye tanımladığı mükemmel içeçek. günün her saati içilebilirim.
devamını gör...
tavukların teyzesi
hakli yere olusturulmus soz obegidir. cumartesi gecesi erken mi yatilir? kahve esliginde kitabin icine kafa gomulur, bir film biter baska bir film izlenir. cok daha guzeli sozluge girilir mesela konudan konuya gecis yapilir, baslik acilir, yorum yazilir...
devamını gör...
türklerin ırkçı olmadığı gerçeği
ırkçılık, lgbt gibi meseleler suni gündemlerdir bir kez daha yazayım, kasıtlı olarak sunuluyor. bizim toplumumuzun meseleleri değil.
ırkçılık biyolojik üstünlüğe ve pozitivizme dayanır. avrupa kökenlidir. beyaz adam felsefesini taşır. bu felsefenin sonuçları da insanları renkleri, dilleri sebebiyle sömürmek, öldürmek gibi sayısız örnekle kanıtlanmıştır.
bizde ırkçılık denilen şey ise bu manada ırkçılık olarak görülemez. toplumsal-kültürel temellidir ve durup dururken sömürmek, öldürmek gibi bir amaç taşımaz. ermeni, rumla olan ilişkiler çeşitli olaylar sebebiyle mimlenmiş hale geldi. bundan önce hatta savaş döneminde bile ermeniler rumlar bu ülkenin en zenginleri, en ayrıcalıklı konumlarına da sahip oldular. avrupanın siyahilere yaptığı gibi kimseyi köle kamplarına alıp çalıştırmadık, ya da köle muamelesi göstermedik.
bunun dışında da her toplumda milliyetçi refleksler olur, milliyetçilik yüzyıllardan beri toplumların doğal örgütlenme biçimidir ve sürekliliğini geçerliliğini ispatlamıştır. her şeyin kötü tarafı olabileceği gibi konuya nereden baktığınızla da alakalıdır. ben karadenizliyim, çepniyiz, büyüklerimiz kızınca çepni diye aşağılıyor. adamın kendisi çepni. bu tür ithamları vs. avrupanın bugün dayattığı sjw mentalitesiyle anlayamazsınız. o sjw'yi bile eleştirel düşünmeden kendi ülkesine göre değerlendirmeden kopyala yapıştır olarak alıyorlar. o ırkçılık o ırkçılık değil.
he bu arada o kadar gına geldi ki köküne kadar ırkçıyım ama siz ırkçılığın daha ne olduğunu bile bilmiyorsunuz.
edit: bir arkadaş tamam oradan doğdu ama bugün evrensel bir anlamda kullanılmıyor mu dedi. doğrudur. elbetteki bir insanı ırkı dolayısıyla aşağılamak, yargılamak ırkçılıktır. ancak bahsettiğim gibi bizimki pozitivist bir üstünlük inancından ya da etnik olarak karşı tarafı ikinci sınıf olarak görmekten ziyade, muhafazakar ve toplumsal-kültürel bir dışlama. yani gavurda bir millettir, mağribi de bir millettir. direkt olarak etnik kökene saldırılmaz ki islam buna izin vermez. zenci kelimesi mesela zen adasından gelir. oradan gelen anlamındadır. ispanyanın negrosu ise aşağılama olarak siyah anlamına gelir sonra nigga'ya dönüşmüştür.
ırkçılık biyolojik üstünlüğe ve pozitivizme dayanır. avrupa kökenlidir. beyaz adam felsefesini taşır. bu felsefenin sonuçları da insanları renkleri, dilleri sebebiyle sömürmek, öldürmek gibi sayısız örnekle kanıtlanmıştır.
bizde ırkçılık denilen şey ise bu manada ırkçılık olarak görülemez. toplumsal-kültürel temellidir ve durup dururken sömürmek, öldürmek gibi bir amaç taşımaz. ermeni, rumla olan ilişkiler çeşitli olaylar sebebiyle mimlenmiş hale geldi. bundan önce hatta savaş döneminde bile ermeniler rumlar bu ülkenin en zenginleri, en ayrıcalıklı konumlarına da sahip oldular. avrupanın siyahilere yaptığı gibi kimseyi köle kamplarına alıp çalıştırmadık, ya da köle muamelesi göstermedik.
bunun dışında da her toplumda milliyetçi refleksler olur, milliyetçilik yüzyıllardan beri toplumların doğal örgütlenme biçimidir ve sürekliliğini geçerliliğini ispatlamıştır. her şeyin kötü tarafı olabileceği gibi konuya nereden baktığınızla da alakalıdır. ben karadenizliyim, çepniyiz, büyüklerimiz kızınca çepni diye aşağılıyor. adamın kendisi çepni. bu tür ithamları vs. avrupanın bugün dayattığı sjw mentalitesiyle anlayamazsınız. o sjw'yi bile eleştirel düşünmeden kendi ülkesine göre değerlendirmeden kopyala yapıştır olarak alıyorlar. o ırkçılık o ırkçılık değil.
he bu arada o kadar gına geldi ki köküne kadar ırkçıyım ama siz ırkçılığın daha ne olduğunu bile bilmiyorsunuz.
edit: bir arkadaş tamam oradan doğdu ama bugün evrensel bir anlamda kullanılmıyor mu dedi. doğrudur. elbetteki bir insanı ırkı dolayısıyla aşağılamak, yargılamak ırkçılıktır. ancak bahsettiğim gibi bizimki pozitivist bir üstünlük inancından ya da etnik olarak karşı tarafı ikinci sınıf olarak görmekten ziyade, muhafazakar ve toplumsal-kültürel bir dışlama. yani gavurda bir millettir, mağribi de bir millettir. direkt olarak etnik kökene saldırılmaz ki islam buna izin vermez. zenci kelimesi mesela zen adasından gelir. oradan gelen anlamındadır. ispanyanın negrosu ise aşağılama olarak siyah anlamına gelir sonra nigga'ya dönüşmüştür.
devamını gör...
ege ve akdeniz sahil yörelerindeki kürt esnaf terörü
ne bakımdan sorundur? ne açıdan problemdir şunu şöyle başı sonu belli, nedenli sonuçlu bir anlat da okuyalım güzel kardeşim. bilindik demişsin ama ben bilmiyorum mesela, bilmeyene anlat bakalım neler dönüyor ege akdeniz sahillerinde?
edit: seni balkondan balkona hoplatırım atski. efendi efendi açıkla mevzuyu okuyalım dedik. ne atar yapıyorsun?
edit: seni balkondan balkona hoplatırım atski. efendi efendi açıkla mevzuyu okuyalım dedik. ne atar yapıyorsun?
devamını gör...
fakirlerin hızlı yiyip içmesi
fakirler yiyip içmez, tıkınır.
devamını gör...
orta doğu
sürekli kartların yeniden dağıtıldığı yer.
devamını gör...
dünyanın en iyi insanı
bana göre ağaç diken, hayvanları koruyan ve besleyenler. kısacası doğayı koruyanlardır.
devamını gör...
ülkücülerin gizli ahmet kaya hayranı olması
sadece ahmet kaya severlerin uydurduğu bir görüştür.
ahmet kaya sevmem, dinlemem, ülkücü de değilim solcu da. ama ahmet şafak, mustafa özarslan, mustafa yıldızdoğan, ali kınık dinlerim. tarz meselesi.
ahmet kaya sevmem, dinlemem, ülkücü de değilim solcu da. ama ahmet şafak, mustafa özarslan, mustafa yıldızdoğan, ali kınık dinlerim. tarz meselesi.
devamını gör...
katater
cerrahi operasyonlar sırasında vücuttan kan tahliyesini sağlamak amacıyla kullanılan bir tüptür. vücutta bir damara veya kanala takılarak drenaj ve sıvıların zerk edilmesine yardımcı olur. dar ve esnek bir tüp olmasına rağmen, duruma göre geniş ve sert olanlar da kullanılmaktadır.
devamını gör...
aşkın ömrü üç yıldır
bir frederic beigbeder kitabıdır.
aslında bir reklam yazarı olan frederic beigbeder bu romanında ve diğer romanında -onun ismini bilmiyorum şu an çünkü fiyatı artıkça ismi değişen bir kitaptı- roman edebiyatın içine reklam hileleri de katarak müthiş satış rakamlarına ulaşmıştır dünya çapında.
yazar kitabında -adı üstünde- aşka bir ömür biçme çabasında ve bu hayatta kalma süresini de üç yıl olarak belirlemiş. bunu kendine göre bazı kanıtlara dayandırarak yapıyor elbette. mantıklı olup olmadığına okuyunca karar verirsiniz.
ben üç yılın fazla olduğu görüşündeyim. iki insan birbirine aşıksa ve kavuşursa aşkın uzun sürme olasılığı da düşüyor gibi gelir bana hep. çünkü benim deneyimlediğim ve yorumladığım kadarıyla aşk kısa bir duygu yoğunluğu hali. bu söylediğimi aşkın olmadığını iddia etmek olarak almayın. ben sadece aşkın daha yoğun ve uzun süreli bir duyguya yerini bırakabileceğini söylüyorum.
ama tabii ki benim söylediklerim basılı bir kitap halinde olmadığı için çok da muteber değil. siz iyisi mi hayatını reklam yazarı olarak geçirmiş olan bir yazarın size aşkın son kullanma tarihini anlattığı kitabı okuyun.
ama son kullanma tarihinin geçtiğini düşündüğünüz aşklarınızı atmayın. daha yaşanır onlar.
aslında bir reklam yazarı olan frederic beigbeder bu romanında ve diğer romanında -onun ismini bilmiyorum şu an çünkü fiyatı artıkça ismi değişen bir kitaptı- roman edebiyatın içine reklam hileleri de katarak müthiş satış rakamlarına ulaşmıştır dünya çapında.
yazar kitabında -adı üstünde- aşka bir ömür biçme çabasında ve bu hayatta kalma süresini de üç yıl olarak belirlemiş. bunu kendine göre bazı kanıtlara dayandırarak yapıyor elbette. mantıklı olup olmadığına okuyunca karar verirsiniz.
ben üç yılın fazla olduğu görüşündeyim. iki insan birbirine aşıksa ve kavuşursa aşkın uzun sürme olasılığı da düşüyor gibi gelir bana hep. çünkü benim deneyimlediğim ve yorumladığım kadarıyla aşk kısa bir duygu yoğunluğu hali. bu söylediğimi aşkın olmadığını iddia etmek olarak almayın. ben sadece aşkın daha yoğun ve uzun süreli bir duyguya yerini bırakabileceğini söylüyorum.
ama tabii ki benim söylediklerim basılı bir kitap halinde olmadığı için çok da muteber değil. siz iyisi mi hayatını reklam yazarı olarak geçirmiş olan bir yazarın size aşkın son kullanma tarihini anlattığı kitabı okuyun.
ama son kullanma tarihinin geçtiğini düşündüğünüz aşklarınızı atmayın. daha yaşanır onlar.
devamını gör...
mobil genelev
2003 yılında istanbul'da yaşanmış olan bir hadise. daha önce sokakta hayat kadını olarak çalışan 40 yaşındaki bir kadın 50 milyara bir otobüs satın alıp içine kabinler ve duşlar yaptırdı. eski tip bir 302'den müşterilerini duraktan alıp duraklara bırakan mobil bir genelev yarattı. bu olay o yıllarda epey gündem olmuştu. ilgili haberi şöyle bırakalım:www.hurriyet.com.tr/gundem/...
devamını gör...
boş beleş bölümler okuyup işsizim diye ağlamak
başlık üslubunu çok ciddiye alamadığım için çok bir şey yazmak istemiyorum ama bu üsluba karşılık sanane sana mı ağlıyorum ekmeğimi sen veriyorsun demek istedim.konuyla ilgili zaten yazar arkadaşlar açıklayıcı yazmış.
ağlamaklı işsiz....*
ağlamaklı işsiz....*
devamını gör...
(tematik)
sevdan bir ateş
söz ve müziği murat çelik'e ait olan bir düş sokağı sakinleri şarkısıdır. 1993 yılında düş sokağı albümü ile piyasaya sürülmüştür.
senin alev gözlerin
eritse şu ruhumu
buz olur kesilirim
yanarken içim
sesin bir uçurum
çağırırsa beni
kuş olur uçarım
yanarken içim
sevdan bir ateş oldu bende
gönlüm bir deli
coştu sende
saçların rüzgarından
savururken gönlünü
sürgün olur göçerim
bu diyarlardan
kime dokunur ellerim
kimi görür gözlerim
ölüm çıkar karşıma
yine sen derim
sevdan bir ateş oldu bende
gönlüm bir deli
coştu sende
dinlemek için buradan tık
senin alev gözlerin
eritse şu ruhumu
buz olur kesilirim
yanarken içim
sesin bir uçurum
çağırırsa beni
kuş olur uçarım
yanarken içim
sevdan bir ateş oldu bende
gönlüm bir deli
coştu sende
saçların rüzgarından
savururken gönlünü
sürgün olur göçerim
bu diyarlardan
kime dokunur ellerim
kimi görür gözlerim
ölüm çıkar karşıma
yine sen derim
sevdan bir ateş oldu bende
gönlüm bir deli
coştu sende
dinlemek için buradan tık
devamını gör...
üşür ölüm bile
ülkü tamer-üşür ölüm bile
" bir soğuk yel eser
üşür ölüm bile
anlatır akan kanı
beyaz sesiyle."
bestelenmiş en sevdiğim hali *
" bir soğuk yel eser
üşür ölüm bile
anlatır akan kanı
beyaz sesiyle."
bestelenmiş en sevdiğim hali *
devamını gör...
kemere takmalı telefon kılıfı
telefonunu kendisi ile bütünleştirmiş emekli amca itemiydi...
şimdi o amcalar facebook ve tik tok kullandığından hepsinde akıllı telefon var.
bu telefon o kaba sığmaz.
eğer sığacak kadar büyüğü yapılsaydı bunu üreten paraya para demezdi aynı tayfa koşarak alırdı.
şimdi o amcalar facebook ve tik tok kullandığından hepsinde akıllı telefon var.
bu telefon o kaba sığmaz.
eğer sığacak kadar büyüğü yapılsaydı bunu üreten paraya para demezdi aynı tayfa koşarak alırdı.
devamını gör...
bir küvet hikayesi
nazım, piraye'yi aldatınca piraye bu şiiri yazıp nazım'a göndermiş. nazım da birkaç dizesini değiştirip 1940 yılında* kendi adıyla yayınlamış.
"süleyman'a karısı telefon etti :
— konuşan ben,
ben, fahire.
tanımadın mı sesimden?
demek çok bağırdım birdenbire.
çığlık mı?
belki...
hayır,
çocuklar hasta değil.
dinle beni :
işini bırak da gel,
çabuk ol ama.
telefonda anlatamam,
olmaz.
daha kıyamet kadar vakit var akşama.
saatlar, saatlar,
kıyamet kadar.
sorma.
dinle beni...
hemen vapur bulamazsan
üsküdar'a kayıkla geç.
bir taksiye atla.
paran yoksa
patrondan avans al.
yolda hiçbir şey düşünme,
mümkün mertebe yalansız gelmeye çalış.
yalan kuvvetliye söylenir
ben kuvvetsizim.
alay etme kuzum.
evet kar yağacak,
evet
hava güzel.
koynuna girdiğim adam gibi
kocam gibi değil,
büyüğüm, akıllım,
babam gibi gel...
geldi süleyman,
fahire, kocası süleyman'a sordu :
— doğru mu?
— evet.
— teşekkür ederim süleyman.
bak işte rahatladım.
bak işte ağlamıyorum artık.
nerde buluşuyordunuz?
— bir otelde.
— beyoğlu tarafında mı?
— evet.
— kaç defa?
— ya üç, ya dört.
— üç mü, dört mü?
— bilmiyorum.
— bunu hatırlamak bu kadar mı güç süleyman?
— bilmiyorum.
— demek ki bir otel odasında.
kim bilir çarşaflar nasıl kirliydi.
bir ingiliz romanında okudum,
bu işlere yarayan otellerde
kırık küvetler varmış.
sizinkinde de var mıydı süleyman?
— bilmiyorum.
— hele düşün,
toz pembe çiçekli, kırık bir küvet?
— evet.
— hiç hediye verdin mi?
— hayır.
— çukulata, filân?
— bir defa.
— çok mu seviyordun?
— sevmek mi?
hayır...
— başkaları da var mı süleyman?
— yok.
— olmadı mı?
— hayır.
— bunu sevdin demek...
başkaları da olsaydı
daha rahat ederdim...
çok mu güzel yatıyordu?
— hayır.
— doğru söyle, bak ne kadar cesurum...
— doğru söylüyorum...
— zaten gösterdiler bana.
inek gibi karı.
belimden kalın bacakları...
fakat zevk meselesi bu...
bir sual daha, süleyman :
niçin?
— bilmiyorum...
karanlıkta pencerenin hizasında
karlı, ağır bir çam dalı.
bir hayli zaman oldu
sofada asma saat on ikiyi çalalı.
süleyman'ın karısı fahire
şunları anlattı kocasına ertesi gün :
— ... dayanılmaz bir acı halindeydi
kendime karşı duyduğum merhamet,
ölmeye karar verdimdi, süleyman...
annem, çocuklarım ve en önde sen
bulacaktınız karda ayak izlerimi.
bekçi, polisler, bir tahta merdiven
ve bir kadın ölüsü çıkaracaktınız
arka arsada bostan kuyusundan.
kolay mı?
gece bostan kuyusuna doğru yürümek,
sonra kenarına çıkıp durarak
baş aşağı atlamak karanlığına?
fakat bulmadınızsa eğer
karda ayak izlerimi
sade korktuğumdan değil.
bekçi, merdiven, polisler,
dedikodu, kepazelik,
aldatılmış bir zevcenin intiharı :
komik.
niçin öldüğümü anlatmak müşkül.
kime? herkese, sana meselâ.
insan, ölmeye karar verirken bile
insanları düşünüyor...
sen yatakta uyuyordun
yüzün rahat,
her zaman nasıl uyursan
ondan evvel ve o varken.
dışarda kar yağmaya başladı.
bir tek gecelikle çıkmak balkona :
zatürree ertesi gün,
nümayişsiz ölüvermek.
hayır,
hiç aklıma gelmedi nezle olmak ihtimali.
yaktım sobamızı.
iyice ısınmak lâzım ilkönce.
ciğer bir çay bardağı gibi çatlarmış.
pencereye, kara bakıyorum :
«eşini gaip eyleyen bir kuş
gibi kar
geçen eyyamı nev baharı arar...»
babam bu şiiri çok severdi.
sen beğenmezsin.
«sağdan sola, soldan sağa lerzânı girizan...»
lambayı söndürmeden balkona çıktım.
« ... gibi kar
düşer düşer ağlar...»
oturdum balkonda iskemleye.
havada çıt yok.
karanlık bembeyaz.
uykudayım sanki.
sanki çok sevdiğim bir insan
korkarak beni uyandırmaktan
yumuşacık dolaşıyor etrafımda.
üşümüyordum.
kederim duruluyor
berraklaşıyor.
odanın camlı kapısından balkona vuran ışık
sıcak bir kumaş gibiydi üstünde dizlerimin.
ben rehavetli bir mahzunluk içinde
acayip şeyler düşünüyordum :
feneryolu'ndaki çınar
150 yaşındaymış.
ömrü bir gün süren böcekler.
gün gelecek
insanlar çok uzun
çok bahtiyar yaşayacaklar.
insanın yüreği ve kafası var...
insanın elleri...
insan?
ne zamanki,
nerdeki,
hangi sınıftan?
onların insanları,
bizim insanlarımız.
ve her şeye rağmen
yeni bir dünya için yapılan kavga.
sonra sen
ben
bir kırık küvet
ve benim
kendime karşı duyduğum merhamet...
kar durdu.
sökmek üzre şafak.
utanarak
odaya döndüm.
o anda uyansaydın
sarılıp boynuna...
uyanmadın.
evet,
çok şükür nezle bile değilim.
şimdi?
zaman zaman hatırlayıp
zaman zaman unutacağım.
yine yan yana yaşayacağız
beni sevdiğine emin olarak.
altı ay kadar geçti aradan.
bir gece karı koca denizden dönüyorlardı.
gökte yıldızlar, ağaçlarda yaz meyveleri vardı.
fahire birdenbire durdu
baktı muhabbetle kocasının gözlerine
ve suratına tükürür gibi bir tokat vurdu."
- nazım hikmet
"süleyman'a karısı telefon etti :
— konuşan ben,
ben, fahire.
tanımadın mı sesimden?
demek çok bağırdım birdenbire.
çığlık mı?
belki...
hayır,
çocuklar hasta değil.
dinle beni :
işini bırak da gel,
çabuk ol ama.
telefonda anlatamam,
olmaz.
daha kıyamet kadar vakit var akşama.
saatlar, saatlar,
kıyamet kadar.
sorma.
dinle beni...
hemen vapur bulamazsan
üsküdar'a kayıkla geç.
bir taksiye atla.
paran yoksa
patrondan avans al.
yolda hiçbir şey düşünme,
mümkün mertebe yalansız gelmeye çalış.
yalan kuvvetliye söylenir
ben kuvvetsizim.
alay etme kuzum.
evet kar yağacak,
evet
hava güzel.
koynuna girdiğim adam gibi
kocam gibi değil,
büyüğüm, akıllım,
babam gibi gel...
geldi süleyman,
fahire, kocası süleyman'a sordu :
— doğru mu?
— evet.
— teşekkür ederim süleyman.
bak işte rahatladım.
bak işte ağlamıyorum artık.
nerde buluşuyordunuz?
— bir otelde.
— beyoğlu tarafında mı?
— evet.
— kaç defa?
— ya üç, ya dört.
— üç mü, dört mü?
— bilmiyorum.
— bunu hatırlamak bu kadar mı güç süleyman?
— bilmiyorum.
— demek ki bir otel odasında.
kim bilir çarşaflar nasıl kirliydi.
bir ingiliz romanında okudum,
bu işlere yarayan otellerde
kırık küvetler varmış.
sizinkinde de var mıydı süleyman?
— bilmiyorum.
— hele düşün,
toz pembe çiçekli, kırık bir küvet?
— evet.
— hiç hediye verdin mi?
— hayır.
— çukulata, filân?
— bir defa.
— çok mu seviyordun?
— sevmek mi?
hayır...
— başkaları da var mı süleyman?
— yok.
— olmadı mı?
— hayır.
— bunu sevdin demek...
başkaları da olsaydı
daha rahat ederdim...
çok mu güzel yatıyordu?
— hayır.
— doğru söyle, bak ne kadar cesurum...
— doğru söylüyorum...
— zaten gösterdiler bana.
inek gibi karı.
belimden kalın bacakları...
fakat zevk meselesi bu...
bir sual daha, süleyman :
niçin?
— bilmiyorum...
karanlıkta pencerenin hizasında
karlı, ağır bir çam dalı.
bir hayli zaman oldu
sofada asma saat on ikiyi çalalı.
süleyman'ın karısı fahire
şunları anlattı kocasına ertesi gün :
— ... dayanılmaz bir acı halindeydi
kendime karşı duyduğum merhamet,
ölmeye karar verdimdi, süleyman...
annem, çocuklarım ve en önde sen
bulacaktınız karda ayak izlerimi.
bekçi, polisler, bir tahta merdiven
ve bir kadın ölüsü çıkaracaktınız
arka arsada bostan kuyusundan.
kolay mı?
gece bostan kuyusuna doğru yürümek,
sonra kenarına çıkıp durarak
baş aşağı atlamak karanlığına?
fakat bulmadınızsa eğer
karda ayak izlerimi
sade korktuğumdan değil.
bekçi, merdiven, polisler,
dedikodu, kepazelik,
aldatılmış bir zevcenin intiharı :
komik.
niçin öldüğümü anlatmak müşkül.
kime? herkese, sana meselâ.
insan, ölmeye karar verirken bile
insanları düşünüyor...
sen yatakta uyuyordun
yüzün rahat,
her zaman nasıl uyursan
ondan evvel ve o varken.
dışarda kar yağmaya başladı.
bir tek gecelikle çıkmak balkona :
zatürree ertesi gün,
nümayişsiz ölüvermek.
hayır,
hiç aklıma gelmedi nezle olmak ihtimali.
yaktım sobamızı.
iyice ısınmak lâzım ilkönce.
ciğer bir çay bardağı gibi çatlarmış.
pencereye, kara bakıyorum :
«eşini gaip eyleyen bir kuş
gibi kar
geçen eyyamı nev baharı arar...»
babam bu şiiri çok severdi.
sen beğenmezsin.
«sağdan sola, soldan sağa lerzânı girizan...»
lambayı söndürmeden balkona çıktım.
« ... gibi kar
düşer düşer ağlar...»
oturdum balkonda iskemleye.
havada çıt yok.
karanlık bembeyaz.
uykudayım sanki.
sanki çok sevdiğim bir insan
korkarak beni uyandırmaktan
yumuşacık dolaşıyor etrafımda.
üşümüyordum.
kederim duruluyor
berraklaşıyor.
odanın camlı kapısından balkona vuran ışık
sıcak bir kumaş gibiydi üstünde dizlerimin.
ben rehavetli bir mahzunluk içinde
acayip şeyler düşünüyordum :
feneryolu'ndaki çınar
150 yaşındaymış.
ömrü bir gün süren böcekler.
gün gelecek
insanlar çok uzun
çok bahtiyar yaşayacaklar.
insanın yüreği ve kafası var...
insanın elleri...
insan?
ne zamanki,
nerdeki,
hangi sınıftan?
onların insanları,
bizim insanlarımız.
ve her şeye rağmen
yeni bir dünya için yapılan kavga.
sonra sen
ben
bir kırık küvet
ve benim
kendime karşı duyduğum merhamet...
kar durdu.
sökmek üzre şafak.
utanarak
odaya döndüm.
o anda uyansaydın
sarılıp boynuna...
uyanmadın.
evet,
çok şükür nezle bile değilim.
şimdi?
zaman zaman hatırlayıp
zaman zaman unutacağım.
yine yan yana yaşayacağız
beni sevdiğine emin olarak.
altı ay kadar geçti aradan.
bir gece karı koca denizden dönüyorlardı.
gökte yıldızlar, ağaçlarda yaz meyveleri vardı.
fahire birdenbire durdu
baktı muhabbetle kocasının gözlerine
ve suratına tükürür gibi bir tokat vurdu."
- nazım hikmet
devamını gör...
aşk romanı
herkesin yazamayacağı roamn türüdür.
hane austen, sarah jio gibi usta yazarlar başlıca örneklerini vermişlerdir bence.
hane austen, sarah jio gibi usta yazarlar başlıca örneklerini vermişlerdir bence.
devamını gör...