normal sözlük yazarlarının karalama defteri
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
256
257
258
259
260
261
262
263
264
başlık "makedonyalı" tarafından 08.11.2020 16:43 tarihinde açılmıştır.
3561.
bir şeyler yazabilmek her kimsenin sahip olamadığı bir meziyet; bir sanat. yazacağım şey, sanat nedir meselesi değil aslında. şu an neden yazmaya ihtiyaç duyduğum... ressamı, müzisyeni, yönetmeni anlamaya, onlarla ortak bir içgüdüyü paylaşmaya çabalıyorum. ve sanırım sanatçı olmayı başarabilmiş biriyle duyarlılığını sanata dökemeyen insan arasındaki farkı algılayabiliyorum. sanat neden doğar? hayata, içinde yeşermeye çalıştığın çevreye, yaşanmışlıklara ve izlenimlerin yarattığı duyarlılıktan kaynaklanır. algı kapılarını açabildiğin noktaya getirip tüm duyularınla hissedebildiklerin sayesinde çevrenin üstüne çıkarsın. sadece yaşamak, var olmak ve seyirci kalmak yetmez olur; dünyayı kendi benliğin ve anlatımın aracılığıyla tekrar yaratmak istersin. hayatı kontrolün altına almak, onunla oynamak, ona şekil vermek, yorum katmak ve kendinle bütünleştirmek; onunla ortaklık kurmak... rüzgar eser, yağmur yağar ve sen onlardan bir parçayı kendinde toplamak, onlardan bir şeyleri kendi içine çekmek istersin. salt yaşamak yeterli değildir fakat bazı insanların toplumsal ilişkileri ve yaşadıkları hikayeler bir çeşit sanat yapıtı gibidir; alışılmışın dışında, işlenmiş, sıradışı ve öznel bir iz taşıyan. taşabilmek kabından, kalıplarına sığamamak; bu özel bir duyarlılık ve görü gerektiriyor. sağlam sezgiler istiyor. bu satırları yazmadan evvel zihnime hucüm eden düşünceler de bunları çağrıştırıyor. bir his, aniden gelen bir istek; sanki bir vahiy gibi. yazma isteği bu. dünyayı parmaklarımın ucunda tekrar yorumlayabilmek, zihnimin içindeki renkli dünyayı harfler aracılığıyla açımlayabilmek, oradan çıkan tuhaf ezgileri duyurabilmek... ölümü düşünüyorum. aslında uzunca bir süredir meşgul ediyor zihnimi. elbette hayat akıp gidiyor ve ben gözlemlerime, hislerime rağmen ölümlüyüm; çoğu kez unutmak istesem de... tüm bu süreç bir sona doğru ilerlemek içinse söylediklerimizin ve bıraktığımız şeylerin hiçbir önemi yokmuş gibi geliyor. ötesi var mı? yoksa neresindeyim şu an hayatın? peki yeterince anlayabilmiş miyim bu dünyayı? içinde bulunduğum süreci anlamak ve anlamlandırmak çok daha pratik geliyor; yaşam ve sezgilerle ilgilenmek... ve unutma çabası! duvardaki pörsümüş onca gürültüyü delen şu masum tik tak darbeleriyle bir kez daha farkına varıyorum; zaman hızla tükeniyor. buna karşın ilerleyen saniyeler geçmişle olan bağımızı hızla koparmamız konusunda kolaylık sağlamıyor gibi. oysa daima demezler mi ki, zaman her şeyin ilacı... öğrencilik dönemlerimi düşünüyorum; lise ve üniversite yılları... epey bir geride kalmış. oysa ki dün gibi. o aptal amerikan filmlerindeki kahramanları görünce ilk gençliğim geliyor aklıma. elimde değil. sonsuza dek yaşama isteğimin kaybolmadığı o hiç büyümeyecek çocuk günlerimi özlemle anıyorum. dünyanın en büyük sorunlarıymış gibi gelen dertlerimle boğuştuğum, ölümsüz bir kahraman olduğuma inandığım küçük hayallerle süslü zamanlarım. şimdi ölüm var zihnimde ve bedenimde; varlığını daha sık hatırlatmaya başlayan. ondan korkmuyorum. aksine merakımı da cezbediyor doğrusu. o gelecek ve ben yok olacağım... bunu kabullenmeye başladım artık. fakat mücadele edebilmek için eksik olan bir şeyler var. bunları giderebilmem gerek. kendim için yaşama çabamda ilerleyebilmem için kendi görülerim ve özlemlerimle daha fazla ilgilenmeliyim... "tanrıyı güldürmek istiyorsan 'o'na planlarından bahset..." belki karşılıklı gülümseyebilmek için buna inanmam gerek! düşünce balonları tepemde dolanıyor; müptelası olduğum çizgi alemlerinin sayfalarından fırlamışçasına... ya içlerini doldurmaya çalışmalı ya da harcadığım onca zaman gibi boş boş patlatıp eğlendiğime inanım kendimi kandırmaya devam... istediğim şeyleri gerçekleştirebilecek miyim? hayallere önem veren bir insan olduğuma inanmak istiyorum ama hangi hayalimi kendime tekrarladım uzun zamandır? yahut hangisi için ciddi bir çaba harcadım?.. ne istediğime karar vermem gerek. bir sürü, bir sürü şey düşünüyorum... ama kalbimi ortaya koymuyorum. bu beni yeterince üzdü, yaraladı, sıktı, ve acıktırdı... dinmeyen açlık hali. hayat hızla akıyor ve asıl mesele önüme çıkan fırsatların geri dönmemecesine yitip gitmesi; işte buna katlanamıyorum! sallantı yavaşlamaya başladı. ziyadesiyle saçmalıyorum. ne söylediğimi kendim de anlamaz oldum. müziğe ihtiyacım var. beslemem gerek bu ruhu, ayağa kalkabilmem gerek... hadi o zaman, bu kez sen anlat bana sırlarını. okurken aslında seni dinliyorum.
devamını gör...
3562.
ne zamandır buradayım ve neredeydim hiç bilmiyorum. bu bir ruya sanırım, başını hatırlayamıyorum... mevsim güz, en sevdiğim. altın boynuzun üzerinden batan akşam güneşinin en güzel göründüğü o en sevdiğim sokaktan caddeye doğru giriyorum. her zamanki gibi çok kalabalık lakin bu kez hiçbir yüzü seçemiyorum. kimseden tek bir ses dahi çıkmıyor; ölüm sessizliği hakim. herkes, her şey öyle bulanık, öyle donuk ki saniyeler akrep hızı ile ilerliyor sanki. oysa yakalayabildiğim herhangi birinin gözlerinin ardına bakıp hikayeler uydurmayı öyle çok severdim ki... üzerimde en az benim kadar yorgun kadife ceketim, boynumda ise gri bir atkı. bir elim ceketin sağ cebinde, iki küçük misket ile oynuyorum. diğeri sımsıkı kapalı ve avucumun içinde kanayan bir yara var. tepemde bir kuş, dans ediyor sanki. kuşun belli belirsiz gölgesi ile oynayan siyah bir kedi görüyorum. dokunmasalar sonsuza kadar devam edecek gibi... avucumda milyonlarca iğne darbesine benzer bir acı! açıyorum ve kan duruyor. aniden kuruyan yaranın üzerinde bir yazı beliriyor; "kara kedinin adımlarını takip et!" yazıyı okuyan iç sesimi duyarmışçasına bana doğru dönüyor kedi. yüzünde çocuksu bir gülümseme ve hızla uzaklaşmaya başlıyor. bulutlar üzerinde yürüyormuşçasına hafif ve bir masal perisi kadar zarif... nefesim ve gücüm yettiğince koşuyorum. koşuyorum, hiç durmadan... hep aynı çember etrafında dönüyormuşçasına uzun sürüyor bu takip. tam yaklaştım derken kalabalığın arasında kayboluyor. bir kadın beliriyor kalabalığın arasında. fakat o diğerleri gibi bulanık değil. üzerinde siyah bir elbise ve başında büyük mor bir şapka var. yüzünü göremiyorum. boynundaki siyah fuları çözüp sallıyor sağ eliyle ve yavaşça bırakıyor onu rüzgarın kollarına. bir şeyler anlatmak istiyor, çağırıyor beni. ağır adımlarla ilerlemeye başlıyor. ardından gidiyorum ama gücüm tükenmiş durumda. bir yanım ona yetişmek, yüzünü görmek istiyor. diğer yanımsa bu yorgunluğa dayanamaz halde. pes et diyor. pes et... hadi, pes et... pes etmiyorum. inatla devam ediyorum takip etmeye. ve hiç beklemediğim bir anda duruyor. nihayet kavuşuyorum ona. öylesine güzel bir kokusu var ki sanki düş bahçelerinden koparılmış tüm çiçeklerin karışımı. tam şapkanın gölgesi ile saklanan yüzünü göreceğim derken yüzünde parlayan ışık ile gözlerim kamaşıyor. hiçbir şey söylemiyor. tek kelime bile duyamıyorum. ta ki elini uzatıp elime dokunduğu an... o an hakkındaki her şeyi öğreniyorum. sımsıkı tuttuğum avucundan dökülen cümleler anlatıyor kendini; gerçeklerden kaçış yok. ağlıyoruz... elimi bırakıp uzaklaşırken derinlerden gelen bir piyano sesi ile kendime geliyorum. müzik bitiyor; her şey, herkes normale dönüyor ve aniden mevsim değişiyor... ceplerimde kırık dökük kelimeler, yerini bir türlü bulamadığım derinlerde bir sızı ve tenimde is kokusu ile yürümeye devam ediyorum. yalnızca bir anlık mutlulukmuş perdenin ardındaki.
devamını gör...
3563.
3564.
insanları iyi kötü diye ayırmak kolayımıza geliyor ama tehlikeli olanlar kötüler değil. ne zaman hangi zemine kayacakları belli olmayan saf, silik ve sünepeler, ne kadar zararsız ve etkisiz görünseler de kendi kendilerine karşı bile öngörülemez olduklarından en tehlikeli onlardır.
devamını gör...
3565.
- yazmayı bırakmışsın dedi.
+ beni bağlar deyip sert bi dille kesti sözünü oysa ardından bambaşka bir dil gelecekti...
+ beni bağlar... bırak beni!.. gözlerim açıldığı an, buradan uçacağım. belki ellerim, ayaklarım... bu bağ, bu düğüm...
- uçacaksın...
+ uçacağım! durmam burada. daha evvel durmadığım gibi...
+ oturduğum şey, bir sandık?
- sandık...
+ tek tek yanıtlar verme bana!..
- sormadığın halde kelamının soru olduğunu sadece ben anlarım... görmediğin halde hissederek sen bulabilirsin...
+ gece ve deniz kokusu, merdivenler, 100 metre yürüdükten sonra çıktığımız yokuş, dean bar?
- dean bar... yerinde yeller esiyor...
+ o iğrenç balık kokusu yok burada...
- yok. hala balık sevmiyorsun.
+ seni alakadar etmiyor.
- balık tüketmiyorsan neden tırnaklarında tek beyazlık yok? çünkü sevmediğin halde sağlık için yersin...
+ beni bağlar... bu düğüm, bu bağ... ellerim ve ayaklarım... ayakkabılarım nerede?
- ayağında.
+ hissetmiyorum...
- ruhları hissedersin, bedenleri değil...
+ yine beni bağlar... bu zakkum kokusu... bir kaledeyiz... oradayız... aç gözlerimi.
- açmam.
+ aç dedim. hissederek bulamam.
- açmam. uçarsın.
+ aç dedim. bacaklarımı hissetmiyorum.
- benim bacaklarım var. yeterli...
+ bacaklarımı hissetmiyorum. aç şunu...
- açmam uçarsın.
- hem sandık.
+ ne olmuş sandığa? aç dedim.
- anahtarı sende.
+ umrumda değil. artık ne yazıyorum ne okuyorum. aç şunu... hissediyorum.
- nee?
+ hissediyorum. o halde artık uçabilirim, değil mi?
- hayır, hissedemezsin...
+ deniz, denizine kavuşacak. şimdi, izle ve gör...
- hangi deniz, hissedemezsin...
+ yüreğin varsa ardımdan gelirsin...
o gece iki ceset bulundu biri mavi, biri yeşil...
o*nunla başladık bu*nunla bitirelim...
devamını gör...
3566.
düşünüyorum. nasıl bir anda sana büründüm diye. sen olmaktan korkarken nasıl sen oldum. sildiğim tek bir şey yok. o kadar önemli ya da o kadar önemsiz ki okumaya bile tenezzül etmiyorum. yeri geliyor çok sıkılıyorum. acı çekmek istiyorum düşünüyorum ama yok. bir hissiyat duyamıyorum. hatalarım içinde yüzüyor ve yanlış olanın ne olduğunu biliyorum.
devamını gör...
3567.
keşke yataktayken duş alabilsem.
devamını gör...
3568.
çok istiyorum çünkü her şey istemekle başlar. inanıyorum çünkü inanmak başarmanın yarısı. çalışıyorum çünkü hayaller çaba ister. bir şey değiştiremiyor olabilirim ama biliyorum ki her emeğin karşılığı vardır. bugün değil yarın belki, yarın değil diğer gün belki ama elbet bir gün.
vazgeçmek mi? hayır tabii ki o da neyin nesi. asla!
olmuyor!
olabilir gayet normal bir şey her zaman her istediğin olacak değil ya. biraz sabır ister. sadece istikrarlı bir şekilde yola devam etmek lazım. sadece ne istediğini bil.
korkmuyorum!
kim ne der, çevremdekiler ne söyler, şimdi olmazsa bidaha hiç olmaz diye bir korkum hiç yok. çünkü ben gerçek anlamda istiyorum yapmak istediklerimi. bu yüzden asla ama asla kimse engel olamaz buna. ben kızım kimseye karşı çıkamam benim elimde bir şey yok demek haram bana . çünkü asıl benim elimde çok şey var; hayallerim, umutlarım ,benden yardım bekleyen insanlar ve beni bekleyen kız çocukları. eğer gerçekten bir şeyi başarmak istiyorsam binbir türlü yol bulurum. ben vazgeçsem, korksam kendime tek zarar vermiş olamam, benim bir kız kardeşim var ve böyle umutlar bekleyen bir sürü kız çocuğu. o umudu onlara verecek olan kimdir, onlara bir kadının nasıl güçlü durabileceğini kim öğretecek, kim içlerindeki o korkuyu yok edecek?
bu yüzden asla vazgeçemem.
yani kısacası neyi gerçekten çok istersen o olur...
vazgeçmek mi? hayır tabii ki o da neyin nesi. asla!
olmuyor!
olabilir gayet normal bir şey her zaman her istediğin olacak değil ya. biraz sabır ister. sadece istikrarlı bir şekilde yola devam etmek lazım. sadece ne istediğini bil.
korkmuyorum!
kim ne der, çevremdekiler ne söyler, şimdi olmazsa bidaha hiç olmaz diye bir korkum hiç yok. çünkü ben gerçek anlamda istiyorum yapmak istediklerimi. bu yüzden asla ama asla kimse engel olamaz buna. ben kızım kimseye karşı çıkamam benim elimde bir şey yok demek haram bana . çünkü asıl benim elimde çok şey var; hayallerim, umutlarım ,benden yardım bekleyen insanlar ve beni bekleyen kız çocukları. eğer gerçekten bir şeyi başarmak istiyorsam binbir türlü yol bulurum. ben vazgeçsem, korksam kendime tek zarar vermiş olamam, benim bir kız kardeşim var ve böyle umutlar bekleyen bir sürü kız çocuğu. o umudu onlara verecek olan kimdir, onlara bir kadının nasıl güçlü durabileceğini kim öğretecek, kim içlerindeki o korkuyu yok edecek?
bu yüzden asla vazgeçemem.
yani kısacası neyi gerçekten çok istersen o olur...
devamını gör...
3569.
yılın bu zamanlarında yokluğun daha bir belli ediyor kendini...
sanki bir sis bulutu çöküyor yüreğime zihnimde binlerce cevapsız soru ve tüm bunların ortasında ben yokluğunla baş etmeye çalışıyorum...
sanki bir sis bulutu çöküyor yüreğime zihnimde binlerce cevapsız soru ve tüm bunların ortasında ben yokluğunla baş etmeye çalışıyorum...
devamını gör...
3570.
seni çok seviyorum. ama önceden daha çok seviyordum. sen bendin. ayrı bedende bir insan olarak tanımlardım bizi. zaman geçti biz kısa bir zamanda çok şey yaşadık. şimdi kendimi en çok senden korumam gerektiğini hissediyorum. biliyorum sen de öyle düşünüyorsun. ben ne düşünüyorsam sen de öyle düşünüyorsun biliyorum. ama ben senin için her şeyi yapmaya hazırdım. ben senin için her şeye göğüs germeye çalışırken, çabalarken sense tüm olup bitenleri "yalnızca" izledin. benim arkamda olduğunu söyledin ama ilk fırsatta karşıma geçtin. seni karşımda görmek benim için bir yıkımdı.
bir ilişkide kaç kere yıkılır bir insan onu da yaşayarak öğrendim. sana çocukluğumu anlatsam, çocukluk anılarımdan dolayı kimsenin beni sevdiğine inanmadığımı bu yüzden sana da inanamadığımı anlatsam beni anlar mıydın acaba? en önce yargılardın. sanki her şeyi ben yapmışım gibi davranırdın. korkuyorum. en çok da senden. o büyük cümlelerinle beni kanatırsın diye, dünyada bunca kötülük varken her şeyin sebebi benmişim gibi davranırsın diye, günlerce süren sessizliğin bir ömür sürecek diye korkuyorum. sana içimi açmaktan korkuyorum.
bir ilişkide kaç kere yıkılır bir insan onu da yaşayarak öğrendim. sana çocukluğumu anlatsam, çocukluk anılarımdan dolayı kimsenin beni sevdiğine inanmadığımı bu yüzden sana da inanamadığımı anlatsam beni anlar mıydın acaba? en önce yargılardın. sanki her şeyi ben yapmışım gibi davranırdın. korkuyorum. en çok da senden. o büyük cümlelerinle beni kanatırsın diye, dünyada bunca kötülük varken her şeyin sebebi benmişim gibi davranırsın diye, günlerce süren sessizliğin bir ömür sürecek diye korkuyorum. sana içimi açmaktan korkuyorum.
devamını gör...
3571.
çocukluğumdan beri hep kaçıp gitmeyi düşünürdüm. ailemden, çevremden, sığ düşünceli insanlardan, aklı hep kötülüğe çalışan kişilerden, sevmediğim işten, ilimden, ülkemden herşeyden.
ailem hiç olmadı, zamanında sevdiğim işle de uğraşamadım (şimdi durum farklı ama), aşkta da umduğumu bulamadım. buldum sandımsa da geç kaldım. şimdi yapabildiğim en iyi şeyi yapıyorum bu hayatta, bana en çok yakışan şeyi: kaçıyorum. son zamanlarda ciddi ciddi düşündüm ve üç dört yıla kalmadan ingiltere'ye gitmeye karar verdim. hiç tanımadığım insanlar, kültürünü hiç bilmediğim bir toplum, yepyeni bir coğrafya belki bana daha iyi gelir. hem belki çocuk sahibi de olurum.
ailem hiç olmadı, zamanında sevdiğim işle de uğraşamadım (şimdi durum farklı ama), aşkta da umduğumu bulamadım. buldum sandımsa da geç kaldım. şimdi yapabildiğim en iyi şeyi yapıyorum bu hayatta, bana en çok yakışan şeyi: kaçıyorum. son zamanlarda ciddi ciddi düşündüm ve üç dört yıla kalmadan ingiltere'ye gitmeye karar verdim. hiç tanımadığım insanlar, kültürünü hiç bilmediğim bir toplum, yepyeni bir coğrafya belki bana daha iyi gelir. hem belki çocuk sahibi de olurum.
devamını gör...
3572.
şimdi herkes devam eder
yaşamamın hareketsizliğiyle
-sevgili claudemon.
yaşamamın hareketsizliğiyle
-sevgili claudemon.
devamını gör...
3573.
kısa bir süre önce aklıma yer edinen burayı terketme eylemini bu ara daha çok düşünüyorum. o yüzden buraya ne yazacagımı bilmiyorum. çok yoruldum. herkesten herşeyden. tutunabilirim sandım. en azından belki buraya. ama oda oda olmuyor. beceremiyorum. hiçbir şeyi. ne acı. burası benim günlüğüm gibi. ve gittiğimde kim ne kadar umursar bilmiyorum umrumda da değil artık ama benden bir şeyler kalacak. emanet olarak.
devamını gör...
3574.
merhaba, sayın sen; kim olduğunun hiçbir önemi olmayan herhangi bir insan... yolları düşünüyorum aklıma her gelişinde. yollar, gitme isteğini tetikliyor. her şeyden ve herkesten sıyrılarak hem de. arşa değmiş dört duvarın içinde gizlenmiş biri var o yolların sonunda, o sensin. dışarıdan bakılınca çok kalın duvarlar, senin gözlerinden bakınca aslında ne kadar da şeffaf. insanların sana dair bazı şeylere anlam verememesine, yorulmasına şaşırıyorsun. duvarın üzeri yarıda kalmış teşebbüslerle dolu, kırık çatlak duvarların var bu yüzden. sessiz, sakin, kabuğuna çekilmiş; ruhunu da en az bedenin kadar korumak için çırpınan. çevrelerine çit çekilmemiş düşüncelerin çok hızlı hareket ettiğinden çekip birini sımsıkı tutup söyleyemiyorsun. sıklıkla susup cümlelerini esirgeyişin bundan. tutmayı başarabildiğinde ise, zaman çoktan geçmiş oluyor. o zaman çok şey ifade eden sözler sana bir şey ifade etmiyor. anlamsızlık, boşluk... sezgilerine güveniyorlar, hislerine güveniyorlar. bunun sana verilmiş bir armağan olduğuna inanıyorlar ve bunu kullanıyorlar da. aslında, o senin çaban. görmek için çabalarsan, söylenenden fazlasını duymaya çalışır, kelimelerin seslerini duyabilirsen, çok şeyi tahmin edebilirsin hayatta. insanlar bunu görmez hiç. bilirsin. onun senin çaban olduğunu görmek istemez. çaba harcamayı sevmediklerindendir belki de... olmak istediğin yerde değilsin sen de. taze çimen kokusu olan, suları, havası ve düşleri kirlenmemiş bir yer istiyorsun. hayatta bazı insanların kendiyle derdi vardır; sen de onlardan birisin. düşünmelerin, sorgulamaların, kimse için bir şey ifade etmez. insan bazan bir kelimeyi, bir imayı, bir gülüşü, bir dokunuşu, güzel bir anı binlerce defa tekrarlayarak yaşar kafasında. düşünür, irdeler, anlamlandırmaya çalışır. bu sana tanıdık geliyordur, eminim. çok güvenmek istersin. birine çok güvenmek, ona koşulsuz inanmak ve tüm sırlarını bilmek. onun da sana aynı duygularla yaklaştığına inanmak. tereddütlere ve yalanlara yer bırakmamak... yitik bir geçmişin olmadık zamanlarda sızlayan dinmeyen yarası değil de sonraki zamanların kalp acısından uzak başrol oyuncusu olabilmektir aslında en çok istediğin. kimi zaman gözlerini kapatıp her şeyin düşlediğin gibi olup olmadığını görmek için yeniden açarsın. sonra hayal kırıklığı ve gözyaşları ile tanışırsın, her defasında ilk kez yaşanmış gibi, tekrar tekrar. yılmak için bundan daha elverişli bir ortam olamaz. ama hayır, bunlar en derinlerde bir yerlerde gömülü kalmalı aslında. kalem senin elinde. silebilme gücü de öyle. istersen tüm bu korkulardan arınmış öyküleri en başından yazabilirsin. en köşesiz, en gösterişsiz ve en hafif çizgilerin hakim olduğu tebessümünle bile taşlaşmış bir kalbi yumuşatabilecek bir insansın. kırılgansın, yorgunsun, cesaretini yitiriyor gibisin. fakat her dem umutlusun. sen umut ışığısın aslında, umudu taze tutan. inat et, vazgeçme ve inan. işitmen gereken yegane sesin kaynağını herkesten iyi biliyorsun. tüm seslerden kaç ve sadece onu dinle; ona dokun, onun gösterdiği yöne doğru bak... sonsuza dek olman gereken yerde dur. kendinle kal.
devamını gör...
3575.
aradığım kişilerin geri dönmemesine gıcık oluyorum.
hayırdır yani?
hayırdır yani?
devamını gör...
3576.
az önce pencereden, ağzında kocaman bir dal parçasıyla geçen bir kuzgun gördüm. onu taşıma derdiyle düzgün de uçamıyor, konup konup soluklanmaya, farklı yerlerinden tutmaya, tekrar tekrar denemeye çalışıyor. muhtemelen o biçimsiz koca dal parçası, yuvasında hiçbir işine yaramayacak. ama o buna inanmış, gücünün ve kanatlarının sınırlarını, bu inancın çabasıyla zorluyor. gücü tükendiğinde, götürememiş olsa da çok koymayacak çünkü götüremeyince götüremiyorsun işte.
devamını gör...
3577.
ama sen korkaksın hiç ulaşma yaklaşmazsın gerçek aşklara demiş ki benden uzak olsun peki niye her gün ağlıyorsun sebebini seninle gece gezenlere aç bir sor.
devamını gör...
3578.
yeni bir yazıya başlarken hiç içilmeyecek ve hayali olsa da bir sigara mutlaka yakılmalı sanki. edecek büyük lafları varmış gibi hissetmeli insan; olduğundan büyük görmeli bildiği her şeyi. yazarken, o odada bir ayna olmamalı. kendini, yüzünü, zaaflarını ve gerçek akis denilen muammayı gösterecek hiçbir ayrıntı olmamalı. insan kendini görürse, olmadığı bir büyüklüğü giyemez üzerine. kelimeler bitene, nokta konana kadar, hükmünü sürmelisin yazdığın evrenin. tanrıyla yan yana oturup, dünya üzerinde o güne dek yarattığınız en mükemmel şeyin high hopes’un eşsiz solosunu atan david amcanın parmakları, the fall filmindeki sahneleri kurgulayan adamın tuhaf kafası ve zeki müren'in kurban olunası ses telleri olduğunu düşündüğünüze ikna etmelisin kendini. yoksa başka türlü yazamazsın. tanrı demişken; herkes kendi tanrısına, diğerlerinin dualarını susturması için yakarıyor muydu gerçekten?..
bir insanı anlayıp onu anlatmak, inan bana yeniden bir evren yaratmak kadar zor. her zaman olmayan bir şeyi yaratmak, olanı anlamaktan daha kolay olmadı mı zaten? yeni bir dünya koyabilirim avucuna ama seni anlatmak, kelimelerden çok sesleri, görüntüleri ve sahneleri kullanabilmek isterdim. aslında seni bilmek değil de, bana yansımanı tasvir etmek desem belki bu beni daha rahatlatacak. yansımalar. her insan, bir diğerine bir şekilde yansır. biz o yansımaları biliriz, bazen asıl kaynak o kadar az ya da tutarsız bir yansıma iletir ki sana ya da tam aksine; bazen de sen o kadar azını alabilirsin ki o yansımanın üzerine. ne kadar sağlıklı oluyor bilinmez. ama ya senin yansıman aslında benim kaynağımın aslını oluşturuyorsa? ya aslında bildiğim bir ışığın yansımalarının benden farklılaşıp ayrıldığı patikalarla ve renklerle oluşturduğu başka bir resimsen? yani aslında senin içinden gelen her şey aslında benim içimde beklettiklerimse? o zaman, o vakit, işte tam da o sıra, dalgalar konuşmaya başladı. bir süre yalnız onlar konuştular. işte o gün; "kar yağışına dakikalar kalan günlerden biriydi. hava elektrik yüklüydü. neredeyse duyabiliyordun ve bu torba oradaydı. benimle dans ediyordu. tıpkı oynamam için yalvaran küçük bir çocuk gibi. işte o gün fark ettim. her şeyin ardında hayat vardı ve iyilik dolu, inanılmaz bir güç. korkmak için hiç bir neden olmadığına inanmamı istiyordu. video zavallı bir bahane, biliyorum ama hatırlamama yardım ediyor. hatırlamaya ihtiyacım var. bazen öyle çok güzellik var ki dünyada. dayanamayacağımı hissediyorum ve kalbim içine kapanacak..." soğuktan hissizleşmeye başlayan parmak uçlarım dokunuyor şu an tuşlara ve senin ne zamandır aynada görmeye tahammül edemediğin bir suretin var. seni tanıdığımdan beri sana en çok yakıştırdığım kelime tuhaf mı? bunu bilmiyorum, ama seninle konuşmaya başladığım günden beri, noktalı virgülleri ve ünlem işaretlerini daha çok kullanır oldum. en sevdiğim, şüphesiz ki, noktalı virgül. daha önce hiç yüklemediğim bir anlam yükledim ona... garip bir şekilde bana yansıyan kişinin başka bir yansımasının olduğunu düşünüyorum, evrenin diğer kalanına gösterdiği. kabukların, duvarların, sert zeminlerin, şüpheci bir güvenin ve dağınık saçların var senin. şu an sen uyurken, o kabukların arasından, duvarların içinden, sert zeminlerin üzerinde yürüyerek, bir elimi yüreğinin üzerine koyup, saçlarına dokunmak istiyorum. senin soğumuş bir kalbin ama sıcacık bir yüreğin var. hangi rüyayı görüyorsun şu an? karavanını nerelere, hangi bilinmezliklere sürüyorsun ve nerede “hiç kimsenin kimsesi” oluyorsun? peki ben kime yazıyorum bu yazıyı? nasıl yollardan geldin bugüne, neler aldın neler bıraktın o yollarda? bir boş vermişlik ve tahammül sınırının tam ortasında iki tarafa da eşit uzaklıkta duruyorsun sanki. sanki herkesin dünyasında var ve alışıldık olan, kusursuz bir düzeni oluşturan her şeyi yavaş yavaş atıyorsun bir kenara...
eski, taş bir köprünün üzerinde denize doğru ayaklarımı sallandırıp, kafamda gri-mor bir bereyle şarkı söylemek istiyorum şimdi. renksiz, siyah beyaz bir gecede, belki biraz da bir masal perisi güzelliğinde. arnavut kaldırımlar, beyaz şarap duruluğunda bir düşler sokağı muhtemelen burası. renkler geldikçe, sokaklar eski güzelliğini yitirdi mi sence de? böyle kesitler uydurduğumda kafamda, her şeyin siyah beyaz olması bundan mı? rüzgar saçlarımı biraz dağıtırken, senin o bereyi düzeltmen ve düzeltirken soğuk ellerinin yanağıma dokunmasını kurgulamak, çok mu romantik bir duruş? benim için ifade ettiği anlamı, senin için de ediyor mu bu dokunuş? yanağımdan, kalbime dokunuşunu o elin; hissedemeyecek kadar çok mu kirlendik?
seni tanıyor muyum? belli ki, hayır; belli ki, evet. darmadağın bir yalnızlığın içinde oturuyorsun ve benim hep gülümsediğim şeyleri merak ederek boşluğa uzuyorsun. o rengarenk merakların, hepsi ne kadar gereksiz ve ne kadar düğümlenmiş kilitler aslında. tek amacımız bu olsa. bize bir hayat verilse ve tek yapmamız gereken merak ettiğin her şeyi o külüstür turuncu vosvosla aramak olsa. sahi, adı ne olacak onun?.. senin için siyahı fazla olan bir griyim, değil mi? sen bana göre çok fazla beyaz olabilirsin. ama ben artık, sen çok iyisin deyip türk filmlerindeki arkasını dönüp gidenlerden olmak yerine bu iyiliğe bulaşmayı istesem senden? evet iyisin, dedim ya, buz gibi bir kalbin arkasında, sıcacık bir denizin var; yürek denilen. ben o denize girmek istiyorum. ya ben boğulurum, ya senin sularını tüketirim, nefessiz bırakırım değil mi? ama ya bana yüzmeyi öğretirsen?.. üşüyerek sabaha kadar seni dinlemek istiyorum. konuş, sus, yine konuş, sonra yine uzun bir susuş, belki bir yerden sonra, yine, sen, eskiden olduğu gibi, sıfıra yakın yerden değil de, çok ağaçlı yüksek bir meydandan bakabilirsin bana?
eğer bir gün sonsuz yalnızlığa mahkum olursak, ya da çoktan olmuşsak ve elimizde tek atımlık bir kurşun varsa, beynimize değil, kalbimize sıkardık bence... istanbul'u yaşasak ve sen bana ilk defa söylüyormuş gibi, 1901'de prag'da doğmadığını söylesen ve ben buna çok şaşırsam, kocaman şaşkın bir ifadeyle açsam gözlerimi. vapurda, bir güne başlasak ve bitirsek o günü. elini tutsam sonra, uyandırabilir miyim seni? mahmur bir beste çalsa bu kez ve ağlaşsak sonra seninle. bilmiyorum belki de anlamsızca güleriz... sahi, senin benden alıp yeniden yazdığın bu cümleleri bitirdikten sonra karanlığa bakıp birbirimize güler miyiz?
bir insanı anlayıp onu anlatmak, inan bana yeniden bir evren yaratmak kadar zor. her zaman olmayan bir şeyi yaratmak, olanı anlamaktan daha kolay olmadı mı zaten? yeni bir dünya koyabilirim avucuna ama seni anlatmak, kelimelerden çok sesleri, görüntüleri ve sahneleri kullanabilmek isterdim. aslında seni bilmek değil de, bana yansımanı tasvir etmek desem belki bu beni daha rahatlatacak. yansımalar. her insan, bir diğerine bir şekilde yansır. biz o yansımaları biliriz, bazen asıl kaynak o kadar az ya da tutarsız bir yansıma iletir ki sana ya da tam aksine; bazen de sen o kadar azını alabilirsin ki o yansımanın üzerine. ne kadar sağlıklı oluyor bilinmez. ama ya senin yansıman aslında benim kaynağımın aslını oluşturuyorsa? ya aslında bildiğim bir ışığın yansımalarının benden farklılaşıp ayrıldığı patikalarla ve renklerle oluşturduğu başka bir resimsen? yani aslında senin içinden gelen her şey aslında benim içimde beklettiklerimse? o zaman, o vakit, işte tam da o sıra, dalgalar konuşmaya başladı. bir süre yalnız onlar konuştular. işte o gün; "kar yağışına dakikalar kalan günlerden biriydi. hava elektrik yüklüydü. neredeyse duyabiliyordun ve bu torba oradaydı. benimle dans ediyordu. tıpkı oynamam için yalvaran küçük bir çocuk gibi. işte o gün fark ettim. her şeyin ardında hayat vardı ve iyilik dolu, inanılmaz bir güç. korkmak için hiç bir neden olmadığına inanmamı istiyordu. video zavallı bir bahane, biliyorum ama hatırlamama yardım ediyor. hatırlamaya ihtiyacım var. bazen öyle çok güzellik var ki dünyada. dayanamayacağımı hissediyorum ve kalbim içine kapanacak..." soğuktan hissizleşmeye başlayan parmak uçlarım dokunuyor şu an tuşlara ve senin ne zamandır aynada görmeye tahammül edemediğin bir suretin var. seni tanıdığımdan beri sana en çok yakıştırdığım kelime tuhaf mı? bunu bilmiyorum, ama seninle konuşmaya başladığım günden beri, noktalı virgülleri ve ünlem işaretlerini daha çok kullanır oldum. en sevdiğim, şüphesiz ki, noktalı virgül. daha önce hiç yüklemediğim bir anlam yükledim ona... garip bir şekilde bana yansıyan kişinin başka bir yansımasının olduğunu düşünüyorum, evrenin diğer kalanına gösterdiği. kabukların, duvarların, sert zeminlerin, şüpheci bir güvenin ve dağınık saçların var senin. şu an sen uyurken, o kabukların arasından, duvarların içinden, sert zeminlerin üzerinde yürüyerek, bir elimi yüreğinin üzerine koyup, saçlarına dokunmak istiyorum. senin soğumuş bir kalbin ama sıcacık bir yüreğin var. hangi rüyayı görüyorsun şu an? karavanını nerelere, hangi bilinmezliklere sürüyorsun ve nerede “hiç kimsenin kimsesi” oluyorsun? peki ben kime yazıyorum bu yazıyı? nasıl yollardan geldin bugüne, neler aldın neler bıraktın o yollarda? bir boş vermişlik ve tahammül sınırının tam ortasında iki tarafa da eşit uzaklıkta duruyorsun sanki. sanki herkesin dünyasında var ve alışıldık olan, kusursuz bir düzeni oluşturan her şeyi yavaş yavaş atıyorsun bir kenara...
eski, taş bir köprünün üzerinde denize doğru ayaklarımı sallandırıp, kafamda gri-mor bir bereyle şarkı söylemek istiyorum şimdi. renksiz, siyah beyaz bir gecede, belki biraz da bir masal perisi güzelliğinde. arnavut kaldırımlar, beyaz şarap duruluğunda bir düşler sokağı muhtemelen burası. renkler geldikçe, sokaklar eski güzelliğini yitirdi mi sence de? böyle kesitler uydurduğumda kafamda, her şeyin siyah beyaz olması bundan mı? rüzgar saçlarımı biraz dağıtırken, senin o bereyi düzeltmen ve düzeltirken soğuk ellerinin yanağıma dokunmasını kurgulamak, çok mu romantik bir duruş? benim için ifade ettiği anlamı, senin için de ediyor mu bu dokunuş? yanağımdan, kalbime dokunuşunu o elin; hissedemeyecek kadar çok mu kirlendik?
seni tanıyor muyum? belli ki, hayır; belli ki, evet. darmadağın bir yalnızlığın içinde oturuyorsun ve benim hep gülümsediğim şeyleri merak ederek boşluğa uzuyorsun. o rengarenk merakların, hepsi ne kadar gereksiz ve ne kadar düğümlenmiş kilitler aslında. tek amacımız bu olsa. bize bir hayat verilse ve tek yapmamız gereken merak ettiğin her şeyi o külüstür turuncu vosvosla aramak olsa. sahi, adı ne olacak onun?.. senin için siyahı fazla olan bir griyim, değil mi? sen bana göre çok fazla beyaz olabilirsin. ama ben artık, sen çok iyisin deyip türk filmlerindeki arkasını dönüp gidenlerden olmak yerine bu iyiliğe bulaşmayı istesem senden? evet iyisin, dedim ya, buz gibi bir kalbin arkasında, sıcacık bir denizin var; yürek denilen. ben o denize girmek istiyorum. ya ben boğulurum, ya senin sularını tüketirim, nefessiz bırakırım değil mi? ama ya bana yüzmeyi öğretirsen?.. üşüyerek sabaha kadar seni dinlemek istiyorum. konuş, sus, yine konuş, sonra yine uzun bir susuş, belki bir yerden sonra, yine, sen, eskiden olduğu gibi, sıfıra yakın yerden değil de, çok ağaçlı yüksek bir meydandan bakabilirsin bana?
eğer bir gün sonsuz yalnızlığa mahkum olursak, ya da çoktan olmuşsak ve elimizde tek atımlık bir kurşun varsa, beynimize değil, kalbimize sıkardık bence... istanbul'u yaşasak ve sen bana ilk defa söylüyormuş gibi, 1901'de prag'da doğmadığını söylesen ve ben buna çok şaşırsam, kocaman şaşkın bir ifadeyle açsam gözlerimi. vapurda, bir güne başlasak ve bitirsek o günü. elini tutsam sonra, uyandırabilir miyim seni? mahmur bir beste çalsa bu kez ve ağlaşsak sonra seninle. bilmiyorum belki de anlamsızca güleriz... sahi, senin benden alıp yeniden yazdığın bu cümleleri bitirdikten sonra karanlığa bakıp birbirimize güler miyiz?
devamını gör...
3579.
hiçbir yerde tam olarak özgür olmadığımın farkındayım. ne dışarı ne içeri o kadar pes ettim ki açıklama yapma isteğinde değilim. varım ama yok olduğum günlere tekrar gelmiş gibiyim. boşa çabalıyorum. çabalamayacağım bu yüzden de. hep boş. sadece üzülen yorulan oluyorum. umurumda değil artık.
devamını gör...
3580.
insanlara ders vermeye çalışmamak gerek.
hele hele yeni tanışılan birisine, bir şeyler anlatırken karşındaki insan, ahlaksızmış gibi edep, haya içinde gibi cümleler kullanılmaz.
ne demişler:
duyacağını bil, diyeceği ni söyle!
hele hele yeni tanışılan birisine, bir şeyler anlatırken karşındaki insan, ahlaksızmış gibi edep, haya içinde gibi cümleler kullanılmaz.
ne demişler:
duyacağını bil, diyeceği ni söyle!
devamını gör...
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
256
257
258
259
260
261
262
263
264
"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar
karalama
2