21.
yıllar sonra (bkz: black mesa) olarak yeniden dizayn edilerek piyasaya sürülmüştür.
devamını gör...
22.
yarı ömür
valve şirketinin geliştirdiği birinci şahıs nişancı türünde bilim kurgu video oyunu.
ilk sürümü 1998/ son sürümü 2020 yılında yayımlanmıştır.
oyunun baş kahramanı gordon freeman'dır.
çok satan oyunlardan biridir.

valve şirketinin geliştirdiği birinci şahıs nişancı türünde bilim kurgu video oyunu.
ilk sürümü 1998/ son sürümü 2020 yılında yayımlanmıştır.
oyunun baş kahramanı gordon freeman'dır.
çok satan oyunlardan biridir.


devamını gör...
23.
1. ve 2. oyunlarının story mode kısmını bitirdim. zamanında ne oynardık ya. çok zor bölümleri vardı ama emek harcayarak geçerdik eski bir bilgisayarda. sonradan hiç merağım kalmadı oyunlara.
devamını gör...
24.
bilgisayar oyunlarının efsanesi, yaptığım kıyaslama sadece fps oyunları kategorisinde değil gelmiş geçmiş tüm oyunlar bazında efsane. tabi tek oyun üzerinden değil serinin tüm oyunları olan;
half life-1
half life-2 episode-1
half life-2 episode-2
yan karakterlerinin hikayelerinin anlatıldığı;
half life-blue shift
half life-opposing force
half life -caged
oyunu yapan valve'den bağımsız olarak piyasaya çıkan ve içinde portal'dan esintiler de olan;
entropy-zero
entropy-zero2
half life-1'in hikayesine bağlı olarak remastered olarak piyasaya çıkan;
black mesa
ve hâlâ oynama talihine kavuşamadığım;
half life-alyx
az önce steam hesabımda ne oynasam diye gezinirken fark ettim ki bende ciddi anlamda half life manyaklığı var. valve dahilinde ve farklı geliştiricilerin yaptığı ama ana hikayeye sadık 20 tane half life oyunu var. ki bunların içinde cs ve yan modları dahil değil.
her ne kadar half life'ın bu 20 farklı oyununu ve yine bir şaheser olan portal'ın 5 farklı oyununu defalarca kez bıkmadan usanmadan bitirmiş olsam da genel olarak bir oyun cahiliyim. yeni nesil oyunlardan hemen hemen hiçbirisinin ne hikayesine ne oynanışına hakim değilim. (pandemi döneminde evde tıkıldığımız süreçlerde geceli gündüzlü oynadığımız pubg hariç) steam hesabımda belki son 5 seneye ait hiçbir oyun yoktur. oynadığım oyunlarda tutup da bir gerçeklik arayan bir insan değilim ama sanıyorum bir hikayesi olması lazım beni cezbedebilmesi için.
o yüzdendir belki de hikayesi olan half life ve portal'dan sonra ev sevdiğim oyun serisi call of duty olmuştur. ama tabi konu half life olduğu için call of duty'i burada es geçeceğim.
üzerine binlerce kez videolar yapılmış, forumlar açılmış, komplo teorileri üretilmiş, oyun karakterleri üzerinden analizler yapılmış, tartışılmış bir oyun half life. öyle ki 1998'de ilk çıkan oyun olan half life-1'den 2 sene öncesi çıkan half life-alyx'e kadar her oyunda var olan ve 4 ana karakterinden biri olan g-man'in aslında kim olduğu, onun patronları olan hayırseverlerin kimler olduğu tartışmaları üzerine dahi yerli yabancı onlarca video izlemişimdir.
küçük bir not; aklıma en çok yatan senaryo : g-man, gordon freeman'ın gelecekti hâli, g-man'in patronu olan hayırseverler'de biz, yani oyunu oynayanlar. oyunun yaratıcısı ve valve'nin kurucusu olan gabe newell abimiz burada oyunun senaryosunu her ne kadar kendisi yazmış olsa da oyunda hep bahsedilen ama kim olduğu bilinmeyen hayırseverleri oyunu oynayan kişiler olarak gizlemiştir, yani her oyunun hayırseveri yani half life dünyasını önce kaosa sürükleyip sonra kurtarılması için çabalayan gizli güç kişinin kendisi. ki aslında '98'de yapılan bu oyunun aslında ilerleyen yıllarda freeman'ın combine'ı dünyadan kovmasıyla bir üst kimlikle görevine devam edip, geçmişteki kendisine yol gösterebileceği bile planlanmış olabilir. bu newell abimiz yapar mı yapar adam benim gözümde süper zeki, allah uzun ömürler versin.
bir önceki entry'de (bkz: #3068493">#3068493) linki verilen ve yerli half life belgeseli olan öngörülemeyen sonuçlar, sadece bu videolardan bir tanesi, ki benim gibi gözünü half life gibi bir oyunla açmış, müptezeli olmuş biriyseniz bu video gibi sadece yerli yapım olan yüzlerce belgesele ulaşabilirsiniz.
half life'a dair şu anlık en büyük temennim yaklaşık 20 yıl sonra serinin 3.oyunu olarak piyasa çıkan ama aslında flashback oyunu olan half life-alyx'den sonra en son kalınan yerden yine bizi 20 yıl bekletmeden 4. oyunun ve devamının gelmesi
half life-1
half life-2 episode-1
half life-2 episode-2
yan karakterlerinin hikayelerinin anlatıldığı;
half life-blue shift
half life-opposing force
half life -caged
oyunu yapan valve'den bağımsız olarak piyasaya çıkan ve içinde portal'dan esintiler de olan;
entropy-zero
entropy-zero2
half life-1'in hikayesine bağlı olarak remastered olarak piyasaya çıkan;
black mesa
ve hâlâ oynama talihine kavuşamadığım;
half life-alyx
az önce steam hesabımda ne oynasam diye gezinirken fark ettim ki bende ciddi anlamda half life manyaklığı var. valve dahilinde ve farklı geliştiricilerin yaptığı ama ana hikayeye sadık 20 tane half life oyunu var. ki bunların içinde cs ve yan modları dahil değil.
her ne kadar half life'ın bu 20 farklı oyununu ve yine bir şaheser olan portal'ın 5 farklı oyununu defalarca kez bıkmadan usanmadan bitirmiş olsam da genel olarak bir oyun cahiliyim. yeni nesil oyunlardan hemen hemen hiçbirisinin ne hikayesine ne oynanışına hakim değilim. (pandemi döneminde evde tıkıldığımız süreçlerde geceli gündüzlü oynadığımız pubg hariç) steam hesabımda belki son 5 seneye ait hiçbir oyun yoktur. oynadığım oyunlarda tutup da bir gerçeklik arayan bir insan değilim ama sanıyorum bir hikayesi olması lazım beni cezbedebilmesi için.
o yüzdendir belki de hikayesi olan half life ve portal'dan sonra ev sevdiğim oyun serisi call of duty olmuştur. ama tabi konu half life olduğu için call of duty'i burada es geçeceğim.
üzerine binlerce kez videolar yapılmış, forumlar açılmış, komplo teorileri üretilmiş, oyun karakterleri üzerinden analizler yapılmış, tartışılmış bir oyun half life. öyle ki 1998'de ilk çıkan oyun olan half life-1'den 2 sene öncesi çıkan half life-alyx'e kadar her oyunda var olan ve 4 ana karakterinden biri olan g-man'in aslında kim olduğu, onun patronları olan hayırseverlerin kimler olduğu tartışmaları üzerine dahi yerli yabancı onlarca video izlemişimdir.
küçük bir not; aklıma en çok yatan senaryo : g-man, gordon freeman'ın gelecekti hâli, g-man'in patronu olan hayırseverler'de biz, yani oyunu oynayanlar. oyunun yaratıcısı ve valve'nin kurucusu olan gabe newell abimiz burada oyunun senaryosunu her ne kadar kendisi yazmış olsa da oyunda hep bahsedilen ama kim olduğu bilinmeyen hayırseverleri oyunu oynayan kişiler olarak gizlemiştir, yani her oyunun hayırseveri yani half life dünyasını önce kaosa sürükleyip sonra kurtarılması için çabalayan gizli güç kişinin kendisi. ki aslında '98'de yapılan bu oyunun aslında ilerleyen yıllarda freeman'ın combine'ı dünyadan kovmasıyla bir üst kimlikle görevine devam edip, geçmişteki kendisine yol gösterebileceği bile planlanmış olabilir. bu newell abimiz yapar mı yapar adam benim gözümde süper zeki, allah uzun ömürler versin.
bir önceki entry'de (bkz: #3068493">#3068493) linki verilen ve yerli half life belgeseli olan öngörülemeyen sonuçlar, sadece bu videolardan bir tanesi, ki benim gibi gözünü half life gibi bir oyunla açmış, müptezeli olmuş biriyseniz bu video gibi sadece yerli yapım olan yüzlerce belgesele ulaşabilirsiniz.
half life'a dair şu anlık en büyük temennim yaklaşık 20 yıl sonra serinin 3.oyunu olarak piyasa çıkan ama aslında flashback oyunu olan half life-alyx'den sonra en son kalınan yerden yine bizi 20 yıl bekletmeden 4. oyunun ve devamının gelmesi
devamını gör...
25.
1 donem sarmistim bu oyuna. guzeldi, severdim.
devamını gör...
26.
ben küçükken atarim vardi ama televizyonu bozmuştu ve annem de kullandirmiyordu. kullandığında da zaten sürekli kapaniyordu. evde de beyaz vestel marka ve içinde windows 98 yüklü bir bilgisayar vardı. ben de dedim ki babama bana bir oyun al.
sonra efendim bir akşamüstü eve hızlıca dönerken sanırım böyle cd çeken bir yerin önünden geçiyorduk- çok küçüktüm baya ilkokulda idim o yüzden tam hatırlamıyorum. neyse babam dedi ki oyun yükleyeceğiz.
tabi ben daha önce hiç yüklemedim, hep oynayanları izledim ve isimlerini de bilmiyordum. abim falan da yok. bilmiyorum işte
neyse adam dedi tamam ne istiyorsunuz?
babam da bilmiyor, bana baktı ve söyle dedi.
ben de adama baktım.
bir müddet şöyleydik

sonra adam dedi ki tamam ben size en çok oynanan oyunu vereyim.
o da half life' mış. ben hatta haylayf diye bir bisküvi var, dedim ne alaka yahu
neyse eve geldik. ben heyecanlı heyecanlı cd' yi taktım. kuruldu etti falan. ama oyun yok.
yani vardır muhakkak da ben mario oynamışım kuş vurmuşum
koca koca terkedilmis araziler, büyük su tankları ve iki duvara karsilikli yerlestirince patlayan bombalar hatırlıyorum.
işte o gün bilgisayar oyunu işi bana çok sıkıcı görünmüştü.
yıllar sonra benim kral oyun, oyunlar1 ve oyunstar keşfimi bir düşünsenize......
çorak arazilerden renkli bir kumarhaneye geçmiş gibiydi
ışıklar gözlerimi alıyor, kısın lütfen.......
sonra efendim bir akşamüstü eve hızlıca dönerken sanırım böyle cd çeken bir yerin önünden geçiyorduk- çok küçüktüm baya ilkokulda idim o yüzden tam hatırlamıyorum. neyse babam dedi ki oyun yükleyeceğiz.
tabi ben daha önce hiç yüklemedim, hep oynayanları izledim ve isimlerini de bilmiyordum. abim falan da yok. bilmiyorum işte
neyse adam dedi tamam ne istiyorsunuz?
babam da bilmiyor, bana baktı ve söyle dedi.
ben de adama baktım.
bir müddet şöyleydik

sonra adam dedi ki tamam ben size en çok oynanan oyunu vereyim.
o da half life' mış. ben hatta haylayf diye bir bisküvi var, dedim ne alaka yahu
neyse eve geldik. ben heyecanlı heyecanlı cd' yi taktım. kuruldu etti falan. ama oyun yok.
yani vardır muhakkak da ben mario oynamışım kuş vurmuşum
koca koca terkedilmis araziler, büyük su tankları ve iki duvara karsilikli yerlestirince patlayan bombalar hatırlıyorum.
işte o gün bilgisayar oyunu işi bana çok sıkıcı görünmüştü.
yıllar sonra benim kral oyun, oyunlar1 ve oyunstar keşfimi bir düşünsenize......
çorak arazilerden renkli bir kumarhaneye geçmiş gibiydi
ışıklar gözlerimi alıyor, kısın lütfen.......
devamını gör...
27.
hayatımda bitirdiğim 1. bilgisayar oyunu.
devamını gör...
28.
çocukken arkadaşlarla sürekli cs go ya da half life kavgası yapardık..
devamını gör...
29.
gelmiş geçmiş en iyi fps oyunudur benim için. gelmedi senin gibisi reyiz.
(bkz: mazi kalbimde yaradır)
(bkz: mazi kalbimde yaradır)
devamını gör...
30.
çocukluk ve ilk gençliğimde ömründen uzunca bir süre çaldı. çaldı, çünkü aşırı iyiydim bu oyunda. öyle ki, hayatta en iyi yaptığım şey sıralamasında sanırım başı çeker hala.
o zamanlar internet cafe kültürü yaygın, half life da öyle bir yaygınlaşmış ki, bilmem nerenin köylüğünde internet varsa orada multiplayer half life oynayan birileri var demektir. herhangi bir oyunun cs ile birlikte bu denli yaygınlaştığını ve bu denli sık oynandığını bir daha duymadım.
benim yaşadığım şehirde de o dönem half life en revaçtaki oyun. takıldığımız internet cafe half life’ın en çetin oynandığı yer. oldukça merkezi bir yerde olmasına rağmen internet cafe’deki bilgisayarlarda half life oynamak dışında neredeyse hiçbir şey yapılmıyor. sıra bekleyen sayısı gündüz vakti 150-200’ün altına inmiyor. artık yoldan geçen çoluk çocuk bile sabahtan sıra yazdırıyor ki belki öğlen ya da akşam denk gelir. her bilgisayarın çevresinde 10-15 kişi ayakta izliyor.
bu durum tabi ki diğer birçok internet cafe için geçerli değil. sokak aralarında orada burada da cafeler var ama o cafede oynamak hem ayrıcalık hem de çok heyecanlı. çünkü bütün şehirde en iyi oynayanlar orada. bunlardan biri de -üzerinize afiyet- benim. hatta tevazu göstermeyeyim bütün şehirde half life oynayıp da benim nickimi bilmeyen tek bir kişi yoktu. hatta çevre illerden half life turnuvalarında şampiyon olup yeteneklerini bizim cafedeki ekiple (özellikle de bana karşı) denemek için gelenler oluyor.
tabi bu her zaman açıktan meydan okuma şeklinde gerçekleşmiyor. çoğunlukla biz arkadaşlarla cafede muhabbet ederken (öyle bir çay kahve alanı vardı) yabancı ve çoğunlukla yaşları bizden büyük birileri cafeye geliyor, bir süre ağa girip oynuyorlar. o sırada cafenin orta düzey müdavimlerine (ki onlar da baya iyi) karşı hasbel kader üstünlük sağlamayı başarırlarsa cesaretlenip çene yapmaya başlıyorlar: bu muymuş bu kadar övdükleri vs.
böyle bir durumda cafeci bünyamin eğer rakipleri yeterince dişli görürse yahut bilmem nerenin şampiyonu namı falan duyduysa harun, lokman (arap) veya bana haber verip hemen bir masa açıp oyuna dahil ediyor ki, cafenin şerefi kurtulsun. oyuncu sayısı sınırsız 100’lük bir el açılıyor, dışarıdan gelenlere açık ara farkla bir ders verilip ritüel tamalanıyor. tabi biz böyle durumlarda oyuna ödeme yapmadığımız gibi bedava yiyip içiyoruz.
hatta bir keresinde üçümüz de cafede yokken istanbul’dan 7-8 kişilik bir ekip cafede baya bir üstünlük sağlamış, üzerine ileri geri konuşup bünyamin’in canını sıkmışlar. bünyamin bunlara cumartesiye randevu vermiş ki intikam alınsın. adamlar ayda bir profesyonel turnuva düzenliyorlarmış. (vay arkadaş! biz gelen gidenle, daha çok kendi ekibimizle amatör oynuyormuşuz.)
bünyamin bizi cuma gününden iyice kurdu; adamlar şöyle iyi oynuyor, böyle mükemmel oynuyor, sakın hafife almayın, bilmem ne… işin kötüsü, olay baya yayılmış, resmen iller arası challenge’a varmış. lan biz baya ürktük, adamlar profesyonelmiş, e biliyoruz ki, cumartesi günü o cafe dolup taşacak, olası bir mağlubiyette bütün şehirde alay konusu olacağız. bir yandan da düşünüyoruz; ulan bizden daha iyi nasıl oynanır, yapmadığımız ne yapılabilir de, daha seri oynanır. neticede herkesin herkesi punduna getirip vurduğu bir oyun. en seri hareket eden, en iyi hedefleyen skorda öne geçiyor. hani çok derin bir strateji falan da kasamazsın.
ben bütün gece adamların oynunu düşündüm, kendi tarzımı düşündüm. o zamanlar zaten herhangi bir yerde gözümü kapattığım anda half life arenasına ışınlanıyorum, sürekli oyuna dair yeni şeyler hayal ediyorum. bu artık benim için bir seçim olmaktan çıkalı çok olmuştu. gözümü kapattığımda hayata dair başka herhangi bir şeyi görselleştirme yeteneğimi kaybetmiştim, ne yaparsam yapayım, birkaç saniye sonra half life arenasında buluyorum kendimi ve o şekilde uyuyakalıyorum.
o gece, hele de havaya girdiğim bir anda birinin beni yenebileceği bir senaryo tasarlayamadım.
cumartesi günü cafeye gittiğimde lokman ve harun çoktan gelmişti. cafe hınca hınç dolu, herkes maçı bekliyor. içerideki tek muhabbet adamların oynayış tarzı üzerine. bünyamin 100’lük 3 maç ayarlamış. aralarda 10’ar dakika çay molası. herkes aynı profille (aynı dış görünüş) oynayacak. 100’ü tamamlayan hangi ekiptense o ekip maçı almış olacak ve 2 maç alan kazanmış olacak ama her halükarda -hesaplar şişsin diye- 3 maç tamamlanacak.
adamlar geldi, kurallar anlatıldı, onlar da okey verdi. onlar 4 kişi geldiği için cafeden orta düzey bir oyuncu daha bizim ekibe katıldı, maçlar toplamda 8 kişi ile oynanacak. iyi mi? iyi.
başlamadan önce bünyamin sıkı sıkı tembih etti; aman dalga geçmeyin, cıvımayın, ciddi oynayın. biz zaten o moddayız, aşırı gergin ortam.
neyse ilk maç başladı ve tam bir kaos hakim oldu. harun, lokman ve ben çılgınca sayı yapma derdine deli dana gibi koşturuyoruz. puan tablosuna bile çok nadir bakıyorum. ilk maç bittiğinde ben 100, lokman 90 küsur, harun 90 küsur, o ekipten bir kişi 80 küsur, bizim ekipten diğer eleman 40 küsur, karşı ekipten diğer 3 kişi kayıplarda.
bütün cafe çoşuyor. tabi bizi bir gülme aldı. ikinci maç yine aynı tablo. bu sefer ilk 4 biziz. bunların en iyisi 60’larda ve rahatlama. son oyunda ciddiyeti yitirdik; benle harun levye savaşı veriyoruz, lokman böcekle oynuyor. tabloda geri düşecek olursak normal oyuna geçiyoruz, fark açılınca levye savaşı başlıyor. bizdeki 4’üncü kişi 70’lerde liderken karşı ekip aşağılamaya daha fazla dayanamayıp bütün hesapları ödeyip cafeyi terk ettiler.
bu olay baya efsane gibi yayıldı ve bilinirliğimiz iyice arttı. farklı şehirlerden kendilerini denemeye gelenler de arttı haliyle. hiç meydan okuma kaybetmedik. uzunca bir dönem cafe evimiz gibi oldu.
sonra üniversite sınav dönemi, ben ayağımı çektim, harun da öyle. lokman da bir işe girdi sanırım, o da öyle uzaklaştı. sonra half life yerini cs’ye bırakmaya başladı. o dönem bilardo ve at yarışını bıraktım.
internet cafe-bilardo-ganyan bayi arasındaki o günleri hala çok özlüyorum. sanırım hayatta en mutlu olduğum dönemdi. sonra büyüdük, titrler edindik, hayat derdine düştük ve çocukluğumuz öldü.
o zamanlar internet cafe kültürü yaygın, half life da öyle bir yaygınlaşmış ki, bilmem nerenin köylüğünde internet varsa orada multiplayer half life oynayan birileri var demektir. herhangi bir oyunun cs ile birlikte bu denli yaygınlaştığını ve bu denli sık oynandığını bir daha duymadım.
benim yaşadığım şehirde de o dönem half life en revaçtaki oyun. takıldığımız internet cafe half life’ın en çetin oynandığı yer. oldukça merkezi bir yerde olmasına rağmen internet cafe’deki bilgisayarlarda half life oynamak dışında neredeyse hiçbir şey yapılmıyor. sıra bekleyen sayısı gündüz vakti 150-200’ün altına inmiyor. artık yoldan geçen çoluk çocuk bile sabahtan sıra yazdırıyor ki belki öğlen ya da akşam denk gelir. her bilgisayarın çevresinde 10-15 kişi ayakta izliyor.
bu durum tabi ki diğer birçok internet cafe için geçerli değil. sokak aralarında orada burada da cafeler var ama o cafede oynamak hem ayrıcalık hem de çok heyecanlı. çünkü bütün şehirde en iyi oynayanlar orada. bunlardan biri de -üzerinize afiyet- benim. hatta tevazu göstermeyeyim bütün şehirde half life oynayıp da benim nickimi bilmeyen tek bir kişi yoktu. hatta çevre illerden half life turnuvalarında şampiyon olup yeteneklerini bizim cafedeki ekiple (özellikle de bana karşı) denemek için gelenler oluyor.
tabi bu her zaman açıktan meydan okuma şeklinde gerçekleşmiyor. çoğunlukla biz arkadaşlarla cafede muhabbet ederken (öyle bir çay kahve alanı vardı) yabancı ve çoğunlukla yaşları bizden büyük birileri cafeye geliyor, bir süre ağa girip oynuyorlar. o sırada cafenin orta düzey müdavimlerine (ki onlar da baya iyi) karşı hasbel kader üstünlük sağlamayı başarırlarsa cesaretlenip çene yapmaya başlıyorlar: bu muymuş bu kadar övdükleri vs.
böyle bir durumda cafeci bünyamin eğer rakipleri yeterince dişli görürse yahut bilmem nerenin şampiyonu namı falan duyduysa harun, lokman (arap) veya bana haber verip hemen bir masa açıp oyuna dahil ediyor ki, cafenin şerefi kurtulsun. oyuncu sayısı sınırsız 100’lük bir el açılıyor, dışarıdan gelenlere açık ara farkla bir ders verilip ritüel tamalanıyor. tabi biz böyle durumlarda oyuna ödeme yapmadığımız gibi bedava yiyip içiyoruz.
hatta bir keresinde üçümüz de cafede yokken istanbul’dan 7-8 kişilik bir ekip cafede baya bir üstünlük sağlamış, üzerine ileri geri konuşup bünyamin’in canını sıkmışlar. bünyamin bunlara cumartesiye randevu vermiş ki intikam alınsın. adamlar ayda bir profesyonel turnuva düzenliyorlarmış. (vay arkadaş! biz gelen gidenle, daha çok kendi ekibimizle amatör oynuyormuşuz.)
bünyamin bizi cuma gününden iyice kurdu; adamlar şöyle iyi oynuyor, böyle mükemmel oynuyor, sakın hafife almayın, bilmem ne… işin kötüsü, olay baya yayılmış, resmen iller arası challenge’a varmış. lan biz baya ürktük, adamlar profesyonelmiş, e biliyoruz ki, cumartesi günü o cafe dolup taşacak, olası bir mağlubiyette bütün şehirde alay konusu olacağız. bir yandan da düşünüyoruz; ulan bizden daha iyi nasıl oynanır, yapmadığımız ne yapılabilir de, daha seri oynanır. neticede herkesin herkesi punduna getirip vurduğu bir oyun. en seri hareket eden, en iyi hedefleyen skorda öne geçiyor. hani çok derin bir strateji falan da kasamazsın.
ben bütün gece adamların oynunu düşündüm, kendi tarzımı düşündüm. o zamanlar zaten herhangi bir yerde gözümü kapattığım anda half life arenasına ışınlanıyorum, sürekli oyuna dair yeni şeyler hayal ediyorum. bu artık benim için bir seçim olmaktan çıkalı çok olmuştu. gözümü kapattığımda hayata dair başka herhangi bir şeyi görselleştirme yeteneğimi kaybetmiştim, ne yaparsam yapayım, birkaç saniye sonra half life arenasında buluyorum kendimi ve o şekilde uyuyakalıyorum.
o gece, hele de havaya girdiğim bir anda birinin beni yenebileceği bir senaryo tasarlayamadım.
cumartesi günü cafeye gittiğimde lokman ve harun çoktan gelmişti. cafe hınca hınç dolu, herkes maçı bekliyor. içerideki tek muhabbet adamların oynayış tarzı üzerine. bünyamin 100’lük 3 maç ayarlamış. aralarda 10’ar dakika çay molası. herkes aynı profille (aynı dış görünüş) oynayacak. 100’ü tamamlayan hangi ekiptense o ekip maçı almış olacak ve 2 maç alan kazanmış olacak ama her halükarda -hesaplar şişsin diye- 3 maç tamamlanacak.
adamlar geldi, kurallar anlatıldı, onlar da okey verdi. onlar 4 kişi geldiği için cafeden orta düzey bir oyuncu daha bizim ekibe katıldı, maçlar toplamda 8 kişi ile oynanacak. iyi mi? iyi.
başlamadan önce bünyamin sıkı sıkı tembih etti; aman dalga geçmeyin, cıvımayın, ciddi oynayın. biz zaten o moddayız, aşırı gergin ortam.
neyse ilk maç başladı ve tam bir kaos hakim oldu. harun, lokman ve ben çılgınca sayı yapma derdine deli dana gibi koşturuyoruz. puan tablosuna bile çok nadir bakıyorum. ilk maç bittiğinde ben 100, lokman 90 küsur, harun 90 küsur, o ekipten bir kişi 80 küsur, bizim ekipten diğer eleman 40 küsur, karşı ekipten diğer 3 kişi kayıplarda.
bütün cafe çoşuyor. tabi bizi bir gülme aldı. ikinci maç yine aynı tablo. bu sefer ilk 4 biziz. bunların en iyisi 60’larda ve rahatlama. son oyunda ciddiyeti yitirdik; benle harun levye savaşı veriyoruz, lokman böcekle oynuyor. tabloda geri düşecek olursak normal oyuna geçiyoruz, fark açılınca levye savaşı başlıyor. bizdeki 4’üncü kişi 70’lerde liderken karşı ekip aşağılamaya daha fazla dayanamayıp bütün hesapları ödeyip cafeyi terk ettiler.
bu olay baya efsane gibi yayıldı ve bilinirliğimiz iyice arttı. farklı şehirlerden kendilerini denemeye gelenler de arttı haliyle. hiç meydan okuma kaybetmedik. uzunca bir dönem cafe evimiz gibi oldu.
sonra üniversite sınav dönemi, ben ayağımı çektim, harun da öyle. lokman da bir işe girdi sanırım, o da öyle uzaklaştı. sonra half life yerini cs’ye bırakmaya başladı. o dönem bilardo ve at yarışını bıraktım.
internet cafe-bilardo-ganyan bayi arasındaki o günleri hala çok özlüyorum. sanırım hayatta en mutlu olduğum dönemdi. sonra büyüdük, titrler edindik, hayat derdine düştük ve çocukluğumuz öldü.
devamını gör...
31.
devamını gör...
32.
x ambassadors'ın müthiş fan made klibe sahip parçası. arada bir tane tire var normalde ama sürekli bu başlığa yolluyor sözlük. şu da klibi.
sımsıcacık olduk klibi izleyince *
sımsıcacık olduk klibi izleyince *
devamını gör...
33.
gordon freeman adlı bir teorik fizikçinin, xen adlı gezegenin üstünde bir pratisyen olarak yaptığı hassas bir deneyin ters gitmesi sonucunda gerçekleşen olağanüstü kozmik olaylar zincirini içeren efsanevi oyun.
devamını gör...