zaman tüneli
toplama bilgisayarlara trt bandrolü getirilmesi
olm bari bu şaka olsun amk.
bazı kaynaklarda, özellikle oyuncuların kullandığı toplama bilgisayarlara, trt bandrol ücreti getirileceği konuşuluyor. fiyatların %20 falan artacağı öngörülüyor. vergi konularında yine kendimizi aşıyoruz. dünyada sırtını vatandaştan alacağı vergilere dayayıp, buna göre gelir polanlaması yapan başka 3. dünya ülkesi var mı acaba.
ha 4,5,6 falan vardır muhakkak.
kaynak 1, kaynak 2
bazı kaynaklarda, özellikle oyuncuların kullandığı toplama bilgisayarlara, trt bandrol ücreti getirileceği konuşuluyor. fiyatların %20 falan artacağı öngörülüyor. vergi konularında yine kendimizi aşıyoruz. dünyada sırtını vatandaştan alacağı vergilere dayayıp, buna göre gelir polanlaması yapan başka 3. dünya ülkesi var mı acaba.
ha 4,5,6 falan vardır muhakkak.
kaynak 1, kaynak 2
devamını gör...
numan kurtulmuş
has münafık.
devamını gör...
beşiktaş'ın yeni hocası kim olmalı sorusu
(bkz: valerien ismael)
baktık olmuyor; şenol güneş. şenol hocam yaşlandım ben çekileyim dediği anda giovanni van bronckhorst. o da mı sıçtı; çek ordan bi fernando santos. kurt hoca. baktık olmadı bi kaç maç serdar topraktepe. serdar hoca büyük takım hocası değil derseniz yarım kalmış hikaye; ole gunnar solskjaer. takıma bi dokunuşu yok, ligi bilen biri lazım derseniz de rıza çalımbay veya beşiktaş'ta yeniden sergen yalçın sesleri. apo avcı hocamın da hikayesi yarım kalmıştı gerçi. tarftarlar arası bozuk onun, o olmaz derseniz de hamına mımına reyiz king burak yılmaz var.
baktık olmuyor; şenol güneş. şenol hocam yaşlandım ben çekileyim dediği anda giovanni van bronckhorst. o da mı sıçtı; çek ordan bi fernando santos. kurt hoca. baktık olmadı bi kaç maç serdar topraktepe. serdar hoca büyük takım hocası değil derseniz yarım kalmış hikaye; ole gunnar solskjaer. takıma bi dokunuşu yok, ligi bilen biri lazım derseniz de rıza çalımbay veya beşiktaş'ta yeniden sergen yalçın sesleri. apo avcı hocamın da hikayesi yarım kalmıştı gerçi. tarftarlar arası bozuk onun, o olmaz derseniz de hamına mımına reyiz king burak yılmaz var.
devamını gör...
türkiye'de et tüketimi
düzenli kaçak et tüketirim
devamını gör...
kendi yorumunu beğenince oluşan tatlı sahtekârlık duygusu
var böyle bir şey. özellikle youtube videolarına yazarken oluyor. meselâ şarkı dinliyorum rastgele; takdir edersiniz, etmezsiniz veya hiç umursamayıp yolunuza bakarsınız ki ben youtube'da hep şarkı dinlerim. bazı şarkılar ve şarkıcılar vardır ki onları kimin dinlediğine dair bir sayısal ve oransal istatistik çıkarılsa eminim ki onları en çok ben dinliyorumdur. o kadar işsizleştim bu konuda. söz konusu şarkıcılar bile kendilerini bu kadar dinlemiyordur.
neyse efendim, youtube'da şarkı dinliyorum rastgele, dinledikten sonra son derece yapıcı ve destekleyici bir yorumda bulunuyorum. tam anlamıyla zeki müren gibi kibarlaşıyor, sevgi ve teşvik sözcüklerimi değerli sanatçıya üfürdetiyorum.
''sözleri son derece duygusal ve anlamlı, müziğindeki farklı enstrümanlar bir kültürel çeşitliliği başlatmış, sanatçının sesinin vuruculuğuna zaten diyecek yok. devamını bekliyoruz, sanatçıyı takipteyiz :)''
buraya dek sevgi, saygı, hoşgörü hâkim ortamın geneline. şarkıyı paylaşan adam da yorumuma kalp bırakıp teşekkür edince hayat bayram oluyor iyice. fakat bu işe bir sahtekârlık, bir çıkarcılık ve kazanma hırsı giriyor. yazdığım o nezih, o saygılı, o muhteşem yorumu kendim beğeniyorum. bunu yaparken hayal ettiğim olay bu yorumu binlerce kişinin beğenip sosyal medyada ünlenmesi. fakat öyle olmuyor ve yorumum 1 beğenide kalıyor, o da kendi beğenim.
yani tam anlamıyla bir hâllederiz kadir, zengin olma uğraşıyla iddia oynayıp son maçtan yatan bahtsız bedevi, sinan kaya modundayım. tatlı sahtekâr bir karakterim var ve kendi yorumumu haşince beğenirken aklımdan neler neler geçiriyorum. şansım ise hiç dönmüyor. ama inanıyorum, bir gün dönecek. bir gün kendi yorumumu yine kurnazca beğenmeye girişeceğim ve günün sonunda beğeni sayım on binlere çıkacak, gündem fenomen olacağım 15 dakikalığına. herkesleşeceğim. artık ben de herkes gibiyim.
neyse efendim, youtube'da şarkı dinliyorum rastgele, dinledikten sonra son derece yapıcı ve destekleyici bir yorumda bulunuyorum. tam anlamıyla zeki müren gibi kibarlaşıyor, sevgi ve teşvik sözcüklerimi değerli sanatçıya üfürdetiyorum.
''sözleri son derece duygusal ve anlamlı, müziğindeki farklı enstrümanlar bir kültürel çeşitliliği başlatmış, sanatçının sesinin vuruculuğuna zaten diyecek yok. devamını bekliyoruz, sanatçıyı takipteyiz :)''
buraya dek sevgi, saygı, hoşgörü hâkim ortamın geneline. şarkıyı paylaşan adam da yorumuma kalp bırakıp teşekkür edince hayat bayram oluyor iyice. fakat bu işe bir sahtekârlık, bir çıkarcılık ve kazanma hırsı giriyor. yazdığım o nezih, o saygılı, o muhteşem yorumu kendim beğeniyorum. bunu yaparken hayal ettiğim olay bu yorumu binlerce kişinin beğenip sosyal medyada ünlenmesi. fakat öyle olmuyor ve yorumum 1 beğenide kalıyor, o da kendi beğenim.
yani tam anlamıyla bir hâllederiz kadir, zengin olma uğraşıyla iddia oynayıp son maçtan yatan bahtsız bedevi, sinan kaya modundayım. tatlı sahtekâr bir karakterim var ve kendi yorumumu haşince beğenirken aklımdan neler neler geçiriyorum. şansım ise hiç dönmüyor. ama inanıyorum, bir gün dönecek. bir gün kendi yorumumu yine kurnazca beğenmeye girişeceğim ve günün sonunda beğeni sayım on binlere çıkacak, gündem fenomen olacağım 15 dakikalığına. herkesleşeceğim. artık ben de herkes gibiyim.
devamını gör...
sahte hesaplar tespit edilebilir mi sorunsalı
ben şöyle düşünüyorum. her ne kadar bazı iddialara göre savcılık bulamaz çünkü instagramın türkyiede şubesi yoktur diyenlere rağmen bazı forumlarda kişiler ya da onların tanıdıkları kendi ağzıyla şunu söylüyorlar “ben fake hesaptan küfür etmiştim evime kağıt geldi” “bir arkadaşım yaptı davalık olduğunu öğrenince ağladı” buna ek olarak ki zaten ülkemizde çok tanınır suç işleyen fake hesap olsa hemen bulunup tutuklanıyor bazılarına göre de fake hesap sahibi 2 sene sonra bulunuyormuş dava 2 sene sonra hakaret edene kağıt gidiyormuş
devamını gör...
çözüm süreci
demlilerin sürekli propaganda yapııp ellerinde g.tlerinde patlayan süreçtir.
adamlar esat oktay yıldıray ile ilgili film yaptılar adam kahraman oldu,
adamlar "barış" yürüyüşü yaptılar madara oldular,
akp kendi tabanına anlatamadığı için madara oldu,
mhp kendi kendini tasfiye etti.
ha söylemlerde şuna her zaman dikkat edilmesi taraftarıyım 28 milyon vatandaş terörist olamaz bunda hemfikirsek dem li siyasetçilere sallamaya devam edebiliriz.
ama bu süreçte en çok hor görmeye başladığım kesim demli kadınlar oldu;
benim güvercinlerim (kadınlarım.) kokar
tecavüz kürt aşkının varoluş biçimidir diyen adamdan jin jiyan azadi diyerek feminizm bekliyorlar.
zamanında cihangir solcuları da hem ayranı döktü hem tatsız şeyler yaşadı sizde bu tongaya düşmeyin diyeceğim de ortamlard jin jiyan azadi satıp feminik takılmak muazzamdır.
adamlar esat oktay yıldıray ile ilgili film yaptılar adam kahraman oldu,
adamlar "barış" yürüyüşü yaptılar madara oldular,
akp kendi tabanına anlatamadığı için madara oldu,
mhp kendi kendini tasfiye etti.
ha söylemlerde şuna her zaman dikkat edilmesi taraftarıyım 28 milyon vatandaş terörist olamaz bunda hemfikirsek dem li siyasetçilere sallamaya devam edebiliriz.
ama bu süreçte en çok hor görmeye başladığım kesim demli kadınlar oldu;
benim güvercinlerim (kadınlarım.) kokar
tecavüz kürt aşkının varoluş biçimidir diyen adamdan jin jiyan azadi diyerek feminizm bekliyorlar.
zamanında cihangir solcuları da hem ayranı döktü hem tatsız şeyler yaşadı sizde bu tongaya düşmeyin diyeceğim de ortamlard jin jiyan azadi satıp feminik takılmak muazzamdır.
devamını gör...
bir vatanda iki millet olmaz
sanırım, süleyman demirel'in lafıdır. basitliği, yol göstericiliği ile benim sözlüğümde bir cümle değil, anlamı açık ve seçik tek kelimelik bir kavram boyutundadır.
devamını gör...
günün türk sanat musikisi eseri
ömrümüzün son demi, son baharıdır artık
maziye bir bakıver, neler neler bıraktık?
küserek ayrılırsak olur inan ki yazık
maziye bir bakıver, neler neler bıraktık?
günün her saatinde dinlenilesi bir hüzzam...
ne zaman gözlerimi kapatıp dinlesem hep arkamdan gelir hüzün.. ve veda edilmemiş her şeyi sürükler peşinden...
devamını gör...
türkiye'de et tüketimi
48 kg et uygun fiyata bulunursa 48*700=33600 tl
üç kişilik aile olarak düşünelım.100800 tl kasaptan alınacak etin safi masrafı.
5 asgari ücret 3 kişilik ailenın et masrafı.
ben bu milleti anlamıyorum. yemın ederim anlamıyorum. ulan 120 k * 2 eve para girse yine fakirsin.
2 kişinden birinin bir aylık maaşı ete gidiyor.
üç kişilik aile olarak düşünelım.100800 tl kasaptan alınacak etin safi masrafı.
5 asgari ücret 3 kişilik ailenın et masrafı.
ben bu milleti anlamıyorum. yemın ederim anlamıyorum. ulan 120 k * 2 eve para girse yine fakirsin.
2 kişinden birinin bir aylık maaşı ete gidiyor.
devamını gör...
the life of david gale
2003 yapımı suç filmi. başrollerinde kevin spacey ve kate winslet oynuyor. idam karşıtı bir profesör ile idam yanlısı teksas valisi arasında geçen diyaloglarını ayrı beğendiğim, aşağıdaki sözlerini ayrı beğendiğim film. herkese tavsiye ediyorum :)
"fanteziler gerçekdışı olmak zorundalar. çünkü istediğiniz şeyi elde ettiğiniz anda artık onu istememeye başlarsınız. isteğin devam edebilmesi için objesinin sürekli olarak eksik olması gerekir. istediğiniz o şey değildir. onun fantezisidir. istek çılgınca fantezileri destekler. " elde edebilene kadar ki çekici durumu lacan'a gönderme yaparak irdeleyen film. çabalamanın çekiciliğine de vurgu yapıyor bu sözler. idealleri uğruna ölümü bile göze alan kevin spacey bana sokrates'in ölümünü hatırlattı.
"fanteziler gerçekdışı olmak zorundalar. çünkü istediğiniz şeyi elde ettiğiniz anda artık onu istememeye başlarsınız. isteğin devam edebilmesi için objesinin sürekli olarak eksik olması gerekir. istediğiniz o şey değildir. onun fantezisidir. istek çılgınca fantezileri destekler. " elde edebilene kadar ki çekici durumu lacan'a gönderme yaparak irdeleyen film. çabalamanın çekiciliğine de vurgu yapıyor bu sözler. idealleri uğruna ölümü bile göze alan kevin spacey bana sokrates'in ölümünü hatırlattı.
devamını gör...
ray carmine (yazar)
#3779822
kardeşim canını sıkma. burada flood meselesinin katolik bir yorumu var. önce biz bir yakalım bunları cadıysa doğru bir iş yapmış oluruz değilse de tanrı zaten affeder.
bir konu hakkında bir başlığa farklı aralıklarla uzun uzun düzenli yazılmış, özenildiği belli olan, bir bağlamı bir içeriği olan, başlıkları, referansları olan, tartışma amacı gütmeyen, reklam olmayan, tek bir kişi tarafından içerik giriliyor. karşılıklı bir tartışma da yok he.
yani kardeşim tamam mod sun kuralı işleteceksin de birazcık da sezgisel ol, asperderli otistik gibi sosyal, insani becerilerden yoksun musun? bu nasıl bir nobranlık. içeriği gözünün ucuyla bir oku, bir değerlendir, buradaki hevesin ve emeğin tadını, kokusunu bir al, düzene, estetiğe bir bak bunu yine de silmeye karar verdiysen insan olsan dersin ki; ya ben bu arkadaşın hevesini böyle kırmayayım önden bir uyarayım. adamın yaptığında 100 yıllık sözlük formatları silsilesine uymayan, kaos çıkartaca hiçbir şey yokken sen iyi misin ya? yöneticilik böyle birşey değil ha, sakın hayatında böyle hatalar yapma. her insan için değil ama bazı insanları kolay harcama, sana dönüşü fena olur. burası gibi oyun sahası değil hayat.
kardeşim canını sıkma. burada flood meselesinin katolik bir yorumu var. önce biz bir yakalım bunları cadıysa doğru bir iş yapmış oluruz değilse de tanrı zaten affeder.
bir konu hakkında bir başlığa farklı aralıklarla uzun uzun düzenli yazılmış, özenildiği belli olan, bir bağlamı bir içeriği olan, başlıkları, referansları olan, tartışma amacı gütmeyen, reklam olmayan, tek bir kişi tarafından içerik giriliyor. karşılıklı bir tartışma da yok he.
yani kardeşim tamam mod sun kuralı işleteceksin de birazcık da sezgisel ol, asperderli otistik gibi sosyal, insani becerilerden yoksun musun? bu nasıl bir nobranlık. içeriği gözünün ucuyla bir oku, bir değerlendir, buradaki hevesin ve emeğin tadını, kokusunu bir al, düzene, estetiğe bir bak bunu yine de silmeye karar verdiysen insan olsan dersin ki; ya ben bu arkadaşın hevesini böyle kırmayayım önden bir uyarayım. adamın yaptığında 100 yıllık sözlük formatları silsilesine uymayan, kaos çıkartaca hiçbir şey yokken sen iyi misin ya? yöneticilik böyle birşey değil ha, sakın hayatında böyle hatalar yapma. her insan için değil ama bazı insanları kolay harcama, sana dönüşü fena olur. burası gibi oyun sahası değil hayat.
devamını gör...
sözlükte kuru kuruya doğum günü kutlayan tipler
toplaşıp bir doğum günü pastası bile almayan tiplerdir.
hepsini engelleyeceğim o olacak.
hepsini engelleyeceğim o olacak.
devamını gör...
çözüm süreci
çözülmesi gereken bir süreç olarak karşımıza çıkacak olan bir süreç.
devamını gör...
çözüm süreci
bebek katili hapiste çürüyedursun. kahpe teröristler ülkemizi terk etti sktr oldu gitti, fena mı oldu?
devamını gör...
sözlük yazarlarının güvenli yerleri
eski stüdyonun arka bahçesi. ne umutlar gömdük, ne hayaller yeşerttik o bahçede be. salıncağı vardı bir de, kahve demleyip taş duvarı izlerdim hep.
özledik ulan ne yapalım
özledik ulan ne yapalım
devamını gör...
türkiye'de et tüketimi
devamını gör...
sunshine
genelde " gözden kaçırılmış" olarak lanse edilen mükemmel filmlerden biridir. uzay temalı bilim kurgulara biraz mesafeliyimdir aslında. çünkü iyi işlenemediğini düşünürüm. haliyle oyuncu kadrosu ne kadar iyi olsa da bu yapım içinde " bakarız bir ara " diyordum. lakin inanamadım. çok etkilendim.
filmin konusunu özet geçeyim hiç uzatmadan. şimdi olay şu; güneş ışığını kaybediyor bir nedenden dolayı. insanlık da diyor ki gidelim bir tane nükleer çakalım buna. hoop kendine gelsin. bu yani. tabi ki böyle bakmayın olaya bunu öyle şeylerle anlatıyor ki inanılır gibi değil.
şimdi biraz açalım olayı;
8 kişilik bir ekip ikarus 2 isimli bir uzay gemisi ile bu göreve gidiyor. geminin ismi ise ikarus efsanesine dayanıyor. efsaneye göre babası ve ikarus bir gün bir kuleye hapsedilir. ikarus'un babası balmumundan ve kuş tüyünden kanat yapar oğlu için. sonra der ki; " ey oğul çok alçaktan uçma deniz tüyleri ıslatır. çok yüksekten de uçma güneş balmumunu eritir." fakat uçmanın verdiği özgürlük ve kibirle ikarus babasının uyarılarını unutur ve güneşe yaklaşır. sonra balmumu erir ve düşer ege denizinde ölür. haliyle ne anlıyoruz?
aşırı hırsın ve kibirin insana felaket getirebileceğini ve insan sınırlarını zorlamanın hem yücelik hem tehlike taşıdığını. işte sunshine bunun üstüne kurulmuş.
bu efsaneyi de anlattığımıza göre devam edelim. ekibimiz güneşe doğru yol alırken bir önceki geminin neden görevi tamamlayamadığını da merak eder. o da ikarus 1 idi çünkü. yolculuk esnasında türlü sıkıntılar çekerler. ama bir şekilde güneşe varmayı başarırlar. olaylar işte tam bu anda kopmaya başlıyor. bilim - inanç - fedakarlık - toplumsal bilinç - kişisel hırs.... her şey birbirine giriyor ve kaos başlıyor.
öncelikle çok sağlam twist olması beni benden aldı. " bilime ne kadar güvenmeliyiz?" - " tanrı'nın işine karışılmalı mı?" gibi soruları sorgulatıyor yapım. hatta şunu sorgulatıyor " körü körüne inanmak tanrının takdiri için yeterli mi? belki o da bağnazları sevmiyordur?"
sahte peygamber ve gerçek peygamber kavramları arasında gidip geliyoruz. bu filmin dinsel boyutu. kesinlikle doyurucu.
diğer bir kısım ise insanın evrende insanın çok küçük olması durumunu iyi kullanmışlar. sürekli tedirginlik yaşatıyor. büyük objeler yanında küçükleri sürekli göstermesi etkileyici idi. bunu bilerek yaptıkları aşikar. büyüklüğün, görkemin insan üstündeki baskısını vermeye çalışıyorlar. güneşin o ihtişamını o kadar iyi bir görsellikle yansıtmışlar ki ağzım açık izledim.
insan doğasını da bence çok yalın bir dille anlatmışlar. toplum için fedakarlık bilinci ile yola çıkan insanların anlık durumlarda nasıl da bencilce hareketler yapabildiğini gözümüze sokuyorlar. bazılarının da toplumu her şeyin önünde tuttuğunu görüyoruz. idealizm ve bireyselliğin savaşını bağnazlık ile bilime olan güvenin çatışmasını sert şekilde izliyoruz.
görüldüğü gibi 3 ayrı daldan film bir şeyler veriyor insana. hangi kısmına odaklanırsanız odaklanın oradan memnun ayrılıyorsunuz.
oyuncu kadrosu çok iyi zaten. hemen bahsedelim;
capa rolünde cillian murphy
kaneda rolünde hiroyuki sanada ( gemi kaptanı kendisi bu arada )
cassie rolünde rose byrne
mace rolünde chris evans
corazon rolünde michelle yeoh ( kaplan ve ejderhadan bilirsiniz)
harvey rolünde troy garity
searle rolünde cliff curtis
trey rolünde benedict wong
işte bu ekip. haliyle oyunculuklar asla sırıtmıyor. gerçekçi, ciddi.
interstelları'da sevmiştim yalan yok. ama sunshine bambaşka.
filmin müziği requiem for a dream'i andırıyor. hatta bazı editler de ikisini aynı anda kullanıyorlar. fan trailerı oluşturuyorlar. bir tane aşağıya bırakayım.
uzun lafın kısası; sunshine benim unutmak istemeyeceğim ve tekrar izleme isteği duyduğum bir yapım oldu.
filmin konusunu özet geçeyim hiç uzatmadan. şimdi olay şu; güneş ışığını kaybediyor bir nedenden dolayı. insanlık da diyor ki gidelim bir tane nükleer çakalım buna. hoop kendine gelsin. bu yani. tabi ki böyle bakmayın olaya bunu öyle şeylerle anlatıyor ki inanılır gibi değil.
şimdi biraz açalım olayı;
8 kişilik bir ekip ikarus 2 isimli bir uzay gemisi ile bu göreve gidiyor. geminin ismi ise ikarus efsanesine dayanıyor. efsaneye göre babası ve ikarus bir gün bir kuleye hapsedilir. ikarus'un babası balmumundan ve kuş tüyünden kanat yapar oğlu için. sonra der ki; " ey oğul çok alçaktan uçma deniz tüyleri ıslatır. çok yüksekten de uçma güneş balmumunu eritir." fakat uçmanın verdiği özgürlük ve kibirle ikarus babasının uyarılarını unutur ve güneşe yaklaşır. sonra balmumu erir ve düşer ege denizinde ölür. haliyle ne anlıyoruz?
aşırı hırsın ve kibirin insana felaket getirebileceğini ve insan sınırlarını zorlamanın hem yücelik hem tehlike taşıdığını. işte sunshine bunun üstüne kurulmuş.
bu efsaneyi de anlattığımıza göre devam edelim. ekibimiz güneşe doğru yol alırken bir önceki geminin neden görevi tamamlayamadığını da merak eder. o da ikarus 1 idi çünkü. yolculuk esnasında türlü sıkıntılar çekerler. ama bir şekilde güneşe varmayı başarırlar. olaylar işte tam bu anda kopmaya başlıyor. bilim - inanç - fedakarlık - toplumsal bilinç - kişisel hırs.... her şey birbirine giriyor ve kaos başlıyor.
öncelikle çok sağlam twist olması beni benden aldı. " bilime ne kadar güvenmeliyiz?" - " tanrı'nın işine karışılmalı mı?" gibi soruları sorgulatıyor yapım. hatta şunu sorgulatıyor " körü körüne inanmak tanrının takdiri için yeterli mi? belki o da bağnazları sevmiyordur?"
sahte peygamber ve gerçek peygamber kavramları arasında gidip geliyoruz. bu filmin dinsel boyutu. kesinlikle doyurucu.
diğer bir kısım ise insanın evrende insanın çok küçük olması durumunu iyi kullanmışlar. sürekli tedirginlik yaşatıyor. büyük objeler yanında küçükleri sürekli göstermesi etkileyici idi. bunu bilerek yaptıkları aşikar. büyüklüğün, görkemin insan üstündeki baskısını vermeye çalışıyorlar. güneşin o ihtişamını o kadar iyi bir görsellikle yansıtmışlar ki ağzım açık izledim.
insan doğasını da bence çok yalın bir dille anlatmışlar. toplum için fedakarlık bilinci ile yola çıkan insanların anlık durumlarda nasıl da bencilce hareketler yapabildiğini gözümüze sokuyorlar. bazılarının da toplumu her şeyin önünde tuttuğunu görüyoruz. idealizm ve bireyselliğin savaşını bağnazlık ile bilime olan güvenin çatışmasını sert şekilde izliyoruz.
görüldüğü gibi 3 ayrı daldan film bir şeyler veriyor insana. hangi kısmına odaklanırsanız odaklanın oradan memnun ayrılıyorsunuz.
oyuncu kadrosu çok iyi zaten. hemen bahsedelim;
capa rolünde cillian murphy
kaneda rolünde hiroyuki sanada ( gemi kaptanı kendisi bu arada )
cassie rolünde rose byrne
mace rolünde chris evans
corazon rolünde michelle yeoh ( kaplan ve ejderhadan bilirsiniz)
harvey rolünde troy garity
searle rolünde cliff curtis
trey rolünde benedict wong
işte bu ekip. haliyle oyunculuklar asla sırıtmıyor. gerçekçi, ciddi.
interstelları'da sevmiştim yalan yok. ama sunshine bambaşka.
filmin müziği requiem for a dream'i andırıyor. hatta bazı editler de ikisini aynı anda kullanıyorlar. fan trailerı oluşturuyorlar. bir tane aşağıya bırakayım.
uzun lafın kısası; sunshine benim unutmak istemeyeceğim ve tekrar izleme isteği duyduğum bir yapım oldu.
devamını gör...

