hikayeleri etkileyici olan şarkılar
başlık "ozgur1ey" tarafından 13.03.2021 18:57 tarihinde açılmıştır.
21.
büyük ihtimalle bilen yoktur.
zayi-hercai menekşesi
buradan dinleyebilirsiniz
sözleri şu şekilde;
gülebilmek mükafatım hiç olmamış hakkım
aynada tebessüm ederken uçacaktım
her ne kadar dostum varsa kucak açtım ama
sarıldığımda sade kendimi bulacaktım
oysa senin tenin cennet kokacaktı
sımsıkı sarılıp ona tutunacaktım
konuşsaydı bir kelam eğer bir ömür susardım
bahçemizde renkli çiçekler hep açacaktı
uğurlu çiçeğiydi hercai menekşesi
raiyası sümbül kokuyor andırır hürriyeti
o kadın bir başkaydı aşktı hep zihniyeti
bilhassa gözleri kördür onu görmeyeni
kesinlikle bugün değil bugün hiç ölmeyelim
erguvan ışıklı kıyında şarkılar söyleyelim
ne kadar yangın varsa hepsine sön diyelim
dönmeyelim bu diyara sadece sür gemiyi
görmeseydim keşke ben hiç fezai ay kırdığını
atmamış üstünden sana dolunay kırgınlığını
hissetmiyorsun belkide benim nasıl yandığımı
bilmiyorsun tabi ki herkesi sen sandığımı
gittiğinden beri içim kan kusuyordu
zayinin o gecelerde hiç uykusu yoktu
ve tekrar gittiğin günden beri hercai menekşeleri
hiç açmayacakmışçasına soldu
ben olmuşum muamma bir sevginin mağduru
bil ki aynı karanlıkta zayi kaderin mahkumu
sen bir savaşın bedeli veya zaferin mahsulüsün
o kadın bu aşkın suçlanan masumudur
boş ver üstüme yık boşluğu
hep düşlerim uzun bi yoldu durmadan koştuğum
tırnaklarının ucunda nemli bir slim monte carlo olsun
dudağında chivas sarhoşluğu
hikayesini ise şöyle bırakayım;
"bundan tam 4 yıl önce, üniversitede ilk yılımdı. yeni gelmiş olmama rağmen, yaptığım organizasyonlarla ve müzikle uğraştığım için okulun çoğunluğu beni tanıyordu. 'zayi' veya 'burak' dendiğinde, direkt tanırdı insanlar. yine soğuk akşamlardan birinde, eve dönerken okulun önünde bir kız takıldı gözlerime. kumral, kendine aşık eden koyu kahverengi, iri gözleri, uğruna şiirler yazılacak dudakları... yavruağzı bir bluz vardı üzerinde. uzun saçları beline ulaşmaya çalışıyordu. öyle bir bakışı vardı ki boşluğa doğru, bir şeyler arıyordu sanki, içinde.. kaybettiği bir şeyleri arıyordu. arkadaşıma dönüp "kim lan bu?" diye sordum heyecanla. "boşa uğraşma buraak, bakmaz sana. okulun en popüler hatunu, daha yazmaya cesaret edeni görmedim." dedi. açıkçası baya moralim bozulmuştu. eve geçtim, hiç aramadım kızı. yattım yatağıma, gözlerini, saçlarını, dudaklarını hayal ettim. o kadar güzeldi ki. saf bir güzelliği vardı. ne yapıp edip tanışmam gerekiyordu. günlerce akşam dışarı çıkıp, otobüs durağındaki bekleyişini seyrettim uzaktan. satırlarca söz yazdım onun için, yazıp yazıp yaktım sözleri. kelimeler yetmiyordu anlatmaya, güzelliğini, hislerimi tarif etmeye uygun ne bir kelime bulabilmiştim ne cümle. 37 gün boyunca o durakta otobüs bekleyişini seyrettim. ve işin ilginç tarafı geçen 37 gün boyunca bir defa bile internetten açıp kızı bulmaya çalışmadım, sadece seyrettim. çünkü biliyordum ki o duraktaki bekleyişini, hiçbir yerde göremezdim bir daha. aynı filmi ardarda 37 defa seyretmek gibi bir şeydi bu. 38.günün sabahında, daha fazla dayanamayacağımı farkettim. konuşacaktım onunla, direk açılmasam da tanışacaktım. akşam çıkmadan önce en güvendiğim kıyafetlerimi giydim, camel white paketini cebime koymadan önce bir tane sigarayı yaktım ve çıktım evden. durağın karşısında durdum, o geldi, attım sigarayı ve ufak adımlarla durağa doğru yaklaştım. her adımda ayaklarım titriyordu. derin bir nefes aldım yanına geldiğimde. "merhaba." diyip, gülümsedim. kulaklığının tekini çıkardı, "merhaba." dedi,beraberinde küçük bir tebessümle. bana ilk gülüşü... unutulmaz. durakta sadece ikimiz vardık. "burak ben, senin için de sakıncası yoksa, tanışmak istiyorum. bilmem dikkatini çekti mi ama, tam 37 gündür her akşam bu saatte, şu karşıdaki duvarda seni izlerken bir sigara içip, otobüse bindiğinde gidiyorum." dedim. gözlerimi kısıp, yüzünü, vücudunu inceledim. mükemmelliğin sembolüydü. tekrar gülümsedi, "farkındayım." dedi. "ilk günlerde sapığın teki olduğunu düşünmüştüm ama bir süre sonra bakışlarına dikkat ettim, çok farklı bakıyordun." 1-2 saat sohbet ettik o durakta. bir akşam evine otobüsle gitmek yerine benimle sohbet etmeyi tercih etti, saat 00.24'ü gösteriyordu. "kalkalım." dedi, evine bıraktım. elini sıktım, "sonra görüşürüz." dedim, "görüşürüz." dedi. ben yine her akşam o durağa gittim, sohbet ettik, otobüse binmedik, evine bıraktım. tam 12 gün boyunca, aynı senaryoyu tekrarladık. bir akşam, yemeğe çıkalım dedim. kabul etti. özenle hazırlandım ve çıktım evden, durakta buluşalım dedik. ayakkabı seslerinden tanıdım, kafamı çevirir çevirmez, ilk gördüğüm gibi heyecanlandım. masmavi bir elbise, beline kadar uzanmış düz saçlar, yüzünde çok hafif bir makyaj ve içime işleyen o koyukahve, iri gözleri. uğruna şiirler yazılası kadın... koluma girdi, yavaş yavaş yürüyerek sahil kenarında bir cafeye geçtik. yemeklerden sonra, 2 çay alıp sahildeki banklardan birine oturduk. tek şekerli içerdi çayını, deliler gibi kitap okur, slow müziklerden hoşlanırdı. ilk defa orda konuştuk, müzik yaptığım hakkında, birbirimiz hakkında. sırtında fransızca bir dövme vardı, anldıbını sordum, biraz zaman geçsin söylerim dedi. ama araştırmak yok, söz ver dedi. "söz." dedim. kokusu, kendine hastı. daha önce hiç böyle bir parfüm görmemiştim. tıpkı bebek gibiydi. slim monte carlo içiyordu, dolgun dudaklarının arasında için çekişi hala gözlerimin önünde. birlikte o kadar çok vakit geçirdik ki, yeri geldi deliler gibi eğlendik, sarhoş olduk,yeri geldi beraber ağladık, aynı evde, aynı yatakta yattık. dokunmaya kıyamazdım asla. içimde ona karşı hiç kötü niyet yoktu, sadece seviyordum. sadece. temiz, adam gibi seviyordum onu. sevgili gibiydik ama adımız yoktu. astronomiye çok önem verirdi. kova burcuydu. uğurlu çiçeği hercai menekşesiydi. takıntılıydı burçlara. bir akşam saat 10 gibi beni aradı. "canım, 1 haftalığına ailemin yanına gidiyorum haftaya buradayım, kendine dikkat, öpüyorum seni." dedi. "kendine dikkat et." dedim, kapattık telefonu. 1 hafta onsuz ne yapacaktım ? günler geçmek bilmiyordu. geleceği günün sabahında, telefonumun sesiyle uyandım. o arıyordu, heyecanla açtım telefonu "günaydın hanımefendi." dedim. titreyen bir sesle "seni seviyorum." dedi ve telefonu kapattı. ardarda aramama rağmen açılmadı telefonlarım. bir arkadaşından babasının telefon numarasını aldım ve aradım. "alo, iyi günler ben burak, kızınızın arkadaşıyım. görüşebilir miyim?" dedim. ağlayarak cevap verdi babası, "başımı sağolsun oğlum." telefonu elimden düşürdüm. her zaman onun beklediği durakta, bu defa ben bekliyordum. asla gelmeyecek bir otobüsü. karşımdaki duvara dalmış gözlerimden akan yaşlarla şu cümleleri fısıldadım kendi kendime: "tırnaklarının ucunda nemli bir slim monte carlo olsundudağında chivas sarhoşluğu." o gece yazdım hercai menekşesinin sözlerini, her cümlesinde onu, geçirdiğimiz vakitleri anlattım. sırtındaki dövmede de, ne yazdığını hala bilmiyorum. zamanı gelince söyleceğim dedi, zamanı gelince söyleyecektir. inanıyorum." *
zayi-hercai menekşesi
buradan dinleyebilirsiniz
sözleri şu şekilde;
gülebilmek mükafatım hiç olmamış hakkım
aynada tebessüm ederken uçacaktım
her ne kadar dostum varsa kucak açtım ama
sarıldığımda sade kendimi bulacaktım
oysa senin tenin cennet kokacaktı
sımsıkı sarılıp ona tutunacaktım
konuşsaydı bir kelam eğer bir ömür susardım
bahçemizde renkli çiçekler hep açacaktı
uğurlu çiçeğiydi hercai menekşesi
raiyası sümbül kokuyor andırır hürriyeti
o kadın bir başkaydı aşktı hep zihniyeti
bilhassa gözleri kördür onu görmeyeni
kesinlikle bugün değil bugün hiç ölmeyelim
erguvan ışıklı kıyında şarkılar söyleyelim
ne kadar yangın varsa hepsine sön diyelim
dönmeyelim bu diyara sadece sür gemiyi
görmeseydim keşke ben hiç fezai ay kırdığını
atmamış üstünden sana dolunay kırgınlığını
hissetmiyorsun belkide benim nasıl yandığımı
bilmiyorsun tabi ki herkesi sen sandığımı
gittiğinden beri içim kan kusuyordu
zayinin o gecelerde hiç uykusu yoktu
ve tekrar gittiğin günden beri hercai menekşeleri
hiç açmayacakmışçasına soldu
ben olmuşum muamma bir sevginin mağduru
bil ki aynı karanlıkta zayi kaderin mahkumu
sen bir savaşın bedeli veya zaferin mahsulüsün
o kadın bu aşkın suçlanan masumudur
boş ver üstüme yık boşluğu
hep düşlerim uzun bi yoldu durmadan koştuğum
tırnaklarının ucunda nemli bir slim monte carlo olsun
dudağında chivas sarhoşluğu
hikayesini ise şöyle bırakayım;
"bundan tam 4 yıl önce, üniversitede ilk yılımdı. yeni gelmiş olmama rağmen, yaptığım organizasyonlarla ve müzikle uğraştığım için okulun çoğunluğu beni tanıyordu. 'zayi' veya 'burak' dendiğinde, direkt tanırdı insanlar. yine soğuk akşamlardan birinde, eve dönerken okulun önünde bir kız takıldı gözlerime. kumral, kendine aşık eden koyu kahverengi, iri gözleri, uğruna şiirler yazılacak dudakları... yavruağzı bir bluz vardı üzerinde. uzun saçları beline ulaşmaya çalışıyordu. öyle bir bakışı vardı ki boşluğa doğru, bir şeyler arıyordu sanki, içinde.. kaybettiği bir şeyleri arıyordu. arkadaşıma dönüp "kim lan bu?" diye sordum heyecanla. "boşa uğraşma buraak, bakmaz sana. okulun en popüler hatunu, daha yazmaya cesaret edeni görmedim." dedi. açıkçası baya moralim bozulmuştu. eve geçtim, hiç aramadım kızı. yattım yatağıma, gözlerini, saçlarını, dudaklarını hayal ettim. o kadar güzeldi ki. saf bir güzelliği vardı. ne yapıp edip tanışmam gerekiyordu. günlerce akşam dışarı çıkıp, otobüs durağındaki bekleyişini seyrettim uzaktan. satırlarca söz yazdım onun için, yazıp yazıp yaktım sözleri. kelimeler yetmiyordu anlatmaya, güzelliğini, hislerimi tarif etmeye uygun ne bir kelime bulabilmiştim ne cümle. 37 gün boyunca o durakta otobüs bekleyişini seyrettim. ve işin ilginç tarafı geçen 37 gün boyunca bir defa bile internetten açıp kızı bulmaya çalışmadım, sadece seyrettim. çünkü biliyordum ki o duraktaki bekleyişini, hiçbir yerde göremezdim bir daha. aynı filmi ardarda 37 defa seyretmek gibi bir şeydi bu. 38.günün sabahında, daha fazla dayanamayacağımı farkettim. konuşacaktım onunla, direk açılmasam da tanışacaktım. akşam çıkmadan önce en güvendiğim kıyafetlerimi giydim, camel white paketini cebime koymadan önce bir tane sigarayı yaktım ve çıktım evden. durağın karşısında durdum, o geldi, attım sigarayı ve ufak adımlarla durağa doğru yaklaştım. her adımda ayaklarım titriyordu. derin bir nefes aldım yanına geldiğimde. "merhaba." diyip, gülümsedim. kulaklığının tekini çıkardı, "merhaba." dedi,beraberinde küçük bir tebessümle. bana ilk gülüşü... unutulmaz. durakta sadece ikimiz vardık. "burak ben, senin için de sakıncası yoksa, tanışmak istiyorum. bilmem dikkatini çekti mi ama, tam 37 gündür her akşam bu saatte, şu karşıdaki duvarda seni izlerken bir sigara içip, otobüse bindiğinde gidiyorum." dedim. gözlerimi kısıp, yüzünü, vücudunu inceledim. mükemmelliğin sembolüydü. tekrar gülümsedi, "farkındayım." dedi. "ilk günlerde sapığın teki olduğunu düşünmüştüm ama bir süre sonra bakışlarına dikkat ettim, çok farklı bakıyordun." 1-2 saat sohbet ettik o durakta. bir akşam evine otobüsle gitmek yerine benimle sohbet etmeyi tercih etti, saat 00.24'ü gösteriyordu. "kalkalım." dedi, evine bıraktım. elini sıktım, "sonra görüşürüz." dedim, "görüşürüz." dedi. ben yine her akşam o durağa gittim, sohbet ettik, otobüse binmedik, evine bıraktım. tam 12 gün boyunca, aynı senaryoyu tekrarladık. bir akşam, yemeğe çıkalım dedim. kabul etti. özenle hazırlandım ve çıktım evden, durakta buluşalım dedik. ayakkabı seslerinden tanıdım, kafamı çevirir çevirmez, ilk gördüğüm gibi heyecanlandım. masmavi bir elbise, beline kadar uzanmış düz saçlar, yüzünde çok hafif bir makyaj ve içime işleyen o koyukahve, iri gözleri. uğruna şiirler yazılası kadın... koluma girdi, yavaş yavaş yürüyerek sahil kenarında bir cafeye geçtik. yemeklerden sonra, 2 çay alıp sahildeki banklardan birine oturduk. tek şekerli içerdi çayını, deliler gibi kitap okur, slow müziklerden hoşlanırdı. ilk defa orda konuştuk, müzik yaptığım hakkında, birbirimiz hakkında. sırtında fransızca bir dövme vardı, anldıbını sordum, biraz zaman geçsin söylerim dedi. ama araştırmak yok, söz ver dedi. "söz." dedim. kokusu, kendine hastı. daha önce hiç böyle bir parfüm görmemiştim. tıpkı bebek gibiydi. slim monte carlo içiyordu, dolgun dudaklarının arasında için çekişi hala gözlerimin önünde. birlikte o kadar çok vakit geçirdik ki, yeri geldi deliler gibi eğlendik, sarhoş olduk,yeri geldi beraber ağladık, aynı evde, aynı yatakta yattık. dokunmaya kıyamazdım asla. içimde ona karşı hiç kötü niyet yoktu, sadece seviyordum. sadece. temiz, adam gibi seviyordum onu. sevgili gibiydik ama adımız yoktu. astronomiye çok önem verirdi. kova burcuydu. uğurlu çiçeği hercai menekşesiydi. takıntılıydı burçlara. bir akşam saat 10 gibi beni aradı. "canım, 1 haftalığına ailemin yanına gidiyorum haftaya buradayım, kendine dikkat, öpüyorum seni." dedi. "kendine dikkat et." dedim, kapattık telefonu. 1 hafta onsuz ne yapacaktım ? günler geçmek bilmiyordu. geleceği günün sabahında, telefonumun sesiyle uyandım. o arıyordu, heyecanla açtım telefonu "günaydın hanımefendi." dedim. titreyen bir sesle "seni seviyorum." dedi ve telefonu kapattı. ardarda aramama rağmen açılmadı telefonlarım. bir arkadaşından babasının telefon numarasını aldım ve aradım. "alo, iyi günler ben burak, kızınızın arkadaşıyım. görüşebilir miyim?" dedim. ağlayarak cevap verdi babası, "başımı sağolsun oğlum." telefonu elimden düşürdüm. her zaman onun beklediği durakta, bu defa ben bekliyordum. asla gelmeyecek bir otobüsü. karşımdaki duvara dalmış gözlerimden akan yaşlarla şu cümleleri fısıldadım kendi kendime: "tırnaklarının ucunda nemli bir slim monte carlo olsundudağında chivas sarhoşluğu." o gece yazdım hercai menekşesinin sözlerini, her cümlesinde onu, geçirdiğimiz vakitleri anlattım. sırtındaki dövmede de, ne yazdığını hala bilmiyorum. zamanı gelince söyleceğim dedi, zamanı gelince söyleyecektir. inanıyorum." *
devamını gör...
22.
duman- bal ve haberin yok şarkıları…
devamını gör...
23.
sanırım her insanın ailede en çok sevdiği biri vardır. o kişi benim ailemde ablam oldu. annemin yarısı, annemin bana emaneti. işte bu yüzdendir deli kızım uyan şarkısı şebnem ferah in benim için ayrıdır.
devamını gör...
24.
veda busesi.
orhan seyfi orhon'un kızı kanser hastalığına yakalanır. ölmeden önce babasına ben ölünce üzülüp ağlamayacaksınız konulu bir konuşma yapar. orhan seyfi orhon kızının vefatından sonra bu şiiri yazar.
buradan
mükemmel şarkı, mükemmel yorum.
orhan seyfi orhon'un kızı kanser hastalığına yakalanır. ölmeden önce babasına ben ölünce üzülüp ağlamayacaksınız konulu bir konuşma yapar. orhan seyfi orhon kızının vefatından sonra bu şiiri yazar.
buradan
mükemmel şarkı, mükemmel yorum.
devamını gör...
25.
(bkz: gloomy sunday)
devamını gör...
26.
sezen aksu/ ceylan.
sezen aksu/ firuze.
sezen aksu/ firuze.
devamını gör...
27.
(bkz: giresun’un içinde)
devamını gör...
28.
20. yüzyılın devrimci şairidir fransız asıllı paul eluard. bir ömre ıı dünya savaşı sığdırmırş, ömrü direnişlerle geçmiş fransız komünist partisi’nde aktif rol almış bir edebiyatçıdır.
galaadında bir kadına aşık olur ve ona sevgisini anlatan bir şiir yazmak ister. kendi aşkının destanı olmasını arzuladığı bu şiirin en sonuna, sevdiği kadının ismini kocaman harflerle yazmaya karar verir.sırf sevdiği kadın ve bu şiiri gören herkes, şiirin kime yazıldığını bilebilsin diye.
ancak öyle tek seferde aradan çıkacak kadar basit bir iş değildir bu, çünkü yazdığı kendisidir, kendi hisleridir ve sevdiği kadınadır bu dizeler. ince elemeli ve sık dokumalı, en ufak bir duygu tanesinin dahi hakkına girmemelidir. böylece günler günleri kovalar. hem kendi evinde hem de o kafede; durmadan çalışır bu şiirin üzerinde. kelimelerin yerlerini değiştirir, kelimeleri siler, kelimeleri karalar… bazen sayısız sayfayı tek seferde buruşturup kenara atar. kusursuzluğa ulaşmak zorundadır, yılmadan yazar.
tamı tamına yirmi dörtlükten oluşmaktadır şiiri. artık bittiğini düşünürken, almanlar fransa’yı işgal eder.sıkı yönetim ilan edilmiş, sokağa çıkmak şöyle dursun, pencereden dışarıya bakmak bile lüks hale gelmiştir. insanlar, çocuklar, kadınlar, her gün masumlar ölmektedir.
evindeki pencereden bütün bunlara şahitlik edereluard. bir tarafta o çok sevdiği aşkı vardır, diğer tarafta gözlerinin önünde kayıp giden ülkesi…
düzeltmeleri yapar, son kez bir göz atar, o eşsiz ve asla vazgeçemeyeceği büyük aşkının ismini kocaman harflerle yazar şiirinin sonuna:
özgürlük.
![kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel](https://media.normalsozluk.com/up/2022/11/17/cbh6jeryncvv8uub-t.jpg)
zülfü livaneli - ey özgürlük
galaadında bir kadına aşık olur ve ona sevgisini anlatan bir şiir yazmak ister. kendi aşkının destanı olmasını arzuladığı bu şiirin en sonuna, sevdiği kadının ismini kocaman harflerle yazmaya karar verir.sırf sevdiği kadın ve bu şiiri gören herkes, şiirin kime yazıldığını bilebilsin diye.
ancak öyle tek seferde aradan çıkacak kadar basit bir iş değildir bu, çünkü yazdığı kendisidir, kendi hisleridir ve sevdiği kadınadır bu dizeler. ince elemeli ve sık dokumalı, en ufak bir duygu tanesinin dahi hakkına girmemelidir. böylece günler günleri kovalar. hem kendi evinde hem de o kafede; durmadan çalışır bu şiirin üzerinde. kelimelerin yerlerini değiştirir, kelimeleri siler, kelimeleri karalar… bazen sayısız sayfayı tek seferde buruşturup kenara atar. kusursuzluğa ulaşmak zorundadır, yılmadan yazar.
tamı tamına yirmi dörtlükten oluşmaktadır şiiri. artık bittiğini düşünürken, almanlar fransa’yı işgal eder.sıkı yönetim ilan edilmiş, sokağa çıkmak şöyle dursun, pencereden dışarıya bakmak bile lüks hale gelmiştir. insanlar, çocuklar, kadınlar, her gün masumlar ölmektedir.
evindeki pencereden bütün bunlara şahitlik edereluard. bir tarafta o çok sevdiği aşkı vardır, diğer tarafta gözlerinin önünde kayıp giden ülkesi…
düzeltmeleri yapar, son kez bir göz atar, o eşsiz ve asla vazgeçemeyeceği büyük aşkının ismini kocaman harflerle yazar şiirinin sonuna:
özgürlük.
![kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel](https://media.normalsozluk.com/up/2022/11/17/cbh6jeryncvv8uub-t.jpg)
zülfü livaneli - ey özgürlük
devamını gör...
29.
şebnem ferah- deli kızım uyan
devamını gör...
30.
leman sam kıyamam
sezen aksu ünzile
haluk levent elfida
mfö yandım
bulent ortaçgil bu su hiç durmaz
yüksek sadakat dünya döner tek bir yana
sezen aksu ünzile
haluk levent elfida
mfö yandım
bulent ortaçgil bu su hiç durmaz
yüksek sadakat dünya döner tek bir yana
devamını gör...
31.
eric clapton - tears in heaven
eric clapton, bu şarkıyı, henüz 4,5 yaşındayken 53. kattan düşerek ölen oğlu için yazmıştır.
eric clapton, bu şarkıyı, henüz 4,5 yaşındayken 53. kattan düşerek ölen oğlu için yazmıştır.
devamını gör...
32.
bazıları hoş, bazıları nahoştur.
aşağıya onlardan bir tanesini bırakıyorum.*
aşağıya onlardan bir tanesini bırakıyorum.*
devamını gör...