mao dönemi komünist çin'de milyonlarca insanın kıtlıktan ölmesine yol açan yanlış kalkınma politikasının adı. ingilizce literatürde great leap forward olarak geçer. politika özetle şöyledir:

1- tarımsal hasılanın artırılması
2- fazla tarımsal hasılanın ihraç edilmesi
3- elde edilen dövizle makine ve teçhizat ithal ederek sanayileşmek

çin'de küçük bireysel çiftçilik kaldırılarak sovyetlerdeki kolhoza benzer ortak çiftlikler kurulur. her köye ya da çiftliğe belirli bir üretim kotası verilir. yukarıdan aşağıya inen emir komuta zinciri içerisinde üretimin artırılması tembihlenir. mao zedong yoldaş der ki her birim kendi ihtiyacı kadarını alacak, geri kalanını merkez yollayacak. bu arada başka bir konuya daha değinmeliyim. o da mao'nun çelik üretme sevdası. sanayileşmek için çelik gerekir. mao da bütün köylülerin, evlerinin bahçesinde kuracakları bir fırında çelik üretmelerini şart koşar. köylüler çatal, bıçak, saban, pulluk, paslı demir, ne bulursa derme çatma kurdukları bu ocaklarda sözde çelik üretmeye çalışır. üretilen çelik tam anlamıyla çöptür! çünkü kullanılan materyaller dandik olduğu gibi yeterli ısıyı üretemeyen ocaklar da dandiktir. hiçbir know-how barındırmayan bu derme çatma girişim felaketle sonuçlanır. işin daha kötüsü tarımsal üretimden çekilen işgücü ve tarım aletlerinin dahi çelik üretmek için harcanmış olmasından dolayı tarımsal hasıla düşer.

bir başka faktör de memurların korkularından üretim raporlarını şişirmesi. örneğin bir köyün ihtiyacı 100 ton pirinç, üretim kotası da 150 ton olsun. bu köyün memuru korkusundan merkeze 200 tonluk üretim rapor eder. mao da "oh oh maşallah. aferin hepinize. size normalde 100 ton yetiyordu, 50 ton da benden büyük emekleriniz için hediye olsun. geri kalan 50 tonu yollayın merkeze" der. fakat gerçekte 60 ton üretilmiştir. 50 tonunu mecburen merkeze yolladıktan sonra geri kalan 10 ton ile köy açlıktan kırılır.

mao yoldaşım serçelere de kafayı takmıştır. onların üretimi azalttığını düşünür ve köylülere "serçeleri gördüğünüz yerde öldürün, tarlalara kesinlikle indirmeyin" der. zavallı köylüler sabahtan akşama kadar oradan oraya koşturarak serçelere aman vermez. serçe popülasyonu hakikaten açlıktan bitme noktasına gelir. serçeler olmayınca çekirge ve bilimum böcek tarlaları mahveder. tarımsal üretim daha da düşer.

sonuç olarak çin'de çok kısa bir dönemde tarihin en büyük kıtlığı sonucu 50 milyona yakın kişi ölmüş, ekolojik denge alt üst olmuştur. bugün çinlilerin ne bulursa yiyen midesizler olmasının en büyük sebebi yaşadıkları o talihsiz dönemdir.
devamını gör...

herkese hitap etmeyen ve bu yüzden hiçbir zaman mainstream olmamış müzik türü (iyi ki de olmamış). 70'lerde belli başlı gruplar iyi albüm satışları yakaladılar; ancak genel anlamda fazla bilinmez. zaten 5 dakikalık şarkıya uzun diyen ya da diyebilecek kitleden 15-20+ dakika uzunluğunda şarkıları dinlemesini bekleyemezsiniz. progressive rock, müziği dinlemenin ötesinde, anlama ve kafa yorma da gerektirir.

müzik türlerinin şahıdır. ne ararsanız vardır içinde. diğer türlerle harmanlandığında çok iyi ve çok farklı şeyler de ortaya çıkabilmektedir.
devamını gör...

hiç takipçisi olmayan yazardır...

(bkz: sen ciddi olamazsın bir dakika nasıl doğru olabilir bu)

edit : bunlardan biri de benim, bugün bana ağlamak düşer...

edit 2 : 1 olmuş oha

edit 3 : 3 oldu bir anda
devamını gör...

küçük oğlum da onlardan biridir. * o kadar tatlı konuşuyor ki bazen ben de onun gibi konuşmaya çalışıyorum. çok da iyi taklit ediyormuşum ama onunla dalga geçtiğimi düşündüğünü söylediği günden beri artık yapmıyorum. halbuki dalga geçmiyordum, sadece konuşmasına bayılıyorum.
devamını gör...

körpeliği kalmamış olan demektir.

kart zampara bana hep komik gelmiştir.
devamını gör...

yıkanan ton balığına ne denir?
washington.
devamını gör...

alelade.
çok hoşuma giden bir kelimedir.
ama onun fevkaladesi neydi onun fevkaladesi aleladeydi.
devamını gör...

genellikle sorun çıkmasını en baştan engellemeye çalışıyorum ben. bu nedenle müthiş düzenli yaşarım. mesela mola saatlerini kalem kalem bildiririm, orada kahve ve çay içme saatleri bile yazılıdır. bu kısaca bu saatler içinde kimse beni farklı işlere çekmeye çalışmasın aramız bozulmasın anlamına gelen uyarıdır. çalışırken kimseyle konuşmam ki düzen bozulmasın. ya da bir işe başlayacaksam mümkünse bir süre maaş almadan çalışırım. tüm dosyaları ezberler, benden önce çalışan arkadaşın yaptığı tüm işleri kontrol eder, onun çalıştığı insanları arayıp tanışır, o insanlardan farklı kişilerin numarasını öğrenir, onlarla anlaşma yaparım ki yedek çalışma arkadaşlarım olsun. sistemi kurduktan sonra maaş almaya başladım. iş yaşamım son derece sorunsuz ve hatasız geçer. her zaman a,b,c, z planlarım vardır.

ancak sosyal hayatı böyle bir düzene oturtmak mümkün değil. çok denedim, olmadı. ne kendi ne de karşı tarafın duygularını kontrol altına almak diye bir şey yok. neye kızar, neyi kıskanır, yüzüne ne der arkandan ne sayıp söver hiç belli olmuyor. bu nedenle sorun çıktığı an gidip uyuyorum ben. uykum geliyor. tartışma sırasında bile baktım sorunu çözemiyorum uyuya kalırım. vücudum uyku üretir. baktım uyanınca geçmemiş, ağlarım uyanır, ağlarken uyuya kalırım.

yani ya korkunç bir mücadele veriyorum ya da tamamen kendimi bırakmış oluyorum. neden? çünkü ortam yok. allah sabır versin, çok zor.
devamını gör...

şimdi efendim saat gecenin dördüne gelirken benim aklıma bir şey takıldı. cevabını kendimce buldum ama size de sormak istedim.

izlediğimiz filmlerde, dizilerde görüyoruz ki kötü adamlar* yakaladıkları kahramanı öldürmeden önce uzun bir nutuk çekmeye bayılıyorlar. sonuç da genellikle kendi ölümleri oluyor..

sizce nedendir bu kötülerin öldürmeden önce konuşma sorunu?

t: yaptıklarını iyi bir nedene bağlama, bunu da topluma açıklama derdi veya ego tatmini nedeniyle yapılan harekettir.
devamını gör...

insanoğlu yaradılış gereği acı hissiyatına tepki vermeye programlanmıştır.
çok basittir denklemdir aslında, eğer bir şey acı veriyor ise, ondan uzak dur.
misal, eğer ateş elini yakıyor ise, bir daha dokunma veya yediğin bitki mideni ağrıttı ise bir daha onu yeme.
acı aslında vücudun bir koruma mekanizması olarak da düşünülebilir.
bir yerimizde sıkıntı çıktığında o bölge beyine sinyal yollar ve bu sinyalin karşılığı acı hissidir.
tabi bu her zaman fiziksel olmak zorunda değil, psikolojik ve duygusal kaynaklı çok ağır acılar da vardır.
can da öyle tatlıdır ki, insanlar acıdan korkmaya başlar zamanla.
fakat günümüz modern yaşam şeklinin getirdiği konfor insanları doğal yaşam alanlarından, doğanın içinden alıp betona hapis etmiştir. bunun yüzünden insanın fiziksel ve psikolojik gelişimi de değişime uğramıştır. şehir insanı yemeğini kazanmak için avlamak zorunda olmadığından veya göçebe bir hayat süremediği için ister istemez acının ne olduğunu unutmuştur aslında.
bu sebepten de, artık en ufak bir acı ihtimali bile strese sokar olmuştur onu. artık korkutuğu şey acının kendisi değil, acı yaşama fikridir. tabi burada bahsettiğim, nüfusun çoğunluğunu oluşturan şehir insanları.

bunların yanı sıra yine yaradılıştan gelen adapte olabilme/alışabilme güdüsü vardır insanoğlunun. bu da bizi evrim sürecinde ayakta tutan ve besin zincirinin en üstüne kadar çıkmamızı garantileyen bir hayatta kalma fonksiyonudur.

eğer birey yoğun ve sürekli olarak acı yaşıyor ise, adapte olma fonksiyonu zaman içerisine, yine hayatta kalma güdüsünden ötürü gelen acı fonksiyonunu baypas eder.
yani kişi elini ateşe götürdüğünde, bunun vücuda hasar verdiğini iletmek için uyarı veren, acı sinyalleri gönderen ve bunu koruma amaçlı yapan sistemin gönderdiği sinyali etkisizleştirir.
bunun nedeni ise aslında kişinin elini ateşe sokmaktan başka bir çaresinin olmadığını, adapte olma fonksiyonun algılaması fakat acı/uyarı fonksiyonunun algılayamamasıdır. kişinin akli sağlını korumak için, adapte olma fonksiyonunun, yine koruma amacı güden ama korumaktan çok zarar verdiğinin farkına varmayan acı/uyarı fonksiyonunu etkisiz hale getirmesi acıya alıştıran şeydir aslında.

bu yüzdendir ki zor günler geçiren,zor dönemler atlatmış, kayıplar vermiş insanlar, eğer hala ayaktalar ise kolay kolay yıkılmaz, etkilenmezler körpe acılardan.

üzerine kurulmuş felsefi bir okul da vardır bu düşüncenin stoa isminde.

şöyle güzel bir de sözleri vardır bu stoacıların;

"hayatın tamamı göz yaşları için ağlarken, kısımlarına ağlamak niye."
lucius annaeus seneca
devamını gör...

(bkz: anksiyete)
devamını gör...

-davranışlarınız küçümsenmesi,
-fiziksel olarak, imayla dahi olsa , yetersizlik hissettirilmesi,
-içinizden geçenleri anlatmaya çekiniyor olmanız,
- kişisel kararlarınızın sürekli eleştirip yargılanması,
-kıyafet, arkadaş seçimlerine müdahale edilmesi akla gelen ilk şeyler sanırım. hepsini genellersek ‘hayatına saygı duymamak’ diyebiliriz.
devamını gör...

carlos fuentes kitabıdır.

dünyada korku romanı deyince akla bir çırpıda birkaç isim gelir. bunlardan edgar allen poe’yu ilk sıraya yazabilirim, çağdaş dönemde ise elimizde stephen king vardır ki bence onun da yeri poe kadar tartışılmazdır. büyülü gerçeklik dediğimiz zaman ise aklımıza gabriel garcia marquez düşer ilk solukta ki bu da gayet doğaldır. bu ikisinin bir birleşimi için ise fuentes’in kaygı veren dostluklar kitabındaki öykülere başvurabiliriz.

fuentes borges’e çok benziyor. zaten sanırım latin amerika edebiyatında aydınlık gözlü borges üstadıma benzemeyen yoktur. herkes ucundan kıyısından bulaşmıştır borges’e. yine de fuentes’in kendine has büyüleyici bir üslubu olduğunu söylemezsem de büyük haksızlık etmiş olurum.

bu kitapta latin amerika’da geçen bir kont drakula öyküsüne rastlayacaksınız, vlad’ın sömürü dolu sımsıcak güney amerika topraklarında boy göstermesine tanık olacaksınız. kan içen iki ihtiyarın hikayesi de ilginizi çekecektir mutlaka. ya da dünyaya gönüllü sürgün bir meleğin hikayesi. peki hastasına dokununca onu canlandıran bir doktorun öyküsüne ne dersiniz? hepsi fuentes’in kaleminin ucundan damlıyor.

hepimizin kaygı veren dostlukları var ve hepimiz büyülü bir gerçeklik içinde korkuyla yaşıyoruz.
devamını gör...

sezen aksu şarkısı, ardı hep hayal.

güzel hayaller ama, 'olsun"denilen hayaller..

siz hiç pembe yeşil güzelim açelyaların koşa koşa gelip gülümseyerek kalbinize sarıldığını gördünüz mü?

ben gördüm az önce, yaşadım.

kocaman bi' ege akşamıydı, o bahçede ala sarı ege gününü bitirmeye hazırlanırken bi yandan da bahçeyi suluyor, gülümseyerek çiçekleri ile konuşuyordu.
yanındaydım, ona bakıyordum, gözleri çiçeklerinde, benim gözüm onun izindeydi..
sonra açelya'larını bana yolladı.

daha sonra, hemen sonrası bu şarkı başladı, ben de duydum.
ege'nin her yanından duyuldu, geldi ortak kalplere girdi, kaldı.

bilmem kaç kilometre ötedeki biri benim evimin bahçesi kadar yakın bu şarkı ile geldi kalbimi bir kez daha yaktı. iyi ki!

açelyalara,hayallere,
sana....


devamını gör...

(bkz: quinn)
devamını gör...

madalyası olan ve olmayan yazarların hiçbir farkı yoktur, her ikisi de aynı oranda ciddiye alınır.

burada şunun ayrımını yapmak gerekir, yoldaş benjamin franklin ve iko araştıran, başlıkları olabildiğince iyi şekilde açıklayan yazarların motivasyonunu artırmak için madalya sistemini getirmişler ve bence güzel de bir iş yapmışlardır. isteyen madalyalık tanım girer, isteyen kendi istediği gibi devam eder.

önemli olan karşılıklı saygıdır. durduk yere insanların emeklerine *ok atmaya gerek yok..
devamını gör...

evrende rastlanabilecek en küçük uzunluk. bu mesafe yaklaşık 1.6 x 10 üzeri -35 metre.
yani türkçesi: 0.000000000000000000000000000000000016 metre.

peki neden böyle bir uzunluk var ve neden en küçük uzunluk bu? en küçük uzunluk dediğimiz şey, bundan daha küçük ya da biraz daha büyük olamaz mı? bu sayı nereden çıkmış?

planck uzunluğu, uzay - zamanın özelliklerini tanımlayan, evrenin temel 3 sabiti üzerinden türetilmiş bir büyüklük.

***

bahsi geçen 3 sabit hakkında birer cümlelik bilgi vereyim. isteyen sonraki bölüme geçebilir burada kafa karıştırmamak için.

- c yani ışık hızı ki bu hız evrendeki bilgi iletimindeki maksimum hızı temsil eder.
- g (aslında büyük g harfiyle gösterilir) yani evrensel çekim sabiti ki bu sayı 2 büyük kütleli cisim arasındaki gravitasyonel (yani kütle çekimsel) alanın büyüklüğünü ifade eder.
- h-bar olarak da bilinen indirgenmiş planck sabiti. fotonun frekansına bağlı olarak taşıyabileceği enerjiyi sembolize eder.

***

bu 3 sabiti alıp bazı eşitlikler yoluyla bir araya getirdiğimizde bir formül elde ederiz. bu bir uzunluk formülüdür ki işte buna planck uzunluğu diyoruz ve evreni tanımlayan temel sabitlerden türetildiği için, en küçük uzunluk olarak kabul ediyoruz. üstelik kuantum mekaniğine ilişkin şu anki bilgilerimiz, bundan daha küçük bir uzunluk biriminin hiçbir anlamı olmayacağını gösteriyor. eğer sahip olduğumuz bilgiler değişirse, bundan daha küçük sayılar da elde edilebilir belki.

ek bilgi: planck zamanı ve planck enerjisi dediğimiz birimler de aynı formüllerden elde edilir.

***

peki neden önemli bu sayı ve neyi sembolize ediyor? bu uzunluk, kütle çekiminin etkili olabildiği en küçük mesafedir. bir başka deyişle sicim teorisindeki sicimlerin boyutudur bu. aynı zamanda döngüsel kuantum kütle çekim teorisinde, uzay - zaman dokusunun kesikli hale geldiği düşünülen mesafedir. bu nedenle kozmoloji ve teorik fizikte önemli yer tutar.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

iyi bir şair olmasının yanı sıra oldukça iyi bir matematikçidir.* üçüncü dereceden bilinmeyen denklemler ile ilgili yazdığı eserinde bilinmeyen rakamın yerine arapça "şey" kelimesini kullanmıştır. eser ispanyolcaya çevrilirken "şey" kelimesi "xay"* olarak çevrilmiş, daha sonra ise kısaltılarak bugün matematikte bilinmeyen yerine kullandığımız "x" harfine dönüşmüştür.*
devamını gör...

2019 yılında yayımlanan ilber ortaylı kitabıdır.
bence bu kitap bir rehber olabilecek kadar değerli ve yoğun bir kitaptır. son derece önemli tavsiyeler son derece önemli hayat tecrübelerini aktardığı bir eser.
özellikle genç insanlar için okuyup bir rehber haline getirilmesi gereken bir kitap.
bu kitabı yeni okuma fırsatı buldum sebebi ise ilk çıktığı zamanlar herkesin elinde vardı ve fiyatı benim için biraz pahalı gelmişti.
geç olsun güç olmasın mantığıyla indirimdeyken aldım ve çok severek hızlıca tükettim.
bazı konularda ilber hocanın yer yer hadsizlik ettiğini düşünsem de genel olarak beğendiğim bir kitaptı.
bazı tavsiyeleri son derece tartışmaya açık.
bazı insanlar şanslı doğmuyorlar doğamıyorlar benim fikrime göre.
şans bizim yaratmamız gereken bir kavramdır anlıyorum ama bu tamamen böyle değildir.
kendisi son derece değerli önemli hocalardan ders alma fırsatını bulmuş bir kişi ama ilber ortaylı ya göre bu biraz da onun elinde olan bir durummuş kendisi hocaları arayıp bulan meraklı bir insanmış ki bu çok önemlidir.
kitapta analiz ettiğim ve üstüne düşündüğüm bir konuydu “merak etmek” bu son derece önemli bir konu.
daha önce basit bir bakış açısıyla yaklaşıyordum lakin öyle olmadığını bu kitap sayesinde öğrenme fırsatı buldum.
bence başarılı bir insan olmak için meraklı bir insan olmak son derece önemlidir. ilber hoca meraklı bir insan olmasaydım şu an bulunduğum konumda olamazdım diyor.
ayrıca yazımın başında dediğim gibi bu kitabın en önemli kısmı ise son derece değerli bir insandan son derece değerli tavsiyeler alma şansı yakalıyorsunuz.
gezi, müzik, sanat, kitap şiir, tiyatro bütün bu kavramların üstüne çok detaylı çok önemli tavsiyelerde bulunuyor ortaylı.
bir başka hoşuma giden taraf ise elitlik entelektüellik nedir nasıl olmalıdır gibi sorularının cevaplarını çok hoş bir şekilde bize anlatıyor oluşu.
onun dünyasına göre elitlik nedir nasıldır hepsini öğrenip anlıyoruz.
konu buraya gelmişken kitabın en sevdiğim kısmına gelip yazımı sonlandırayım.
elitlik konusu ve döşemecilik kitapta en çok hoşuma giden kısım ilber hocanın verdiği örnekti.
aynen şöyle diyor ilber hoca
--- alıntı ---

“elitlik, işini iyi yapan insanların toplumda dikeyine sınıflandırılmasıdır.” elit sistem demek irsî aristokratlık, soyluluk değildir; aklın, yeteneğin elitizim midir aklın elitizmi illâ ki matematik, fizik dâhisini çıkaracak bir elitizm değildir, el emeği uzmanlarının da eliti vardır; yani parmakların ve ellerin de eliti bulunur. söz gelimi, türkiye’de benim tanıdığım en elit insanlardan biri döşemeciler loncasının eski başkanlarından hüsnü diker usta’ydı. ben on derse davet ederdim, ölene dek de ettim.”
entelektüel, üstüne vazife olmayan işlerle ilgilenen kişidir. örneğin mesleği kimyacılıktır ama coğrafya veya tarihle de uğraşır, resim yapar. bu iş öteden beri böyledir. kendi dünyasının dışıyla ilgilenendir entelektüel.

--- alıntı ---

enfes bir tanım enfes bir örnek.
kendime çok şey kattığım bir kitaptı bir ömür nasıl yaşanır mutlaka okunması üzerine düşünülmesi gereken bir eser.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim