kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

eski fotoğraflarımdan. sözlüğe üye olduktan sonra uğraşmamak için artık dik fotoğraf çekmemeye özen gösteriyorum. *
devamını gör...

ne bir babayım ne de bir çocuğum var, bir kız çocuğu ve pek çok sorunlu baba kız ilişkisine tanıklık etmiş biri olarak yazacağım.

kızınızı sevin, sevginizi göstermekte cömert olun. bir gün sizden görmediği sevgiyi telafi etmek için olmadık adamlar alır hayatına, üzülürsünüz. kızınız da üzülür. inanın bu sevginizi gösterirken hissedebileceğiniz minicik utangaçlıktan daha acı olur.

kızınıza birey olmayı öğretin. her an yıkılacak, başkasına yaslanmazsa hayatı son bulacak sanmasın kendini. kendine yetmeyi öğretin kızınıza, ayakları sapasağlam bassın dünyada. kendini hayatta nasıl konumlandıracağını bilsin.

olur olmaz bağırıp çağırmayın, sizi örnek alabilir ya da sizden sonra bütün dünyaya korkulu gözlerle bakabilir. her iki durumda da hem sosyal hayatında hem de iç dünyasında sorunlar yaşar.

oturup konuşun kızınızla, sizi aşılması gereken bir duvar zannetmesin. bilsin ki, derdini de sevincini de paylaşabileceği bir babası var.
fikirlerine değer verin, dinleyin kızınızı. babasının bile kulak vermediği bir çocuk tüm hayatı boyunca değersizlik duygusuyla boğuşabilir. sizinle konuşabileceğini bilsin her zaman.

bir eylemi yapıp yapmayacağına karar verirken ölçütü babasının kızıp kızmayacağı değil kendi değerleri olsun. bir gün ona kızacak bir babası olmadığında savrulur o çocuk. kendinize bağımlı yetiştirirseniz hep birilerine bağımlı yaşayabilir. bu siz olmazsanız x olur, y olur.

kızını dövmeyen dizini dövmez efendim, yok öyle bir şey. çocukluğunda babalarından şiddet görmüş pek çok tanıdığım ergenlik döneminde ciddi problemler yaşadı. lütfen şiddetin hiçbir türlüsüne başvurmayın.

son olarak, en başta söylediğimi tekrarlayacağım: sevin efendim kızınızı!
devamını gör...

müzikte tekrarlayan ve ilerleyen akorların kompozisyonunun temelini oluşturan kalıplardır.
devamını gör...

italyan ve dünya edebiyatının en ünlü ve en tanınan epik şiiridir şiir oldugu kadar destansıdır.

dante eserine yalnızca komedya diyordu fakat giovanni boccaccio tarafından ilahi kelimesi de eklendi ve o günden itibaren adı ilahi komedya olarak kaldı.

eserin bir diğer özelliği kitapta yazdığına göre toscana lehçesini kullanılarak italyan dilinin ilk ve en uzun şiiri olması. toscana lehçesi diye belirttim çünkü o dönemde italyada oldukça fazla italyan aksanı lehçesi ayriyetten latince de kullanıldığı için epey fazla dil mevcuttu bu yönden italyancanın gelişimine de katkısı oldugu yadsınamaz bir gerçek.

şiirin toplam dize sayısı 14233'dür ve ilk kez dante'nin kullandığı terza rima (aba,cbc,bdb vb.) kalıbıyla yazılmıştır.her bölümde 33 kanto yer alır toplamda 3 bölümden oluşur ve cehennem'e giriş bölümündeki kantoyla birlikte toplamda 100 kanto yer alır.

cehennem,araf ve cennet olmak üzere 3 bölüm den oluşur bu bölümlerin ikisinde cehennem ve arafta büyük usta,bilge kişi diye nitelendirdiği vergilius ona bu düşsel gezide yardımcı ve önder olur. cennette ise büyük sevgi duydugu gençlik aşkı beatrice ona eşlik eder.

dante yaşamının önemli bir bölümünü sürgünde geçirdiği için ve çözümü tanrı ya sıgınmada bulduğu için insanlara (aynı zamanda kendisine) doğru yolu göstermek amacıyla ilahi komedya'yı yazmış.

kitaptan alıntılar vermek gerekirse;

--- alıntı ---

insan yalnızca başkalarına zarar verecek şeyden korkmalı ,
bunun dışında korkuya yer olmamalı..

akıl, kötü niyetle kaba kuvvetle birleşirse, kimse karşı koyamaz bu güce..

aslınızı düşünün isterseniz; hayvanlar gibi yaşamak için dünyaya gelmediniz, erdem ve bilgi peşinde koşmak göreviniz..

--- alıntı ---
devamını gör...

fırtınalı ve yağmurlu bir havada güvenli bir mekanda olmanın verdiği huzurdur chrysalism.
hele gök delinmiş, yağmur sağanak halinde yağarsa…o şiddetli yağmurun sesi, görüntüsü ve kokusu huzur verir ruhumuza masalımsı bir şatoda.
”ya dışarıda olsaydık, şükür ki kapalı yerdeyiz” deriz yedinci dem’in getirdiği demli çaydan içerken ve onun #426878 güzel şiirini dinlerken.
uzat sarı saçlarını rapunzel iyilik perisi gibi şatodan ipek saçlarını uzatıp yardımcı olur fırtınada kalan temiz kalpli canlılara.

kuzguncuktaki vişne ise enfes vişneli pastasını getirir neşeli şarkılarıyla.
biz una nocte, evernevergreen, 01 var dahası yok, robnaja ve blackeyes’in enfes portakallı tanımlarını okurken;
şair küçük bir zebellah şiir yazarken;
sergisinin açılışını yapar ressam la luna.

kafa sözlük radyosunda

chrysalism’in forget me şarkısı çalarken ork, uruk-hai, troller fırtınadan korkup sığınmak isterler şatoya.
bir anda ışıklar gider.

ölmedim ama hafif sürünüyorum "bu minik şişenin içinde, earendil'in yıldızının ışığı zapt edilip benim çeşmemin sularına sindirilmiştir. karanlık yerlerde, diğer bütün ışıklar söndüğünde ışık olur bu” diyerek kristal bir şişeyi havaya kaldırır, ışıklar gelir…
ork, uruk-hai, troller ağlayarak kaçar gider.

psy active “sinik shelob’a bakın, ıs ıs ıs” diye zırlıyor” diye seslenir.
elf okları kendisine doğrultulunca shelob topuklamak ister.
arkasına yediği oklarla rahvan gidişi ile bizleri ilk defa güldürür.

o esnada uzak bir diyarda ateist kaplumbağa büyük bir habercilik başarısına imza atmak üzeredir.
yoldaş benjamin franklin’in profil resmindeki baltanın baltacı mehmed paşa’nın baltası olduğu söylentileri üzerine moskova’ya gitmiştir.

1710 yılında erzağı ve cephanesi tükenmiş bitik rus ordusuna karşı son darbe indirilecek iken çariçe katerina ile çadırda baş başa bir görüşme yapıp, rusları yok olmaktan kurtaran mehmet paşa’nın o meşhur baltası.
putin’in bu balta karşılığında yoldaşa büyük paralar teklif ettiğini öğrendiğimizde "yazar maaşlarına zam yapılacağı düşüncesiyle" yürüyen şatomuzdaki chrysalism daha da artar.

devamını gör...

ohhh bee. nasıl olmuş bilinmez ama halâ adeleti tecelli ettirecek hakim ve savcılar varmış diye sevinilen haberdir.
devamını gör...

bu olayı anımsatmıştır.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

nick-entry uyumsuzluğu diye buna derim.
devamını gör...

iyi bir insan meyhanede bozulmaz, kötü bir insan kilisede düzelmez.
polonya atasözü
devamını gör...

%80
devamını gör...

"o gece felekten bir gece çaldım,
ömrümde son defa bahtiyar oldum;
ölürken yaşadım, yaşarken öldüm
ve.. sustum, sükutu besteler gibi."
devamını gör...

insanlar yeri geliyor yıllarca aynı yastığa baş koyduğu insanlardan tek celsede boşanıyorlar…

büyütmeyin bu kadar.

mutsuz musunuz?
çarpıya basın çıkın… detaylarla boğuşmak mı istiyorsunuz? önce oturumunuzu kapatın, sonra çarpıya basın ve çıkın… yok, işsizim çok vaktim var mı diyorsunuz? tek tek entrilerinizi silin, oturumunuzu kapatın, çarpıya basın ve çıkın…

mutluysanız, kalın…

üzgünüm ama, gerçekten bu kadar basit…
devamını gör...

her gülün bir dikeni vardır.

kar insana muazzam huzur veren bir olay, baharda doğada yüzlerce renk varken renklerin hepsi sonbaharda kaybolur, kar geldiğinde ise her şeyin üstü beyaz bir örtü ile kaplanır, kar sesi emer dünya sessizleşir ışığı yansıtır, geceleri bile karanlık inmez.

bu kadar güzelliğe karşı normal bir insanın heyecan duymaması çok zordur, yapılması gereken karıncanın ağustos böceğine kapısını açtığı gibi kapıları açmaktır. kışın gelmesine sevinen insanları vatan haini ilan etmek değil.
devamını gör...

62 kez aranmak bu saatte??? peki ona ne diyoruz?
devamını gör...

sevdiklerim ile vakit geçirmek , eğlenmek , hatıra bırakmak sonra onları oturup onlar ile konuşmak , kamp yapmak .
devamını gör...

vallaha uyuşturucu değil canını yidiğim, fesleğen fesleğen.*
devamını gör...

aşkın üç rengi
bölüm 2

prens ve prenses; maskeli yüzlerin, katrana bulanmış kalplerin, kem gözlerin, haset dolu sözlerin yarattığı karanlığı bile aydınlatacak ışığa ve umuda sahip aşklarını yaşıyorlardı. aşklarının yoğunluğu zamanın akışını yavaşlatıyordu. kalpleri bir araya geldiğinde bir zaman tutulması yaşanıyordu sanki. ayrılığı hatırlatacak hiçbir kelime akıllarının ucundan geçmiyordu. ilgilendikleri tek şey gözlerinden yansıyan, yüreklerindeki yangının görüntüsüydü. bu yangın sadece ve sadece kendilerini yakıyordu. el ele tutuştukları vakit bu yangın sönmek yerine daha da alev alıyordu. ayrıca yaşadıkları mutluluk hissi ve neşe her yere bulaşıyordu. canı yürekten gülüşüyor olmalarından mütevellit, duyan herkese hayat enerjisi aşılanıyordu. ülkeye küsen doğa bile bu iki aşık için uykusundan uyanıyordu. kuşlar onlar için şarkı söylüyor, çiçekler onlara selam vermek için boynunu eğiyordu. doğanın tüm sakinleri onlarla birlikte bir müzikaldelermiş gibi dans ediyordu. aşkın en parlak halini bulmuş olan bu iki sevenin aklından ahmed arif'in o güzel dizeleri geçiyordu. "körsem, senden gayrısına yoksam, bozuksam, can benim, düş benim, ellere nesi."

birbirlerine yüce bir aşkla bağlı olduklarından dolayı kimsenin ne dediğini umursamıyorlardı. önemsedikleri tek bir şey vardı: çipil çipil aşk dolu bakan gözlerinin, yüreklerinde bıraktığı o his. birbirine çok uzak iki krallığın varisleri olmaları nedeniyle her gün görüşemiyor olmalarına rağmen aşkları güneşin doğuşu ve batışıyla daha da büyüyordu. aslında bu uzaklıklar onları daha da yakınlaştırıyordu. sonuçta "mesafe uzaklıkta değil, mesafe fedakarlıkta"*

gökte dolunayın dünyayı sahte bir güneş gibi aydınlattığı yalancı bir gün kıyafeti giyen gecede, prenses balkondan dışarıyı seyrediyordu. aklında sevdiceğinin aşk dolu bakan gözleri, kalbinde mevsim sayısını üçe düşürecek bir yangın... onu çok özlüyordu, ömür borcunu yavaş yavaş tahsil ediyor olmasına rağmen prens gelemiyordu.
prens de aynı duyguları yaşıyordu. hasreti, tüm ülkenin görüşünü kısıtlayan ulu dağlar kadar büyüyorken artık yüreğine söz geçiremiyordu. zamanın ne kadar geç olduğuna aldırmadan, dolunayın aydınlattığı yollara kendini vuruyordu...

prenses yüreğinden: "şu an yanımda olmanı çok isterdim. ama değilsin. sen oradasın; ve orası ne kadar şanslı olduğunu bilmiyor."* diye geçiriyorken, yüreğinde hep zuhur eden o dileğinin aslında çoktan kabul olduğunu, kafasını gökten yere çevirdiği vakit prensi görünce anlıyordu. kendini o kadar mutlu hissediyordu ki, yüzünde yüzlerce çocuğun neşesine eş değer bir gülüş oluşuyordu. bu oluşan müstesna gülüş ile kanadı kırık kuşların bile uçabileceği söyleniyordu.

dolunayın sahte ışıklarını bile gölgede bırakabilecek bir ışıltıya sahip gözlerin sahibi prensesi gören prens başlıyor serenadına:
"ne alemdesin yaşama sevincim benim".*
prenses de başlıyor prensin yüreğini kelepçeleyecek güzel sözlerine: "her şey seni bekliyor, her şey gelmeni. içeri girmeni, senin elinin değmesini, gözünün dokunmasını, ve her şey tekrarlıyor; seni nice sevdiğimi..."*
prens gülümsüyor ve devam ediyor:
"dün de görüşemedik... iki yüzyıl görüşememişiz gibi geldi ve üç yüzyıllık göresim geldi seni."*
prenses: "benim aklım fikrim sende, senin gelişinde, seni ne zaman göreceğimde, seni nasıl göreceğimde, beni görür görmez ne diyeceğinde."*
prens duraksıyor çünkü kalbi krallıkta uyuyan herkesi uyandırmaya yetecek bir ses çıkarmak istercesine delicesine çarpmaya başlıyor, bu heyacanın etkisiyle söyleyeceklerini unutuyor. derin bir nefes alıyor ve yapmış olduğu serenadı şu sözlerle sonlandırıyor: "adresim oldun benim, biliyorsun değil mi, alınyazım oldun. korka korka çaldım kapını. ne yapayım sevdim seni. sensin artık ne varsa."*
prenses sevincinden yerinde duramıyordu. koşa koşa kendisine serenad yapmak için bunca yolu tepmiş olan aşığının yanına iniyordu ve birbirlerine öyle bir hasret ve tutku ile sarılıyorlardı ki, onlara uzaktan bakan biri yüzyıllar boyunca birbirlerini görememiş, geçen bu yılların etkisiyle dayanılmaz hale gelen özlemlerini azaltmak isteyen iki sevdalı görüyordu. büyük tutkularının kırmızısıyla sarf ettikleri sözler de "öyle bir aşığım, öyle bir aşığım ki ancak fuzuli şairin yüreği böyle aşkla çarpabilmiştir."* oluyordu.
tabii gece onlar için daha yeni başlıyordu. elleri sımsıkı kenetlenmiş bir şekilde bahçede yürüyüşe çıkıyorlardı. bu güzel seranad sonrası konuşmaktan, güzel güzel sözler söylemekten yorulduklarını sanmayın sakın. aksine bizim aşıkların en sevdiği şey birbirlerine güzel sözler söylemekti... kalplerinin atışı gecenin sessizliğini inletiyordu, boş olan bahçe bu iki aşığın yüreklerinin çarpma sesiyle doluyordu.
prens: "yaşlanıp öyle kolkola yürüyelim mi? ne güzel yaşlanırsın sen."*
prenses gülüyordu. gülümserken şu cevabı veriyor:
"ölmezsem, ki buna hiç niyetim yok, seninle çok güzel günler göreceğiz."*
prensin aklına bir gün önceki konuşmalarında yaşadıkları tartışma geliyordu. istemeden de olsa onu kırdığını düşünüyordu ve şu soruyu soruyordu: "son tartışmamızda seni kırmak istemememe rağmen sana karşı sesimi yükselttiğim için özür dilerim, bana çok kızdın mı?"
prenses:
-"ben sana kızsam, kendime küserim."* ama üzüldüm de açıkçası. söylediklerinden dolayı değil, özlemimden dolayı. sonra "çocuk gibi ağladım. o kadar hiç, o kadar boş, manasız. öyle haksız yere uzağım ki senden..."* oturdum, ağladım bende çok özlediğimden.
bu cevap sonrası prens daha da sıkı sarılıyor sevdiğine. tatlı bir yelin esmesiyle prenses ufak bir titreme yaşıyordu. bunu fark eden prens:
"üşüdüysen söyle sevgilim, seni bir kat daha seveyim."* dedi.
prensesin ona tatlı tatlı baktığını görünce de cümlelerin arkası kesilmiyor ve yenilerini eklemeye devam ediyor:
"sevmek az gelirse korkma, sana ölürüm."*
prenses ne diyeceğini bilemiyordu. evet, biraz üşüyordu fakat prens öyle güzel sözler söylüyordu ki prensesin yüreğindeki yangını adeta körüklüyordu bu sözler ve bu sıcaklık onun tüm vücuduna yayılıyor olmasından dolayı artık hiç üşüme hissetmiyordu. sadece alev alev yanan yüreğini hissediyordu. onun da bu sıcaklığı hissetmesini istercesine daha da sıkı sarılıyordu prensine.
bu sıcaklığın etkisiyle prensesimiz başlıyordu konuşmaya:
"sana ne demeliyim bilmiyorum. güneşim desem güneş batıyor. hayatım desem, hayat kısa. gülüm desem, o da soluyor. sana 'canım' demeliyim. çünkü bu can seninle yanıyor."*
bizim prensimiz de çok romantik olduğu için aklında hep güzel sözler oluyordu. yıllarca bu aşk için biriktirdiği tüm güzel sözleri prensesinin gönül yollarına seriyordu.
prens: "sen oradan bir canım dersin. benim kalbim kaburgamın altına sığmaz burada."*
prenses yüreğinin rengini yansıtan yanaklarını gizlemek istercesine yüzünü çeviriyordu çünkü bu güzel sözler karşısında çok utanıyordu.

yürümeye devam ederlerken prenses saate bakıyor ve zamanın çok çabuk geçtiğini fark ediyordu. artık geri dönme vakti geldiği için içinde bir hüzün oluşmaya başlıyordu.
prense dönüp: "zaman sen olmayınca geçmiyor, sen olunca da yetmiyor."* dedi.
prens : üzülme sevgilim hem "seni görmek bir insan gözünün yapacağı en güzel iş"*. seni gördüğüm bu birkaç saat de bana yeter. ayrıca "şu kâinat denen nesnenin içinde en çok sevdiğim yürek, üstüne en çok titrediğim insan kalbi senin göğsündekidir."* diye cevap veriyordu.
prenses bu sözlerle mest oluyordu olmasına fakat bu sözler dönüş yolunda sessizliğe bürünmesine mani olamıyordu. o yol hiç bitmesin istiyordu. prensesin dalgın ve düşünceli olduğu gören prens ona bir sorun olup olmadığını sorduğu zaman prenses her şeyin yolunda olduğunu söyleyerek şöyle bir cevap veriyordu:
"ne var ki elimizde, yaşamaktan ve çocukça sevmekten başka"*. yaşam sevmeyince anlamsız aslında. ben "seviyorum seni. denizi uçakla ilk defa geçer gibi. istanbul'da yumuşacık kararırken ortalık, içimde kımıldanan bir şeyler gibi, seviyorum seni, 'yaşıyoruz çok şükür!' der gibi.* sensiz olmak gibi bir düşüncem yok artık. ama bazen korkmuyor da değilim. ya bu bir rüyaysa ve her şey bir anda kayıp giderse elimizden.
olumlu ve güzel sözler söylemesine rağmen prensesin üzgün bir ifadeye sahip olduğunu gören prens yüreğine bir hançer saplanmış gibi hisseder ve dilinde tuttuğu sözlere özgürlüklerini verircesine:
"lanet olsun, ne muazzam şey seni sevmek! sen benim aşkım, sen benim kızım, sen benim yoldaşım, sen benim küçük annemsin. canım, birtanem, seni sevmeden önce dünyayı sevmesini bile bilmiyormuş. bu şehir güzelse senin yüzünden, bu elma tatlıysa senin yüzünden, bu insan akıllıysa senin yüzünden."* korkma artık sende. hem keyfini çıkar bu güzel zamanların "yan yanayız ve şehir böyle mucize görmedi."* ayrıca "yaşamak ümitli bir iştir, sevgilim. yaşamak: seni sevmek gibi ciddi bir iştir."* der.
kulaktan kalbe hızlıca ulaşan bu sözler prensesin asılan yüzünün tekrardan gülümsemeye başlamasına sebep olmuştu. prens sonuna kadar haklıydı, sevince insan sevdiğine kaybetmekten korkmamalıydı. ne kadar çok korkarsa kaybetmekten sevdiğini, o kadar hızlı yaklaşırdı kaçınılmaz sona. sevmek ciddi bir duygudur ve o duygunun olduğu yerde ne korku olur ne gurur...

gecenin ortasında parlayan yıldızların yanına mutluluklar asan bu iki aşık onları uzaktan uzaktan gözleyen o kötü gözlerden habersiz özlemlerini gideriyordu. aşıklarımız bu durumu fark etmese bile bu, kötü niyetli gözlerin gizliden gizliye onları gölgeleri gibi izlediği gerçeğini değiştirmiyordu.

prensesine şatosuna kadar eşlik eden prensimizin artık geri dönme vakti geliyordu gelmesine fakat prenses onu hiç bırakmak istemiyordu. yeryüzünde sel oluşturacak bulutların içerisinde bekleyen yağmurlar gibi bekliyordu prensesin gözyaşları. hüzünlü bakışlarının arasından şu kelimeler bir bir döküldü ağzından:
"gitme. çünkü kaybolmuş gibi hissediyorum sen gidince. bilemiyorum ellerimi nereye koyacağımı. boğazım düğümleniyor, yutkunamıyorum. çünkü bir ağrı saplanıyor ciğerlerime, dayanamıyorum.
gitme. seninle güzelleşiyorum ben. kaybettiğim kimliğimi buluyorum kokunda... baharlar buluyorum, sebepler buluyorum, yarınlar buluyorum."*
prensin de gözleri doldu. sımsıkı sarıldı bir kez daha, öptü prensesi hiç bırakmak istemezcesine.
dudakları ayrılıyordu fakat bu sefer elleri bir türlü bırakamıyordu birbirini. sanki bir daha görüşemeyeceklermiş gibi hiç ayrılmak istemiyorlardı. ellerinden sonra gözleri daha da zor ayrıldı. sonuçta "ilk bakışta değil, son bakıştadır aşk. yani ayrılırken sana nasıl bakıyorsa, o kadar sevmiştir seni."* onlar da birbirlerini o kadar çok seviyorlardı. o kadar aşıklardı birbirlerine.

hem bu sadece saf değil aynı zamanda çocuksu bir aşktı çünkü ilk ve son aşklarıydı. bazen çocuklaşıyorlardı, bazen kıskanıyorlardı, bazen de küsüyorlardı ama bunların hepsi sevgilerinin içindeki küçük tatlı oyunlar gibi oluyordu. onlara ayrı bir tatlılık katıyordu. hem onlar sadece sevgili değildi. aynı zamanda da en yakın arkadaşlardı. bu yüzden belki de bu kadar bağlılardı. bakmayın onların çok iyi anlaştıklarına aslında ayrıldıkları çok konular vardı fakat onlar bunları dert etmiyordu. her farklı fikri aşk bahçelerine ektikleri yeni bir çiçek gibi görüyorlardı ve bu yüzden o bahçe bu kadar güzel bu kadar renkli ve bu kadar vazgeçilmezdi...

prenses şatoya gözleri yaşlı gidiyorken, prens evine doğru yol almaya başlıyordu. prens gözden kaybolana kadar arkasından tatlı bir tebessümle gizlice onu izliyordu prenses. içlerinden "ben bugün yine doludizgin, tasnifsiz ve çerçevesiz ağışım. ne mutlu bana."* diye düşünüyor, bir sonraki buluşmalarını heyecanla bekliyordu ikisi de.
her şey güllük gülistanlık peri masalı gibiyken o kaçınılmaz hazin olayların başladığı ana yaklaşıyorlardı...

edit: eveett merhabalar tekrardan. yazımızın ikinci bölümünün ilk kısmıyla karşınızdayız. bu aslında özel bir bölüm. dün sevgili şairlerimizden ahmed arif'in bugün de nazım hikmet'in ölüm yıldönümü. biz de hem onlara hem de şiirleri, sözleri yüreğimizi okşayan o çok sevdiğimiz şairlerimize özel bu bölümü yazdık. yeni bölümün bugün gelmesinin sebebi de buydu. onların o güzel sözlerini kullanarak bir bölüm hazırlayalım istedik ve umarım beğenmişsinizdir*.
şairlerimizi sevgi ve rahmetle anıyoruz. onlar olmasaydı edebiyat hep bir eksik kalırdı...
haftaya görüşmek üzeree.
devamını gör...

misafire hürmet etmek iyidir, hoştur ama kendi evladı kek istese yapmayan annelerin misafir geleceğini duyduğu anda 5 dakikada fırına kek vermesi de abestir... herkese hak ettiği değeri hak ettiği kadar vermek gerekir diye düşünüyorum... bizim neslin * talihsizliği, misafire oda ayırıp çocuklarının yüzüne bile bakmayan annelerle büyümektir.
devamını gör...

istediğim hayatı yaşadım mı?
devamını gör...

sana zahmet çayımı tazeleyiver..
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim