platonunmagarasi yazar profili

platonunmagarasi kapak fotoğrafı
platonunmagarasi profil fotoğrafı
rozet
kendisi dondurmuş
karma: 696 tanım: 77 başlık: 3 takipçi: 13

son tanımları


bir dizi repliği bırak

necati abi: ne oluyor be oğlum?
sultan: ah be necati abi, aşk elinde mi abi? nasıl bir şeyse bu, adam şekli verdi bize ama şimdi de elimizden bir şey gelmiyor.
necati abi: aaa gelmez olur mu oğlum? bak, ağlayacak kadar güzel bir şey bulmuşsun. öte yandan kötü tabii, aşk zorbalığını yok etmiş bir içgüveysi gibi ağlıyorsun!
sultan: necati abi, damarıma basma!
necati abi: git oğlum, söyle kıza, "yanınıza yerleşmek istiyorum" de. orada bir eziyet varsa birlikte çekin.
sultan: abiii!
necati abi: birkaç serseri üstünü çizecek diye, kıza yüz geveliyosun değil mi? çok ayıp, sana hiç yakıştıramadım.
sultan: necati abi, ölürüm!
necati abi: ben de onu söylüyorum işte. git, "sultanaşktan öldü" desinler.

sultan makamı
devamını gör...

yürünen en uzun mesafe

fiziki anlamda 20 küsür kiometreydi. geçtiğimiz yaz, sırt çantamı alıp erkenden yola çıkmış ve şehir merkezinden epey uzaklaşmış, dağ bayır yürümüştüm. hatta bir köyden bile geçmiştim. sonra aynı geldiğim yoldan bir daha geri dönmüş ve eğer adım sayar uygulaması bir yamuk yapmadıysa 20 küsür kilometre gösteriyordu.
devamını gör...

kitap alıntıları

"büyük bir zelzelede, kulak zarımızı patlatan gürültüler ve toz duman arasında içimizi bastıran korku ile fantastik bir muhayyile ile her şeyin yıkıldığını sanırız; fakat zelzele durunca, titreyen eşya sabit şekillerini alınca, ancak temelleri çürüyen binaların devrildiğini ve sağlamların tozlardan silkinerek vakarla hayata çıktığını görürüz."

bir tereddüdün romanı, peyami safa
devamını gör...

içinde hapsolmak istediğiniz yıl

90'lar olsun da kaç olursa olsun.
devamını gör...

kimsenin ne istediğini bilmemesi sorunu

akıp giden hayatın içinde bir an olsun durup frene basarak kendisine dair düşünmemesi sebebiyledir. tabi durup, biraz fren yapıp düşünmek için de bunu yapabilecek bir zihinsel donanıma sahip olmak lazım. tamam bizi yaratan o donanımı vermiş zaten, dolayısıyla o donanım var ama burada kastettiğim donanım bu değil, kastettiğim şey bilgi donanımı. doğru düzgün kitap okumamış, doğru düzgün bir film izlememiş, doğru düzgün müzik zevki olmamış, etrafında yönlendiren, yol gösteren, idol olarak görebileceği kimse olmamış ve haliyle saldım çayıra mevlam kayıra misali tamamen rüzgarın sürüklediği yere sürüklenmiş insandan bol bir şey yok etrafta. yeni neslin de çoğu öyle. aileleri doğurmuş ve adeta fırlatıp atmış, yetistirmemiş. nasıl yetiştirsin ki, o aileyi doğuranlar da yetiştirmemiş ve hadi aileleri yetiştirmemiş, kendileri de kendilerine bir şey katmamış, e bu durumda kendi çocuğuna nasıl, hangi birikimle yol gösterecek? haliyle beş para etmez kalıpların kuklası olarak, başkalarına özenerek, onlar öyle yapıyor ben de öyle yapmalıyım (bakın yapmalıyım kelimesini kullandım, dolayısıyla kendisini başkaları gibi olmaya mecbur hissediyor) diyerek düşünmeden etmeden, ben kimim, nereden geldim nereye gidiyorum ve nereye gitmek istiyorum diye sormadan yaşayıp gidiyorlar işte.
devamını gör...

içedönüklük

sahip olduğum durumdur. kafamın içi epey kalabalık. çok şükür derdim falan yok. kafamın kalabalık olma sebebi de dertten tasadan değil, okunacak kitaplar, okuduğum kitaplar üzerine düşünceler, yazıp çizmek istediğim şeylere dair. karşımda o frekansı tutturduğum biri varsa tamam, gayet normal bir iletişim kurarım, üstelik seve seve. ama yoksa (ki çoğu zaman yoktur) hiç oralı olmam ve iletişim kurma derdine düşmem. bu da genelde sessiz sakin yaftası yapıştırmalarına sebep oluyor. halbuki alakası yok. tabi kendime dair rapor verip de açıklama yapmıyorum neden sessiz durduğumla ilgili. başka işim yokmuş gibi hayatı kendi saçma kalıplarından ibaretmiş gibi zanneden tiplere rapor verecek değilim. her zamanki halim deyip geçiyorum (yav he he diyorum kısaca). ulan zaten seni adam yerine koysam, konuşmaya değer bulsam zaten konuşurum değil mi? ama benim için konuşmaya değecek biri değilsin işte. o an içime dönüp kendi kişisel gündemimle meşgul olmak daha cazip.

diyojen ne güzel demiş, "gölge etme başka ihsan istemez" diye...
devamını gör...

yalnızlığa alışmak

bilinçli olarak tercih edilen bir yalnızlık söz konusu ise evet bunun tadı muhteşemdir ve kişide alışkanlık yapabilir. gereksiz insanlarla gereksiz ilişkiler kurmaz, hayatında hem insan olarak hem eylem olarak bazı elemeler yaparsın ve kendinle baş başa kalmayı tercih edersin. az ama sağlam arkadaşların, dostların vardır ve bunlar da yeterlidir. şahsen tercih edip yaşadığım ve çok da memnun olduğum durumdur. tabi bunun bazı bedelleri var ve o bedeli de zaten ödemeye razıyım. dücane cündioğlu bunu güzel ifade eder:

"içe kapanacaksanız, dışarıyı fazla ciddiye almayacaksınız. dünyadan, yaşamdan payınızı eksilteceksiniz."

kendisiyle baş başa kalamayanlar zaten bomboş bir kafaya sahip olup bomboş ve anlamdan uzak bir yaşam sürmekle beraber, kendileri gibi boş ve anlamsız tiplerle geçirdikleri zamanı da sosyallik zannedip gaflet içindeki kişilerdir. dücane cündioğlu bunların da röntgenini çok güzel bir şekilde çeker şu sözleriyle:

"mağarada yaşamanın bir bedeli var. onun kazandırdığı büyük bir haz var, entelektüel bir haz. bilmeyen bilmez, anlatamazsınız. yalnız kalmaktan korkuyor, yaşamı bir düğündeymiş, bir statta maç izliyormuş gibi, bir miting alanındaymış gibi yaşamak istiyorlar. bu bir zavallılık."
devamını gör...

sultan makamı

iki binli yılların başında kanal d'de yayınlanan, balat'ta çekilmiş olan muhteşem dizi. yeditepe istanbul dizisini bilen ve sevenler de çok iyi bilir ki, yeditepe istanbul dizisinin ekolüne sahiptir. ki senaryosunun belli bir bölüme kadar olan kısmını da zaten yeditepe istanbul senaristi ali ulvi hünkar yazmıştır. ayrıca bazı oyuncuları da yine yeditepe istanbul'da da oynamıştır.

şevket çoruh (sultan), başak köklükaya (asiye), uğur polat (veteriner arif), ruhi sarı (ekrem, namı diğer eko), kerem atabeyoğlu (bahtiyar), ayşen gruda (dursun), bülent karabaş (necati), hikmet karagöz (bekçi baba), arif erkin (nusret baba), ahmet saraçoğlu (sefer) ve daha onca önemli oyuncu rol almıştır. dizinin önemli unsurlarından biri ise sultan ve tayfasının bütün yırtma umutlarını taşıyan ve "nefise" adını verdikleri attır. dolayısıyla onu da es geçmek istemezdim. bir de sefer'in at arabacısı olduğunu da ekleyip onun da atına "johnny guitar" dediğini, at arabasının arkasına ise "eğlenceli eziyet" yazdığını belirtelim.

necati abi karakterini ayrı bir severdim. gününü mahallenin kahvesinde geçirir ve orada beyaz önlüğünü giyip dişçilik yapar. kahvede bir köşeye attığı dişçi koltuğu vardır ve hastalarını orada dış ağrısı azabından kurtarır. mahallenin filozofu gibi bir adamdır necati abimiz. derdi olan, kafasına bir şey takılıp içinden çıkamayan insanlar ona koşar. o da verdiği cevaplarla karşısındaki kişinin ufkunu açar. tek problemi alkole biraz fazla düşkün olmasıdır.

gelelim müziklere... dizinin müziklerini kazım koyuncu ve kemal sahir gürel yapmış olmakla beraber her müziği muhteşemdir. en güzel müziklerinden bir ikisini bırakıyorum şuraya ki, hele ilki bazı duygusal sahnelerde devreye girip insanı delik deşik eder. müziğe "sultan" diye başlayarak giren kişiyi hep şevval sam diye düşünüyorum. ki bu müzik kazım koyuncu'nun "işte gidiyorum" şarkısının müziğidir. dizideki versiyonunda ise söz yoktur.





sıradaki müzik ise yine kazım koyuncu'nun "tsira" adlı şarkısına aittir ve dizi versiyonunda yone söz yoktur.



bazı repliklerle de yazımızı bitirelim.


"asiye ben seninle karşılaşacağımı bilseydim, başka türlü yetiştirirdim kendimi."
-------

"biraz yavaş geç sefer, bugün hiç görmedim hiç..."
(sultan, sefer'in at arabası ile aşık olduğu asiye'nin evinin önünden geçerken, onu pencerede görme umuduyla söyler bu repliği)
-------


sultan: bu böyle olmayacak asiye. hiç değilse sen bitir, olmaz de.
asiye: işte söylüyorum ya kaçtır etrafımda dolaşma diye.
sultan: evet, söylüyorsun. ama başka türlü bakıyorsun. ağzından çıkanlar bir kere uyuşmadı gözlerinin söyledikleriyle... gerçekten istemediğine inansam yarın için planlar yapar mıyım hiç?

------


"birbirimiz için bir şeyler yapabiliyorsak, elimizden geliyorsa bir an evvel yapmalıyız. bir an evvel."
(bunu da sultan, nefise ile yani at ile konuşurken ona söylüyordu)
-------


sultan: asiye ben sana talibim.
asiye: niçin?
sultan: ne varsa insanın içinde hepsi için. kavga dövüş, hır gür, sevişmek, didişmek, çoğalmak hepsi için.
asiye: öyleyse evet.
------



eko: mana değil delil arıyorum be necati abi. yani bulursam dayanıcam kızın kapısına.
necati abi: git eko git ama bıktırma dozunda bırak. diyeceğim o ki aşk acısı şık dursun üzerinde. burada dikkat edeceğimiz husus bırakacağımız intiba ile alâkalı. reddedilirsen bile o kadar kibar ayrıl ki oradan kız günü geldiğinde kimi kaybettiğini hemen anlasın.

------
devamını gör...

iz bırakan kitap cümleleri

"oysa biz bugün şiire ne kadar muhtacız! kavgacı şiire..."

esir şehrin insanları
kemal tahir
devamını gör...

anın fotoğrafı

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

arkadaş zekai özger

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

iz bırakan kitap karakterleri

dokuzuncu hariciye koğuşu'nun başkahramanı olan bacağından sakat olan o çocuk. kitapta ismi yok malumunuz. ama 80'lerde olmalı, trt'de diziye de uyarlanan bu kitapta o çocuğa peyami safa'nın soyadı olan "safa" adı verilmiştir.

yine peyami safa'dan bir başka roman olan yalnızız'daki besim ile onun abisi olan samim. besim tam bir hedonist. hayatı sadece zevkten ibaret gören, vurdum duymaz, gamsız yemeyi içmeyi çok seven biri. hiçbir şeyi dert etmez. abisi samim ise ona göre ciddi, düşünmeyi bilen, analiz becerisi çok iyi ve simeranya adını verdiği bir ütopyası var.

kürk mantolu madonna'daki raif efendi. şu an değil ama kitabı okuduğum dönemde kendisiyle epey özdeşlik kurmuştum.

esir şehrin insanlarındaki kamil bey. öyle kibar, öyle asil bir adam ki, gerçek bir paşa oğlu olduğunu her zaman belli ediyor. bilgi birikimi, kültürü, don kişot'u tercüme etme arzusu, yabancı dil bilgisi, resme yeteneği, boks ile uğraşmış olması da cabası. ve memleket zor duruma düştüğünde de bir anda içinde onca sene gizli kalmış olan bambaşka bir kamil bey'i çıkardı ortaya. kollarını sıvayıp arkadaşları ile birlikte vatanı kurtarma mücadelesine girdi korkusuzca. hatta hapse bile girdi.

bir anda aklıma gelenler bunlar oldu.
devamını gör...

radyo tiyatrosu dinleyerek uykuya dalan insan

radyo tiyatrosu, eskilerin "arkası yarın" dediği ve tv yokken o ahşap radyolarda akşam olup ajans dinledikten sonra yaptıkları eylemdir. bir ara benim de başlıkta belirtildiği gibi uyurken yaptığım bir eylemdi. ama bütün tadı, dinlenen oyunun sonuna gelmeden uykuya dalmakta gizlidir. bilhassa soğuk kış gecelerinde agatha christie eserlerinin radyo tiyatrosuna uyarlanmış versiyonlarını dinlemek daha güzeldir. türkçe'nin tertemiz bir şekilde kullanıldığı, oyuncuların o muhteşem ses tonları ile adeta dil zevki yaşatan bir şeydir radyo tiyatrosu. başlarken jenerik kısmı da harikadır. sunumu yapan kişinin ses tonu, temiz türkçesi, hangi rolü kimin oynadığını anons edişi ve fon müziği daha başlarken sarar insanı. yanlış hatırlamıyorsam efektör olması lazım, o dönemin en ünlü efektörü de korkmaz çakar'dı sanırım. birçok oyunda anons sırasında efektör olarak onun adı geçer.
devamını gör...

3 idiots

okullarda, bilhassa ilkokul seviyesinde ders diye okutulması gereken filmlerden. hatta üniversite döneminde, öğretmenlik okuyanlara da ders diye izletilmesi gerekir diye düşünüyorum.
devamını gör...

90'larda takılıp kalmak

müziğinden tv dizisine, tv programından reklamlarına kadar her şeyiyle muhteşem dönemlerdi. şimdi birileri çıkıp siyasi açıdan yok şöyleydi, yok böyleydi diye zırvalar kesin. onlara peşin peşin cevap vermek isterdim ama buna hiç tenezzül etmeyeceğim.
devamını gör...

geceye bir şarkı sözü bırak

sil baştan başlamak gerek bazen
hayatı sıfırlamak...
devamını gör...

kendini kitaplara adamak

kitap okumayı sadece roman okumak olarak görenler olduğunu gösteren başlık. önceden kitap okuduğunu söylüyor bir de bunu diyen zat. artık makale falan okuması gerektiği için de roman okumaya zamanı yokmuş.

dostum sen geçmişte kitap okumuş biri olarak da görme kendini. kitap okusaydın böyle sığ olarak bakmazdın meseleye ve kitap okumayı sadece roman okumak olarak görmezdin. ayrıca okuduğun bilimsel makaleler de pek işe yaramıyor herhalde ki sığlıktan kurtulamamışsın, zihnin hala dar kalmış. ya okuduğun seylerde sorun var ya da sen hiçbir şey anlamamışsın.
devamını gör...

kitap satın alma hastalığı

bugün de 6 tane kitap alarak belirtisini yaşadığım hastalık. şikayetçi miyim? yoo. memnun muyum? çok. bildiğim kadarıyla hastaların tedaviyi reddetme hakkı var kanunen. ve ben bu hastalık konusunda bu hakkımı kullanmak istiyorum. oyna devam.
devamını gör...

murat başaran

sevdiğim bie sanatçıdır. en bilinen şarkısının "nankör" veya "bir öpücük kesmez beni" olduğunu da sanmıyorum. 90'lar sonu veya iki binler başında olması lazım "azıcık ucundan versen" diye bir şarkısı vardı, kendisini ilk o şarkı ile tanıdım (yaşım da epey ufaktı). sonraki dönemlerde ise "sanadır yar" diye bir şarkısı vardır ki off, deler geçer adamı. aklımda yanlış kalmadıysa bir programda trende yolculuk ederken yazdığını söylemişti. sonra yine bir başka slow şarkısı "seni üzerler" vardır ki o da muhteşem bir şarkıdır. şu an aklıma gelenlerden "sana ölürüm", "başı belalı yar" adlı şarkıları da güzeldir. bir de "gülümse anne" adında bir şarkısı vardır ki onu da galiba askerlerimiz için yazmıştır.

velhasıl sevdiğim bir sanatçıdır, var olsun ve güzel şarkılar yazıp söylemeye devam etsin.
devamını gör...

kitap okumak

ne amaçla yaptığını çok iyi bilmek gerekir. boş zamanlarında kitap okuduğunu söyleyenler kusura bakmasınlar, kitap okuyabilirler ancak kendileri "okur" sıfatına sahip değiller. kitaplar evet çok pahalı, dolayısıyla eğer gerçek anlamda "okur" denebilecek biriyse ve maddi durumu sebebiyle kitap alırken pahalı bulduğu bir kitabı alamıyorsa o insana saygı duyarım, ki o zaten para verip alamadıysa bile kütüphaneden veya oradan buradan bir şekilde kitabı bulup okumayı başaracaktır. ama eğer maddi durumu müsait olmasına rağmen almak istediği kitabı pahalı deyip almıyorsa kusura bakmasın bu kişi de "okur" değildir.

çünkü kitap okumak ciddi bir iştir. epey ciddi bir iş. öyle sayfadaki yazıları papağan gibi seslendirmek kitap okumak değildir. kafa patlatarak okumaktır, anlayarak okumaktır aslolan. ki yüce allah da en başta kuran'ı bu şekilde okumayı emreder; anlayarak okumak. aksi halde sayfada yazan şeyleri seslendirmek, telaffuz etmek hiçbir şeye yaramayacaktır.

ayrıca beş para etmez şeyler okuyanlar, üzgünüm size de "okur" denmez. kişisel gelişim zırvalıklarından tutun da kapakları janjanlı, rengarenk, ışıltılı parıltılı kitaplar geldi hemen aklıma.

dolayısıyla "ne amaçla okuyorum?" sorusu mühim bir sorudur. bu sorunun cevabına göre kişi ilgili türlere yönelecektir. ha, yukarıda bahsettiğim boş beleş türlere yönelmesini sağlayan bir cevap söz konusu ise geçelim, hiç üstünde durmaya bile gerek yok. ancak eğer "kendimi inşa etmek istiyorum" şeklinde bir cevap söz konusu ise işte o zaman da zaten sağlam kitaplara yönelecektir o kişi. yemek yerken nasıl ki bedenimizi besliyorsak, okumak da zihnimizi, dolayısıyla ruhumuzu, dolayısıyla karakterimizi besleyecek, oluşturacaktır. dolayısıyla bilinçli bir şekilde yazar, kitap, hatta yayınevi tercihinde bulunmak şarttır. ha, diyebilirsiniz ki "o boş dediğin kitaplar da okuyan kişiyi doyuruyor olabilir", o zaman da "üzgünüm ama cips yiyerek, abur cubur tüketerek karnınızı doyuramazsınız" derim. dolayısıyla kitap okumak şakaya gelmeyecek kadar önemli bir husustur.

yazıya son verirken nazım'ın bir şiirini değiştirerek son veriyorum:

"okumak şakaya gelmez
büyük bir ciddiyetle okuyacaksın."
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim